Etiket arşivi: PKK DOSYASI

PKK DOSYASI : Sakine Cansız cinayetinden Türkiye Cumhuriyeti cin ayetine

2004-2005’te ateşlenen bölünme sürecini bizzat yöneten ABD’nin Gladyo merkezinin 2 hedefi vardı: Birincisi; ‘müzakere’ adı altında yürütülen süreçle PKK’yı meşrulaştırıp fiilen iktidar ortağı yapmak… İkincisi: Buna tepki gösteren TSK ve İşçi Partisi’ni (Vatan Partisi) tertiplerle bastırmak

Şimdi bir kez daha özetleyelim: AKP-PKK ortaklığının Türkiye Cumhuriyeti’ni çökertme ve ve milleti bölme programı neymiş? Öncelikle “Türk Milleti”nin olmadığı bir “Yeni Anayasa”. Bu Anayasa “Özerkliği” esas alacak. “Yeni Anayasa”nın temel felsefesini “İslam Bayrağı” oluşturuyor. Yüz elli yıllık devrim programımızın temel ilkeleri Milliyetçilik, Laiklik ve Cumhuriyetçilik çöpe atılıyor. Özetle; etnik ve mezhepsel bölünmelerle tanımlanan bir “Yeni Türkiye”! Başta Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül olmak üzere AKP yetkilileri de, Abdullah Öcalan da aynı tanımı yapıyorlar.

BURAYA NASIL GELDİK

Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül 2001-2002 sürecinde Türkiye’yi bölmek amacıyla iktidar yapıldılar. Türkiye 90’lı yılları büyük acılarla kapatmış, yeni yüzyıla terör sorununu çözecek önemli adımlar atarak giriyordu.

Yılların Kürt Sorunu, demokratik ve kültürel haklar açısından büyük ölçüde çözül-müştü. PKK lideri yakalanmış, örgüte ağır darbeler indirilmişti. Türkiye özlediği huzura 2000’li yılların başında iyice yaklaşmıştı.

Ama dedik ya, “Türkiye’yi bölmek için iktidar yapıldılar.” 2003’te 1 Mart tezkeresinin reddedilmesiyle ABD’nin Irak işgalinde üstlendikleri görevlerde başarısız olunca

2004’te tekrar sahne aldılar. Tayyip Erdoğan, Fatih Altaylı’nın “Teke Tek” programında konuşuyordu: “Şu anda Amerika’nın da Büyük Ortadoğu Projesi var ya Genişletilmiş Ortadoğu, yani bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım” (16 Şubat 2004 – Kanal D) BOP, ABD’nin Ortadoğu’yu ve Türkiye’yi bölme projesiydi.

Bu yüzden o yıllardan beri bunların iktidar yapılmasına “BOP Darbesi” diyoruz.

Beş yıldır susmuş olan silahlar Tayyip Erdoğan’ın bu çağrısından sonra yeniden ateşlendi. 1999-2004 arasında tek silahlı saldırı yokken, 1 Haziran 2004’te PKK saldırıları yeniden başladı. Bölünme süreci Tayyip Erdoğan’ın 2005 Diyarbakır konuşmasıyla derinleşmeye devam etti. Erdoğan bu konuşmasında ilk kez “Kürt sorunu” diyor ve devletin “kendisiyle yüzleşeceğinden” söz ediyordu. (12 Ağustos 2005) Bu sözler aynı zamanda TSK’ya karşı Ergenekon, Balyoz vb. kumpaslarının da habercisiydi.

2008’de Oslo’da MİT temsilcileriyle PKK arasında görüşmeler başladı. 5 Ağustos 2009’da da Türkiye’de DTP’lilerle görüşmelere geçildi. 19 Ekim 2009’da Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla sözüm ona teslim olan 34 PKK’lıyla Habur’da yaşanan rezalet, büyük tepki topladı. Buna rağmen hükümet Bölünme Sürecini 15 Kasım 2009’da ilan ettiği “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi- Demokratik Açılım” başlığı altında sürdürdü. 2011’de Oslo görüşmelerinin tutanaklarının basına sızdırılmasıyla süreç bir kez daha sekteye uğradı.

2004-2005’te ateşlenen bölünme sürecini bizzat yöneten ABD’nin Gladyo merkezinin 2 hedefi vardı: Birincisi; “Müzakere” adı altında yürütülen süreçle PKK’yı meşrulaştırıp fiilen iktidar ortağı yapmak…

İkincisi: Buna tepki gösteren TSK’yı bastırarak, elini kolunu bağlamak… Ve tabii İşçi Partisi’yle yurtsever öncüleri de sindirmek. 2011-2012 yıllarına gelindiğinde o merkez bu hedefe büyük ölçüde yaklaşıldığını düşünüyordu. 2011’den sonraki süreci yazı dizimiz boyunca anlattık.

CİNAYETTEN KOALİSYON HÜKÜMETİNE!

2013 Ocak’ında Sakine Cansız cinayetiyle başlayan süreçte 2015 seçimlerine geldik. “Açılım” diye adlandırılan bu sürecin, Türkiye Cumhuriyeti’ni çökertme ve milleti parçalama süreci olduğunu sürecin sahiplerinin açıklamalarıyla ve olgularla gösterdik. AKP-PKK ortaklığı 1 Mart 2015’te Dolmabahçe’de ilan ettikleri 10 maddelik programla Türkiye’yi bölmekte kararlı olduklarını bir kez daha gösterdiler.

Bu sürecin gerçek sahibi Gladyo, bölücü programın uygulanması için, önümüzdeki seçimlerde barajı geçmiş ve Meclis’e girmiş bir HDP (PKK) ile AKP-CHP koalisyonunu Cansız cinayetinden bölücü koalisyon hükümeti cinayetine gelmiş bulunuyoruz. Özetle;

●Sakine Cansız cinayetinden HDP’ye baraj atlatma operasyonuna,

● Sakine Cansız cinayetinden AKP-CHP koalisyonuna,

● Sakine Cansız cinayetinden AKP-HDP Dolmabahçe protokolüne,

● Sakine Cansız cinayetinden Bölücü Anayasa cinayetine,

SAKİNE CANSIZ CİNAYETİNDEN TÜRKİYE CUMHURİYETİ CİNAYETİNE!

Vatan Partisi olarak, milletimiz adına buna izin vermeyeceğimizi ilan ediyoruz.

Bu karanlık tertibin üzerindeki örtüyü kaldırıyoruz.

Sorumlular hesap verecek.

Aydınlık-Ferit İlsever

PKK DOSYASI : ‘Apo’nun mektubunu bana Fidan anlattı’

Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, Öcalan’ın Tayyip Erdoğan’a biat mektubunu kendisine MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın aktardığını söyledi

Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, Abdullah Öcalan’ın Tayyip Erdoğan’a biat mektubunu kendisine MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın aktardığını bildirdi. Pekin, Sakine Cansız cinayeti ve öncesindeki gelişmelerle ilgili olarak Aydınlık’a yaptığı açıklamada önemli bilgiler verdi. AKP ile PKK arasında yürütülen açılım sürecine PKK’nın Avrupa kanadının karşı çıktığını, Sakine Cansız’ın da bu ekipten olduğunu kaydeden Pekin, Sakine Cansız’ın öldürülmesinin nedeninin de bu tavrı olduğunu bildirdi.

PKK’nın ABD ve İsrail tarafından verilen rolü oynadığını kaydeden Pekin, PKK’nın ABD ve İsrail istihbarat örgütlerinin esiri olduğunu ifade etti.

TASFİYELER İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİYLE YAPILDI

PKK içinde izlenen politikalara karşı çıkanların istihbarat örgütlerinin desteğiyle tasfiye edildiğini kaydeden İsmail Hakkı Pekin, “PKK’nın Avrupa kanadında yaşananlar da böyle yapılmıştır. Avrupa’daki tüm istihbarat örgütlerinin PKK ile ilişkileri vardır. Özellikle İngiliz istihbaratı PKK’nın her faaliyetini bilir. Parasal kaynakları, uyuşturucu işini, örgüt içindeki gelişmeleri takip eder. Kendi hesaplarının dışına çıkan elemanlara karşı harekete geçer. Diğerleri de aynıdır. Hatta çeşitli ülkelerin istihbarat örgütlerinin PKK içinde farklı yönlendirmeler yapması zaman zaman sorunlar bile yaratmıştır” diye konuştu. Abdullah Öcalan’ın Tayyip Erdoğan’a biat mektubu gönderdiğine ilişkin bilgileri de doğrulayan Pekin bu konuda da şu bilgileri verdi:

BAŞKALARI DA BİLİYOR’

“Ben görevdeyken 2011 yılında MİT Müsteşarı Hakan Fidan bizzat söylemişti. Öcalan, Erdoğan’a bir mektup göndermiş. Mektubunda Erdoğan’a bağlılığını dile getirmiş. Sorunu ancak kendisinin çözebileceğini anlatmış. Uzun bir mektup yazmış. Bu mektuptan sonra Erdoğan’ın tavrı değişmiş. Edindiğim bilgilere göre bu mektubun yazılmasında MİT’in de rolü olmuş. Hatta ‘şöyle şöyle yazarsan Erdoğan’ın hoşuna gider’ bile denmiş. Erdoğan’ın pohpohlanmayı çok sevdiği, mektubun içerikte yazılmasının işleri kolaylaştıracağı salık verilmiş. Öcalan da kendisine söylenenleri uygulamış. Öneriler ışığında bir mektup yazmış. Hiç itiraz etmemiş.” Öcalan’ın Erdoğan’a yazdığı mektuptan sadece MİT’in değil başka istihbarat örgütlerinin de bilgisi olabileceğini vurgulayan Pekin, o günlerde yabancı istihbarat örgütlerinin de gelişmeleri yakından takip ettiğini, Öcalan’la temasları da hep MİT’in sağladığını söyledi.

PKK DOSYASI : ÇÖZÜM BAHANE KÜRT OYLARI ŞAHANE /// PKK’nın katlet tiği anne ve bebeğini unutamıyorum

Tarih 24 Temmuz 1995. PKK, Van’ın Gürpınar ilçesine bağlı Atabinen köyüne baskın düzenledi. Köyde 6’sı bebek ve çocuk, 3’ü kadın 12 kişiyi katletti. O sırada bölgede asker olan Gazi Metin Erdem, baskını anlattı

18 Mayıs 2015 Pazartesi 10:17 Deniz Bilgen Çakır

GAZİ Metin Erdem, 1974 Ankara- Kızılcahamam Otacı köyü doğumlu. Askerlik çağına kadar çobanlık yapmış. PKK’nın 1995 yılında Van’ın Atabinen köyüne yaptığı baskının ve köyde yaptığı katliamın tanıklarından… Kendisi de bir çatışmada yaralanmış. Bir gözü görmüyor, diğeri çok az. Kafasında 12 şarapnel parçasıyla yaşıyor.

– Atabinen köyü baskını nasıl oldu?

Acemiliğimi Bornova’da yaptım. Usta birliğim Van İl Jandarma’ya çıktı. BTR’ci olduğumuz için operasyonlara çıkmıyorduk. Görevimiz basılma ihtimali olan karakol ya da köylere takviye olarak gidip karakolları korumaktı. PKK, devlet yanlısı olan Atabinen köyünü basmıştı. Çatışmayı uzaktan izledik, gidemedik, çünkü teröristler aynı anda bizi de bastılar. Köyü yaktılar. Yirmi kişilik mezradan dört kişi sağlam kaldı. Çoluk çocuk herkesi öldürdüler. Uzaktan seyretmek çok kötüydü.

– Köy ile aranızda ne kadar mesafe vardı?

Dört kilometre. Ben mevzimden görebiliyordum. Çok sağlam korucuları vardı. Ne zaman köye gitsek bize ekmek, peynir verirlerdi. En çok annesi ile birlikte ölen çocuğu unutamıyorum.

– Sen nasıl yaralandın?

Pusuda… Bizim aldatma pusumuz vardı. Hava karanlık olduğu zaman gerçek pusu yerine geçiyorduk. Gece dokuz sıralarında, tam dönmek için çıkmak üzereyken çatışma başladı. Direkt el bombalarıyla saldırdılar. Allahtan çoğu patlamadı. Bizim mevziden patlamamış 11 tane el bombası bulundu. Benim hatırladığım, 6 tanesi patladı. Biz 16 kişiydik, PKK 100 kişilik grupla saldırmıştı. Çatışma beş saat sürdü. Aramızda 15-20 metre vardı. Tahminen çatışma başladıktan iki saat sonra yaralandım. Şarapnel geldi ve gözüm aktı. Hiçbir şey göremiyordum. Sonra bir el bombası yakında patlayınca kafama bir şarapnel geldi. O an kendimden geçtim. Mevzideki dört kişiden 3’ü yaralandı, bir arkadaşımız şehit oldu.

-Diğer arkadaşlarının durumu ne oldu?

Benimle birlikte vurulan 3 arkadaşım da gazi oldu. Müjdat Yavuz, kafasından vuruldu, şu an sağ tarafı felç. Hikmet Yavuz arkadaşımın ayaklarının arasında el bombası patladı, şu an zar zor yürüyor. Erzurumlu arkadaşım da hastanede şehit oldu. Adı Ali’ydi. MG3’cüydü. Roketle vuruldu.

-Şimdi durumun nasıl?

Bir gözüm yok, diğeri de yarım. Gözlüksüz hiç göremiyorum. Sisli görüyorum. 11 numara gözlük kullanıyorum. Kafamda 12 tane şarapnel var. 20 yıl sonra ayağımda şarapnel olduğu ortaya çıktı. Yeni farkına vardım.

– Toplumun gazilere bakışıyla ilgili ne düşünüyorsun?

Toplum içinde hak ettiğimiz değeri görmüyoruz. Şu an PKK’lılar bizden daha üstün. Kimse benden katliam yapan PKK’yı affetmemi beklemesin. Ateşkes oldu diyorlar. PKK silah bırakmayınca sen nasıl müzakere yaparsın! Silahlı bir güç var senin karşında. Silah taşıyan biriyle müzakere yapılmaz.

GÜN SAYARKEN HABERİ GELDİ

Gazi Metin Erdem’in en büyük desteği eşi Nilüfer Erdem. 1999’da evlenmişler. Metin Erdem, "Eşimin hakkını ödeyemem" diyor. Askerden önce tanışmış, birbirlerini sevmişler. Nilüfer Erdem anlatıyor:

– Metin’in yaralandığını nasıl öğrendin?

Kalan günleri sayıyordum. Askerliğinin bitmesine 45 gün kala beni aradı. "Yaralandım, GATA’dayım" dedi. İnanmadım, gerçekten mi dedim. Meğer komadaymış. Kendine gelir gelmez beni aramış. Ertesi gün 2 arkadaşımla yanına gittim. Ailesi oradaydı. Olayı bilmiyorum tabii. Ailesi "Metin tek gözünü kaybetti, haberi yok. Şu an söylemeyelim, Sen de belli etme" dedi. Odaya girdim, iki gözü de bantlıydı. Onu öyle görünce sarılıp ağladım. Metin, "Artık yanıma gelme. Benimle evlenmezsin. Ben gözlerimi kaybettim" dedi. Ben de "Yok, asıl şimdi kabul ediyorum" dedim.

-Evlenme aşamasında sıkıntılar oldu mu?

Ailem istemedi. Ben kesinlikle evleneceğim dedim. Üç dört defa istemeye geldiler. Babam vermedi. En son Metin ikna etsinler diye, köyden bir otobüs dolusu yaşlıyı toplayıp beni istemeye geldi. Ben de evleneceğim diye çok ağladım. En sonunda babam dayanamayıp verdi. Nişanlandık. İki yıl nişanlı kaldık. Sıla adında bir kızımız var. 14 yaşında. Sıla babasına benziyor. Orta sona gidiyor.

http://www.aydinlikgazete.com/gazilerin-sesi/pkknin-katlettigi-anne-ve-bebegini-unutamiyorum-h70170.html

PKK DOSYASI : ŞİMDİ DE PKK İŞGALİNDEKİ KENTLERİ İNCELEYELİM /// 2006 TARİHLİ

SIMDI PKK ISGALINDEKI KENTLERI INCELEYELIM ;

Adım adım PKK işgali Mersin..

Mersin PKK açısından en az Diyarbakır kadar önemlidir.

Daha sonra güya kuracakları büyük Kürdistan için Kuzey Mezopotamya ve güney doğunun liman şehri olacaktır.

Özellikle sözde Kürdistan haritalarında Mersin, onların bir liman şehri olarak özellikle vurgulanıyor. Onların hayali bu..

Haritalara bakarsanız durum böyle.. Ama gerçeğe bakarsanız, durum daha da içler acısı..

Hayallerdeki bölünmüş ülkenin bir şehri olan Mersin”de bu günkü durumu özetlemek için bir okuyucumuza kulak verelim:

" Dolmuşlar ve servisçilik sektörlerinde çalışan tüm yerli aileleri cinayet,tehdit vs. ile 15 yıl içinde sindirdiler.. Örneğin Adana”da minibüs hatlarının sahipleri bellidir…

Nevruz törenlerinde bölücüleri etkinlik alanına bedava taşırlar, pazarcılık sektörü ayrı bir yaradır..

Hal ve otogarda anadili Türkçe olan adam kalmamıştır Çukurova”da

Mersin”de yaşamayanlar için, PKK faaliyetleri sadece Güneydoğu”dadır… Bu bakış açısı ise , içinde bulunduğumuz durumun vehametini ortaya sermek için çok yetersiz ve kısır kalıyor.

İzmir”deki benzer durumlar Mersin için de aynı maalesef.

Galericilikten kuyumculuğa, tefecilikten ihalelere kadar her yere sızmış durumdalar… Özellikle liman şehri olmasından kaynaklanan finansal anlamda bir cazibesi var…

Para demek, daha çok silah, daha çok arazi, daha çok kurşun ve daha fazla kişiyi örgüte dahil etme gücü demek…

Liman olması nedeniyle Kıbrıs”a gidilebilmesi, nakliyat ve ambarlama imkanının fazla olması nedeniyle teröristlerin , eroin satıcılarının ,

kaçakçıların cenneti olmasında önemli bir faktör.

Aslında burada da uygulanan bir göç.

Eşkiya, mafya ve sokak çeteleri kimliğiyle, yine para kaynağı ve zenginleşme noktası belli olmayan işadamları bol miktarda mevcut.

Burada da yıldırma politikası izlenmekte .

Burada da son dönemde parasının kaynağı belli olmayan, işadamı kimliği taşıyan, fakat yanında yöresinde bulunanların biçim ve kimliklerine baktığınızda belli bir kanaate vardığınız kişiler, piyasalara hakim olma noktasında…

Özellikle gümrük noktasında pek çok karanlık bilgi ve belge var…

Özellikle yakın zamana bir bakalım…

Nevruz mitingi sırasında PKK”nın sözde bayraklarını açanlar yapılan kamera tespitlerinin ardından terörle mücadele ekipleri tarafından yapılan çalışma sonrasında yakalandı. Gözaltına alınan 3 kişinin yaşlarının 18”n altında olması nedeni ile çocuk şubesine teslim edildiği, kalan 4 kişinin ise

Terörle Mücadele Şubesi”nde sorgularının devam ettiği bildirildi.

İşte her yerde olduğu gibi burada da PKK eylemlerinde çocukları kullanıyor…

Bu çocuklar kim, anası babası kim?

Nereden gelmişler?

Bu sorulara verilecek cevabın resmi tanımı göçtür.

Ekmek parası için göç değil ama…

Örgütlenme, örgütü yayma ve güçlendirme için göç…

Mersin”de ekonomik anlamda büyümeye başlayan PKK, iş vaadiyle getdirdiği çocukları eylem aracı yapmaya başlıyor…

Bu sadece Mersin”de değil, bir çok yerde böyle…

Sadece bu günün işi de değil…

9 Mayıs 2005 tarihinde yayınlanan bir habere bakalım:

Mersin”de bombalı eyleme hazırlanan 2 PKK üyesi yakalanıyor. Üzerlerinde ve kaldıkları yerlerde yapılan aramalarda 537 gram C 4 patlayıcı ele geçiriliyor…

Üstelik yapılan araştırmalarda, teröristlerin yurt dışından yeni geldikleri, kamu kurum ve kuruluşlarına karşı eylemlere hazırlandıkları anlaşılıyor.

Adım adım PKK işgali ıstanbul

Önce Laleli düştü, sonra Gaziosmanpaşa…

Bundan 5 sene Laleli düşmeye başladı…

Doğu Bloku”ndan genler önce bavul ticareti yaparken, daha sonra kendileri birtakım ticaretlerin ana hammaddesi oldu…

Sonra bu hammadde ticareti PKK”nın öbeklenmesiyle onların tezgahında şekillenmeye başladı…

Ve Laleli bir süre sonra bunların yatağı haline geldi…

Laleli”de fuhuş ticareti şimdi tamamen PKK mafyasının elinde…

Satlna aher beden ve bu bedene birkaç saatliğine ödenen bedel, üzerinden alınan komisyonun ve haracın kurşun şekline dönmesiyle yine bu topraklarda kalıyor…

Daha sonra Esenyurt düştü…

Kapkaç, arazi yağması ve haraçla palazlanamaya başladı PKK mafyası…

Ellerindeki sermaye tükenecek gibi değildi…

Kontrole alınan her cahil ve aç kişinin yerine on tanesi getirilip bir odada kırk kişi yatırılarak, bir sigara parası, ucuzluktan alınmış bir takım elbiseye cehalet ve açlık geçici olarak dizginlendi…

Atatürk”ten haberi olmayanlara önce dağlarda, sonra Suriye”de şimdi de İmralı”da padişah hayatı süren kişi Atatürk olarak tanıtıldı…
Sonra Gaziosmanpaşa düştü…

Uyuşturucu imalathaneleri ve perakende satış merkezleri, sokaklara takılan kameralarla güvenli hale getirildi…

Beyoğlu ise onlar için bir vitrindi…

Sokaklarında normal insanların artık gezinemeyeceği Beyoğlu PKK Cumhuriyeti, hem haraç, hem kadın, hem silah , hem kapkaç ve de uyuşturucunun hakim olduğu bir mağaza gibiydi…

Alt taraflarda, Dolapdere, karaköy ve Tepebaşı”nda öbeklenen hücreler, ruhu vatan aşkıyla dolu olmak yerine para hırsı ve dışlanmışlık propagandasıyla beyni yıkanmış, insanlık kavramının köşesinden bile geçmeyen insan müsveddeleriyle dolduruldu…
Bu arada "piyasa" onların sistemine çomak sokacak, en azından bu ülkenin insanına ve bayrağına saygılı isimlerden temizlendi…

Adım adım PKK işgali : Antalya

Antalya en çok göç alan illerimizden biri…

Bu göç hareketi ise 15 yıl önce başlamış. Dönemin belediye Başkanı Selahattin Tonguç tarafından başlatılan bu hareketle ilk yerleşilen yer Kepez olmuş…

Otobüs ve kamyonlarla Antalya”ya getirilenler gecekondulara, ev ve iş yeri vaadiyle yerleştirildiler…

Özellikle Yeni Hal bölgesine yerleştirilenlerden sonra kentte PKK”ya bağlı terör olaylarında tırmanış gözleniyor…

Bu tırmanış, polis otolarının ve askeri bölgelerin taranmasıyla başlayarak suç oranında artışla tavan yapıyor…

En son Antalya”da organize bir şekilde ormanlık bölgeye yerleşen PKK sempatizanları, Vehbi Koç”un Antalya”da makam şöförlüğünü yapan bir genç ile bir bayanı Tünektepe”de katletti, ardından araçlarını ateşe verdi…
Jandarma alay Komutanının değişmesiyle birlikte yeni göreve gelen Albay”ın Antalya kırsalında yaptığı operasyonla çok sayıda PKK”lı ölü olarak ele geçirildi.

Bu dönemde sistemli ve ciddi bir çalışmayla silahlı PKK”lıların hareket sahası daraltılırken bir Albayımız da Serik”te gazi oldu.

Deyim yerindeyse Serik, PKK mafyasının hüküm süremediği birkaç ilçeden biri Antalya”da…

Bu silahlı olayların yerini bu gün Antalya”da mahalle aralarında bar pavyon açma, silah satma, adam kaçırma , kadın ve uyuşturucu ticareti aldı.
Turizm kenti olmasından kaynaklanan bir çekinceyle bu tür olaylara basının yer vermediği söyleniyor ama Antalya”daki meslektaşlarımız Antalya sokaklarında her gün bir çatışmanın olduğunu söylüyor…

Ama bunun sonucunda da Alanya tamamen bu güçlerin hakimiyetine girmiş durumda…

Teomanpaşa, Güneş mahallesi, Mehmet Akif, baraj, Beşkonak, Hüsnü Karakaş, Yeni Mahalle, Yenimelek ve Sütçüler mahalleleri bunların üsleri olmuş…

Bunun yanı sıra Antalya basınında da sempatizanlarını güçlendirerek ağırlıklarını hissettirmeye çalışıyorlar…

İşte 25 yıldır Beldibi”nde yaşayan br vatandaşımızın anlattıkları;

"Sokaklarda korku kol geziyordu. Yaz aylarında hayatın 24 saat devam ettiği Beldibi”nde akşam belli bir saatten sonra aileni yanına alıp dışarı çıkmak neredeyse imkansız hale gelmişti. Korkudan akşamları dışarı çıkamaz hale gelmiştik.

Gündüz işine gücüne bakanlar akşam erken saatlerde evlerine kapanıyorlardı. Eşimizi ve çocuklarımızı Beach Park”a bırakıp onlar denize girerken biz işimize gidemiyorduk. Çünkü başlarına her an her şey gelebilirdi. Ailesini denize getirenler, başlarında nöbet tutmak zorunda kalıyordu.."

Gelelim İzmire…

Sen ne kadar anlatırsan anlat, anlattığın karşındakinin anladığı kadardır ilkesinin hayata geçmiş şeklidir bu yazı dizisi…

Bu gün, Güneydoğu”da yaşayan vatandaşlarımızın da en büyük sorunu PKK.

Onlar, ekmeğinde ve aşında olanlardan ve bu vatana yürekten bağlı olanlardan bahsediyorum, PKK”lı damgası yememelidir.

Hainin vatanı ve milliyeti olmaz…

Biz, PKK mafyasından bahsederken hiçbir etnik kökeni hedef alacak şeyler yazmamaya özen gösteriyoruz.

Bu ülke, doğusuyla batısıyla Türk”tür.

Etnik kökeni ne olursa olsun, şehri neresi olursa olsun, bu vatanı seven ve gönülden bağlı olanları sırf etnik yapısı nedeniyle suçlamak çok yanlış bir noktadır ki biz bu noktadan çok uzağız.

Biz, kendisine "Öcalan”ın askeri" diyenlere karşıyız…

Çünkü biz, sadece Mustafa Kemal”in askerlerinin bu vatana sadakatle ve muhabbetle bağlı olduğunu biliyoruz.
Ülkeyi bölmek, yemlendiği odakları memnun etmek için maddi, sosyal ve kültürel anlamda ezilmiş insanları kullanan birinin askerleri olarak nitelenenlere zerre saygı duymayız.

Ay yıldızlı bayraktan başka bayrak tanıyanlara asla anlayış gösteremeyiz.
Onun dışında hangi etnik kökenden olursa olsun, birlik ve bütünlüğe saygı duymayana da saygı duymayız.

Ama biz yine de anlatmaya devam edeceğiz…

İzmir”deki bölücü örgütlenmesinde bu gün özellikle ekonomik anlamda örnekler vererek İzmir”i tamamlayacağız.

Ama ondan önce yetkili ve etkili mercilere birkaç soru sormak istiyoruz.

Cevaplarlarsa memnun oluruz…

İzmir”in Konak belediyesi sınırları içindeki Kadifekale mevkiinde İzmir Ticaret Odası tarafından yaptırılan büyük bir Türk bayrağı var…

Ama burada, bu bayrağın dalgalanmasından haz almayanlar olduğu söyleniyor…

Ve aldığımız bilgilere göre de bu bayrakta sık sık kurşun delikleri gözleniyor…

Bayrağın burada dalgalanmasından rahatsız ve "tahrik " olan bir takım şahıslar, bu bayrağı nişan tahtası haline getirmişler…

Ve yakın zamanda burada bir belediye aracı ile bir otobüsün yakıldığı söyleniyor.

Ve gelen bir başka bilgi ise tüyler ürpetiyor:

Buradaki emniyet binasına bombalı saldırılarda bulunulmuş…

Terör, dağdan şehirlere iniyor…

Hatta indi bile…

Şöyle genel bir değerlendirme yaptıktan sonra detaylara ineceğiz…

İzmir, genel yapısıyla Türkiye”nin modern şehirlerinden biri…

Her zaman gelişmeye açık olmuş, ama gelişme içinde sosyal ve iktisadi anlamda gereken önemi görmemiş bir şehir…

Ama özellikle son beş yıldır İzmir”in yüzü değişmeye başladı…

PKK İzmir”de özellikle para satma ve mekancılık işlerinde yoğunlaşıyor…

PKK paraları tefeciler tarafında piyasaya veriliyor ve geri ödemeyenlerin evlerini ve işyerlerini onlara devir ediyorlar.

Genelikte İzmir Otokent”de galericilerin yüzde 70”i para işi yapıyor ve oralardan satılıyor paralar …

İzmir”de Kadifekale , Karşıyaka”nın varoşlarında, Menemen Asarlık beldesinde kümelenmeler, Aydın Söke”de sonradan yoğunlaşan nüfusun yarısına

PKK mafyası yönetiyor ve yönlendiriyor.

İzmir”in sahil kıyılarında Çeşme”de, Foça”da,Aliağa”da örgütlü bir çalışma var.

İzmir sebze ve meyve halinde yoğunluktalar.

İzmir garajında yoğunlaşma gözleniyor.

Geçen sene İzmir Seferihisar”da kendilerini göstermeye kalktıklarında yöre halkı gereken direnci gösterince seslerini kestiler.
Ayrıca İzmir”de otomobil galericileri arasında yeni türeyen geçmişleri her anlamda karanlık olanlar büyük iş yerleri açmaktadırlar.

Yakın zamana kadar sıradan terörist olarak eylem yapanlar son zamanlarda kendilerini ticari faaliyetlere verdiler.
İzmir”de sekiz sene öncesine kadar böyle "firma" lar yoktu…

Evveliyatı kaçak saat satıcılığı olarak duyduğumuz PKK”lılar, bahsettiğimiz senelerde piyasaya girmeye başladılar.Tahsil durumları sanayi ile uzaktan yakından alakalı olmamasına rağmen kara parayı kullanarak raiç bedellerinin üzerinde paralara İstanbul”dan Türkiye”ye dağılan sanayi tüketim malzemelerini topladılar.

Sattıkları bu malların teknik isimlerini bilmemelerine rağmen, düşük fiyat ve uzun vade yaparak her firmaya girer hale geldiler.
Tabii ki bu malzemeler ve kurdukları firmalar tamamen paravan.

Asıl yaptıkları iş, kaynağı belirsiz firmalardan alınan maliye kaydı olmayan , % 2 yada %3 girişle alınan naylon fatura.
Bu faturaları %8-10-12 gibi (ne tutturabilirlerse ) KDV oranıyla satarak korkunç bir haksız rekabet ve gayrimeşru kazanç yarattılar.

Bir yada iki olan firma sayıları, sık sık firma ismi değiştirerek ( amaç maliye takibini zorlaştırmak ) mantar gibi çoğaldı ve piyasayı ellerine geçirdiler.
Bu arada firmaların nakit sıkıntılarını kullanıp yüksek oranlardan çek kırarak firmaların zor durumlarından da fayda sağlayan bu vampirler , giremedikleri vatanseverlerin sahip olduğu firmalara da Ege kökenli kişileri öne çıkararak girip satış yapıyorlar.
Önceleri hedeflerini gizleyen bu kişiler son dönemlerde bir yerlerden aldıkları cesaretle, Abdullah Öcalan”a destek , PKK gösterilerine katılma ve tipik yandaşlıklarını gösteren cüretkar tavırlar sergilemeye başladılar.

İzmir”den bir okurumuz, Alsancak”da kafe ve barların bulunduğu sokakta bir dükkana Türk bayrağı asmak istiyor ve asıyor da….
Ve bayrağın asılışından kısa bir süre sonra, kendisini ziyaret eden birkaç kişi,"bu sokakta taraf tutmayın "diye uyarıyor…
Türk bayrağı asmak taraf tutmak oluyor yani…

Yani Türkiye Cumhuriyeti ve Türk bayrağının tarafını tutmak, tahrik etmek oluyor birilerini…

Bu ülkede Türk bayrağından rahatsız olanlara ne ad verileceğini siz belirleyin…
Ve İzmir”in en büyük derdi, PKK tefecileri…

Bunlardan birinin kardeşi Hizbullah tarafından öldürülmüş, diğer kardeşi de İsveç”de yaşıyor. Buradan gelen para ise piyasaya "satılıyor"…
İzmir Karabağlar”da kimya ve plastik maddesi satan bir başkası, eski eroin kaçakçısı ve kuyumculuk yapıyor. İzmirde yapılan bir operasyonda 500 kg eroin yakalanmıştı ve ismi karışmıştı. Halen Özbekistan a gidiyor geliyor. .

Bu gruplar bir yandan da İzmir”de kendilerince gelecek seçimler için araştırma yapıyor. Geçen seçimde oy kullanmayanların listesi alınıp ev ev dolaşılıyor ve neden oy kullanılmadığı sorusu soruluyor.
Sözde araştırma bahanesiyle istihbarat yapılıyor…

Çalışmalar buralarla da sınırlı değil…

Dokuz Eylül Hukuk Fakültesi çevresinde bulunan birtakım kafeler bölücü insanların toplanıp halay çekerek moral kazandığı yer oluyor. Ayrıca her hangi bir eylem yapılacağı zaman öğrencilikle alakası olmayan insanlar okul kampüsünde boy gösterip poşu takmaktan çekinmiyorlar. Okulun duvarlarında bölücü yazılar yazılmasına rağmen buların üstü pek silinmiyor ve bunların daha çok dikkat çekmesi sağlanıyor.

Ayrıca Şemdinli olaylarından sonra bir araya gelen Şemdinli taraftarları okul kampusünün içindeki bir kafede bir çok bölücü pankartlar asarak bu olayı kendilerince protesto etmiş ve 2 masa kuran bu bölücülerin 1 masa gerisinde oturan okulun güvenlik birimleri bunlara müdahale etmemiş, pankartları indirmemiş çaylarını içmenin keyfine varmışlardır.

Biz bir yandan bu tip örgütlenmelerin vardığı boyutları gözler önüne sererken diğer yandan da olayın ekonomik boyutuna dikkat çekmek istiyoruz.

ÖZEL BÜRO

PKK DOSYASI : ABDULLAH ÖCALAN’IN SANIK İFADE TUTANAĞI /// DGM SAVCILIĞI TARAFINDAN ALINAN İFADE (BÖL ÜM 2)

ÖCALAN İTİ’NİN SORUŞTURMA DOSYASI

BÖLÜM : 2

6-MED TV hakkında ilgi verin?

MED TV çalışanlarının büyük bir kısmı ücretsiz gönüllü olarak çalışmaktadır. Avrupa’da toplanan gelirlerin büyük bir kısmı MED TV yayınlarının finansmanında harcanmaktadır.

Özel kanalların gelişimi ile TV yayını yapmak üzere araştırmaya başladık. Londra’da bir lisans alındı uydu Fransa’dan kiralandı. Kapanınca ABD’den uydu kiralandı. Maddi finansmanını biz karşıladık. Masrafı en fazla olan kuruluştur. Yılda 50 milyon mark gidiyor. Çalışanların çoğu maaşlı değiller. TV’nin kuruluşu için bir şirket kurmak gerekiyordu. Bu şirkette bulunan Kanadalı ortağı tanımıyorum. Bankaya teminat olarak yatırılan 12 milyon mark halen duruyor. Lisans parası olarak İsveç’te ve Almanya’da bir stüdyo var. Esas stüdyo Belçika’da.

MED TV’yi desteklemek ve finans ihtiyacını karşılamak için kurulan vakıf para aklamak içindir. Para, bağış toplamayı yasal hale getirmek içindir. Bir çok ülkeden para bağış olarak geliyor. En büyük vakıf İsviçre’dedir. Lüksembourg ve Londra’da da şirketler vardır.
ABD’deki uydu iptal edilince Fransa’ya yöneldik.

Teknik elemanlar ücretsiz çalışıyor. Esas para yabancılar ve teknik konularda harcanmaktadır.

MED TV’nin finansmanında Güney Kıbrıs ve Yunanistan’da bulunan bazı kiliseler, sendikalar, zengin kişilikler yardım yapmaktadır.

Hikmet Tabak MED TV’nin sahibi olarak görünmektedir. Londra’dadır. Resmi görüşmelerde o bulunur. Aslında paravan bir isimdir.

Uydu kirası yıllık 15 milyon marktır. MED TV’nin Almanya, Rusya ve İsveç’te stüdyoları bulunmaktadır. Ayrıca bir adet de canlı yayın aracı vardır.

MED TV ile Sinan (k) ilgileniyor. MED TV’nin mali işlemleri ile ilgilenen Corc (k) Aristo Aristodolos ile bir kaç defa görüştüm. Bu kişi orta yaşlarda, şişman, Güney Kıbrıs veya Yunanistanlıdır. Özellikle Lüksembourg işlemleri ile uğraşıyor. Ayrıca Hollandalı avukatlar da bu işler ile ilgilenmektedir.

7- 6. Kongre hakkında bilgi verin?

Kongre’nin K. Irak’ta bulunan Zağros eteklerinde yapılması konusunda talimat verdim. Kandil Dağı ile Hakurki arasında kalan bölgedir. Aralık sonundan itibaren yapılmaktadır. 15 Şubat 1999 tarihinde yaptığım telefon görüşmelerinde kongrenin devam ettiğini ve tartışmaların cephe konularına kadar geldiğini öğrendim.

Kongre’nin örgüt mensuplarının özgüçleri ile yürütülmesini söyledim. Yaratıcı olunması, çaba harcanması, doğru eylemci olunması ve aktif savunmanın esas alınması talimatlarını verdim. İntihar türü eylemlere son verilmesini istedim.

Ulusal Kongre 4 yılda yapılan olağan bir Kongredir. Bunun özelliği raydan çıkmış ve ideolojik çizgiden uzak kalmış, ters düşmüş kadro yapısına hakim olmak için yapılmaktadır.
Bu kongre örgütün yeniden yapılanması kongresidir. Bu kongreye ben de bir kaset gönderdim.

Kongre’nin gündem maddeleri;

(1) İdeolojik,

(2)Politik,

(3) Askeri yapı,

(4) Eyalet ve alanlar,

(5) Cepheler,

(6) Eleştiri-özeleştiri,

(7) Seçim konuları görüşülmektedir.

Yakalanmam nedeni ile eyaletlere direkt müdahale olamayacağı için yönetimdekiler kişiliklerini geliştireceklerdir. Bundan sonra asıl PKK’li kimliği oluşacak, olamayanlar deşifre olacaklardır. İdeolojik söylemde partiyi güçlendirebileceklerdir.

6. Kongre’de parti içi durumlar, benim durumum, kadro durumları, önderlik durumları tartışılır. Benim dışımda ayrı bir merkez oluşursa bunu onaylarım. Yoksa benden aldığı güçle yapılacaklara son verecektim. 6. Kongre’de yeni yapılanma bekliyorum.

Metropol eylemleri artık olmayacak. Şehirlere yerleşilmeyecek, çünkü yakalanıp beraberinde bir sürü insanı imha ettiriliyor. Avrupa’dan gelen insanlar yalnız siyasi eğitim verecek. Başka bir şeye karışmayacak. Bir nevi cephe siyasi örgütlenme olacak.

6. Kongre sonucunda Avrupa sorumlusu Şahin olacak. Botan sorumluluğu güçlendirilecek, Behdinan sorumluluğu güçlü bir komuta yapısı oluşturulacak, Soran’a hakiki bir PKK uyanıklığı olan bir ekip gelecek. Kani Avrupa’ya gönderilmeyecektir. Yönetimler kişilerden değil, kolektif şekilde yönetimlerden oluşacaktır. Kadrolar oturtulmuştur.

6. Kongre ağırlaşan sorunlara çıkış bulmak amacındadır. Gelişmeler olmasa da buna katkıda bulunmak istiyorum. İnançlarımla ve özgür irademle bir şeyler yapmak istiyorum. Bilimsel temelde kör inançlara koşmadım. Okudum. Türlerin tarihini, Türkiye’nin geleceğine ışık tutan konuları izledim. Bunda bir katkıda bulunmak istiyorum. O bölgeye ilişkin, iç ve dış politikalara ilişkin değerlendirmeler yapılıyor. Bizim içimizdeki köylü anlayışındaki kadrolar nedeniyle yanlışlıklar yapıldı. %5 devletin yanlışlıkları yanında, %95 bizim yanlışlarımızdı. Ama hatayı kabul ediyorum. Bunları önleyemedim. Bunun amacı acaba çözüm olabilir mi diye yapılıyor.

Kongre önümüzdeki en son ve en önemli savaş. Bu işin Türkiye geleceğini etkileyecek olan bir husustur. Bir damla kanın boş yere akıtılmasını istemiyorum. Bunu belirtmek istedim.

6. Kongre sürecine gelinirken bu işi sonuçlandırmak, ya öyle ya da böyle bir sonuca ulaşılmasını istedim. Bu nedenle çok kapsamlı bir ülke arayışına gitmedim. Gidip saklanıp yaşamayı kendi siyasal ideolojime yakıştıramadım.

Kadroların yurt dışında yaptıklarını gördüm. Ancak onlara çaktırmadım. Ülke içerisinde kontrolü sağlayacak güçleri de çağırdım. Dışarıdakileri de çaktırmadan toplayarak bir araya getirdim. PKK’nin kaderinde rol oynayabilecek herkes Kongre’de toplandı.

Kongre’deki arkadaşlara ya düşünürsünüz ya da ben sizinle çalışmam dedim. Çünkü parti yarı çeteleşmiş bir durumda. Bu kafayla amaçlarımıza ters düşebilirsiniz dedim. Bir gerçek vardı ki bu savaş böyle gitmeyecektir. Bu Kongre bir bitiş değil yeni bir başlangıçtır.

Kongre’de 24 Komisyon kurulmuştur. Bunların hepsi kitapçık değerinde perspektifler konuşacaklardır. 450 civarında kadro Kongre’ye katılmıştır. Çok deneyimli bir kadro orada toplanmıştır. Şimdiye kadar en önemli toplantıdır. Bunların güvenliklerini sağlamak üzere de çevrede 2.500 civarında kadro o bölgede toplanmıştır.

Arkadaşlar çalıştı ve sanırım Kongre’yi bitirmişlerdir. Son gelişen olaylar arkadaşlar arasında infiale neden olabilir. Şiddet eylemleri gerçekleşebilir. Kesinlikle kontrolden çıkmış bir hale meydan vermemeliyiz.

Çevre ülkeler bize her türlü imkanı sağladı. Hatta ülke içinde bir takım yöneticilerin de bunlara destek olduğunu biliyorum.

Şiddeti geliştirmede üstüme yoktur. Mesele bu konuda uzman olup olmamam değil. Mesele bu biçimiyle hiç gitmemeli. Bu karşılaşma yenenle yenilenin karşılaşması değil. Amacımız akan kanın durdurulmasıdır.

Kongre’nin seyrine, şu anda hakim olan kanaat duygusallıkla bir an önce intikam alabilir şeklinde gelişebilir. Bu savaşın sona erdirilmesi için hukuki zemini hazırlanmalıdır. Siyasal partilerce bir çok paket açılıyor. Bunlar ileride hukuki belge oluyor. Bu 6. Kongre ortamına önemli bir etkendir.

KOMİSYONLAR: ARGK, ERNK, Cephe, Kuzey Irak’taki oluşum, Mücadelenin örgütlenmesi, Alan düzenlenmeleri, Kültür kurumları, ideolojik ve siyasal kurumlar, örgüt içi suçlarda karar alınması gibi komisyonlar vardır. Kongre sonucundan 400-600 sayfalık bir karar taslağı çıkarılacaktır.

Kongre’de yeni bir merkezin oluşturulması sağlanacak. Nasıl bir merkez oluşturulacağını kadrolara ilettim. Yozlaşan kadroların tamamını tasfiye edemeyiz dedim. Merkeze Cuma, Ferhat, Ebubekir, Abbas, Mahir gibiler merkezde olabilir. Yedek de olabilirler.

Orta boy kadrolardan Küçük Zeki, İsa, Murat, Nasır, Cemal, Felat, Mustafa Karasu merkeze seçilebilirler. Tasfiye olmayacak. 20-30 civarında merkez komite olacak. OLUŞUM LİDER: Bendim. Şu an kolektif bir yönetimle idare edilir. Yardımcı sistemi işlemedi. Bu konu Kongre’de işlenecektir. Yardımcılık sistemi kolektif hale getirilebilir.

MERKEZ KOMİTE: 20-30 kişiden oluşur. Eskiler pasifize edilecek. Tasfiye olmayacak. Düzelenler tekrar eski görevlerine verilebilir. Merkez Komite 2-3 yerde olabilir. 1-2 kişi Avrupa’da, 1-2 kişi Güney’de, 1-2 kişi de yakın sahada olabilir.

AKTİF ORTA KADRO:Geniş bir kesim tarafından oluşturulacaktır. Merkezin altında yer alacaklar. 400-500 kişi aktif orta kadro olacak. Burada ARGK ve temel yönetim kadroları olacak. Bunlar zaten Kongre’ye katılanlardır. Aktif orta kadro içerisinde etki ve nicelik olarak 1/5 veya 1/4 oranında kadınlar olacaktır. Dar yürütme kurulunda muhtemelen bir kadın bulunacaktır.

ALT KADEME KADROSU: 2.500-3.000 civarında olacaktır.

TABAN: Çalışanlar ve savaşçılardır. Bunun içerisine ERNK ve ARGK ile milis kadroları dahildir. 10.000 civarında olacaktır.

Önderliğin altında daha önceden (6) Başkan Yardımcısı vardı. Şimdi ne olacak bilmiyorum. Merkez Komiteden 2-3 elemanı Avrupa’ya kaydırmaları gerekiyor. kimlerin olması konusunda öneride bulunmadım. Ancak bu süre içerisinde hemen gitmemelerini söyledim.

Güney’de önemli kesim yoğunlaşacak. Eski sahalara birer Merkez komite üyesi gidebilir. Sahalara birer Merkez Komite üyesi gider. Eskilerin deşifre olması ve kadrolar tarafından istenmemesi nedeniyle gönderilir. Ancak 10 üye Kuzey Irak’ta kalır.

SAHA KOMİTELERİ: Aktif orta kadrolardan oluşturulacak. Altlarında birimler olacaktır. Bunlar gümrük, hastane, lojistik gibi birimlerdir.

ALT KADEME KADROSU: Birliklerden oluşacaktır. Takım şeklinde örgütleneceklerdir. Saha Komitelerine bağlı olarak faaliyet göstereceklerdir. takımlardan büyük birlik bulundurulmayacaktır. İçlerde Cephe (ERNK) birimleri olacak. ERNK tamamen gerillanın denetiminde kitle faaliyetlerinde çalışacaktır.

TABAN:Savaşçılar ve kitle potansiyelidir. Kitle çalışmalarında da bulunulacaktır. Örgütümüzün sempatizan kadrosu HADEP’in oylarının iki katı olarak alınmalıdır. Yurt dışında da 2 milyon sempatizan kitlemiz vardır. Bunun 500 bini Avrupa’dadır.

Hedef kitlemiz 25 milyon civarındadır. Bunların tamamına ulaşmamız mümkün değildir. Çünkü bu alanda faaliyet gösteren bir çok grup vardır. Türkiye’de 7 milyon Kürt vardır. Taban önümüzdeki çalışmalarımız için yeterlidir.

Kitlenin kontrolü önemlidir. Kitle çok aktif ve herhangi bir eylemde kontrolden çıkmaktadır.

Kitle beni çok sevmektedir. Bu nedenle benim temelimde olan yoluna devam eder, ancak benim fikirlerimi karşısına alan lider olamaz ve başarılı olmaz. Şu aşamada da herhangi bir lider çıkarılacağını sanmıyorum. Ferhat bu dönemde aktif rol oynayabilir. Siyasi kurnazlığı var. soyadının avantajını da kullanabilir. Son üç yılda bu soyadının dezavantajını giderdi.

YAJK (KADINLAR BİRLİĞİ): Genel yapı içerisinde yer alır. Özgürlüğü olan bir çalışmadır. 5 kişisi Merkez Komite içerisine seçilebilir. Kendi aralarında da yoğunlaşacaklardır.

YAJK gelişmiş yapıdadır. YAJK klasik erkek feodalizmine karşı bir yapıdır. İlk başta bu örgütlenmeye erkek kadrolar tarafından karşı çıkıldı ve tartışmalar çıktı. Ben buna şiddetle karşı çıkınca oturdu. Başında Helin Sakine gibi isimler var. Kongre’de bu oluşumdan 80 kişi vardı. 20 katılım daha oldu. Bunlar tecrübe içerisinde gelişmiştir.

Kongreden sonra kendileri toplanıp görevlendirme yapılacaktır. Bunlar genelde Türkiye içerisinde değil, Kuzey Irak’ta faaliyet yapacaklardır. Türkiye’ye küçük gruplar gidebilir. Büyük grup Güney’de kalır. Kendi içlerinde siyasal faaliyetlerde gelişecekler. Savaşan gruplarda mutlaka birer unsurları olacaktır.

KAMP VE OKULLAR:Fazla işlevleri yoktur. Şu anda da ihtiyaç yoktur. Bir Gare Dağı yüzlerce kişinin eğitim yapabileceği bir alandır. Gerekli de değildir.

HAREKETLİ TABURLAR: Bunların yerine helikopterlerden ve teknikten kendilerini gizleyebilecek gruplar şeklinde düzenleme yapılacaktır. Hareketli tabur oluşumu olmayacaktır.

KORUCULAR: Koruculara yaklaşım ılımlı olacak. Savaş fazla olmayacak. Bir anlaşma ve ilişki düzeyi geliştirilecek. Şimdiye kadar uygulanan aşırı sertlik uygun değildir.

SAHA YAPILANMASI: Eyaletler kaldırılmak istendi. Buna karşı bir şey demedim. Sanırım onaylamış olduğum anlaşılmıştır. Bu oluşumda coğrafi belirlilik esas olacaktır. Sahalar eyaletlerden daha küçük olacaktır.

Bu yeni bir örgütlenmedir. Ordunun teknik olarak güçlenmesi nedeniyle bu şekilde gerilla kendini koruyacaktır. Bundan sonra son derece gizlilik esas olacak. Manevra ve gece harekatı yapılacak. Üstünlük sağlanabilecek arazi kesimlerinde gündüz de hareket edilebilir. Sık sık hareketlenme, eksik anlayışla eylem yapılmama kararı alınacaktır. daha çok savunma konumunda, yani aktif savunmada kalınacaktır. Köylere inilmeyecektir. Aktif savunma yapılan operasyonların açıklarından yararlanmadır. Tekniğe alet olunmayacaktır. Gece harekatları olacak, şehirlere çokça girilebilecektir. İçte daralma yapılacaktır.

Sahalar eyaletlerden küçük olacağı için ne kadar saha belirlenecek bilmiyorum. Hareketli olanlar takım seviyesinde olacak. Arazi çok elverişli ise Bölük olacak. Tabur seviyesine çıkılmayacak. Tabur seviyesine çıkıldığında bir çok sorunlar yaşanmakta ve hedef olunmaktadır.

SAHA KOMUTANLIĞI

SAHA EĞİTİM CEPHE LOJİSTİK KEŞİF TAKIMLAR KOMİTESİ (7)adet Saha Komitesi 3 kişiliktir. Biri kadın olacaktır. Takımlar 15-25 kişilik olacaktır. Kadınlar takım içerisinde ayrı bir takım olarak faaliyet gösterecektir.

CEPHE YAPILANMASI: Karar olarak savaşın grup haricindeki kesimini kapsamaktadır.

Avrupa’da ERNK örgütlenmesi veya çalışanı olarak 2.500 kişi,

Rusya’da 300 kişi,
Güney’de (K. Irak) 500 kişi,
Suriye’de 1.000-1.500 kişi, bulunmaktadır. Bunların içerisinde 1/5 oranında bayan olacaktır.

Bu gevşek bir örgütlenme olacaktır. Kanunlara yakalanmayacaktır. Bunun içine bütün kurumlar dahildir. Gerilla birimleriyle direkt ilişkisi olmayacaktır. Genel bir merkezi bulunmayacaktır. Merkezi metropoldür. Mevcut derneklerden yararlanılacaktır. PKK’nin siyasal kitlesi olacak. Metropol eylemleri olmayacak. Eylemsellik gerilla tarafından yapılacaktır.

Çok özel 2 kişilik örgütler cephe birimi olacak ve bunlar eleman temininde bulunacaklardır. Bunlar saha komutanlıklarına bağlı olacaklardır. Sahadan ayrılmayacaklardır.

Cezaevleri ERNK birimleri otonomi şeklinde kendi birimleri olacak, bunlar özerklik kazanacaklardır.

6. Kongre büyük bir olayın oluşumun kapsamını içine almıştır. Bana göre geçen yıllarda önemli değişiklikler olmuştur. Kimlik sorunu vardır. Kültürel sorun, ekonomik sorun siyasetin gündemindedir.

6. Kongre’nin hedefi; uzun süreden beri sorunu şiddet ortamından çekip siyasi ortama geçmek, demokratik bir legal partiye kavuşturmaktı. İktidarda ve ekonomide pay almaktır. Benim yön vermek istediğim temel yöntem budur. Silahlı saldırıyı son verip siyasi platforma acilen girmektir. Şiddet ortamının sona ermesi gerekir. Büyük bir hassasiyetle bu noktayı yakalamalıyız. İnandığımız değerler için çok sabrettim. Ben bütün dengeleri yaparak adımlarımı atmaktayım. Bu son yıllarda bu savaşta bu mücadele ile buraya gelindiğini bundan sonra çözümün akan kanın durdurulması olduğu ve siyasi çözümü düşündüm.

6. Kongre’ye katılmasaydım da, burada olsam da yapacağım konuşma silahlı alandan siyasi alana geçmek olacaktır. Onları buna ikna etmeye çalışırdım. Savaşın durdurulmasında en önemlisi dağ kadroları silaha başvurdukları için (suçlu sayıldıklarından) aftan tutalım her şeyi göz önünde bulundurmalıyız.

BTÖ (Bölücü Terör Örgütü)’nün uluslararası ilişkileri hakkında bilgi verin?

A. LÜBNAN-SURİYE

SURİYE: El Muhaberat isimli gizli servisi ile örgüt mensupları görüşmekteydi. Gizli servisten Ağa (Mervan Zirki) isimli şahıs ile görüşülüyordu. Gizli servis ile olan ilişkiler siyasi ilişkilerden farklı olarak faaliyetlerin denetlenmesi şeklindedir. Suriye’de açtığımız okulları zaman zaman Muhaberat denetliyordu.

Hafız Esad ile görüşmedim. Ancak Suriye’de meydana gelen bombalama eylemlerinden sonra Hafız Esad bana Ağa isimli şahısla haber göndererek bu eylemlerin bizim yüzümüzden olduğunu söyledi.

Suriye’nin bize sağladığı imkanlar; Kürtler arasında örgütlenmeye izin verilmesi, bunlardan maddi gelir elde edilmesine göz yumulması, sınırlardan geçişlerde zorluk çıkarılmaması şeklindedir. Suriye’de yapılan çalışmalar sonucunda bir milyon dolar bağış toplanabiliyordu. Muhaberat buna göz yumuyordu.

Suriye’de El Muhaberat’ın araçlarını zaman zaman kullanıyorduk. Son dönemlerde ise Lübnan’ın araçlarını Suriye’de kullanmaya başladık.

Suriye PKK’yi resmen siyasi bir örgüt olarak kabul etmiyor. Ancak her türlü faaliyetlerimizi destekliyordu.

Suriye’den katılımlar genelde göçerlerden olmaktadır. Bu katılımlar 1-2 yıldır çok zayıftır.

Şam’da bir Kürtçe okul açtık. Bu okulun bitişiğinde matbaamız vardı. Burada genelde gayri faal kişiler çalışıyordu. Burada Denge Kürdistan gibi gazete basılıyordu. Ayrıca bu okulda Suriye arşivi bulunuyordu. Ben oradan ayrıldıktan sonra bu arşivi evlere dağıttıklarını duydum.

Suriye’de Muhtar Ömer, Köy Ağası Osman Ustaz, Doktor Enver, Hasan Ağa, Kürdo, Doktor Yusuf Derkuş isimli şahısların evlerine kendileri ile görüşüyordum.

Suriye’den çıkışımda Ağa isimli şahıs benim yanıma geldi. Suriye Devletinin mesajını ileterek Suriye’den çıkmam gerektiğini söyledi. Hüsnü Mübarek ve Hafız Esad görüşmesinden sonra savaş çıkması ihtimali üzerine Suriye’yi terletmem gerektiği iletildi. Bana verilen mesaj ya savaş çıkar ya seni teslim ederiz şeklinde idi.

Suriye’den ayrıldıktan sonra K. Irak Musul yakınlarındaki Sincan Dağı’ndaki Mahmura Kampında kalma düşüncesinde idim. Yunanistan temsilcisi Rozalin tarafından Yunanistan’a davet edildim. Bunun üzerine Yunanistan’a gittim ve havaalanından geri dönüp Rusya’ya gittim.

1984 öncesi El Muhaberat’tan yaklaşımlar konusunda görüşmeler oldu. Daha sonraki yıllarda PKK’ye silah yardımında bulunulmadı. Direkt olarak silah yardımında bulunmanın ne anlama geleceğini biliyorlardı. Son dönemde Kürt nüfusu kontrol altına alabilmek, Suriye’de PKK’nin yüzünü değiştirmek amacıyla yeni bir parti kuruldu. Partinin adı AL TACELMAH AL VATAN’dır. Bunun başına Ağa getirildi. Yani Suriye El Muhaberat’ının kontrolünde PKK’nin hem mirasına hem de gayrimenkul mallarına oturuldu. Biz 10 Ekimden bu yana Suriye’deki gayri menkulleri satmak istememize rağmen kimse almıyor. Daha doğrusu El Muhaberat sattırtmıyor.

1984 öncesi Türkiye içerisinde eylemler yapılması için Suriye ile görüşmelerimiz oldu. Suriye’de bir kaç yerde patlamalar oldu. Bunlardan Türkiye sorumlu tutuluyordu. Bundan dolayı Suriye ile aramızda bir yaklaşım oldu. Bir nevi Türkiye içerisinde eylemler yapmak için bize yaklaştılar. Suriye Muhaberatı PKK terör örgütünün Suriye’deki faaliyetlerine göz yumulması karşılığında Türkiye’de yoğun eylem yapılmasını bizlerden istedi. Bizlere her türlü desteği sağladı. Örgütün büyümesine yardımcı olacak siyasi, askeri finans, sahte kimlik, sınırlardan geçiş dahil olmak üzere önemli destekleri oldu. Türkiye’ye gelen gruplara bölgenin video çekimleri yaptırıldı. Bunda maksat, askeri bir harekat için birliklerine şimdiden araziyi tanıtmaktı.

Suriye ile Türkiye arasında su sorunu, Hatay sorunu, Ortadoğu politikasından kaynaklanan liderlik sorunu, ekonomik sorunlar vardır. Suriye Türkiye ile savaşa girmekten çekiniyor. Suriye ile görüşmelerimizde niye bize ağır silah yardımında bulunmadıklarını hatırlatıyordum. PKK özgücüyle Türkiye’yi ne kadar zora çekerse Suriye’nin o kadar yararına olur dememe rağmen bize ağır destek silahlarını vermedi. Hem Türkiye’den hem de bilahare oluşacak Kürt ordusundan korkuyordu.

1996 yılında Şam’da Kürt okulunda bomba tuzaklı araç patladı. Ben bundan tesadüfen kurtuldum. Bu olayın Bucak Ailesi, Çatlı, Viranşehir Belediye Başkanı, Suriyeli Kürt Mala Sina gibi şahıslarca yapıldığını öğrendim. Ben olay esnasında okulun yanında bulunan evde idim.
Suriye’nin PKK gibi bir örgütü beslemek işine geliyor. Ayrıca Suriye’deki Kürtlerin PKK çatısı altında toplanarak kurulacak Kürdistan’da toplanmalarını istiyordu.

Suriye’de Esat ailesinden Cemil Esat ile örgütsel ilişkilerimi yürütüyordum.

Suriye benden önce Talabani ile iyi ilişkiler içerisinde idi. Ben ortaya çıkınca Talabani’ye soğuk bakmaya başladılar. Son iki yıla kadar Talabani ile görüşülmüyordu. Ancak ben ayrılınca hemen Talabani’yi çağırmışlar.

Suriye’nin yaklaşımlarında politik değil istihbari yaklaşımlar vardır. BAAS Partisi yetkilileri ile görüşmedik. Bu Suriye’nin prensibidir. Başından bu yana El Muhaberat’ın yetkilisi Ağa ile görüştüm. Bu da Suriye’nin yaklaşımıdır. Delil (k) (Diyarbakırlı)’i Arapça bildiği için ilişkilerimde kullanıyordum.

Suriye’de ilk yerleşim 1982 yılında Filistin kimliği (Demokratik Cephe) ile ev tutulmak suretiyle başladı. Bilahare tutulan evleri eğitim yapılacak hale getirdik. Bizim yaptığımız bu faaliyete Suriye bilgisi dahilinde olmasına rağmen herhangi bir tepki göstermedi.

Suriye’nin tutumu olarak bizim temsilcimiz olan Mahmut Drej halen tutukludur. Bunun amacı "Biz PKK’yi desteklemiyoruz, bunun örneği de PKK’nin temsilcisi halen tutukludur" demek içindir. Ben de 2 kez tutuklanıp bırakıldım. Beni baskı altında bulundurmak için bunu yaptılar.

Suriye’de Antakyalı öğrenciler çok ucuz, hatta bedava okutulmaktadır. Şoförler çok rahat ticaret yapabilmektedirler. Devlet bunu desteklemektedir. Antakya konusunda silahlı bir yöntemden daha çok o bölgenin Suriyelileştirilmesi politikası izlenmektedir.

Antakya bölgesinde Arap ailelerinden bize katılım ve maddi destek yoktur. Sadece çok zor koşullarda lojistik destek elde edebiliyorduk.

Suriye-Lübnan bölgesinde kullanılan kamplar;
(1) Helve ya da diğer adıyla Mahsum Korkmaz Akademisi,
(2) 1985-1992 arasında yoğun olarak kullanılan Bağılbek tarafındaki (Lübnan Kuzeyindeki) Ersel Kampı,
(3) Nebatya Kampı,
(4) Saida Kampı,
(5) Sur Kasabasında bulunan kamp.

Lübnan’daki yerli örgütlerden Komünist Partisinden sivil karakterli (Bildiri basıp dağıtma vb.) Emel Örgütünden İran’la olan ilişkileri nedeniyle mesafeli yaklaşımları olmasına rağmen maddi yardım konusunda yardım gördük. Ayrıca FKÖ’den genel yardım gördük.

Suriye bize;

(1) Siyasi destek,
(2) Ekonomik olarak maddi gelir toplama,
(3) Eğitim imkanı,
(4) Barındırma,
(5) Gidiş gelişlerde nakil hizmetlerinde yardımlarda bulunmuştur.

Ben Suriye’den ayrıldıktan sonra arşivlerin evlere dağıtıldığını Delil (k) bana söyledi.

Suriye’de El Vatan Partisi Mervan sorumluluğunda son 4-5 aylık gelişme sonucunda kuruldu. Bunu açıklamak oradaki Kürtlere zarar verir. Mervan’ı 1992’de tanıdım. Bu Suriye El Muhaberat’ın adamıdır. Suriye’yi biz boşaltınca Kürtleri bir çatı altında toplamak amacıyla bizim mirasımız üzerine oturdu. Asıl tehlikeli gelişim budur.

Suriye’de bizim 3 adet okulumuz vardı. Bunlardan birisi Türkçe, birisi Kürtçe eğitim veriyordu. Birisi de benim kaldığım evdi. Ayrıca Şam merkezinde 10 katlı bir binada evimiz vardı. Bunlardan başka biri çelik iki arabam vardı. Evleri sattırmadılar. Mervan bunların üzerine konacaktır.

Ayrıca ben Suriye’den ayrıldıktan sonra hemen Talabani’yi görüşmeye çağırdılar. Talabani İngiliz güdümündedir. İngiltere’nin en sistemli yönetebileceği bir kişidir. 1992 yılında Talabani Türkiye’ye ne kadar zarar verdiyse bana da o kadar zarar vermiştir. Ferhat (k) Osman Öcalan PKK tarihinde ilk defa yalnız başına bir anlaşma imzaladı. Ferhat’ın gördüğüm bu vahim durumu hemen hissettim. Tarihi bir mirası Talabani’ye götürerek teslim etmeye kalkıştığını söyledim. Ferhat abim beni çekemiyor dedi. Ondan sonra Ferhat sıfır konumuna getirildi.

Suriye’den ayrılmamın bir nedeni de oradaki yeni oluşumu duymuştum. Orada kalsaydım sağ çıkamazdım. O nedenle Türkiye’nin tutumu gereği savaş söz konusu olunca oradan ayrıldım. Ayrılmamdaki nedenlerden en önemlisi budur.

Suriye’den iç dengeleri sağlamak için toprak talebinde bulunmadık ve oraya Küçük Toprak dedik.

LÜBNAN: 2 Temmuz 1979’da Mehmet Sait (k) Ethem Akçam ile birlikte Yurtdışına çıktım. Filistin kimliğimi (Demokratik Cephe) Şam bürosundan Abdi isimli temsilcisinden Ethem aldı. Abdi Kubay’ın batısındaki bir köydendir. Kimlikle birlikte Lübnan’a gittik. FKÖ ve El Fetih’in dış ilişkiler bürosu ile temaslarımız oldu. O zamanlar orada Sarp Kuray’gilin bir grubu vardı. Orada Kürt gruplarından da KDP ve KYB’nin grupları vardı. Biz de bir grup kurduk. FKÖ Türkiye’de elçilik alınca bize soğuk bakmaya başladı. Bizimle ilişkiye Türkiye’de büro açmak ve asker yapacak adam aradıkları için ilişkiye geçtiler. O zamanlar asker yaptıklarına para da veriyorlardı. Bize fazla bir yardımları olmamakla birlikte bir yılı geçirdik. Ağırlıklı olarak bizim ilişkilerimiz Demokratik Cephe ile oldu.1980’e kadar 25-30 kadar kişi katıldı. Bunlardan hatırladıklarım Ozan Sefkan, Kemal Pir, Suphi (Hilvanlı)’dir.

Bu grup 1980 yılı Mayıs ayı içerisinde yurt içine döndü. Zaman içerisinde de eriyip gitti. 1980 ihtilali ile katılımlar arttı. Katılanlar asker oldukları için her birinden FKÖ’den aldığımız para ilk finansal kaynaklarımız oldu. FKÖ askeri eğitim veriyordu. Biz de kitap okuyarak siyasal eğitimimizi sağlıyorduk.

FKÖ’den ilk eğitimi Celal Hoca verdi. Celal Hoca’nın nereli olduğunu bilmiyorum. Celal Hoca Arapça biliyordu ve sadece Arapça konuşuyordu.

Lübnan’da bulunduğumuz süreçte Asala ile görüştük. Asala’dan Mafyan (k) ile görüştük. Kendilerine göre kapalı bir yapıları vardı. Bizle ortak eyleme girmiyorlardı.

Asala 1983 yılında dağılma sürecinde idi. İkiye ayrıldılar. Bekaa’da birbirlerini vurdular ve örgüt örgüt olmaktan çıktı. Asala daha çok Kurtuluş Örgütü ile ilişkiliydi. Onlarla ilişkileri sonucu parçalanma oldu. Asala’nın bize verecek adamları yoktu. Bunların bizim eğitimimize de ihtiyacı yoktu. Yıllarca FKÖ içerisinde eğitim görüyorlardı. Bunların bize yardım edecek ne paraları ne de kadroları vardı.

Asala ile görüşmelerimizde kendi Ermeni iddialarını getiriyorlardı. Ermeni Katliamında Kürtlerin de rolü olduğunu, Van, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Dersim, Erzincan, Artvin illerinin Batı Ermenistan olduğunu söylüyorlardı. Harita anlaşmazlığı yüzünden ilişkilerimiz koptu. Uzun bir süre temas kuramadık. Ancak Avrupa üzerinden kiliselerin ve zengin işadamları vasıtasıyla mali destek sağladılar. Buna karşılık metropollerde eylem yapmamızı istediler. Bu isteklerini genelde Yunanistan bahsinde değineceğim kişiler vasıtasıyla ilettiler.

Bizim Lübnan’da ilk önceleri özel bir kampımız yoktu. Bize ilk önce Nebatiye, Saida, Sur bölgelerindeki kamplar tahsis edildi. 1985’de Bekaa gelişti. Buranın verilmesi İsrail tarafından yapılan yoğun bombalanmanın uzağında olması idi. FKÖ bizim devamlı sıcak çatışmanın içerisinde olmamızı istiyordu. Zaman zaman İsrail bombalama yapıyordu. Burada 1-2 arkadaş öldü. Bu nedenle FKÖ ile anlaştık. Anlaşma sonucunda küçük bir grubu sıcak çatışma ortamında bulunması için verdik.

Beyrut’ta bir yakalanma oldu. Bunların içerisinde Cuma da vardı. Daha sonradan serbest bırakıldı.

FKÖ içerisinde Japonya, Yemen, Kuzey Afrika’dan bazı örgütler de bulunuyordu. Asala’da bu gruplardan birisiydi. Bizimle görüşmeyi Asala teklif etti. Geldiklerinde yanlarında bir bayan da vardı.

Asala ile 1982’de görüştük. Ben Asala’nın eylem anlayışını benimsemedim. Avrupa’da silahlı anlamda elçilik basmayı uygun görmedim. Bizim tarafımızdan yapılan eylemler kitle eylemleridir. Asala ile toplantı teklifi onlardan geldi. Toplantıda Ermeni Tarihi üzerine konuşuldu. Ermenistan ve Kürdistan neresi o konuşuldu. Birlikte iş yapıp yapamayacağımız, eylemlilikte ne yapılabileceğini konuştuk. Toplantı sonucu bildiri yayınlanmasına rağmen bizimle olmaktan çok Kurtuluş Örgütü ile ilişkiye girdiler. İçlerinden bir grup PKK’yi- bir grup Kurtuluş’u savunduğundan dolayı aralarında çatışma çıktı ve yok oldular. Avrupa’da Fransız Ermenileri, Taşnak Hınçak Grubu bizimle ilişkilerini geliştirmek istedi. Ancak daha sonra ilişkiler zaman içerisinde yok oldu.

O zamanlar devlet orada FKÖ idi. Hemen hemen bir çok partileri görebiliyorlardı. Kamplar 1992’den itibaren kalktı. Lübnan’da bazı Kürt evleri var. Herhangi bir kamp ilişkimiz yok. Burada Hacı Kenan’la bir ilişkimiz var. İlk zamanlar bize yardımcı oluyordu. Kendisi eski aşiretlerden kalma PKK dostudur. Ancak bunun son zamanda El Muhaberat’ın adamı olduğunu öğrendim. ondan söz etmeye gerek yok. Bu şimdi Ulusal Demokrat Birliğinin başkanıdır. Bunu Suriye Hükümeti kurdurdu. Ben Lübnan’dan çıkınca PKK mirasının üzerine oturdu. Benim oradaki kadrolarım K. Irak’a gittiler.

PKK DOSYASI : ABDULLAH ÖCALAN’IN SANIK İFADE TUTANAĞI /// DGM SAVCILIĞI TARAFINDAN ALINAN İFADE

DGM SAVCILIĞI TARAFINDAN ALINAN İFADE

ÖCALAN’IN SANIK İFADE TUTANAĞI

SANIK: ABDULLAH ÖCALAN Ömer ve Üveyş oğlu 1949 doğumlu, Halfeti ilçesi, Ömerli köyü. nüfusuna kayıtlı olup, silahlı çete PKK’nın başı,

SORULDU –Türkiye toprakları üzerinde müstakil bir Kürdistan devleti kurmak için silahlı eylemlerde bulunan PKK örgütünün eylemleri sonucunda 30.000 küsür güvenlik görevlisi ve sivil insanın öldüğü, bu ölümlere kurucusu olduğunuz örgüt militanlarına çeşitli kanallardan talimat vererek sebep olduğunuz anlaşılmıştır.

CEVAP – PKK örgütünün kurucusu olduğum doğrudur. Yine bu örgütün önderliğini yaptığım, benim önderliğimde Türkiye toprakları üzerinde silahlı bir mücadele başlattığımda doğrudur. Başlangıçta gerçekten Kürdistan devleti kurmak gibi bir kavramımızda vardı. Bu da doğrudur, ancak gelişen süreç içerisinde müstakil bir Kürt devleti kurmak değil de Kürtlerin de Cumhuriyetin kuruluşunda rol almış bir halk olarak özgür olduğun bir ortam içerisinde birleştirilmesi sonucuna vardım. Bu temelde ekonomik, sosyal ve siyasal ve kültürel özgürlüğünü elde etmiş olarak bir arada yaşayabileceği sonucuna vardım. Yakma eylemleri ile ilgili olarak kendini yakanlara ben kızıyorum öfke duyuyorum bunu terk etmelerini önemle vurguluyorum,

SORULDU -Yakılacak bir şey varsa o kutsal canınız değil yakılması gereken kişiler ve kurumlardır demişiniz bu konuşmayı MED televizyonunun 13. 12. 1998 günü yaptığı programda yapmışsınız. Bu konuşmanızın arkasından Van ilinde Hamidiye KAPAN isimli PKK militanı Van orduevinden geçmekte olan ve il jandarma asayiş komutanlığı personelini taşıyan askeri servis aracına intihar türü saldırı düzenlemiş 14 asker ve 10 vatandaş yaralanmış 1 vatandaşımızda ölmüştür. Şimdi kendinizi yakmayın sizi yakanları yakın demeniz özgürlük temelinde bir arada yaşama düşüncenize aykırı değil midir.

CEVAP – Benim MED Televizyonunda yakmayın sizi yakanları yakın dediğim doğrudur bu konuşmada bana aittir. Bu konuşmamın özgürlük temelinde bir arada yaşama düşüncesine de aykırı olduğunun farkındayım ama ağır bir ortam içerisindeyim ve konuşmamda kastettiğimde Türk Güvenlik Kuvvetlerine saldırı eylemi düzenlenmesi değildir. Nitekim bu eylemi düzenleyen mahalli sorumlular ile görüştüm. Bu kabil eylemlerin yapılmamasını istedim. Bu talimatımı yani Türk Güvenlik Birimlerine saldırı düzenlenmesi talimatını Hakkari ilinde olan kadın bölge sorumlumuz Pelçin Koda verdim. Pelçin kodun açık kimliğini gerçekten bilmiyorum dedi. Ayrıca ben bu konuda intihar eylemlerine girişmeyin diye genel bir talimatta verdim dedi.

SORULDU – Hamdiye KAPAN’ın Van orduevinde yaptığı saldırıdan sonra örgütün bölge kadın sorumlusu Pelçin Kodla konuştuğunuzu ve bir daha bu şekilde Türk Güvenlik Birimlerine saldırı yapılmaması talimatını verdiğinizi söylüyorsunuz ancak bu tarihten sonra 25.12.1998 günü yine MED televizyonunda yaptığınız bir konuşmada "Bu işler böyle gelişir ve onlar Türkiye metropollerinde olacaktır, ben böyle sivil insanlara zarar gelmesin diye canına bağlayıp bir işgal sürüsü ortamında patlatana yarın onu duyarsız ve faşist hükümetleri destekleyen Türklerin ortasında patlatacaklar bu böyledir ve yüzlerce de patlatılacaktır dediğiniz ve bu konuşmanın arkasından 15.01.1999 günü İstanbul Emniyet Müdürlüğünce Yücel LİKBAY sahte kimlikli Adem LİKBAY ve Zeki BİLİCİ sahte kimlikli şahısların yakaladığı şahısların yapılan sorgulamalarında yine bu tür intihar eylemlerini gerçekleştirmede kullanacakları 8 adet fabrikasyon yapımı TNT kalıbı, ayrıca 3 adet el yapımı TNT, 6 adet TG-7 anti personel roket mermilerinde kullanılan patlayıcı bloğu yakalandığı anlaşılmıştır.

CEVAP – 25.12.1998 günlü MED televizyonu programında şimdi bana okuduğunuz konuşmayı yaptım bu doğrudur. İtalya’da yakalanmamdan sonra ortam bizi çok bunalttı, bizi çiğ çiğ yiyeceklerine dair haber aldım. Bu konuşmamı duygusallıkla yaptım, ama bu konuşmamdan sonra ayrıca böyle bir eylem yapın diye talimat vermiş değilim.

SORULDU– 18.06.1996 günlü Panel programında önümüzdeki aylar sıcak geçebilir, öz savunmalarını evlerinde mahallelerinde köylerinde yapmalarını diliyorum. Bu ara korucuların çok dikkatli olmalarını söylüyorum….. Onlara yönelik bir af çağrımız vardı. İlişkilerini geliştirirlerse bizimle onları olduğu gibi Güneye de çekeriz ve gerilla savaşı saflarına da alırız. Hiç çekinmelerine de gerek yoktur. Ayrıyeten savaşta da üzerimize gelmezlerse onları hedeflemek gibi durumumuz olmayacaktır, en azından ateş etmezlerse bizde kendilerine yönelmeyeceğiz ama çok azılı olan ısrarlı üzerimize gelenlerinde, bu halk içinde asla yerinin olmayacağını bilmeleri gerektiğini vurguluyorum dediğiniz bu konuşmanızdan sonra koruculara yönelik saldırıların arttığı mesela 08.11.1996 günü Hakkari Çukurca’da militanlarınızın yaptığı saldırı sonucu 12 geçici köy korucusunun şehit olduğu bunlarla birlikte 5 vatandaşımızın da hayatını kaybettiği 9 geçici köy korucusunun yaralandığı anlaşılmıştır.

CEVAP– Korucular üzerimize en çok gelen bir gruptur. Bana okuduğunuz konuşmayı Panel programında yaptığım doğrudur. Konuşmamda da üzerimize gelmedikleri taktirde onlara saldırmayacağımızı belirtmiştim. Onlar bize saldırdıkları için korucular hedef alınmıştır dedi.

SORULDU– Saldırı olduğu taktirde koruculara saldırılacağını söylüyorsunuz ancak olayımızda korucuların size tevcih edilmiş bir saldırısı yoktur. Normal vatandaşlarla birlikte minibüse binmişlerdir, muhtemelen köylerine gitmektedirler.

CEVAP– PKK’nın şiddet anlayışında şimdi bahsettiğimiz olay gibi sivil vatandaşlara doğrudan yapılan saldırılarda çok olmuştur Bilhassa 1987 yılından sonra bu yoğunlaşmıştır. Ben bu saldırıları tasvip etmiyorum yarı çete anlayışıdır önüne geçmek için büyük mücadele verdim ancak başarılı olamadım.

SORULDU– 17.04.1998 günü panel programında kasap et derdinde koyun kendi derdinde şimdi bizim turist hedeftir değildir demeyeceğim ama şüphesiz Türkiye’de bir savaş var özel turist hedefleri diye bir hedef yok ama ekonomide bir hedeftir tabii bu arada Turist ekonomisi de hedeftir eğer işler daha da kısışırsa bu tür hedeflere insan demiyorum turist demiyorum Turizm ekonomisine elimizden geldiğince turiste zarar vermemeyi amaç edinerek bu günlerde bunun arayışı içindeyiz dediğiniz ve militanlarınıza Türkiye’nin ekonomisini felce uğratacak hedefler gösterdiğiniz bu konuşmanızın hemen ardından 30.04.1998 günü bir grup PKK militanı tarafından merkez Raman petrol sahasında bulunan Petrol toplama istasyonuna, Roketatarlı saldırı yapıldığı tesisin gasp edildiği 28.03.1998 günüde Batman Beşiri Dayılar köyü Baltakışla bölgesinde bulunan 25 numaralı yer üstü petrol kuyusuna yine militanlarca sabotaj yapıldığı ve kullanılmaz hale getirildiği anlaşılmıştır.

CEVAP– 17.04.1998 günü panel programında şimdi bana okuduğunuz konuşmayı yaptım. Savaşı besleyen ekonomiyi felç etmek gibi bir düşüncem var bu düşünceye her zaman sahip oldum. Konuşmamda da belirttiğim gibi Turistleri ayrı tutarak turistlere ve turist hedeflerine saldırı olacağını belirttim.

SORULDU-Yine bir talimatınızda dün kendi cephenizin örgütlemenin kendi Útavrınızla ve doğru bulduğunuz içinde savaşmanın günüdür….. halkımızın büyük bir kısmı metropollerdedir. Antalya’da İzmir ve İstanbul’dadır. Fakat gelsin parti büyük eylem yapsın diyorlar peki sizler orada yüz binler varsınız bir kibrit kıvılcımı sıkıp orman yakmak zor mudur bir küçük patlayıcı fabrikaya atmak zor mudur dediğiniz bu talimatınızdan sonra Türkiye’nin hemen hemen her bölgesinde İstanbul, İzmir ve Antalya’da Orman yakmalarının çoğaldığı anlaşılmıştır.

CEVAP– Bu talimatımı inkar etmiyorum. Bu talimatı verdiğim doğrudur. Ancak özel olarak orman yakma yönünde verilmiş talimatım yoktur. Bu talimatı ferdi olarak verdiğimden şu anda pişman olduğumu söyleyebilirim.

SORULDU– PKK saldırılarından çoğunda Kürt asıllı vatandaşlar ölmüştür Saldırıların büyük çoğunluğu Kürt asıllı vatandaşlara yönelmiştir. Hem Kürt asıllı vatandaşların öldürüldüğü için ortaya çıktığınızı söylüyorsunuz hem de Kürt asıllı vatandaşları öldürüyorsunuz buna ne diyorsunuz.

CEVAP– dedikleriniz doğrudur terör eylemlerinden dah doğrusu PKK saldırılarından en fazla zararı bölge halkı görmüştür. başlangıçta bölgenin özgürlüğü için ortaya çıktığımızda doğrudur ancak daha sonra bize büyük katılımlar oldu bölgede eskiden beri süre gelen düşmanlıklarda vardı Şemdin SAKIK gibi Kör CEMAL gibi Şahin BALİC gibi Cemil IŞIK gibi PKK’dan yönetimi ele geçirenler baskılarını ve eylemlerini daha duyarlı bölge halkı üzerinde yoğunlaştırdılar ben buna sonuna kadar karşı koydum hatta bu şekil eylemleri gerçekleştirenlerden bazıları KÖR CEMAL KOD HALİL KAYA HOGİR KOD CEMİL IŞIK METİN KOD ŞAHİN BALİC gibilerini cezalandırdım ŞEMDİN SAKIK’ıda cezalandıracaktım ancak tutuklu bulunduğu sırada elimizden kaçtı.

Cezalandırmalar Merkez Komitesince suçu görülen şahıs yargılanır. Yargılanma sonucunda benim özel onayımla cezaları infaz edilir. Benim özel onayım önemli kişiler için alınır diğer kişilerde benim özel onayım aranmaz kendi yetkilerince infaz edilir Cezalandırmalar ARGK yönetmeliği çerçevesinde yapılır Bu üç şahıs öldürmeyle cezalandırılmıştır. Ancak başka cezalarda vardır.

SORULDU– 1998 yılında Viranşehir Belediye Başkanı İbrahim Keleş ABDİOĞLU’nu hedef gösterdiğiniz anlaşılmıştır. Bu belediye başkanını niçin hedef gösterdiniz?

CEVAP– 6 Mayıs 1996 senesinde Şam’da ki evimin önünde bir tonluk bir bomba patladı. bombayı dolmuş içine yerleştirmişlerdi. Burada hedef benim öldürülmemdi. Bu olay üzerine örgüt olarak biz araştırma yaptık. Suriye Kürtlerinden olan Malasino ailesinden bir gencide yakaladık onu sorguya çektik. Bu gencin ismini hatırlayamıyorum. Yalnız bana verilen bilgide evimin önünde bomba ile patlayan aracı bu gencin kullanmış olduğudur. Bizde araştırma yaptık yaptığımız araştırmalar sonucunda Siverek Viranşehir ve Suriye’de Haseki şehri hattında Sedat BUCAK. Viranşehir Belediye Başkanı Keleş ABDİOĞLU ve Malasino ailesinden o gencin bana suikast düzenlemek üzere hazırlık yaptıklarını ve anlaştıklarını tespit ettik. Hatta örtülü ödenekten de 50 milyon doların bu iş için ayrıldığını öğrendik. Aynı olay Susurluk raporunda da anlatılmıştır. Benim Keleş ABDİOĞLU’nu hedef göstermemin asıl sebebi budur. Yani bana yapılan suikast teşebbüsüdür.

SORULDU- 6 Mayıs 1996 tarihinde Suriye’de evinizin yakınına patlayıcı madde dolu bir kamyonun bırakılmasından ve patlamanın meydana gelmesinden evvel Yalçın KÜÇÜK’ün bu girişimi size haber verdiği iddiası var. Yalçın KÜÇÜK Ankara DGM’de bir yargılaması nedeniyle verdiği ifadesinde bir siyasi Úparti liderinin bu durumu kendisine haber verdiğini, kendisinin de kaçması için size haber verdiğini söylemiştir.

CEVABEN- Yalçın KÜÇÜK’ün bana telefonla -bugünlerde Size karşı bir saldırı gerçekleştirilecek hazırlıklı olun- dediği doğrudur. Ancak herhangi bir siyasi parti mensubu veya lideri bunu haber verdi diye bir şey söylemedi. Ancak normal olarak muhalefetteki siyasi partilerin bu haber vermesi normaldir. Çünkü bu saldırı gerçekleşseydi iktidardaki parti puan kazanacaktı. Ancak dediğim gibi isim vermemiştir. Ayrıca ben Yalçın KÜÇÜK’ün HABER vermesi nedeniyle özel bir tedbir almadım zaten her zaman tedbirli idim.

SORULDU– Zaman zaman ateşkes ilan etmektesiniz 1 Eylül 1998 günü ateşkes ilan ettiniz. ancak 4.10.1998 günü Mardin eyalet sorumlusu Felat kod Mehmet AZAYDIN ile yaptığınız telefon görüşmesinde "şimdi bilemiyorum bu bölge herhalde önemli yalnız eyalet üzerinde biraz bu çizgiyi oturtma işinde şey etmeniz lazım, birde beklenmedik bu operasyonlar oluyor zaten bundan sonra bu ateşkes hikaye yani bunların öyle aldırış ettiği bir şey yok her tür tedbir alınır, yaniher tür eylem her tür karşı koyma her tür ilerleme her tür bilmem öngörülen velhasıl gelişme adına ne varsa yapılır- dediğiniz bu talimatından sonra 17.11.1998 günü bir kadın militanın Yüksekova ilçesinde Jandarma Komutanlığı önünden geçmekte olan askeri konvoya bombalı intihar saldırısında bulunduğu, saldırıda İrfan Türker isimli bir astsubayın şehit olduğu 2 astsubay ve 2vatandaşımızın yaralandığı, yine 01.12.1998 günü Lice ilçesinde Can Market adı altında faaliyet gösteren ve tüp satılan markete Binevş Amed Kod HÜSNİYE ORUÇ’un el bombası pimini çekerek intihar türü saldırı eylemi gerçekleştirdiği ikisi asker 10 kişinin yaralandığı anlaşılmıştır. Yani hem ateşkes sürecini başlatıyorsunuz ve ardından da bu tür eylemlere talimat veriyorsunuz. Bu konuda söyleyecekleriniz nelerdir.

CEVABEN– Bu ateşkes konusunu biraz açmak istiyorum. Ateşkes önerisi bize Avrupa temsilcimiz KANİ YILMAZ ve ŞAHİN KOD Ferhat ABDİ ŞAHİN isimli arkadaş tarafından getirildi. ABDİ ŞAHİN isimli arkadaşımıza da SELİM OKÇUOĞLU isimli ve avukatlık yapan HADEP’te de faaliyet gösteren kişi getirmiş bana getirilen ateşkes önerisi çok kapsamlıydı, Olağanüstü halin kaldırılacağının geçici köy koruculuk sisteminin kaldırılacağının Türkiye’nin üniter yapısına halel gelmemek kaydıyla bir takım düzenlemelere girişileceğini belirtmişti. Bu belge sanırım şimdi Avrupa arşivimizdedir, fırsat olursa ileride bu belgeyi getirtiriz. Aynı konuda cezaevleri temsilcimiz SABRİ OK’la da bir görüşme yapılmış ben SABRİ OK’la telefonla konuştum. SABRİ OK kendisi ile de görüşüldüğünü ve aynı önerilerin kendisine de yapıldığını söyledi.

Ben de bu konuda anlaşma yapmak istiyordum. Önerileri doğru olarak kabul etmek durumundaydım. Yine sanırım Genelkurmayın Toplumsal İlişkiler Başkanlığında çalışan bir Albay Brüksel’deki temsilciliğimize kadar gelmiş ve aynı önerileri getirmiş. Ben önerilerin ciddiyetine inandım, 1993’tede Özal’ın bu çeşit düşünceleri vardı ancak o zaman ordu bu konuya hazır değildi. Bana getirilen önerilerde artık ordunun da bu konuya hazırlandığı belirtiliyordu. Bu sebeple ben ateşkesi tek taraflı olarak ilan ettim. Bana söylenen resmen olmasa bile fiilen ateşkes şartlarına bağlı kalınacağı ve aşama aşama önerilerin gerçekleştirileceği idi. Ben SELİM OKÇUOĞLU ile 2 yıldır görüşmekteyim. Arabulucu durumunda idi. Kendisi ile telefonda görüşmelerim oldu dedi.

SELİM OKÇUOĞLU beni Avrupa’dan aradı Türkiye’den aramadı dedi.
MED televizyonunda SELİM OKÇUOĞLU ile yaptığım konuşmanın ses bandı yayınlandı. Benim karşımda konuşan şahıs SELİM OKÇUOĞLU’ydu.

Demin bana okuduğumuz Yüksekova ilçesindeki askeri araca ve Lice ilçesindeki Can markete yapılan saldırı olayının benim verdiğim emir ile ilgisi yoktur. Bu olay ben İtalya’da yakalandıktan sonra yapılan olaydır. Gerillanın tepkisidir. Kendiliğinden yapılan bir eylemdir. Benden müstakil olarak emir veren bölge sorumlusu YAJWK sorumlusu PERÇİN KOD’dur.

SORULDU- Eylemlere dönük olarak verdiğiniz emir ve talimatlardan birkaçı seçilerek bize okunmuştur. Dosyamızda bunun gibi verdiğiniz yüzlerce emir ve talimat ve bunların kasetleri mevcuttur. Ancak verilen bu eylem talimatları sonunda toplam 5346 güvenlik görevlisinin şehit olduğu 10730 güvenlik görevlisinin yaralandığı ve birçoğunun sakat kaldığı. 4471 vatandaşımızın hayatlarını kaybettikleri, 5816 vatandaşımızın yaralandıkları ve bir kısmının sakat kaldığı, ayrıca yine Türk vatandaşı olan 18073 militanın öldürüldüğü 50146 kişisinin de tutuklandıkları veya mahkum oldukları anlaşılmıştır. Bütün bu olayların nedeni verdiğiniz emir ve talimatlardır.

CEVABEN: Bilanço doğrudur. Belki ölü ve yaralı sayısı şimdi bana okuduğunuz rakamlardan da fazladır. Bu olayların benim eğilimlerime göre gerçekleşip gerçekleşmediği münakaşa edilir ancak bu olayların sorumlusu benim doğrudur. Şunu da belirteyim ben silah kullanmadım. Emri ben verdim sorumluluk bana aittir dedi.

Doğu PERİNÇEK ilişkisi SORULDU

CEVAP- Doğu PERİNÇEK’in 1991 yılında kampımıza geldiği ve benimle görüşmeler yaptığı doğrudur. Ancak bizim örgütümüzde gizli lider konumuna getirildiği doğru değildir. Doğu PERİNÇEK bana siz bu şekilde muvaffak olamazsınız benim siyasi yapılanmam içinde yer almanız daha doğru olur şeklinde telkinlerde bulunuyordu, 1993 yılında ateşkes devam ederken Bingöl ilinde 33 askerin vurulması ateşkese indirilen büyük bir darbe olmuştur. Bu olayı Diyarbakır bölge temsilciliği yapmıştır, Diyarbakır sorumlusu ŞEMDİN SAKIK tarafından gerçekleştirilmiştir. ŞEMDİN SAKIK’ın eylem anlayışı çerçevesinde yapılmış bir olaydır. Bir silahlı çatışmada köye giden 16 gerillanın öldürülmesi üzerine bu eylemi misilleme olarak yaptıklarını yani otobüsten indirdikleri 16 sivil askeri öldürdüklerini söylediler. Biz muhtelif çatışmalarda 14-15 askeri esir aldık. Bunlar silahlıydı. Buna rağmen iki sene yanımızda tuttuk. ARGK yönetmeliği ve benim anlayışım ve talimatlarım çerçevesinde iki sene sonra hepsini teslim ettik. Hiçbir kötü muamele yapmadık.

SORULDU– Genel Başkanlığını Akın Birdal’ın yaptığı İHD bize yakın bir kuruluştur. Ancak organik bağımız yoktur diyorsunuz?Oysa İHD Diyarbakır Şube Başkanı Mahmut Şakar Avrupa ERNK cephe merkezinin talimatıyla İstanbul HADEP il Başkanlığına getirildi. Onun yerine de yani Diyarbakır İHD Şube Başkanlığına Osman BAYDEMİR atandı. Yine ERNK’nın talimatıyla Eren KESKİN İHD Genel Merkez teşkilatına getirildi. Böylece Akın BİRDAL desteklendi.

CEVABEN– Avrupa ERNK cephe teşkilatının bu tür faaliyetler gösterdiğini, atamalar yaptığını duydum karşı çıkmadım. Çünkü gerek HADEP olsun gerek İHD olsun bize yakın teşkilatlardır. Her ne kadar bu tanınan şahıslar PKK örgütü mensubu olacak kapasitede değillerse de bize sempatizandılar ve böylece bir iş birliği içini girilmiş oldu. Bizim elimizde bulunan askerleri 1996 yılı zannederim Eylül ayında K. Iraktaki kampımıza gelen İHD Başkanı Akın BİRDAL, kapatılan RP Van Milletvekili Fethullah ERBAŞ ve yine bize yakın bir kuruluş olan MAZLUM-DER Genel Başkanı İhsan ARSLAN’ın ricalarını da göz önünde bulundurarak teslim etme sürecine girdik.

Necmettin ERBAKAN’ın Başkanlığı dönemindeki ilişkileri soruldu.

CEVABEN- Necmettin ERBAKAN 1996 yılında başbakan olduktan sonra bana Suriye de bulunan ve Suriye devletine yakın olduğunu bildiğim Ağa Kod Mervan ZERKİ ile Suriye de benim temsilcim olarak bulunan Delil Kod vasıtasıyla Erbakan’ın mesajı geldi, Necmettin ERBAKAN bu şahıslar vasıtasıyla bana ulaştırdığı notta "Güneydoğuya siyasi ekonomik, kültürel açılımlarda bulunmak istediklerini, bu nedenle barışın sağlanmasını, ateşkesin ilanını" öneriyordu. Bende bu görüşü olumlu bularak yine aynı şahıslar vasıtasıyla kendisine mektup yazdım ve bu önerisini kabul ettiğim yolunda mesaj gönderdim. İsmail Nacar isimli şahıs zaman zaman yine RP iktidarı zamanında benimle telefonla görüştü ve arabuluculuk tekliflerini iletti. O da benim yaptığım görüşmelerde, görüştüğüm kaynaklarla sizi bir araya getirebilirim diyordu.

SORULDU– İstanbul’da Özgür Gündem gazetesi el değiştirmesi ve bu gazetenin örgütle ilişkileri, Behçet CANTÜRK’ün örgüte yardımları konusunda diyecekleriniz nedir?

CEVABEN– Ben Özgür Gündem gazetesinde Ali FIRAT kod adıyla yazı yazıyordum. Behçet CANTÜRK’ün gazete yüzde yirmi beş hissesi vardı. Gerisi tamamen bazı ortakları olmakla birlikte örgütün inisiyatifindeydi. Bizim kontrolümüzdeydi. Avrupa temsilcimiz ERNK Bürosuna bağlı olarak çalışıyordu. dedi.

SORULDU– İstanbul da Özgür Gündem gazetesinin çıkarılması ve bunun örgütle ilişkisi ve bu ilişkileri daha ziyade PKK uyuşturucu bağlantısını ortaya atan gazete yazarlarına daha sonra saldırı olmuştur. Bunlardan bir tanesi de yazar Uğur Mumcudur. Bu konularını açıklayınız.

CEVAP– Yazar Uğur Mumcu’nun benimle ilgili örgütle ilgili yazıları yayınlanmıştır ve kitapları da vardır. Bunu biliyorum ve kendisini de tanıyorum. 12 Mart 1972 tarihinde Mamak askeri cezaevinde tutuklu olarak birlikte kalmıştık. Ugur Mumcu’nun eserleri örgüt, çeteler ve bunların devletle ilişkisi, yani devletten yararlanmaları konularını içeriyordu. Ölmeden önce Yalçın KÜÇÜK kanalıyla, benimle görüşmek istedi, zaman yetmediği için görüşemedik. Kendisi taktir ettiğim bir gazetecidir. Örgütün gelişiminin kendisine anlatmaktan sevinç duyarım, çünkü iyi bir araştırmacıydı. Kendisinin "bizim devlet mi Apo’yu büyüttü" söylemi vardı. Öldürme olayında benim bilgim yoktur ve bizim örgütümüzün de bu olayla herhangi bir irtibatı yoktur. Olsaydı benim mutlaka haberim olurdu.

Sanığa KÜRT-HA ajansının beyanı okundu soruldu.

CEVAP: Bu haber ajansı örgüte aittir, ancak verdiği haber saptırmadır. Daha sonra da yalanlanmıştır ve kesinlikle bizim örgütümüzün öldürme olayıyla hiç bir irtibatı yoktur, dedi.

SORULDU: 1993 yılında yine bir ateşkes ilanınız vardı, size öneri getiren mi oldu, yoksa kendi düşüncenizle mi tek taraflı olarak ateşkes ilan ettiniz?

CEVAP: 1993 yılında Celal Talabani bana geldi, onunla olan görüşmemizde Özal’ın ateşkes konusunda talebi olduğunu iletti. Böyle bir beklentisi olduğunu söyledi. Daha önceden de ben Türk gazetecilerinden Mehmet Ali Birand, Güneri Civaoğlu, İsmet İmset’le aynı konuda röportaj yapmıştım. Ben bu Türk gazetecilerine Özal’ın ateşkes isteğinde samimi olup olmadığını sordum. Bu gazeteciler bana Turgut Özal’ın Kürt meselesine çözüm arayışı içinde olduğunu ve bu işi yapacak cesaretinin de bulunduğunu söylediler.

Aynı soruyu Celal Talabani’ye de yönelttim. Celal Talabani de bana samimi gördüğünü ve bu konuda cesareti olduğunu söyledi, ben de amaç olarak olayı siyasi platforma götürmek istiyordum. Benim düşünceme uygun geldiğinden 15 Mart 1993 günü Celal Talabani’yle birlikte ateşkesi ilan ettim, ateşkes ilan ettiğimizde HEP milletvekilleri Ahmet Türk, Hatip Dicle, Sedat Yurttaş ve Sırrı Sakık da oradaydılar. Celal Talabani benimle görüşmesinde Turgut Özal’dan başka devlet içinde çeşitli kademelerde kişilerle görüştüğünü bu arada siyasi parti liderleriyle de görüştüğünü, izlenimlerinin olumlu olduğunu söylemişti. Hatta sonraki görüşmemizde Talabani, Özal’ın benim ateşkes ilan etmemden sonra rahat bir uyku uyuduğunu söylediğini iletti. İngiltere’de Arapça yayımlanan bir gazetede, gazetenin ismi El Vasaf’tır, Talabani’nin bir açıklaması oldu, bu açıklamasında Talabani görüştüğü isimlerle ilgili bazı isimler vermiştir. Ben bu açıklamayı okumadım, yalnız münderecatı hakkında bana bilgi verdiler, açıklama doğrudur.

1993 yılı Mart ve Nisan ayında olabilir Hasan Cemal Cumhuriyet Gazetesi adına benimle röportaj yapmaya gelmişti. Hasan Cemal’le yemek yerken Hasan Cemal bana o günkü İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’in benim için üslubunu biraz yumuşatsın, bizim de onun hakkında sert konuştuğumuzda aldırış etmesin dediğini iletti. Celal Talabani’yle olan ateşkesle ilgili konuşmalarımız ve gazeteci Hasan Cemal’le yemek esnasında yaptığımız konuşma, ikisi de benim evimde gerçekleşmiştir. İlk görüşme Şam’daki evimde gerçekleşmiştir. Hasan Cemal’le olan görüşme ise Lübnan’daki evimde olmuştur.

1993 yılı Martında ateşkes ilan ederken PSK Başkanı Kemal Burkay da yanımızdaydı, o da ateşkese destek veriyordu, o gün aramızda birlikte hareket etmek için Kemal Burkay’la birlikte hareket etmemiz için bir protokol imzaladık. Bu protokol halen geçerlidir.

SORULDU: 1993 seçimlerinde HEP, SHP ile ittifak ederek seçimlere girdi, seçimler sonucunda 20’den ziyade HEP kökenli milletvekili parlamentoya girdi, HEP kökenli milletvekili adaylarının sizin tarafınızdan tespit edildiği ve tespit edilen adayların milletvekili olduğu konusunda ne diyorsunuz?

CEVAP: HEP’le SHP’nin ittifak ederek seçimlere girmesini fiilen destekledim. Bildiğiniz gibi SHP, Cumhuriyet Halk Partisinin mirasını almıştır. Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’nin en köklü partilerinden biridir. Kürt meselesini bu partiyle çözebiliriz diye düşündüm. Esasında SHP’nin de Kürt meselesiyle ilgili hazırladığı rapor vardır. Bu sebeple HEP’le SHP’nin ittifak yapmalarını destekledim, ittifakın ortamının hazırlanması için çaba sarf ettim. Dolayısıyla gösterilen HEP kökenli milletvekili adaylarının bir kısmını tanımamakla beraber adayların seçiminde etkili oldum ve seçilenlerin adaylıklarını onayladım. Seçimlerden evvel Zübeyir Aydar, Ahmet Türk, Hatip Dicle, Leyla Zana, Sedat Yurttaş, Sırrı Sakık’la görüştüm. Bunların bir kısmıyla bizzat yüz yüze görüştüm. Yüz yüze görüştüğüm kişiler arasında Leyla Zana, Ahmet Türk, Sedat Yurttaş, Zübeyir Aydar vardır. Diğer milletvekili adaylarıyla telefon ile görüştüm. Yüz yüze görüşmeler Suriye ve Lübnan’daki evimde olmuştur.

Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman Kürt milletvekilleri de meclise kendi kıyafetleriyle gelmişlerdi ve kendi dilleriyle Úkonuşuyorlardı. Esasen bunların çoğu Türkçe’yi bilmiyordu. Ben o zaman seçilen milletvekillerine meclise kendi kıyafetlerinizle gidebilirsiniz. Mecliste Kürtçe konuşabilirsiniz, yani Kürt olduğunuzu belirtebilirsiniz şeklinde talimat verdim, daha sonra onlara böyle bir görüş ilettim. Yoksa kesin kes yemin merasiminde şu işleri yapacaksınız diye talimat vermedim.

SORULDU: HEP-SHP ittifakında SHP adına kimlerle konuştunuz ve konuşmalar sırasında SHP tarafından size bazı vaatlerde bulunuldu mu?

CEVAP: HEP-SHP ittifakında SHP’lilerle görüşmeleri HEP’e bırakmıştım. SHP adına görüşmelerin kimler tarafından yapıldığını bilemiyorum. Yapılan görüşmelerde vaat edilen menfaatler partinin yani SHP’nin içinde kalın, konuyu bizim partinin görüşlerine göre çözelim şeklindeydi. Sanırım hükümet olduklarında HEP kökenlilere bakanlık veya HEP’e genel müdürlükler verilmesi vaat edilmişti.

SORULDU: HADEP ilişkisi soruldu.

CEVAP: 23 Haziran 1996 tarihinde yapılan HADEP Kurultayında Türk bayrağının indirilmesi olayı tamamen HADEP’in bir gafıdır. Olaydan bir kaç gün sonra MED TV’de yaptığım konuşmada bu olayın yanlış olduğunu ortaya koydum.

HADEP bünyesinde yurt içinde oluşturulan Gençlik ve Kadın komisyonlarında yapılan eğitim çalışmalarıyla Romanya ve Moldavya gibi ülkelerde yapılan eğitim çalışmaları tamamen benim perspektifime, görüşlerime uygun olarak yapılan çalışmalardır. Ben kendilerine buraya PKK ideolojisini taşıyamazsınız siyasal ve yasal gerçeklere uygun bir eğitim yaparak bilinçlenmeyi sağlayacaksınız diyordum. Romanya ve Moldavya gibi ülkelerde yapılan eğitim çalışmalarında yetişen müdahaleci grupların HADEP’in faaliyetlerinde ve icraatlarında söz sahibi oldukları doğrudur. Yurtdışındaki ve özellikle Romanya’da ki eğitim çalışmalarını Mehmet Hoca Kod CEVAT SOYSAL yürütmüştür. MEHMET HOCA Kod CEVAT SOYSAL benimle telefonla irtibat kurarak görüş ve talimatlarımı alıyordu.

HADEP’in il ve ilçe teşkilatlarında gerek yurtdışındaki kamplara ve gerekse kırsal alana eleman gönderme faaliyetinin yürütüldüğü doğrudur. Ancak ben kendilerine bu işin yasal parti olmaları nedeniyle kendilerine zarar vereceğini bu faaliyetlerinin yanlış olduğunu belirtiyordum. HADEP’in kuruluşu sırasında Avrupa teşkilatımız vasıtasıyla para yardımı yaptık. Zannederim bu yardım 200.000 mark civarında idi. Kendileri adına düzenlenen gecelerde toplanan paralar bu şekilde bu partiye aktarılmıştır. Halen cezaevinde hükümlü olarak bulunan PKK mensubu SABRİ OK’un HADEP’lilere talimatlar verdiği doğrudur. Üst düzey kararları da vermektedir. Ancak benim demek istediğim şudur. Ben esasen bir siyasi kanal arayışı içindeyim, fakat bir HADEP’linin yasal gerçekler karşısında kendisini PKK militanı gibi görmesi ve göstermesi yanlıştır. HADEP’le olan işbirliğimizi şu çerçevede anlatabilirim. Madem ki bu parti bizim tabanımıza dayanıyor bizi temsili doğru olarak yapması ve bunun içinde eğitim görmesi gerekir. Siyasi bir realite karşısında yasal bir parti olduğunu da unutmaması gerekir.

Yaklaşan 18 Nisan seçimleri dolayısıyla HADEP’in yapabileceği ittifaklar soruldu?

CEVABEN: 18 Nisan 1999 tarihinde yapılacak milletvekili seçimleri dolayısıyla HADEP’in CHP veya DTP ile ittifak yapıp yapmayacağı konusunda benden Avrupa’da ki görevlimiz Şahin kod FERHAT ABDİ ŞAHİN vasıtasıyla görüş soruldu ben her iki parti içinde yapılacak ittifak için olumlu görüş belirttim. Her iki partinin baraj sorunu vardı. Bu nedenle HADEP ile her ikisinin de ittifak yapması mümkündü. Cumhuriyet Halk Partisi bu ittifak görüşmesinde bazı şartlar ileri sürmüş, seçimlerden sonra HADEP bünyesinden milletvekili olanların parti içinde kalması, Kürt sorunun Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerine göre çözülmesi ve sivri isimlerin aday olmaması gibi isteklerde bulunmuş, bende bunu normal karşıladım ve ittifak çalışmasına devam edin dedim. Keza DPT Genel Başkanı HÜSAMETTİN CİNDORUK’un da uzun bir demokrasi deneyimi olması ve bu partinin de demokrat yapıda bir parti olması nedeniyle bu ittifakı da onayladım. DTP’nin kontenjan istediğini yani ön sıralarda yer istediğini söylediler. Bunun üzerine HÜSAMETTİN CİNDORUK’un Diyarbakır’da İSMET SEZGİN’in Batman’da aday gösterilebileceğini belirttim zaten İSMET SEZGİN’in 1993 yılındaki temasında tanıyordum.

ABDÜLMELİK FIRAT muhafazakar bir yapıdadır ve zaten Şeyh Sait’in torunudur benimle defaten görüşmüştür. Suriye’de gelmiştir kendisinin HADEP Genel Başkanı olmak gibi bir niyeti vardı bende uygun gördüm. Çünkü yukarıda söylediğim gibi muhafazakar yapıda olduğu için Refah Partisi’ne gidecek oyları toplayabilirdi. Ayrıca bugünkü HADEP’in teşkilatı sol yapıdadır. Böylece her iki görüş oyların daha fazla toplanmasını sağlayabilirdi. Ancak HADEP’in teşkilatına sol görüş hakim olduğu için Abdülmelik Fırat’ın genel başkanlığını istemediler. Bunu bana yine Avrupa’da ki görevlimiz Şahin ulaştırdı. HADEP’ten başka çevrelerde mesela Leyla ZANA ve arkadaşları ABDÜLMELİK FIRAT’ın genel başkanlığına karşı çıkmışlar bu noktada zannederim çekememezlik de var.

06.05.1996 günü kendisine yapılan suikast girişimini YALÇIN KÜÇÜK’ün haber vermesi olayı tekrar soruldu.

CEVABEN: Bu konuda YALÇIN KÜÇÜK’ün söyledikleri doğrudur. Yani kendisine bu olayı haber veren kaynaklar konusunda söylediklerinin doğru olması gerekir. Benim izlenimlerime göre de bu haber YALÇIN KÜÇÜK’e ANAP çevresinden sızdırılmış olup elbette ki genel başkanlarının bilgisi tahtında olmuştur.

SORU: Emir ve talimatınızla hareket eden kırsal alandaki örgüt mensuplarının kullandığı normal silahlar ve helikopter saldırılarında kullandığınız STRELLA 2 M KAKRUŞA-SAM6-SAM7 füzelerinin temini nasıl olmaktadır. Sizin bilginiz dahilinde mi?

CEVAP: PKK’nın elindeki silahlar Körfez savaşında kuzeye doğru sürülen insanların bıraktıkları silahları topladık ve bir kısmını da para ile aynı yoldan satın aldık. Bizim silahlarımızın temini mali kaynaklarımıza dayanır. Mali kaynaklar büyük çoğunlukla Avrupa’dan bağış ve kampanyalardan elde ettiğimiz gelirlerdir. Örgütün mali kaynak temininde vergilendirme adı altında para toplanmaktadır. Bölge temsilciliklerine bağlı kişiler uygun buldukları şahıslardan para toplamaktadırlar. ERNK adına makbuz basıp para temin etme bölgelerin inisiyatifindedir. Kırsal alanda faaliyet gösteren özellikle BOTAN bölgesi gibi geliri olmayan bölgelere bence bilinen milyon dolar miktarlarında yıllık gelir para bu bölgelere gönderilmiştir. Benim bilgim dahilindedir. SOLHAN bölgesine 15 milyon dolar gönderilmiştir dedi.

SORULDU: 1990 yılından itibaren Türkiye dahilinde örgütünüze yardım eden iş adamları, dernekler veya kuruluşlar hakkında ve devlet ihalelerine giren mutaahitlere iş alabilmeleri için yardım edip etmediğiniz, ihaleyi alması için yardım ettiği iş adamlarından vergilendirme alınıp alınmadığı, Zağros bölgesinde uyuşturucu madde kaçakçılığına göz yumulup yumulmadığı üst düzeyde uyuşturucu kaçakçılığı ilişkisi soruldu.

CEVAP: 1991-1993 yılları arasına bölgedeki müteahitlerden yüzde itibariyle bir miktar örgüte gelir adı altında paralar alınmıştır. Mütaahit firmalar örgütün gücünü kullanarak ihale aldıklarında bizde onunu üzerinden bir gelir temin etmekteyiz. Bunlardan Halis TOPRK fabrika yapımına başlayınca bizimkiler ondan eğer burada fabrika yapacaksan, çalıştıracaksan bir ücret vermek zorundasın, yani örgüte bir bedel vereceksin demişler ve ondan ücret almışlardır. Miktarını bilemiyorum. Bölgelerdeki elemanlarımız tahsil etmişlerdir.

Ali Rıza SEPETOĞLU’nun ailece işlettiği taş ocakları vardır. Keza bundan da bölgesel örgütümüz örgüt adına ücret almıştır. Miktarını bilemiyorum. Keza Ceylan Holding şirketinden bölgesel birimlerimiz para tahsil etmiştir. Miktarını bilemiyorum. Bu para alma üsulu bölgemizde yaygındır. Hatta Behçet CANTÜRK de örgütümüze yardımda bulunuyordu. Yüksekova da Cihangir ağa, Mardin de Türk ailesi ile Kahramanlar ailesinden örgüt para tahsil etmiştir. Bunun dışında ismini bilemediğim çok sayıda iş adamından da para temin edilmektedir. Ayrıca Başkale, Hakkari bölgesindeki uyuşturucu ticareti ile ilgili olarak, silah ve hayvan ticareti de dahildir, bu gibi işleri yapanlardan örgüt adına Ferhat kod Osman ÖCALAN tarafından para tahsil edilmektedir. Ayrıca sınır boylarında örgüte ait gümrük birimleri adı altında oluşumlar vardır. Paraları bunlar tahsil etmektedir. Her örgütün bu şekilde bir uygulaması bulunmaktadır. Örgütün Avrupa da topladığı paraları Sinan adındaki elemanımız İsviçre bankalarına yatırmaktadır. Mali işlerle bu şahıs uğraşmaktadır. Kendisi Nusaybinlidir. Med-Tv de çalışmaktadır. Belçika de yakalanan Haydar A BABA adlı örgüt elemanımızın üzerinde yakalanan parada örgüte aittir.

SORULDU: PKK tarafından kullanılan Strella füzelerinin nasıl temin Úedildiği soruldu.

CEVABEN: Yunanistan’da bulunan temsilcimiz Rozalin kod Ayfer KAYA Yunanistan da bir yardım kampanyası oluşturduğu kiliselerden ve bize yardımcı olan halktan toplanan paralarla fiyatı artırılmış vaziyette gazete ve dergi satışından elde edilen paralarla alınacak füzelerin finansmanı sağlandı ve Sırbistan bölgesinden tanesi 18 bin dolara alınan 20 adet Strella füzesi tüccar vasıtasıyla yerinde yani K. Irakta örgüte teslim edildi. Yine kullanmış olduğumuz Sam 6 ve Sam 7 füzeleri ilk etapta K. Iraktaki boşluktan yararlanarak temin olunduğu, daha sonra bu füzeler Rusya dan Kafkaslar üzerinden Ermenistan ve Bakü hattıyla K. Irak’a geçirildi. Hatta füzelerin bir kısmı İran servisinin eline geçti. Bu füzeler konusunda Yunan gizli servisinin yol göstermiş olması mümkündür. Bu füzelerin eğitimi Kosova bölgesinde yapıldığını zannediyorum.

Hadep’li bin grubun oluşturduğu DEMOS grubu soruldu.

CEVAP: Bu grup HADEP içindeki radikal, ılımlı çekişmesi sonucu Ahmet TÜRK, Sırrı SAKIK, kemal Parlak, ABDÜLMELİK FIRAT tarafından oluşturulmuş ise de ılımlı barışçı grubu temsil eden bu grup şu anda bizim kontrolümüz altına alınmıştır ve kontrol altındadır.

SORU:1984 Ağustos ayında Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla ilgili ve silahlı propaganda birlikleri kurulması ile ilgili diyecekleriniz nelerdir.

CEVAP: PKK örgütü kuruluşundan itibaren silahlı mücadelemizi 1984 Ağustosuna kadar olan bölüm ve ondan sonraki bölümler olarak ayırabiliriz. Birinci dönem Hilvan-Siverek dönemidir. Daha çok mahalli otoriteye karşı yani ağalar-şıhlar gibi etkin olan ailelere karşı olduğumuz dönemdir. Şemdinli ve Eruh baskınları ise devlete karşı doğrudan gerilla karakterinde başlar kendi içinde aşamalara ayrılmaktadır. Birinci aşama 1987 yılına kadardır. Bu tarih geçici Köy korucularının ortaya çıkmadığı bir dönemdir.

Daha çok silahlı propagandayı hedef alır, yani biz varız hareketidir. 1982 yılında Diyarbakır cezaevinde bizim elemanlarımızca ölüm oruçları başlamıştı, Merkez Komiteden 3 kişi bu ölüm oruçlarında yitirilince böyle bir eyleme karar verdim. Hatta bu başlangıç 1983 yılı olmalıydı. Eruh ve Şemdinli benim talimatımla olmuştur. Çünkü büyük baskılar vardı ve ölüm oruçları çok vahim olaylardı. Bu ölüm oruçlarında Merkez Komiteden Mazlum DOĞAN, Kemal PİR, Mehmet Hayri DURMUŞ yitirildi. 1987 yılından itibaren Olağanüstü hal gelmiştir. Bu yeni bir aşamadır. Geçici Köy koruculuğu sistemi kurulmuştur. Bu dönemde biz artık köy korucularını da hedef almıştık, Eruh ve Şemdinli ilçelerine baskın düzenleyen birliklerimiz K. Irak’ta KDP nin kontrolündeki bölgede hazırlanmıştır. Bu kamp LOLAN kampıdır.

Bizim K. Irakta o dönemde temel kampımız Lolan kampıdır. Bunun dışında Hayat-Lakyek kamplarımız vardı. Eğitimlerimizi bu kamplarda veriyorduk. Bu dönemde biz KDP lideri Barzani ile irtibat halindeydik. 1987den itibaren çok miktarda eylemler oldu. Bu eylemlerin içerisinde sivillerde öldürülmüştür. 1998 den itibaren Karadeniz ve Akdeniz’e açılım politikaları olmuştur. Bu benim bilgim dahilindedir. Sivas-Tokat-Amasya ve Samsun bölgesinden Karadeniz’e ulaşma politikasıdır. Aynı zamanda burada sol örgütlerde faaliyet gösteriyordu. Bu örgütler DHKP:C ve TİKKO dur. Buların bizden talepleri olmuştur. bizimki destektir. Sivas ve Tokat havalesinde meydana gelen öldürme olayları da örgüt elemanlarımızca yapılan ve o bölgede bulunan grupların yani Türkiye sol grubunun birleşik yürüttükleri eylemlerdir.

SORULDU: Devrimci Halk Partisi (DHP) soruldu.

CEVAP: Bu örgüt bünyemizden ayrıştırılan Türk kökenliler tarafından kuruldu. Bizim eleman ve silah yardımımız vardır. Amaç savaşı Türkiyelileştirmek ve dağlık bölgede yaşayan yoksul Türkmen Alevileri örgütleyip bu hareketin içine sokmaktır.

SORU: MED televizyonunun kuruluş amacı ve finans kaynaklarını anlatınız.

CEVAP: 1990 dan sonra Türkiye’de de özel televizyonlar büyük bir gelişme gösterdi. Biz de PKK olarak bu teknik imkandan yararlanıp yararlanmayacağımı araştırdık. Neticede İngiltere’den lisans almak Fransa’dan da uydu temin etmek suretiyle televizyon kurabileceğimizi tespit ettik. 1993 veya 1994 yılında MED televizyonunu faaliyete geçirdik. Lisansı İngiliz ITC bağımsız şirketinden aldık. Uyduyu ise Fransa’dan temin ettik. Finansını bağış yoluyla temin ettik. Özel bir bağış kampanyası açtık. Ayrıca MED televizyonunda çalışan kişiler kendi adamlarımızdır bunlar bu televizyonda parasız gönüllü olarak çalışmaktadırlar. MED televizyonunu kurmakta ki birinci amacımız tabii PKK’nın siyasi görüşüne uygun propaganda yapmaktır. Ayrıca bu televizyonda Kürt folkloru Kürt müziği Kürt kültürü ile ilgili programlarda yapılmaktadır. Tahminime göne yılda 50 milyon mark masraf gitmektedir. Başlangıçta Amerika Birleşik Devletlerinde de bir uydumuz vardı. Sonra Fransa’dan uydu kiralandı. Amerikalı şirket ile olan anlaşmamızda sürüyor ancak bu uydu sanırım kullanılmıyor.

Şirket anlaşmasında MED televizyonunun ortağı var görünüyor ancak MED televizyonu bizim televizyonumuzdur ve bizim desteğimiz olmadan yürümez. MED televizyonunun finans ihtiyacını karşılamak ve toplanılan paraları kullanılır duruma getirmek yani yasal hale getirmek için vakıflar kurduk. Bu vakıflar Londra’da, İsviçre’de belki de Belçika’da vardır. MED televizyonunun kuruluşunda uyuşturucudan elde edilen para kullanılmamıştır. Bizim örgütümüzün doğrudan uyuşturucu madde ticareti ile iştigali yoktur. Başlangıçta da ifade ettim bizim Zağros bölgesi dediğimiz Van ve Hakkari bölgesinin normal ticareti uyuşturucu ticaretidir. Orada ki bölge sorumlularımız bu uyuşturucu ticaretinden pay almışlardır. Bunun dışında örgütümüz uyuşturucu ticareti ile iştigal etmez. Ayrıca Avrupa polisi de bu konuda çok dikkatlidir. Uyuşturucu ticaretinden kazanılan parayı kullanmamıza imkan yoktur. Alman polisi de PKK’nin uyuşturucu ticareti ile ilgisi yoktur demiştir.

SORU: PKK’nin uyuşturucu ticareti ile iştigal etmediğini söylemektesiniz. Ancak PKK örgütüne yapılan operasyonlarda PKK militanlarının barındıkları sığınaklarda yapılan aramalarda 7 ton 466 kg esrar, 1 milyon 984 bin kök hint keneviri, 63 kg. 375 gram eroin, 33 kg. baz morfin 1 adet uyuşturucu imalathanesi ele geçirildiği tespit edilmiştir.

CEVAP: Bana okuduğunuz olaylardan benim haberim yoktur. Ben başından beri uyuşturucu ticaretine karşı çıktım. 1990lı yıllarda İran’da Makü bölge sorumlusu ile yaptığım konuşmada bu uyuşturucu ticaretini bırakın uyuşturucu ticareti PKK’nın siyasi yönünü bitirir dedim.
Yakalanan uyuşturucu maddelerinin PKK’li olan elemanlarının verdikleri bildirilen bilgilerden uyuşturucu trafiğinin DERİNCE-TRİESTE ve BATI AVRUPA, HAYDARPAŞA-KÖSTENCE-BUDAPEŞTE-ALMANYA, EDİRNE-SOFYA-BÜKREŞ-ALMANYA ve BATI AVRUPA ülkeleri KAPIKULE-PATNOS limanı-TRİESTE-İSVEÇ ve FRANSA, LİMANI-TRİESTE İSVEÇ ve FRANSA, KAPIKULE-SOFYA-BÜKREŞ-BUDAPEŞTE-VİYANA-ROMA ve BATI AVRUPA ülkeleri olduğu anlatıldı soruldu.

CEVAP: Benim bilgim dahilinde uyuşturucu kaçakçılığını PKK örgütü yapmamıştır. Şayet uyuşturucu kaçakçılığı yaparken yakalanan PKK örgütü elemanları varsa bundan alan sorumluları haberdardır. Ama ben başlangıçtan beri uyuşturucu ticaretine karşı çıktım.

Sürgünde Kürdistan Parlamentosu
SORULDU:

CEVAP: 1994 yılında bir kısım DEP milletvekillerinin takibata uğrayıp tutuklanmaları, bir kısmının yurt dışına kaçmasından sonra sürgünde kürdistan parlamentosu fikri oluşmaya başladı. Bu DEP milletvekillerinden oluşum kurma fikrini bende benimsedim. Çünkü Türkiye’de DEP için parlamenter faaliyet kısıtlanmıştı. Diplomasi alanında faaliyet gösterecek legal bir kuruluşa ihtiyaç vardı. Ayrıca PKK gibi bir örgütle ilişki kurabilecekleri legal ve kabul görmüş bir oluşum meydana gelecekti. Bu nedenlerle sürgünde bir Úkürdistan parlamentosu kurulmasını destekledim. Sürgünde Kürt parlamentosu 1995 yılında Lahey’de kurulmuş olup, bugün merkezi Brüksel’dedir. 4-5 yerde genel kurul yapmıştır. Başkanı YAŞAR KAYA olup, benim bildiğim üyeleri ZÜBEYİR AYDAR, REMZİ KARTAL, NİZAMETTİN TOĞUÇ, ALİ YİĞİT, MAHMUT KILIÇ’tır. Çoğaltmak mümkündür, hatırladıklarım bunlardır, bu parlamentonun 65 üyesi mevcut olup yukarıda asydığım isimlerin de bulunduğu 12 tanesi ERNK temsilcisidir. NAİF GÜNEŞ başlangıçta bu parlamento üyesi iken daha sonra bu parlamentoyu bıraktı belki özel nedenlerle bırakmış olabilir.

Parlamentoda en fazla temsilci ERNK’nin yani bizim olup başka gruplarında temsilcileri vardır. Örneğin RIZGARİ grubu gibi. Parlamento Norveç’de, Moskova’da, İtalya’da toplantıları gerçekleştirdiği, en sonda İspanya’nın BASK bölgesinde 1999 yılı Temmuz ayında toplantı yapma hazırlığı içindedir. ERNK temsilcilerinin seçimine gelince bunlar zaten maruf kişiler olup benim müdahaleme gerek kalmadan seçilmişlerdir. Diğer gruplara ise ben karışmadım. Benim bu parlamento üyelerine başka devletlerle münasebetlerinde perspektif vermeme lüzum kalmadı, çünkü kendileri zaten tecrübeli kişiler olup büyük ölçüde münasebet geliştirmişlerdir. Sadece Roma’ya gidişinde kendilerine "Roma’ya gidin parlamenterler ile ilişki kurun bana davetiye çıkarmalarını sağlayın şeklinde talimat verdim"

SORU: Ulusal Kongre soruldu:

CEVAP: Bu ulusal kongreyi bir şemsiye örgüt şeklinde düşündük. Sürgünde Kürt parlamentosunu içine almakla birlikte bu parlamentonun dışında kalan grupları yani Dünya da ki bütün Kürtleri kapsayacak şekilde oluşturulan bir örgüt olacaktı. Bu örgütün amacı Kürt içi anlaşmazlıkları çözmek, Kürtler adına genel diplomasi faaliyetini yürütmek şeklinde iki ana esasta toplanabilir. Amacımız budur. Ulusal kongre önümüzdeki ay sürgünde Kürt parlamentosunun bulunduğu yerde yani Brüksel’de toplanacaktır.

SORU: PKK örgütünün liderliğiniz altında yapılanmasını anlatınız: Örgütün kuruluşundan bu yana örgüt elemanları sizi hangi kod isimlerinizle tanımaktadır.

CEVAP: PKK örgütü klasik anlamda siyasi parti olmaktan öte benim konumumda onunla birlikte değerlendirildiğinde örgütümüz parti, ordu ve cephe şeklinde teşkilatlanmıştır. Bana örgütte genelde APO denmektedir. Yazışmalarda ise Ali Fırat kod adını kullanıyordum. Daha önceden merkezi yürütme ve merkez komite kavramları vardı. 5 inci kongreden sonra biz, başkanlık ve yardımcılar şeklinde bir kurula gittik. Bunun alanlara ayrılması eyaletler biçimindedir. Ayrıca yurt dışı temsilciliklerimiz vardır. Daha alt düzeyde de temsilciliklerimiz vardır. 6. Kongreye doğru önde gelen kadrolar toplandı. 6. Kongre şu anda sonuçlanmıştır. Yeniden yapılanma sloganı altında yapılmıştır. Daha çok belli karargahlarda iki merkez komite elemanı etrafında alan yönetimleri oluşmaktadır. Pratikte böyle icra edilmektedir. Bu birimler hem karar hem de uygulama birimleridir. Merkez komite üyeleri bir klasik bir de orta boy kadrolar vardır. Benim yardımcılarım CUMA KOD CEMİL BAYIK- ABBAS KOD DURAN KALKAN, AVAREŞ KOD MUSTAFA KARASU, EBUBEKİR KOD HALİL ATAÇ, CEMAL KOD MURAT KARAYILAN, FUAT KOD ALİ HAYDAR KAYTAN’dır, bunlar benim yardımcılarımdır. Bu isimler en üst düzey elemanlardır. Yani başkanlık konseyidir. Benim yakalanmam üzerine ayrı bir statü alacaklardır. Yeni bir merkez oluşacak ve ağırlıklı olarak bu belirttiğim isimlerden olacaktır. 6. Kongre 450 ye yakın kadro ile toplanmıştır.

Kongre Kuzey Irak’ta HAKURKE bölgesinde toplanmıştır. Avrupa’da örgütü idare eden KANİ YILMAZ KOD FAYSAL DUNLAYICI Moskova’da MAHİR WELAT KOD NUMAN UÇAR’dır. YAJK (Yektiya Azadiya Jinen Kürdistan) (Kürdistan Özgür Kadınlar Birliği) bu örgüt hakkında bildiklerim şunlardır Yöneticisi SAKİNE KOD GÖNÜL TEPE, yine SAKİNE KOD FATMA ALTINMAKAS ve yine SAKİNE KOD ŞEHNAZ ALTUN’dur. Bunların emrinde Avrupa dahil 3000 kadar kadın örgüt elemanı vardır. ZAGROS eyaleti sorumlusu EBUBEKİR KOD HALİL ATAÇ’tır. BOTAN (Şırnak-Çukurca) eyalet sorumlusu CEMAL KOD MURAT KARAYILAN’dır. MARDİN eyalet sorumlusu 25.01.1999’da ölmüştür. Onun yerine halen atama yapılmamıştır. GARZAN eyaletine CELAL KOD SÜLEYMAN KAYDI, AMED eyaletinde TOPAL NASIR KOD FARUK BOZKURT, Erzurum eyaletinde YILMAZ KOD YILDIRIM KAYA’dır. SERHAT EYALETİ halen teşkilatın değildir. DERSİM EYALET sorumlusu KAZIM KOD HAMİLİ YILDIRIM’dır. GÜNEY BATI eyalet sorumlusu SARI İBRAHİM KOD RAMAZAN TOPTAŞ’tır. KOÇGİRİ eyalet sorumlusu ALİŞER KOD YÜCEL HALİS’tir. olarak faaliyet yürütmektedirler. Kuzey Irak’ı Behdinan ve Soran olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Birinde OSMAN ÖCALAN vardır diğerinde de ABBAS KOD DURAN KALKAN vardır.

SORU: Yurt içinde ve yurt dışında örgütünüze çeşitli faaliyetlerle katılan ve yardımcı olan dernek, parti, bilim adamları, üniversiteler, sanatçılar ve avukatlar olduğunu biliyoruz sizinle irtibat kuran bu belirttiğiniz kuruluşlardan kimler vardır anlatınız.

CEVAP: Bazı sanatçılar MED tv’nin konserine çıkmıştır. Bu bir destek olarak değerlendirilmektedir. Bunlardan FERHAT TUNÇ, AHMET KAYA, ŞİVAN PERVER, bizim elemanlarımız İBRAHİM TATLITES’ten 1990lı yıllarda korkutmak suretiyle para almışlardır. Ben bunu duydum haberim vardır. 1998 Aralık ayında HALUK GERGER beni Roma’da evimde ziyaret etmiştir. Gazete yazısında da bu görüşmenin içeriği yazılıdır. Avukat ŞERAFETTİN KAYA ve Avukat SERHAT BUCAK Roma’da gelerek beni ziyaret etmişlerdir. DOĞU ERGİL ile ben daha önceden görüşmedim. Ben bu adamı raporu ile tanıyorum. DOĞU ERGİL İsviçre’ye geldiğinde PKK örgütü elemanlarından bir grup kendisi ile görüşme yapmış. DOĞU ERGİL ile görüşme yapan bizim elemanlarımız DOĞU ERGİL’i pek olumlu bulmamışlar. Hatta bu işin yani Kürt meselesinin rantı ile uğraştığını bana söylediler. Çünkü bazı kuruluşlar bu işlerle uğraşanlara yardım yapmaktadır. NGO kuruluşlarından (Uluslararası Sözde Yardım Kuruluşu asli faaliyeti istihbarat servislerinin örgütlere yardım faaliyetidir) DOĞU ERGİL’e para yardımı edildiğini duydum, yardım eden kuruluşa bu yardım tarzı iyi bir yardım tarzı değildir dedim. Bu paranın çoğu ranta gitmektedir. Bizim meselemize faydası yoktur dedi. AHMET KAYA’nın bize fazla yakın olduğunu söyleyemem 1993 yılında Almanya’da ki bir toplantıya katıldığını biliyorum.

Suriye ilişkileri, Suriye’den çıkışı ve Avrupa’da ki temasları yakalanışı soruldu.

CEVAP: 1979 yılı Temmuz ayında benim kuryem olan Suruç’lu Ethem AKCAN isimli kuryem ile birlikte Suriye’ye geçtik. ETHEM AKCAN alanı çok iyi tanıyan bir tanıyan bir elemandı onunla birlikte geçişi yaptık. Evvela Suruç’un karşısına düşen Kobani denilen kasabada Ethem’in amcası olan ÖMER MUHTAR’ın evinde bir müddet kaldık. Bu arada Filistin örgütü ile irtibat kurarak bu örgütten "Demokratik Cephe Kimliği" temin ettik. Temin ettiğimiz bu kimliklerle Lübnan’a geçtik. Filistin örgütü bize Bekaa vadisinde yer verdi. Bu yeri kendi kampımız haline getirdik. Giderek örgüte bağlı elemanları burada topladım burada kendi eğitimimizi kendimiz yaptık. Her ne kadar Filistin örgütü bizleri kendi askerleri gibi görüyorlardı ise de biz kendimizi ve onlardan ayrı olduğumuzu kabul ettirdik. Bu kampta üç yıl faaliyet gösterdik.

Helve adı verilen bu kampa daha sonra Mahsun KORKMAZ akademisi ismini verdik. 1992 yılında Türkiye’den bugünküne benzer baskılar gelmesi üzerine ve aynı zamanda Kuzey Irak’ta bizim için faaliyet alanları doğması ve dolayısıyla Bekaa vadisinin eski işlevini kaybetmesi üzerine Suriye’ye geçtim. Önce Hafız Esad’ın kardeşi Cemil Esad ile ilişki kurdum. Cemil Esat sosyal ilişkiler geliştiren ve kuran bir insandır. Suriye bizi siyasetten hiçbir zaman kabul etmedi. Sosyal ilişkiler çerçevesinde kabul etti. CEMİL ESAD’ı bayramlarda ziyarete giderdim. Bu arada bizim Şam’da büyük bir tüccar olarak tanıdığımız A A KOD MERVAN ZERKİ ile yoğun ilişkilerimiz sonucunda bu şahsın EL-MUHABERAT denilen Suriye İstihbarat Servisinin elemanı olduğunu öğrendim. MERVAN ZERKİ aslen Erzurumlu olan Kürt kökenli bir insandır, dolayısıyla MERVAN ZERKİ ÚSuriye istihbaratı ve devleti ile aramızda bir halka oluşturdu. Suriye bizi resmen ve siyasetten tanımamakla, kendisinden sorulduğumuzda bizde APO KOD ABDULLAH ÖCALAN isimli birisi yoktur diyebiliyordu. Yani Suriye’nin bizi siyasetten tanımaması ve sosyal ilişkiler içinde tanıması kendi açısından aldığı bir tedbirdir. MERVAN ZERKİ ben Suriye’den ayrıldıktan sonra AL-TECALMA AL-VATAN EL DEMOKRASİYE (Ulusal Demokratik Birlik) adı altında bir parti kurdu ve kurduğu bu parti ile PKK’nın mirasına konarak bizim çekilmemizden sonra Suriye’de ki çok geniş olan Kürt potansiyeli toparladı.

Biz Suriye’ye geldiğimiz zaman kalabalık olduğumuz için geniş evler satın almış veya kiralamıştık. Daha sonra bu evleri parti okullarına çevirdik. Bir Kürtçe eğitim birde Türkçe eğitim yapan okul açtık, Suriye makamlarına ise hastalarımız ve sakatlarımız var bu evler bize lazım dedik, onlarda bu görüntü altında müsaade ettiler, ancak zaman zaman EL-MUHABERATIN elemanları okullarımıza geliyorlar ve denetliyorlardı. Şam’da ikamet ettiğim evi de kendim satın aldım. Korumamızı da kendimiz yaptık. Suriye Hükümeti uzaktan gözetleme yapmış olabilir. Suriye’de bulunduğum süre içerisinde ALİ AMMAR adına tanzim edilmiş Demokratik Cephe Kimliği ile dolaştım. 1992 sonunda 09 Ekim 1998 tarihine kadar ağırlıklı olarak Şam’da kaldım, zaman zaman Lübnan’a da gittim. Benim okullarım biraz şehrin dışında kalır, Kürtçe eğitim yapan ve Türkçe eğitim yapan iki okul ile birlikte burada bir evim daha vardır, birde şehir merkezinde evim vardır. Türkiye’nin baskısı üzerine Suriye Hükümeti bana "Ya Türkiye ile aramızda savaş çıkar veya biz yakalar seni Türkiye’ye teslim ederiz tercih yapmak zorundasın" dediler.

Bu tebliği bana A A KOD MERVAN ZERKİ yaptı. Bizde Yunanistan formülünü tercih ettik. Suriye’den çıkmadan evvel örgüt arşivini Şam’da bulunan Kürtlere dağıttık. Bu arşiv halen onlarca Kürt evinde bulunmaktadır. O tarihte iki milyon iki yüz elli bin dolar param vardı. 50.000 dolarını yanıma aldım. 2.200.000 dolarını DELİL isimli adamına bıraktım. DELİL rasgele bir temsilcimdir. DELİL’in esas ismini bilmiyorum. Diyarbakırlıdır. Eşinin kod adı MİZGİN’dir. Onunda ismini bilmiyorum. DELİL’in Suriye’yi terk edeceğini zannetmiyorum. Sıkışırsa Kuzey Irak’a gider.

SORULDU: 1993 süreci Türkiye için bir tarihi fırsattı, Türkiye’nin çok barışçı bir çözüm yolu imkanı idi. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı düzeyinde en yüksek yetkilisinin kabulü vardı. Türk Silahlı Kuvvetleri de ^pratikte iyi niyetini göstermişti. Ancak bu süreç işlemedi. Yetersizlik nedeniyle ve Özal’ın da ölümü ile bu süreç bozuldu. Özal’ın ölümünden sonra ailesinde çektiğim baş sağlı mesajını tarih bu sürecin haklılığını kanıtlayacak ve aynı noktaya gelecektir. Yani Özal’ın başlattığı sürece tekrar gelinecektir demiştim. Nitekim 1 Eylül 1998 de yeniden ateşkes ilan ettik 09 Ekim 1998 günü Yunanca bilen ve Yunanistan temsilcisi olan Rozerin kod Ayfer KAYA olduğu halde bir Suriye uçağı ile çıkış yaptım. Çıkmadan evvel Avrupa temsilciliğinden Abdullah SARIKURT adına düzenlenmiş bir pasaport temin ettim. Pasaporta kendi fotoğrafımı yapıştırdım. Yunanistan’a geldiğimizde o zamana kadar bana büyük ilgi gösteren PKK ya dost olduğunu ifade eden Yunanistan son derece kötü yüzünü gösterdi.

Bana 3 saat içinde ya geldiğin yere döneceksin veya istediğin yere gideceksin dediler. Bu arada Rozerin Yunan servisinden Dimitri ile görüştü Yunanistan’dan ayrıldık ve Moskova’ya geldik. Moskovaya gitmeden evvel Yunanistan iltica talebinde bulundum ancak kabul edilmedi. Moskova da Jinerovski kanalıyla temasa geçtim, zaten beni davet etmişlerdi. mitropano beni Suriye’de iken davet etmişti. Bu Mitrapano Jinerovskinin partisine mensup bir şahıstır. 33 gün süre içerisinde bunların bulduğu evde kaldım. Bu süre içinde Ariski isimli iç güvenlik sorumlusu olan şahısla temaslarda bulundum. DUMA 298 oyla benim Rusya’da kalmamı bir çekimser oya karşılık kabul ettiği halde Başbakan Pironavto anlayamadığım bir nedenle bu kararı uygulatmadı. 33 gün sonra Rusyadan ayrılmak zorunda kaldım. Avrupa Útemsilciliğimiz vasıtasıyla İtalya dan davet alıp almadığını araştırdım. nitekim bana yeniden yapılanma adı altında bir oluşuma mensup olan gerek muhalefet gerekse iktidara mensup bazı milletvekillerinin daveti olduğunu söylediler. Esasen bu milletvekillerinden Mandovani yanında bir arkadaşı ile Suriye’ye gelerek daha evvel benimle görüşmüştü. Bunun üzerine yanımda Roma temsilcim Ahmet YAMAN olduğu halde bir Rus yolcu uçağı ile Roma’ya geldim.

İtalya’da siyasi iltica talebim kabul edilmesini bekler iken tutuklama olayı gündeme geldi. Hastane adı altında bir tecrit yarine konuldum. Daha sonra Adalet bakanlığı Benim serbest kaldığımı belirtti ancak ben Roma yakınında Cehennem vadisi denilen bir evde kalmaya başladım. Burada kalmamı söylediler. İltica talebim konusunda belirsizlik devam etti. Bazen kabul edecek gibi bir davranış gösterdiler daha sonra iltica talebimin kabulünü beklemeye aldılar halende bu talebim askıdadır. Daha önce gerek İtalya gerekse Avrupa devletleri her gün yüzlerce kürdün siyasi bile olmayan iltica taleplerini kabul ederken benim siyasi olan iltica talebimi kabul etmediler. Giderek üzerimdeki baskı arttı.

Kaç kurtul şeklinde bana karşı bir tutum göstermeye başladılar. Bu baskılar karşısında İtalya dan ayrılmam ve tekrar Moskova’ya gitmem gündeme geldi. Şunu da belirtmek istiyorum Yunanistan dan Rusya’ya giderken küçük bir uçakla gittim. Bu Yunan istihbarat servisinin özel bir uçağıydı. İtalya da toplam 66 gün kaldıktan sonra 16 Ocak 1999 günü İtalya dan ayrıldım. İtalya da kaldığım süre zarfında Tayfun TALİPOĞLU isimli bir gazeteci geldi kendisiyle röportaj yaptım. Daha sonra Millet gazetesinden Nilgün CERRAHOĞLU geldi, bununla da fazla kapsamlı olmayan bir röportaj yaptık, bilahare Haluk GERGER isimli doçent gelerek benimle görüştü, bunun dışında Avrupa’da bulunan Kürtler, Avrupa milletvekilleri, heyetler, gazeteciler geldiler görüşmeler yaptık, İtalya’dan çıkmadan evvel Rozalin vasıtasıyla Güney Kıbrıs tan kırmızı pasaport temin ettim ve kendi fotoğrafımı yapıştırdım. İtalya dan kendimiz bir uçak tuttuk. Bu uçağı onların yardımı ile bulduk.

Masrafını biz ödedik yanımda Roma temsilcimiz Ahmet Yaman olduğu halde Moskova’nın 4.5 km. Kuzeyinde Rovinrant havaalanına geldik. Bu işi benim Rusya’daki temsilcim olan Mahir kod Numan UÇAR organize etmiş, ancak Rusya daha önce en az bir ay hatta 6 ay kalabilir diye vaatte bulundukları halde yine çok ters bir tutum içine girdiler. Büyük zorluklar çıkardılar, Bana seni Suriye ye göndereceğim dediler. Kendilerine Suriye zaten kabul etmiyor. Ya savaş çıkar yada seni Türkiye ye teslim ederiz diyorlar. Buna rağmen beni nasıl Suriye ye gönderirsiniz dedim. Zorluk çıkarmak şeklindeki tutumları devam etti. Halbuki isteseler güvendikleri bir ülkeye gönderebilirlerdi.

Rusya’nın bu tutumu üzerine tekrar Rozalin ile irtibat kurdum. Rozalin Yunanistan’a gelebileceğimi söyledi ve kendisi Rusya ya geldi. Birlikte 29 Ocak 1999 tarihinde Rusya dan ayrıldık. Rozalin Rusya ya yani benim yanıma yine küçük bir uçak ile geldi. Yanında Badavas ve Nagazakis isimli iki tane yunanlı vardı. Bu uçakta zannederim Yunan gizli servisine aitti. Bana Badovas ve Nagazakis büyük güvence verdiler. Yunanistan’a kabul edileceğimi söylediler. Yunanistan a geldik dost görünen bu insanlarla bir gün dolaştık, ancak yetkili ve sorumlu durumunda olan Dimitris beni görünce yeniden hırçınlaştı derhal gönderileceğimi söyledi ve benim Minsk üzerinden Hollanda’ya gönderileceğim söylendi, kendi uçakları ile beni Minsk havaalanına getirip bıraktılar. Bu havaalanında dondurucu soğukta 4 saat bekledim. Bu durumu Avrupa ülkeleri karar almış, beni Hollanda’ya götüreceklerini söyledikleri uçak bir türlü gelmedi. Böylece beni ortada bıraktılar. Bu bekleme sırasında beni ısrarla uçaktan indirmek istediler.

Beni uçaktan indirerek bu havaalanında bırakmak ve büyük bir tehlike karşısında kalmamı zorla sağlamak istediler. Bende ısrarla uçaktan inmedim. Bu olay 31 Ocakı 1 Şubata bağlayan gece cereyan etti. Bu sırada bütün Avrupa havaalanlarının uyarıldığını duydum. Belçika benzer bir küçük uçağa karşı Úbir tane F 16 kaldırmış. Belçika’nın bu davranışı daha sonra skandal olarak değerlendirildi. Pirimakov aynı gün bütün bağlı ülkelere kabul edilmeyeceğimi bildirmiş. Sonuçta mecburen tekrar Yunanistan a dönme gereği doğdu. Yunanistan da Dimitris tarafından çok daha kötü bir şekilde karşılandım. Seni hemen Kenya ya gönderelim dedi. Böylece bir Kenya modelinin hazırlandığını gördüm. Bu arada beni Korfa adasına götürüp getirdiler. Burada dikkat çeken husus Kenya’nın tesadüfen seçilmediği planlı olarak seçildiğidir. Avrupa’da ki olmazlar ve Yunan hükümetinin bu tutumu karşısında Kenya ya gitmek zorunda kaldım. 2 Şubat 1999 günü sempatizanlardan İbrahim isimli arkadaşla ve Yunanlıların gene o küçük tip uçağı ile Kenya’ya hareket ettim. Kenya’da Yunan Büyükelçiliği görevlileri bizi alarak Yunan Büyükelçisinin Kostulas’ın evine götürdüler.

Önce beni pasaport çıkartıp Güney Afrika’ya göndereceklerini söylediler, bu bir vaatti ancak günler geçmesine rağmen bu pasaport gelmedi sonra benim başka bir eve yerleştirileceğim söylendi bende bunun benim için büyük tehlike olduğunu korumasız bir yere gidemeyeceğimi söyledim evden ayrılmadım ve yazılı olarak iltica talebinde bulundum Büyükelçi hayhay memnuniyetle dediği halde benim dilekçeme cevap vermedi. Benim Kenya’ya gelişimden bir iki gün sonra da Dilan Kod ŞEMSİ KILIÇ Kenya’ya geldi olaylara şahittir. Giderek benim Büyükelçilik evinden ayrılmam konusunda baskı arttı. Hatta zorla çıkaracaklarını söylediler ve beni bu evden çıkarmak için Yunanistan’dan dört kişilik bir ekip göndermişler bizde çıkmayız gerekirse kendimizi savunuruz dedik. Kendi çapımızda tedbirler alarak çatışmayı da göze alarak direnişe hazırlandık ancak bu dört kişilik ekip bekledi bize karşı harekete geçmedi.

Son gün Yunan Büyükelçisi Kenya Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı evvela Büyükelçi davete uymayacağını bildirdi, bilahare araba gönderdiler Büyükelçi Dışişleri Bakanlığı’na gitti. Dönüşte bana istediğim bir ülkeye gidebileceğim bu ülkelerin Güney Afrika veya Hollanda olabileceğini söyledi Yunan Hükümetinin de Hollanda’nın beni kabul etmeye hazır olduğunu bildirdiğini ifade etti. Ertesi günü 15 Şubat 1999 günü beni havaalanına götürmek için Kenyalı bir yetkili geldi Yunan Büyükelçisi de beni kendisinin ve kendi arabası ile havaalanına götüreceğini söyledi. Aralarında münakaşa çıktı neticede Yunan Büyükelçisi kendi toprağında kendi misafirini kendi arabası ile götüremedi beni Kenyalı yetkilinin arabasına tek başıma bindirdiler. Havaalanına getirdiler. Ben zaten neticeyi anlamıştım. Bindirildiğim uçakta enterne edildim. Bindirildiğim bu uçağın hangi ülkenin uçağı olduğunu bilmiyordum. Bundan sonraki süreç buraya kadar gelme sürecim oldu.

SORULDU: Anlattıklarınızdan Yunanistan’ın sizinle çok ilgilendiği kendi uçakları ile Moskova’ya Kenya’ya götürdükleri anlaşılmıştır. Yunanistan’la PKK örgütü arasında bir anlaşmamı vardır? Bu durumu biraz açar mısınız?

CEVAP: Yunanistan’ın PKK örgütü ile ilişkileri az çok Suriye’nin PKK örgütü ile ilişkilerine benzer. 1998 yılında ben Lübnan’da iken Badovas ve Nagazakis’in beni ziyaretleri ile bu ilişkiler başlamıştır. Badovas ve Nagazakis’in yanında ayrıca gazetecilerden oluşan bir heyette vardı. Bu ilişkilerin kurulmasından birkaç yıl sonra muhtemelen 1994 senesinde Yunanistan’da PKK örgütünün kampları açıldı. Lavrion kampında PKK’li gençlere daha çok ideolojik eğitim veriliyordu. O tarihlerde Yunanistan temsilcimiz MAHİR KOD FETHİ DEMİR’dir. Yunanistan’da Lavrion kampından başka bir de bomba eğitimi veren Dimitri Elen kampımız vardır. Bu Dimitri Elen kampı MAHİR KOD FETHİ DEMİR’in sorumluluğunda geliştirilmiştir.

Ayrıca Yunanistan’da küçük gruplarımızın yerleşmesi için evlerde vardır. Bu evler tahmin ediyorum kiradır. Bunun haricinde Yunanistan’dan para yardımı da almaktayız. Bu para yardımını daha ziyade sivil kurumlardan almaktayız. Kiliselerden almaktayız, sendikalardan almaktayız ve birde bize ait dergiler etrafında aldığımız bağışlar vardır, bu bağışlar mesela 100 liralık derginin 1000 liraya satılması gibi alınmaktadır. Yunanistan’da bomba eğitimini kamp eğitimini ve küçük grupları barındırmak hususunda ki organize de bizim dost tabir ettiğimiz Yunan istihbaratının yardımı olmaktadır. Yunan istihbaratı ile daha ziyade bizim adamımız olan Rojhat Kod isimli eleman sağlamaktadır. Yunanistan’ın bizimle işbirliği yapmasında ki amacı bizi Türkiye’ye karşı kullanmak Türkiye ile çelişkilerinde koz olarak kullanmaktır. Esasen Yunanistan’da eğitilen militanlarımızı da Türkiye üzerine yöneltmek için çaba harcamışlardır. Güney Kıbrıs’ta kampımız yoktur, ancak Güney Kıbrıs’a yerleşmiş 100-150 kadar Kürt ailesi vardır. Bu ailelerin bazılarının evlerinde örgütün propagandası yapılmaktadır.

İran ilişkileri soruldu?

CEVAP: Urumiye’de bir hastanemiz mevcuttur. Kelereş takım seviyesinde küçük bir kamptır. İran’da esasen kamp kurmaya ihtiyaç yoktur, zira Kuzey Irak’ta geniş sahalar mevcuttur. Şehidan, Makü, Zagros, Jerme gibi kamplar İran-Irak sınırında olup sınıra yakın İran topraklarında kalan kamplardır. İran’da ki faaliyetlerimiz hakkında benim bildiklerim bunlardır. Bunun yanı sıra Suriye’de iken beni İTTİLAAT isimli İran gizli servisinin SEYİT isimli elemanı zaman zaman ziyaret ederdi. Bu ziyaretleri 1996 yılına kadar sürmüştür. SEYİT bizimle hudut meselelerini görüşüyor, Hizbullah örgütü ile bizim örgütümüz arasında ki çatışma da arabuluculuk yapmasını istiyor daha doğrusu SEYİT’ten biz bu çatışmada arabuluculuk yapmasını istiyorduk. Bir de Kuzey Irak’ta IKDP üzerinde etkili olduğundan kendisine bu nüfuzlarını kullanarak bu kuruluşun bizim üzerimize gelmemesini sağlamalarını istiyorduk. Yine SEYİT ile Rusya’dan Kafkasya üzerinden sevk edilen silahlar meselesini görüştük.

Bu silahlar zaman zaman İran’da takılıyordu, bu meseleyi SEYİT ile bizim temsilciliğimiz görüşüyordu. İran’da hastane bulunduğunu ve bizim orda 100 kadar personelimiz olduğunu İran hükümeti bilir. İran Hükümeti bu şekilde gerek bize taviz vererek gerekse gereğinde zor kullanarak gerek bizi, gerekse İran’da ki Kürtleri denetim altında bulundurmaktadır. Ermenistan’da kampımız yoktur. Temsilciliğimiz vardır. Ayrıca BOTAN isimli bir yayın organımızda Ermenistan’da çıkmaktadır. Almanya’da büyük ağırlığımız olduğu muhakkaktır. Çok sayıda derneğimiz ve temsilciliklerimiz vardır. Yalnız Almanya kendi siyasetine uygun mantalite aramaktadır. Yani kendi siyasetine uygun kadroları PKK’nın başında görmek istemektedir. Benim Suriye’den çıkmamdan sonra Almanya’nın bana yönelik politikası beni istememek şeklinde gelişmiştir.

Hatta Almanya benim yerime bir ikinci adam arama cihetine gitmiştir. 1994 yılında Londra’da hiç sebep yokken KANİ YILMAZ’ın tutuklanması 4 sene tutuklu kaldıktan sonra Almanya’ya iade edilmesinin ve Almanya’nın KANİ YILMAZ’ı serbest bırakmasının, KANİ YILMAZ’a sığınma hakkı tanımalarının Almanya’nın ve İngiltere’nin KANİ YILMAZ’ı benim yerime düşündüklerinin işaretidir. 1995 senesi içerisinde Almanya’dan anayasayı koruma teşkilatından Grunevald Suriye’de ki evinde yani Şam’da beni ziyarete geldi, ziyaretinin konusu o tarihlerde Almanya’da gittikçe yoğunlaşan PKK eylemleri idi. Benden bu eylemlerin bitirilmesi konusunda yardım istedi. Bende onlara PKK örgütünü Almanya’da yasakladınız, PKK’ya baskı uyguluyorsunuz siz PKK’ya karşı yumuşak olursanız yardımcı olabilirim dedim. Aynı mahiyette bir ziyaretçide yine Almanya’da milletvekili olan Lumer’dir. Lumer 1996 yılında yine Şam’da ki evimde beni ziyaret etmiştir. Lumer’le aynı konuları görüştüm.

Ona da Gurunevald’a söylediklerimi söyledim. Yani Almanya PKK’yı yasaklamaz ve PKK’ya baskı yapmazsa yardım edebileceğimi bildirdim. Bu görüşmelerimden sonra Almanya gittikçe PKK’ya karşı daha ılımlı davranmaya başladı ve nihayet Almanya Başsavcısı Kaynehm bir terör örgütü değildir. İçinde suç işleyenlerin bulunduğu bir örgüttür dedi. Sorgumun bittiği şu anda Avrupa’nın beni istemediğini ancak beni Türkiye’ye karşı kullanmak istediğini ve kullandığını belirtmek istiyorum. Türkiye son yıllarda ki ekonomik atılımlarıyla ve hatta bize karşı yürüttüğü mücadelesiyle kalkınma potansiyeli olan bir ülke olduğunu göstermiştir. Avrupa beni Türkiye’ye karşı kullanırken Türkiye ile beni karşı karşıya getirirken Türkiye’nin de önünü kesmeyi hedeflemiştir. İnsan haklarından çok sık bahseden Avrupa beni kullanmak suretiyle çok kan dökülmesine sebep olmuş ve sonuçta insan haklarını işletmeyerek iki yüzlü olduğunu göstermiştir. Bu yüzden Avrupa’yı kınıyorum.

Benim sebep olduğum eylemler sebebiyle yüz binlerce kürde siyasi olmadığı halde iltica hakkı tanırlarken ben PKK örgütünün başı ve bir numaralı siyasi olduğum halde bana siyasi sığınma hakkı tanımamıştır. Benim yukarıda söylediklerim mesajımdır ayrıca Türkiye halkına bir mesajım vardır. Benim hakkımda önümüzdeki süreci izleyerek takip ederek karar versinler bunu diliyorum. Örgüt elemanlarıma da yakalanmam ve sorgulanmam sebebiyle kontrolden çıkmamalarını bilhassa intihar ve yakma eylemlerine girmemelerini saldırı konumuna geçmemelerini istiyorum. Yargılama sürecini bir başlangıç olarak kabul ediyorum. Bütün Türk kamu yetkililerine de açıkça söylüyorum benimde yanılmalarım, hatalarım olmuştur. Benim hiç de arzu etmediğim olaylara sebep olmuşumdur, ancak bana imkan verilirse yeniden bir arada yaşama sürecini başlatacağımı bilmelerini istiyorum ve size de saygılar sunuyorum dedi. Başka bir diyeceğinin olup olmadığı soruldu başka bir diyeceğinin olmadığını belirtti beyanı okundu imzası alındı.

22.02.1999
Talat ŞALK Nuh Mete YÜKSEL Hamza KELEŞ

DGM.C.Savcısı DGM.C.Savcısı DGM.C.Savcısı

KATİP

SANIK
ABDULLAH ÖCALAN

PKK DOSYASI : Almanya`nın PKK ve Plaj Sevgisi /// 2006 TARİHLİ

İLETEN : ORHAN KÖMÜRCÜ

Dünyada ne kadar eli kanlı terör örgütü varsa, hepsinin Almanya’da özellikle Köln’de bir merkezinin olması acaba bir tesadüf mü? Almanlara sorarsanız "Kuzey Ren Westfalya Eyaleti Almanya’nın en demokratik eyaletidir ve bu nedenle yasalar buna izin veriyor" derler. Kısacası, Almanya’nın aslında işine gelen teröristleri resmen kollayan bir anayasaya sahip. Almanya Türkiye ile ne kadar içli dışlı ise İran ile de o kadar içli dışlıdır. İran’da Almanya ve Fransa çok büyük söz sahibidir. Bu ülkelerin şirketlerine her türlü ayrıcalık tanınmıştır.

Gel gelelim sözde dost Almanya bu iki ülkeye kanlı saldırdılar ve eylemler düzenleyen terör örgütlerine de açıkça sahip çıkıyor. Bugün Almanya’da PKK tarafından yönetilen yüzlerce oluşum var. Başta PKK’nın yöneticileri olmak üzere, ne kadar Türkiye’yi giremeyen terrorist varsa hepsine oturma izni verilmiş durumda. Vızır vızır İran üzerinden Irak’a girip çıkıyorlar. PKK’ya kurdurulan gazeteden, kültür derneğine, ticari şirketlerden Kürdistan Kızılayı’na kadar, tüm oluşumlar Almanya’dan resmen yardım da alıyor. Aynı şekilde Mesut Barzani’nin kardeşi Dilşad Barzani uzun yıllar Alman istihbaratı tarafından korunda, şimdi de Kürdistan büyükelçisi olarak resmen Berlin’deki villasında itibar görüyor. ABD’nin kurduğu özel istihbarat teşkilatı’nın Avrupa tarafını da buradan yönetiyor.

Teşkilata parayla hem Türk hem de Kürtlerden özel eleman kazandırıyor. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye düşmanı Dilşad Barzani’ye Türkiye’nin yöneticileri uzun yıllar Kırmızı pasaport vermişti, istediği zaman büyükelçiliğimize girip çıkıyordu.

Son dönemde Irak’ta KDP ile resmen barışan ve Mesut Barzani’nin koruması altına giren PKK, çoğu İran Kürtlerinden oluşan PJAK adlı örgütü kurdu.
İran’da ciddi terör eylemleri düzenliyorlar. İran ordusunun geçenlerde PJAK’ın Kandil dağı’ndaki kamplarına binlerce askerle ve yüzlerce top atışıyla operasyon düzenlediğini biliyoruz.

Peki, PJAK’ın lideri kim? Eski İran Komünist Partisi TUDEH’in el kanlı liderlerinden ve İran’da ihanetin sembolü olarak bilinen Hacı Ahmedi…1979-80 yılları arasında Türklerin önceleri yoğun yaşadığı, şimdilerde ise Kürtlerin doldurulduğu NAGADE’de Şii Azeriler ile Sünni Kürtleri birbirine düşürenlerin başında olan bu tip, yaklaşık 1200 kişinin hunharca öldürülmesiyle sonuçlanan olayların da kahramanıdır. Olayların ardından İran’da toplumu birbirine düşürüyor diye hain ilan edilen Ahmedi, apar topar Almanya’ya kaçtı. Almanya’ya gitmek isteyen dürüst ve namuslu bir vatandaş ikinci sınıf bir muamele ile en az 15 gün vize için beklemesi gerekirken, teröristler istedikleri yerden ilk uçağa binip gidecek kadar Almanya’ya yakın olmaları çok düşündürücüdür.

Bu tip, yaklaşık bir yıldır aynı PKK gibi İran’da kendi halkında haraç toplayan, kanlı eylemler ve baskınlar düzenleyen, mayın döşeyen ve Almanya’ya çok sadık PJAK adlı örgütün lideri oldu. O da Köln’de yaşıyor. Bütün talimatlarını ve eylem kararlarını Köln’de alıyor. Almanya Hacı Ahmedi’nin sadece telefonlarını dinlese en az 20 yıl hapse atacak malzeme çıkartır. Aynı şekilde, Mesut Barzani’ye uzun yıllar tercümanlık yaparak sempati kazanan, adını da Rojhat olarak değiştiren bir Türk, Türkiye Kürdistan Demokratik Partisi’ni Almanya’dan yönetiyor. Bonn’da Peyam Kurd adlı gazete çıkartıyor ve Güneydoğu’daki bütün Kürt vatandaşlarımızın düğünlerine ve nişanlarına Mesut Barzani adına cumhuriyet altını gönderiyor.

Türkiye hala bataklığın yerini bile göremeyecek kadar kötü yöneticiler tarafından yönetilmeye devam ediyor. Türk halkı açıkça düşmanlık yapanlara
taviz üstüne taviz veren ve bunu yaşam biçimi haline getirmiş, milli onuru korumaktan aciz, gücü köylüye, garibe yetenler tarafından resmen
uyutuluyor.

NOT: Türkiye Monşerler Birliği hala Danimarka’dan yayın yapan Roj TV’yi kapatacak. PKK’nın ikinci haber kanalı bugünlerde yayına çıkmak üzere. Atatürk sonrasında yabancılar karşısında el pençe olmayı medeniyet sanan kokteyl kuşu bazı monşerler, bırakın ROJ TV’yi kapattırmayı, acaba 6 aydır yayında olan PKK’nın müzik kanalı Mezopotamia Music Channel (MCC) dan haberleri var mı? Uydudan yapılan yayında Kürtçe ağırlıklı şarkıların yanısıra en popüler Türkçe parçalar da art arda yayınlanıyor. Hem de hiç kimseye bir kuruş telif ödemeden.

PKK DOSYASI /// MUĞLA GAZETESİ’nin Ergenekon Sanığı Av. Fuat Turgut ile yaptığı (5-10 Nisan 2006 ) Röportaj metni

Muğla Gazetesi’nin Av:Fuat Turgut ile yaptığı(5-10 Nisan 2006) Röportaj metni

AV.FUAT TURGUT KİMDİR? (e-posta: f.turgut.tr, fuatturgut )

İzmir Barosu avukatlarından Diyarbakır, Hakkari ve Van’da 6 yıl süren “Yüksekova Çetesi” davalarında yargılanan sanıkların vekilliğini yaptı. Bu davalardaki savunmaları sırasında yaptığı açıklamalarından dolayı biri 5, diğeri 7 ay olmak üzere iki kez hapis cezası aldı. Bu cezaları ertelendi.

İmralı davasına şehit aileleri ve Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği adına müdahil olarak katıldı. Apo’ya yönelttiği sorular aylarca basının gündemine oturdu. 1979’dan bu yana çeşitli gazete ve dergilerde edebi, fikri konularda yazılar da yazan Fuat Turgut hakkında en geniş bilgileri Arslan Tekin’in “SON İSYAN” (Elips Yayınevi – 0312 – 447 93 20) adlı kitabında bulabilirsiniz.

Söyleşi: Hüseyin ATILGAN

Sevgili Muğla Gazetesi okurları, hepinizin bildiği gibi öldürülen eli kanlı terör örgütü pkk militanlarının cenaze törenlerinden sonra terör örgütünün yayın organı olan Roj Tv tahrikleri ile Türkiye’de başlatılan kalkışma provaları, Türkiye’nin dünyadaki güçlü görüntüsünü zedeledi. Aslında bu olaylar yıllardır hazırlanan senaryoyu da gündeme getirdi. Türkiye’yi Genişletilmiş Ortadoğu ve hatta Yeşil Kuşak Projeleri çerçevesinde bölmek.

Arkasında yabancı güçler var

Hiç şüphe yoktur ki, dünya denilen satranç tahtası üzerinde ABD, İsrail ve AB devamlı olarak hamlelerini yapmakta ve bu hamlelerin tam merkezinde de hem Türkiye yer almaktadır. Eğer Türkiye güçlü ve birlik olmazsa mat olacaktır. Bütün bu senaryoların ve özellikle Türkiye içinde cereyan eden olayların arkasında da bu güçler yer almaktadır. Daha derinlerdeki özlemleri ise Türkleri Küçük Asya’dan atmaktır. İşte pkk da bu senaryoların bir sayfasıdır. Bu senaryoda bu eli kanlı terör örgütünün işi bitince atılacaktır. Türkleri Anadolu’dan atmak sonra, da Türkiye’yi bölüp aynı ideali gerçekleştirmek istiyorlar. Pkk’ya maddi destek sağlayan ve onları finanse eden, uyuşturucu kanalıyla onların isyan ve silah masraflarına göz yuman onlar. Roj Tv ile kışkırtmayı sağlayan da aynı güçler. Pkk’nın elindeki patlayıcı ve silahların adresi de ABD ve AB.

Artık bunu anlamak için dahi olmaya hacet yok. Bu konularla ilgili parantezleri röportaj süresince açacağız. Şimdi ana başlıklar halinde de olsa biraz geriye gideceğiz ve şehit ailelerinin gönüllü avukatlarından Fuat Turgut ile söyleşeceğiz.

Sn. Turgut! Siz 1996 /2002 yılları arasında Diyarbakır, Van ve Hakkari’de yargılamaları süren Yüksekova Çetesi” davalarında sanıklar vekiliydiniz. Halen de zaman zaman gündeme gelen bu davaların aslı neydi, sonuçları ne oldu? Kısaca hatırlatır mısınız?

Sevgili Hüseyin bey! 1983 yılında Eruh baskını ile başlatılan bölücü terör, zamanın birtakım kiralık, yağcı, satılık kalemlerin yazıp söylediklerinin aksine kaygısız biri olan Turgut Özal’ın dediği gibi “birkaç çapulcu”yla yola çıkarılmış basit bir oluşum değildi.

Tam aksine Pkk hareketi, Türkiye’yi Türklere çok gören Batı emperyalizminin ve arkasına “gizlenmiş” siyonizmin hedefledikleri sonuçları almaya kilitlenmiş tam teçhizli büyük organizasyonudur. Pkk terör örgütü; gerek küresel bazda en büyük siyasi ve lojistik desteğe sahip olması ve gerekse 1915-1922 yılları arasında 548.000 insanımızı doğrayan Hınçak / Taşnak /Asala Ermeni örgütlerininkiyle aynileşen; hatta onları da geride bırakan katliam yöntemleriyle dünya tarihinde bir ilktir, bir benzeri daha yoktur! Bu denli büyük bir oluşumun doğal olarak psikolojik savaş tekniklerini de kullandığı tartışmasızdır. İtiraf edelim ki, Pkk, çok büyük olmasa bile yöreden de destek bulabilmektedir.

Pkk’nın uluslar arası boyutlu desteğini göz önüne aldığımızda görürüz ki, Türk devleti sadece bir terör örgütüyle değil, bu örgütün şahsında ezeli ve ebedi düşmanımız Batı emperyalizmi ve arkasına gizlenmiş siyonizmle, kısacası haçlı ordularıyla savaşmıştır ve halen de bu savaşımımız düşük yoğunlukta devam etmektedir. İşte bu savaşın bir yöntemi olarak kurulup faaliyete geçirilen “Özel Hareket” ve “Koruculuk” müesseseleri terör örgütünün hareket kabiliyetini ciddi şekilde zora sokmuştur.(Sevgili okur hatırlarsınız, bir dönem, terör örgütünün korkulu rüyası özel hareketçilerimiz önce tartışmaya açılmış, yıpratılmış ve arkasından da mücadeledeki görevleri lağvedilmişti)

Örgütte bu iki oluşumumuzla baş edemeyince bu kez propaganda eksenine oturtulmaya psikolojik savaş yöntemini devreye sokmuştur. İşte “Yüksekova Çetesi” (!) davaları bu savaşın bir parçası olarak PKK ve bürokraside, basında cirit atan destekçilerinin işbirliğiyle uydurulmuş, özel olarak imal edilmiş davalar idi.

Nasıl uydurulur, nasıl imal edilir?

Pkk terör örgütünün eğitim birimlerinde “sahte itirafçı” yetiştirme birimi de vardır. Bu sahte itirafçılar uzmanlaştırıldıktan sonra bir şekilde güvenlik güçlerine teslim olurlar. Sorgulamaları sırasında özellikle bilinçli olarak samimi devlet yanlısı olan halk üzerinde tesirli kişileri sanki örgüt yanlısı, örgüte yardım yataklık etmiş gibi gösterirler. Öyle isimler verirler ki, bunlar Pkk’nın yanına çekmek isteyip te çekemedikleridir.

Böyle bir suçlama yüzünden sorguya alınmış olmayı, bu suçlamayla damgalanmayı onur meselesi yapıp devletten soğutulurlar. Bu noktada da örgütün propaganda kolu devreye girer ve sahte itirafçısı aracılığıyla devlet güçlerine “sorgulattığı” önemli kişileri yanlarına çekerler. Pkk bu yöntemi kitlesel desteğini artırmak maksadıyla sıkça kullanmıştır ve ne yazık ki çok zaman başarılı da olmuştur.

Sahte itirafçıların bir diğer görevi de güvenlik güçlerinin itimadını kazanıp “içli dışlı” olduktan sonra onları kamuoyuna yasa dışı eylemlere katılan, çete kurgucusu kişiler olarak göstermektedir. Bunun en tipik örneği de “Yüksekova Çetesi” davalarıdır. Sahte itirafçı Kahraman Bilgiç ve iki kardeşi dağda çatışmada öldürülmüş örgüt milisi Necip Baskın’ın iftira ve ithamlarıyla çok sayıda subay, özel hareketçi, korucu senelerce tutuklu yargılanmıştır. Öyle ki, bu yargılamaların sonucunda beraat etmelerine rağmen ödedikleri bedeller çok ağır olmuştur. Hayatlarının seyri değişmiştir. her şeyden önemlisi onların ülkemiz a adına savaşan kişiler olmaları hasabiyle ufukları karartılmıştır. Hiçbirisi de devlete küsmemişlerdir, ama devletin bekâsı adına ülküleri darbelenmiştir.

Mesela kimlerdi bunlar?

Hangisini sayayım! Askerinin başında en önde çatışmalara girmesiyle bilinen Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul, çok geceleri kız ve erkek kardeşleriyle birlikte siperlerde sabahlayan dağlarda savaşmakla geçen evlerinin dışı duvarları bile örgütün ateşleriyle delik deşik, Ali İhsan Zeydan, Çolak Hasan, Kemal Ölmez, İsmet Ölmez, Özel Hareketçi Fatih Özhan… İlk aklıma gelenler. Hepsine de yazık oldu. Bu davaları sürecinde sevinen Pkk ve yandaşları olmuştur. İşin en ilginci de bu davaların açılmasına zamanın DGM Başsavcısı Nihat Çakar ve başka bir çok bürokrat da alet olmuştur.

Ne demek istiyorsunuz biraz açar mısınız?

Bu kendileriyle Allah arasındadır.

Ancak, Pkk’nın korkulu rüyası özel hareket ve koruculuk müesseselerinin önce kamuoyunun gözünden düşürülmesi, sonra da lağvedilmesi amacı bu davalarda Kahraman Bilgiç’in ve Necip Baskın’ın “özel rolleri” ni görememek için “katarakt” olmak lazımdır. Örnek olarak söylüyorum, Diyarbakır 4. DGM’de görülen davanın iddianamesi Kahraman Bilgiç’in tespiti mümkün olmayan çelişkili ifadelerinden başka hiçbir belgeye dayanmıyordu ve bu iddianame Başsavcı Nihat Çakar tarafından hazırlanmıştı. (1996 yılı) Ki, ilk tutuklamalara esas teşkil eden iddianameydi bu. Birden aklıma geldi. Hüseyin Bey; Van Savcısı Ferhat Sarıkaya da, dayanaksız iddianame hazırlama konusunda Savcı Nihat Çakar’dan ders almış olabilir mi diye?!

-Ben hukukçu değilim. Gazeteciyim. Bunu en iyi bilecek durumda olan sizsiniz. Bu cümlenizle sözü benim sormak istediğime getirdiniz. Nedir bu Şemdinli olayları ve devamındaki gelişmeler?

Pkk, Apo’nun yakalanmasıyla en büyük darbeyi yedi ve destekçileri bazında da psikolojik olarak çöktü. Fakat devletimizin idaresindeki Atatürk’ün ülküsünden habersiz, ufuksuz, çapsız yöneticiler bölücülük hareketinin bu çöküşünü değerlendiremediler.

Ben Elazığlıyım. Doğu ve Güneydoğumuzu ilçe ve köyleriyle de tanırım. Devlet, terör örgütünü ciddiyetle ezse, yöre halkı inansa ki, terör örgütü kendisine dokunamayacak, kesinlikle devletin yanında yer alır. Ama durum böyle değil ki! Pkk silahlı, silahsız güçleriyle bölgede cirit atabiliyor. Bürokraside istedikleri her işi yapabiliyorlar. Size bir örnek daha vereyim; Mardin’in Derik ilçesinde ailesinden ve aşiretinden 40’tan fazla şehit vermiş kendisi de gazi olan Şerif Temelli adında bir candaşımız var. Hani şu Apo’nun “Zanagiller şürekâsı”nı ifadeleriyle mahkum ettiren gazimiz?! Ben biliyorum, Derik Ziraat Bankasından diyelim ki 10.000 YTL kredi istese; ya verilmez ya da elli dereden su getirilip sonra verilir. Ancaaaaak… Aynı Derik’li, kumarbazlığı ile de ünlü Kasr-ı Kanco adlı malikhanesini terörist yuvası olarak kullandıran pkklı DTP başkanı Ahmet Türk nam bir şahıs aynı bankadan istediği miktarlarda krediyi telefonla ayağına kadar getirtebiliyor. Yine Mardin’in Dargeçit ilçesinden bir gazimiz olan M.Tevfik Vural var. Hamile eşi ve çocukları katledilip kendisi de vücuduna aldığı 16 kurşuna rağmen tesadüfen yaşayan kardeşimiz. Yıllardır açlık sınırında yaşıyor. Gazilik maaşından başka hiçbir geliri yok. Borçla harçla yaşıyor. Ama yanı ilçeden birçok Pkk’lı parayla oynuyor. Devlet ihalelerinin çoğunu sabıkasız yandaşlarının kullanarak Pkk’lı müteahhitler alıyor. Pkk’ya yardım yataklıktan hapis de yatmış Midyat’lı bir müteahhit var. Hastane, okul ve diğer devlet ihaleleriyle trilyonlar kazanıyor.

Şimdi sormak lazım; bölgede devlet yanlıları aç sefil bırakılır; Pkk yanlıları, finansörleri palazlandırılır, maddi güç sahibi yapılırsa, vatandaş kimden yana olur? Bu şartlarda vatandaşın devlete güveni kalır mı?

… Ve böyle bir ortamın oluşturulmasına göz yumulursa Pkk ne kadar darbelenirse darbelensin tekrar dirilmez mi? Dahası ve en tehlikelisi Pkk’ya hoş görünmek isteyen politikacı sayısındaki enflasyondur. Federasyoncu Turgut Özal değil miydi kuryeleri Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar aracılığıyla “Apo’ya selam söyleyin, her yaptığı yanlış değildir!” diye haber gönderen?! Kuzey Irak’ın kıytırık dansözleri Talabani ve Barzaniyi kullanmak isterken devletimizi onlara kullandıran Turgut Özal değil miydi?

N. Erbakan değil miydi Bingöl’deki; “Onlar (Türkler)’ Ne Mutlu Türk’üm diyorsa, siz de ‘Ne Mutlu Kürt’üm’ demelisiniz” diye bağıran?!

Pkk’nın Apo’nun yakalanmasından sonraki psikolojik çöküşüne, belki de tamamen bitişine, “AB’nin yolu Diyarbakırdan geçer” işaretiyle son veren, bir anlamda Pkk’yı yeniden dirilten Mesut Yılmaz değil midir?”!

Türkiye’li Başbakan RTE’nin bir Büyük İsrail Projesi olduğu apaçık, gerçekleşmesi halinde kutlu vatanımızı 5 parçaya bölecek olan “Büyük Ortadoğu Projesi”ni suret-i haktan göstermek adına “Bu proje gerçekleşecek ve merkezi de Diyarbakır olacak “ demesinin anlamı nedir?

Urfa’nın, Mardin’in, Hatay’ın parça parça yabancılara özellikle İsrail’lilere satılmasına AB’ye giriş şartlarından, olarak izin verilmesinin, mayınlı sınır bölgemizin İsrail şirketlerine kiralanması için bütün şartların oluşturulmasının yakın gelecekteki getirisinin kuşatılmışlıktan da öte işgal edilmişliğimiz olacağını göremeyenlerin Pkk’dan daha az tehlikeli olduklarını kim söyleyebilir?

Şemdinli olaylarını sormuştum?

Ona cevap vermek için önden bunları anlattım Hüseyin bey. Bölgede bugüne dek olup bitenler, Türk düşmanı haçlıların bölgede dans / vals yapmalarına göz yumulması Pkk’yı bütünüyle bölücüleri, son aşamaya geldiklerine, artık başkaldırabileceklerine inandırmıştır. Bu emperyalizm oyuncaklarının hayallerindeki son aşamasının “Kürdistan” olduğunu söylememe lüzum yok. Ama şunu söylemeyi elzem görüyorum: Bölücüler ve onlara destek verenler, çok iyi bilmeli veya onlara anlatılmalı ki Doğu ve Güneydoğu Türkiye’den koparılabilirse eğer, oraların “Kürdistan” olmayacaktır, İsrail ve Ermenistan arasında paylaşılacaktır. Bu bölgelerimizde yaşayan gerçekte özü özümüz olan (fakat ne yazık ki, bir kısmı “mankurt” laştırılmış) insanlarımız emperyalist haçlılarca süpürülecektir.

Katledileceklerini mi söylemek istiyorsunuz?

Evet aynen bunu kastediyorum.

Kendi aralarındaki mezhep savaşlarında bile birbirlerini en acımasız yöntemlerle katletmeleriyle bilinen; Endülüst’te, Anadolu’da, Balkanlar’da, Filistin’de, Irak’ta…defalarca Müslüman Türk katliamları yapmış emperyalist haçlıların yeni bir Müslüman Türk soykırımı yapmayacaklarını kim garanti edebilir? G.W. Bush komutasındaki Evanjelist barbarların, Siyonist yamyamların halen Irak’ta yaptıklarından daha büyük soykırımları Anadolu’da da yapabileceklerinin yeterli belgesi sayılmaz mı?

Cehennemi bir dehşetten bahsediyorsunuz gibi?

Adına ne derseniz deyin kardeşim…

Ben sadece bir öngörüde bulunuyorum. Pkk / bölücülük hareketi göründüğü kadar basit değildir, arka planları vardır. Bu arka planlar İsrail ve Batı emperyalizminin Anadolu’muzun parçalara ayırıp yutma sürecinin aşamalarını içermektedir. İstedikleri artık Sevr’in de ötesidir. Yani olmayan Türkiye veya “Türkiye’siz dünya”dır. “Türkiye’siz dünya”da, Türklüğün yokedilmesinin önünde hiçbir engel kalmamış olacaktır.

Şemdinli’den nerelere açıldık?

Şemdinli’deki olaylar Batı ve İsrail istihbarat teşkilatlarının düzenlediklerinin açık kanıtları var. Pkk bölge sorumlusu bir profesyonel terörist olan (… Ki, geçmişte vâki Şemdinli baskınına öncülük etmekten 12 yıl hapiste kalmıştır) Seferi Yılmaz’ın, o zaman içinde bir tek kitabın bulunmadığı “kitapçı dükkanı(!) gerçekte bir Pkk karargahıdır ve Batılı istihbarat ajanlarının da yerli işbirlikçileriyle buluşma yeridir. Olaylarda ilk hedef jandarma ve polis merkezlerini yakıp yıkmak, güvenlik güçlerini linç etmekti. Bunu başarabilselerdi devamında aynısını Yüksekova’da da (ertesi gün denediler) gerçekleştirip devletin büyük çaplı operasyona girişmesini sağlayacak, sonra da “T.C. Kürt soykırımına başladı!” diyeceklerdi.

Mesela o gün Yüksekova’da üç ölü vardı. İkisi PKK’lıydı, ama “Mengeş” soyadı taşıyan terörist değildi. Aksine Pkk’nın hedefi bir ailenin çocuğuydu. Kendileri öldürdüler, ertesi gün de Pkk çaputlarına sarıp cenazesini kaldırdılar. … Ve tabii nazarlarınızdan kaçmamıştır.

Şemdinli’deki başkaldırının başlamasından sadece 2 dakika sonra Pkk’nın Roj TV’si Danimarka’dan canlı yayına geçmiştir. Bir TV’nin teknik ve fiziki olarak 2 dakikada canlı yayına geçirilmesi mümkün olmadığına göre, olayların Batı ve İsrail istihbaratlarının Pkk işbirliğiyle, yani yine Pkk’yı kullanarak gerçekleştirdikleri bir eylem olduğu apaçık ortadadır. Gariptir ki, bu organizasyonun baş maşası Seferi Yılmaz nam terörist suçlanmamış; eşini ve çocuğunu kendisini linçten kurtarmaya çalışan güvenlik görevlileri suçlanıp tutuklanmıştır!… …. Ve derhal ezici kısmı Türk’ün elinde olmayan, merhum Attila İlhan’ın deyimiyle “Türk olmayan” medya PKK ağzıyla baykuş gibi öttürülmüştür. Yok “derin devletin işiymiş” yok “yeni bir Yüksekova çetesiymiş” yok “Susurluk” muş… Demediklerini bırakmadılar ve hala aynı mavalları okuyorlar! İşin garibi, ülkemizin seçim sisteminin azizliğiyle seçilmiş Başbakanı RTE ve hükümetinin, bu denli vahamet arzeden olaylar karşısındaki vurdumduymaz bir tavırla bu olayların, varlığımızın teminatı, tek ve son güvencemiz olan ordumuz aleyhine kullanılmasına alabildiğine müsamahakar davranmasıdır. Neymiş efendim; meclis ve yargı yıpratılmamalıydım! Meclis’in yerine konulacak başka meclis yokmuş! İyi de kardeşim, bu ordu olmasa bu meclisin esamisi okunur mu? Bu ordu olmasa bu devlet, bu ülke yine var olabilir mi? Sen, ben var kalabilir miyiz?

Ortada, Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın kafa karıştırıcı bir dizi olaylardan söz eden iddianamesi var. Bunu nasıl yorumlayacaksınız?

Van Savcısı F. Sarıkaya’nın iddianamesindeki özellikle başta Kara Kuvvetleri Komutanımız Sayın Yaşar Büyükanıt olmak üzere ordu mensuplarımıza yönelik suçlamalarında hukuki boyut arayanlar hukukbilmezlikten kaynaklanan ve duyumlarla yetinen bir saflığa sahip değillerse eğer, küresel evanjelist emperyalizmin papağanı konumundadırlar. Savcı Sarıkaya yakın bir zamanda devlet memurluğundan istifa edip serbest avukatlığa başlarsa, kimse şaşırmamalıdır. Böyle bir karar verir ve bürosunu da Van, Diyarbakır, Ankara ve İstanbul illerimizden birinde açarsa, müvekkil listesinin özellikle Pkk yandaşları ve finansörlerinden ve eroincilerden oluşacağından kimsenin şüphesi olmasın! Çünkü, tam bir garabetleri bütünü olan iddianamesiyle bölücü teröre ve destekçisi devletlere arayıp da bulamadıkları kadar bol malzeme vermiştir. Onların karanlık odalardaki kurgularına (kimbilir belki de bilmeyerek?!) hizmet etmiştir.

-Nasıl yani?

Batı emperyalizminin önce susturmayı, sonra da nifak sokup yıkmayı hedeflediği en önemli kurumumuz ordumuzdur. Bunu başarabilmek için de, Yahudi Soros destekli, ABD ve Vatikan casusu “hocaefendi” namıyla maruf bir “sarıklı kardinal”ın öncülüğündeki siyasal dincilerle, sabatayistlerin ittifakı devreye sokulmuştur. Maske “AB kriterlerine uyum” safsatasıdır. Haçlıların, Türk ordusunun ve kuvvet komutanlarının başlarında kendilerince uydurdukları tabirle “AB medeniyet projesi”ne ve açılımı “Büyük İsrail”den başka bir şey olmayan BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)’a uyumlu “dilsiz ve dişsiz” generaller görmek istiyorlar. “AB’ye girmek için egemenliğimizin bir kısmından feragat etmek Atatürkçülüğe aykırı olmaz” gibisinden nutuklar çığıran generalden istiyorlar.

Bu anlamda siyasal dinci / sabatayist ittifakının Sayın Yaşar Büyükanıt’ı hedef alması asla “tesadüfi” değildir. Ordumuzun hiyerarşisinde gedik açmak istemektedirler. Devamında da her Ağustos ayında gerçekleşen komutan atamalarına müdahaleye yelteneceklerdir.

-Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın iddialarına dayanak gösterdiği Mehmet Ali Altındağ kimdir ve orduyu, devleti pervasızca suçlamaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Mehmet Ali Altındağ’ı en iyi tanıyanlardan olduğumu söyleyebilirim. “Yüksekova Çetesi” davalarının iki dosyası Diyarbakır DGM’de görülüyordu ve ben de sanıkların çoğunun gönüllü vekiliydim. Dava, niteliği ve niceliği itibariyle yerel ve ulusal basının ilgi odağıydı. Mehmet Ali Altındağ’ın sahibi olduğu Söz Gazetesi ve Söz TV de davanın içeriğine ve bu çerçevede benim demeçlerime yer veriyordu. Karşı tarafı Pkk olan bu davalardaki savunmalarım hakkında bilgi edinmiş. Benimle tanışıp avukatlığını yapmamı istiyormuş. Diyarbakır Havaalanı’na indiğim bir gün yanıma gelip kendini tanıttı. O da Ankara’ya uçuyormuş. “Benimle uzunca görüşmek istediğini, iki gün sonra döneceğini, kendisi gelene kadar “Diyarbakır’dan ayrılmamamı” rica etti. Ben de kendisi hakkında “devlet yanlısı” olmaklığı ve gazetesinde, televizyonunda (Söz Gzt / TV) kendisini “Araştırmacı gazeteci yazar M. Ali Altındağ” olarak tanıtmasıyla sınırlı bilgi sahibiydim. M.A. Altındağ’ın benimle tanışmak, beni avukatı tayin etmek istemesinde normal olmayan bir şey yoktu. Zira o da nihayetinde devlet yanlısı olarak bilinen, öyle tanıtılan birisiydi.

Dediği günde Diyarbakır’a döndü ve korumalarını gönderip beni kalmakta olduğum polisevinden aldırdı. Sade olduğu kadar iyi malzemelerle döşenmiş bir yazıhanesi vardı. İlk dikkatimi çeken şey 10-15 tane yaldızlı ciltli dini kitap ve duvarda asılı büyücek bir Said-i Nursî fotoğrafıydı. Karşılıklı çaylarımızı yudumlarken ona şunları söylediğimi hatırlıyorum:

“Mehmet Ali Bey! Ben sizi devlet yanlısı olarak duydum. İnanıyorum ki, öylesinizdir.

Nitekim devlet de size en büyük ihaleleri vererek desteğinizin karşılığını fazlasıyla vermiş. Ama görüyorum ki, siz yazıhanenize kazandığımız katrilyonları dahil her şeyinizi borçlu olduğunuz Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün değil, bu kutlu cumhuriyete bakış açısı tartışmak Said-i Nursi’nin resmini asmışsınız. Ne zaman ki işyerlerinize Atatürk resimleri asarsanız, o zaman sizin avukatlığınızı üstlenirim”.

Biraz şaşırmıştı. Benim kendisini savunmamı istediği davalarında, “karşı tarafın pkk olduğunu, bu davalarına özellikle benim girmemi istediğini” söyledi ve yazıhanesi de dahil olmak üzere bütün işyerlerine Atatürk resmi asacağına dair söz verdi.

O bu konuda sözünü tuttu, ben de vekilliğini kabul ettim. Gazetesi “Söz”de kendi adıyla çıkan yazıları kesinlikle başkası yazıyordu. Zaten bir makale yazabilecek bilgi ve kültüre sahip biri değildi. Sık sık bir araya gelip “derin” sohbetlerde bulunurduk. Devletin istihbarat birimleri de kendisini sıkça ziyaret ederdi. Buna birkaç kez şahit oldum. Kendisi hakkındaki en önemli tesbitim şudur: M. Ali Altındağ; dostluğu, arkadaşlığı, siyasi çizgisi iş ve özellikle ihale ilişkileriyle paralellik gösteren, bir gün ak dediğini ertesi gün karalamakta beis görmeyen kendisinden başka “bilgin” tanımayan, kendisine engel olmaya, çıkarlarına dokunmaya kalkan herkesi, velev ki en yakın bile olsa ezmekten çekinmeyecek karakterde birisidir.

Sohbetlerimizde konu açıldığında Hizbullah örgütü hakkındaki “pkk’dan farkları yok” şeklindeki açıklamalarıma sessiz kalırdı. Hizbullah aleyhine konuşmamaya özen gösterirdi. Mesela Diyarbakır’da devlet yanlısı bir üniversite hocası belediye başkanıydı ve O’nu gazetesinde, TV’sinde sık sık överdi. İyi dost idiler. Seçimler yaklaştığında adamı hedef edindi. Hadep’ten Av. Feridun Çelik seçimi kazanınca kendisiyle yakınlaşabilmenin yollarını aramaya başladı. Şaşkına dönüyordum. Bir seferinde vali yardımcılarından biriyle dalaşmıştı. Gidip o bürokratımızla bizzat görüştüm.

“Mehmet Ali Altındağ’ın kendisinden yasal olmayan isteklerde bulunduğunu, yapılmayınca da kendilerini karalama yoluna gittiğini” örnekler vererek anlattı. Yani, M. Ali Altındağ’ı her geçen gün biraz daha tanıyordum.

-Oğullarının devlet tarafından öldürülmüş olabileceği iddialarına ne diyeceksiniz?

Oğullarından ikisiyle tanıştım Lice yolunda trafik kazasında ölen Emin çok aklı başında biriydi. Babasının Gazete ve TV’sini oyuncak silah gibi kullanmasından ciddi rahatsızlık duyuyordu. “Bizi devletin her kademesiyle kavga ettiriyor. Bir çok bürokratın yüzüne bakamaz olduk” dediydi bir keresinde. Sonradan öğrendim, babasına TV ve Gazete’ye (Söz Gzt / TV) girmeyi yayın politikasına karışmayı yasak etmişti. Bu durumu TV çalışanları da doğruladılar. Bunun onları artık iyi tanıdığım M. Ali Altındağ için “sudan çıkmış balığa dönmek” ti.

Diğer oğlunu Abant’ta satın aldığı otelin başına göndermişti. O da trafik kazası geçirip öldü. Telefon açıp taziye verdim.

Ankara’daki yazıhanesinin başındaki oğluyla bir kez telefonla da görüşmüştüm. O da babasının bir çok bürokratla kavgalara girişmesinden şikayetçiydi. İlk ölen oğlu Emin için kendisine başsağlığı ziyaretinde bulundum. Oğlunu “devletin öldürdüğünü” ima eden söylemlerde bulundu. Şiddetle karşı çıktım. Onun bu mesnetsiz iddiasından duyduğum rahatsızlıkla aklıma ilk gelen soru şu olmuştur: “Kendisini Söz Gzt / TV’ye sokmadığı, yayın politikasından da el çektirdiği” dolayısıyla M. Ali Altındağ’ın “yaşama sebebi”ni elinden alıp sudan çıkmış balığa döndürdüğü için oğlu Emin’i kendisi öldürtmüş olabilir miydi?”.

Evet, Altındağ’ın “oğullarını devletin öldürttüğü” iddiasını “ihtimal dahilinde (!)” görenler, bu ihtimali de yabana atmamalıdırlar.

-Oğullarının pkk’ya yardım /yataklık ettikleri iddiasıyla gözaltına alınmaları konusunda bilginiz var mı?

Oğullarının pkk’ya yardım/yataklıktan gözaltına alınmaları tamamen (bir sahte itirafçıyı kullanarak) zamanın DGM Başsavcısı Nihat Çakar’ın bir girişimiydi. Ama tutmadı. Nitekim kısa sürede serbest kaldılar. Sonra o itirafçı M. Ali Altındağ’ın yazıhanesine gelip çok şeyler anlatmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam M. Ali Altındağ o itirafçının sesini banda almış veya bu konuda nasıl kullanıldığını el yazısıyla anlatmıştı?! O da itirafçıdan elde ettiği bilgileri Başsavcı Nihat Çakar aleyhine kullanma gayretindeydi?! O günlerde ben avukatlığını bıraktım. Sonuç ne oldu bilmiyorum.

-Avukatlığını neden bıraktınız?

Kendisi benim şartlarıma uymadı. Mesela hiçbir şekilde benim savunma tarzıma karışmayacaktı; öyle anlaşmıştık. Ancak, her duruşmada veya durumdan sonra işime müdahaleye kalkışıyordu. Ben, iş makinalarını yakan teröristleri mahkum ettirmeye çalışırken, o bu eylemin azmettiricisi olarak Ali İhsan Kaya adlı bir müteahhidi göstermemi istiyordu. Mahkemede bu iddiayı ileri sürebilmek için belge lazım. Belgesi nerde? Yok! Sonra öğrendim ki, ihale yarışına girdiği biriymiş Ali İhsan Kaya. Bu yüzden kavgalılarmış. İşin garibi akrabalarmış… Bu hadiseden sonra “avukatlığını yapamayacağımı” söyledim ve kendisine Ankara Barosu’ndan Levent adlı emekli binbaşı bir avukatı tavsiye ettim. Halen de avukatımıdır bilmiyorum, ama Levent Bey bana “Ankara’daki oğluyla muhatap olduğum için sorun çıkmıyor” demişti.

-Mehmet Ali Altındağ’ın daha büyük bir iddiası var. “Gaffar Okkan’ı, askerler öldürdü” diyor?!. Sizce elinde bir kanıt varda mı konuşuyor?

Mehmet Ali Altındağ’ın konuşması için elinde bir kanıt olması gerekmez. O, aklına ve işine geleni konuşabilecek biridir. Gaffar Okkan Diyarbakır’a atandığında ben oradaydım. Ondan önce Sayın Yavuz Elbirler, Emn. Md. İdi. Kendisi ile Muğla Emn. Müdürlüğü zamanında tanışmıştık. “Adam gibi adam”dı ve mükemmel bir müdürdü. Bölücülere nefes aldırmıyordu. Gittiklerimde polisevinde kalırdım ve benim güvenliğime özel hassasiyet gösterirdi. Niçin görevden alındığına, neden hala “kızak” ta tutulduğuna bir anlam verememişimdir. Tabii çok başarılı olduğu için “kızağa” alındığına dair kanaatimi kendime saklamam lazım; çünkü, buna kimseyi inandıramam!

En son Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü görevini fevkalade bir başarıyla yürütürken, pkk’lı Belediye Başkanı Osman Baydemir’in ve O.Baydemir’in çok iyi anlaştığı”AB’ci demokrat” dostu Diyarbakır Valisi Efgan Ala’nın husumetlerine, hışımlarına maruz kalması üzerine Çanakkale’ye atanan mükemmel insan Orhan Okur Bey’in nelerle karşı karşıya kaldığını, halen hakkını nasıl mahkemelerde aradığını örnek versem… O da olmaz! Yine kimseyi inandıramam. En iyisi biz konumuza dönelim.

Evet! Gaffar Okkan Diyarbakır’a atandığı “Yüksekova Çetesi” oldukları iddiasıyla tutuklu yargılanan üç özel hareket polisinin de avukatı idim ve polisevinde kalıyordum. Konu ile ilgili bilgi edinmiş. İlk karşılaşmamız Emniyet Müdürlüğü girişinde oldu. Yanında yardımcıları ve İstihbarat Müdürü

Ahmet Özban vardı. Aramızdaki bu ilk diyalog aynen şöyleydi:

-Bizim çocukların avukatı sen misin?

Evet benim! Yeni görevimiz hayırlı olsun.

-Durumları nasıl? Bir şeye ihtiyaçları var mı?

Durumları çok kötü Müdür Bey! Suçsuz tutuklulukları bir yana, ailelerinin maddi gücü SIFIR noktasında. Birinin ailesi Adana’dan birinin ki Edirne’den, diğerininki Erzurum’dan gelip gidiyorlar.

-Bizim Polis Yardım Derneği’nin iyi geliri var, sana para verelim onlara götür?!

Bana para vermenize gerek yok. Gaffar Bey! İşte size ailelerinin adres ve telefonları ve çocukların koğuş numaraları. Para vereceksiniz bizzat kendilerine gönderin…

-Peki?!

Teşekkürler…

Gaffar Okkan’ın bu söylemleri etrafındakilere gösteriden ibaret kaldı. Bir iki kez daha hatırlatmama rağmen ne cezaevindeki polislere ne de maddi güçleri tükenik ailelerine 5 kuruş yardım yapmadığı gibi, arada bir polisevinde kalan bu mağdur ailelerden yatak / yemek ücreti de aldırdı.

Gaffar Okkan Diyarbakır’a gelir gelmez GAP TV’de ve yerel TV’lerde soruları önceden ellerine verilmiş sunucularla (dolayısıyla cevaplarını baştan hazırladığı) bolca programlara çıkıp adeta “şov” yapıyordu. Diyarbakırspor’a da el atınca artık “özel imalat röportaj”lar yapmasına da gerek kalmamıştı. Yardımcıları boş masalarda oturuyordu; çünkü imza yetkilerini bile ellerinden almıştı. Dokunamadığı, kontrolüne alamadığı tek kişi istihbarat Şb. Md. Ahmet Özban’dı. Ama sonunda O’nu da bıktırmış olmalı ki, tayinini istemek zorunda kalmış ve Ankara’ya tayin edilmiş. Yani Gaffar Okkan kısa sürede Diyarbakır’ın siyasi atmosferine hakim Hadep taraftarı kitlelerin “Baba Gaffar”ı olmuştu.

Hele bir de “misafir futbol takımlarını ve hakemleri tehdit ederek Diyarbakırspor’a maçlar kazandırdığı (?!)” ve “zanlılara iyi davranmadığı” iddia edilen her polisini açığa aldığı” halk arasında adeta bir “inanç” olarak yerleşince Gaffar Okkan artık “Ben Gaffar Okkan / Var mı bana yan bakan!” havalarına girmişti. Hem, bazı sahte itirafçılara ve pkk yanlısı bazı avukatlara itibar etmesi, hem de devlet güçlerinin ve şehit ailelerinin vekili olduğum halde bana husumet beslemesi (niyeyse?) ile bilinen DGM Başsavcısı Nihat Çakar’la aralarından su sızmıyordu. Aynı Gaffar Okkan’ın Nihat Çakar’la sürekli dalaşan Mehmet Ali Altındağ’la da çok iyi ilişkileri vardı.

Okkan’ın M. Ali Altındağ’a tek kızgınlığı benim yüzümden vaki olmuştu. O da, Gaffar’ın beni gecenin saat 23.00’ünde (can güvenliğim olmadığını bile bile) beni polisevinden attırması, bununla da kalmayıp ayrı bir binadaki Asayiş Şb.nin toplantı salonunda 1500 polise hitaben; “O uzun saçlı avukata selam vereni bile açığa alırım” demiş olmasına rağmen M. Ali Altındağ’ın korumalarını gönderip beni tesislerine getirtmesi otelinde misafir etmesi idi. Gaffar Okkan, Altındağ’ın Söz Gazetesi’ne 4-5 Başyazı yazmandan da ciddi rahatsız olmuş. İşin ilgi çekici yanı, ilki Atamızın “Ne mutlu Türk’üm diyene” özdeyişiyle biten bu toplam 4-5 makaleden ibaret yazılarımdan pkk ve Hizbullah terör örgütleri şiddetle rahatsız olmuş ve M. Ali Altındağ’ın bana yaptığı “örtülü” açıklamaya göre kendisini tehdit etmişlerdi.

(Yazılarımın terör örgütlerini ve yandaşlarını” delilendirmesi normal bir gelişmeydi. Zira, Kürtler’in Türk soylu olduğunu, aynı Ata’nın (Oğuzhan) çocukları olduğumuzu anlatmıştım yazılarımın birinde. Terör örgütleri Kürtler’in uyanmasını tabii ki istemez! Kürtler, Türk Çınarı’nın dallarından biri olduklarını öğrenirlerse bu emperyalizm uşakları bir anda “tabansız” kalırlar. Biterler… Eh! Şirketlerinden birinin ismi pkk’nın Diyarbakır’a verdiği “Amed” adını taşıdığı için değil belki, ama en azından tehditlerin devamının geleceğinden korktuğu için Mehmet Ali Altındağ’ın da rahatsızlık duymasında bir acayiplik arayamam. İyi de benim “Diyarbakır Söz’e yazmam Gaffar Okkan’ı niçin “delilendiriyor” du?

Beni polisevinden atmasından sonra Valiliğe “Güvenliğimin sağlanması için” dilekçe verdim. Emniyet Müdürlüğüne havale edildi. Gaffar Okkan cevap bile vermedi. Bana karşı takındığı bu tavrın sebebini Vali’ye sordum. OHAL Valisi Merhum Aydın Aslan’a sordum. İkisi de kendisini telefonla aradılar. “Ben Emniyet Müdürüyüm, istediğimi yaparım; hesap da vermem” demiş. Rahmetli Aydın Aslan, Gaffar’ın bu cevabı karşısında çok sinirlenmiş, “Gaffar Bey! Ben de OHAL Valisiyim, ama her keyfim istediğini yapma hakkına sahip değilim!” cevabını vermişti. Bu hadiseden sonra merhum Aydın Aslan’ın Gaffar Okkan’la hep soğuk kaldığını OHAL Bölge Valiliği Sekreteri Hamdi Er Beyefendi bana bizzat söylemişti.

Söz açılmışken Okkan’la ilgili iki ilginç(!) anım daha var onları da anlatmak isterim.

-Peki dinleyelim o zaman. Ben de merak etmeye başladım?

Diyarbakır kadrosundan bir müdür, Ercincan İl. Emn. Md. Olarak tayin edilmişti. Ankara’ya aynı uçakta uçuyorduk. Tam önümdeki sıradaydı. Eşi hanımefendi de yanındaydı. Sevinçlilerdi tabii ki. Uçak havalandıktan hemen sonra kendisine; “Müdür bey il müdürlüğünüz hayırlı olsun. Sevinmek hakkınız. Ancak ben Gaffar Okkan’dan kurtulduğunuz için mi, il müdürlüğüne atandığınız için mi daha çok sevindiğinizi öğrenmek istiyorum?!”

Kendisi de, eşi hanımefendi de benim nüktemi (“moda” deyimiyle “espri”mi) tebessümle karşıladılar, ama yanımda oturan kişi aniden köpürdü. Benim bu sorum “Gaffar Okkan’a hakaret” miş! Önce cevap vermek istemedim. Fakat “herif” resmen sataşıyor. “Sana ne oluyor kardeşim; ben seninle muhatap değilim” dediysem de laf anlatamadım. Adam sataştıkça sataşıyor. Sinirlendim; “Sen Gaffar Okkan’ın akrabası mısın, avukatı mısın?” dedim. Adam ne cevap verse beğenirsiniz?! “Ben Hadep Diyarbakır il 2. başkanıyım! Biz müdürümüze laf söyletmeyiz!” Adını dahi sormadığımı bu kendini bilmez, Esenboğa havaalanı salonuna girene kadar bana sataşmaya devam etti. Gayesi fiziki kavga çıkartmaktı ama ben oyununa gelmedim.

Dahası, çok dahası var. Esas şimdi anlatacaklarıma hayret edeceksiniz. Diyarbakır polis kadrosu (Gaffar Okkan ve Kars’tan getirdiği vefedarları hariç) bana hep sevgiyle, saygıyla yaklaşıyordu. Amiri, müdürü, memuru…hepsi bana ikramlarda bulunmak için adeta yarışıyorlardı. Bir gün müdür yardımcılarından birinin odasına girdim. Yanında 60-65 yaşlarında biri vardı. Bana da yer gösterdi, çay söyledi. Sohbetin koyulaştığı bir anda; “Nedir bu bölücülerin yaptığı? Kimi kimden ayıracaklar? Hem bu Kürtlerin kökeni özbeöz Türk’tür. 24 Oğuz boyundan biri de Kürtlerdir.” Dediydim. O “alicenap” görünümlü zengin giyimli zat birden öfkelendi, yüksek sesle adeta bağırarak; “ Kürtler Türk değildir. Ayrı kökleri, ayrı dilleri, ayrı kültürleri vardır! Bu uydurma iddiaları söyleyemezsiniz!” Sükunetle dinledim. Sözünü bitirince ismini sordum. Yine bağırarak, “Ben A.R.C’yim!” Bu A.R.C’yi sima olarak ilk kez görüyordum, ama gıyabında iyi tanıyordum. Kardeşi İran sınırında bir ilçemizde büyük bir barajın müteahhidiydi. Karun misali zengin ve Ermeni asıllıydı. Pkk’ya maddi yardım yaptıkları ısrarla söylenirdi.

Cevabını gecikmeden yapıştırdım: “A.R bey! Ben ce boşuna sinirleniyorsunuz. Çünki, ben, ‘Ermeniler Türk soyludur’ demedim, ‘Kürtler Türk soyludur’ dedim!”

Odada hava soğumuştu, müdür yardımcısı kardeşimizle el sıkışıp ayrıldım.

Şimdi denilebilir ki, “Ne var bunda? Adam fikrini söylemiş!” İyi de, terör örgütünün tezlerinin ateşli savunucusu bu A.R.C Polis Koruma/Yardım Derneği Başkanı idi ve Gaffar Okkan’ın en iyi dostlarındandı. Nitekim A.R.C’ye cevabımın mükafatını (!) çok gecikmeden aldım(!) Bir sonraki Diyarbakır’a gelişimde polisevi idaresine Gaffar Okkan tarafından verilen emir bana tebliğ edildi: “Avukat Fuat Turgut polisevinde kalamaz, polisevine giremez!”

Şimdi sıra geldi en dehşet verici olanına.

Terör ve istihbarat şube elemanları bir pkk ayakçısını (yardım, yatakçı) takibe alıyorlar. Bu ayak takımından ayakçı “ciğerci” diye bilinen kişidir. Dört görevli polis takiplerinin seyri içerisinde ciğerci ile ahbaplık kurarlar. Canları istemese de güya ciğer yemeye gitmektir bahaneleri!

…Ve nihayet bu adamı gözaltına alma zamanı gelir çatar. Oturup dört porsiyon ciğer söylerler. Aralarından biri diğer arkadaşlarına, “İlçelerden birine atanmak için dilekçe vermiştim ama hala bir cevap alamadım” der. Bunu o anda bir servis yapan pkk ayakçısı ciğerci duyar. “Abe, sen ilçeye mi getmağ istiyorsun?” diye sorar. “Evet” cevabını alınca hemen cep telefonuna sarılır; “Gaffar baba…yaka/sicil numaralı polis gardaşımız ilçeye atanmağ içun dilekçe vermiş. Daha cevap vermemişsin. Bu eyi çocuğdur baba, yolla getsin!”

…………….???

Ciğerci polise döner ve der ki; “Gardaş get bir saat sonra tayin yazını al…”

Polisler hayretle birbirlerine bakarlar ve içlerinden biri; “Arkadaşlar bu adamı alsak ki ne olur. Ben yarın ilk iş olarak emeklilik dilekçemi vereceğim.

Pkk ayakçısı benim başmüdürüme cep telefonundan ulaşıp polis tayini yaptırıyorsa bu iş burada artık yapılmaz!”

Evet Hüseyin Bey, o polis bu hadisenin ertesi günü emekliliğini ister ve 1999 genel seçimlerinde MHP’den Diyarbakır milletvekili adayı olur. Kendisini en son Pamukkale’de bir turizm tesisinin güvenlik amiri iken görmüştüm.

Anlattıklarınız beni hayretler içerisinde bırakıyor Sayın Turgut?!

Ben olanı söylüyorum. Anlattıklarım ayniyle vakidir. Diyarbakır’da terör örgütü pkk’nın yasal kılıflı uzantısı bir partinin yüzde 50’nin üzerinde oy aldığının ve özellikle bu kesimin Okkan’ı çok sevdiğini birlikte düşünelim.

………………………………………….?!

Bence Kars ve Diyarbakır emniyet müdürlüğü dönemleri iyi araştırılmalıdır. Kızını ABD’de burssuz okutan Okkan’ın şimdi çocuklarının sahibi oldukları menkul ve gayrimenkul miktarı da açıklanmalıdır. Arkasından yapılan spekülasyonların ortadan kalkması için de buna gerek olduğu kanaatindeyim.

En önemlisi de bir sosyolog ortaya çıkıp mahiyetinde çalışan polisler, amirler ve il müdürü olarak görev yaptığı şehirlerdeki halk arasında ayrı bir araştırma yapmalıdır. Ancak o zaman Mehmet Ali Altındağ, ermeni asıllı A.R.C ve pkknın yasal uzantısı Hadepliler tarafından aynı anda niçin çok sevildiği, ama emrindeki personel, daha doğrusu meslektaşlarının ezici çoğunluğu tarafından niçin hiç sevilmediği anlaşılabilir.

Diyarbakır’da, Batman’da, Van’da meydana gelen son olaylara bakışınızı öğrenebilir miyiz?

Şemdinli olaylarının doğal uzantısıdır bu olaylar. Daha büyüklerine de hazır olmalıyız. ABD, AB, Mossad, kuklası, bunlardan maaşlı “aydın” yaftalı “Türkiyeli” soytarıların “derin devlet, Susurluk, Yüksekova çetesi…vb” mavallar okuyarak güvenlik güçlerimizi “ürkekleştirip hareketsizleştirme” operasyonudur. Ve bundan hareketle devamını da getirecekleri başkaldırı idmanlarıdır!

Terörle Mücadele yasalarını AB emriyle yetersizleştirenler utansın! Şehirlerimiz, ilçelerimiz teröristlerce işgal ediliyor, yakılıp yıkılıyor; Batman ve Diyarbakırımızın belediye başkanlığı makamlarındaki pkk papağanı baştahrikçiler hala görevlerinden alınamıyorlar.

Devlete “terörist cenazesi levazımatcılığı” yaptırırsanız sonuç bu olur. İtlaf edilen teröristler bir lağım çukuruna atılmak yerine neden ailelerine teslim edilirler ki?

“Demokrasiymiş, insan haklarıymış!” Onlar demokrasi için, insan hakları için mi dağa çıktılar; yoksa ülkemizi bölmek için mi?

Biraz önce Osman Baydemir’i ve Batman belediye başkanı Hüseyin Kalkan’ı kastederek ‘görevlerinden alınamıyorlar’ dediniz.

Evet.

Alamıyorlar mı, almıyorlar mı?

Alamıyorlartabii ki! Bir dakika bile durmadan istifa etmesi gereken İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu, Osman Baydemir’i görevinden alamaz. Kendisi Diyarbakırlıdır ve her kesimle, özellikle de Mehmet Ali Altındağ ve Osman Baydemir gibi şehrin “en güçlüleri”yle çok özel dostlukları vardır. Bu yüzden Bakan Aksu, buna cesaret edemez. Ola ki böyle bir “delilik” yaparsa pkklılar onu da Sayın Hikmet Çetin’i olduğu gibi “kürt düşmanı hain” ilan ederler. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim; Başbakan RTE de Bakan Aksu’yu görevden alamaz. Çünki Bakan Aksu o zaman koltuğunun altında tuttuğu yolsuzluk dosyalarının, dilinin altında sakladığı çok özel bilgileri kamu oyuna açıklar. Bu da RTE ve danışmanları, sırdaşları Cüneyt Zapsu, Mir Mehmet Dengir Fırat vb. nin işine gelmez.

Bunları nereden biliyorsunuz, veya şöyle sorayım bundan nasıl emin olabilirsiniz?

Ankara kulislerine ve onlar hakkında yazılıp çizilenlerin “satır araları”na dikkat kesilirseniz bunları siz de öğrenebilirsiniz.

Bu kadar kolay mı bunları öğrenebilmek, bu bilgileri alabilmek?

Çok da zor değil.

Çok ilginç! Dönelim. Peki polisevinden atılınca size kimler sahip çıktı?

Polisler Gaffar Okkan’ın bu yöndeki emrinden dolayı “açığa alınma” korkusuyla benden uzak duruyorlardı. O günlerde, Gaffar Okkan’ın emrine rağmen, “Sen bize sahip çıkan istisna bir avukatsın. Gaffar istemiyor diye seni yalnız bırakacak değiliz” deyip bana odasında çay ısmarladığı ve beni VIP’ten geçirdiği için Havaalanı Emn. Amiri Yıldırım Bey’i derhal pasaport Şb. ‘ye atamıştı.

Orda da bırakmamış başka şb.lere sürmüş. Bunun üzerine o da tayin isteyip Gaffar Okkan’dan, afedersiniz Diyarbakır’dan “kaçmış!” Emn. Md. Olarak Didim’e atanmış. Oradan da emekli olmuş… Avukatlığını bıraktığım halde M. Ali Altındağ bana hep “yakın” durdu. O’nun tesislerinde kalıyordum, duruşmalara gittiklerimde.

Hiç unutmam,bir gidişimde beni havaalanında dört subay karşıladı. Jandarma istihbarattanlarmış. Bundan böyle her gelişimde beni koruyacaklarını söylediler. Sebebini sordum, cevap alamadım. “pkk veya Hizbullah’ın bana karşı bir eylem planımı var?” şeklindeki soruma da “Hayır!” demekle yetindiler. Beni adliye içinde, dışında, kalmakta olduğum Altındağ Tesislerinde çok sıkı korudular.

Komutanları Yüzbaşı Z. İle sık sık görüşürdük. Devlet / millet aşkıyla her çileyi çekmiş, Kuzey Irak, Yüksekova, Hakkari dahil yıllarca dağ taş gezip Diyarbakır’a gelmiş. Eski bir arabasından başka bir mal varlığı olmadığını söylediydi. “Yüksekova’da, Hakkari’de, Van’da çok iğrenç rüşvet teklifleriyle karşılaştım. Bu türden teklifleri yapmaya cüret edenlerin hepsini pişman ettim. Allah’ın beni paraya imtihanından yüzüm ak, alnım açık çıktım çok şükür…” dediğinde samimiyetini, safiyetini ve duyduğu gururu yüzünden okuyabiliyordum. Sonra Ankara Güvercinlik’e atanıp binbaşı rütbesiyle emekli olmuş bu “kellesi koltuğunda” yiğit komutan Z. Şimdi rastlayası olsak beni o denli sıkı korumalarının sebebini söyler mi bilmiyorum. Z’nin mesai arkadaşı “Binbaşı” ile İmralı’da karşılaştık. Daha doğrusu o beni tanıdı. Rütbesiz er kıyafetliydi. Aynı şeyi O’na da sordum, ama o da ketum davrandı.

-Anlatmanızdan anladığım kadarıyla kime karşı sıkı korunduğunuz konusunda en azından bir tahmininiz, hatta bilginiz, var gibi…?

Ayrıntı bilmiyorum. Ancak, bana suikast yapmayı planladığından şüphe ettiğim “adres” doğruysa eğer, hesabını Yüce Allah’a verecektir. Ben Yüce Allah’a havale ettim. Zaten artık böyle bir emri bir daha verebilecek “konum”da değil…

-Devletin yönetimine sızmış devlet düşmanları mı var demek istiyorsunuz?

Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Ülkemizin içine itildiği ağır sorunların düğüm noktası da buradadır. Dünyada 200 civarında devlet var. Herhalde bu devletlerden hiçbirisi kuruluş ve işleyiş yasalarına, kendisini var kılan asli unsura düşman olduğu besbelli kişilere yönetimde yer vermez! Muhtemelen kendi düşmanlarına bütün kademelerinde idari görev veren tek devlet Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir…

Ermeni Terör örgütü katiller güruhu pkk’nın başı Apo’yla kuryeleri aracılığıyla “sıcak temas” kuran bu acımasız katile ve Kuzey Irak’ın Türk düşmanı iki dağ eşkiyası Yahudi asıllı Barzani ve Sorani / Fars asıllı Talabani’ye hoş görünmek adına ülkemizi Federasyona geriletmek (Yugoslavya örneğini düşünün) isteyen bir kişinin Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı makamlarını işgal etmesine sabır gösteren bir devletin Türkiye Cumhuriyeti!..

Turgut Özal’dan mı söz ediyorsunuz?

Tabii ki Turgut Özal’ı kastediyorum. Sadece bu mu? “AB’nin yolunun Diyarbakır’dan geçtiğini” sözüm ona bir “fikir (!) olarak irat edip gerçekte pkk’yı dirilten “işaret”i veren şimdilik “Yüce Divan”lık (bence “İstiklal Mahkemelik” olmalı!) Sonya torunu Mesut Yılmaz’ı Kültür Bakanı, Dışişleri Bakanı, Başbakan olarak kabullenen bir devlettir bizim devletimiz!..

PKK sürülerine sempatizanlarına “dokundu” diye polisini “ezen/ezdiren”; pkk milisi “ciğerci” ye polislerden kesilen paralarla ciğerci dükkanı / lokantası açtıran; Apo’nun övgüsüne mahzar olmuş, Hadep’lilerin “derin bir aşkla” sevdikleri, onların “Baba”lığını yapar olmuş birini Emniyet Müdürlüğü makamına getiren Türkiye Cumhuriyeti bunları yapmakla, bunlara seyirci kalmakla kendi kuyusunu kazmış olmuyor mu? Daha yüzlerce örnek verebilirim bunlar gibi…

İşte!

Türkiye Cumhuriyeti’nin Yüce Başbuğ’u Atatürk’ümüze ve O’nun ilke ve devrimlerine her fırsatta ağzına geleni söylemişlerden oldukları halde her nasılsa “seçilip” başımıza geçmediler mi? “Türk olmaktan Allah’a sığınırım…”, “Benim babam Kürt, annem Arap; ben neyim?”, “Türk’üz demiyelim, Türkiyeliyiz diyelim…” “Türkler de bu ülkedeki etnik guruplardan sadece birisidir!”. “Türkiye’nin Türkler’e ait olduğunu” söylemek yanlıştır!” vb. söylemleriyle beynimizi patlatmaya, milli bilincimizi “iğdiş” etmeye kalkışan; kendilerini düşünce ve bilinç açısından “Ne Mutlu Türk’üm!” zeminine oturtamamış kişiler halen bakanlık, başbakanlık makamlarında değil mi?

Düşünün; “Ben Fransız değilim, FRANSALIYIM!” “Ben Alman değilim, ALMANYALIYIM!” diyen birini Fransız, Alman devletleri “üst düzey yönetici” yapar mı?

Almanya’yı Fransa’yı böleceklerini bas bas bağıranları Belediye Başkanı, bakan… olarak tutar mı Alman ve Fransız devletleri?

Bizim devletimiz Osman Baydemir vb. pkk borazanlarına güç yetiremez olmuşsa, hangi sorunu çözebilecektir?

-Mehmet Ali Altındağ’ın Gaffar Okkan’ı askerlerin öldürdüğüne dair iddiasına cevap vermediniz?

Mehmet Ali Altındağ’a bu dehşet iddiasını ispat hakkı verilmelidir. Cumhuriyeti korumakla görevli savcılarımız ondan bu hakkı esirgememelidir!

Mehmet Ali Altındağ; devlet yanlısı görünerek milyarlarca dolarlık ihalelerini aldığı devletimizin koruyucusu, varlığımızın birliğimizin tek güvencesi şerefli ordumuza çamur atmadan önce; sigortalarını ödemeden asgari ücretin yarısına çalıştırdığı için mahkemelik olduğu binlerce gariban işçisinin haklarını ödesin!..

…Ve artık “gelen ağam, giden paşam” politikasını bırakıp herkesten çok nemalandığı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının değişmez / değiştirilemez maddelerine bağlılığını bildirsin! TV’sini, gazetesini buna göre şekillendirsin!

Birileri çıkıp Altındağ’a; “Kıblesiz”liği bırak, ne olduğunu açık söyle?!” demelidir!… “İslam’ın 6. şartı”nın “haddini bilmek” olduğu artık kendisine “son kez” hatırlatılmalıdır!… Ve musluklarının nereye aktığı ciddiyetle tespit edilip gereği neyse icra edilmelidir!..

-Sizce Doğu ve Güneydoğu’da bir “Kürt sorunu” var mıdır? Varsa…

Türkiye’nin bir Kürt sorunu yoktur. Kim “Vardır” diyorsa, bilin ki, onun (şuur altında, beyninde açıkça söyleyemediği) Türklük’le sorunu vardır!…

Kürt kim? Oğuz Türkleri’nin bir kolu.. Kökümüz, kültürümüz, özümüz, sözümüz, inançlarımız bir. 1938 sonrası yöneticilerimizin de ağır ihmalleriyle halen Arapça, Farsça, Türkçe kelime yığınından oluşan; “millet dili” diyebilmeniz bilimsel açıdan mümkün olmayan sonradan oluşma ve kaybolup gitmeye mahkum bölgesel bir dil konuşuyorlar diye, bir kısmı düşman devletlerin istihbarat örgütlerince “mankurt” laştırıldı diye bu insanları “bizden” saymamalı mıyız? “Sen ayrı millet oldun, al sana toprak” mı demeliyiz?

Hayır! Bin defa hayır! Hiçbir Türk, soy itibariyle bir Kürt’ten daha fazla Türk değildir. Ciddi bir Milli Eğitim Milli kültür politikasıyla bu kandaşlarımızı asıllarına döndürmeliyiz. Nitekim bu inanca sahip milyonlarca Doğulu / Güneydoğulu Türk olduklarına zaten inanmaktadır. Kürt sorunu yoktur. Türkiye’ye sorun yapılan “Kürtçülük” belası vardır! Kürtçülük hareketi de Batı ve arkasında gizli Siyonizmin ülkemizin başına sarmaladığı bir zillettir.

Bu zilletin önce içerideki “fide”lerini, sonra dışarıdaki “kök”lerini kurutmamız lazımdır. Bölücülük nam zehirli yılanın yuvası Batı’dır. AB’dir, ABD’dir, İsrail’dir. Derhal Gümrük Birliği’nden, AB’den çekilmezsek; yani “düşmanla aynı yatakta kalmaktan” vazgeçmezsek, daha çok çekeceğimiz vardır. Sonucunda Türkiye’nin 5 parçaya bölünmesini istemiyorsak eğer; “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” diye haykırmalı, uyanmamakta direnenleri uyandırmalıyız! Unutmamak lazım ki; milli marşı “KORKMA!…! diye başlayıp “İSTİKLAL!…” diye biten tek millet biziz! Biz, dünyadaki varlığı üçyüz milyona ulaşmış “Büyük Türklük Ailesi”yiz!

Ne Mutlu Türk’üm Diyene!..

PKK DOSYASI /// NEVAL KAÇAR : PKK- El Kaide Sarmalı

PKK- El Kaide Sarmalı

IMF’nin talimatı ile Türkiye’de ne var yok “özelleştirilmeye” başlanıp, birde “babalar gibi satılma “dolayısı ile ortalık toz duman oldu. Kitler zarar ediyor diye “ yabancılara pazarlanırken “stratejik” olanlarda (PTT) gibi çoktan el değiştirdi. Ülkenin “ekonomisi” ve ”para piyasası” IMF nin kontrolüne verilecektiyse “ Maliye Bakanı” na ne gerek vardır?

Ayni hızla bankalarda el değiştirdi. Hatta “devletin elinde bankaya gerek olmadığını” söyleyen siyasiler bile çıktı. Şu an banka piyasasının tamamen yabancılaşmasına birkaç adım kalmıştır. Ülkede ki bankalar, millî olmaktan çıkarsa “o bankaların “ para piyasasını ters yüz etmesini kim engelleyecektir, IMF mi? Derken beklenen oldu. Döviz tavan yaptı kısa sürede.. Neden?

Döviz kurlarındaki dalgalanmanın üç bankanın kurlarla oynamasından kaynaklandığına dikkat çekiliyor. Bu bankalar, yüklü miktarlarda döviz alış ve satışı yaparak kurları istedikleri gibi yönlendiriyor. Hükümet döviz kurlarının daha fazla yükselmesi halinde yabancı bankaları uyarmayı planlıyor.”

Dolar bir aylık süre içinde Türk Lirası karşısında %25 dolayında değer kazanıp ve bu halka ayni oranda fakirleşme olarak yansımış ise, “yabancı bankaları” uyarsan ne olur uyarmasan ne olur? Hem bu uyarı işlemi şimdi değil de “döviz “biraz daha artarsa yapılacakmış. Demek ki IMF talimatı vermiş hükümete: “Dolar şu kadar olana kadar müdahale etmeyin.” Halimiz bu kadar perişan işte. AKP hükümeti “ ekonomiyi düze çıkardı, bu işten anlıyor” diyenler,“Dünya Bankası-IMF” kontrolünde ekonomi olmayacağını bilmezler mi?

Bu üç banka hangileri bu arada? Ve hesabı nasıl sorulacaktır? “Serbest piyasa ekonomisi” söyleminden “Ülkenin babalar gibi pazarlanıp yabancılara peşkeş çekilmesi” ve ekonominin tamamen yabancılara devrini mi anlamalıyız?

“Baş müzakerecimiz” Babacan geçtiğimiz günlerde ; “Piyasalarda ki durum Euro’ya geçince düzelecektir.” Diyordu. Kendi ülkesinin para politikasının düzelmesini ya IMF ya da AB ye bağlayanlarla daha iyi olacağımızı hiç kimse beklemesin. TL yerine Euro’ya geçilirse, “Ortak Pazar” (Gümrük Birliği) garabetinden daha anormal olacağımız da biline.

AB içinde olduğu halde anayasasını ret etmiş ya da ortak para birimine girmemiş ülkeler mevcut iken, Türkiye AB ne girmeden gümrük birliğine girmiş, şimdide ortak para birimine geçmekten bahsediliyor. AB nin sevk-idaresinde dışarıdan bakacaksın, onlar senin ekonomin ve para sisteminde söz sahibi olacaklar. Oldu olacak başşehri de Brüksel yapalım. “Dinler arası diyalog” vesilesi ile öğrendik ki “İslam son din değil” ve “Hıristiyanlık – Yahudilikte” geçerlidir. AB Anayasasında ifade edilen “Hıristiyan-Yahudi kültürüne “ atıfta bulunmayı da , “Minareler süngü” diyen Başbakan Erdoğan tarafından kabul edildi. Olalım Avrupalı geçelim diyeceğim fakat Stratejik ortak bu kadarını istemiyor.

Ne istiyor? Türkiye’nin “Kültürel-ekonomik” olarak iyice çözülüp, AB ye uyum adı altında , “yasal olarak” bölünecek noktaya gelmesini bekliyor. Anadolu toprakları, Amerika ve Avrupa arasında iştahlarını kabartan pay gibi uzanıyor.

Dışarıdan AB-D, içeriden siyasiler, sözde aydın ve yazarlar ile malum noktaya doğru ilerliyoruz.

Bilderberg’e giderek “ Evrenselleşen “yazarlarımızdan Fehmi Koru’nun “Transfer öyküsü” değil fakat “Tele vole” tarzı yazıları, Yeni şafak Gazetesi sitesinin mutena bir köşesinde okuyucular ile buluşuyor “Ben Bilderberg’teyken “ adlı dizide “Çok Gizli ” ibareli bilgiler haliyle yok. Olmayacağını kendisi önceki yazılarında ifade etmişti. Yalan mı söylüyor Taha Kıvanç? Özür dilerim Fehmi Koru. (Ayni gazetede iki kimlikle yazmanın mantığı nedir? Yazar kıtlığı mı çekiyor Yeni şafak gazetesi?)

Durduk yerde Fehmi Koru’ya niye geldik? Hiç aklımızdan çıkmama durumu değil tabi ki konu.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), meslekten ihraç edilen Şemdinli olaylarıyla ilgili iddianameyi hazırlayan Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın, “kararın yeniden incelenmesi” istemini yerinde görmeyerek reddetti. “(AA-27.6.2006)

İşte bu karar üzerine Fehmi Koru’nun bu konuda ki fikri çok ilginçti. “Doğru söylüyorum “tarafsızlığı içinde “Sarıkaya”nın görevden alınmasının yanlışlığını “lafı dolandırarak” anlattı. Bu türün örneklerine göre ;”Sarıkaya ne yapmıştı? Susurluk gibi Şemdinli olaylarını açığa çıkarıyordu? Asker hakkında konuştu diye görevden men etmek, hukuka uygun olur muydu?”

Medyanın ele geçirilmesi, sahte aydınların Batı Stratejilerini “çağdaşlık” diye millete sunmaları ile “yanlış yönlendirilme” oluşmaktadır. Ferhat Sarıkaya üç büyük suç işlemiştir:

1- Türk hukukunda olmayan “suç “tanımını geliştirerek suçlamayı buradan yapmıştır.

2- Büyükanıt’ı mahkemeye sevk edilmesini isteyen suçlama metnini tamamen PKK lıların ifadesini kopyalamak sureti ile oluşturmuştur. .

3- Türk Milletinin vicdanını hiçe saymıştır.

İşte bu sebepten Ferhat Sarıkaya ne yapmıştır, tekrar dönsün ne var sanki diyenler bilsinler ki: “Türk hukukunun yasalarını bilmeyen, tarafsızlık ilkesini Batı Emperyalizminin istekleri ile karıştıran, PKK lıların ifadesini doğru kabul eden “davranışı sebebi ile değil eski görevine dönmek , “avukat” olarak dahi çalıştırılmasının bile Türk Milletine hakaret ve hiçe saymak olduğu bilinmelidir.

Medyada başka bir haber gözümüze çarpıyor, hayli ilginç:

Bir İsrail askerinin Filistinli militanlar tarafından rehin alınmasının ardından İsrail ordusunun teyakkuza geçirilerek Gazze sınırına yığınak yapılması endişelere neden oldu. İsrail hükümetinin Hamas militanlarına verdiği süre azalırken ABD, İsrail’e itidal çağrısında bulundu.

Hemen her gün Filistin kanı döken İsrail “bir Yahudi asker “için savaş mı açacaktır ki?” ABD “ Sakin ol” diyor. Ölmüş askerlerin kemiklerini bulup İsrail’e taşıyan Yahudiler şimdi bir asker için savaş başlatır mı? “Bir Yahudi askeri “ için binlerce Filistinliyi geçmişte olduğu gibi katleder mi?

“İsrail Cumhurbaşkanı Moşe Katsav, Arap ülkeleriyle ilişkileri düzeltmede Türkiye’den yardım istedi.”

. Tam emir eri olduk. Gül İran’a gitti şimdi sıra Tayyip’te . O da Filistin’e gitsin askeri İsrail adına istemeye , “dünya ve bölge barışı için”. Olur, mu olur.

Sırada “El Kaide” var. Hani 11 Eylül’de “ikiz Kulelere” saldırı düzenlediği söylenen El Kaide.Hani “dünya barışını “ tehdit eden “İslami Cihat örgütü”. Hani ABD nin El Kaide’yi bulacağım diye garip Afganlıların başına bomba yağdırıp oradan “Haçlı Kuvvetleri edası” ile Irak’a girmesine vesile olan “İslâmi terör Örgütü!”.Hani Fetullah Gülen’in ABD nin başını ağrıttığı varsayılan her konuda verdiği fetvalardan birisi ile El Kaideyi “terör örgütü “olarak suçlayıp bu vesile ile “ordusu olmayan Müslüman’a cihat farz değildir” dediği “ Amerikan’ın taşeron örgütü El-Kaide.

(Made In Amerika) the El Kaide, Türkiye’yi hedef göstermiş bu arada.. Niçin? “ABD yönetiminin kendisine sadık gruplar yolu ile İslamiyet’i çarpıtması” sebep olarak gösteriliyor.

ABD nin en önemli stratejisi “dost-düşman “ikilemini kendisi kullanarak halkları pasifize etmektir. Burada da onu yapıyor. Yukarıda ki doğru cümle “El kaide” ye söylettirilerek yanlış olduğunun düşünülmesini istiyor, tetiği çekenler:

1- ABD kendine sadık gruplar yolu ile İslamiyet’i çarpıtıyor. “El Kaide’nin iki numaralı ismi Eyman El Zevahiri” (ABD’ye sadık ve İslâm’ı saptıran gruplar hangileri?)

2- Türkiye’deki laik yapıyı eleştirerek, Türkiye’nin de buna örnek teşkil ediyor. “El Kaide’nin iki numaralı ismi Eyman El Zevahiri “.( Laik yapı “ılımlı İslam’ı” mı yeşertmiş? )

3- Türkiye’nin şeriat hükümlerini uygulamaya cesaret edemeyen gruplarca yönetilmesi.” El Kaide’nin iki numaralı ismi Eyman El Zevahiri” ( Minareler süngümüz şiiri ile idare edecek artık El Kaide)

4- Türkiye’nin İsrail’i tanımasına ve ABD üslerine izin vermesi.” El Kaide’nin iki numaralı ismi Eyman El Zevahiri”

“Türkiye, daha önce de El Kaide’nin hedefi olmuştu. İstanbul’da 15 Kasım 2003’te Şişhane’deki Neve Şalom ve Şişli’deki Beth Israel sinagoglarına saldırı düzenlemişti.”

Bir taşla sayısız kuş metodu her zaman ki gibi. “El Kaide” sopasının gösterildiği Türk milleti “olası İran” savaşına ve “olmazsa olmazlarından” taviz vermeye zorlanıyor. “İslami terörist “söylemi ile “Müslüman gönüllere” saldırı yapılıyor. Laik-Anti laik kutuplaşmasının tüm cepheleri “El Kaide” denen soyut örgüt üzerinden geriliyor.

“Aklınızı başınıza toplayın.. Muzaffer ülke ABD nin sözünü dinleyin. Yoksa El Kaide size saldıracak” mesajını akıyoruz bu haberden.

Hem PKK hem de El Kaide “ABD “ nin terör örgütleridir. Dönüşümlü olarak PKK ve El Kaide’yi kullanarak hem İslam coğrafyasını işgal etmiş hem de İsrail’in vurucu gücü olmaya namzet “İsrakürt” ü oluşturarak, enerji merkezinin kontrolünü ele geçirmiştir.

Sırada Ortadoğu’nun Türkiye üzerinden şekillendirilmesi kalmıştır. Türkiye “Model ülke mi” olur? Osmanlı İmparatorluğuna benzer bir sistemle “İslam âleminin“ kontrolü için Genişletilmiş Ortadoğu kurularak, hâlihazırda Amerika’da konuşlanmış olan Fetullah Gülen getirilerek “Hocaların Efendisi” mi yapılır? Rivayet muhtemel.

Yirmi iki yıldır PKK yı kullanarak “İsrakürt” ün haklılık gerekçesini Dünya’ya ilan eden ABD için sırada El Kaide var görünüyor. El Kaide’nin peşindeyiz diye Türkiye’de hangi oyunlar oynanacaktır?

El Kaide üzerinden Türkiye’ye ne yapılmak ya da yaptırılmak isteniyor? Sorularının cevabı, ABD nin kısa vadede ki planlarını ortaya dökmeye yetecektir.

nevalkavcar

ÖZEL BÜRO

PKK DOSYASI : PKK’YI KORUYAN MİT’ÇİLER ! /// 2006 TARİHLİ

ABD’de deşifresi yapılan hard disklerde bazı MİT’çiler hakkında şok iddiar olduğu ileri sürüldü.

PKK’yı koruyan MİT’çiler

İstanbul Beykoz’da 17 Ocak 2000 tarihinde Hizbullah terör örgütü lideri Hüseyin Velioğlu"nun öldürüldüğü, örgüt yöneticileri Edip Gümüş ile Cemal Tutar"ın da sağ yakalandığı operasyonda ele geçirilen tahrip edilmiş hard disklerde çarpıcı iddialar yeralıyor.

Yıllar sonra ABD’de deşifresi yapılan hard disklerde MİT’çi oldukları belirtilen bazı kişilerin bir yandan MİT"e bilgi verirken diğer yandan PKK"lıları korudukları, hatta sakladıkları öne sürülüyor.

Deşifre edilen hard disklerde örgütün "polise çalıştıkları" gerekçesiyle yakalayıp sorguladığı kişilerin verdiği bilgiler doğrultusunda MİT hesabına çalıştığı iddia edilen kişilerle ilgili bilgiler de yer alıyor. Bu bölümde MİT hesabına çalışan bazı kişilerin bir yandan MİT"e bilgi verirken diğer yandan PKK sempatizanlarını ve PKK"ya çalışan kişileri korudukları, hatta sakladıkları iddia ediliyor. Polise çalıştığı gerekçesiyle Hizbullah tarafından sorgulanan A.B. adlı kişi, polis ve MİT"le bağlantısı olan herkesin adını, eşkalini, ev ve işyeri adreslerini ayrıntısıyla veriyor.

A.B"nin sorgusunda, MİT ve polise çalışmalarına rağmen semtlerindeki PKK"lıları koruyanlar ve saklayanlarla ilgili iddialar şöyle:

B.Ç.: PKK’lı olup da MİT’çi olanı var. Kendisi iş olarak hayvan pazarına gidip dilencilik yapıyor. Bununla beraber çalıştım. Tarih 1995"in ikinci ayı falandı. Bu da şu anda MİT"çilik yapıyor ve takıldığı yer ise Saraykapı"dır. Bunun bir kardeşi Saraykapı"da cemaat tarafından vuruldu. O yüzden Müslümanları sevmiyor. Daha önce N. ile B"ye silah sıkan da odur. Hem devlet ile çalışıyor hem de PKK"yı seviyor.”

Muhtar H.Ö: Hz. Süleyman Camii çevresinde MİT"çidir. 35 yaşlarında 1.85 boyunda. Fikri, hem MİT’çidir hem PKK"lıdır. Yalnız Müslümanları, adi suçluları devlete bildiriyor, PKK"yı vermiyor, gerekirse saklıyor bile. Halk ile diyalogu çok iyidir.

K.R.: Ali Paşa çocuğudur. Yaş 28, kilo 80, boy 1.80. fikri devlet ile beraberdir ve PKK"yı seviyor. Hal Turistik Caddesi’nde işyeri vardır.

M.B.: Saraykapı"da esnaftır. Bu çocuk her kesim üzerinde çalışıyor olabilir. İster PKK, ister Hizbullah ve isterse de adi suçlar, hepsini verebilir. Bununla beraber Fırıncı A.B. üzerinde bir sefer çalıştık.

ABD"de çözülen Hizbullah arşivinde, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Sekreteri İbrahim Sarı"nın öldürülmeden önce yapılan sorgusunda verdiği iddia edilen bilgiler de yer alıyor. Sarı iddiaya göre bu sorguda Diyarbakır polisine düzenli bilgi verdiğini, bu gücünü kullanarak çok sayıda kişiyi muhbirliğe zorladığını belirtiyor. Sarı sorguda, Dicle Üniversitesi yönetim kadrosunda yer alan, aralarında bölüm başkanlığı yapanların da bulunduğu 5 profesörün Mason olduğunu, 5 profesörün MİT"e çalıştığını, 7 profesörün ise JİTEM"e bilgi aktardığını belirtiyor.

ÖZEL BÜRO