Aylık arşivler: Şubat 2015

ARAŞTIRMA DOSYASI /// Üç Aşamalı Plan’dan Sonra Otuz Yıl : Yeniden Değerlendirme Zamanı

Yrd. Doç. Dr. Vakur Sümer

ORSAM Danışmanı

Selçuk Üniversitesi

Fırat-Dicle su sisteminin kıyıdaşları arasında (Irak, Suriye ve Türkiye) süren üçlü müzakerelerden birkaç yıl sonra, 1984 yılında, Ortak Teknik Komite (OTK) kapsamında Türk yetkililer tarafından, Fırat-Dicle nehir havzasını diğer kıyıdaşları olan Irak ve Suriye’ye, kapsamlı bir plan olan (Fırat-Dicle Havzası’nda sınıraşan suların tahsisi konusunda belki de şimdiye dek en kapsamlı öneri olan) “Fırat-Dicle Havzası Sınıraşan Sularının Hakça, Akılcı ve Optimum Kullanımı için Üç Aşamalı Plan” ya da kısaca “Üç Aşamalı Plan” adı verilen bir tasarı sunulmuştur. Bugün, önerinin ardından geçen otuz yıldan biraz daha fazla bir süreye rağmen, planın tahmin edilenden çok daha uzun süren bir geçerliliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Fırat ve Dicle nehir havzasının kıyıdaş ülkeleri arasındaki işbirliği çabaları, Irak’ın kalıcı bir OTK oluşturulması talebiyle ivme kazanmıştır. Bu çerçevede, 1980’de kıyıdaşlar arasındaki su sorunlarını çözmek ve –mümkünse- sonlandırmak için bir OTK oluşturulmuştur. İlk olarak 1982 yılında toplanan Komite’ye Suriye 1983 yılında katılmıştır, ve 1993’te ortak bir terminolojinin, daha doğrusu bir uyuşma temelinin oluşturulamaması nedeniyle başarısızlığa uğrayana kadar kıyıdaş ülkeler sorunlarını bu komitede tartışmışlardır. Ortak Komite’nin en önemli sonuçlarından biri, 1984 yılında, beşinci toplantı sırasında Türkiye tarafından önerilen Üç Aşamalı Plan taslağı olmuştur.

Fırat ve Dicle sularının optimum düzeyde kullanım ve tahsisini temel amaç olarak ele alan Üç Aşamalı Plan’ın ana ekseni, su ihtiyacını etkileyen sulama sistemlerinin etkinliği ve diğer iklimsel ve coğrafik faktörler (özellikle toprak tipleri) üzerine kurulmuştur.

Üç Aşamalı Plan’ın ilk aşaması, su kaynaklarının keşfi için yapılacak çalışmalardır. Bu aşamada mevcut verilerin paylaşımı ve incelenmesi, ortak ölçümler, tahmini su kullanımı ve kayıpları, doğal akışların hesaplanması gerçekleştirilecekti. Arazi kaynaklarının keşfine yönelik çalışmalar, ki planın ikinci aşamasını oluşturacaktı, toprak koşulları ve kalitesi, bitki türleri, sulama ihtiyaçları gibi noktalar çalışılacaktı. Bu iki aşamanın bir araya gelmesi, üçüncü aşamanın temelini teşkil edecekti. Su ve toprak kaynaklarının birlikte değerlendirilmesine yönelik üçüncü aşamada, kendisinden önceki çalışmalara dayalı olarak su konusunda çıkarları yarışan sektörlerin su ihtiyaçlarını değerlemesi amaçlanmıştır. Suyun tahsisi bu bilgiler doğrultusunda yapılabilecekti. Süregiden projelerin modernizasyonu ve rehabilitasyonu, sulamanın ıslahı, toplam su tüketiminin saptanması, talep ve planlanan projelerin ekonomik yerindeliği da bu bağlamda ele alınacaktı.

Plan, temelde iki varsayım üzerine kurulmuştur; ilk olarak Fırat ve Dicle tek bir sınıraşan suyolu olarak ele alınacaktır. Bu fikir, iki nehrin Şatt-ül Arap’ta birleşerek, Fırat-Dicle Havzası’nın 160-180 kilometrelik bir kısmını oluşturmalarıyla meşrulaştırılabilmektedir. Aynı zamanda, Thartar Kanalı da iki nehri birleştirmektedir. Son olarak, Bağdat’ın güneyindeki alan, Dicle ve Fırat havzaları arasındaki sınırı kesin olarak belirlemeyi imkansız hale getirecek kadar düzdür.

Plana göre ikinci varsayım, her kıyıdaş ülkenin gerçek su ihtiyacının belirlenmesi için yürütülecek ortak bir bilimsel çalışmanın, Fırat-Dicle suyunun adil, rasyonel ve optimal kullanımı için bir önkoşul olmasıdır. Bu varsayım, ortak verilerin toplanması ve paylaşılmasını gerektirmektedir.

Hem Irak hem de Suriye, Plan’ın Türkiye’nin Fırat ve Dicle’nin “tek” ve “sınıraşan” bir havza olduğunu iddia eden tutumunun bir yansımasından ibaret olduğunu iddia ederek reddetmişlerdir. Irak ve Suriye, sulama dâhil, tarımsal uygulamaların etkinliğinin (yeniden)değerlendirilmesi fikrini de eleştirmişlerdir. Her iki ülke de, sulama sistemlerinin yeterince verimli olmadığının farkındaydılar. Ortaya atılan bir diğer iddia da, Plan’ın kıyıdaş ülkelerin egemenlik haklarına müdahale ettiği yönündeydi.

Üç Aşamalı Plan, aslında suyun yalnızca arzla ilgili verilere göre değil, aynı zamanda talebin de belirlenmesine dayalı optimal, rasyonel ve hakkaniyetli bir biçimde tahsisini amaçlayan, kapsamlı bir su ve toprak kaynakları incelemesini önermiştir. Bu bağlamda Plan, bütünsel ve entegre bir yaklaşıma sahiptir. Bu tarz bir yaklaşım son zamanlarda çeşitli uluslararası kuruluşlar tarafından birçok uluslararası platformda sıklıkla tavsiye edilmiştir. Örneğin, adından da anlaşılacağı üzere, Entegre Su Kaynakları Yönetimi Paradigması, “entegrasyon” prensibi üzerine kurulmuştur. İkinci bir örnek olarak, Avrupa Birliği’nin Su Çerçeve Direktifi (SÇD) de benzer bir anlayışı benimser: “Entegre bir Topluluk su politikası geliştirmek gereklidir” (SÇD Giriş maddesi 9). Üçüncü bir örnek olarak ise “Nexus” Yaklaşımı, su, gıda ve enerjinin birbirlerine bağlı olduklarına dayalı yeni bir düşünüş biçimi çağrısında bulunmaktadır. Üç Aşamalı Plan’ın bir başka özelliği de sağlıklı bir su yönetimi politikasının vazgeçilmez unsurları olarak görülen bilgi paylaşımı ve ölçümleme aktivitelerinin merkezi rolünü tanımış olmasıdır. Son olarak, Plan, Bölge’deki kıt kaynakların israfını önleyebilme ve böylece çevresel anlamda olumlu bir etki gerçekleştirebilme potansiyeline sahiptir. Bu nedenlerle, Üç Aşamalı Plan, son dönemlerde su yönetimi çevrelerinde ileri sürülenlerle uyum sergilemektedir.

Kısaca özetlemek gerekirse, Üç Aşamalı Plan’ı dondurucudan çıkarıp Fırat-Dicle sınıraşan havzasında uygulanabilirliğini yeniden masaya yatırmanın tam zamanıdır. İklim değişikliğinin artan etkileri, tüm Havza ülkeleri için, su yönetimi konularına tarafsız ve bilimsel bir bakış açısıyla odaklanmayı zorunlu kılmaktadır.

ERMENİ SORUNU DOSYASI : KAÇ MİLYON ERMENİ ?

Osmanlı döneminde Türkiye’de yaşayan Ermenilerin sayıları hep tartışma konusu olmuştur. Bu konuda istatistiksel verilere dayanan ciddi araştırmalar yerine, anı ve öykülere dayanan kimi rakamlar ileri sürülmekte.

Vital CUINET’nin 4 Cilt 3320 sayfalık araştırması bu konuda oldukça dikkat çekici (1). Hiçbir yorum yapmadan, kitaptan aldığım rakamları aşağıda tablolar halinde sunacağım.

Tablolar, Adana’dan Zor’a, 10 Osmanlı vilayetini ve o gün mutasarrıflık olan Zor’u kapsamakta. Sözkonusu 11 vilayet ise, Sinop’tan Anamur’a çekilen düşey çizginin doğusunda kalan tüm Osmanlı topraklarını içermekte. Batı sınırı Ankara’ya dayanan bu coğrafi bölgde hiçbir köy ne de mezra sayım dışı bırakılmamış.

Okuyucuyu tablolarla başbaşa bırakmadan, 1890’larda Anadolu’da yaşayan Ermeni nüfusun 770 000 civarında olduğu söylenebilir.

O günün koşullarında, normal nüfus artış hızı uygulandığında 1905’lerde 1 Milyon, 1915’lerde ise 1 200 000’den fazla Ermeni nufusunun olduğunu ileri sümek, her şeyden önce istatistik disiplinine (az kalsın bilim diyecektim) aykırıdır.

Şimdi bu 773 305 kişiden oluşan Ermeni nüfusunun ‘Vilayet’lere göre dağılımı incelenebilir.

İyi incelemeler.

ADANA

Adana, İçel, Kozan, Cebel Bereket (4 Sancak 19 Kaza) Toplam Nüfus: 403 439

Türk Kürt Fellah Arap Ermeni Yunan Hristiyan

126 000 20 000 72 050 12000 97 450 46 200 29 739

BİTLİS

Bitlis, Siirt, Muş, Genç (4 Sancak 19 Kaza) Toplam Nüfus :398 625

Müslüman Ermeni Diğer Hristiyan Toplam

Bitlis 70 403 32 909 4 915 108 227

Muş 66 752 55 365 1 342 123 459

Siirt 64 448 30 152 6 142 100 742

Genç 52 397 12 964 836 66 197

Toplam 254 000 131 390 13 125 398 515

HALEP

Halep, Maraş, Urfa (3 Sancak 23 Kaza) Toplam Nüfus 995 758

Türk Kürt Arap Ermeni Yunan Hristiyan Toplam

Halep 90 904 55 332 319 110 29 249 27 310 80 51 602 420

Maraş 80 595 48 412 5 431 4 313 14 670 26 432 179 853

Urfa 81 964 40 676 – 4 437 6 560 9 848 143 485

Toplam 253 463 144 420 324 541 37 999 48 540 116 795 925 758

DİYARBAKIR

Diyarbakır, Ergani, Mardin (3 Sancak 13 Kaza) Toplam Nüfus :471 462

Müslüman Yezit-Kızılbaş Ermeni Diger Hristiyan Toplam

Diyarbakır 99 690 3 000 32 373 8 860 143 923

Ergani 107 432 3000 18 150 5 935 134 517

Mardin 121 520 3000 28 666 39 894 193 022

Toplam 328 642 9 000 79 189 54 689 471 520

ERZURUM

Merkez, Erzincan, Beyazıd (3 Sancak 16 kaza) Toplam Nüfus :645 702

Müslüman Ermeni DIğer Toplam

Erzurum 287 839 90 959 1 037 382 300

Erzincan 171 472 34 521 2 710 210 858

Bayazid 41 471 10 406 131 52 544

Toplam 500 782 135 886 3 878 645 702

ELAZIĞ

(Harput, Malatya, Dersim) 3 Sancak 18 Kaza 18 Nahiye 2443 köy T. Nüfus 575 314

Müslüman Kürt Kızılbaş Ermeni Yunan Toplam

Harput139 456 20950 88 800 45 348 650 295 701

Malatya 112 000 22 000 66 080 16200 – 216 280

Dersim15 460 12 000 27 700 8 170 63 330

Toplam267 916 54 950 182 580 70 258 650 575 314

SIVAS

Sivas, Tokat, Amasya, Şarkî Kara Hisar

(4 Sancak, 26 Kaza, 257 Nahiye, 4761 köy) Toplam Nüfus :1 086 015

Sunni Şiî Ermeni Yunan Toplam

Sivas 300 810 150 404 63 868 31 933 547 015

Tokat 101 200 50 600 6 021 12 681 202 400

Amasya 132 000 66 000 6 600 11 000 259 600

K.Hisar 25 670 12 830 17 046 20 454 77 000

Toplam 559 680 279 834 93 535 76 068 1 086 015

TRABZON

Trabzon, Samsun, Lazistan, Gümüşhane Toplam Nüfus :1 047 700

(4 Sancak 22 kaza)

Müslüman Yunan Ermeni Diğer Toplam

Trabzon 334 975 91 000 21 435 290 447 700

Samsun 214 135 77 000 18 465 400 310 000

Lazistan 138 820 16 000 5 100 80 160 000

Gümüşhane 118 770 9000 2 200 30 130 00

Toplam 806 700 193 000 47 200 800 1 047 700

VAN

Van ve Hakkari (Çölemerik) (İki sancak, 19 Kaza) Toplam Nüfus :430 000

Türk Kürt Ermeni D.Hristiyan Toplam

Van 31 000 210 000 79 998 109 002 430 000

MUSUL

Musul, Kerkük, Süleymaniye (3 Sancak, 17 Kaza) Toplam Nüfus :300 280

Türk Kürt Arap Hristiyan Toplam

Musul 29 200 46 180 173 000 51 900 300 280

ZOR

Bugünkü Viranşehir’i de içine alan ve Suriye içlerine doğru uzanan bölge Deyr-el Zor, Aşara, , Resul Ayn, Albu-Kemal (4 Kaza 4 Nahiye 158 köy)

Sunnî Şiî Asyriens Ermeni Yahudi Diğer Toplam

98 550 2 00 600 400 50 200 100 000

Vital CUINET, Turquie d’Asie, Géographie Administratif, 4 Cilt,Paris, 1892

YANDAŞ TELEVİZYON BEYAZ TV TARTIŞIYOR /// VİDEO : Atatürk – Doktorların Yanlış Görüşleri Has talığı İlerletmiştir

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=VBzrW5NQ1Rw&feature=em-uploademail

KÜBA DOSYASI : Küba’nın en ünlü yazarı, Erdoğan’la dalga geçti

Küba’nın en ünlü yazarlarından Eugenio Yanez, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Küba’ya yaptığı resmi ziyareti Cubaencuentro gazetesinde “Havana’da Türk Banyosu” başlığı altında köşesine taşıdı.

Yanez, Erdoğan’ın, “Küba’ya bakın. Sosyalizmden geliyor. Küba’daki saray beni adeta büyüledi. Beton yığınının içine girmiyorsunuz. Duvarlar arasında yürümüyorsunuz. Bu saray çok muhteşem” sözleri ile Küba konusunda hiç bir bilgisinin olmadığını ortaya koyduğunu ileri sürdü.

Sarayın 1948-1952 yıllarında Devlet Başkanılığı yapan Carlos Prio Socarras tarafından Yargıtay ve Başsavcılık binası olarak inşa edildiğini yazan Eugenio Yanez, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Küba’da gördüğü ve etkisinde kaldığı tüm binaların sosyalist devrim öncesi yapıldığını yazdı.

Erdoğan’ın üçüncü dünya ülkesi devlet başkanı gibi davrandığını yazan Yanez “ tüm devlet başkanlarının Küba tarihi ile ilgili herşeyi bilmesi zorunluluğu yok. Bu yüzden yanında danışmanları, diplomatları ve gazetecileri bulunduruyor. Madem bilgisi yoktu o zaman onlara danışsaydı eminimki onlar bu tarihi hatayı yapmazdı” açıklaması yaptı.

GÜNDEM ANALİZİ /// ÖMER SAĞLAM : Vatan ve kahramanlık.

Fıkra bu ya; Kumandan içtima alanında Mehmet’e sorar; -“Vatan senin için nedir Mehmet?” Mehmet hiç düşünmeden ve kestirmeden cevap verir; -“Vatan benim anamdır kumandanım!” Sonra kumandan Temel’e dönüp sorar aynı soruyu; -“Sen söyle bakalım Temel, vatan nedir?” Temel cevap verir; -“Vatan Mehmed’un anasidur kumandanum!” … Mehmet vermiş olduğu “Vatan benim anamdır” cevabıyla demek ister ki; vatan benim için tıpkı anam, bacım, kız kardeşim ve eşim gibidir. Nasıl ki; onların namusunu korumak benim görevimse, vatanın namusunu korumak da benim en kutsal görevimdir.

Ancak ne var ki; uzunca bir süredir biz, özellikle de son 13 yıldır, “vatan” kavramını Mehmet gibi değil, Temel gibi anlamlandırıyoruz! Özellikle şehitler için “Kelle” diyerek, vatan için ölmeyi itibarsızlaştıranları ve sık sık yaptıkları düzenlemelerle askerliği haraç mezat satışa çıkaranları, hem de yüksek oy yüzdeleri ile iktidarda tutalıdan beri, “vatan” kavramı gittikçe itibarsızlaşmaktadır bu milletin nezdinde. Belki de o sebepten olacak; 2004 yılından beri Yunanistan’ın Egede kutsal vatan topraklarımızın birer uzantısı olan 16 adet adamızı işgal ve ilhak ile mülkiyetine geçirmesine ve üstelik silahlandırmasına göz yumuyoruz yıllardır(1).

Oysa çok değil, bundan sadece 19 sene öncesine kadar Kardak kayalıklarına yüzerek gidip, Türk bayrağı dikme becerisini ve başarısını gösterebiliyorduk biz. Kutsal vatan topraklarının üzerinde, bağımsızlığımızın sembolü olan Türk Bayrağı’nın yanı sıra, PKK terör örgütünün sözüm ona bayrağının ve terör örgütü liderinin posterlerinin dalgalandırılmasına sesimiz çıkmıyor ki; bu iş başkent Ankara’nın göbeğinde bile pervasızca yapılıyor artık! Hem de şanlı Türk Bayrağı yerlere atılarak yapılıyor bu iş Ankara’da! Irak ve Suriye sınırımız, delik deşik! Sınır diye bir şey kalmadı orada; herkes elini kolunu sallayarak rahatça geçebiliyor artık. Son 13 yıldır vatan kavramına Temel’in yaklaşımıyla yaklaştığımız için, her şeyin babalar gibi satılmasına ciddi hiç bir itirazımız olmadı bizim.

Tırnak Meselesi

MHP liderinin, geçtiğimiz salı günü mecliste yapmış olduğu grup konuşmasında, Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu vatan topraklarının tek bir kurşun bile atılmadan düşmana terk edilmesi üzerine, Genel Kurmay Başkanı’na yöneltmiş olduğu “Harbiye’de vatan konusu işlenirken dersi mi kırdın, okuldan mı kaçtın?” sorusunu, muhtemelen söz konusu emri veren “Başkumandan” sıfatıyla R. Tayyip Erdoğan üstüne alarak Bahçeli’ye cevap erdi: -“Sen, onun yere atılan tırnağının bir paresi bile olamazsın!” Doğrusu, büyük laf! Hem de altından kalkılacak gibi değil! MHP Grup Başkanı Vekili Oktay Vural, Erdoğan’a “Sen neyin parçasısın” gibi bir cevap verdi ise de Cumhurbaşkanı’nın sözleri gerçekten ağır ve hakaret yüklüdür.

Oysa biz biliyoruz ki; Cumhurbaşkanlığı ona buna laf yetiştirme ve hakaret etme makamı değil, Türk Milleti’ni temsil etme makamıdır. Bu sebeple, Tayyip Bey’in Cumhurbaşkanı sıfatıyla sergilemiş olduğu tavır, kendisine verilen cevaplar sebebiyle Cumhurbaşkanlığı makamının da saygınlığına gölge düşürtmektedir. Doğrusu R. Tayyip Erdoğan, yapmış olduğu bu tür çıkışlarla, cumhurun değil, sadece kendisini seçen %52’nin başkanı olduğunu gözler önüne sermiş bulunmaktadır. Bu çerçevede, beğenin veya beğenmeyin; milyonların tercihiyle mecliste grup kurma başarısını göstermiş bulunan MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli hakkında kullanmış olduğu yakışıksız ifadeler, asla kabul edilemez.

Sayın Özel’in, kesip attığı tırnağın küçük bir parçasını dahi Sayın Bahçeli’nin şahsiyetinden ve MHP’ye oy veren milyonlardan daha değerli kılan husus nedir? Sayın Özel’in, TSK ile ilgili olarak yapılan her tasarrufu hiç bir itiraz etmeden kabul etmesi mi? Bahçeli, Sayın Özel hakkında hukuka aykırı bir ifade kullandı ise Sayın Özel, her vatandaş gibi hukuk yoluna gider, hakkını hukuk yoluyla arar.

Dolayısıyla Tayyip Bey’in, sözüm ona Necdet Özel’i savunma ve ona sahip çıkma adına, PKK’nın başı olan bebek katili Apo hakkında bile kullanmadığı ağır ifadeleri, milyonların tercihiyle mecliste bulunan bir partinin genel başkanı hakkında rahatça kullanabilmesi, yanlış oğlu yanlıştır. Bu tür yaklaşımlar, Tayyip Bey’in başlattığını söylediği “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”ne de asla hizmet etmez.

Darbe Paranoyası!

AKP yöneticilerinin gözünde herkes darbeci, her hareket darbe belirtisi! Doğrusu ya böyle bir paranoya ile iktidar olunmaz. Daha doğrusu iktidar olunur da muktedir bir iktidar olunmaz. En son MHP yöneticilerinin yapmış olduğu “Eskiden Genel Kurmay Başkanları, yanlış buldukları uygulamalara karşı itiraz ederdi…” şeklindeki açıklamayı da “darbe çağrısı” olarak nitelendirdi Ahmet Davutoğlu. Oysa biz biliyoruz ki; MHP yöneticileri, geçmişte yanlış uygulamalar karşısında istifa eden Genel Kurmay Başkanlarını hatırlattılar.

Kimdir onlar? ABD ile bir olup Irak’a girelim diyen Özal’a itiraz edip “Bu, benim devlet anlayışıma terstir” diyerek istifa eden dönemin Genel Kurmay Başkanı Org. Necip Torumtay ve Ergenekon ve Balyoz gibi uydurma davalarla TSK’ye yönelik operasyona itiraz ederek istifa eden Org. Işık Koşaner’dir.

Bakınız bugün gelinen noktada, her iki saygı değer Genel Kurmay Başkanı’nın sergilemiş oldukları tavrın, doğru bir tavır olduğu, ortaya çıkmış bulunmaktadır. Zaman her iki Genel Kurmay Başkanı’nı da haklı çıkarmıştır çünkü. Irak tam bir bataklığa dönmüş ve ABD apar topar oradan kaçmak zorunda kalmış, Ergenekon ve Balyoz davaları ise temelden çökmüştür. Keşke aynı tavrı Sayın Özel de sergileyebilmiş olsaydı.

Ancak heyhat; biz ta Afyon’da, infilak eden cephanelikte incelemelerde bulunmak üzere bu kente gittiği gün, validen sucuk, lokum ve kilim hediyesi aldığında anlamıştık onun selefleri gibi davranamayacağını. Şunun şurasında önümüzdeki Ağustos’ta emekli olacak, sonra da unutulup gideceksiniz paşam, keşke istifa ederek milletin gönlündeki unutulmazlar arasına girme şansını kaçırmasaydınız derim ben. Gerçi çok geç değil, hâlâ yapabilirsiniz bunu…

Kahraman Kimdir?

Tıpkı “vatan” kavramında olduğu gibi, bizim gözümüzde ucuzlayan ve değerini kaybeden kavramlardan birisi de şu meşhur “kahraman” kavramıdır. Sözlüklerimiz “kahraman” kavramını, “Savaşta veya tehlikeli bir durumda yarlılık gösteren kimse, yiğit, alp. Olağanüstü yararlıklar göstererek düşmanı yenen komutan…” şeklinde tarif ediyorlar. Kahraman kavramının başka anlamları da var ama bizim için önemli olan ve bu yazının konusu olan kahraman, yukarıda tanımı yapılan kahramandır.

Görüldüğü gibi; bu anlamdaki kahramanın belirleyici özellikleri, savaş veya benzeri tehlikeli bir olayda fedakarlık yapmak, yararlık göstermek veya düşmanı alt etmektir. Bu tanıma göre; asker, sivil veya halktan birisi olmak fark etmiyor. Bu tür bir eylemde bulunan, yani başkaları için kendini feda edercesine bir işi başaran veya bu uğurda hayatını kaybeden kişi kahramandır. Kavramı, vatan savunmasıyla görevli asker ve polis gibi güvenlik görevlilerine indirgeyecek olursak; kanunun kendilerine vermiş olduğu görevleri ifa ederken ölen, yaralanan veya başkalarının hayatını kurtaran askerler ve polisler (herhangi bir yara almasalar dahi) birer kahramandır. Bu anlamda örneğin, Kıbrıs Barış Harekatı’nı icra eden ve bu harekatın zaferle sonuçlanmasını sağlayan, şehitler ve gazilerin yanı sıra, harekatın icrasında görev almakla birlikte herhangi bir yara almadan kurtulanlar da birer kahramandır. PKK ve diğer terör örgütleriyle yapılan mücadelede görev alanlar da öyledir.

Gelin görün ki; biz, özellikle son zamanlarda üniformayı üzerine geçiren her askere kahraman gözüyle baktığımız için, onlardan beklentimiz de haliyle çok yüksek oluyor. Bu durumda da tıpkı Süleyman Şah Türbesi’nin kaçırılıp, oradaki yapıların yıkılmasında olduğu gibi; bir hata yaptıklarında milletçe yaşadığımız hayal kırıklığı ve toplumsal travma da o denli büyük oluyor. Öte yandan siz, 1996 yılında gecenin karanlığında yüzerek Kardak Adası’na gidip oraya Türk Bayrağı’nı diken SAT komandoları ile geçtiğimiz günlerde yine bir gece karanlığında kendi toprağımız olan Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu alandaki Türk Bayrağı’nı indiren ve oradaki yapıları yerle bir ederek adeta kaçarcasına Türkiye’ye dönen askerleri aynı kefeye koyarsanız, kahramanlığı büsbütün ucuzlatmış olursunuz. Hele hele Kardak Operasyonu’nu gerçekleştiren SAT komandolarını sanal davalarla yargılamaya kalkışırsanız ve onları işsiz güçsüz bırakırsanız(2) korkarım ki; sonunda bu ülkeyi ve bu milleti büsbütün kahramansız bırakırsınız.

Kahramanlık..

Oysa bir halkı millet yapan unsur en başta o halkın içinden çıkan kendi kahramanlarıdır. Bu sebeple Merhum Arif Nihat Asya “Dua” isimli şiirinde şöyle der:

“Bize güç ver…cihad meydanını,

Pehlivansız bırakma Allahım!

Kahraman bekleyen yığınlarını,

Kahramansız bırakma Allah’ım! “

Uzun lafın kısası “kahramanlık” bence şudur dostlarım:

Oğul; kutlu hedefler, uğrunda savaş gerektirir,

Eğer hedef kutluysa, zafer savaşana zevk verir.

Şehitlik; kıyamete kadar yaşamak, hiç ölmemektir,

Kahramanlık; ileri atılıp bir daha dönmemektir.

Vatan, millet aşkına insan kendisini aşmalı,

Mukaddes davalarda dalga dalga bayraklaşmalı.

Bayrak demek; çekilip yükseğe bir daha inmemektir,

Kahramanlık; ileri atılıp bir daha dönmemektir.

İnşa etmek zor zanaat, yıkıp, dökmek kolay iştir,

Niyetin parçalamaksa, git o kafayı değiştir.

Bölmek sana gaye olmaz, hüner bütünü bölmemektir,

Kahramanlık; ileri atılıp bir daha dönmemektir.

Bu dava erlik davasıdır, er oğlunca er ister,

Bu yol Allah’ın yoludur, yürekli cengâver ister,

İyilik; sadece musallada “iyiydi” denmemektir,

Kahramanlık; ileri atılıp bir daha dönmemektir.

Yüce kitabında ne diyor, kulak verip bir dinle;

Allah’ın af ve mağfireti seninle.

Gönül ışığının görevi bir yanıp bir sönmemektir,

Kahramanlık; ileri atılıp bir daha dönmemektir(3).

Allah, aynı zamanda kahraman olsun veya olmasın, bütün şehitlerimize rahmet eylesin. Kabirleri nur, mekanları cennet olsun.

1-Saygı Öztürk, “Yunanistan’a yapamadık gücümüz Suriye’ye yetti” başlıklı makalesi, Sözcü/25.02.2015, 2-http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26499937.asp 3-Tarafımıza ait olan bu şiir, 1997 yılında Merhum Alparslan Türkeş’in vefatı üzerine yazılmıştır.

IŞİD DOSYASI : İngiltere beceriksizliğinin faturasını THY’na çıkarıyor

Türkiye’nin Londra Büyükelçisi Abdurrahman Bilgiç ve THY Genel Müdürü Temel Kotil, IŞİD örgütüne katılmak amacıyla Suriye’ye geçtiği tahmin edilen 3 genç kızla ilgili bilgi vermeleri için İngiltere Parlamentosu’nun alt kanadı Avam Kamarası’na davet edildi.

İngiliz The Guardian gazetesinin haberine göre Kotil ve Bilgiç, Avam Kamarası’ndan seçilen bir komitenin, kaçan 3 genç kıza yönelik sorularını yanıtlayacak. 10 Mart Salı günü için davet edilen THY genel müdürü ve büyükelçinin izahat vermesi istenen komitenin başkanlığını ise İşçi Partisi’nden Keith Vaz üstlenecek. Keith Vaz’ın, IŞİD’e katılmak amacıyla İngiltere’den kaçan ve 3 kızın sınıf arkadaşı olan diğer genç kızla beraber toplamda 4 kişinin, THY ile seyahat ederek örgüte katılmasından havayolu şirketini sorumlu tutması dikkat çekti.

15 yaşındaki Shamima Begum ile Amira Abase ve 16 yaşındaki Kadiza Sultana’nın geçen hafta Salı günü İngiltere’nin başkenti Londra’daki Gatwick Havaalanı’ndan THY’nin İstanbul’a düzenlediği bir seferle yolculuk ettiği tespit edilmişti.

İngiltere Başbakanı David Cameron ise yaşanan olayların ardından, hava yolları şirketlerinin çocukları sorgulamadan ve kimliğini tespit etmeden seyahat etmesine izin vermemesi gerektiğini ifade etmiş, THY’nin kaçan 3 kızın yolculuk yapmasına izin vermesine tepki göstermişti.

Cameron, İngiltere İçişleri Bakanı Theresa May ve Ulaştırma Bakanı Patrick McLoughlin’in de gençlerin radikal örgütlere katılma eğilimine yönelik seyahat etmeden önce şüpheli bulunanların sorgulanması için havayolları şirketlerine yeni düzenlemeler getirilmesi amacıyla toplantı yapacağına işaret etmişti.

ODA TV DAVASI : Soner Yalçın’dan “kumpas” şikayeti

Gazeteci Soner Yalçın Odatv Davası’nda kumpas iddiaları üzerine yürütülen soruşturma kapsamında "müşteki" sıfatıyla bir saat ifade verdi. Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Mesut Erdinç Bayhan’a ifade veren Soner Yalçın, "Mağduriyetime sebebiyet veren şüphelilerden şikayetçiyim" dedi. Soner Yalçın, Çağlayan’da bulunan İstanbul Adalet Sarayı’na sabah saatlerinde avukatı Hüseyin Ersöz ile geldi.

Yalçın, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Mesut Erdinç Bayhan’a yaklaşık bir saat ifade verdi. Soner Yalçın bir sayfalık ifadesinde savcılığa sunduğu dilekçesini tekrar ettiğini belirterek, "Mağduriyetime sebebiyet veren şüphelilerden şikayetçiyim" dedi.

Soner Yalçın söz konusu dilekçesinin bir örneğinin de Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK) gönderilmesini istedi. Soner Yalçın Odatv Davası kapsamında 682 gün Silivri Cezaevi’nde tutuklu kaldıktan sonra 27 Aralık 2012’de tahliye edilmişti.

Savcılığa sunulan dilekçe

Dilekçede, Soner Yalçın, hakkında CMK 250. Madde İle Görevli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldığı ve kapatılan İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kamu davası açılığı anlatıldı.

Dilekçede, "Şikayet edilen Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz tarafından başlatılan, sonrasında ise Cumhuriyet Savcısı Cihan Kansız tarafından sürdürülen soruşturma kapsamında müvekkil Soner Yalçın teknik araçlarla takip edilmiş, telefonları dinlenmiş, e-mail adresi kontrol altına alınmış, ikametinde arama – el koyma işlemleri gerçekleştirilmiş ve hakkında tutuklama tedbiri uygulanmıştır. Müvekkil hakkında uygulanan söz konusu koruma tedbirlerinin tamamı "somut bir delile dayanmaksızın" ve "üretilmiş sahte deliller gerekçe gösterilerek" kolluk ve soruşturma savcıları tarafından talep edilmiş ve şikayet edilen hakimlerce karara bağlanmıştır" denildi.

Soner Yalçın’ın telefonları somut hiçbir delil olmaksızın dinlendiği belirtilen dilekçede, "Tanınmış bir gazeteci olan müvekkilin özel hayatı mercek altına alınmak suretiyle aleyhine delil üretilmeye çalışılmıştır. Verilen teknik takip kararları ile gizli izleme gerçekleştirilmiştir. Söz konusu izleme faaliyetleri kapsamında müvekkil aleyhine bir delil tespit edilememiştir" ifadelerine yer verildi. Yalçın, soruşturma aşamasında görev alan Cumhuriyet Savcıları Zekeriya Öz ve Cihan Kansız ile hakimler Mehmet Karababa, Ömer Diken, Murat Üründü, Mehmet Ekinci ve kolluk kuvvetlerinin de aralarında bulunduğu 22 hakim, savcı ve emniyet personelinden şikayetçi oldu. 11 sayfalık dilekçede 22 şüpheli hakkında soruşturma başlatılmasını, cezalandırılmasını ve iddianame düzenlenmesini talep edildi.

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ : ARTIK AMERİKALI ZANNEDİLİYORUZ !

Türkiye, ABD’nin BOP ile kalbura çevirdiği İslam coğrafyasının her noktasında hedef oluyor. Türk heyetinin Ocak ayında Somali’de hedef alınmasının ardından dün de Afganistan’da Türk askeri aracı vuruldu

Türkiye, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) eş başkanlığı misyonunun bedelini ağır ödüyor. Libya, Yemen, Lübnan, Mısır, Irak ve Somali’nin ardından Türkiye’nin dış misyonları bu kez Afganistan’ın başkenti Kabil’de hedef oldu. Kabil’de Türk askerlerinin bulunduğu araca düzenlenen bombalı saldırıda bir astsubay şehit oldu, 1 astsubay yaralandı. NATO’nun Afganistan’daki Kıdemli Sivil Temsilcisi Büyükelçi İsmail Aramaz’ı almak üzere Afganistan Türk Görev Kuvvet Komutanlığı’ndan Türk Büyükelçiliği’ne gelen iki zırhlı araca, yol kenarında duran bomba yüklü bir araçla saldırı düzenlendi. Büyükelçiliğe arka kapıdan giriş yapmak üzere olan araçlardan biri ağır hasar gördü. Araç içindeki iki astsubaydan biri şehit oldu, diğeri yaralandı. İkinci araçta bulunan astsubaylar, yaralı arkadaşlarını Bagram’daki NATO üssü hastanesine götürdü. Afgan yetkililer saldırı esnasında yoldan geçen bir Afgan sivilin de hayatını kaybettiğini açıkladı. Patlama sırasında Büyükelçilik lojmanlarının camları kırıldı. Büyükelçi İsmail Aramaz’ın durumunun iyi olduğu, saldırı anında olay yerinde olmadığı belirtildi. Dışişleri kaynaklar ise olayın İran Büyükelçiliği önünde gerçekleştiğini ifade etti ve “Araçlar Büyükelçi’yi almak için giderken yol kenarındaki bir araç patlatıldı” dedi. Kabil’de Türkiye Büyükelçiliği, İran ve Almanya büyükelçilikleri ile aynı yerde bulunuyor. Öte yandan Associated Press haber ajansına ait görüntülerde üzerinde Türkiye’ye ait diplomatik plaka olan iki siyah zırhlı araç saldırının olduğu yerde bulunuyor ve yaralı bir kişinin bir araçtan çıkarıldığı görülüyordu.

Amerikalılarla karıştırılıyoruz!

Saldırıyı Taliban örgütü üstlendi. Örgüt sözcüsü Zabihullah Mücahit’in “Bölgeden geçen ABD’ye ait araçları hedef aldık, ölenler de ABD vatandaşı, eğer saldırı anında Türklere ait araç da bölgede varsa yanlışlıkla onlar da zarar görmüştür, bizim Türklerle düşmanlığımız yok” şeklinde açıklama yapması dikkat çekti. Taliban’dan medyaya gönderilen kısa mesajda hedefin ‘yabancıların araç konvoyu’ olduğunun vurgulanması dikkat çekti.

Ocak’ta Somali’de de hedef olmuştuk

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 23 Ocak’taki Somali ziyareti öncesinde başkent Mogadişu’daki Türk heyetinin kaldığı otelin önünde bombalı saldırı düzenlenmişti. El Kaide bağlantılı Eş Şebab örgütünün üstlendiği saldırıda bir Türk hafif şekilde yaralanırken; ikisi saldırgan 5 kişi yaşamını yitirmişti. Mogadişu’da daha önce de Haziran 2013’te Türk Büyükelçiliği’nin ek binası önünde intihar saldırısı düzenlenmiş, çatışmada polis memuru Sinan Yılmaz şehit olmuştu. Mayıs 2014’te ise yine Mogadişu’da Türk Hava Yolları’na güvenlik hizmeti veren bir firmanın Güvenlik Şefi Sadettin Doğan, uğradığı silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmişti. 2003 yılında ise Türkiye’nin Bağdat Büyükelçiliğine karşı bomba yüklü bir araçla intihar saldırısı düzenlenmiş, biri elçilik görevlisi, ikisi Irak polisi üç kişi yaralanmıştı.

Genelkurmay’dan açıklama

Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yer alan açıklamada ise Kabil’de, Afganistan Türk Görev Kuvvet Komutanlığı’ndan, NATO’nun Afganistan’daki Kıdemli Sivil Temsilcisi Büyükelçi İsmail Aramaz’a tahsisli koruma timinin aracına, Türkiye saati ile 05.45 sularında, bomba yüklü bir araçla saldırıda bulunulduğu belirtildi. Açıklamada saldırıda, TSK mensubu bir personelin şehit olduğu, bir personel de yaralandığı kaydedildi. Açıklamada, “Şehidimize Allah’tan rahmet diler, aile fertlerine, silahlı kuvvetlerimize ve yüce Türk milletine başsağlığı dileriz” ifadesine yer verildi.

DUYURU : MERHUM GENÇLİK LİDERİ DENİZ GEZMİŞ’İ SAYGI İLE ANIYORUZ

GENELKURMAY DOSYASI : Şah Fırat Operasyonu’nun Anlamı ve Olası Sonuçları

Oytun Orhan

Araştırmacı, ORSAM

Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen operasyon neticesinde Türkiye’nin kendi sınırları dışındaki tek toprağı olan Süleyman Şah Türbesi’ndeki Türk askerleri tahliye edilmiş ve türbedeki emanetler Türkiye’ye getirilmiştir. Bu operasyona paralel olarak Türkiye-Suriye sınırına yakın bir bölgede aynı büyüklükte bir toprak parçası Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından kontrol altına alınmış ve etrafı dikenli tellerle çevrilerek Türk bayrağı dikilmiştir. Suriye Eşme Köyü yakınındaki bölge Süleyman Şah Türbesi’nin kalıcı yerine taşınana kadar yeni yeri olacaktır.

İlk veriler ve yapılan ilk resmi açıklamalar dikkate alındığında Şah Fırat operasyonunun nedeni Halep kentine bağlı Karakozak Köyü’nde bulunan Türbe’ye yönelik tehditlerin artmasıdır. Bundan önce de Karakozak Köyü’nde çatışmaların yoğunlaşması nedeni ile Türbe’nin boşaltılması gündeme gelmişti. Hatta 2014 yılının Mart ayında IŞİD “Türbe’deki Türk bayrağının indirilmesini istemiş aksi takdirde Türbe’yi yerle bir edecekleri” tehdidinde bulunmuştu. Türkiye ise “herhangi bir Türk toprağı ne ise Süleyman Şah Türbesi’nin de o kapsamda değerlendirileceği ve her türlü saldırının aynıyla mukabele göreceği” yanıtını vermişti. O tarihten itibaren Türbe’nin ve askerlerin tahliyesi konusunda çalışmalar yapıldığı biliniyordu. Öte yandan, şimdiye kadar Türbe’ye dönük herhangi bir saldırının yaşanmamış olması, Türkiye’nin verdiği mesajlarla net biçimde ortaya koyduğu caydırıcılığın sahada bir karşılığı olduğunu da göstermektedir.

Tahliyenin bu dönemde gerçekleşmesinin ilk nedeni güvenlik riskinin artması olabilir. Bu açıdan birkaç faktör etkili olmuştur. Birincisi tahliyeden üç gün önce ABD ve Türkiye arasında Suriyeli muhaliflere yönelik “eğit-donat” programı mutakabatı imzalanmıştır. Eğitilip donatılacak güçlerin “hem rejim hem de IŞİD’e karşı mücadele yürüteceği” açıklanmıştır. Bu durum IŞİD’in Türk hedeflerine yönelik saldırı ihtimalini artırmıştır. İkinci neden IŞİD’in Ayn el Arap (Kobane)’ta Türkiye’nin de yardımı sayesinde yenilgiye uğratılmış olmasıdır. Şubat ayı başında gerçekleşen yenilgi IŞİD’in Türkiye’ye yönelmesine neden olabilir. Üçüncü faktör olarak Kürtlerin milis gücü YPG’nin IŞİD’e karşı Kobane çevresinde ilerlemeye çalışması ve bu kapsamda IŞİD-YPG çatışmalarının Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu yere yaklaşmasıdır. Bu da güvenlik riskini artırmıştır.

Süleyman Şah Türbesi’ne IŞİD saldırısı Türkiye’yi Suriye’deki iç savaşın doğrudan parçası haline getirme potansiyeli taşımaktaydı. IŞİD yakın zaman önce Ürdünlü pilotu Suriye’de yakarak öldürülmüş, 21 Mısırlı Kıpti’yi de Libya’da infaz etmişti. Bu olaylar sonrasında Mısır ve Ürdün IŞİD’e yönelik hava operasyonlarına başlamıştı. Süleyman Şah Türbe’sinin tahliye edilmemesi sonucunda benzer bir krizin yaşanması Türkiye’nin askeri karşılığını beraberinde getirecekti. Bu ise IŞİD tehdidinden uzakta yaşayan ülkelerden farklı olarak Türkiye’nin iç güvenliğini doğrudan etkileyecek gelişmeleri beraberinde getirebilirdi. Dahası, Türk askerlerinin IŞİD’in eline geçmesi aynen Musul Başkonsolosluğu olayında olduğu gibi Türkiye’nin dış politika iradesi üzerine ipotek konulması ile sonuçlanacaktı. Bütün bu nedenlerle Türbe’nin tahliye edilerek farklı bir bölgeye taşınması zorunluluk halini almıştır. Operasyon sırasında çatışma yaşanmamasını da yerel güçlerle işbirliği yapılmasından ziyade Türkiye’nin caydırıcı gücü ile açıklamak daha doğru olacaktır.

Türbe’nin saldırı riski altında olmasının yanı sıra sınırdan yaklaşık 35 kilometre içerde yer alması askerlerin değişimi, lojistik destek, gerektiğinde askeri olarak müdahale edebilme gibi konularda sorun yaratmaktaydı. Dolayısıyla Türbe’nin sınıra yakın güvenli bir bölgeye taşınması gündeme gelmiştir. Bu noktada neden Eşme köyü sorusu gündeme gelmektedir. İlk neden sınırda yer alması itibarıyla saldırı riskinin en alt seviyeye olmasıdır. Bunun yanında lojistik destek ve askeri müdahaledeki sınırlılıklar ortadan kalkacaktır. Türbenin yeni taşındığı bölge çevresinde çok fazla yerleşim ve nüfus yer almamaktadır. IŞİD’in kontrol ettiği Cerablus ile YPG’nin kontrolü altındaki Ayn el Arap (Kobane) arasında kalan bir yerdir. Cerablus’tan Eşme’ye karayolu ile ulaşım mümkün değildir. Dolayısıyla IŞİD’in bölgeyi tehdit etme imkanı sınırlıdır.

Büyük resme bakıldığında ise Süleyman Şah Türbesi’nin Eşme’ye nakli farklı anlamlar taşıyabilir veya sonuçlar doğurabilir. Türbe’nin yeni yeri için Eşme bölgesinin seçilmesinde dile getirilen güvenlik değerlendirmelerinin yanı sıra orta ve uzun vadede Türkiye’nin sınır politikasına ilişkin yeni bakışının da etkisi olduğu düşünülebilir. Bu çerçevede Şah Fırat operasyonunu ABD ile Türkiye arasında imzalanan eğit-donat anlaşması ile birlikte değerlendirmek gerekmektedir.

Fırat Nehri’nin Suriye’ye girdiği yerin hemen batısında Cerablus yerleşimi ile birlikte IŞİD kontrolü başlamaktadır. Eşme köyü de Fırat Nehri’nin hemen doğusunda yer almaktadır ve Cerablus’a yakın bir yerdir. Fırat Nehri’nin batısında kalan ve Cerablus ile başlayıp Kilis’in karşısında yer alan Azaz’a kadar uzanan sınır hattı Türkmen bölgesi olarak bilinmektedir. Bu hat üzerindeki yerleşimler tamamen Türkmen nüfustan oluşmamaktadır ancak Türkmenler bu bölgelerde ya çoğunluk oluşturmakta ya da ciddi oranda yer almaktadırlar. Eğit-donat anlaşmasının basına yansıyan detaylarına bakıldığında ise Türkiye’nin eğit-donat kapsamında Suriyeli Türkmenlerden oluşan Suriyelileri eğiteceği bilgisi yer almaktadır. Şah Fırat Operasyonu ve eğit-donat anlaşması arasında bağlantı var ise Türkiye’nin bundan sonra daha fazla sınır güvenliği meselesine odaklanacağı sinyali alınabilir. Türkiye, Eşme ile Azaz arasında kalan ve şu anda IŞİD’in kontrol ettiği bölgede Türkmenlerin de dahil olduğu Özgür Suriye Ordusu’na bağlı grupların kendi bölgelerini korumasını sağlamayı ve fiili anlamda bir güvenli bölge oluşturmayı düşünüyor olabilir. Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadeleye askeri olarak katılım için öne sürdüğü uçuşa yasak ve güvenli bölge teklifleri müttefikleri tarafından hali hazırda kabul görmemiştir. Ancak eğit-donat kapsamında eğitilecek Suriyeli muhaliflerin sınır hattını kontrol altına alması buna imkan verebilir. Eğer bu değerlendirme doğru ise Türbe’nin Eşme’ye taşınması ile Türkiye’nin fiili güvenli bölgenin doğu sınırını çizdiği olasılığı göz ardı edilmemelidir.