Etiket arşivi: istihbarat

FETULLAH CEMAATİ DOSYASI : ‘Paralel yapı yeni bir istihbarat kolu oluşturmak istiyor’

KPSS skandalının ardından TSK’da subaylara generallik yolunu açan kurmaylık sınavı sorularının da önceden sızdırıldığına dair soruşturma başlatıldı. Peki, TSK’nın içerisinde paralel yapı ne kadar etkin? Sorular sızdırılmış olabilir mi?

TSK’nın “kurmaylık sınavı”nın sorularının sızdırıldığına ilişkin soruşturma gündeme bomba gibi düştü. Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in imzasını taşıyan şikâyet dilekçesi üzerine; Kara, Hava ve Deniz Harp Okullarından mezun olduktan sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nde 6. hizmet yılını bitiren subayların girdiği “kurmaylık sınavı”nın sorularının sızdırıldığına ilişkin soruşturma açıldı.

Eski İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu, KPSS ve emniyette yaşanan güvensizlik durumunun TSK’ya da tehlikeli bir şekilde tırmanıyor” uyarısında bulunurak sınav sorularının çalınmış olmasının mümkün olduğunu belirtirken, Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu, 2010 KPSS’de yaşanan sınavlara hile karıştırma ihtimalinin generalliği kadar uzanacak olan askeri akademik girişi sınavlarında yaşanmasının söz konusu bile olamayacağını söyledi.

Eski İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu ve Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu, TSK’nın ‘kurmaylık sınavı’nın sorularının sızdırıldığına ilişkin soruşturmayı AjansHaber’e değerlendirdi:

ESKİ İSTİHBARAT DAİRE BAŞKANI BÜLENT ORAKOĞLU:

“PARALEL YAPI YENİ BİR İSTİHBARAT KOLU OLUŞTURMAK İSTİYOR”

Paralel yapının kuruluş amaçlarından en önemlisi Genelkurmay ve Milli istihbarata karşı yeni bir istihbarat kolu oluşturmaktır. Üst akıl tarafından bir Truva atı şeklinde yerleştirilen yapının ilk hedefi öncelikli olarak askeri mertebede şekilleniyor. Alternatif istihbarat isteniyor. Dikkat edersek paralel yapının en önemli parametreleri üniversite ayağından yargıya kadar uzanmış durumda.

“BİLGİ VE BECERİSİ OLMAYAN KİŞİLER MEVKİ SAHİBİ OLUYOR”

Polis sınavları içerisinde de soruları vererek meslek konusundan bilgisi becerisi olmayan insanları mevki sahibi yapılıyor. Burada TSK içerisinde hedefi alternatif bir yapıdır. TSK’da zaten böyle bir yapılanma söz konusudur. Bu yapılanmanın da derhal ortadan kaldırılması gerekiyor.

“KURMAYLIK SINAV SORULARININ SIZDIRILMASI…”

Paralel yapıya yönelik araştırma ve deşifre operasyonunun uzun bir geçmişi var. Yani TSK içerisinden paralel yapının izlerini silme amaçlı hamleler gerçekleştirildi. Gerçekleştirilmeye de devam ediyor. Kurmaylık sınav sorularının sızdırılması ciddi anlamda kötü bir durum teşkil ediyor. KPSS ve emniyette yaşanan güvensizlik durumunun TSK’ya da tehlikeli bir şekilde tırmanıyor. Bunun önüne geçmek için gerekli soruşturma zaten açılmış durumda. Paralel yapının etki sınırlarını kırmak ve daha sonra da ortadan kaldırmak için yakın bir zamanda netice alınacak gibi görünüyor.

EMEKLİ TÜMGENERAL ARMAĞAN KULOĞLU

KPSS’YE BENZER BİR DURUMUN TSK’DA YAŞANMASI MÜMKÜN DEĞİL”

TSK’da subaylara generallik yolunu açan kurmaylık sınavı sorularının önceden sızdırıldığını düşünmüyorum. Askerlik alımlarını belirleyen akademik sınavlarda KPSS gibi memurluk sınavlarına benzer bir güvensizlik ortamı oluşturmasına neden olacak bir boşluğun bu sınavlarda yaşanmamıştır. Mümkün değil.

“SORULARIN SIZDIRILMASINA İHTİMAL VERMİYORUM”

Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in imzasını taşıyan şikâyet dilekçesi ile başlamış olan soruşturmanın sınavlara hile karıştırılması netlik kazansa bile ben böyle bir şeyin yaşanacağına ihtimal vermiyorum. Benzer sınavlarda hile karıştırılmış olabilir ancak generalliği kadar uzanacak olan askeri akademik girişi sınavlarında böyle vahim bir durumun yaşanması söz konusu bile olamaz.

“SINAV SORULARI SIZDIRILMIŞ OLSA BİLE…”

Akademi giriş sınavlarını akademik profile sahip eğitim uzmanları hazırlıyor. Bu sınavların içeriğine baktığımızda çok fazla farklı nitelik taşıyan alt başlıklarla dolu sorular soruluyor. Örneğin sınav soruları, sosyal sorular, askeri taktik bilgilerini içeren sorular var. Dolayısıyla bu sınav sorularını elde eden adayların alması sadece yetmiyor. Bu konu hakkında ciddi bilgileri de bünyesinde barındırması gerekiyor. Sınavda sorulan soruların bir ihtimal sızdırılması dahi tam olarak adayların yararına olmayacaktır. Ancak az bir bölümünde faydalanabileceklerdir.

“TSK’YA ÇAMUR SIÇRATMAYA ÇALIŞIYORLAR”

Soruşturmanın Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı bir çamur sıçratma girişimi olduğunu düşünüyorum. Jandarma sınavları gibi alt tabakaya yönelik sınav sorularının belki sızdırılması gerçekleşebilir. Fakat Akademik sınavda böyle bir şeyin yaşanması söz konusu bile olamaz.

“PARALEL YAPI MENSUPLARI TSK’DA DA VAR”

Paralel yapıya mensup kişiler, TSK’da var buna yok demek mümkün değil. Silahlı kuvvetler içerisinde de paralel izler var. Bu konuyu çeşitli zamanlarda kendi iç istihbaratı vasıtasıyla bunları ortaya çıkarıyordu. Ve askeri şuraya sevk edilerek TSK ile ilişiği kesiliyordu. TSK’dan deşifre olan bu kişilere zamanın da devlet kucak açtı ve devlet kurumlarında çalıştırdı. Özlük hakları idare edildi. Şimdi kalkıp da silahlı kuvvetlerin içerisinde paralel izlerin olduğunu vurgulamanın bir manası yok. Zaten bunu kimse inkâr etmiyor.

BND DOSYASI : NSU’da esrarengiz istihbarat telefonu

Almanya’nın Hessen Eyalet Meclisi NSU Araştırma Komisyonu, Halit Yozgat cinayetinde iki istihbarat yetkilisinin esrarengiz telefon görüşmesini soruşturuyor.

NEONAZİ terör örgütü NSU’nun Kassel’de işlediği Halit Yozgat cinayetinde Hessen Eyaleti istihbarat teşkilatıyla ilgili şüpheler bir türlü aydınlanamıyor.

Eyalet istihbaratında aşırı sağ muhbirlerden sorumlu ve gençliğinde Hitler yanlısı olarak bilinen Andreas Temme, Halit Yozgat cinayeti esnasında olay yeri olan internet cafedeydi. Polisin tanık çağrılarına rağmen Andreas Temme, polise başvurmadı. Polis, Andreas Temme’yi kullandığı internet üzerinden tespit ederek, evine baskın yaptı. Temme’nin evinde Hitler’in “Kavgam” kitabından sayfalar, silah ve seri cinayetler üzerine kitap bulundu. Bir süre gözaltına alınan Andreas Temme hakkında daha sonra delil yetersizliğinden soruşturma kapandı.

ŞİMDİ YENİDEN

Ancak son olarak ortaya çıkan esrarengiz bir telefon görüşmesi Temme olayını yeniden gündeme getirdi. Andreas Temme, istihbarat sorumlusu Gerald Hasso Hess’le olaydan bir ay sonra bir telefon görüşmesi yapıyor.

Hessen istihbarat sorumlusu Hess bu görüşmede diyor ki, “Ben herkese şunu söylüyorum. Bir yerde böyle bir şey olacağını biliyorsanız, sakın oradan geçmeyin.” Bu görüşme Andreas Temme’nin o zaman cinayetin olacağından haberi var dı şüphesini gündeme getirdi.

Temme dosyasını başlangıçta istihbarat bilgileri diyerek, inceletmek istemeyen Hessen Eyalet’inde geç de olsa NSU Araştırma Komisyonu kuruldu.

Hessen eyaleti NSU Araştırma Komisyonu şimdi bu telefon görüşmesini soruşturuyor. O zamanki eyalet istihbarat sorumlusu Hess komisyonda tanık olarak dinlendi. Hess, bu sözü şaka mahiyetinde söylediğini iddia etti. Ancak komisyon üyesi bir milletvekilinin burda şakanın anlamı ne sorusuna inandırıcı yanıt veremeyen Hess, bugün bakıldığında bu sözün bir şanssızlık olduğunu söyledi.

İstihbarat, Andreas Temme’nin özel olarak internet cafede bulunduğu tezini savunuyor. Ama Hess’in verdiği bilgiye göre istihbarat çevrede olay günü bir görevdeydi ve Andreas Temme’nin orda bulunmaması gerekiyordu. Çelişkili bilgiler veren Hess, “Hiçbir şeye garanti veremezsiniz, yarın katil olmayacağınıza bile” dedi.

CIA DOSYASI : ABD ADANA KONSOLOSLUĞU Güvenlik müdürü istihbarat peşinde

ABD’nin Adana Konsolosluğu Güvenlik ve İrtibat Müdürü Seyfettinoğlu’nun yerel bir gazeteciden para karşılığında Suriye sınırındaki gelişmeler, ÖSO ile bağlantılar ve TSK’ya ait stratejik bilgiler aldığı belirlendi.

ABD’nin Adana Konsolosluğu Güvenlik ve İrtibat Müdürü Sinan Seyfettinoğlu ile ilgili yeni bilgiler günışığına çıktı. Seyfettinoğlu’nun, sınır hattındaki gelişmeler ve stratejik önemde bilgilere ulaşabilmek için yerel gazeteci U.K.’ye uzun süredir ödeme yaptığı, kamuoyuna yansıyan bazı haberlere paralel bilgileri kendisine taşıyan U.K’den, spesifik bilgiler talep ettiği anlaşıldı.

Gezi protestolarından yaklaşık bir yıl önce, Haziran 2012’de “Türkiye’de Kriz Yönetimi” başlıklı semineri organize eden Seyfettinoğlu’nun İstanbul, Ankara, Hatay, İzmir, Gaziantep gibi kentlerde görevli 15’e yakın ilin terörle mücadele şube müdürünün katıldığı bu seminerde emniyet müdürlerine olası eylemlerde şiddetli müdahalede bulunulmasını önerdiği ortaya çıkmıştı. Seyfettinoğlu’nun, 17 Haziran 2013’te Adana’daki Gezi protestolarına katıldığı ve yakınındaki bazı kişileri yönlendirdiğine yönelik haberler de kamuoyuna yansımış, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nin bunun üzerine Seyfettinoğlu’nu yakın izlemeye aldığı, isminin olumsuz biçimde gündeme gelmesi halinde yaptırım uygulama eğiliminde olduğu haberleştirilmişti.

Düzenli ödeme yaptı

Seyfettinoğlu, bu kez de “casusluk” iddialarıyla gündeme geldi. Güvenlik birimlerinin stratejik önemdeki bilgileri para karşılığı edinmeye çalışan Seyfettinoğlu hakkında yasal yollara başvurmaya hazırlandığı bildirildi. Elde edilen bilgilere göre, 2012’den beri özellikle emniyetteki bazı isimlerle yakınlık kuran Seyfettinoğlu, aynı dönemde Güneydoğu Anadolu’da görev yapan gazeteci U.K. ile de bağlantıya geçti. Bağlantıları dikkat çeken iki isim yakın takibe alındı. İki ismin, 2012’den bu yana 7 kez bir araya geldiği, telefon ve SMS ile de 800’ün üzerinde bağlantı kurdukları saptandı.

U.K.’nin Seyfettinoğlu’na özellikle Suriye ve Türkiye’nin Suriye politikası konusunda kritik bilgiler verdiği, Seyfettinoğlu’nun da kritik konularda U.K.’den bilgi talebinde bulunduğu, karşılığında düzenli ödeme yaptığı anlaşıldı.

U.K.’nin çalıştığı kurum sayesinde Türkiye’de kamplara girebildiği, afad’la yakın bağlantısının olduğu ve sınır kapılarındaki faaliyetleri kolaylıkla takip edebildiği de saptandı. U.K.’nin bu kapsamda istenmesi ve ABD’nin finansman sağlaması halinde tüm kamplardan bilgi verebileceğini söylediği, Seyfettinoğlu’nun ise başına bir şey gelmesi halinde konsolosluğun sorumluluk almayacağını belirterek, özellikle görev yaptığı kentle ilgili faaliyetlerini sürdürmesini istediği anlaşıldı.

Takip edildi

Takiple elde edilen bilgilere göre, emniyet ve jandarmayla yakın ilişkileri bulunan U.K., Seyfettinoğlu’na, El Kaide ile ilişkili rejim muhalifi oluşumların Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile bağlantıları, Türkiye’deki kamplardaki Suriyelilerin durumu, yaşam koşulları, sığınmacılara yönelik uygulamalar, El Nusra örgütü ile ilgili gelişmeler, Türkiye-Suriye sınır hattındaki bombalı saldırılar, ÖSO, PYD ve El Nusra arasındaki işbirliği ve anlaşmazlıklar, Türkiye’den Suriye’ye geçerek ÖSO’ya katılmak isteyen Radikal İslamcılar, Türk emniyetinin ele geçirdiği ‘Sarin gazı’ olduğu iddia edilen mühimmat, PKK’lıların olası eylemleri, İran ve Esad rejiminin PYD’ye desteği, Adana’da ele geçirilen mühimmat, koalisyon güçlerinin hava saldırıları, IŞİD’in TSK mensubunu rehin alması gibi konularda Seyfettinoğlu’na bilgi verdi.

Bu bilgileri istedi

Seyfettinoğlu’nun ise U.K.’den özellikle Suriyelilerin barındığı kamplarda bombalı eylem yapmayı planlayan kişilerin yakalanması ve Ceylanpınar Kampı’nda alınan önlemler, Ceylanpınar-Akçakale sınırına örülen duvarın ebatları ve inşa edilmesindeki amaç, Şırnak’ta sınır kapılarının ne zaman açılacağı ve neden açılmasının istendiği, sınır kapılarının durumu, IŞİD mensubu 25 kişinin Şanlıurfa’ya gelip gelmedikleri gibi konularda bilgi istediği da anlaşıldı.

Konsoloslukta iş vaadi

Seyfettinoğlu’nun başlangıçta U.K.’ya konsoloslukta işe alma vaadinde bulunduğu, ancak bu vaadini yerine getirmediği iddia edildi. Bu arada U.K.’nin ABD’den yeşil kart talebinin olduğu, çalışmalarına karşılık konsolosluktan sertifika istediği, burada işe girmeyi arzuladığı, Seyfettinoğlu’nun da zaman zaman U.K.’nin maddi talepleri dışındaki taleplerini karşıladığı kaydedildi.

Seyfettinoğlu’nun, bölgedeki bazı emniyet mensuplarıyla yakın ilişkisinin olduğu, bazı polis memurlarının bu nedenle tayin taleplerini bile Seyfettinoğlu’na bildirebildiği anlaşıldı. Seyfettinoğlu ile U.K. arasındaki iletişimin halen sürdüğü, sadece bu yıl içerisinde 14 ayrı telefon görüşmelerinin tespit edildiği de ortaya çıktı. (Türker Karapınar/Milliyet)

İSTİHBARAT DOSYASI /// DAVID KAHN : İSTİHBARATIN TARİHSEL TEORİSİ

STHBARATIN TARHSEL TEORS.pdf

UKRAYNA DOSYASI : ABD, Ukrayna krizini kullanıp istihbarat mı topluyor ?

Doğu Ukrayna’ya yerleştirilen radarlar sayesinde Rus silahları konusunda ‘pek çok şey öğrendiklerini’ söyleyen Amerikalı Korgeneral Ben Hodges’in bu açıklaması, "ABD, Ukrayna krizini Rus askeri teknolojileri konusunda istihbarat toplamak için mi kullanıyor?" sorusunu gündeme getirdi.

© Sputnik/ Oksana Dzhadan

ABD, Ukrayna’ya ‘Korkusuz Gardiyan’ olmayı ‘öğretecek’

ABD Kara Kuvvetleri’nin Avrupa’daki komutanı olan Hodges, Alabama eyaletinde salı günü düzenlenen bir ordu konferansında, "Elbette, Kırım’da ve Ukraynalıların radar sistemleri yerleştirdiği Doğu Ukrayna’da neler yapıldığını inceleme fırsatından yararlanıyoruz" dedi.

Ukrayna’nın doğusuna yerleştirilen 20 adet radar sistemi, ABD’nin Kiev yönetimine sağladığı 118 milyon dolarlık askeri yardım paketinin parçasıydı.

‘RADAR SANDIĞIMIZDAN DAHA İYİYMİŞ’

ABD ve Ukrayna, Rus hava sahasını denetliyor

"Bu hafif ateş önleyici radarın sandığımızdan çok daha iyi bir alet olduğunu anladık" diye devam eden Hodges, ‘Rusya’nın Ukrayna’ya saldırdığını’ iddia ettiği açıklamasını şöyle sürdürdü: "Aramızdan hiçbiri —belki birkaçımız dışında- Rusya tarafından Ukraynalıların maruz kaldığı kadar büyük bir havan topu saldırısına maruz kalmamıştır. Radarların bunlara nasıl karşılık verdiğini görerek çok şey öğrenmiş olduk."

Amerikalı askeri yetkililer, silah ve istihbarat sistemlerine gizlice erişilebilmesi gibi siber tehditlerin de incelenmesi gereken konulardan biri olduğu görüşünde. Daha önce Rus silah ve teknoloji şirketi Rostec, Kırım üstünde uçan bir Amerikan insansız keşif uçağını hacklediğini açıklamıştı.

Tamamını oku: http://tr.sputniknews.com/abd/20150402/1014775459.html#ixzz3WNrqqKbL

MİT DOSYASI : TEŞKİLATI MAHSUSADAN MİTE TÜRKİYEDE İSTİHBARAT

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında, siyasi birliğin korunmasını sağlamak, ayrılıkçı hareketleri önlemek ve yabancı ülkelerin Ortadogu’daki istihbarat ve gerilla faaliyetlerine karşı koymak amacıyla kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, modern anlamda ilk istihbarat teşkilatıydı.

19.yyda devletin içeride ve dışarıda karşılaştığı gelişmelerin bir sonucu olarak modern manada ilk istihbarat teşkilatı II.Abdülhamid tarafından kuruldu. Yıldız İstihbarat Teşkilatının amacı devlet üzerine oynanan oyunları haber almak ve özellikle tahta yönelik komploları önceden ortaya çıkarmaktı. 33 yıllık Abdülhamid idaresinin İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından son verilmesinin ardından Yıldız İstihbarat Teşkilatının faaliyetlerine son verildi. II.Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra teşkilata ait yüz binlerce sayfalık rapor ( jurnal ) saraydan alınarak yakıldı.

Türkiye’de istihbarat teşkilatlanmasında bir diğer önemli adım İttihat ve Terakki döneminde atıldı.Osmanlı devletinde ayrılıkçı hareketlerin yoğunlaşması ve isyanların baş göstermesi istihbarat faaliyetlerini artırdı. Balkan savaşlarının kötü sonuçlarından sonra bir istihbarat örgütünün kurulmasının ihtiyacı daha iyi anlaşılmıştı. Bu amaçla 17 Kasım 1913 tarihinde Teşkilatı Mahsusa kuruldu.

Teşkilat-ı Mahsusa ajanları Osmanlı devletinin her yanına ve yurtdışına dağılmış bulunan çeşitli hücrelerden oluşmuş ve personel sayısı 1916 yılında 30 bin kişiye ulaşmıştı. Ajanların büyük bir bölümü uzmanlardan oluşmaktaydı. Bunlar doktorlar, mühendisler, gazeteciler, politikacılar, subaylar ve sadakatlerine güvenilen gerilla savaşı uzmanlarıydı. Üç kıtada örgütlenen Teşkilat-ı Mahsusa’nın merkezi İstanbul Nuruosmaniye’deydi. Teşkilat mensupları, 1. Dünya Savası boyunca, Bingazi’de, Trablus’ta, Basra’da, Mısır’da gerilla hareketlerini örgütlediler, bu hareketlerde fiilen görevler aldılar. Osmanlı Devleti’nin son yıllarında, siyasi birliğin korunmasını sağlamak, ayrılıkçı hareketleri önlemek ve yabancı ülkelerin Ortadogu’daki istihbarat ve gerilla faaliyetlerine karşı koymak amacıyla kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, modern anlamda ilk istihbarat teşkilatıydı.

Osmanlı devleti Birinci Dünya savaşından yenik çıkınca İttihat ve Terakki Cemiyetinin liderleri yurt dışına çıkmak zorunda kaldılar. Ülke dışına çıkan İttihatçı liderlerden Talat Paşanın son emri gizli bir teşkilat olarak görev yapacak olan Karakol Cemiyetinin kurulması oldu. İstanbul’da kurulan Karakol Cemiyeti Milli Mücadeleye büyük katkılar sağladı. Cemiyet İstanbul’dan Anadolu’ya, silah ,cephane ve subayların kaçırılmasını sağladı. Karakol Cemiyetinin dışında bu tarihlerde yine İstanbul’da kurulan ve Anadolu’da şubeleri bulunan birçok gizli direniş grubu kuruldu. Bunlardan bazılarının ismi şöyleydi: Zabitân Grubu, Yavuz Grubu, Hamza Grubu, Mücâhid Grubu, Muhârip Grubu, Felâh Grubu, İmalât-ı Harbiye Grubu, Muâvenet-i Bahriye Grubu, Nâmık Grubu, Ferhâd Grubu, Kerimî Grubu, Fethiye Deniz Grubu, Askerî Polis (Ayn-Pe) Teşkilâtı, Müsellâh Müdafâa-i Milliye (M.M./Mim Mim) Grubu, Tedkik Heyeti Âmirlikleri, Geçit Teşkilâtı.

Ankara’da kurulan TBMM’nin ilk istihbarat örgütü ise 23 Eylül 1920de kurulan Hamza Grubu oldu. Ancak haberleşmede kullanılan şifre anahtarlarının İngilizlerin eline geçmesi üzerine 1920 yılının sonunda adı değiştirildi. Sırasıyla Mücahid Grubu, Muharib Grubu, Felah Grubu adıyla adlandırıldı. Bir diğer istihbarat örgütü ise Hüsamettin Ertük ve Fevzi Paşa tarafından kurulan Müdafaa-i Milliye’ydi. Baş harflerinden dolayı Mim Mim adıyla anılan teşkilat İstanbul’dan Anadolu’ya silah,cephane ve subay kaçırma ve düşman karargahlarından elde edilen bilgi ve belgeleri Ankara’ya aktarıyordu.

Milli Mücadele döneminde kurulan bir diğer istihbarat örgütü ise Batı cephesinde oluşturulan Askeri Polis Teşkilatı idi. Ancak bu teşkilatlanma üyelerinin olumsuz davranışları, halkta korku yaratmaları, zorba kesilmeleri, kendilerini gizlemekten uzak duruşları sebebiyle kuruluşunun üzerinden bir sene geçmeden kapatıldı.

Askeri Polis Teşkilatının kapatılmasının ardından 1 Nisan 1921 tarihinde Tedkik Heyeti Amirlikleri adıyla yeni bir istihbarat örgütü kuruldu. Genelkurmay bünyesinde bulunan bu teşkilatın da ömrü uzun olmadı ve kısa sürede lağvedildi. Mudanya Ateşkes antlaşmasından Lozan Antlaşmasına kadar geçen süre içerisinde ise istihbarat faaliyetleri Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti tarafından I.Ordu Komutanlığına bağlı alarak yürütüldü.

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde Batı ülkelerinde olduğu gibi modern bir istihbarat teşkilatının kurulması görevi Mustafa Kemal tarafından Fevzi Paşa’ya verildi. Böylece yurt içine yönelik istihbarat hizmeti verecek olan Milli Emniyet Hizmeti ( MEH) Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyâseti (EHUR) İstihbarat Dairesi’ne bağlı olarak 6 Ocak 1926 yılında kuruldu. Fevzi Çakmak 6 Ocak 1926 tarihli yazı ile yeni teşkilatın kuruluşunu valiliklere şöyle bildirmişti: “Genel merkezi Ankara’da, şubeleri şimdilik İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Kars’ta olmak üzere bir (Milli Emniyet Hizmeti) kurulmuştur. Bu şubeler doğrudan doğruya genel merkeze bağlanmıştır. Şimdiye kadar Ordu Müfettişlikleri’nce yürütülen istihbarat hizmetleri bundan böyle bu teşkilat tarafından yürütülecektir.”

Teşkilatın Dış İstihbarat bölümünün kurulması amacıyla da I.Dünya savaşı öncesinde ve savaş sırasında Alman Genelkurmay İstihbarat Servisinin başında bulunmuş olan Albay Walther NicolaiTürkiye’ye davet edildi. Daveti kabul eden Nicolai ile Ankara’da yapılan görüşmelerin ardından bir sözleşme yapıldı. Bir taraftan dış istihbaratın kurulma çalışmaları gerçekleştirilirken diğer taraftan hizmet verecek personelin yetişmesi amacıyla belirlenen bazı istihbarat görevlileri 1926 Martında Almanya’da Walther Nicolai tarafından kursa alındı.

Walther Nicolai, 1926 yılının Eylül ayından Kasım ortasına kadar İstanbul ve Ankara’da subay ve sivil bazı kişilere iki ay süreyle istihbarat konferansları verdi. Aynı zamanda bu konferanslarda Teşkilat Nimaznamesi de hazırlandı. Bu çalışmaların ardından İstihbarat Heyeti tarafından Milli Emniyet Hizmeti Riyasetinin yapılanma faaliyetine girişildi.

1926 yılının sonlarına doğru son hali verilen Teşkilat Nizamnamesiyle Riyasetin iç ve dış yapılanması tamamlandı. Buna göre ilk merkezi yapılanma 4 ana şubeden meydana geliyordu. A Şubesi: İstihbarat, B Şubesi: Müdafaa, C Şubesi: Propanganda, D Şubesi: Teknik destek

6 Ocak 1927 tarihinde resmen kurulan MEH’in adı sonraları Milli Amala Hizmet olarak değiştirildi ve MAH kısaltması kullanılmaya başladı. 1932-1937 yıllarında iç istihbaratta Emniyet Teşkilatı ile görev paylaşımına gidilirken 1937’den sonra iç istihbarat Emniyete devredildi.MAH ise dış istihbarata ağırlık veren bir teşkilat haline geldi.

1960 askeri darbesinin ardından Milli Güvenlik Kuruluna bağlanan MAH, 6 Temmuz 1965 tarihinde Milli İstihbarat Teşkilatı adını aldı.

Kaynaklar:

Erdal İLTER,Milli İstihbarat Teşkilatı Tarihçesi

Kaya Karan,Türk İstihbarat Tarihi
Yıldız İstihbarat Teşkilatı ve Teşkilat- ı Mahsusa’dan Mit’e

SURİYE DOSYASI : Yeni İstihbarat !

Yine ilk defa 16 Yıldız farkıyla açıklayalım: Almanya ve Fransa, Suriye’de temsilcilik açmaya hazırlanıyorlar…

Tavşan’a Kaç, Tazı’ya ‘Tut’ Politikasına Devam…

Suriye konusunda 16 Yıldız Sitesi’nde onlarca makale yazdık. Bunları elbette ilgililer de okuyor.

Suriye tuzağını ilk kez Oktan Keleş açık seçik yazmıştı:

"Şeytaniler uzun vadede Esad’ın devrilmemesi üzerine planlar kurdu, ama Arap baharının oraya sıçrayacağını aptallar bile bilirdi. Bunun için de tavşana kaç, tazıya tut planını devreye sokuyorlar. Mezhepsel taraflar netleşince de, Suriye’ye ABD planı doğrultusunda, düşmanca tavır alan ülke, bu rolünü aşarsa, uyarılacaktı. Yaşananları bir düşünün, bunlar olmadı mı?”

Bunlar, hemen Esad devrilecek planına göre politika yaptılar. Çünkü dost dediklerine güvendiler. Ama güvendikleri dostları da, Esad kadar zalimdi. Fark etmediler herhalde. ABD, AB neden muhaliflere silah ambargosu yaptı? Tam Esad güçleniyor; pat bir açıklama Fransa’dan “silah ambargosu kalksın.” Tabi bu açıklama plandaşlarının sesi olarak seslendiriliyor. Bakıyorlar Esad sallanıyor, pat İngiltere açıklama yapıyor, “Türkiye yanlış yapıyor,” diye. Hâlbuki Türkiye’ye gazı da onlar veriyor. Duruma göre, Esad bir hamle yapıyor, pat Angelina Jolie mülteci kampında dünya kamu oyunu gıdıklıyor. Esad hamleyi arttırınca, pat İsrail Golan tepelerine hava saldırısı yapıp, durumu dengeliyor. Muhalifler hamle yapıyor, pat Rusya hemen ABD ile telefonda vs vs. Bizimkilerde “az kaldı, yarın zafer bak cart curt…” Kusura bakmayın… Bu cart curt lafından. Yav bu kadar mı basiretsizlik olur? Yoksa bu işin işinde başka işler mi vaaaaar?"

http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=2438

"Kaddafi, Mübarek ve diğerlerinin çabuk gitmesi zaten Şeytanilerin planıydı. Esad’ın gitmesi de çabuk olacak sanıldı. Oysa Esad yıpratıcı unsur olarak planlanmıştı. Yani diğerleri gibi hemen gitmeyecekti. Hükümetin, basiretsiz, ütopik hayaller peşinde koşanları bunu anlamadılar. Zannettiler ki Esad’da hemen gidecek…."

http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=1821

Esad gerçekten de yıpratıcı unsur olarak kaldı ve milyonlarca Müslüman kanı döküldü. İŞİD diye İslam’ı kullanan, Cihad yaptığını ilan eden ama nedense İsrail’e dokunmayan ŞEYTANİ bir örgüt çıktı!

Geçtiğimiz günlerde; CIA Direktörü John Brennan, ‘Ne Rusya, ne ABD, ne (IŞİD’e karşı) koalisyon ne de bölgedeki devletler Şam’daki hükümetin ve siyasi kurumların çökmesini istemiyoruz’ ifadesini kullandı. Yani CIA: Esad’ın devrilmesini istemiyoruz,” dedi. http://www.sabah.com.tr/dunya/2015/03/14/cia-esadin-devrilmesini-istemiyoruz

Kısaca Tavşan’a Kaç, Tazı’ya ‘Tut’ Politikasına Devam… denildi.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin "Suriye krizinin çözümü için Esad’la müzakere etmek zorundayız" açıklamasından sonra Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier: “ ‘Suriye krizinin sadece müzakere masasında bitirilebileceğini ve Devlet Başkanı Beşar Esad’ın katılımını gerektirse bile tek çözüm yolunun bu olduğunu’ vurgulayarak, "Suriye’de şiddetin sonlandırılmasının yolu, siyasi çözüm hedefli müzakerelerden geçiyor. Her ne kadar bu, Esad rejimi ile konuşulmasını gerektirecek olsa bile" ifadelerini kullandı.

Fransa Başbakanı Manuel Valls, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’e ilişkin açıklamasına üzüldüğünü belirterek, "Esed kaldığı sürece Suriye’de çözüm olmayacak ve John Kerry bunu biliyor" dedi. Fransa, güya Esad’ın gitmesini istiyor gibi açıklamalar yapıyor.

Tavşan’a Kaç, Tazı’ya ‘Tut’ Politikasında gelinen son noktayı yine ilk defa 16 Yıldız farkıyla açıklayalım:

Almanya ve Fransa, Suriye’de temsilcilik açmaya hazırlanıyorlar…

Devletimizin yetkililerine duyurulur!

Erol Elmas

buulkem

İSTİHBARAT DOSYASI /// L. DOĞAN TILIÇ : İstihbarat

Bu memleketin solcularının istihbarat denilince tüyleri diken diken olur. “Solcular” sözcüğü yerine “muhalif” yazsanız da olur.

Devletin tüm vatandaşlara aynı mesafede durmadığı, tersine bazı vatandaşları tehdit olarak tanımladığı durumlarda, istihbarat teşkilatları da o tehdidi ortadan kaldırmak için işkence dâhil en kaba yöntemleri kullanır hale gelirler. Solcuların ve muhaliflerin MİT’e dair hissiyatının dayandığı böyle bir tarihi temel vardır.

Oysa istihbarat zorbalık değil, zekâ işidir. Eleştirel ve analitik bir akıl gerektirir. Sosyalist, kapitalist, demokratik ya da totaliter her devletin istihbarat teşkilatı vardır. Kimi başarılı, kimi el attığı her işi yüzüne gözüne bulaştıran…

Türkiye günlerdir istihbaratın başındaki ismin önce siyaset için görevinden istifa etmesi, sonra da Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasındaki çekişmenin dayatmasıyla görevine geri dönüşünü tartışmaya kilitlendi. Belli ki tartışma bitmeyecek.

İstihbaratın başındaki kişinin bir siyasal partiyle resmen ve alenen ilişkilenmesini olağan saymak ve savunabilmek için, istihbaratın en gerekli melekeleri olan zekâ ve eleştirel akıldan epey kıt nasiplenmiş olmak gerek.

İstihbaratın bir partiyle ilişkilenmiş olmasına dönük eleştirilere en kapsamlı, en “ikna edici”(!) yanıt A. Selvi’den geldi. Fidan’ın AKP ile resmen de ilişkilendikten sonra MİT’in başına dönmesine dönük eleştirileri “Bir örnek var ki, CHP bunu gördükten sonra Hakan Fidan’ın ikinci kez atanmasıyla birlikte MİT siyasallaşıyor diyemez” diyerek yerle bir (!) etmiş oldu.

Verdiği örnek 1926-1941 arasına, AKP’nin de siyasi köklerinin bulunduğu ama yalnızca CHP’ye mal etmeyi yeğlediği tek parti dönemine ait. İşte o tek parti döneminde, aynı zamanda CHP milletvekilliği de yapan Albay Şükrü Ali Agel istihbaratın başındaymış.

Fidan’ın atanması MİT’i siyasallaştırır eleştirilerine karşı ne kadar zekice (!) bir savunu. Tek parti dönemlerinde, parti devleti dönemlerinde bu olabiliyormuş!

Bugün AKP’nin “Yeni Türkiye”sine ilişkin söylenen de bu zaten. “Yeni Türkiye” tek adam yönetiminde totaliter bir parti devleti oluyor ve bu türden rejimlerde, Selvi’nin örneğinde de olduğu gibi, “milli” istihbaratın başında bir partiyle resmen ilişkilenmiş kişiler getirilebiliyor.

Soru şu; bu yapıdaki istihbarat örgütleri başarılı olabilir mi?

Yanıtı geçmişten verilerle desteklemek ve her biri birer istihbarat fiyaskosu olan bir dizi olayı anımsatmak mümkün: Roboski, Reyhanlı, istihbaratın başındaki ismin de katıldığı en mahrem toplantının tüm ayrıntısıyla bütün dünya tarafından dinlenmesi, İŞID militanlarının Kobane’den sonra Türkiye’ye dönüp hücre evlerine yerleşmiş olması, İstanbul’un Orta Asya ve Kafkaslar’daki hesaplaşmaların av sahasına dönüşü…

Bir istihbarat örgütünün başarısında en önemli etken halkının bütününün desteğini arkasında hissetmesidir. Arınç’ın “Yüzde 50 bizden nefret ediyor, Türkiye yönetilemez hale geliyor” dediği durumun, Fidan aleniyet ve resmiyet kazanan siyasi ilişkisi üzerinden MİT’e dair hissiyata yansıması da kaçınılmaz. Sadece birkaç “anarşist komünist”in değil, memleketin yüzde 50’sinin AKP hakkındaki duygularını MİT için de beslemesi “milli istihbarat”ta başarısızlığın garantisidir.

İstihbarat örgütleri hizmet ettikleri ve güçlerini aldıkları toplumların aynası gibidir. Her ülkenin istihbarat yapısı da hedeflediği toplumsal düzene uygun olarak şekillenir. Alçak gönüllülük yerine, en iyiyi bilen ve onlar olmazsa olmaz kibrindeki ajanların, zekâ ve eleştirel aklın yerini kaba kuvvetin aldığı, en önemlisi halkın bütününün desteğini alamayan istihbarat örgütlerinin yapıp edeceği en fazla vatandaşların bir kesimini tehdit ve tehlike sayıp onları bertaraf etmeye çalışmak olur.

Sonra gelsin muhalif örgütlere, partilere ajan sızdırmalar, onları izleyip dinlemeler, tek parti dönemine özgü “tevkifat”lar…

Eh, bunları da savunacak zeki, çevik ve kıvrak (!) kalemler bulunur her zaman.

GENELKURMAY DOSYASI : GENELKURMAY İSTİHBARAT ESKİ BAKANI İSMAİL HAKKI PEKİN’DEN ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR

Genelkurmay İstihbarat eski Başkanı İsmail Hakkı Pekin, Habertürk TV’ye ‘Kozmik oda’ soruşturmasındaki kopyalama skandalının ardından önemli açıklamalar yaptı. Pekin, “İmajı çekilen bilgiler kasaya kilitlendi, 2 yıl sonra da TÜBİTAK’a gönderildi” dedi

133 Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a yönelik suikast soruşturmasında önceki gün verilen takipsizlik kararı onanmıştı. Soruşturma kapsamında sadece mahkemece görülmesi mümkün olan devlet sırrı niteliğindeki belge ve kayıtların yeniden kopyalanarak bilirkişilerce incelenmek üzere soruşturmayı yürüten savcılıkça TÜBİTAK’a gönderildiği ortaya çıktı.

Habertürk TV’de Balçiçek İlter’e konuk olan Genelkurmay İstihbarat eski Başkanı İsmail Hakkı Pekin, konuyla ilgili çok çarpıcı ve gündeme bomba gibi düşecek yeni açıklamalarda bulundu.

“Bir yanlışlık var herhalde” sözleriyle açıklamalarına başlayan Pekin, “Arama yapılan yer Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı değil, Seferberlik Dairesi Ankara Bölge Başkanlığı. Onun başında da bir albay bulunur. Buradaki evraklar sadece Ankara ile ilgili evraklardır.

Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı’nın karargahı Gölbaşı’ndadır. Bütün bölge başkanlıkları Seferberlik Tetkik Kurulu’na bağlıdır. Türkiye’deki bütün o çalışmalar, o listelerin tamamı Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı’ndadır.

Asıl tümgeneralin yeri Gölbaşı’ndadır. Özel Kuvvetler’e bağlı bir daire.

Bütün asıl belgeler oradadır.” dedi. Yani Pekin’in açıklamalarına göre aslında devletin en kritik bilgilerinin olduğu kozmik odaya değil, bölgenin gizli belgelerinin tutulduğu kozmik odaya girilmişti.

YANLIŞ KOZMİK ODAYA GİRDİLER

Pekin, o dönemde yaşananları şöyle anlattı:

“19 Aralık 2009’da bu olay çıktıktan sonra yapılan arama şu; Mahkeme karar vermiş, bir hakim geliyor, hakimin yanına İlker Paşa’nın emriyle bir askeri savcı verilmiş.

O askeri savcı, hakimin yanlış bir şey yapmasını engellemek istedi.

O dönem ben Genelkurmay İstihbarat Başkanı’ydım. Odamda oturuyordum, “Arınç’a suikast yapılacak” diye bir haber duyduk. Hemen arkasından haber geldi. Ankara’dan özel kuvvetlerden iki tane subayımızın alıkonduğunu duyduk.

Özel Kuvvetler Komuta Servet Yörük geldi. Tümgeneral Selahattin Kısacık, Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanı’ydı. Onu oradan Ankara Bölge Başkanlığı’na getirdik.

Daha sonra da “Nasıl oldu bu iş?” diye İlker Paşa beni görevlendirdi. Ben Ankara Bölge Başkanlığı’na gittim.

Arınç’a suikast yapacağı iddia edilen arkadaşlarımla görüştüm.

Onlar 1 yıldır bir albayı takip ettiklerini söylediler. Özel görev verilmiş. Onu takip ederken bu iki subayımızın bütün görüşmeleri dinlenmiş.

Kullandıkları arabalar uzun süre takip edilmiş. Sonuçta Arınç’a suikast kurgusuyla beraber bu durum ortaya çıkmış. Genelkurmay’a sorabilirlerdi bu konuyu. Ama hiç kimse bir şey sormadan hazır yakalamışken bu bahaneyle Seferberlik Tetkik Kurulu’na girmek istediler, fakat girdikleri yer Ankara Bölge Başkanlığı.”

DAHA ÖNCE DE ATABEYLER VE SAUNA İLE ÖZEL KUVVETLER’E GİRMEK İSTEDİLER

Daha önce de Atabeyler ve Sauna operasyonlarıyla özel kuvvetlere yine girilmek istendi. Ama beceremediler.

Bunu mahkeme söylüyor. Seferberlik Tetkik Kurulu’na girip oradaki evraklarda arama yapmaları gerektiği konusunda. Başsavcı vekili ısrarla arama yapmak istedi. Fakat girdikleri yer bir kez daha söyleyelim Ankara Bölge Başkanlığı.

İki subayımız Ankara Bölge Başkanlığı’nda çalıştığı için giremediler Seferberlik Tetkik Kurulu’na. Bu nedenle Genelkurmay Seferberlik Tetkik Kurulu’na girmelerine izin vermedi.

ASIL HEDEF ÖZEL KUVVETLER’Dİ

Oraya girselerdi Özel Kuvvetler’in ana karargahına da girebilirlerdi. Uzun zamandan beri Özel Kuvvetler ile ilgili bilgi isteniyordu. Özel Kuvvetler’in çalışma metotları öğrenilmek isteniyordu. Hedef orasıydı.

Genelkurmay Başkanı’mız ile de Özel Kuvvetler Komutanı ile de görüşüldü.

Aslında İlker Paşa Ankara Bölge’ye de sokmayabilirdi. Öyle bir hakkı vardı. Çünkü mahkeme olmamıştı henüz. Silahlı Kuvvetler’e güvensizlik ortadan kalksın diye, oradaki evraklar da çok önemli evraklar değil aslında. Bu nedenle müsaade edildi. Bence hiç sokulmaması daha iyiydi.

Birçok komutanın hatta Kara Kuvvetleri Komutanı’nın bile görmediği şeyler vardı orada.

O İMAJLAR GENELKURMAY’DA BİR KASAYA KİLİTLENDİ

Geldiler önce kozmik oda dışında bilgisayarlardan imaj aldılar.

Onlarla ilgili bir sorunumuz yoktu zaten. Israrla kozmik odaya girmek istediler. Yanlarına askeri savcı verdik.

Kozmik odada Nazmi Albay isimli bir albayımız vardı. O devamlı orada bulundu.

Hiçbir evrak verilmedi kendilerine. Bazı kritik evraklardan özet çıkarıldı, fotokopi çekildi, öyle verildi. Fakat bütün imajlar çekildi. Öte yandan bu imajlar teslim edilmedi. Genelkurmay Başkanlığı’nda bir kasaya kilitlendi bu imajlar.

İçinde bir 7 evrak daha var. Mahkeme devam etti.

İKİ YIL SONRA TÜBİTAK’A GÖNDERİLMİŞ, TÜBİTAK’TAN NEREYE GİTTİ?

Daha sonra aldığım bilgiye göre 2 yıl sonra mahkeme bu bilgileri istemiş. Bu belgeler, TÜBİTAK’a gönderilmiş çözümlenmek üzere. Çözümlendikten sonra o belgeler nereye gitti? O zamanki Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanı Kısacık’la biraz önce görüştüm. Bu imajların bir listesinin kendisinde olduğunu, bir suretini de emekli olduktan sonra Özel Kuvvetler’e bıraktığını söyledi. Bu iki subayımız, şimdi emekli oldular, diğer 8 kişiyle birlikte büyük ihtimalle tazminat davası açacaklar.”

İSTİHBARAT DOSYASI /// NASUHİ GÜNGÖR : İstihbarat, yine istihbarat

İngiliz edebiyatının önemli isimlerinin, istihbarat teşkilatlarıyla olan ilgisi üzerine tuhaf ve bir kısmı da belgelenmiş iddialar vardır. Hoş, kalitelerine bakılırsa teşkilatlar mı onları, yoksa onlar mı teşkilatları kullanmıştır; hayli tartışılır. Kendi payıma bunda sorun görmüyorum. Aksine böyle bir ilişkiyi eğlenceli ve ufuk açıcı gördüğümü söyleyebilirim.

Öte yandan istihbaratı sıradan bir faaliyet olarak görenlerin yahut sadece bir güvenlik çabası olarak algılayanların; edebiyat ya da herhangi bir entelektüel alanla istihbarat arasındaki ilişkiden rahatsız olmasını, daha kötüsü bunu gereksiz bulmasını, tek kelimeyle facia olarak görmek lazım. Böyle bir çoraklık ve sıradanlık, o ülkenin istihbarat faaliyetini daha baştan yenilgiye mahkum edecektir.

Yakın bir tarihte şunları yazmıştım, izninizle paylaşmak istiyorum;

‘Mesela söz konusu olan istihbaratsa, bu alanı besleyen kanallar gerçekten açık ve zengin mi? Filmler, diziler, hepsinden önemlisi tüm bunlara kaynaklık edecek bir edebiyattan, toplamda bu alana ait ciddi bir birikimden söz edebilir miyiz ? Okur yazarların, entelektüel hayatın bu alana ilgisi ne düzeyde?’ (Star, 3 Kasım 2014)

Bu ilginin halihazırda sıfıra yakın seyrettiğini, istihbarat adına kitaplara, edebiyata, ekranlara ya da sinemaya taşınanların ucuz komplo teorilerinden ve bunlardan yıllar yılı itibar ve para elde eden hokkabazlardan başka bir şey olmadığını da hiç çekinmeden söyleyebiliriz. Yine affınıza ve izninize sığınarak aynı yazıdan biraz daha alıntı yapmak istiyorum;

‘İstihbarat akıldır, oyundur, oyun kurmaktır. Hayal gücüdür, edebiyattır, ufuktur. Beklenmeyeni öngörmek, bekleneni yerinden oynatmaktır. Türkiye’nin önündeki yol haritası, en çok bu alanda kazaya uğrayabilecek kadar hassas ve engebeli. Böyle bir yola çıkıyorsanız, bunları tartışmak, konuşmak ve bu alanı besleyecek tüm kanalları açık tutmak zorundasınız.’

Yakın zamana kadar MİT adına yapılmış belki de en parlak çıkış, Soğuk Savaş döneminin bitip yeni bir dünyanın kurulduğuna dair ortaya konulan analizdi. Emre Taner döneminde teşkilatın 80. kuruluş yıldönümünde yayınlanan metin o dönemde hayli tartışılmıştı Bu metin, Türkiye’nin kurulacak yeni dünyada nasıl bir yer alacağına dair teşkilatın ya da teşkilatta birilerinin hayli ciddi bir entelektüel süreç yaşadığını ifade ediyordu. Bilmediğimiz tek husus, bunun teşkilat içinde stratejik akla sahip birileri tarafından mı yapıldığı, yoksa kurumsal bir çalışmanın mı sonucu olduğuydu.

Hakan Fidan’ın müsteşarlık dönemi ise, kelimenin tam anlamıyla ‘devlet aklı’ düzeyindeki değişimin, MİT üzerinden de ete kemiğe bürünmesinin başlangıcıydı. Eğer teşkilatın bütününü kapsayan bir değişim yaşandı mı sorusuna cevap arıyorsak, buna cevap vermek için zamana ihtiyacımız var. Ama Fidan üzerinden baktığımızda Türkiye’nin ve bölgenin en kritik sorunlarına cesaretle el atan, özellikle de çözüm süreci konusunda sürekli karşı operasyona uğramasına rağmen yoluna devam eden bir kararlılık gördük.

Ne 7 Şubat operasyonu anlık bir hamleydi, ne öncesinde yaşanan Oslo krizi ve sızdırması. Bunların her biri, bir yandan şekillenen yeni devlet aklını hedef alırken, diğer yandan bu aklın inşasında payı olan Hakan Fidan’ı hedef tahtasına oturtuyordu.

Siyasetin ve gündemin kıskacında bazı tartışmalar devam ederken, bunları şöyle bir hatırlayalım istedim. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yeni Türkiye’nin inşasında taşları doğru yerde tutmakta kararlı görünüyor ve yeni dönemi okurken herkesin bunu hatırda tutmasında yarar var.