Etiket arşivi: CIA

FETULLAH CEMAATİ DOSYASI : FETHULLAHÇILARIN CIA İLE İŞBİRLİĞİ

Türkiye’deki genel kanının aksine en büyük fişlemeyi Fethullahçı grup yapmaktadır. Milli İstihbarat, JİTEM, Emniyet Güçleri Türkiye çapında yeterli ölçülerde istihbarat çalışması yapamamaktadır. Oysa Türkiyede ki insanlar üzerinde en büyük ve ayrıntılı fişleme operasyonunu gerçekleştiren grup Fethullahçılardır. Çünkü Fethullahçıların Türkiye’deki tüm okullarda, Üniversitelerde, Yargıda, TSK’da,Devlet Yurtlarında, Bakanlıklarda, tüm özel ve devlet teşekküllerinde yeterince yandaşları bulunmaktadır.

Bu Fişleme operasyonu şu şekilde gerçekleşmektedir.

Fethullahçı yandaşlardan bulundukları ortamdaki yandaşlarına insanları müspet ve menfi olarak ikiye ayırmaları istenir.

Menfi yani olumsuzlar özel olarak fişlenir. Müspet yani Fethullahçı oluşuma olumlu bakanlar ayrı olarak fişlenir.

Bu fişlemeler Ankara, İzmir, İstanbul, Amerika ve diğer yerlerdeki merkezi noktalarda toplanır. Gerekli yerlerde Fethullahçılara yardım edilir, referans sağlanır. Fethullahçıların genel fişleme metodu şu şekildedir. Her insana rakamsal bir değer verilir. Buna göre:

GENEL FİŞLEME METODU

1.lik: Hizmetten uzak(Fethullahçılığa uzak)

2.lik: Nisbeten ılımlı(Fethullahçılığa açık)

3.lük: Geleneksel (Dini eğilimi olan)

4.lük: Fethullahçılığı bilen(Eğilimli)

5.lik: Fethullah Hoca Müridi

Ehli Beyt: Kızılbaş

Ehli Tarik: Tarikat ehli

RADİKAL: CİHAD TARAFTARI, MÜCAHİD OLMAYA EĞİLİMLİ,FANATİK! GÖRÜŞLERİ OLAN…

Bu veriler doğrultusunda, öğrencilerden, öğretmenlere, memurlara, askerlere, hakimlere, tüccarlara kadar her türlü konumda olan insanlar fişlenir. Bu listeler merkezlerde toplandıktan sonra gerekli yerlerde kullanılır. Ancak üst noktalarda bulunan bazı Fethullahçılar bu listeleri bazı çıkarlar karşılığında yabancı istihbarat teşkilatlarına sızdırmaktadır.

Yabancı İstihbarat Ajansları gerektiği yerlerde bunları kullanmaktadır.

Tabi bu istihbarat ajanslarının ilgilendikleri gruplar, Fethullahçı olan kadrolar değildir.

Özellikle CİA bu listelerdeki aşırı komünist, aşırı Kemalist ve özellikle CİHADÇI MÜSLÜMANLARLA ve CİHAD EĞİLİMİ OLAN EHLİ TARİKLARLA İLGİLENMEKTEDİR. BÖYLECE CIA, MİT YAHUT EMNİYET İLE ULAŞAMADIĞI BİLGİLERE FETHULLAHÇILARIN YAPTIĞI ÇALIŞMALARLA ULAŞMAKTADIR

TABİ BU SIZDIRMALARI BÜTÜN FETHULLAHÇILARIN YAPTIĞINI SÖYLEYEMEYİZ. ANCAK FETHULLAHÇI İŞBİRLİKÇİ AJANLAR BU FAALİYETLERİ PERİYODİK OLARAK GERÇEKLEŞTİRMEKTEDİR. NURETTİN VEREN SENDROMUNDA OLDUĞU GİBİ İÇ AJANLAR BU FAALİYETLERE KARIŞMAKTADIR.

SIZDIRMALAR

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı bu tür şahıslar arasındadır. Ekrem Dumanlı 2005 Haziran, 2005 Eylül, 2005 Kasım aylarında İstanbul Şişli’de, Beşiktaş’taki evlerde CIA yetkilileriyle görüşmüştür. Bu şahsın Emniyet’in derin kişilikleriyle karanlık ilişkileri olduğu sabittir. Ayrıca El Kaide mücahidlerinin saldırı yapacağı istihbaratını alan CIA, Ankara’da 2004 yılında Kemal adlı Fethullahçı avukatla Balgattaki bir evde görüştür…

Burada CIA iki yönlü oynamaktadır. Fethullahçılarla dolaylı olarak ilişki kurarken, Fethullah Gülen’in takıyye yapıp yapmadığınnı araştırmak için bir ajan görevlendirdiği bilgiler arasında kaydedilebilir. Yani bu noktada CIA Fethullahçılara güvenmemekle birlikte, iç işbirlikçilerin fişlemelerinden yararlanmak için bu verileri kullandığı açıktır. Bu yakın CIA-Fethullahçı ilişkileri doğrudan olmamakla birlikte Fethullahçılara bazı avantajlar sağladığı söylenebilir.

Amerika’da bazı Fethullahçıların mesela New Jersey’de Arap-İslam kökenli öğrencilerin arasına sokularak istihbarat çalışması yapması karşılığı parasal gelir elde ettikleri de bir gerçektir.

Örneğin Selim isimli bir Fethullahçı’nın New Jersey’de Mısır uyruklu Ahmad Kasım isimli öğrenciden cihadçı faaliyetler hakkında bilgi edinmek istediği, mücahid kardeşin olumlu karşılaması karşısında Arap kökenli öğrencilerin evlerine gittiği ve bu kişilerin isimlerini CIA ajanlarına sızdırdığı bir gerçektir. Ahmad Kasım, Muhammad Ezzet, Tarık al Jeyshi isimli kardeşler bu fişleme neticesinde FBI ve CIA tarafından takibe alınmıştır. Şu an bu kardeşler takibat altındadır. Ayrıca bu faaliyetlere New York’ta Ahmad Nawaz Sherif adlı Pakistan uyruklu bir Fethullahçının katıldığı da tespit edilmiştir.Bu işbirlikçide aynı faaliyetlerle Arap kökenli öğrenciler arasında istihbarat yapmaktadır.

Fethullahçı Türklerden bazılarına Green Kard uygulaması ve bir zorluk çıkarılmadan Fethullahçıların kolaylıkla Amerika’da iş ve okul bulabilmesi CIA faaliyetleriyle paraleldir. Şuan tüm Fethullahçı eğitim kurumlarında Green Card uygulaması yönündeki teşvikler bu zaviyede değerlendirilmelidir. Dolayısyla Fethullahçı- Amerikan ilişkileri bilinenden daha derin ve karanlıktır.

Amerika ve tüm dünyada El Kaide oluşumlarında Fethullahçılar tampon görevini görmek için Amerikalılar tarafından istihdam edilmektedir. Çünkü El Kaide’ye doğrudan ajan sokamayan CIA fethullahçılarla lokal dirsek temaslarıyla El Kaide oluşumlarını yerinde tespit etmektedir. Potansiyel El Kaide mücahidlerini eylem sürecine geçmeden Fethullahçılar aracılığıyla yoketmek CIA için büyük bir avantaj sağlamaktadır.

Buradan hareketle anti cihad propagandası yapan Fethullahçı grupların yayınları İslam açısından çok büyük bir tehlike olmasa da çıkarcı ve zaaflı Fethullahçı ŞAKİRDLER Amerika’nın gelecekteki favori muhbirleridir. Bu yüzden fethullahçılar rahatlıkla dünyanın her yerine yayılmaktadır. Tabi bu yayılış sürecinde saf müslümanların enerjileri ve paraları harcanmaktadır. İşte bu gerçekten üzüntü oluşturan bir durumdur.İslam’ın kurtulması için emeğini sarfeden saf Anadolu müslümanı bu beyin yıkama sürecinde dolaylı yoldan Amerikan çıkarlarına yardım etmektedir.

Fethullah Gülen ilahi bir vasıfla kitlelere empoze edildiğinden otoritesi tartışılmaz (Kadiri Mutlak) rolündedir. Ancak Fethullah Gülen bir beşerdir. Ne vahy ne de başka bir şey almaktadır. Peygamberlerin bile zelleleri varken, masum ve günahsız İmam! Fethullah Gülen’in bu süreçte hata etmedeğinden bahsetmek büyük bir hamakattir.

ERGENEKON SANIĞININ MAHKEME İFADESİ VE ERGENEKON OPERASYONUNDA CIA’NİN ROLÜ

image001109

01 06 2012 fadem1

CIA DOSYASI : CIA’in işkence danışmanları Amerika Federal Soruşturma Bürosu FBI’e geçti

ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’in sorgulamalar sırasında kullandığı işkence tekniklerini belirleyen psikologlar Amerika Federal Soruşturma Bürosu FBI’da hizmet vermeye devam ediyor

ABD‘nin Merkezi İstihbarat Teşkilatı (ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA)‘nın işkence skandallarını ortaya çıkaran raporların yayınlanmasının ardından ismini bütün dünyanın duyduğu Amerkan Psikologlar Derneği (APA) benzer çalışmalarına devam ediyor. ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’nın sorgulama sırasında uyguladığı işkence yöntemlerini belirleyen ve yeni işkence yöntemleri bulan psikologlar Amerika Birleşik Devletleri ABD Savunma Bakanlığı ile sorgulamalarda beraber çalışmaya devam ediyor.

Irak‘ta bulunan Ebu Garip hapishanesindeki işkencelerde etkin olan Susan Brandon’ın Amerika Birleşik Devletleri ABD’nin Psikolojik Etik ve Ulusal Güvenlik politikasının gelişiminde merkezi bir rol oynadığı iddia edilmişti.

Brandon şu an Amerika Federal Soruşturma Bürosu FBI Yüksek Değer Tutuklu Sorgulama Grubuna danışmanlık yapıyor. Brandon ayrıca sorgulamalar sırasında herhangi bir suç işlenip işlenmediğinin belirlenmesinde araştırmacı olarak görevlendirildi.

FBI’dan iddialar hakkında henüz resmi bir açıklama yapılmadı. Amerikan hariç istihbarat örgütü ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’nın işkencelerini psikologların yönettiği, işkence ve sorgu teknikleri konusunda Bruce Jessen ve Jim Mitchell isimli iki psikologla anlaştığı ve bu kişilerin direktifleri doğrultusunda işkence ve sorgulama teknikleri uyguladığı birkaç ay evvel ortaya çıkmıştı.

CIA İşkence raporu dünya gündemindeki yerini koruyor. Raporda uygulandığı belirtilen işkence yöntemleri bütün dünyadaki adam hakları kuruluşlarından tepki almaya devam ediyor.

Psikolojik Etik ve Ulusal Güvenlik Politikası raporuna göre "Psikolog [Sağlık Hizmetleri ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA Ofisi] sıhhat uzmanları direnen bir işlevi yerine getirmek için, kapının açılmasına yardımcı olarak görülebilir"

AK PARTİ DOSYASI : “AKP, lobi için CIA’in eski başkanıyla anlaştı”

Amerikan gizli haber alma örgütü CIA eski başkanlarından Porter Goss’un danışmanlık hizmeti ve lobi çalışmaları için AKP hükümetiyle anlaştığı ortaya çıktı.

The Intercept, Porter Goss’un AKP hükümetiyle anlaştığına dair ABD Adalet Bakanlığı’ndaki kayıtlara ulaştı. Dış Temsilciler Tescil Yasası kayıtlarına göre hali hazırda Amerika’da Türkiye adına faaliyet gösteren Dickstein Shapiro danışmanlık firmasının bünyesindeki Porter Goss, bundan sonra Türkiye lehine çalışacak.

“AKP, lobi için CIA’in eski başkanıyla anlaştı”

Cumhuriyetçi kökenli Goss, 11 Eylül’den dolayı eleştirilen teşkilatta iddialı bir değişime girişmiş, birçok bürokrat ve ajanı karşısına almıştı. Goss 2006’da sürpriz bir şekilde dönemin başkanı George W. Bush’a istifasını sunmuştu.

Türkiye’nin Goss seçimi ‘tuhaf’

Öte yandan The Intercept’in haberinde Goss’un CIA günlerinde “Özgürlüğe alternatif hiçbir şey yoktur. Kadın ve erkeklerin potansiyellerinin tamamına ulaşabilmesini sadece özgürlük sağlayabilir” açıklaması hatırlatılırken, Türkiye’deki basın özgürlüğü düşünüldüğünde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’sinin Goss seçiminin ‘tuhaf‘ olduğu belirtildi.

Hükümetin birçok gazeteciyi tutuklattığı, barışçıl gösterilere şiddetle karşılık verdiği ve sosyal medya sansürleri de hatırlatıldı.

Haberde Türkiye’nin IŞİD’le mücadele konusunda ABD’nin yanında yer aldığı ancak IŞİD militanlarının hala Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırlarından kolayca geçiş yapabildiği de vurgulandı.

FETULLAH CEMAATİ DOSYASI : Fethullah Gülen’e CIA ve MOSSAD koruması

ÖZEL BÜRO NOTU :BU HABER YANDAŞ TAKVİM GAZETESİNDE YER ALDI. BU NEDENLE DOĞRULUĞU TARTIŞMALI BİR KAYNAK. OKUYUCULAR BU HABERİ OKURKEN BUNU DA GÖZ ARDI ETMESİNLER.

Paralel yapının bir numaralı ismi Fethullah Gülen’i ABD’deki malikanesinde suikast ve kaçırılma korkusu sardı. Pensilvanya’da yaşadığı asansör kazası nedeniyle endişeye kapılan Gülen’in koruma sayısı 200’e çıkarıldı. Koruma ekibinin başında ise CIA ve MOSSAD ajanlarının olduğu öğrenildi.

ABD’deki malikanesinde mahsur kaldı. Suikast sandı. Fena halde korkan Fethullah Gülen’in koruma sayısı 200’e çıkarıldı!

Gülenlik alarmı Okyanus ötesine kaçtı. ABD’nin Pensilvanya kentindeki malikanesine sığındı. Paralel Örgütü’ne talimat verip, Türkiye’de darbe yapmaya kalkıştı. Hocayı şimdi de korku sardı! Gülen, geçtiğimiz günlerde malikanesinin asansöründe tam 1 saat mahsur kaldı.

CIA-MOSSAD AJANLARI

Büyük panik yaşayan Gülen, adamlarına, "Bana suikast mi düzenlediniz?" diye bağırdı. İşte sıkıntılı günler yaşayan Hoca şimdi de kendini koruma çemberine aldı. Suikast ve kaçırılma korkusu yaşayan Gülen’in koruma sayısı 200’e çıkarıldı. Adeta bir ordu olan koruma timinin yönetimini ise yabancı ajanlar aldı. İstihbarat birimlerinin edindiği bilgilere göre Hoca’nın ekibinin başında ABD’nin Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA ile İsrail Gizli Servisi MOSSAD’da görevli ajanlar vardı. Söz konusu ajanların, Gülen’in her adımını an be an takip ettikleri anlaşıldı.

(Takvim)

ERGENEKON SANIĞININ MAHKEME İFADESİ VE ERGENEKON OPERASYONUNDA CIA’NİN ROLÜ

01.06.2012 FADEM.PDF

CIA DOSYASI : ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’nın Türk casusu Ruzi Nazar gizlice toprağa verildi

Ruzi Nazar, perşembe günü, 97 yaşında yaşama veda etti. Yakınları sessiz sedasız, Türkiye’de ismi gizli bir yere defnettiler onu.

Sovyet topraklarında bir Özbek olarak, 1917 Ekim Devrimi sırasında dünyaya geldi. İç harp, yoksulluk, açlık zamanıydı. Okulda din karşıtlığı, evde İslam öğretildi ona. Komünist Parti’ye karşı dağa çıkanları, yakınlarının Stalin şiddetine kurban gidişini gördü. Habertürk’ün haberine göre; Bağımsız ve hür Türkistan hayalini bu yüzden kurdu.

Önce üvey ağabeyi, ardından 1939’da babası öldürüldü. Aynı sene, Alman ordusu Polonya’ya saldırınca II. Dünya Savaşı başladı. Sovyet askeri olarak savaşa katıldı. 2 Ocak 1940’ta Margilan Tren İstasyonu’ndan Odessa’ya yola çıktığında, annesini bir daha görmeyecekti. Ancak Kızıl Ordu subayı olarak başladığı savaşı, Alman ordusu saflarında tamamladı.

SOYLU ALMAN AİLENİN KIZI İLE EVLENDİ

Kasım 1941’de Alman tutsak kamplarında 3 milyon eski Kızıl Ordu askeri vardı. Bunların 800 bini Müslüman’dı. Türkiye’nin Almanlara tavsiyesiyle kurulan Türkistan Lejyonları’nda 5 binin üzerinde Türkistanlı genci eğitti. Almanların Yahudi diye sünnetli Müslümanları öldürdüğüne şahit oldu. Savaş bitti, bu defa Yalta Konferansı gereği Almanlar tarafından yine SSCB’ye teslim edilme riski doğdu; 8 Mayıs 1945’te üniforma çıkardı, diğer bir kimliğe büründü. Berlin yakınlarında, bir Alman yarbayın malikânesinde akla hayale gelmeyecek heyecanlı günler yaşadı. Amerikalılar tarafından yakalanıp toplama kampına götürüldü. Oradan da kurtuldu. Soylu Alman ailenin kızı Linda ile evlendi. Ondan iki çocuğu oldu. Kızı, büyük sükse yapan “Akıl Oyunları” filminin romanını yazan Sylvia (Zülfiye) Nazar’dan başkası değildi.

ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’DA ÖNEMLİ GÖREVLERDE BULUNDU

Soğuk Savaş kendini hissettirmişti. Ama ABD’de, bir istihbarat geleneği henüz yoktu. Truman, 26 Haziran 1947’de Milli Güvenlik Kanunu’nu imzaladı. 18 Eylül 1947’de de Merkezi İstihbarat Örgütü (ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA) gözlerini açtı. Ruzi Nazar, Almanların kanlı Gehlen örgütünün, ABD’ye ve CIA’ya nasıl katkı sağladığını gördü. Gladio örgütlenmelerinin içine girdi. Bir şekilde Almanya’da, Franklin Roosevelt’in oğlu Archibald ondaki yeteneği keşfetti. Ve Ruzi kendini evvel Amerika’da, Roosevelt Ailesi’nin yanında, ardından CIA’da buldu. Soğuk Savaş’ın en sıcak yıllarında çok mühim görevler yaptı.

TÜRKEŞ’İ KÜRT MESELESİ KONUSUNDA UYARDI

İran’da Argo filmiyle bilinen rehine kurtarma operasyonunun asıl kahramanıydı. Afganistan’da, Hizb-i İslami’nin kurucusu Gulbeddin Hikmetyar’ın elinden vatandaşlarını kurtardı. Sovyetler’i “milliyetler meselesi”nin çökerteceğini düşünerek yaşamı boyunca bunu sağlamaya çaba etti. 1960’larda Türk yetkilileri, Alparslan Türkeş’i bile bu kaygıyla, Kürt meselesi için uyardı.

"TÜRKİYE’YE ZARARI OLACAK İŞLERE GİRMEDİ"

Ama Türkiye için asıl önemi, Aralık 1959’dan itibaren 12 sene yaşadığı Ankara’da “CIA casusu” olarak vazife yapmasıydı. Bazıları darbelerde onun parmağı olduğuna bile inanır. Ancak Ruzi Nazar’ın biyografisini yazan Enver Altaylı, farklı düşünüyor. O seneleri şöyle anlatıyor:

“Ona hep CIA’nın Türkiye İstasyon Şefi söylüyorlar fakat değildi. Ruzi Amerikalılara ‘SSCB’ye karşı Türkiye ile yapılan müşterek operasyonlarda çalışırım. O konularda onlardan bilgi alıp veririm. Yoksa diğer yere tayin edin’ dedi. Meselelere sadece Amerika’nın çıkarları açısından bakmadı. Türkiye’ye zararı olur mu bu bilginin, bunu da düşündü.”

80 DARBESİNİ BİLİYORDU

Peki 12 Eylül’den haberi mevcut mıydı? Altaylı şöyle söylüyor: “Ruzi o dönemde Almanya’daydı. Bir gün beni aradı ve ‘Türkiye’de dahil harp ortamı mevcut. Askeri müdahale olacak. Darbeden sonra 1. Ordu Komutanı Necdet Üruğ’un başkanlığında bir ulusal mutabakat hükümeti kurulacak. Türkeş’e de, bunun altında kalacak. Tedbirini alsın’ dedi. ‘Peki Amerikalılar ne düşünüyor?’ dedim. ‘Türkiye’de solun gelmesi halinde dahil harp menfaat. ABD Türkiye’nin istikrarsızlaşmasını istek etmez’ dedi.”

ÖLENE DEK ORTAYA ÇIKMADI

Ruzi Nazar, yaşlılık yıllarında Türkiye’de bir kıyı kasabasında yaşadı. Ama hiç ortaya çıkmadı. Belki 100 senenin ağırlığından, belki ortalığı karıştırmak istememesinden. Ve perşembe günü, sırlarıyla beraber gömüldü.

AK PARTİ DOSYASI : SİBEL EDMOND, CIA’NIN ERDOĞAN’I NASIL ÇÖZDÜĞÜ NÜ ANLATIYOR

Uzun süre Türkiye’de yaşadım ve Türkiye iç politikasını çok yakından takip ediyorum. Ve doğrusu, benim FBI muhbirlik davamın konusu aslında ABD-Türkiye arasındaki gizli görüşmeleri deşifre etmemden kaynaklanıyor.

Bu yüzden hem ABD’de, ABD çıkarlarına zarar verdiğim, hem de Türkiye’de Türkiye çıkarlarına zarar verdiğim gerekçesiyle iki ülkede de tamamen dışlandım.

İnsanlar Twitter üzerinden, sıradan vatandaşlar, soruyorlar, "Erdoğan hakkında düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz", yazdığım makalede bunu yapmaya çalıştım, ve insanların konuyu doğru anlayabilmesi için, ciddi bir tarihi arkaplan bilgisi vermek zorunda kaldım.

İnsanlar şaşırıyor, Erdoğan önceleri bir melekken, nasıl oldu da ABD için şimdi bir şeytan, bir düşman haline gelebildi, bu sistem nasıl çalışıyor? CIA’nın kukla hükümetler

kurduğu, onları kullandığı, ve ardından bir gecede onları nasıl yokkettikleri bilenen bir gerçek. Aynı şey Erdoğan’ın da başına geliyor.

Ah evet, bu durum pek çok Amerikalı’ya Donald Rumsfeld’in Saddam’la tokalaştığı o unutulmaz görüntüleri, ve daha sonra gözden düştüğünde işgal ve yokedilişini hatırlatıyor.

Aynı süreç, Erdoğan’la ilişkilerde de açıkça görülüyor.

Ve Erdoğan’ın tasfiye süreci Gezi Parkı olayları ile başlamış gibi görünüyor, ancak makalenizde de belirttiğiniz gibi bunun çok daha geniş çaplı, farklı nedenleri var. Örneğin daha önce Bir Gladyo Projesi: Fetullah Gülen röportajımızda anlattığınız gibi Gülen’le de bağlantılı.

Peki, bu değişimin nedeni nedir? Erdoğan neden gözden düştü?

Evet, bütün bunlar bana göre Gülen ve Erdoğan arasındaki kavgayla başladı. Gülen cemaati AKP’nin hükümet olması için çok ciddi destek verdi, Erdoğan ve Gül’ün bütün bürokratları Gülen cemaatinin desteğiyle geldi o noktalara.

Ancak burda şuna dikkat etmek gerekiyor, Gülen sadece bir sembol. Asıl önemli olan ve işi yapan Gülen markası. 1997’den sonra CIA Gülen’i oyuna dahil etti. Gülen Türkiye’de şeriat düzeni kurmak istiyor ve suçlarından dolayı aranıyordu. CIA onu ABD’ye getirdi ve ne tesadüf ki CIA merkezinin hemen yanı başında bir eve yerleştirdi. Gülen şu anda 15 yıldır ABD’de yaşıyor ve 20-25 milyar dolarlık bir ağı kontrol ediyor, ve kimse gerçekten bu paranın nerden geldiğini bilmiyor. Bu Gladyo A planı idi.

Gülen’in ABD dışında CIA ile birlikte açtığı okullar, camiler, medreseler birer birer kapatılıyor çünkü bu ülkeler, Gülen cemaatinin varlığının kendi ülkelerinin ulusal güvenliğine bir tehdit olduğunu, CIA ile ortak operasyonlarda kullanıldığını kavradılar.

Gülen cemaati ve CIA bununla kalmadı tabii ki, Türkiye’de büyük bir medya ağı kuruldu, satın almalar yoluyla, polis teşkilatına, hukuk, ve askeri alanlara sızdılar. Ve işte bu güç ağı, yani Gülen ve CIA ortak hareketi, Erdoğan’ı parlatarak hükümete taşıdı.

Aslında 97’de Erdoğan’ın üyesi olduğu parti askerlerin müdahalesiyle kapatılmış, Erdoğan hapse atılmış iken, 2002’de bu kez askerler geri adım attı, sessiz kaldı ve Erdoğan’ın başbakan olmasına izin verdi. Peki 1997-2002 arasında değişen neydi? Evet, artık Gladyo B planına geçilmişti, Gülen ABD’deydi artık.

Erdoğan o sırada değişmiş, aşırı güven kazanmış, beslenmiş, ve artık "bu imama artık boyun eğmek zorunda değilim, halk beni seviyor ve ben ne dersem inanıyorlar" demeye başladı. "İmam kabul etse de etmese de ben kendi istediklerimi artık özgürce yapabilirim" diyordu.

Erdoğan’daki bu aşırı güven sadece bir neden. Diğer bir neden de Erdoğan’ın İsrail’e karşı sert tutumu, sözünü geçirebiliyor görüntüsüydü. Türkiye’deki bütün partilere, medyaya rağmen bunu eleştiren de nevar ki Fetullah Gülen’di. Ve bu arada, bir yan not olarak şunu söyleyeyim ki, Gülen’in ABD’deki en büyük destekçisi de ordaki Yahudi lobisiydi. İsterseniz Google’a gidip, en büyük yahudi lobisi olan aipac’i, ya da atc’yi sorgulayın "gulen aipac" şeklinde.

İlginç olan bir İslam Mollası, İmamı olan Gülen (!), Yahudi lobisi tarafından destekleniyordu.

Tek başına bu durum bile, insanların Gülen hakkında şüphe duyması, soru sormaya başlaması için yeterli bir nedendir.

Bu da Erdoğan Gülen arasındaki kavganın ikinci nedeniydi, yani Yahudi lobisinin desteklediği Gülen, Erdoğan’ın İsrail’e karşı sert çıkışlarını doğru bulmuyordu.

Ayrılık çanları çalmaya başlamıştı. Ve ardından Suriye konusu geldi. Türkiye, AKP hükümeti Suriye’deki muhalifleri eğitiyor, silahlandırıyor, ve bütün bunlar ABD tarafından, İncirlik üzerinden yönetiliyordu.

Buraya kadar herşey yolunda gidiyordu, ABD emrediyor, Erdoğan uyguluyor, Esad’ın devrilmesi için gereken herşey yapılıyordu. Ancak beklenmedik birşey oldu, ABD’de Esad’a uygulanan şiddet, saldırı hoş karşılanMamaya başlandı. Obama bu konudaki desteğini yitiriyordu. Ve tam bu noktada Rusya’nın devreye girmesi ABD’yi geri adım atmak zorunda bıraktı.

Ve işte tam bu sırada, Erdoğan’ın uyguladığı ABD emirleri Türk halkı tarafından sorgulanmaya başlandı. Türk halkı olanlardan, yapılanlardan hiç de memnun değillerdi. Çünkü Türkiye Suriye ile, Esad ile son derece iyi ilişkilere sahipti, ayrıca, Suriye müslüman bir komşu ülkeydi.

ABD geri çekilince, Erdoğan tamamen ortada kaldı. Artık halkı arasında popüler değil, nefret edilen bir lider olmaya başlamıştı. ABD artık verdiği sözleri tutmuyor, Erdoğan’ı tamamen yalnız bırakıyordu ki bu da Erdoğan’ı oldukça sinirlendirmişti. Bu da üçüncü bir neden oldu.

Bu noktada başka bir olay patlak verdi; Gezi Parkı olayları. Gülen, Erdoğan’la aralarındaki kavgada, bunu bir fırsat olarak değerlendirmek istedi. Ve Gülen protestolara kendi cemaatinden insanları soktu. Erdoğan başına neler geleceğini anlamıştı. CIA ve Gülen işe el atmış, protestolarda aktif rol oynamaya başlamıştı. Erdoğan bunu net olarak görüyordu.

Şüphesiz Gezi Parkı olayları gerçek halk tarafından başlatılmıştı, ancak CIA’nın kontrolündeki Gülen cemaati bunu, bu fırsatı değerlendirmekte gecikmemişti. Ve eş zamanlı olarak ABD ve Avrupa basınında Erdoğan "diktatör" olarak anılmaya başlandı. Erdoğan’ın El Kaide ile ilişkileri ortalığa dökülmeye başlandı ki, El Kaide’nin de ne tür bir operasyon olduğunu biz açıklamaya, deşifre etmeye daha önce çalışmıştık. Erdoğan artık El Kaide’nin parasal kaynak sağlayıcıları ile bağlantırılıyordu. Ve bütün bunlar, bu operasyonlar CIA tarafından yönetiliyordu.

Peki, bütün bunlar gayet açık, anlaşılabilir ancak benim kafama takılan soru şu, Gülen’le, daha doğrusu CIA ile Erdoğan arasında bir sorun varsa eğer, bu sorunun nedeni nedir, CIA Türkiye’den, Erdoğan’dan ne istiyor?

Erdoğan, AKP sadece birer sembol, tıpkı diğer ülkelerdeki kukla hükümetler gibi, Obama gibi, George Bush gibi. Asıl önemli olan, bu sembolün arkasındaki güç, yani CIA, yani ABD Silah Sanayi. CIA’nın yapmak istediği, sözkonusu ülkeyi tamamen kontrol altına almak, iç ve dış politikasını yönetmekti, ki son derece düzgün bir şekilde çalıştı, diledikleri kukla hükümeti, yani Erdoğan’ı getirmeyi ve uzun süre hükümette tutmayı başardılar.

CIA’nın planı, Türkiye’yi bir model ülke olarak kullanmak, ve diğer ülkeleri de aynı şekilde hizaya getirmekti, Ilımlı İslam projesini Orta Doğu’da uygulamaya geçirmekti. Erdoğan ve Gülen, daha doğrusu CIA arasındaki sorun, bu planları aksatıyordu. CIA, kullandığı kuklalarından birinin (Erdoğan) kontrolünü kaybediyordu, bu arada Gül’le hiçbir sorunları yoktu. Gül iyi bir uşak (bu kelime aynen kullanılıyor görüntülerde) olmuştu, emirleri harfiyen uyguluyordu.

Erdoğan boyun eğmeyeceğini göstermek için, bir mesaj vermek için şunu söyledi "milyarlarca dolarlık silah alımlarını sizinle değil, ABD ile değil, Çin’le yapacağım". Bu ölümcül bir hataydı, bu ABD ve NATO’nun en üst düzey kurallarından birinin ihlali anlamına geliyordu, yapılabilecek son şeydi. İşte bu, NATO ve ABD Silah Sanayisini çileden çıkardı.

Ve Erdoğan daha da ileri giderek, AB’ye girmek için yıllardır beklediklerini ve bunun gerçekleşmeyeceğini anladığını, bunun yerine Şangay Birliği’ne katılmak istediğini söyledi. Ve resmen başvuruda bulundu. Ve bu davranış yine, çiğnenebilecek en son kurallardan biriydi. Bir kukla, kukla oynatıcısına karşı, sahibine karşı isyana kalkmıştı.

İşte bunları yaptığınızda, son kullanma tarihiniz dolmuş demektir. kim olursanız olun artık bitmiştir. Ve ABD’nin uygulayacağı cezanın diğer ülkeler için ibretlik olması gerekiyordu, çünkü bu durum başkaları tarafından örnek alınabilirdi, bu risk göze alınamazdı.

Erdoğan’a şu ihtimaller sunuldu, tabii bunları hiçbir yerde duyamazsınız; birincisi, geri adım atacaksın, herşeyi geri saracak, İsrail’le ilişkilerini düzeltecek, Çin’den silah almaktan vazgeçeceksin, Şangay’dan uzak duracaksın, Gülen’den özür dileyeceksin, bu senin birinci seçeneğin.

İkinci seçeneğin, sessizce istifa edip gideceksin. Çünkü biz hali hazırda senin yerine gelecekleri belirledik (Ç.N: CHP!). şu ana kadar çalıp çırptığın paraları da beraberinde götürebilirsin. senden öncekiler de çaldı, sen de çaldın, ve bunlarla İngiltere’ye gitmene izin vereceğiz.

Üçüncü seçeneğin ise bizi beklemek olacaktır ki bu sana iki senaryo sunar; Kaddafi gibi, Saddam gibi yokedilirsin, seni Taksim meydanında, Gezi Parkı’nda öldürürüz. ikinci senaryo da, Mübarek gibi korkak bir şekilde teslim olabilirsin, seni İngiltere’de bir hapishaneye atarız, yaşamının kalanını orda sürdürürsün.

İşte şu anda, Erdoğan bu seçeneklerle karşı karşıya. Bu seçenekler Kaddafi, Saddam ve Mübarek’e sunulanlarla aynı, CIA böyle çalışıyor. Senaryolar o kadar aynı, şaşmaz ve detaylarıyla benzer ki, insan neredeyse aynı şeyleri tekrar tekrar görmekten sıkılıyor.

Ve birkaç ay içinde sonucu göreceğiz çünkü bu durum fazla uzun sürmeyecek.

El Kadı ile Erdoğan’ın ilişkisi şu anda piyasaya sürülüyor ancak El Kadı 1990 ortalarından beri FBI tarafından biliniyordu. El Kadı’nın çalışma merkezi Şikago idi, ve garip olan, Gladyo B’nin de çalışma merkezi Şikago. Aynı zamanda Abdullah Çatlı da Şikago’ya geldi, orda ona ABD’de sürekli kalma izni (Yeşil Kart) verildi, daha sonra çeşitli bölgelere gönderildi, mesela Azerbeycan’a baba Aliyev’i öldürmek üzere gönderildi vs. Yani Şikago bu işlerin merkezi, yönetim noktasıdır.

FBI El Kadı’yı ne zaman Şikago’da sıkıştırıp da yakalamak istese, araya CIA giriyordu. Ve nihayet, El Kadı’ya toparlanıp Arnavutluk’a kaçması için yeterli zaman verildi. Ve kaçınca da "hay allah, elimizden kaçırdık" dendi.

El Kadı bu defa, mensubu olduğu Gladyo B operasyonlarına Arnavutluk’tan yön vermeye devam etti. bu arada ABD onu 9-11’in para sağlayıcısı olarak her yerde deşifre ediyordu. ABD bu kez, "onun Arnavutluk’da olduğunu biliyoruz, adresi herşeyi elimizde, Arnavutluk hükümetinden onu resmen isteyelim" dediler. Ancak ona Türkiye’ye geçmesi için gereken iki haftalık süreyi vermeyi de ihmal etmediler. Garip olan, El Kadı Arnavutluk’da iken elinde Arnavutluk pasaportu vardı, ve Türkiye’ye geldiğinde Türk nüfus cüzdanı taşıyordu. yani herşey çok önceden planlanmıştı.

ABD bu kez "hay allah, Arnavutluk’tan da kaçırdık adamı" diyiverdi. bu defa Türkiye ile yazıştı ve "bu adamı sizden istiyoruz" dedi. Türkiye tarihinde ilk defa Türkler "pardon, aramızda böyle bir suçlu değişim anlaşması yok, bu adam herhangi bir suç da işlemedi burda, bu yüzden onu size veremeyiz" dedi. Ve ABD "ah öyle mi, tamam sorun değil" diyerek dosyayı kapattı! bu kadar basit ve saçma bir şekilde dosya kapatıldı.

El Kadı Türkiye’de pek çok bankanın sahibi, Azerbaycan dahil pek çok yere gidip gelen bir adam. Sadece Asya bölgesine değil, aynı zamanda Avrupa’ya da gidiyor bu adam, örneğin Londra’ya, iş gezileri. Sonunda, El Kadı, bir iş adamı ve Gladyo B adamı olarak BM’ye kendisini terörist listesinden çıkarma başvurusunda bulundu, ve BM de bu başvuruyu değerlendirip onu listeden çıkardı! Sonuç olarak, CIA için çalışan bu adam, ABD tarafından aklanmış oldu.

Ve aniden, Erdoğan’ın oğlunun El Kadı, yani El Kaide’nin ana sponsoru olan terörist kişi ile fotoğrafları servis edilmeye başlandı. Bu tür haberler yayılmaya başlandı. Ve bu haberlerin pek çoğu Gülen cemaati tarafından servis ediliyordu. Ve tabii ki CIA destekli MİT’ten bir grup tarafından… Ve çok ilginç bir nokta da şu ki, bu servis edilen haberlerin çoğu WikiLeaks’den geliyordu. burda kafama birşey takılıyor, acaba bunlar WikiLeaks’de halihazırda bulunan bilgiler miydi, yoksa birdenbire, aniden keşfedilmiş bilgiler miydi? bu konuda şüphelerim var. (Ç.N: WikiLeaks’in CIA kontrolünde olduğunu ima ediyor)

Soru: sizce Erdoğan’ın başına gelenler Kaddafi ve Saddam’ın başına gelenlerle tıpatıp aynı mı olacak, yoksa biraz daha farklı bir versiyon mu göreceğiz burada?

Türkiye, Mısır ya da Libya’dan tamamen farklı bir ülkedir, dinamikleri çok çok farklıdır. Öncelikle, Türk insanı gerçekten de farkındalığı yüksek bir kitledir. Aptallar için tasarlanmış iki partili sistem, ABD’de olduğu gibi, Türkiye’de çalışmaz, Türkiye’de çok farklı fraksiyonlar, eğilimler mevcuttur. ABD’de olduğu gibi, yani demokrat ve cumhuriyetçiler arasında bir gel-git oyunu sergileyerek halkla dilediğiniz gibi oynamanız Türkiye’de çalışmaz.

Burada bilinç düzeyi son derece yüksek bir halk kitlesinden bahsediyoruz. ABD’den çok farklı bir kitledir bu. Eğitimli ve düşünen insanların olduğu bir ülkede bu kadar kolay oyunlar sergileyemezsiniz, bu çok zordur.

Diğer bir fark da, Türk insanının aktivist yönü, sokaklara inen, hakları için savaşan bir topluluktur Türkler. Bana soruyorlar bazen, oyunu kime vereceksin diye. ben de "oyumu Türk halkına vereceğim" diyorum, çünkü onlara inanıyorum, onlar kendilerine ne olacağına kendileri karar vereceklerdir.

Türk halkı gözünü açık tutmaya devam etmeli ve Libya’da, Mısır’da olanlardan ders almalıdır. bunları milliyetçi bir kişiliğim olduğu için söylemiyorum, burada tamamen farklı tür insanlardan bahsediyoruz.

ABD’nin planları Libya ve Mısır’da olduğu kadar kolay işlemeyecektir Türkiye’de.

Diğer bir konu da, AB meselesi. daha önce AB’yi bir kurtuluş olarak gören Türk insanı, AB’nin politik ve ekonomik çöküşünü görüyor. Almanların Türkiye’deki işlere başvurduklarını, Avrupa’da işsizliğin boyutlarını görüyor. AB’ye girMEmiş olmanın bir avantaj olduğunu düşünüyorlar.

https://docs.google.com/document/d/10cQMThKr5pXGZUhmO_mAWOdxwi2dPXofTFAeES0zX50/mobilebasic?pli=1

MK ULTRA PROJESİ /// VİDEO : CIA’in MK-Ultra Projesi ve Deneyleri

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=9MRq-7tvAlc&feature=em-uploademail

BALYOZ DAVASI /// Bilgin Balanlı : Arkasında ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA olabilir

Balyoz’dan tutuklanan en yüksek rütbeli subay olan Bilgin Balanlı’dan çok fazla konuşulacak bir iddia: Arkasında ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA olabilir…

Bilgin Balanlı, 236 sanıklı Balyoz davasının bir muvazzaf orgeneraliydi. 2011’in Mayıs’ında Harp Akademileri Komutanı’yken tutuklandığında, o tarihten iki ay akabinde yapılacak olan YAŞ toplantısında Hava Kuvvetleri Komutanı olarak atanması gerekiyordu. Balanlı’nın kariyeri Balyoz’a takıldı, tutuklanan en yüksek rütbeli subay oldu. Balanlı, orgeneralliğinin 2 yılını Hasdal Tutukluevi (cezaevi) ’nde geçirdi ve emekli oldu. 2014 Haziran’ında serbest kaldı ancak mahkemeden beraat kararı çııncaya kadar bir yeni açıklama yapmadı.

Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel’e açıklama yapan Balanlı tüm bu yaşananların düğmesine Erdoğan ve Büyükanıt’ın 2007 senesinde Dolmabahçe’de yapmış olduğu görüşmeden akabinde basıldığına inandığını belirtti . Balanlı Balyoz için ‘ çok kritik Dolmabahçe görüşmesinde düşmeye basıldı’ iddialarına katıldığını açıkladı. Balanlı, Dursun Çiçek’in ‘komplonun arkasında İsrail ya da ABD var’ iddiasına da değinerek “ ABD ’nın müdahil olmuş olma ihtimalini daha güçlü görüyorum. ABD ’nın derin devleti, demek oluyor ki ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA , bu işin içerisinde olabilir” diye belirtti . İşte Bilgin Balanlı smyleşisinin o bölümü…

-Bir başka iddia da Mayıs 2007’de dönemin Başbakanı Erdoğan ile dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın ünlü Dolmabahçe görüşmesiyle ilgili. Düğmeye ondan akabinde basıldığını düşünenlere katılıyor musunuz?

Evet, ben de öyle düşünüyorum.

-O görüşmelerde Erdoğan TSK’ya yönelik bu tür davaların gelmekte olduğunu mu söyledi Büyükanıt’a? Bunu mu düşünüyorsunuz?

O zamanda henüz Balyoz davası söz konusu değildi. Ancak Ergenekon soruşturması başlamak üzereydi. Bu görüşmenin hemen akabinde Ergenekon’la ilgili tutuklamalar başladı. Bu tutuklamaların içinde emekli orgeneraller de vardı. Bunu hiçbir bilgiye dayanarak söylemiyorum, tümünün kendi fikir sistemim içinde yaptığım bir değerlendirmedir bu. Belki kendi aralarındaki bu konuşmada TSK’nın buna reaksiyon göstermeyeceği gibi bir mutabakat sağlanmış olabilir.

O AMERİKALI SENATÖR KİM?

-Dursun Çiçek’i önceki akşam televizyonda izledim. Bunun İsrail ya da ABD komplosu olabileceğine dair kanaatleri var.

ABD ’nın müdahil olmuş olma ihtimalini daha güçlü görüyorum. ABD ’nın derin devleti, demek oluyor ki ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA , bu işin içerisinde olabilir. Bakın şunu hatırlatalım. Orhan Aykut isimli şahıs 13 Aralık 2010 tarihinde Tekirdağ Cumhuriyet Savcılığı’na başvuruyor ve bazı önemli beyanatlar yapmakda . O sırada Orhan Aykut Tekirdağ Cezaevinde tutuklu. Diyor ki; ‘2007 senesinde Balyoz soruşturmasına kanıt olacak bir çuval belgeyi biz İstanbul’da 4. Levent’te bir otelde o vakit beraber çalıştığımız eski bir mebus ile beraber bir Amerikalı senatör ve TSK’dan emekli olmuş uzun saçlı bir binbaşıdan aldık. Biz bu torbayı beraber Başkent Ankara ’ya götürdük’. Bu bana göre komplonun bir ayak izi. Ancak tahkikat başlayacaksa Orhan Aykut isimli şahıs biraz daha detaylı biçimde dinlenmeli. Buradan bir çıkış noktası yakalanabilir. Elbette o ifadede çuvalı bir Amerikalının getirdiğinin söylenmesi ‘ ABD da işin içinde miydi’ sorusunu akla getiriyor.

Ayrıca komplo olarak hazırlanmış olan Balyoz planının içinde TSK tarafından kullanılmayan bazı askeri tabirler de var. Bunların Federal Amerikan Silahlı Kuvvetleri tarafından kullanıldığını biliyoruz. Örneğin; biz denizlerimizden bahsederken okyanus kelimesini kullanmayız. Balyoz planının bazı yerlerinde okyanus tabiri geçiyor. Belli ki bunu bir Federal Amerikan planından tercüme etmişler diye düşünüyorum.

-Bunları siz önemli izler olarak mı görüyorsunuz?

Önemli izler olarak görüyoruz. Bir yerde bir bağlantı var diye görüyoruz. ABD’nin kendisi olmasa bile planlayıcılar arasında Amerikalılar olabilir.