Etiket arşivi: NECDET BULUZ

SEÇİM DOSYASI /// NECDET BULUZ : Yığma kalabalıklar ve seçim hileleri üzerine.

NECDET BULUZ

Bazı kamuoyu araştırma gruplarının yetkilileri, muhalefette yer alan siyasi parti temsilcileri, tarafsız medya mensupları ve Sivil Toplum Örgütlerinin AK Parti mitingleri ile ilgili görüşlerini yansıtarak yazımız başlamak istedik:

“Geçmiş dönemlerdeki AK Parti seçim mitinglerine baktığımızda, meydanların dolmadığını, yığma kalabalıklarla toplulukların oluşturulduğunu görüyoruz. Eski heyecan yok. AK Parti mitingleri sönük geçiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın coşkulu kalabalıklara hitap ettiği dönemlerin de geride kaldığını söylemeliyiz. Birçok mitinge köylerden, ilçelerden yığma kalabalıklar getiriliyor. Araçlar ücretsiz taşıma yapıyor. Bayraklar, parti flamaları, tişörtler, şapkalar, çakmaklar dağıtılıyor. Kumanyalar veriliyor. İşi gücü olmayanlar toplanıp, miting alanlarına taşınıyor. Valiler, AK Parti’nin birer üyesi gibi çalışıyor. Okul çocuklarının bile miting meydanlarına gelmesi sağlanıyor. Çalışanlar için de aynı baskının yapıldığını birçok yerde gördük.”

İşin açığı şu:

Artık, millet AK Parti’den kurtulmak, seçimde sandığa giderek Meclis’teki milletvekili sayısını dengelemek istiyor. Miting meydanları bunu açık biçimde ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanı bile, meydanlarda beklenen kalabalıkların oluşmadığı gerekçesi ile bazı konuşmalarını neredeyse iptal etme noktasına geldi.

Bazı miting alanlarının dolmadığı halde yandaş medyada hileli şekilde Kalabalıkmış gibi gösterildiği de çoğu kez iddia ediliyor. Yığma kalabalıklarla seçim kazanmak mümkün değil. Bu sadece bir algı operasyonu yaratabilir. Ancak, artık bugün seçmen bu tür algı operasyonlarına da pek gelmiyor. Üstelik buna tepki gösteriyor. Nitekim bunun sonuçlarını 7 Haziran seçim sonrası göreceğiz.

Tek parti iktidarının bugüne kadar ortaya koyduklarından millet kurtulmak istiyor. O nedenle de aylardan bu yana koalisyon hükümetleri senaryoları üzerinde kafalar yoruluyor. İktidar partisi yetkilileri bile artık koalisyon hükümetlerinden söz eder hale geldi. Kamuoyu sonuçları böyle bir oluşumun gerçekleşebileceği görüşündeler.

Bir başka konu da şu:

Cumhurbaşkanı bir yandan, Başbakan Davutoğlu öte yandan mitingden mitinge koşuyor. AK Parti teşkilatlarının bu nedenle sıkıntı yaşadığı söyleniyor. Mitinglere kalabalık sağlamakta sıkıntı çekildiği de iddia ediliyor. Hem Cumhurbaşkanı’nın, hem Başbakan’ın kısa aralıklarla aynı alanlarda miting yapmasının beklenen kalabalıkların sağlanamadığına da dikkat çekiliyor.

Ortada bir sıkıntının var olduğunu görüyoruz. Bu sıkıntının ana nedeninin ise iktidar partisinin sürekli olarak oy kaybına uğramasından kaynaklandığı söyleniyor.

Nitekim geçen gün konu ile ilgili bir açıklama yapan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Beşir Atalay 4 ayrı şirketle çalıştıklarını, ayrı ayrı anketler yaptırdıklarını söyledi. Ancak, anket sonuçlarını açıklamayacaklarını da vurguladı.

AKP, geçen yıl yapılan yerel seçimlerde de 2011’deki seçimlerde de ondan önceki seçimlerde de yaptırdığı anketlerin sonuçlarını açıklamıştı. Açıklamayı ya Başbakan ya Bakanlar ya da parti sözcüleri yaptı ya da el altından iktidar medyasına sızdırarak sonuçları kamuoyuna yansıttı. Hatta seçimler dışındaki dönemlerde de anketler yaptırarak sonuçlarını benzer yöntemlerle duyurdu. 30 Mart Yerel Seçimleri öncesinde yaptırdıkları anketlerde oylarının yüzde 60’a çıktığını bile iddia etmediler mi?

İşte işin ilginç tarafı da budur.

Geçmiş seçim dönemlerine baktığımızda AK Parti her yaptırdığı anketin sonucunu hemen açıklıyordu. Çünkü o dönemlerde AK Parti’ye ok akışı vardı. Oylar yüzde 50’leri buluyordu. Ya şimdi?

Bugün kamuoyu araştırması yapan şirketler, AK Parti oylarının yüzde 38’lere kadar düştüğünü söylüyorlar. Yapılan ve yayınlanan anket sonuçlarında da bunu açık biçimde görebiliyoruz. Halen de erimenin devam ettiği söyleniyor. Bu da AK Parti’nin 7 Haziran seçimlerinden sonra tek başına iktidar olamayacağını gösteriyor.

Gerek Cumhurbaşkanı, gerekse Başbakan’ın durumuna baktığımızda bu telaşın nedeni de ortaya çıkıyor. Her ne şekilde olursa olsun, seçimin galibi olabilmek, tek başına hükümeti kurmak, Başkanlık sistemini ve Anayasa değişikliğini yapabilmek için yoğun bir mücadele veriliyor.

Bu arada günlerdir ortalarda dolaşan bir iddiaya da değinelim:

Seçim hilelerinin başladığı, sandıklarda ve oy sayımlarında, bu hilelerin süreceği söyleniyor. Seçim hileleri ile birçok senaryo da ortaya dökülüyor. Yurt dışındaki oyların getirilmesi, sayımı ve dökümünde de hileler olabileceği söylentileri ortalarda dolaşıyor. Hiç kuşkusuz bu tür iddialar kafaları da karıştırıyor.

Biz de şunu söyleyelim:

Siyasi partiler, özellikle de muhalefet olası bir seçim hilelerine karşı oylara ve sandıklara sahip çıkmak durumundadırlar. Teşkilatları var, üyeleri var, taraftarları var. Seçim sonrası ağlamanın bir faydası yoktur. Sandığa gideceksin, hür iradeni yansıtacaksın, kullandığın oya ve sandığa da sahip çıkacaksın.

Şimdi bakıyoruz, özellikle muhalefetten “Seçimde hile yapacaklar” yakınmaları geliyor. Hilelerin de nerede, nasıl yapılabileceği bile söyleniyor. Bunu biliyorsanız önlemini de alacaksınız, hile yaptırmayacaksınız. Hile yapılabileceği ihtimali olan yerlerde de gereken önlemleri alarak bunu önleyeceksiniz.

necdetbuluz
necdetes

GÜNDEM ANALİZİ /// NECDET BULUZ : Demokrasinin varlığı, sağlam hukuka bağlıysa.

NECDET BULUZ

Son Günlerde Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın yaptığı açıklamalar ve uyarılar konuşuluyor. Babacan, uyarılarında Hükümet politikalarını eleştiriyor, demokrasinin var olabilmesinin güçlü hukuk sitemine bağlı olduğunu vurguluyor. Sözlerini “Demokrasi çok sağlam bir hukuk ile ayakta durabilir. Su ve ekmek nasıl bir ihtiyaç ise, hukuk da aynen öyle bir ihtiyaçtır” diyerek sürdürüyor.

Hükümet içinde böyle bir sesin yükselmesi, uyarı üzerine uyarı gelmesi hiç kuşkusuz küçümsenemez. Ali Babacan, özellikle Merkez Bankası üzerine uygulanmak istenilen baskılara karşı çıkarak da hem Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem de partisi ile ters düşmüştü.

Hukuk sistemimizin içinde bulunduğu durumu hepimiz biliyoruz. Hukuk giderek yıpratılıyor ve zayıflatılıyor. Zaten Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Babacan da açıklamalarında hukuk için “Bu zayıf tablo” diyor. Özetle hukukun yerle bir edilmekte olduğunun altını çiziyor. “Eğer bu zayıf tablo böyle devam ederse hem demokraside, hem ekonomide görmüş olduğumuz bu tabloyu mumla ararız” diyor.

Biz, her zaman hukukun tarafsız, adil ve siyaset dışı kalmasını istedik ve destekledik. Bugün hukukta yaşanan karmaşa, dış dünyada bile eleştiriliyor. Hukuka olan güvenin zayıflaması önemsenmelidir. Biz, bu sistemi siyaset üstü yapamaz, tarafsız ve adil çalışmasını sağlayamazsak ilk önce demokraside yere çakılmış oluruz.

Sadece Babacan değil, hukukçular da, sivil toplum örgütleri de, sokaktakiler de hukuktaki zafiyetin Türkiye’ye, demokrasiye ve ekonomiye çok büyük zarar verdiği konusunda aynı noktada buluşuyor.

Ekonomistlere göre küresel ekonomi, 2008-2009 krizini hala atlatamadı. Bu kriz bizi de içine almış durumda. Ekonomilerini bu krizden korumak ya da çıkarmak için çaba gösteren ülkelerin sağlam hukuk ve demokrasi üzerinde oturduklarını da görmezden gelemeyiz.

Nitekim Babacan da açıklamalarında 2008-2009 küresel krizin hala atlatılamadığını anımsatıyor.

Soru şu:

Bir ülkede hukuk sorunu varsa, bu sorun derinleşiyorsa o ülkede demokrasi işler mi?

Bu sorunun yanıtını Babacan’dan alıyoruz:

“Demokrasi ancak sağlam bir hukuk ile ayakta durabilir. Yargının, mutlaka ve mutlaka evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde Anayasa, yasalar ve belki de daha önemlisi vicdan ile hareket etmesi gerekiyor. Eğer bir ülkede hukuk konusunda sorunlar varsa demokrasi işlemez. Su ve ekmek nasıl ihtiyaç ise hukuk da aynen öyle bir ihtiyaçtır. Sorunların giderilmemesi durumunda bugünleri mumla arar hale geliriz.”

Bu uyarılarda Ali Babacan’ın bir şeylerden rahatsızlık duyduğunu ve endişe içinde olduğunu da okuyabilmekteyiz. Eğer, Babacan böyle keskin uyarı ve açıklamalarda bulunabiliyorsa mutlaka bunun bir nedeninin olduğunu da söylemeliyiz.

Hukuk sistemimizin deprem yaşadığını ve kuşkuların artmakta olduğunu görmeyen var mı? Bu tablonun bu şekilde devam etmesi ile demokrasiden söz edebilmemiz mümkün mü? Kaldı ki, hukuk sistemindeki tıkanmanın ekonomiyi de altüst edeceği endişeleri giderek artıyor. Zaten Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Babacan da aynı zamanda bu konuyu da gündeme taşıyor.

Kırılgan bir ekonomimiz var ve önümüzü göremiyoruz.

Babacan’ın bu uyarıları yapmakta geç kalmış olabileceğini de düşünüyoruz. Yıllardır ekonominin patronluğu yapmış olan Babacan bilindiği gibi 3 dönem kuralı nedeni ile görevi bırakacak. Giderayak bu uyarıları daha önceden de parti içinde yapabilirdi, ancak son ana bırakması kafalarda soru işaretleri de bırakıyor. Ya da artık Hükümette görev almayacağının mesajları olarak da okunabilir.

Her ne kadar Başbakan Davutoğlu, seçim sonrası ekonomi kurmayları ile çalışacaklarını söylemiş olsa da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ali Babacan’a sıcak bakmadığı, AK Parti’nin seçimi kazanması halinde Babacan’la yollarını ayıracağı da siyasi kulislerinde konuşuluyor. Bir iddia da Babacan’ın Abdullah Gül’e ve cemaate yakın olduğudur.

Söz ekonomiden açılmışken, şu gelişmeleri de sizlerle paylaşalım.

Türkiye’nin önündeki en önemli sorun hem cari açığın yükselmesi, hem de buna paralel olarak enflasyondaki yükselişin önlenememesidir. Bu ikili, ekonomide kırılganlık yaratıyor. Hayatı pahalandırıyor, mutfaklardaki yangını şiddetlendiriyor. Geçinemeyenlerin sayısı artıyor.

Bu durumda yatırımlar yapılamıyor, istihdam olmuyor. Bunun sonucu olarak da artan işsizler ordusuna yenileri ekleniyor.

Piyasalara olan güvenin sarsılması, hukuk sistemimizdeki karmaşa, demokrasimizdeki gel-gitler karamsar tablo çiziyor. Özellikle de böylesi durumlarda yabancı sermaye gelmediği gibi, gelmiş olanlar da tası tarağı toplayıp ülkeyi terk ediyor.

İşte Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ı telaşlandıran ve uyarı yapmasını gerektiren konulardan birisi de budur.
Bu nedenle de Türkiye, ekonomide dünyada en kırılgan üç ülkeden biri olarak gösteriliyor. Goldman Sachs’a göre Türkiye, Endonezya ve Brezilya ile birlikte en kırılgan üç ülke içinde bulunuyor.

necdetbuluz
necdetes

TARIM DOSYASI /// NECDET BULUZ : Tarım politikalarımızdaki çıkmaz.

NECDET BULUZ

Bugün, tarımda iyi bir noktada olduğumuz söylenemez. Özellikle AK Parti iktidarları döneminde tarım politikalarımızın iflas ettiği, tarımda dışarıya bağımlı hale geldiğimizi görmekteyiz. Özellikle son yıllarda tarım ürünlerindeki kalitesizlik ve pahalılık, büyükbaş hayvancılık ve kanatlı sektöründeki çıkmazları da buna eklediğimizde giderek daha da sıkıntılı bir döneme girdiğimiz görülüyor.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Ziraat Mühendisleri Odası tarafından yapılan açıklamada tarım politikalarımızda çıkmaz bütün çıplaklığı ile gözler önüne serildi. Yapılan açıklamada “Türkiye’de uygulanmakta olan tarım politikaları nedeniyle çiftçiler son 10 yılda Belçika büyüklüğündeki tarım arazisini ekmekten vazgeçtiler. AK Parti döneminde tarım politikaları çöktü” deniliyor.

Dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olan Türkiye bugün tohumdan gübreye birçok girdide dışa bağımlı hale getirilmiş durumda. Bu neden böyle oluyor, neden önlem alınmıyor? Tarım politikalarımız neden çöküyor? İşte bunlara yanıt yine Ziraat Mühendisleri Odasınca veriliyor:

“AKP hükümetinin küresel güçlerin talepleri doğrultusunda ısrarla sürdürdüğü tarım politikaları sonucunda, sadece son 10 yılda tarım arazilerimiz 27 milyon dekar küçüldü. Çiftçimizin kazanamadığı için artık ekmekten vazgeçtiği tarım arazimiz Avrupa`nın merkezindeki Belçika`nın toplam yüzölçümüne yakın bir büyüklüktedir. Modern sulama yöntemleri ile sulanabilir arazinin 125 milyon dekara çıkarılabileceği ve yine modern yöntemler kullanıldığında, 26 milyon dekar olan su ile bekleyen arazinin 66 milyon dekara çıkarılabileceği de görülüyor. Bu veriler çerçevesinde ülkemizin soya ve mısır ihtiyacının kat kat üzerinde üretim potansiyeline sahip olduğu net bir şekilde görülmektedir. Türkiye`nin ihtiyacı olan GDO`lu (genetiği değiştirilmiş organizma) ürünlerin ithalatına kafa yormak değil, kendine yeterlilik derecesinde tarım politikalarını gözden geçirmektir. GDO`ya Hayır Platformu olarak GDO savunucusu akademisyenlerin enerjilerini, ülkemizi GDO`lu ürün pazarına çevirme yönünde değil, üretim ve pazarlama kanallarındaki olumsuzlukların giderilmesi için kullanmamalarını talep ve tavsiye ediyoruz.”

Öncelikle şunu vurgulayalım:

İthal edilen tarım ürünlerinin GDO’lu oluşu, tehlikeyi artırıyor. Kanser vakalarının hızla yayılmasında bu tarım ürünlerinin çok önemli rol oynadığına dikkat çekiliyor. Genellikle de tüketiciler ithal tarım ürünlerini GDO’lu olduğu gerekçesi ile almamaya özen gösteriyor.

Tarım sektöründen gelen seslerde AK Parti dönemlerinde tarımın desteklenmediği, ithalatın ön plana çıktığı, bu nedenle de tarım sektörünün bitirildiği iddia ediliyor. Özellikle de şeker pancarı, pamuk, tütün ve fındık gibi ürünlere kota getirilmesi sıkıntıyı daha da büyütmüş görünüyor.

Yerli tohumun alınıp satılması neden yasaklandı? Hâlbuki yerli tohum ile yapılan üretim, hem sağlık, hem dış bağımlılığı ortadan kaldırma adına önemlidir. Dikkat edilecek olursa, domates üretiminde kullanılan tohumlar İsrail’den ithal ediliyor. Bu yolla yapılan üretimde tohumluk elde edilemiyor. Üretici her yıl İsrail tohumuna muhtaç hale getiriliyor. Çok önemli miktarlarda da para bu yollarla yabancılara gidiyor. Bütün bunlar bilindiği halde neden önlem alınmıyor, neden bu işin önü kesilmiyor bunu da ayrıca sorgulamak gerektiği görüşündeyiz.

Türkiye’de 1984’de tarımın payı yüzde 17,7 iken 2001’de yüzde 14’e düşmüş. 2006 yılında yüzde 11’e, 2009 yılında ise yüzde 8,3’e düşerek gerilemeyi sürdürmüş. Yerli tohumun alınıp satılmasının yasaklanması ile çiftçiler GDO’lu ithal tohumlara yönlendirilmiş.

İşin ilginç tarafı da dünyada tarım ürünlerinde fiyatlar düşerken, Türkiye’de sürekli olarak artmış. Modern tarıma geçiş, üreticinin desteklenmesi fiyatların düşmesini de sağlıyor.

Şimdi şu rakamlara da bir göz atalım:

2000 yılında tarım sektöründe geçimini sağlayan çiftçi sayısı 7,8 iken, 2012 yılında bu 6,1 milyona düşmüş. Bugün ise bu rakamın 4 milyon civarında olduğu ifade ediliyor. Tarım sektöründen vaz geçenlerin işsizler ordusuna yenilerinin de eklenmesi anlamına geliyor. Aslında tarım sektörü desteklense, tarım alanlarında çalışan sayısı artacak, bu işsizliğin de azalmasına katkı sağlamış olacaktır.

Maliyetler sürekli artıyor, çiftçi desteklenmiyor, girdilerdeki pahalılık nedeni ile kazanç elde edilemiyor. Bu nedenle çiftçilik yapanlar da işi bırakmak durumunda kalıyor. Son 10 yılda 27 milyon hektar tarım arazisinde artık ekim yapılamadığı da söyleniyor. Küçümsenecek bir rakam değil.

7 Haziran seçimleri için sahaya inen siyasi parti liderlerinin çiftçilerin bu durumunu göz önüne alarak ürettikleri tarım politikaları ile yaptıkları vaatler hiç kuşkusuz bu kesimde heyecan yaratıyor.

Pamuğun bile ithal edilir duruma geldiği ülkemizde, bu konuda açıklama yapan sektör temsilcileri şunları söylüyor:

“Tarım topraklarının insanların şahsi menfaatleri nedeniyle imara açılması, plansız ve çarpık kentleşme, yanlış tarım politikaları ve yasal düzenlemeler, turizm nedeniyle gerekli büyüklükteki konaklama alanları ve toplum olarak aşırı lüks tüketim alışkanlıkları nedeniyle yok oluyor. Tarım arazilerinin kaderine terk edilmesi, gelecek nesillerimiz için de büyük tehlike olarak görülmelidir. Türkiye tarımı yılardır alarm veriyor ama bu tehlikeyi gören olmuyor.”

Peki, çiftçilerin sıkıntıları ne, çıkış yolu nasıl bulunur? Bunu da şu satır başları ile ilgililere iletiyorlar: Mazot fiyatları pahalı. Gübre ve tohum fiyatları yüksek. Yerli tohuma dönülmeli.

Vergiler düşürülmeli. Aracıların ürünlerdeki fiyat oynamalarının ve kar yüksekliğinin önlenmesi. Fiyatlardaki artışlar aracılar tarafından sağlanıyor. Üretici bir şey kazanmıyor. Olan üreticiye ve tüketiciye oluyor. Gıda ithal etme yerine, çiftçilere destek verilmeli.

necdetbuluz
necdetes

IRAK DOSYASI /// NECDET BULUZ : Irak parçalanıyor, Barzani’nin gözü Kerkük’te.

NECDET BULUZ

Şu an için Barzani, Amerika’dan “Bağımsız Kürdistan” için yeşil ışık alamadı. Ancak, Barzani’nin Irak üzerinde çeşitli hesaplarının olduğunu söylemeliyiz. Kuzey Irak’ta güçlenen ve neredeyse merkezi hükümetten daha önemli bir konuma gelmek üzere olan Barzani’nin hedefinde her zaman olduğu gibi Kerkük bulunuyor.

Önce Kerkük’teki duruma bakalım ve Barzani’nin bu konuda söylediklerine kulak verelim:

“Kerkük’ün Kürdistan’ın bir parçası olduğundan hiçbir şüphemiz yok. Irak Anayasası’nın 140. maddesine uyarız. Son on yıldır bu maddenin uygulanmasını bekliyoruz. Fakat merkezi hükümetten bu konuda hiçbir ciddiyet göremedik. Bizce Kerkük, Kürdistan’ın bir parçasıdır ve bu konuda konuşmaya gerek yoktur. Eğer, Kerkük’ün yapısı konusunda bir referandum yapılması gerekiyorsa bunun yapılmasında da bir sakınca görmüyorum.”

Doğrudur, Barzani Amerika’nın da desteği ile Kerkük’ün yapısını değiştirdi. Kürtler başta olmak üzere, çeşitli grupları bu topraklara yerleştirdi. Kerkük’teki Türkmenler şu anda azınlık konumuna düşürüldü. Bütün bunlar yapılırken, ne acıdır ki, Türkiye ağırlığını koyamadı, Barzani’nin önüne geçemedi.

Bizi yıllardır PKK belası ile uğraştırdılar. Barzani de PKK’ya destek vererek bizi gerektiği gibi oyalamayı başardı.

Peki, biz ne yaptık? Bu hain Barzani’yi kırmızı halılar üzerinde karşıladık. Devlet töreni ile ağırladık, şımarttık. Kerkük’ü Irak’ın işgalinden bu yana Kürdistan’ın bir parçası olarak gören ve Kerkük’ü tamamen kontrolleri altına alan Barzani, zaman zaman Türkiye’ye de meydan okumuştur.

Başta Kerkük petrolleri olmak üzere, bölgede petrol yataklarını korumakla görevlendirilen Barzani ve peşmergeleri şu anda doğrudan petrol ihraç edemiyor. Ancak, üretilen petrollerden bir miktar komisyon alıyorlar. Bir yerde bölgede Amerika’nın çıkarlarının jandarmalığını Barzani ve peşmergeleri sağlıyor.

Barzani ve Peşmergeleri aynı zamanda bölgede Amerika’nın kara gücü gibi hareket ediyor. Bugüne kadar Amerika’da eğitilen peşmergeler, bölgede Amerika’nın çıkarlarının bekçiliğini de yapmakla görevliler. Barzani’nin bunun yanında İsrail ile olan ilişkilerinin de son derece iyi olduğunu ve Kuzey Irak’ta bazı İsrail’li uzmanlardan da yardım ve destek aldığı biliniyor.
Bu işin Kuzey Irak ve Kerkük kısmı.

Bir de günlerdir Irak’ın parçalanması konusu gündeme oturdu. IŞİD’ın Musul’dan temizlenmesinden sonra Bağdat’ta merkezi hükümetin (Sünnilerin) sıkışıp kalması gerçekleşebilir. Güneyde Şii’ler, Kuzey Irak’ta Kürtler kendi bölgelerinde kalarak Irak’ın fiilen 3 parçaya bölünmesi sağlanmış olacak.

Zaten Irak’ın işgalinden sonra BOP çerçevesinde Irak’ın 3 parçaya bölünmesi gündemde bulunuyordu. Şimdi bu plan tıkır tıkır işliyor. IŞİD bahanesi ile de bu iş bundan sonra daha bir hız kazanacak.

Barzani, Irak’ın 3 parçaya bölünmesi ile ilgili olarak da şu görüşlerini dile getiriyor:

“Açıkçası 2003’te rejimin yıkılmasından sonra, Irak’ın birliğini ve bütünlüğünü biz Kürtler koruduk. Son on yıldır bu işi biz yaptık. Fakat şimdi Irak zaten bariz biçimde dağılıyor. Merkezi hükümet her şeyin üzerindeki kontrolünü kaybediyor. Ordu, polis ve her şey dağılıyor. Şu an IŞİD dediğimiz oluşumun ortaya çıkışına tanık oluyoruz. Ortaya çıkan yeni bir devletle çok uzun bir sınırı paylaşıyoruz. Bu bizim suçumuz değil, Irak’ın çöküşüne biz neden olmadık. Bilinmeyenin esiri olmak istemiyoruz. IŞİD ile mücadelede de Başbakan bizden yardım istemedi. Tersine, yardım teklifimizi reddetti. Biz şu an Kürdistan’ı IŞİD ya da diğer herkesten koruyoruz. Sınıra yaklaşan herkesle savaşırız. Teröristlerle savaşma görevinin icrasında tereddüt etmeyiz. Fakat önümüzde açık bir gelecek olmadıkça ve kapsayıcı bir siyasi çözüm bulunmadıkça savaşmayız. ”

Barzani, Musul’un düşmesi konusunda da zamanın Başbakanı Maliki’yi uyardığını, IŞİD tehlikesini aylardır bildiğini de belirtip, bu konuda da şunları söylüyor:

“Başbakan Maliki’yi uyardım. Musul’un düşmesinden sadece birkaç gün değil, birkaç ay önce de uyardım. Ama uyarımı ciddiye almadı. Bu konuda şahitlerim de var. Sünni bölgelerinde yaşayan halk, merkezi hükümetin politikalarına karşı isyan etti. Yaşanan her şey IŞİD tarafından yapılmadı. Fakat IŞİD bu fırsatı değerlendirip kontrolü ele geçirmek istiyor. Bölge halkı, fırsatı kendileri değerlendirmek istiyordu. Çünkü yaşananlar aslında hükümetin yanlış politikalarına tepkiydi ve terörist organizasyon bu fırsatı değerlendirdi. Halkın öfkesi vardı.

Dolayısıyla, halkın meşru hakları ile teröristlerin başarmak istedikleri arasındaki ayrım önemli.”

Bunları neden yazıyoruz? Barzani, neredeyse hem Irak’ta, hem de bölgede hızlı bir yükseliş içinde bulunuyor. Usta bir oyuncu gibi bazı konularda yönlendirme ve uyarı hizmetlerinde de bulunarak gücünü sağlamlaştırıyor. Yıllardır Barzani’ye destek veren, şımartan Türkiye de buna katkı sağlamış oluyor.

Dikkat edilmesi gereken bir konu da Amerika’nın Barzani ile doğrudan iletişim kurmasıdır. Amerika’da Başkan Obama tarafından ağırlanan Barzani, şimdi Amerikan Dışişleri Bakanı Kerry’yi Erbil’de bekliyor. Kerry’nin Erbil’deki görüşmelere kalabalık bir heyetle katılacağının belirlenmesi, bazı bölgesel konuların ele alınacağını gösteriyor.

Barzani, ana hedefi olarak Kuzey Irak’ta bölgeyi de kapsayacak “Bağımsız Kürdistan” hayalini hayata geçirebilmek için bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da mücadele vereceklerini söylüyor. Biz, bu nedenle Barzani’nin çok iyi takip edilmesi gerektiği görüşündeyiz.

necdetbuluz
necdetes

SİYASİ DOSYA /// NECDET BULUZ : “Hileli seçim” iddiaları kafaları karıştırıyor.

NECDET BULUZ

Kamuoyunda uzun zamandır iddia edilen bir konu var:

“Bugüne kadar AK Parti, bazı seçim hileleri ile rakiplerinden daha çok oy aldı. 7 Haziran’daki seçimlerde de aynı hilelere başvurulabileceğinden endişe ediyoruz.”

Bu tür iddialar sürecek. Seçim sonrası da gündeme getirilecektir.

Ancak, konu ile ilgili daha önceden de yazdığımız yazılarda vurguladığımız gibi, siyasi partiler, konuyla ilgilenenler oylarına ve sandıklara sahip çıkmak durumundadırlar. Seçim hilelerinin önüne geçilebilmek için yapılması gereken neyse o yapılmalıdır. Sonradan ağlamanın, şikâyet etmenin bir faydasının olmadığını gördük.

İşin ilginç tarafı, seçmenlerin de seçim hilelerinden şikâyet etmesidir. Çeşitli kamuoyu araştırma grupları, yaptıkları anketlerde deneklere “İktidar partisinin seçimlerde hile yaptığına inanıyor musunuz? Seçimler adil yapılıyor mu?” şeklinde sorduğu sorulara deneklerin yüzde 43’ü “Seçimlerin adil olduğuna inanmıyoruz” şeklinde yanıt veriyor. Bu konuda seçmenin kafasının karışı olduğunu da görmekteyiz.

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) 7 Haziran seçimleri için 15 milyon fazla oy pusulası bastırmış. Bunun ne için bu kadar fazla bastırılmış olduğu da sorgulanıyor. Bu oy pusulaları ile seçim hilelerine başvurulacağına vurgu yapılıyor.

CHP’den bu konuda bir rapor hazırlandı. Kılıçdaroğlu’nun Baş Danışmanı Erdal Aksünger’in hazırladığı bu raporda seçim hilelerinin nasıl işlediği ifade ediliyor. Bazı veriler de paylaşılıyor. YSK’nın verilerinden yola çıkılarak ortaya konulan iddialara kısaca göz atmak istiyoruz:

“YSK yayınladığı 2007, 2009, 2010, 2011, 2014 ve 2015 dönemlerine ait yurtiçi seçmen kütüklerinden oluşturulan sandık seçmen listeleri gelişmiş bir veri tabanında özel bir program ile karşılaştırıldı. Bu yıllarda sandık seçmen listelerine olması gerekenin çok üzerinde seçmenin eklendiği ve/veya düşürüldüğü tespit edildi. 2007 listesinden 6 milyon 168 bin 283 kişinin; 2009’dan 2 milyon 279 bin 383; 2010’dan 2 milyon 373 bin 142, 2011’den 2 milyon 292 bin 82, 2014 yerel seçiminde 2 milyon 306 bin 97 ve 2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde de 2 milyon 477 bin 811 kişinin gerekenin üzerinde / fazladan düşürüldüğü tespit edildi.

YSK’nın verilerine göre, 1 Temmuz 2014 tarihi itibariyle seçmen sayısının 55 milyon 371 bin 931 kişi olduğu görülüyor. Hâlbuki YSK bu rakamı 52 milyon 894 bin 120 kişi olarak açıklamıştı. Bu durumda listelerden fazladan düşürülen 2 milyon 477 bin 811 seçmenin iradesi 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde sandığa yansımamış olarak görünüyor. 2007 yılından itibaren seçim sonuçlarını doğrudan etkileyebilecek büyüklüklerde “yığma” ve “bindirme” seçmenler olduğu ortaya çıkıyor. “Yığma Seçmenler”; belediyelerin numarataj çalışmasıyla olmayan bir adres yaratmaları ve bu adreslere seçmen kaydetmeleri sonucu oluşturuluyor. “Bindirme” ise var olan bir adrese, orada yaşamayan seçmenlerin kaydedilmeleri sonucu oluşturuluyor. Bu seçmenler gerçekte beyan edilen adreslerde hiç oturmayan sahte seçmenlerdir. 2014 Yerel Seçiminde Ankara başta olmak üzere İstanbul ve diğer birçok şehirde sandık sonuç tutanakları ile YSK’nın açıkladığı sonuçlar arasında ciddi tutarsızlıklar tespit edildi. Usulsüzlük tespit edilenlerden 710 tutanak ‘tutarsız’ bulundu, 1208 pusula mühürsüz çıktı, 922 oy mühürsüz ve geçersiz sayıldı. 2686 pusula mühürlü ve geçersiz, 451 oy ise toplama hatalı çıktı.”

Şimdi ortada bu kadar somut veriler ve iddialar varken, 7 Haziran seçimlerinin de aynı şekilde sonuçlanabileceği ihtimalleri çoğalıyor. Bu nedenle de seçimlerin güven içinde yapılması isteniliyor. Bu konuda en çok görev muhalefet partilerine düşecektir.

Her zaman söylediğimizi yineleyelim:

Oyuna ve sandığa sahip çıkacaksın.

Bu tür hailelerin sonuçları en az yüzde 10-15 gibi etkilediği de ifade ediliyor. Küçümsenmemesi gereken bir rakam ortaya çıkıyor. Bu rakam, nereden bakılırsa bakılsın seçim sonuçlarının ibresini oynatıyor.

Sorun bu kadarla da sınırlı görünmüyor. Örneğin, Doğu ve Güneydoğu’da sandıkların güvenli olduğunu söyleyebilir miyiz? Geçmiş seçimlerde de gördük, terör örgütünün bu bölgelerde tehditle oy topladığı, sandık kaçırdığı haberlerini sıkça duyduk.

Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, yaptığı açıklamada “Güneydoğu’da seçim güvenliği PKK’ya emanet” diyor. Pekin Paşa’nın bu açıklamalarına birçok çevreden de destek geliyor. PKK unsurlarının Güneydoğu’da eskiye göre daha güçlü konumda oldukları ve sandıklarda istedikleri gibi oynayabilecekleri de ifade ediliyor.

Kamuoyu araştırma grupları AK Parti’deki oy kaybını aylardır açıklıyor. İktidar partisi seçimleri kaybetmemek için büyük çaba gösterecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan da partideki erimeyi gördüğü için sahaya çıkmaktan kaçınmıyor. Bir siyasi parti lideri gibi oy istemesi, muhalefete yüklenmesi sanıyoruz bundandır.

Muhalefet partiler ise “AK Parti seçimi kaybetmemek için her türlü hileye başvurmaktan kaçınmayacak kadar gözünü karartı” diyor. 7 Haziran seçimlerini de “kritik eşik” olarak tanımlıyorlar.

Biz, seçimlerin adil biçimde, hilesiz ve tartışılmayacak biçimde yapılması gerektiğini söylüyor ve savunuyoruz. Bütün ihtimallerin de göz önünde bulundurularak önlem alınması kaçınılmaz görünüyor. Sandıklara yansıyan seçmenin hür iradesine de saygı duyulmalıdır. Bu konuda hem hükümet olanların, hem konunun ilgililerinin tarafsız biçimde hareket etmesi, seçimlerin üzerine düşmesi ihtimali olan lekeyi yok edecektir. Konu ile ilgili yazmayı sürdüreceğiz.

necdetbuluz
necdetes

SURİYE DOSYASI /// NECDET BULUZ : Suriye bilmecesi.

NECDET BULUZ

Suriye’de çıkan iç çatışmalarda Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar birlikte hareket edip, Esad’ın devrilmesi için Suriye’deki muhalifleri destekleme kararı almıştı. Ancak, aradan geçen yıldan bu yana, Esad ayakta kalmayı başardı. Muhalifler ise bir türlü bir araya gelemedi.

Bölgede Şii yayılmacılığının önlenmesinde Suriye’deki dengelerin değişmesi için yapılan bunca çabanın sonuç vermemesi ve IŞİD tehlikesinin ortaya çıkması Amerika’nın politikalarını da değiştirdi. Obama yönetimi” Aşırı İslamcı radikal örgütler Suriye’de iş başında olmaktansa biz Esad ile birlikte olmaya razıyız” noktasına geldiler.

El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra Cephesi, Amerika’nın mücadele ettiği bir radikal terörist grup olarak değerlendiriliyor. Ancak, bu gruba başta Türkiye olmak üzere, Esad’ın devrilmesi için mücadele eden Suudi Arabistan ve Katar’ın da destek verdiği iddia ediliyor. Amerika’nın bu durumdan son derece endişeli olduğunu da biliyoruz.

Şimdi El Nusra cephesi, Esad’a karşı bir zafer kazandı. Nusra liderliğindeki cihatçı grupların oluşturduğu Fetih Ordusu son derece stratejik bir konumda olan İdlib’i ele geçirdi. Bununla kalmayıp, cephe büyüttü ve Cisr eş Şuğur ile bir askeri üssü daha düşürdü.

Suriye’de Esad’a karşı elde edilen bu ilerleme, öyle görünüyor ki Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ı heyecanlandı. Bu nedenle de günlerdir iddia edilen “Türkiye Suriye’ye girecek” açıklamaları gündeme bomba gibi düştü. Zaten, bu konuda Türkiye ile Suudi Arabistan arasında bir anlaşmanın var olduğu da belirtiliyor.

İşin ilginç yönü, böyle bir operasyona Amerika’nın sıcak bakıp bakmayacağıdır. Eğer, Amerika ikili oynamıyor, böyle bir operasyona sıcak bakıyorsa bu işin Türkiye açısından tehlikeli bir oyun olabileceğini düşünüyoruz. Bu noktada da Amerika’nın başka bir hesabının olabileceğini düşünüyoruz. Türkiye’nin tuzağa düşürülüp batağa sürüklenebileceği ihtimalini yok sayamayız.

Türkiye ile Suudi Arabistan’ın Suriye’de Beşşar Esad yönetimini devirmek için ittifak kurduğunu Türkiye’den ismi açıklanmayan yetkililer Associated Press (AP) ajansına doğruladı. İki ülkenin ABD’nin aşırılıkçı gruplara yardım etmeyle ilgili endişelerini bir kenara attıklarına vurgu yapan AP, Obama yönetiminin yeni ittifaktan endişe duyduğunu, zira radikal İslamcı grupların Nusra liderliğinde birleşip Esad’ı devirmesini istemediğini belirtti. Ancak, Obama’nın yeni bir stratejiyi ortaya koymak için politika değiştirmiş olabileceğini de düşünüyoruz.
Suriye batağı, Türkiye için tam bir tuzak olabilir.

Suriye’ye yapılabilecek bir müdahalede Rusya, İran, Irak gibi ülkeleri karşımıza alacağız.

İç güvenliğimiz tehlikeye girecek. Böyle bir durum karşısında hiç kuşkusuz 7 Haziran’da yapılacak olan seçimlerin iptali gündeme gelecektir.

Zaten uzun zamandır seslendirilen “Seçimler iptal olabilir mi?” sorusuna da böylece yanıt verilmiş olacaktır. Çünkü iktidar partisinin seçimleri kaybedeceği ihtimalleri görülüyor. Yapılan kamuoyu araştırmaları bu gerçeği ortaya koyuyor. Bu nedenle seçimlerin bir şekilde iptal edilebileceği senaryoları ortalarda dolaşıyor. Suriye’ye operasyon bunun nedeni olabilir.
Amerika’nın onayı ve desteği olmadan bir Suriye operasyonu mümkün değil. Bu konuda çeşitli açıklamalar da var.

Oklahoma Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Direktörü Joshua Landis “Suudiler keselerini açtı ve Amerikalılar onlara ‘bunu yapma’ diyemez. Salman’ın İran’a karşı çabaları, Kral Abdullah’tan farklı olarak Müslüman Kardeşler’den öncelikli gördüğü aşikâr” dedi. Bunun özellikle Türkiye için tehlikeli bir oyun olduğunu söyleyen Landis, “Ortadoğu’da her güç İslamcıların gücünü kendi çıkarları için kullanmayı denedi. Ama her seferinde ters tepti” şeklinde görüşlerini dile getirdi.

Şu gerçek unutulmamalıdır:

Gerek Amerika’nın, gerekse Batı’nın şimdiki hedefi, Müslümanları Müslümanlarla çatıştırmak, zayıflatmak, gelecekte bölgede bir mezhep çatışması ile bu işi noktalamaktır. Böylece İsrail’in güçlenmesi ve bölgede ikinci bir Amerika olmasının yolu da açılmış olacaktır.

ABD Başkanı Obama, sık sık yaptığı açıklamalarında “İsrail bizim için bölgede bütün müttefiklerimizden daha önemlidir. İsrail’in güvenliğinin sağlanmasında her türlü önlemi almaktan kaçınmayız” diyor.

Aslında, Suriye senaryoları nerede noktalanırsa noktalansın, bu işten en karlı çıkacak olan İsrail olacaktır. İsrail’in güçlenmesine, yayılmacı politikalarına böylece destek veriliyor.

Suriye’ye yapılacak bir askeri operasyonda 70 bin askerin görev alması hedefleniyor. Amerika’nın Eski Genelkurmay Başkanı Dampsey’in geçmişte yaptığı açıklamayı anımsadığımızda böyle bir operasyonun boyutlarının çok büyük olabileceğini görüyoruz. Bu operasyonda da Türk askerinin kullanılacağını söyleyebiliriz. Suudiler ve Katar bu işin sadece parasal alanında olacaklardır.

Biz, Suriye’yi iç çatışmaların başladığı günden bugüne kadar Türkiye için bir bataklık olarak gördük ve değerlendirdik. Şimdi, bazı senaryolar üretilerek bizi bu batağa sokmaya çalışanlar var bu konuda çok daha dikkatli olmamız gereken bir noktada olduğumuzun altını çizmek istedik.

necdetbuluz
necdetes

SİYASİ DOSYA /// NECDET BULUZ : “Türk milleti geleceğini oylayacak.”

NECDET BULUZ

Tüm siyasi partiler seçimlere ekonomik vaatlerle giriyor. En çok da muhalefetin ekonomideki vaatleri ve söylemleri dikkat çekiyor. MHP’nin 3 Mayıs’ta seçim beyannamesini açıklamasından sonra Genel Başkan Devlet Bahçeli de meydanlara indi. Ancak, MHP’nin programında ekonomi yine önemli yer tutarken, diğer bazı önemli konulara da yer verilmesi dikkat çekiyor.

Bunlardan birisi AK Parti Hükümeti’nin Türk adının silinmesi için ortaya koyduğu tavır ve terör örgütü PKK ile masaya oturulması konusudur. Bahçeli, ikinci önemli konu olarak da özellikle 17/25 yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun üstünün kapatılamayacağının altını çizerek bu konunun sonuna kadar takipçisi olacaklarını anımsatmasıdır.

Bahçeli’nin meydanlardaki en önemli hedeflerinden birisinin Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu da görülmüştür. MHP Genel Başkanı yaptığı konuşmalarda Erdoğan’ı hedefe oturtmuş ve “Türkiye hain kuşatma altında. Rüşvetçiler, soyguncular, 13 yıldır iktidardalar. Çıbanın başı kaçak ve karanlık sarayda. Saraydaki titresin” diyerek Erdoğan’a meydan okumuştur.

Bahçeli meydanlarda 17/25 Aralık operasyonu konusunda bakınız neler söylüyor:

“17-25 Aralık’ta suçüstü yakalandılar ama ‘darbe’ dediler. İşler sarpa sarınca, maske düşünce, kirli çamaşırlar birer birer dökülünce 12 yıl bir ve beraber olduklarını ‘paralel’ ilan ettiler. Eğer paralel devlet varsa bunun sorumlusu AKP’dir. Eğer paralel örgüt devlete yerleşmişse bunun suçlusu elbette AKP’den başkası olmayacaktır. Öyle bir gür sesle söyleyin ki saraydaki titresin, başbakanlığı bitirmek için uğraşan serok Ahmet kaçacak delik arasın. Bir sebeple AKP’ye oy vermiş vatandaşım, gel günaha ortak olma.”

Dikkat edilecek olursa, meydanlara inen diğer muhalefet partiler 17/25 Aralık operasyonları konusunda bir irade ortaya koymadılar. Konuyu sadece geçiştirmeye çalışanlar da oldu. Ancak, bu konunun kamuoyunda da çok derin yaralar açtığı unutulmamalıdır.

Nitekim yapılan kamuoyu araştırmalarında 17/25 Aralık operasyonlarının bir yolsuzluk ve rüşvetin karışmış olduğuna inandıklarını söylüyorlar. “17/25 Aralık operasyonu bir yolsuzluk ve rüşvet operasyonudur” diyenler yüzde 67 olarak belirtiliyor.

MHP Genel Başkanı Bahçeli, bu konuyu seçim sonuna kadar meydanlara götürecek. “Biz, milletimizin sıkıntılarına ortak olacağız, sıkıntıların giderilmesini de sağlayacağız”diyor.

Bahçeli’nin meydan konuşmalarında en dikkat çeken konu Türk milletinin geleceğini tayin etme konusu olarak da ele alınabilir. Bahçeli, 7 Haziran seçimleri “Türk milleti geleceği oylayacak” diye nitelendiriyor. “Yolsuzluğa, rüşvete, yasaklara, anti demokratik politikalara yetti artık diyerek oyunuzu vereceksiniz. Buna yürekten inanıyorum. Sizlere sonuna kadar güveniyorum. Milliyetçi Harekete vereceğiniz destekle yalnızca milletvekili seçmeyecek, demokratik hakkınızı kullanmayacak, aynı zamanda bölünmeye, ihanete ve alçaklığa dur diyeceksiniz. Çaresizliğe, teslimiyetçiliğe, çürümüşlüğe son vereceksiniz. Yokluğa, istismara, yalana, talana, yağmaya hayır diyeceksiniz. Bölücülüğün ve terörün kökünü kazıyacak, milli birliğimizi ve kardeşliğimizi güçlendirecek yeni bir anayasayı milletimize hazırlayacağız.” diyor.

Muhalefet partilerinin ortak sıkıntısı ve şikâyeti de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meydanlara çıkıp, tarafsızlığını bir kenara bırakması ve siyasi parti lideri gibi AK Parti’ye oy istemesidir. Bu sıkıntılar Yüksek Seçim Kurulu’na şikâyet edildi, bildirildi, ancak YSK bunları reddetti.

Bahçeli’nin de Cumhurbaşkanı’nın bu durumundan son derece rahatsız olduğunu meydanlardaki seslenişi ile görüyoruz.

“Erdoğan, düzmece açılışları, sanal temel atma törenlerini bahane ederek muhalefete çatmakta, başkanlık propagandası yapmaktadır. AK Parti’nin fiili eş genel başkanı gibi siyaset yapmaktadır. Erdoğan, anayasanın kendisine çizdiği sınırları defalarca ihlal etmiştir, tarafsızlığını kaybetmiştir. “Devlet terör örgütüyle masada oturması halinde çöker” diyen Erdoğan’dır. Yıllardır masalarda oturan kimdi? Yıllardır pazarlıklarla PKK’yı dirilten, taviz üstüne taviz verenler kimlerdi?”

Seçimler yaklaştıkça, bazı kamuoyu araştırma grupları AK Parti’nin oylarında yükselişler olduğunu gösteren sonuçlar yayınlamaya başladı. Bunların kamuoyunu yanıltmaya yönelik çalışmalar olduğu iddia ediliyor. Yandaş medyanın da bu sonuçları yayınlayarak bir algı operasyonu yapıldığına dikkat çekiliyor. Bahçeli de yapılan bu kamuoyu araştırmalarının sonuçlarına inanmadıklarının altını çiziyor ve şöyle diyor:

“Sizler bizimle yürüdükten sonra Türkiye’yi Toplumsal Onarım ve Huzurlu Gelecek vizyonumuzla; plan, proje ve stratejik hedeflerimizle şaha kaldıracağız. Genel seçimler, büyük milletimizi tıpkı asırlar öncesinde olduğu gibi lider ülke Türkiye ülküsüne götürecek yolun başlangıcı olacaktır. Tek başına iktidarımız, Türkiye’nin yeniden ayağa kalkmasını sağlayacaktır. Ne AKP’nin, ne CHP’nin, ne de barajı geçmesi için yoğun faaliyet gösterilen HDP’nin Türkiye’ye hayrı dokunamayacaktır. Türkiye sizinle tarih yazacaktır. Medya ne derse desin, anketler ne söylerse söylesin. İktidarımızın müjdesi konvoylarımızı selamlayanlardır. İktidarımızın habercisi meydanlara sığmayanlardır.”

Öyle görünüyor ki, Bahçeli seçim meydanlarında farklı ve coşkulu söylemleri ile yeni bir boyut sergileyecektir. İlk mitinglerinde bunun mesajını vermiştir. MHP’deki coşku, meydanlardaki kalabalık, MHP Genel Başkanı’nın söylemleri 7 Haziran seçimlerinde sandığa MHP adına farklı biçimde yansıyacağını da gösteriyor. Biz, aynı zamanda Bahçeli’yi zinde ve formda bir lider olarak gördüğümüzün de altını çizmek istiyoruz.

necdetbuluz
necdetes

KÜRT SORUNU DOSYASI /// NECDET BULUZ : Barzani bağımsızlık peşinde.

NECDET BULUZ

Türk ve Türkiye düşmanı hain Barzani’nin Amerika’da Başkan Obama ile görüşmesinde çantasındaki “Bağımsız Kürt Devleti” dosyasının Beyaz Saray tarafından yeniden reddedildiğini gördük. Barzani, bu konuda bir kez daha düş kırıklığına uğramıştır. Büyük umutlarla ve bölgedeki Kürtlerin de tam desteğini alarak Amerika’ya giden Barzani’nin yakın bir gelecekte de İsrail’e giderek bazı görüşmelerde bulunacağı belirtiliyor.

Bu Barzani’nin bu ilk bağımsızlık istediği değildir. Özellikle Suriye’deki iç karışıklıklardan istifade ederek 3 yıl önce Beyaz Saray’da Obama tarafından ağırlanmış olan Barzani, her gittiğinde Bağımsızlık peşinde koşmuştur. Bölgede koşulların oluştuğunu söyleyip, altyapı hazırlıklarını tamamladıklarını da yinelemiştir.

Barzani’nin bölgedeki Bağımsız Kürt Devleti kurulması konusunda zaman zaman İsrail’den de yardım ve destek arayışları oldu. Amerika’daki Yahudi lobisinin bu konuda Obama yönetimine baskı yapmasını istediği de görülmüştür.

BasNews’un KDP’li bir kaynağa dayandırdığı habere göre Barzani, ABD’ye gitmeden Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani Talabani ile Süleymaniye’de görüştü. İki lider Amerikan petrol şirketlerinin de hevesli olmasından hareketle Kürt petrolünün doğrudan satışı için yasal zemin oluşturulması, peşmergeye doğrudan ağır silah, helikopter ve savaş jetleri tedariki, IŞİD’a karşı Neynova’da Hıristiyan ve Ezidilerin peşmerge bünyesinde silahlandırılması talebinin yükseltilmesinde anlaşmış bulunuyor.

Hiç kuşkusuz Amerika’nın bölgede Bağımsız bir Kürt Devleti’nden yana olduğunu biliyoruz. Ancak, Ortadoğu’daki işleri bitmeyen, bekledikleri sonuçları alamayan Amerika, bu konuda acele etmiyor. BOP çerçevesinde kendi planlarını işletiyor.

Amerikalı yetkililerin şu an için öncelikli işleri IŞİD ile mücadelede başarı elde etmek. Beyaz Saray yetkilileri “Şu anda IŞİD tehdidi sona ermeden, bölgede kurulması beklenen Kürt Devleti’nin IŞİD tehdidi altında olacağını görüyoruz. Bu nedenle öncelikli mücadelemiz IŞİD üzerinde yoğunlaşacak” diyorlar.

Amerika’nın bölgeyi iyi tanıyan ve Kürtler konusunda uzmanlaşmış yetkililerinin görüşlerinden de bazı alıntılar yapalım:

American Enterprise Institute’un Kürt uzmanı Michael Rubin: Bağımsızlık tartışmaları ana gündem olmayacak. Başkan Yardımcısı Joe Biden geçen haftalarda Amerikan Ulusal Savunma Üniversitesi’nde şu an için KBY’nin bağımsızlığını desteklemediğini açıkça söylemişti. Beyaz Saray’ın bugünlerde önceliği IŞİD’le mücadele ve bunun için KBY ile işbirliğinin durumu. Kongre’nin Bağdat’ı atlayıp Erbil’e doğrudan silah yardımı ele alındı. Ancak Beyaz Saray buna karşı çıkmıştır. Barzani halkının talebini dile getirmekle yetinmiştir.

Middle East Institute’tan Randa Slim: Gündem Bağdat’tan bağımsız Erbil-Washington ilişkilerini güçlendirmek, Musul’a beklenen operasyonla ilgili kaygıları gidermek ve Kerkük taleplerine destek almak. Obama yönetimi bağımsızlık önceliğini paylaşmıyor. IŞİD’le savaşılırken sırası olmadığına inanıyor.

Beyaz Saray’daki bölge uzmanlarının görüşleri de özetle şöyle:

“Eğer bölgede Bağımsız bir Kürt Devleti kurulacaksa, bunun alt yapısının olgunlaşması gerekiyor. Rusya, Türkiye, İran gibi ülkelerin de bu konuda ikna edilmesi ve yumuşatılması önemlidir. AB’nin tam desteğinin olması aranmalıdır. Bütün bunların yanında bölgede bugün yaşanmakta olan sorunların tamamen ortadan kalkmış olması gerekmektedir. “
Bu noktada bizim de söyleyeceklerimiz var:

Amerika, Peşmergeleri bölgede kara kuvvetleri gibi operasyonlarda kullanmak istiyor. Özellikle de gelecekte IŞİD’ın bitirilmesinde kara harekâtını zorunlu görüyor. Bu harekâtın da peşmergelerce gerçekleştirilmesinden yana tavır koyuyor.

Nitekim peşmergeler gruplar halinde Amerika’da ağır silahların kullanımı için özel eğitimlerden geçiriliyor. Eğitimden geçirilen peşmergeler aynı zamanda Musul’un kurtarılmasında da kullanılacak. Bölgedeki petrol yataklarının korunmasında da bunlardan istifade ediliyor.

Görüldüğü gibi Amerikalıların hesapları çok başka. Kaldı ki, Türkiye’deki Kürt sorunun da çözüm noktasına gelmesi bekleniyor. Biz, her şeyin planlandığı gibi işlediğini özellikle belirtmek istiyoruz.

Barzani, her zaman puslu havayı sevmiş, genellikle Türkiye’nin zor günlerinde ve bölgedeki karışıklıklarda ortaya çıkmış, Amerika ve İsrail üzerinden bağımsızlık ilanı için acele etmiştir. Bugün de Barzani aynı noktadadır.

Türk ve Türkiye düşmanı Barzani, “Kürt petrolü” olarak değerlendirilen bölgedeki bu petrolün de doğrudan satışının engellenmemesi için yoğun temas sürdürüyor. Ancak, bugüne kadar bu konuda sonuç alamadı. Amerika’nın, Barzani’nin bu önerilerine de sıcak bakmadığını görmekteyiz.

İkinci önemli konu da Amerikan silah yardımının doğrudan Kuzey Irak’a yapılması yolundaki isteklerdir. Barzani, Bağdat’ı devreden çıkarmak, Bağdat üzerinden alınan silah yardımlarının artık doğrudan kendilerine ulaştırılması istiyor ama bu konuda da istekleri yerine getirilmedi.

Açıkça Amerika koşulların oluşmasını bekliyor ve “Bölgede bağımsız bir Kürt Devleti kurulacaksa, buna biz karar veririz” demeye getiriyor.

necdetbuluz
necdetes

SİYASİ DOSYA /// NECDET BULUZ : Bu telaş neden ?.

NECDET BULUZ

Seçim yaklaştıkça, meydanlardaki tansiyon da artmaya başladı. Muhalefet partilerinin seçim yatırımını ekonomi üzerine oturtmasından sonra, iktidar partisi çepeçevre sarılmış oldu. Daha önce kendi kullandığı silahların muhalefetin eline geçmesi ile de öyle görünüyor ki bir çöküş başlamış oldu.

Zaten, son yapılan kamuoyu araştırmalarına bakılacak olursa AK Parti oylarının hızla eridiğini görürüz. Çeşitli kamuoyu araştırma gruplarının yaptığı anketlerin ortalamasında iktidar partisinin oy oranı yüzde 40’larda bulunuyor. Bunun da daha aşağılara çekileceğini iddia edenler de var.

Örneğin, MHP kanadı “Bizim seçim beyannamemiz yeni açıklandı. Meydanlara da inmedik. Seçim beyannamemizin açıklanması ve meydanlara inmeye başlamamızdan sonra anketler altüst olacaktır” diyor.

AK Parti kanadında yaşanan panik, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da “toplu açılışlar” adı altında yapılan toplantılarda konuşmalarıyla üst sınıra taşınmış görünüyor. Erdoğan, açılışlarda adeta bir siyasi parti lideri gibi konuşuyor, muhalefete çatıyor.

Muhalefet Erdoğan’ın bu tuzağına düşer mi bilemiyoruz? Çünkü Cumhurbaşkanı sürekli olarak muhalefet partilerini tartışma ortamına çekmeye çalışıyor.

Burada özellikle söylemek istediğimiz şudur:

Muhalefet partilerinin muhatabı AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu mudur, yoksa Cumhurbaşkanı Erdoğan mıdır? Eğer muhalefet burada bir ayırımı gözetmezse seçim çalışmalarında Erdoğan ve Davutoğlu ikilisiyle aynı anda mücadele etmek durumunda kalacaktır.

Daha önce Cumhurbaşkanı, sadece toplu açılışlara katılacağını, meydan konuşmaları yapmayacağını duyurmuştu. Ancak, son günlerde Cumhurbaşkanı’nın bir parti lideri gibi toplu açılışlarda da meydan konuşmalarına benzer konuşmalar yapmaya başladığını görüyoruz. Özellikle de din üzerinden siyasetin ağırlık kazandığı bu konuşmalarda daha çok muhalefet hedef alınıyor.

Muhalefet, yazımızın başında da değindiğimiz gibi genel olarak asgari ücret, emekli maaşları, taşeron işçi sorunları, mazot fiyatlarında düşüş, yoksullara maddi yardım gibi ekonomi ağırlıklı vaatleri sıralıyor. Erdoğan’ın ise bunlara karşı kuran, din, iman, Diyanet, cami, Kâbe gibi söylemlere ağırlık vermesi bir telaşın nedeni olabilir mi? Çünkü AK Parti daha önceki seçimlerde de aynı yön ve taktikle oy almayı başarmıştı. Şimdi, eskiye dönüş mü başlamış olacak?

Artık iktidar partisi de şu gerçeği görüyor:

AK Parti seçimde tek başına iktidar olamayabilir. Sanıyoruz, Cumhurbaşkanı da bunu görmüş olacak ki, meydanlarda muhalefet çatıp, seçimi yine din ekseni üzerine oturtarak oy toplamaya ve AK Parti’nin oylarını yükseltmeye çalışmaktadır. Çeşitli çevrelerin iddiaları da bunu gösteriyor.

Başbakan Davutoğlu’nun seçim çalışmalarında yetersiz oluşunun da Erdoğan’ın söylemlerinde etkili olduğu ifade ediliyor.

Bizim söylemek istediklerimiz de var:

Kuran yüce kitabımızdır ve seçim meydanlarında diğer partileri dışlamak, ayırımcılık yapmak, mezhep ayrımcılığını körüklemek için kullanılmamalıdır. Bizi birleştiren, güçlendiren din, Kâbe, Diyanet üzerinden siyasi yarışı sürdürmek ne kadar doğru olabilir? Bu konuların toplumda derin yaralar açacağını, küskünlük ve kırgınlıklara yol açabileceğini düşünüyoruz. Bu nedenle biz hep din üzerinden siyasete sıcak bakmadık, desteklemedik. Herkesin dini, görüşü ve yaşantısı kendisinedir.

İktidar partisinin, hali ile Cumhurbaşkanı’nın telaşı, MHP ve HDP’deki oy yükselişidir. AK Parti tabanında yapılan değerlendirmelerde de adı geçen partilerin oylarındaki yükselişe dikkat çekiliyor. Özellikle MHP’deki oy artışının giderek daha da yükselmesi bu panikte önemli rol oynuyor.

Dikkat edilecek olursa Cumhurbaşkanı milliyetçi oylara talip olmak için, milliyetçi, söylemlere ağırlık vermeye başladı. Güneydoğu’da AK Parti’den koptuğu iddia edilen yüzde 2,5 oranındaki Kürt oyların yeniden AK Parti’de toplanması için dini ağırlıklı konuşmalar ön plana çıkmaya başladı. Öyle sanıyoruz ki, 7 Haziran seçimlerine kadar bu böyle gidecektir.
Ancak, milliyetçi oyları kapmak için söylenenler, ortaya konulanlar milliyetçi oyları kapmaya yeter mi? Bugüne kadar Türk adını söylemeyenler, teröristlerle masaya oturanlar, Atatürk ve bayrağımızı koruyamayanlara milliyetçi kesim oy verir mi? Bugüne kadar yapılanların unutulması mümkün mü? Sanmıyoruz.

Kaldı ki, iktidar partisinin oy kaybı sadece bu konularla da sınırlı değil. Ekonomideki kötü gidiş, hukuk sistemimizdeki sıkıntılar, polis devleti olma yolundaki adımlar, özgürlüklerin önlenmeye çalışılması, insan hakları gibi konular da iktidar partisinin erimeye başlamış olmasının başka nedenleri olarak karşımızda duruyor.

Bir önemli konu da şu:

Yurt dışı oylar bu seçimde büyük önem taşıyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde yurt dışı oylardan gerektiği kadar istifade edilememişti. Başbakan Davutoğlu bu nedenle özellikle Almanya’da önemli vaatlerde bulunarak yurt dışı oylardan da istifade etmenin yollarını aramaya başladı. Aynı şekilde muhalefetin de yurt dışı oylarla yakından ilgilendiğini görüyoruz.
Millet iradesi ve bunun sandıklara yansıması çok önemlidir. Bu nedenle biz sandıktan çıkacak sonuca saygı duyacağız. Milletimizin de sandığa bunu yansıtacağı inancı içindeyiz.

necdetbuluz
necdetes

EKONOMİ DOSYASI /// NECDET BULUZ : Ekonomik kriz derinleşiyor.

NECDET BULUZ

Uzun zamandır ekonomimizin iyi olmadığını yazıyoruz. Son verilere baktığımızda ekonomideki gidişatın daha da çakıldığı gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Bizi yönetenler her ne kadar “Ekonomide yaşananlar bizi fazla etkilemez. Küresel sarsıntıdan herkes etkileniyor” diyorsa da, işin hiç de söylendiği gibi olmadığı açıkça görülüyor.

Bu satırlar yazılırken Nisan ayı enflasyon rakamları açıklanmıştı. TÜİK rakamlarına göre nisanda enflasyon beklentilerin üzerinde 1,63 olarak açıklandı. Beklentiler yüzde 1,43 olması yönündeydi. Nisan’da yıllık enflasyon yüzde 7,91 oldu. Tüketici fiyatları bazında nisanda en yüksek fiyat artışı görülen ürün, yüzde 32,91 ile kadın ceketi oldu. TÜFE nisanda bir önceki aya göre yüzde 1,63, Yİ-ÜFE ise yüzde 1,43 arttı. Geçen ay yıllık enflasyon tüketici fiyatlarında yüzde 7,91, yurt içi üretici fiyatlarında yüzde 4,80 olmuştu.

Ekonomisi iyi olan, ya da iyiye giden bir ülkede enflasyon rakamları bu kadar yüksek çıkar mı? Bunu ayrıca yazacağız ve tartışacağız.

İşin sıkıntılı yanı yabancı sermayenin kaçışı ve gelmeyişidir. Bu da yatırımların durduğu anlamına geliyor. Konu, ihracatı etkiliyor. Yatırım olmayınca istihdam olmuyor, istihdam olmayınca da işsiz sayısı artıyor. Tüketici toplum olgusu gelişiyor. Şu anda Türkiye’nin içinde bulunduğu en büyük sıkıntının bu saydıklarımız olduğunu düşünüyoruz.

Merkez Bankası verilerine göre 7-14 Kasım 2014 haftasından 24 Nisan 2015’e kadar devlet iç borçlanma senetleri (DİBS) ve repo piyasasına kur farkından arındırılmış olarak 3 milyar 825 milyon dolar girdi. Aynı dönemde 4 milyar 807 milyon dolar ise para piyasalarından çıktı. Yani kaçan sermaye miktarı geleni çoktan aştı. Gelen sermayenin kaçması bir yana 982 milyon dolarlık ekstradan ekstradan çıkışın yaşandığı da görülüyor.

Kasım ayında hükümet yapısal reform paketini açıkladıktan sonra 541 milyon dolar para girişi oldu. Şimşek’in karşılaştırma yaptığı nisan ayının henüz açıklanan 24 Nisan verilerine göre 1 milyar 39 milyon dolar çıkış yaşandı. Özetle nisan ayı tamamlanmadan kaçan para geleni ikiyi katladı.

Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, yaptığı açıklamalarda ekonomimizin içinde bulunduğu durumu çok açık ifadelerle dile getiriyor. Merkez Bankası’nın politikalarını destekliyor. Merkez Bankası’na karşı savaş açan Cumhurbaşkanı ile de karşı karşıya gelebiliyor.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, geçenlerde Forum İstanbul’da yaptığı konuşmada, Türkiye’nin büyüyebilmek için yabancı sermayeye ihtiyacı olduğunu belirterek güven vurgusu yapmıştı. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise Türkiye’den yabancı sermaye kaçışının Erdoğan’ın yüzünden olduğunu bilmesine karşın, hükümetin açıkladığı yapısal reform paketinin kasım ayında yüksek oranda yabancı sermaye çektiğini söyleyerek ”Çıkışların bu kadar fazla olması normal” diye bir savunma getirmişti.

Görebildiğimiz kadarı ile yabancı sermaye istediği gibi oynuyor. Dolar’daki yükselişin önüne neden geçilemiyor? Merkez Bankası’nın müdahalesine, piyasaya para sürmesine kadar Dolar’ın ateşi düşürülemiyorsa burada bir yanlışlık var demektir.

Merkez Bankası üzerinde baskı kurup “Faizlerin düşürülmesi gerekiyor” demek sonuç getirir mi? Nitekim getirmemiştir. Ekonomiyi bilenler bunun nereye toslayacağını iyi bilirler. Nitekim Merkez Bankası’na bugüne kadar yapılan müdahaleler Türkiye’ye çok pahalıya mal olmuştur. Yanlış politikalarda dışarıyı ve bazı kesimleri suçlayarak düzlüğe çıkma çabalarının da bir sonuç vermediği görülüyor.

Daha önceki dönemlerde piyasalara sıcak para akışı vardı. Kaynağı belli olmayan bu sıcak para ile ekonomimiz sarsılmıyor ayakta kalabiliyordu. Ancak, bu akış kesilmiş bulunuyor. Ekonomimizin güven vermemesi de yabancı sermayenin kaçışını hızlandırdığı için Dolar’daki yükselişin de önüne geçilemiyor. Bu sıkıntının ilerleyen zaman diliminde daha da artacağını görebilmekteyiz.

Döviz kurlarındaki yükselişin en büyük nedeni Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları, baskısı ve müdahaleleri olarak iddia ediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın döviz kurlarında çıkardığı yangınlar nedeniyle Türk Lirası’nın (TL) değerinde büyük bir devalüasyon olması, bu yüzden Türk mallarının ucuzlaması nedeniyle büyük artışlar olması gereken ihracatta rekor düşüşler sürüyor. İhracat, Şubat ayının ardından Mart ayında da geriledi, dış ticaret açığı da rekor düzeye ulaşmış bulunuyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı dış ticaret verilerine göre; ihracat Mart ayında, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 14,4 azalarak 12 milyar 570 milyon, ithalat yüzde 6,1 azalarak 18 milyar 723 milyon dolara düştü. Bu azalma rakamı küçümsenecek gibi görülmüyor.

Nitekim 7 Haziran seçimlerine hazırlanan siyasi partiler, ekonomiyi önemseyerek, politikalarının ağırlığını da ekonomi üzerine kurmaya başladı. Çünkü bugün halkın en büyük sorunu ekonomik olarak değerlendiriliyor. Pahalılık ve enflasyon nedeni ile sıkıntı yaşayanların yanı sıra işsizleri de koyduğumuzda içinde bulunduğumuz durumu daha net görebiliriz.
Sanki bizi yönetenler ve yandaş medya, ekonomik kriz yokmuş gibi bir algı oluşturmaya çalışıyor. Bazı gerçekleri de halktan gizlemeyi önemsiyor. Ancak, ortadaki rakamlar, pahalılık, işsizlik ve enflasyon içinde bulunduğumuz ekonomik durumu açık biçimde gözler önüne seriyor. Bunun gizlenecek, saklanacak bir tarafı da yoktur. TÜİK’in rakamlarını da değerlendirdiğimizde içinde bulunduğumuz durumu daha iyi analiz edebiliriz.

necdetbuluz
necdetes