Etiket arşivi: DİN & DİYANET DOSYASI

DİN & DİYANET DOSYASI : KÖKTEN DİNCİ YOBAZLARA GÖRE VE GERÇEK MÜMİNLERE GÖRE KADIN KİM DİR ????

DİN & DİYANET DOSYASI /// Mustafa Elveren : Tek Tanrılı Dinler V e Tekçi Anlayış

Tek Tanrılı Dinler Ve Tekçi Anlayış

Mustafa Elveren*

Ben din uzmanı olmadığım gibi, dinle de hiçbir ilgim yoktur. Ancak, çocukluğumdan beri din konusunda kafa yormaya hep meraklıyımdır.

Zaten daha 10 yaşlarımda nohut tarlasında gezinirken; kendi kendime “madem bu dünyada her şeyi Tanrı (Allah) yarattı, peki Tanrı’yı kim yaratmıştır?” diye aklımdan geçirdiğimi hiç unutmuyorum. Bu düşüncemi yakın çevrem de dâhil olmak üzere korkudan hiç kimseye açıklayamıyordum. Çünkü tek tanrılı inanç sistemi korku ve sindirme kültürü üzerinde inşa edilmiştir. O nedenle düşüncemi çevreme anlatmaktan korkuyordum.

Ne yazık ki, aynı korku günümüzde de geçerlidir. O halde ne yapmalıyım? Tabuları kırmak ve düşünceyi ifade etme özgürlüğü uğruna her şeyi göze alarak bu korkuları yenmekten başka çarenin olmadığına inanıyorum.

Tek tanrılı dinler; tekçi anlayışın gereği olarak genellikle birbirlerine benziyorlar. Bu dinler birbirinden etkilenmişlerdir. İslam tek tanrılı dinlerin sonuncusu olmasına rağmen, kendisinden önceki dinlerle çok benzeştiği görülmektedir. Kuran’la karşılaştırdığınız zaman yarıdan fazlasıyla Tevrat’la benzeşir. Keza İncil’de de çok benzer ifadeler bulunmaktadır.

Mademki tek tanrılı dinler bu kadar birbirleriyle benzeşiyorlar neden yüzyıllardır savaştılar ve halen savaşıyorlar? Neden yüz binlerce insanın ölümüne sebep oldular ve halen olmaya devam ediyorlar?

Tarihte Nemrut, Firavun vb krallar bir nevi tanrıydılar. Nemrutlar, firavunlar ve krallar toplumsal yaşamı kendi istedikleri biçimde etkilemek için tek tip millet yaratmışlardır. Eğer insan zekâsı olmasaydı tanrı da olamazdı. Buradan hareketle tanrı anlayışı bu otoriter çizginin devamıdır. Yani tek tanrılı dinler bu anlayıştan etkilenmiş ve aynı niteliktedirler. Dolayısıyla milliyetçiliğin temeli de bu tekçi anlayışa dayanmaktadır. Bu tekçi anlayış sonucunda şiddet kültürü her zaman yaygın bir biçimde topluma hâkim kılınmaktadır.

Tek tanrılı dinlerde; “Tanrı mutlaktır, her şeyin yaratıcısı ve sahibidir” Hâlbuki çok tanrılı dinlerde; her toplum ya da şahıs istediği tanrıya (varlığa) tapma özgürlüğü vardır. Yani dağa, taşa, Güneş’e, Ay’a, yıldızlara, ineğe ya da kendisinin yarattığı bir yapıta (puta) inanma özgürlüğüne sahiptir. İnandığı varlığa kendi ana dili ile dua eder, hiçbir dar kalıbın içine sıkışmaz.

Oysa tek tanrılı dinlerde bu özgürlük yoktur. Örnek olarak İslam dinini ele alalım; Kullar Tanrı’ya kendi ana dilleri ile dua etme özgürlüğüne sahip değildirler. Tanrı(Allah)’a sadece Arapça (Kur’an) dili ile dua etmek zorundadır. Tanrı’nın belirlediği kurallar dışına çıkamazlar. Otoriterlik olunca, temelinde korkutma ve rüşvet kaçınılmazdır. Kendisine istinasız biat edenlere Cennet (bir nevi rüşvet), karşı çıkanlara da Cehennem (ateşte yakma işkencesi) ile korkutma ve sindirme anlayışı vardır.

Eğer insanlar bir tanrıya ihtiyaç duyarlarsa; tek tanrılı yerine çok tanrılı biçimi tercih etmelerini tavsiye ederim. Çünkü daha demokratik ve daha mantıklıdır.

Ben tek ve çok tanrılı dinler konusunda görüşlerimi ifade etmeye çalıştım.

Âşık Mahsuni Şerif bir türküsünün nakaratında; “Ben de bir insan oğluyum / Bir başım bir beynim vardır? Bırak beni konuşayım / Gene sana danışayım” der.

Yeter ki, demokratik bir çerçevede hepimiz konuşalım. Eksiğimiz, yanlışımız olursa yine birbirimize danışalım. Fikirlerimizi tartışarak zenginleştirelim.

23.01.2015

*Em. Öğrt.

Tek Tanrılı Dinler Ve Tekçi Anlayış.docx

DİN && DİYANET DOSYASI /// VİDEO : Yetiştirildiğimiz Çevreden Dolayı Mı İnancımızı Doğ ru Buluyoruz

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=lGgk4I8xoqQ&feature=em-uploademail

DİN & DİYANET DOSYASI /// ÖMER SAĞLAM : İslam’a göre, resim ve heykel haram mıdır ?

“Charlie Hebdo” isimli karikatür dergisinin, Hz. Peygamber’e yönelik hakaret içerikli karikatürler yayınladığı gerekçesiyle basılarak, bazı çizerlerinin katledilmesi, ister istemez İslam’ın resim ve heykel gibi sanatlara bakışını tekrar gündeme getirmiş bulunmaktadır. Peki, adı geçen dergi, Hz. Peygamber ile ilgili olarak hakaret içerikli değil de, hakaret içermeyen karikatürler yayınlasaydı yine saldırıya uğrar mıydı? Galiba işin can alıcı noktası burasıdır. Bizim kanaatimiz, belki öldürme saikiyle bir saldırıya maruz kalmazdı ama muhtemelen bu durum Müslümanlarca yine de hoş karşılanmazdı. Çünkü Müslümanların büyük çoğunluğu, hâlâ İslam’ın resim ve heykel gibi sanatları yasakladığını, yani dini açıdan haram kıldığını, resim ve heykel sanatçılarının Allah’ın “Yaratma” sıfatına ortak olma gayretinde olduklarını kabul ederler.

Konuyu Türkiye bazında ele alacak olursak; bir tarafta İslam’ın resim ve heykel sanatını haram kıldığına inanan Müslümanlar var, bir tarafta da Türkiye’deki müzayedelerde milyonlarca Dolar ve milyonlarca Euro ödemek suretiyle tablolar satın alan Müslüman bir iş adamı olan Murat Ülker var. Peki, Ülker grubunu da içinde barındıran ve son birkaç yıldır çikolata ve bisküvi sektörüne yapmış olduğu yatırımlarla bu konuda dünya çapında bir yatırımcı konumuna gelen Murat Ülker, İslam’ın resim ve heykel sanatını haram kıldığına inanan Müslümanlardan daha mı az Müslüman’dır? Ya da soruyu şöyle soralım; Murat Ülker’in yüksek bedeller ödemek suretiyle tablo satın alırken, bu konuda ulemaya danışmadığını mı düşünüyorsunuz yoksa?

Gerçi İslami sermayenin lideri durumundaki Murat Ülker’in din anlayışını ve inanç durumunu sorgulamak bizim işimiz ve haddimiz değildir. Biz sadece, bir yanlışa parmak basmak için somut bir örnek vermek istedik, hepsi bu. Şu kadarını söyleyelim ki; bugün Suudi Arabistan’daki süpermarketlere giren üç beş Türk mamulü üründen birisi de Ülker grubunun üretmiş olduğu bisküvi ve çikolata türü ürünlerdir. Bir miktar da Konya menşeli iş adamları tarafından üretilen ürünler girmektedir o marketlere. Bunun bir sebebi de herhalde bahse konu ürünleri üretenlerin, İslami kimlikleriyle ön plana çıkan iş adamları olmalarıdır…

Yukarıda dedik ki; Charlie Hebdo, Hz. Peygamber’e hakaret içermeyen karikatürler de yayınlamış olsa, yine de pek çok Müslüman tarafından hoş karşılanmazdı. Nedeni, resim, karikatür ve heykel gibi sanatların en azından bazı Müslümanlarca hâlen haram kabul ediliyor olmasıdır. Hatırlayın lütfen; yönetmenliğini Suriyeli ünlü Yönetmen Mustafa Akad’ın yaptığı ve Türk televizyonlarında hemen her Ramazan ayında tekrar tekrar gösterilen “Çağrı” filminde de aynı hassasiyet gösterilmiştir. Hz. Muhammed, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali gibi şahsiyetlere yer verilmemiştir “Çağrı” filminde. Onun için de Hz. Muhammed’in sadece devesi ve asası görünmüştür beyaz perdede ve ekranlarda. Hz. Ali ise sadece ucu çatallı bir kılıçla yansımıştır perdeye ve ekranlara. Oysa başta Hz. Hamza ve Hz. Cafer olmak üzere; pek çok sahabe, oyuncular tarafından canlandırılmıştır o filmde.

Şu halde akla şöyle bir soru geliyor: Acaba İslam’daki resim ve heykel yasağı, sadece belli başlı kişilerle mi sınırlıdır? Bu yasak, haram olmaktan öte saygı ve hürmet içerikli bir yasak mıdır? Öyle ya; eğer bu haram, genel ise, Mustafa Akad, Hz. Ali’yi sadece ucu çatallı bir kılıç ile beyaz perdeye yansıtırken, kardeşi olan Hz. Cafer’i neden kişi olarak yansıttı beyaz perdeye? Hz. Muhammed’in asasını ve devesini göstermekle iktifa ederken neden amcası Hz. Hamza’yı kişi olarak çıkardı ortaya? Hem de bir ecnebi aktörü kullanarak!

O zaman da bize, resim ve heykel sanatının haramlığı konusunda işin uzmanlarının görüşlerine başvurmaktan başka çıkar yol kalmamaktadır. Türkiye Diyanet Vakfı İSAM (İslam Araştırmaları Merkezi) tarafından hazırlanan ve son hazırlanan ilmihal olmakla şu anda istisnasız bütün din adamlarımızın başucu kitaplarından birisi olan “İlmihal” isimli eserden öğreniyoruz ki; resim ve heykel sanatının haram kılınması kitap, yani Kur’an-ı Kerim kaynaklı değil; sünnet, yani hadis kaynaklıdır. Söz konusu eserde konu ile ilgili olarak şöyle denilmektedir:

“Birçok âyette ‘yarattı’ anlamında ‘savvere’ fiili geçmekte olup, bu hususla resim yapma arasında doğrudan bir ilişki kurmak pek mümkün gözükmemektedir. Bununla beraber bazı hadislerde, insan görünümünün resmini çizenler Allah’ın taklitçisi (tanrılık özentisi içinde olanlar) olarak telakki edilip bu yüzden cezaya mâruz kalacakları ifade edildiğinden, İslam’daki resim yasağının Kur’ân-ı Kerim’den kaynaklandığını düşünenler olmuştur. Fakat bu husus, aslında, resim yasağını Kur’an’a dayandırmak için pek yeterli görünmemektedir. Zira bu anlayış, hadisin varîd olduğu dönemin şartlarından soyutlanarak genelleştirilmeye çalışılırsa, bugün teknolojide kullanılmaya başlayan ve teknik köle diyebileceğimiz robotların yapılmasının ve kullanılmasının da yasak ve haram olduğunu söylemek gerekecektir. Bu itibarla resim yasağının daha ziyade sünnetle konulduğunu kabul etmek ve yasaklama sebebini başka gerekçelerle izaha çalışmak daha doğru görünmektedir.”(1).

İlmihalde bulunmuyor ama “resim sanatını yasaklama sebebini başka gerekçelerle izaha çalışmak daha doğru görünmektedir” ibaresinin içini, mesela “vaktiyle, yani Hz. Peygamber döneminde Allah’tan gayrı varlıklara tapınmanın ve putperestliğin önüne geçmek amacıyla resim vb. sanatlar haram kılınmıştır” şeklinde doldurmak pek ala mümkündür. Buradan hareketle, bugün insanoğlunun ulaştığı akıl, medeniyet, bilim ve teknoloji seviyesinde, putperestlik gibi saçma inançlara itibar edilemeyeceği dikkate alındığında, resim ve heykel sanatını yasaklama ve haram kılma gerekçeleri de kendiliğinden ortadan kalkmış demektir.

Sûret, yani resim yasağının dayandırıldığı ve bahse konu eserde “Sûret yasağının dayandırıldığı belli başlı rivayetler şöyle sıralanabilir”(2) şeklinde sunulan rivayetlerden birkaçı şöyledir:

a) Hz. Âişe’nin naklettiğine göre Hz. Peygamber, evinde üzerinde salîb (Îsâ’nın çarmıha geriliş sahnesini tasvir eden resim) bulunan her şeyi kırmıştır(Buhârî, “Libâs”, 90).

b)“Kıyamet gününde en şiddetli azaba mâruz kalacak olanlar musavvirlerdir”(Buhârî, “Libâs”, 89).

c) “Bu sûretleri yapanlara kıyamet gününde ‘Yarattıklarınıza can verin’ denilerek azap edilecektir” (Buhârî, “Libâs”, 89).

d) Hz. Âişe’nin, üzerinde tasvirler bulunan bir perdesi vardı ve bunu odasının bir tarafına çekmişti. Hz. Peygamber bunu görünce, Hz. Âişe’ye “Şu perdeyi karşımdan kaldır; üzerindeki tasvirler namazda iken hep bana görünüp duruyor” demiştir (Buhârî, “Libâs”, 93).(3)

Bahse konu eserde yukarıda (d) maddesindeki hadisten sonra şöyle bir izahatta bulunulmuştur:

“Gerek Buhârî’deki metinde gerekse Nesâî’nin rivayetinde, Hz. Peygamber’in söz konusu tasvirler yüzünden namazı yeniden kıldığına dair bir kayıt bulunmadığı için evde sûret bulunmasının yalnızca mekruh olduğu, namazın sıhhatine bir zarar vermediği söylenmiştir. Bu hadisten ilk bakışta anlaşılan husus, üzerinde resim bulunan perdenin sırf namazdaki huşûu bozduğu için hoş karşılanmadığıdır.”(4).

Bu izahatı doğru kabul ettiğimizde, ortaya çıkan sonuç resim ve heykel gibi sanatların haram değil, olsa olsa mekruh olabileceğidir. Tıpkı sigara içmek gibi. Zira bir kısım ulema, sigara içmenin de mekruh olduğunu (hatta tahrimen mekruh-harama yakın mekruh olduğunu) söyler. Üstelik o ulemadan bir kısmı, aynı zamanda iyi bir sigara ve nargile tiryakisidir. Bunu yakından biliyorum ben. Sigara konusundaki görüşünü araştırma gereği duymadım ama mesela, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın iyi bir sigara içicisi olduğu, hatta “Hak Dini Kur’an Dili” isimli ünlü tefsirini yazarken bile İstanbul Beşiktaş’ta Atatürk tarafından kendisine tahsis edilen çalışma odasının, sigara dumanıyla kaplı olduğunu söyleyenler de vardır. Diyanet’te çalıştığım yıllarda en alttaki müezzin-kayyımdan, en tepedeki Diyanet İşleri Başkanı’na kadar pek çok din adamının sigara ve nargile içtiğine bizzat şahit olmuşluğum vardır benim.

Hz. Peygamber’in Resmini Yapmak Caiz midir?

Yukarıdan beri izah edildiği üzere; pek çok Müslüman bunun caiz olmadığına inanıyorlar ki; en azından benim bildiğim kadarıyla Türkiye’de böyle bir işe tevessül eden bugüne kadar hiç olmamıştır. Şu kadarını söyleyelim ki; caiz olsa bile böyle bir işi yapacak olan kişi, en azından yalan söylüyor demektir ve yalan söylemek de İslam Dini tarafından büyük günahlardan, Hz. Peygamber tarafından da “Münafıklığın Alameti” olarak sayılmıştır. Çünkü, ortaya çıkacak böyle bir resim, Hz. Peygamber’in resmi değil, olsa olsa onu çizecek olan ressamın kendi tasavvuru veya kendi beyninde şekillendirdiği bir resim olacaktır. Maalesef, aynı yanlışa bugün Alevi kardeşlerimiz düşmüş durumdadırlar! Yanlıştan maksadımız, Hz. Ali’nin resimlerinin yapılması değil, ola ki; bu resimlerin Hz. Ali’ye ait olduğuna inanılmasının yanlış olduğudur. Yoksa Hz. Ali’nin resimlerinin yapılmasının yanlış olup olmadığı konusunda söz söylemek bize düşmez.

Bilindiği gibi, başta cemevleri ve dergahlar olmak üzere; Alevi kardeşlerimizin toplu olarak bulundukları ortamlar ve herhalde bazılarının evleri, Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’in portreleriyle doludur. Peki, bu portrelerin bizzat Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’e ait olduğunu biliyor muyuz? Bu konuda elimizde bir kaynak var mıdır? Ya da Hz. Ali ve Hz. Hüseyin, kendi sağlıklarında resimlerini yaptırmışlar mıdır? Doğrusu ben bilmiyorum. Eğer bilen varsa; belgesini ortaya koymak zorundadır. Yoksa bu tür sembolik resimler, insanlarımızı kandırmaktan öte hiç bir amaca hizmet etmezler. Böyle dediğim için, lütfen hiç kimse bana darılmasın, gücenmesin.

Geçtiğimiz 16 Ocak akşamı, Habertürk TV’de yayınlanan “Gündem Siyaset” programının konukları Ankara İlahiyat’tan Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, Prof. Dr. Enbiya Yıldırım ve Prof. Dr. Mehmet Akif Koç ile Marmara İlahiyat’tan Prof. Dr. Ali Köse idi. Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu’nun şu sözleri bir hayli ilginçti:

“Biz Hz. Hamza’yı Antony Quin ile tanıyoruz. Onun fiziki yapısıyla özdeşleştiriyoruz. Şimdi Hz. Ali’nin fiziki yapısını tarif edersem, belki Aleviler alınabilir. Çünkü Hz. Ali, Alevilerce tam bir erkek güzeli olarak resmedilmektedir. Oysa…”

Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, sözlerini böyle bağladı, yani Hz. Ali’nin en azından kendileri tarafından kabul edilen fiziki yapısını anlatmadı program sırasında. Ancak onlardan birisi, vaktiyle bana aktarmıştı kabul ettikleri Hz. Ali’nin bedeni ve fiziki yapısını. Onlar, Hz. Ali’nin, hayal edildiğinin aksine, iri cüsseli birisi olmayıp, belki orta boylu denilebilecek (nakilcim burada ufak-tefek tabirini kullanmıştır) bir beden yapısına sahip olduğunu ve (herhalde ömrünün sonuna doğru) saçlarının da döküldüğünü söylüyorlar. Görüldüğü gibi, böyle bir tarif ile Alevi kardeşlerimizin hayalindeki Hz. Ali tasviri birbiriyle hiç örtüşmemektedir.

Böyle bir tasvir, bütün Alevilerce genel kabul görmüş bir tasvir mirdir bilmiyorum ama Araştırmacı-Yazar dostum Mustafa Cemil Kılıç, geçtiğimiz 11 Ocak günü kendi facebook sayfasında paylaşmış olduğu “KIZILBAŞ MÜSLÜMANLIK” başlıklı kısa yazısında Alevilerin İslam’a ve Hz. Ali’ye bakış açısını şöyle anlatıyor:

“Kızılbaş Müslümanlar Allah’a inanırlar. Ama onların Allah’ı bildiğiniz Allah’a benzemez… Onların peygamberi Hz. Muhammed’dir fakat Muhammed ayin-i cem eyleyip semah dönen bir Muhammed’dir; beş vakit namaz kılan değil… Onlar Hz. Ali’yi çok severler ama sevdikleri Ali 7. yüzyılda yaşayıp giden Ebu Talip’in oğlu Ali değildir. Onların Ali’si hem Ali Bin Ebi Talip’tir hem de ‘Kün’ deyince on sekiz bin alemi yaratan, yarattıklarının rızıklarını veren, Arslan kılığında Muhammed’in yolunu kesen, kılıcı yetmiş arşın uzayan, Hayber Kalesi’nin kapısını şahadet parmağıyla asumana atan, hasılı bin bir donda görünen, Tanrı’nın zatına yapışıp o olan bir Ali’dir. Onların kitabı Kur’andır ama bu Kur’an ‘sessiz Kur’an’ değil ‘Konuşan Kur’an’dır. Ve onların bir mukaddes çalgısı vardır ki ona dahi ‘Telli Kur’an’ derler. Onlar ki, Ebussuud fetvalarıyla öldüre öldüre tüketemediğimiz kâfirlerdir. Duyulsun, görülsün ve bilinsin ki ben de onlardanım!”

İran’da Hz. Peygamber Resimleri Hediyelik Eşya Olarak Satılıyor!

A.Ü.İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Şaban Ali Düzgün’ün Habertürk TV’de yayınlanan bahse konu programda (Fransız karikatür dergisi Charlie Hebdo’nun yayınlamış olduğu Hz. Peygamber karikatürlerinden hareketle) kullanmış olduğu şu ifadeler de oldukça ilginçtir:

“Karikatür konusu, Müslümanların yumuşak karnıdır. Karikatürlerin hakaret içermesi önemli değil, Hz. Peygamber’in karikatürünü yapmak bile Müslümanlar tarafından hoş karşılanmaz. Ancak Müslümanlar buna gülüp geçmeliydiler. Mesela İran’da Hz. Peygamber’in resmini yapmak bile sorun teşkil etmez. Tartışma konusu yapılmaz. Benim bilgisayarımda İran’da çizilmiş Hz. Peygamber’e ait resimler vardır. Geçenlerde DİB tarafından Avrupa’ya gönderilecek ataşelere hitaben yapmış olduğum bir konuşma sırasında konuyu gündeme getirdiğimde ısrarla bu resimleri görmek istediler. Gördüklerinde ise -Hz. Peygamber’e hiç benzemiyor- dediler. Çünkü onların zihninde yarattıkları Hz. Muhammed, ideal bir fiziğe sahiptir!”

Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün’ün yukarıdaki ifadelerinden anlaşılması gereken şudur bence: İster Hz. Muhammed olsun, ister Hz. Ali ve isterse bir başkası; 1400 küsur sene önce yaşayan ve geriye de bu anlamda herhangi bir belge bırakmayan insanların birebir resimlerini yapmak mümkün değildir. Bu durumda, doğruluğundan bile emin olunmayan kimi rivayetlerden hareketle çizilen resimler, olsa olsa ressamlarının tasavvurları ve ressamların kendi havsalalarında oluşturdukları tiplerdir.

Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün’ün düşüncelerine iştirak ettiğini ve kendisinde de İran’da Meşet kentinde bulunduğu sırada edinmiş olduğu Hz. Muhammed resimleri olduğunu söyleyen Marmara Ü.İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Köse’ye özel olarak sorduğumda, kendisi bana “Tıpkı ülkemizdeki Hz. Ali resimleri gibi, İran’da da Hz. Muhammed resimlerinin hediyelik eşya olarak satıldığını” ifade etmiştir. “Bibloları da var mı?” şeklindeki soruma ise Sayın Köse “Ben, bu anlamda bir şey görmedim” demiş bulunmaktadır.

Sözümüzü, bahse konu Habertürk TV programında A.Ü. İlahiyat Fakültesi’nin genç tefsir hocası Prof. Dr. Mehmet Akif Koç gibi bağlayacak olursak: “Kur’an-ı en doğru anlayanlar, onu ilk okuyanlardır. Kur’an’ı ilk anlayanların anladıkları gibi anlayabilirsek bütün sorunlar kendiliğinden çözülmüş olur…”. Bu sözlere şu kadarını da biz ilave edelim ki; hüküm çıkarmada bizim temel kaynağımız Kur’an-ı Kerim’dir. Hüküm çıkarma konusunda Kur’an’da delil bulunmayan durumlarda adeta kılı kırk yarmak mecburiyetimiz vardır ki; hadisler konusu da kılın kırk yarılarak yeniden tetkik edilmesi gereken bir alandır. Çünkü bizzat Allah tarafından korunacağı taahhüt edilen Kur’an ayetleri(5) dışında, hadisler de dahil olmak üzere; insan eli ve insan dili değmiş, hiçbir şeyin doğruluğundan emin olamayız…

1-İlmihal, 2.c (İslam ve Toplum),s,99, TDV Yayını, İst.1999.
2-Eserde “Hadis” yerine “Rivayet” tabirinin kullanılması önemlidir. Zira her hadis bir rivayet ise de, her rivayet bir hadis değildir. Anlaşılıyor ki; konuyu ele alan uzman ilahiyatçı, bu hadislerin sahih olup olmadığından emin değildir. Eğer sahih olduğuna inansaydı, “rivayet” değil direk “hadis” derdi. Eser, Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Prof. Dr. Yunus Apaydın’ın ilmi kontrol ve redaktörlüğünde Prof. Dr. Yunus Apaydın, Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı tarafından yazılmıştır.
3-Age, s,99-100,
4-Age, s,100
5-Kur’an-ı Kerim, Hicr, 15/9.

DİN & DİYANET DOSYASI /// VİDEO : MHP-BBP-SP-AKP’nin Ortak Hedefi Türk-İslam Birliği

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=GUQWc_XRGPc&feature=em-uploademail

DİN & DİYANET DOSYASI /// ALİ ERALP : DİNCİ FAŞİZM, KARA BULUTLAR GİBİ ÇÖKTÜ ÜSTÜMÜZ E.

Nefes alamıyoruz…

Dinci faşizm, kara bulutlar gibi çöktü üstümüze…

Sapıklıklar, yolsuzluklar, hırsızlıklar… Aldı başını gidiyor…

Minareyi çalanlar kılıfını hazırlıyorlar… Korku imparatorluğunu kurup, hukuku, adaleti de kendilerine uydurdular…

Sesini yükselten, kovuşturma soruşturma açan savcıları, yargıçları ya görevden alıyorlar, ya da sürgüne gönderiyorlar…

Ya da önemli davaları yandaş savcılara, yargıçlara, mahkemelere havale ediyorlar…

Korku dağları bekliyor…

Para sayma makinelerine, para kasalarına, onca tapeye, onca kanıta, tanığa, belgeye karşın trilyonluk, katrilyonluk yolsuzluklara takipsizlik kararı veriliyor…

HUKUK, GUGUK OLDU…

Bir de bütün bunların üstüne üstlük, adam çıkmış, utanmadan, sıkılmadan, milletin gözünün içine baka baka, “6 yaşındaki çocuğunuzu evlendirebilirsiniz” diyor.

Adam açık açık suç işliyor. Uzaklara gitmeye, evlerde, bilgisayarlarda “Çocuk pornosu ”aramaya ne gerek var… İşte kanıt karşınızda duruyor…

Bu yoksul milletin kesesinden maaş alan savcılar, yargıçlar, emniyet görevlileri neredesiniz? Neden görevinizi yapmıyorsunuz?

Bir avuç namuslu, onurlu aydın dışında ses çıkaran yok. Millet zaten uykuda… Mışıl mışıl uyuyor… Savcılar, yargıçlar seyrediyor…

Sendikalar, dernekler, partiler, muhalefet seyrediyor…

Amaç ŞERİAT HUKUKUNU uygulamak… Amaç evrensel hukuk yasalarını, laikliği, Atatürk devrimlerini silmek, Türkiye’yi Ortaçağ karanlığına yeniden gömmek ve cadı avına çıkmak…

Bu amaçla 1923 Devriminin simgesi olan Çankaya Köşkü bile gündemden düştü. Terkedildi…

Ne var ki dincilik yapıp, geçimini bu yolla sağlayanlar, imam hatip üstüne imam hatip, Kuran kursu üstüne Kuran kursu açmak isteyenler ve “Tüm okulları imam hatiplere dönüştüreceğiz…” diye bas bas bağıran AKP’li milletvekilleri çocuklarını, torunlarını Fransız, Amerikan Kolejlerine göndermektedirler…

Bu gerçeği isim isim belgeleriyle kanıtlayabiliriz…

IŞİD kapı kapı dolaşıp, çeşitli alanlarda ve arzularında kullanmak üzere evlerdeki kadınları, kızları kaydediyor… Tabii bu kayıtların içinde 6 yaşında çocuklar da var ve 7 yaşındaki kızların eline silah verip, infaz yaptırıyor… Bu uygulamaları gerçekleştiren sapıkları dincilerimiz alkışlıyor…

Acaba alkışladıkları, yere göğe sığdıramadıkları IŞİD militanları bir gün kapılarına dayanıp, 6 yaşındaki kızlarını, torunlarını kendilerinden istese, “Cihat evliliği yapacağız…” dese, şeriata uyup, teslim ederler mi hemen? Ya da 6 yaşındaki kızına, torununa 50’lik, 60’lık bir herif talip olsa, ona “Baş üstüne efendim, hemen verelim…” derler mi?

Ben hiç sanmıyorum.

Çünkü şeriat yasaları da yoksullar için geçerlidir…

Nasıl ki parası olanlar askerlikten sıyırıyorlarsa, onlar da böyle bir izdivaç isteği karşısında yoksulların kapısını gösterecek ve zengin kodaman dindarları yoksul, saf, inançlı Müslümanlara yönlendireceklerdir…

DİNCİ FAŞİZM KARA BULUTLAR GİBİ ÇÖKTÜ ÜZERİMİZE…

Kadınlar ikinci, üçün sınıf vatandaş konumuna geçti. Kadınlar erkeklere hizmet eden köleler ve sadece çocuk üreten canlı kuluçka makineleri konumuna getirilmek isteniyor…

Yüksek sesle kahkaha atmak yasak… Hamile kadınların sokakta dolaşması çirkin…

Gülmek yasak… Karikatür çizmek yasak…

16 yaşındaki çocukları tutukluyorlar… Dört duvar arasına atıyorlar…

Daha gazeteler piyasaya çıkmadan, matbaada iken, baskınlar düzenliyorlar, savcı, yargıç kararı olmadan gazetelere el koyuyorlar… Cumhuriyet gazetesinde olduğu gibi…

Cumhuriyet gazetesi baskı altında şimdi… Cumhuriyet gazetesi saldırı altında…

“Sosyal medyada Charlie Hebdo mizah dergisinden 4 sayfalık bir seçki yayınlayan Cumhuriyet gazetesine saldırı çağrıları yapılmasının ardından, akşam saatlerinde bir grup İslamcı, gazete önüne gelerek, “Cumhuriyet Gazetesi hesap verecek” nidaları arasında “Kouachi kardeşler onurumuzdur” sloganları attılar.

Sanki yeryüzünde onur duyulacak başka nesne kalmamış gibi…

Yine kimsede çıt yok… Ne bir ses, ne bir nefes…

Ama Cumhuriyet bu baskıları bir bakıma hak etti desek, acaba fazla mı abartmış oluruz?

Cumhuriyet gazetesini yıllarca uyardık. “Gelin, Atatürk’ün çizgisinden sapmayın… Ulusalcı yazarlara kapıyı göstermeyin… Yandaşlık yapmayın… İlhan Selçuk’ların, Nadir Nadi’lerin, Ahmet Taner Kışlalı’ların yolundan gidin…” dedik, ama dinleyen kim? Herkes bildiğini okumaya devam etti…

Cumhuriyet gazetesine ve tüm yurtseverlere şunu söylüyoruz: Vatanın parçalanmasını, Cumhuriyetimizin şeriat cumhuriyetine dönüşmesini önlemek, emperyalizm ve işbirlikçisi AKP’ye karşı zafer kazanmak istiyorsak eğer, Atatürk gibi kararlı, dirençli olmalıyız. Olmak zorundayız…

ŞERİATLA, FAŞİZMLE, BÖLÜCÜLERLE UZLAŞARAK HİÇBİR SORUN ÇÖZÜLMEZ…

ÇÖZÜLEMEZ…

BİR YERE VARILAMAZ…

(alieralp37)

DİN & DİYANET DOSYASI /// VİDEO : Her Şeyin M-Teorisi ve Boşlukların Ateizmi

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=8ELW5DMLoZU&feature=em-uploademail

DİN VE DİYANET DOSYASI : DİNE KARŞI DİN – E- KİTAP (ALİ ŞERİATİ) EK’TE BİLGİLERİNİZE SUNULMUŞTUR

“Ali Şeraiti (1933- 1977), İranlı Müslüman sosyolog, aktivist, düşünür ve yazardır. Mevlâna ve Muhammed İkbal’den büyük ölçüde etkilenen Şeraiti, özellikle din sosyolojisi ve çağdaş İslâm düşüncesi üzerine eserler vermiştir.

Şeraiti, modern sosyoloji ve felsefenin bakış açısı ve bunun geleneksel İslâmî prensipler ile harmanlanmasıyla, Müslüman toplum ve toplulukların karşılaştığı sorunları açıklamaya ve çözümler bulmaya çalışmıştır.

Devrim öncesi İran’ ın en önemli ve etkili felsefi liderlerinden sayılan Şeriati’ nin görüşleri bugün hâlâ İran toplumunda popüler ve etkindir. Özellikle bugünkü İslâmî Cumhuriyet rejiminin biçimi ve ruhban sınıfının konumuna karşı çıkan kesimler tarafından beğenilmektedir.

“ 19. yüzyılda söylenmiş olan şu söz doğrudur: Din halk kütlelerinin afyonudur. Böylece halk, ahiret ümidi ile dünyadaki mutsuzluk ve yoksulluğa katlanır. Toplumda olan her şeyin ilâhî irade ile gerçekleştiğini; dolayısıyla da statükoyu değiştirmek ve halkın durumunu iyileştirmek için çalışmanın Tanrı’nın iradesine karşı çıkmak demek olduğunu telkin eden inanç/ din halkın afyonu demektir.

Yine 18- 19 yüzyıl bilginlerinin şu sözü de doğrudur: Din, insanların bilimsel sebepler (nedenler) karşısındaki bilgisizliklerinin ürünüdür.

Yine şu söz de doğrudur: Din, halkın evham, boş ve kuruntudan ileri gelen korkusunun ürünüdür.

Şu söz de doğrudur: Din, feodal dönemin ayrıcalıklarının ve ayrımcılığının, servet sahipliği ve yoksulluk biçiminde beliren iktisadî ilişkilerinin ürünüdür.” ( Bu Belde, İhsan Eliaçık, 2 nci Baskı, İnşa yy, İstanbul, 2012, Sayfa 169)

Yukarıdaki ifadeler Ali Şeraiti’nin…

Ali Şeraiti, İran’da, 1973 yılında, Hüseyniye-i İrşad adlı kültür merkezinin konferans salonunda,

“Dine Karşı Din” konulu konferansına bu sözlerle başlamıştı.

Ortalama bir Müslüman’ın zihnini allak bullak eden yenilir yutulur cinsten olmayan bu sözler üzerine doğal olarak salondan “Ne diyor bu adam” diye sesler yükselmeye başlamıştı.

Ali Şeraiti, salondan yükselen seslere aldırış etmeden “Devrimci Tevhid Dini” ile “Statükocu Şirk Dini” ni anlatmaya başladı.

Ardından da sordu: “Hangi Din?”

Eğer din konusuna ilgi duyuyorsanız, siz de bu soruyu kendi kendinize sorun.

…..”

Ahmet Akyol

http://www.ahmetakyol.net/dine-karsi-din/

Onun iki akşamda yaptığı konuşmasından oluşan ekteki DİNE KARŞI DİN E- KİTAP (ALİ ŞERİATİ) kitabının içindeki bilimsel, sosyolojik, dini ve tarihi tespit ve görüşlerini, Kur’an İnananlarıyla birlikte, hangi dinden ve ister mümin, ister teist, ister deist, ister agnostist, ister ateist, ister materyalist vs. hangi inançta ve hangi siyasi görüşte olursa olsun, “DİN hakkında söylenecek bir sözü olan”, Sorumluluğunun bilincinde ve gerçeklere dayalı fikir ve çözüm üretmeyi benimseyen tüm AYDINLARIMIZIN özel dikkat, tetkik ve değerlendirmesine sunuyorum.

Saygılarımla.

M. Kemal Adal

18.Ocak.2015 / İZMİR

DİNE KARŞI DİN E- KİTAP (ALİ ŞERİATİ).pdf

DİN & DİYANET DOSYASI /// VİDEO : Ünlü Ateist Profesörler “Hiçbirşeyi” Açıklamaya Kalkarsa

VİDEO LİNK :

DİN & DİYANET DOSYASI : Avrupa Birliği Cuma namazlarındaki o ayeti kaldırdı

AB’nin talebi doğrultusunda Cuma namazlarında okunagelen “Allah katında geçerli din İslam’dır” ayeti kaldırılmıştır. Barış Doster yazdı

Paris’te yaşanan ve “Fransa’nın 11 Eylül’ü” denilen terör eylemleri, bir kez daha dinci akımları, terörist grupları, siyasal İslam’ı, Ortadoğu’yu gündemin ilk sırasına taşıdı. Doğu’nun geri kalmışlığından, Batı’nın küstahlığına ve çifte standardına, “İslam’ın ılımlısı, radikali olmaz, İslam tektir” tartışmalarından emperyalizmin Ortadoğu’da kullandığı, tetikçilik yaptırdığı gruplara kadar pek çok konu tartışılıyor.

Güncelden kopmadan, biraz gerilere gidelim, 19. yüzyıla. Acı ama gerçek, İslam dünyası, bugün olduğu gibi, o gün de sömürgeydi. Yarı sömürge olan Osmanlı İmparatorluğu’nun sultanı, devletin ömrünü uzatmak için, Batılı merkezler arasındaki çelişkilerden yararlanmaya çalışıyordu. Dönemin en büyük gücü, “denizler hakimi” namıyla bilinen,“üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olarak tanımlanan İngiltere’ydi. Malum; emperyalizmin, diplomasinin, istihbaratın kitabını İngilizler yazmıştır. Böl, parçala, yönet deneyimleri yüksektir. Tarihimizden biliriz. Arabistanlı Lawrence’tan, İngiliz istihbaratının icad ettiği Vahabilikten az çekmemişizdir.

Günümüze gelelim. Türkiye’nin gündemindeki paralel, asimetrik paralel yapılar, Körfez’deki krallar, şeyhler, prensler, Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Suriye’de ABD parasıyla Esad’a karşı savaşan El Kaide, El Nusra’lar… Ortadoğu’da ABD ve İsrail tarafından beslenen, petrol bölgelerine uzanıp, ABD ve İsrail’in son yıllardaki en önemli müttefiki bölgedeki Kürtleri hırpalamaya başlayınca, birden bire terör örgütü olduğu anımsanan IŞİD’ler… KKTC’de bir zamanlar Nazım Kıbrısi’ler… Bunların büyümesinde, gelişmesinde, zemin bulmasında, bunları kullanan, bir zamanlar SSCB’ye, komünizme karşı destekleyen, sonrasında Ortadoğu’ya saldırmak için, 11 Eylül örneğinde olduğu gibi, bahane, gerekçe, olarak pazarlayan emperyalizmi göz ardı edemeyiz. Emperyalizmin ve onun beslemesi, işbirlikçisi olan terör örgütlerinin (sözde dincisinden, sözde devrimcisine ve Kürtçüsüne kadar hepsinin) Atatürk düşmanlığında nasıl buluştuklarını biliyoruz. Her konuda olduğu gibi, inançta, ibadette, itikatta da, konunun özüne sadık, antiemperyalist ve tam bağımsızlık yanlısı olan Gazi Paşa’ya karşı ortak düşmanlıklarının sebeplerinden biri de budur.

Emperyalizm etnik, dinsel, mezhepsel aidiyetleri, mensubiyetleri, kimlikleri kullanır, kaşır, kışkırtır. Misal; Musul konusunda Türkiye diş gösterdiğinde, İngiliz desteğiyle Şeyh Sait İsyanı çıkmıştı. Hatay’ın Türkiye’ye katılması için Fransa’yla çetin bir diplomatik mücadele verildiğinde Dersim İsyanı başladı. 1960’larda Türkiye’deki toplumsal uyanışa, hızlı sanayileşmeye, kalkınmaya yanıt önce soykırım iddiaları ve Asala terörüyle geldi. 12 Mart 1971 muhtırası ile düdük çaldı. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ve ondan alınan dersle milli savunma sanayisine yönelen Türkiye’ye yanıt, ülke içinde şiddetlenen sağ – sol çatışmasıyla verildi. 12 Eylül 1980’de düdük çaldı. Asala terörü kesildi. Yerine, ilk eylemini 1984’te yapan PKK terörü geldi. Birinin “Ermenistan” dediği Anadolu topraklarına, öteki “Kürdistan” der ama aralarında en küçük çatışma olmaz. Tersine iyi anlaşırlar. Zira ikisi de emperyalizmin beslemesidir.

Gelelim işin dini boyutuna. Rahmetli ustam Attila İlhan’ın sık sık vurguladığı gibi; Cumhuriyet’in dindarla sorunu hiç olmamıştır, gerçek, namuslu dindarın da Cumhuriyet’le… Börekçizade Rifat Hoca’dan, Elmalılı Hamdi’den biliriz bunu. Mürteci ise vatana ve millete karşı gâvurla iş ve çıkar birliği yapmıştır hep, dar-ül harp dediği Cumhuriyet’te. Hem de ta Milli Mücadele’den beri. Kuvayı Milliyeciler için “katli vaciptir” fermanı veren şeyhülislamları, İngiliz Muhipler Cemiyeti üyesi din adamlarını görmüşüzdür. Ulusal Kurtuluş Savaşımız, diğer boyutlarının yanında aynı zamanda bir fetvalar savaşı değil midir?

ORTADOĞU’NUN ŞEKİLLENMESİ ve DIŞ DİNAMİKLER

ABD, 1979 İran İslam Devrimi sonrası İran’da zemin kaybedince, 1980-1988 arasında İran-Irak Savaşı’nda Irak’ı desteklemişti. Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle, Türkiye’ye konan silah ambargosunun kaldırılmasında, hem İran’daki İslam Devrimi’nin, hem de Soğuk Savaş’ın tesiri vardı. Kaldı ki Türkiye, 1974 müdahalesiyle, ABD’yle arası şeker renk olan Kıbrıs’taki Rum lider Makarios’u da tasfiye edip, Washington’un elini rahatlatmıştı. Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Yeşil Kuşak Projesi’nin amacı, SSCB ve komünizmi Müslüman rejimlerle çevrelemekti. 4 ülke özellikle önemliydi: Türkiye, İran, Pakistan, Afganistan. Sonuç malum…

İran, başka bir yola girdi, ABD karşıtı bir hat tutturdu 1979 sonrasında. Rusya’yla ilişkilerini geliştirdi. Bölge merkezli bir dış politika izledi. Siyasi gruplar üstü milli bir hedef olan nükleer hedefine odaklandı. Bölgede itibarı arttı. Ve son olarak ABD de İran’a karşı geri adım atmak zorunda kaldı. Afganistan, SSCB işgalinden kurtuldu, ABD emperyalizminin ve onun beslediği etnik, mezhepsel, dinsel yapıların savaş alanına döndü. Pakistan, ABD’nin gözde müttefiki olan darbeci generallerle hırsız siyasetçiler arasında gidip gelirken bir türlü huzura, istikrara kavuşamadı. Terör örgütlerinin cirit attığı bir ülke olarak sınırı kevgire döndü. Türkiye, 12 Eylül 1980’le beraber yapısal dönüşüm geçirdi. Darbeci generaller, Atatürkçülük adına darbe yapıp, iktidara Nakşi Turgut Özal’ı getirdiler. 24 Ocak kararları dipçik gölgesinde uygulandı ve süreç mevcut iktidarla zirveye ulaştı. 35 yıldır farklı partileri, tek bir programı uyguluyor Türkiye. Sistemle uyumda, sisteme sadakatte mevcut kadro, öncekilerden daha ehil çıktı. Sadece devrimciler, Cumhuriyetçiler, Kemalistler değil, A. Bulaç’lar, A. Dilipak’lar da bunu yazıyorlar son aylarda…

ABD, 1990’ların sonundan başlayarak, 2000’lerde ise artan hızla “ılımlı İslam” projesini destekledi. Dini değil, siyasi bir projedir. İslam kaynaklı değil, Beyaz Saray kaynaklıdır. Türkiye bunun somut örneğidir. Sistem, istediğini önemli ölçüde alsa da şunu da gördü ve görüyor, hele de son saldırılardan sonra: ABD destekli “ılımlı İslam” ile yönetilen ülkelerde, radikal İslam da yükseliyor. Bu yükselenler, ABD ile uyumlu çalıştıkları sürece sorun çıkmıyor. Ama son kertede “ılımlı İslam”, radikal İslam’ın seçeneği olamıyor. Tersine ona zemin, taban, ortam, kadro hazırlıyor. Onun yardımcı kuvveti, destek gücü oluyor. Onun ideolojik baskınlığına, fikri egemenliğine karşı seçenek oluşturamıyor. Bunu gören ABD’lilerden olan, üstelik Neo-Con olarak dikkat çeken Tony Corn, yıllar önce Policy Review dergisinde “World War IV as Fourth Generation Warfare” (Dördüncü Kuşak Savaş Olarak Dördüncü Dünya Savaşı) başlıklı makalesinde (aktaran Ergin Yıldızoğlu, QDR 2005, Cumhuriyet, 13. 02. 2006) bu noktalara dikkat çekmişti.

Corn gibi düşünen liberallerin sayısı hızla artıyor ABD’de. Bu çevreler, İslam’da reforma kalkışmanın işi daha da zora sokup İslam dünyasındaki ABD karşıtı akımları güçlendirdiğini söylüyorlar. Ilımlı İslam’a destek politikasından yavaş yavaş vazgeçiyorlar. Bu durum elbette laik rejimleri, partileri destekleyecekleri anlamına gelmiyor. Kimi cahil sosyal demokratların, zırcahil liberallerin sandığı, umduğu, beklediği gibi ABD’nin böyle bir niyeti yok. O çıkarını önceliyor, ülkelerin laik veya İslamcı olmasını değil. Kiminle verimli çalışacağına, isteklerini en çok kime yaptıracağına bakıyor. Bölgemiz ve ülkemiz bunun somut örneğidir. Aksi halde ne sağlıklı bir Türkiye tahlili yapabiliriz, ne de Beyaz Saray’ın Mısır’da hem Mübarek’i, hem onun yerine gelen Mursi’yi, hem de Mursi’yi sokağın da desteğiyle deviren Sisi’yi destekleyişini anlayamayız. Anlamayanlar özellikle üniversitede, siyasette, medyada çokturlar ve en yükseklerde otururlar.

BATILI VE BATICI GÖZLÜKLERLE ORTADOĞU ANLAŞILMAZ

Batının anladığı anlamda sivil toplum, sivil toplum kuruluşları Ortadoğu’da yoktur. Yurttaş bilinci, laiklik, vatandaş kimliği, aydınlanma değerleri, sınıf siyaseti, kitle örgütü deneyimi, kadın-erkek eşitliğinden çok, etnik, dinsel, mezhepsel yapılar, feodal ilişkiler, aşiret, kabile, aile bağları öne çıkar. ABD’nin işgalleri, bölge siyasetleriyle de beslenen Batı karşıtlığı da unutulmamalıdır. İnsanlar, ABD’nin mezhep çatışmalarındaki, Müslümanların birbirini kırdığı savaşlardaki rolünü bilirler. İslam dini ve Müslümanlar üzerinde oynanan oyunların, yapılan tanımların, uygulanan siyasetlerin büyük bölümünün Batı, özellikle ABD kaynaklı olduğunun farkındadırlar. Bölgede “sivil İslam”, “demokratik İslam”, “ılımlı İslam”, “kentli İslam”, “radikal İslam”, “demokratik İslam”, “dinlerarası diyalog”, “medeniyetler ittifakı” gibi kavramların patenti ABD’ye aittir. Bir ABD projesi olan Büyük Ortadoğu Projesi (sonradan adı GOKAP olarak değiştirildi) ) de, aynen Yeni Dünya Düzeni (emperyalizmin yeni adı) kapitalizmle, küreselleşmeyle uyumlulaştırma projesidir. Kafkasya, Hazar Havzası, Orta Asya, geniş anlamıyla Avrasya ve Ortadoğu bölgelerindeki enerji kaynakları nedeniyle bölgenin etnik, dinsel, mezhepsel, demografik özellikleri gözetilerek, tarihsel, toplumsal, kültürel duyarlılıkları dikkate alınarak üretilmiştir. Gel-gitlerle ilerleyen süreçte yeni bir aşamaya girilmiştir.

Sabahattin Önkibar defalarca yazdı. Kelime-i Tevhid değiştirilmiş, “La ilahe illallah" kısmı kalırken, “Muhammeden Resullulah” kısmı çıkmıştır. Zira “Dinler Arası Diyalog” ve Avrupa Birliği böyle istemiştir. AB’nin talebi doğrultusunda Cuma namazlarında okunagelen “Allah katında geçerli din İslam’dır” ayeti kaldırılmıştır. 11 Eylül 2001 saldırıları da, bu yöndeki adımlar için gereken psikolojik, politik ortamın sağlanmasında etkili olarak kullanılmıştır. Batı,“İslamcı terör”, “İslamcı faşizm” diyerek, İslam dini ve Müslümanlarla terörü özdeşleştirdikçe, radikal İslamcılar daha da radikalleşmiş, ılımlı İslamcılar ise Batının gözüne girmek, Batıya yaranmak için çok daha fazla taviz vermiş, daha ılımlı, uzlaşmacı, uyumlu hale gelmişlerdir. ABD Başkanı Bush, “teröre karşı küresel savaş”, “bu savaşta ya bizimlesin ya da düşmansın” diye tehdit ederken, “İslamcı teröre karşı Haçlı seferi” başlattığını söylerken, Afganistan’ı, Irak’ı işgal ederken, Türkiye’dekiler dahil, ılımlı İslamcılardan destek almıştır.

Sözün Özü: Gazi Mustafa Kemal’in devrim, aydınlanma programının, kurduğu bağımsız, çağdaş Cumhuriyet’in değerini bilmek gerekir. Ülkemizdeki, bölgemizdeki ve dünyadaki gelişmeler hep O’nu haklı çıkarmaktadır…

Barış Doster

Odatv.com