Etiket arşivi: amerika

AMERİKA’DA TÜRKLERİN MÜTHİŞ DANS GÖSTERİSİ /// VİDEO : CHANGE FOR PROGRESS GRUBU

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/embed/s93yYPJbNIA

AK PARTİ DOSYASI /// ARSLAN BULUT : AMERİKA’NIN GÜLÜ : ABDULLAH GÜL

Yaklaşık 12 yıl önce İstanbul’da bir Kafkaslar Toplantısı düzenlenmişti! Toplantıya gazeteci olarak davetliydim. Graham Fuller de oradaydı. Kendisinden bir röportaj talebim oldu, kabul etmedi. Ertesi gün, Yenişafak gazetesinde Graham Fuller ile yapılmış bir röportaj çıktı!

Bunun üzerine istihbarat servisleri ile diyaloğu iyi olan bir muhabire görev verdim. Graham Fuller, konferanstan ayrıldıktan sonra nereye gitmiş ve kimlerle görüşmüştü? Bunu araştırmasını istedim. Kısa bir süre sonra bilgi geldi: Graham Fuller, Topkapı’daki Yenişafak gazetesine gitmiş, röportajdan sonra o zaman gazetenin üst katında bulunan Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nda Abdullah Gül ile görüşmüştü!

Yıllar sonra bu durumu Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a "Neden böyle oldu? Bu kadrolar, nasıl böyle birdenbire değişim gösterdi? Siz, hepsinin hocası olarak onların bu değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?" diye sorduğumda şu cevabı aldım:

"Bu arada önemli husus şudur: Maya çok mühim bir şey. Mayasız ekmek olmaz. O cevher sizde yoksa, ekmeği yapamazsınız."

ABD derin devleti ile…

DSP’nin çökertilmesi sırasında Abdullah Gül ABD’de idi. İki kişiyle görüştü: CFR’nin beyni Morton Abramowitz ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Mark Grossman!

Tayyip Erdoğan da daha RP Beyoğlu İlçe Başkanı iken, Morton Abramowitz ile görüşmüş ve CIA’nın önemli şeflerinden Graham Fuller ile temasa geçmişti. Amerika’nın Adana Konsolosu Elizabeth Shelton, ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Caroline Hagins, ABD Büyükelçilik Müsteşarı Silwer Lawrens ve CIA görevlisi Kenny Bob ile de görüşüyordu!

312-2’den aldığı cezanın onanmasından bir gün sonra 28 Eylül 1998’de, ABD’nin İstanbul başkonsolosu Caroline Hagins, Tayyip Erdoğan’ı makamında ziyaret ederek, "Bu tür gelişmeler, Türkiye demokrasisine olan güveni azaltır" demiş ve Erdoğan’a destek vermişti!

Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail büyükelçisi David Sultan ile görüştüğü de basına yansıdı. Erdoğan’ın "Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği" yolunda garanti verdiği yazıldı. Abdullah Gül de bir taraftan İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan’ı makamında ziyaret ederek parti çalışmaları hakkında bilgi veriyordu!

Londra Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Türkiye Uzmanı Dr. Andrew Mango, Abdullah Gül’ün sık sık ABD ve İngiltere’ye giderek görüşmeler yaptığını açıklıyordu!

CIA şefi Graham Fuller de tam o sıralarda Türkiye’de artık Kemalizm’in modasının geçtiğini ve "ılımlı İslam" a öncülük etmesi gerektiğini ileri sürüyordu! Fuller, "Fazilet Partisindeki gençlerin baskın çıkacağı ve Yenilikçi Hareketin ılımlı İslama liderlik yapacağı" nı söylüyordu!

Sonunda, Tayyip Erdoğan gayrımeşru bir ara seçimle TBMM’ye sokuldu, AKP’nin başına getirildi. Bu arada AKP’nin parti programı, yerel yönetimlere otonomi vermeyi önören gizli bir CFR memorandumundan aynen kopyalanmıştı. AKP, CFR’nin verdiği gizli programla kurulmuştu! Bunu yayınladığımız halde yüksek yargı organları kapatma davası için harekete
geçmedi!

Gazeteci Yavuz Selim’in "Milli Görüş Hareketindeki Ayrışmaların Perde Arkası: Yol Ayırımı" kitabında ise ilginç bilgiler veriliyordu:

Yoldan nasıl çıktılar?

Mehmet Bekaroğlu anlatıyor:

-Daha Refah Partisi kapanmadan Talat Halman, FP kapanmadan da Güneri Civaoğlu, Milliyet gazetelerinde yazdıkları makalelerinde, Milli Görüş Partilerinin kapatılmasının yetmeyeceğini, mutlaka bölünmesi gerektiğini söylediler; hatta nasıl bölüneceğini de ifade ettiler. Güneri Civaoğlu, 24 Eylül 1998 tarihli yazısında, bölünme konusunda Sayın Erdoğan’a
bir misyon da yüklemektedir. Nitekim gelişmeler bu doğrultuda oldu. Bölünme, öngörüldüğü gibi bir proje olarak adım adım gerçekleşti.

Amerikalıların ilgisi SP Genel Başkanı Recai Kutan anlatıyor:

-Abdullah Gül, Fazilet Partisi döneminde Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısıydı. Dolayısıyla, özellikle dış ülkelerin temsilcilikleriyle, elçilikleriyle en yakın ilişkide olan bir arkadaş idi. Sonradan aldığımız intiba o ki, Abdullah Gül’e karşı özel bir ilgileri ve sempatileri varmış. Bunu daha sonraları çeşitli vesilelerle gördük. Bizimle beraber çalıştığı dönemde bu durumdan herhangi bir gocunmamız da olmamıştır.

Fakat sonradan Amerikalı makamların, "Acaba hangi isim bizimle en iyi uzlaşma halinde olabilir" diye özellikle seçim yaptıklarını ve Abdullah Gül’e özel bir ilgi gösterdiklerini hissettik.

Boyuna Amerika ile fakslaşıyorlar Şevket Kazan anlatıyor:

-Abdullah Gül, hiçbir zaman Refah Partisi için çalışmadı. Hep kendisi için çalıştı. Erbakan Hoca, Abdullah Gül’e Politik Araştırma Merkezi diye bir merkez kurdurmuştu. Dış ilişkilerden sorumluydu ya, Refah Partisi’ni Avrupa’ya, elçiliklere tanıtacağı yerde, sadece kendisini tanıttı. Danışmanı olan Murat Mercan, ki aynı zamanda Melih Gökçek’in danışmanıydı, Amerika’ya boyuna fakslar gönderiyormuş. Oradan da boyuna fakslar geliyormuş. Sekreteri de bir hanım kız. Bu hanım kızın annesi de benim hanımın arkadaşı. Annesine anlatmış, "Böyle böyle, bunlar devamlı Amerika ile fakslaşıyorlar, hep Abdullah Gül’ün propagandasını yapıyorlar" demiş. Hanım da bana söyledi. Ben de "Belki yanlış tespit etmiştir. Öyle bir
şey varsa, bir gün o fakslardan bir tanesinin fotokopisini alsın, sana getirsin, ben de göreyim" dedim. Kızı yakalıyorlar ve işine son veriyorlar.

Şimdi Amerika’da kendisini tanıtan bir kitap bastırmış…

Refahyol Hükümeti’nde, Türk Cumhuriyetleri’nden Sorumlu Devlet Bakanlığını biz almıştık. Gül, Türk Cumhuriyetlerine bir tek seyahat yapmıştır, o kadar. Adamın aklı, fikri Amerika’daydı. Bir de Amerikan Elçiliği’nde ne vardı, bilmiyorum, oradan hiç çıkmazdı! Recai Kutan anlatıyor:

-AKP’deki arkadaşlarımız, teslimiyetçi bir anlayış içerisindedirler. İMF’cilerle, Dünya Bankası ile ilişki içinde olmak ayrı bir şeydir, onların telkinlerine ve empozelerine açık olmak ayrı şeydir..

Exeter lobisi ve Gül İngiltere’de bir Exeter Üniversitesi vardır. İngiliz Üniversiteleri arasında "Kürt Araştırmaları Enstitüsü" olan tek yüksek öğretim kurumudur. Exeter Üniversitesi’nde ayrıca Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüsü de bulunuyor! Başında, Abdullah Gül’e fahri doktora unvanı veren Tim Niblock vardır.

İngiliz istihbarat servislerinin yurt dışı görevlere gönderilecek ajanlarının önemli bir bölümü Exeter Üniversitesi’nde eğitim görür. Ayrıca Arap ve İslam Dünyası ile Kürtler hakkında uzmanlaşması gereken İngiliz ajanlar da bu üniversitenin hocaları tarafından eğitilir.

Üniversite yayınlarında, Irak’ın kuzeyinden "Irak Kürdistanı" diye söz edilir. Green Peace (Yeşil Barış) örgütü de Exeter Üniversitesi’nde bir laboratuvar sahibidir!

Exeter Üniversitesi’nden mezun olan veya doktorasını burada yapan kişileri, daha sonra özellikle İslam ülkelerinde önemli ekonomik ve siyasi kuruluşların başında veya devlet görevlerinde görmek mümkündür. Mesela İslam Kalkınma Bankası’nın bütün önemli yöneticileri Exeter Üniversitesi’nde yüksek lisans veya doktora yapmıştır! Tabii buraya
gönderilecek öğrencileri de kendi ülkelerindeki "İslami kuruluşlar" seçer!

İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş seneler önce İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın kendisini Londra’ya ve güneye Exeter Şatosuna davet ettiğini, burada medyanın demokrasiyi tahrip etmesi üzerine bir beyin fırtınasına katıldığını bir Meclis konuşmasında açıklamıştır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Exeter Üniversitesi’nde iki yıl eğitim-öğretim görmüştür. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da Abdullah Gül’ün bu üniversiteden arkadaşıdır! Abdullah Gül, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ve Prof.

Sebahattin Zaim gibi hocalarının teşviki ve sağladıkları Milli Kültür Vakfı bursu ile 1976-1978 yıllarında Fehmi Koru ve Şükrü Karatepe ile birlikte İngiltere’ye gönderilmiştir.
Gül, burada İslam ülkelerinde ileride görev alacak olan doktora öğrencileri ile sıkı bir arkadaşlık kurmuştur. Dönüşte Sebahattin Zaim’in daveti ile Sakarya Üniversitesi’nde görev almıştır. Abdullah Gül, 12 Eylül’den birkaç gün sonra evinden alınıp götürülür ve İstanbul’da Metris Askeri Cezaevine kapatılır!

Çıktıktan bir süre sonra Merkezi Cidde’de olan ve 48 İslam ülkesinin üye olduğu İslam Kalkınma Bankası’nda diğer Exeter mezunu arkadaşları ile birlikte ekonomi uzmanı olarak görev alır. İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğu, Exeter Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalar yapmıştır.

Exeter Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ian Markham’ın "Said Nursî’nin başarısı: Hakikat ve hoşgörü" başlıklı bir makalesi vardır! Yani bu üniversite "dinlerarası diyalog" un kurgulanmasında da vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı adayı olan Abdullah Gül, görüldüğü gibi özellikle ABD ve İngiltere’nin derin devleti ile yakın ilişkiler içinde olan bir kişidir.

Üniversiteyi bitirdikten sonra İngiliz istihbaratına eleman yetiştiren Exeter Üniversitesi’nde yüksek lisans yapan Abdullah Gül, CIA istasyon şefi Graham Fuller ile gizli bir görüşme yaptıktan sonra Yenilikçi Hareket’in başına geçti!

İslam ülkelerine yönetici yetiştiriyorlar

İngiltere’de bir Exeter Üniversitesi vardır. İngiliz Üniversiteleri arasında "Kürt Araştırmaları Enstitüsü" olan tek yüksek öğretim kurumudur. Exeter’de Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüsü de bulunuyor! Başında, Abdullah Gül’e fahri doktora unvanı veren Tim Niblock vardır. İngiliz istihbarat servislerinin yurt dışı görevlere gönderilecek ajanlarının önemli bir bölümü Exeter’de eğitim görür. Ayrıca Exeter’den mezun olan veya doktorasını burada yapan kişileri, daha sonra özellikle İslam ülkelerinde önemli ekonomik ve siyasi kuruluşların başında veya devlet görevlerinde görmek mümkündür.

İsrail ile özel ilişki

Abdullah Gül, İsrail ile ilişkileri çok sıkı tutan bir politikacı olarak dikkat çekti. Kasap Şaron olarak bilinen ve sonradan İsrail Başbakanlığı da yapan Ariel Şaron ile de görüşen Abdullah Gül, ABD derin devletine hizmetleriyle tanınan Ahmet Ertegün’ün Özbekler tekkesindeki cenaze töreninde ön saftaydı.

ARSLAN BULUT

CIA DOSYASI : CIA’in işkence danışmanları Amerika Federal Soruşturma Bürosu FBI’e geçti

ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’in sorgulamalar sırasında kullandığı işkence tekniklerini belirleyen psikologlar Amerika Federal Soruşturma Bürosu FBI’da hizmet vermeye devam ediyor

ABD‘nin Merkezi İstihbarat Teşkilatı (ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA)‘nın işkence skandallarını ortaya çıkaran raporların yayınlanmasının ardından ismini bütün dünyanın duyduğu Amerkan Psikologlar Derneği (APA) benzer çalışmalarına devam ediyor. ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’nın sorgulama sırasında uyguladığı işkence yöntemlerini belirleyen ve yeni işkence yöntemleri bulan psikologlar Amerika Birleşik Devletleri ABD Savunma Bakanlığı ile sorgulamalarda beraber çalışmaya devam ediyor.

Irak‘ta bulunan Ebu Garip hapishanesindeki işkencelerde etkin olan Susan Brandon’ın Amerika Birleşik Devletleri ABD’nin Psikolojik Etik ve Ulusal Güvenlik politikasının gelişiminde merkezi bir rol oynadığı iddia edilmişti.

Brandon şu an Amerika Federal Soruşturma Bürosu FBI Yüksek Değer Tutuklu Sorgulama Grubuna danışmanlık yapıyor. Brandon ayrıca sorgulamalar sırasında herhangi bir suç işlenip işlenmediğinin belirlenmesinde araştırmacı olarak görevlendirildi.

FBI’dan iddialar hakkında henüz resmi bir açıklama yapılmadı. Amerikan hariç istihbarat örgütü ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’nın işkencelerini psikologların yönettiği, işkence ve sorgu teknikleri konusunda Bruce Jessen ve Jim Mitchell isimli iki psikologla anlaştığı ve bu kişilerin direktifleri doğrultusunda işkence ve sorgulama teknikleri uyguladığı birkaç ay evvel ortaya çıkmıştı.

CIA İşkence raporu dünya gündemindeki yerini koruyor. Raporda uygulandığı belirtilen işkence yöntemleri bütün dünyadaki adam hakları kuruluşlarından tepki almaya devam ediyor.

Psikolojik Etik ve Ulusal Güvenlik Politikası raporuna göre "Psikolog [Sağlık Hizmetleri ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA Ofisi] sıhhat uzmanları direnen bir işlevi yerine getirmek için, kapının açılmasına yardımcı olarak görülebilir"

ABD DOSYASI : AMERİKA’NIN ULUSLARARASI DARBELERİ /// KRONOLOJİK SIRAYLA

NO ÜLKE YILLAR ÜLKE YILLAR
1 ARJANTİN 1890 FİLİPİNLER 1948-1954
2 ŞİLİ 1891 PUERTO RICO 1950
3 HAİTİ 1891 KORE 1951-1953
4 HAWAİ 1893 İRAN 1953
5 NİKARAGUA 1894 VİETNAM 1954
6 ÇİN 1894-1895 GUATEMALA 1954
7 KORE 1894-1896 MISIR 1956
8 PANAMA 1895 LÜBNAN 1958
9 NİKARAGUA 1896 IRAK 1958
10 ÇİN 1898-1900 ÇİN 1958
11 FİLİPİNLER 1898 PANAMA 1958
12 KÜBA 1898-1902 VİETNAM 1960-1975
13 PUERTO RICO 1898 LAOS 1961
14 NİKARAGUA 1898 KÜBA 1961
15 SAMOA 1899 ALMANYA 1961
16 PANAMA 1901-1903 KÜBA 1962
17 HONDURAS 1903 PANAMA 1964
18 DOMİNİK CUMHURİYETİ 1903 ENDONEZYA 1965
19 KORE 1904-1905 DOMİNİK CUMHURİYETİ 1965-1966
20 KÜBA 1906-1909 GUATEMALA 1966-1967
21 NİKARAGUA 1907 KAMBOÇYA 1969-1975
22 HONDURAS 1911 UMMAN 1970
23 ÇİN 1911 LAOS 1971-1973
24 KÜBA 1912 ORTADOĞU 1973
25 PANAMA 1912 ŞİLİ 1973
26 HONDURAS 1912 KAMBOÇYA 1975
27 HAİTİ 1914-1934 ANGOLA 1976-1992
28 DOMİNİK CUMHURİYETİ 1916-1924 İRAN 1980
29 KÜBA 1917 LİBYA 1981
30 BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI 1917-1918 EL SALVADOR 1981-1992
31 RUSYA 1918-1922 NİKARAGUA 1981-1990
32 PANAMA 1918-1920 HONDURAS 1982-1990
33 HONDURAS 1919 LÜBNAN 1982-1984
34 GUATEMALA 1920 GRENADA 1983-1984
35 ÇİN 1922-1927 LİBYA 1986
36 HONDURAS 1924-1925 BOLİVYA 1987
37 PANAMA 1925 İRAN 1987-1988
38 ÇİN 1928-1934 LİBYA 1989
39 EL SALVADOR 1932 VİRGİN ADALARI 1989
40 İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI 1941-1945 PANAMA 1989
41 İRAN 1946 LİBERYA 1990
42 YUGOSLAVYA 1946 SUUDİ ARABİSTAN – IRAK – KUVEYT 1990-1991
43 URUGUAY 1947 SOMALİ 1992-1994
44 YUNANİSTAN 1947-1949 BOSNA 1993
45 ALMANYA 1948 HAİTİ 1994

SLAYT SHOW : AMERİKA, ORTADOĞU VE KÖRFEZ SAVAŞI

ABD ORTADOGUDA NELER YAPIYOR.pps

FETULLAH CEMAATİ DOSYASI /// HÜSEYİN GÜLERCE : Gülen Cemaatinin arkasında Amerika var

Fethullah’ın eski sözcüsü Hüseyin Gülerce konuştu

“F tipi örgüt hiç olmadığı kadar yıkıldı. Türkiye örgütün yeni hamlelerine ve kumpaslarına hazır olmalı” Eski Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce bir dönem kendisinin de içinde aktif bir şekilde yer aldığı F tipi örgüt için bu açıklamaları yaptı. Gülerce, örgütün yıkıldığını belirtti, “Dikkatli olunmalı” uyarısı yaptı.

Yenişafak Gazetesi’ne konuşan Gülerce, “Ben Paralel Yapı ile mücadeleye etmeyi ve bunlara tavır koymayı memleket meselesi olarak görüyorum.” dedi. Örgütün üst üste mağlubiyetler yaşadığını belirtti.

“PARALEL YAPININ İŞİ BİTMİŞTİR”

Ben bugüne kadar hiç yıkılmadığı kadar yıkıldığını düşünüyorum. Sebebine gelince Fethullah Gülen mağlubiyeti hazmedip taşıyabilecek bir insan değil. Şimdiye dek hiç mağlup olmadı. Şimdi üst üste mağlubiyetler yaşıyor. Son iki hakimin hamlesindeki mağlubiyet de ona en az 25 Aralık mağlubiyeti kadar ağır gelmiştir. Bence Paralel Yapı’nın işi bitmiştir.

Gülerce, f tipi örgütünün hızlı büyümesinin Fethulah Gülen’in Pensilvanya’ya yerleştikten sonra olduğunu söyledi. Gülerce, “Şu anda Türkiye’de her kesimden insanın söylediği bir şey var; ‘bir din adamı, bir cemaat lideri tek başına Türkiye Cumhuriyeti hükümetine savaş açmaya cesaret edemez. Mutlaka bu insana, bilhassa Amerika’dan bir destek verilmiştir’ deniliyor” dedi.

Soykırım iddialarıyla ilgili Gülen’in Türkiye aleyhine faalieyt yürüttüğünü söyleyen Gülerce, “yeni kumpaslar olabilir” dedi.

“YENİ KUMPASLAR OLABİLİR”

Paralel Yapı’yı hükümet, yargı ve emniyet nasıl bir şey olarak tahayyül ediyorsa bu yapı, tahmin edilenin en az yüz katıdır. Ve bana göre daha onların yapacakları numaralar, kumpaslar bitmedi. İki tane hakimin davranışı nasıl herkesi şaşırtmışsa, Türkiye hazır olsun. Seçime kadar daha büyük şaşkınlık yaşayacağımız hamleleri ve kumpasları olabilir.

ERMENİ SORUNU DOSYASI : 25 NİSAN’DA AMERİKA’DAKİ AKTİVİTELERİMİZ

Bugun yorucu ama degerli bir gun gecirdik. Ermenilerin yalanlarina pabuc birakilmadi. Ermenilerin pankartlarinin bazilarinda 1.5 milyon, bazilarinda 2.5 milyon insanimiz soykirima ugradi diye yaziyordu. Bizlerin pankartlari "Don’t teach your kids hatred – teach peace", "Reconsiliation-No Accusation" gibi bariscil cumleler, ve Ermeni katillerin oldurdugu diplomatlarimizin portreleri vardi.

Isin en iyi yani, bu sabah Ermeniler uyandiklarinda Turklerin surprizi ile karsilastilar. Miami Herald’da tam sayfa ilanimizi gorduler. Prof. Dr. Bernard Lewis’in carpici cumleleri vardi. "Ermenilerin maruz kaldigi ile Holacaust’u bir tutmak, Almanya’da yasayan yahudilerin dusmanla isbirligi yaparak, yasadiklari vatana ihanet etmesi gibi bir varsayim yapmak demektir ki, bu tamamen absurd bir paralellik kurmaktir" demektedir.

http://www.ftaa.com/reconciliation-not-accusation

​Bu gunu bize hazirlayan, pankartlari yapan tum gonullulere, ve ilan vererek hakli sesimizi duyuran FTAA’ye, katkida bulunan dernek yoneticilerine, konsoloslugumuza selam olsun!​

Is gunu olmasina ragmen konsolosluk onunde toplanarak birlikteligimizi guclu bir sekilde gosteren tum katilimcilara, durmaksizin slogan atan genclerimize minnet borcluyuz.

http://www.floridaturkgazetesi.com/content/miamide-t%C3%BCrkler-ve-ermeniler-kar%C5%9F%C4%B1l%C4%B1kl%C4%B1-sloganlar-att%C4%B1lar

Fotograflari ceken Vedat Gurtan, Dr. Ali Nazmi Cora ve Cemil Akbas arkadaslarimiza tesekkur ederim. Ellerinde fotograf olanlar bana ulastirirsa onlari da dahil ederim. Videolari da ayrica yayimlayacagim.

Saygilar,

Fuat Ornarli

ÖZEL BÜRO NOTU :YURT DIŞINDA YAŞAYAN KARDEŞLERİMİZ HER ZAMANKİ GİBİ 24-25 NİSAN’DA MEYDANI ERMENİLERE TERK ETMEYEREK, HAKLI MÜCADELEMİZDE YİNE SON SÖZÜ SÖYLEDİLER. HEPSİNİN YÜREĞİNE SAĞLIK. HEPSİNE ŞÜKRAN BORÇLUYUZ. İYİ Kİ VARSINIZ.

AK PARTİ DOSYASI : DEVLETİ YÖNETMEK FEDAKARLIK İSTER /// TÜRKİYE VE AMERİKA ÖRNEĞİ

Bir demokraside, devlet başkanlığı sarayında oturmanın faturası

1981 yılında yemin ederek ABD Başkanlığına göreve başlamasından yaklaşık bir ay sonra dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve eşi Nancy Reagan, Beyaz Saray’da akşam yemeğini yedikten sonra hiç beklemedikleri bir sürprizle karşılaşırlar.

Görevli garson yemeğin hesap faturasını getirmiştir. Baş kahyanın bir garsonla gönderdiği hesap faturasında sadece o akşamın değil son bir ayın bütün yemeklerinin hesabı da yer almaktadır. Sadece yemekler de değil… Ağırladıkları kişisel misafirlerin, bir aydır kullandıkları kuru temizleme hizmetinden, diş fırçası, diş macunu, temizlik ve parfümeri malzemelerine kadar bütün kişisel malzemelerin ücreti de miktarlarıyla beraber kaydedilmiştir.

Ronald Reagan, hesabın büyüklüğüne şaşırsa da görevlinin getirdiği faturayı gülümseyerek alır ve muhasebeye maaşından ödenmesi talimatı verir. Kocasının aksine Nancy Reagan’ın şaşkınlığı çok daha büyüktür. Anılarında, ‘kimse bize Başkan ve Eşinin Beyaz Saray’da yaşarken yedikleri yemeklere ve kullandıkları günlük malzemelere para ödemek zorunda olduklarından bahsetmemişti’ diye anlatıyor o şaşkınlık anını.

Aslında, ABD kamuoyunun büyük çoğunluğu da pek bilmiyordu. ABD eski Başkanı Bill Clinton’un eşi ve birinci Obama döneminin dışişleri bakanı Hillary Clinton‘ın, bu yıl yayınlanan “Hard Choices” kitabının Haziran ayındaki tanıtım ve imza gezilerinden birinde, Beyaz Saray’dan ayrıldıkları zaman, ‘borç içinde ve beş parasız olduklarını’ söylemesi, sosyal medyada büyük yankı yapmıştı. Hillary Clinton, sekiz yıl kaldıkları Beyaz Saray’dan taşınınca Washington DC’de ve New York’ta mortgage kredisiyle iki ev aldıklarını, bu kredi ile kızları Chelsea’nin Stanford Üniversitesi parasının kendilerini, 2001 kışında 12 milyon dolar borcu olan olan bir aile haline getirdiğini anlatacaktı. Borç batağından, Bill Clinton’ın art arda yayınlanan kitaplarının, ücretli konuşmalarının gelirleriyle düzlüğe çıkacaklardı. Son borçlarını da 2004 yılında ödeyerek borçlarını temizleyeceklerdi

Peki, 8 yıl boyunca yıllık ortalama 500 bin dolar maaşı olan ve kira gideri olmayan bir aile niçin Beyaz Saray’dan beş parasız ayrılacaktı? Nancy Reagan’ı çok şaşırtan sebepten dolayı…

ABD Başkanları Beyaz Saray’a kira ödemez ama onun dışındaki herşey maaşlarından kesilir. Beyaz Saray, devletin ABD Başkanı için tahsis ettiği misafirhanedir ve orada 4 ya da 8 yılını geçirmek zorunda olan her aile, kendilerinin ve kişisel misafirlerinin bütün masraflarını kendisi karşılamak durumundadır.

Sadece resmi devlet konuklarının ağırlanma masrafını Amerikan vergi mükellefleri öder. Geri kalan kişisel mutfak giderleri, hizmet ve malzemelerin ücreti Başkan ve ailesine aittir. Başkan takım elbiselerinin kuru temizleme ücretini kendisi ödemek zorundadır. Kaybolan düğmesinin yerine alınacak yenisinin de, ayakkabılarının boya ve cilasının da… Konutun başkan ve ailesinin kaldıkları kısmındaki temizlikçi, garson ve hizmetçilerin çalıştıkları süredeki saat ücretini de başkan öder. Kısacası, kira ve elektrik faturası dışında kendileri için harcanan her kuruşu devlete ödemek zorundadırlar.

Çünkü, ABD bir monarşi değil bir cumhuriyettir ve bu konut da bir ‘saray’ değil bir evdir. Amerikalılar buraya ‘saray’ demiyor zaten, o bizim yakıştırmamız. Washington DC’de ‘’1600 Pennsylvania Avenue’’ adresinde bulunan dünyanın bu en ünlü evinin adı Türkçe’ye yanlış şekilde ‘Beyaz Saray’ diye çevirilmiş olsa da, aslında İngilizce’deki orijinal adı ‘White House‘ yani ‘Beyaz Ev‘dir. Ve ABD’ye devlet başkanı seçildi diye kimse, devletin parasını keyfince harcayamaz. Sadece bu ev içinde de değil her yerde… ABD Başkanı, şehir dışı tatil masraflarını, haftasonlarını geçirmek istediğinde Camp David’teki dinlenme evinin haftasonu masraflarını kendi cebinden karşılamak zorunda. Yine örneğin başkan, ABD Başkanlık uçağına, devlet delegasyonundan olmayan tek bir kişi bile bindirecekse, (kardeşi bile olsa), bir ticari yolcu uçağının ‘first class’ uçak bileti miktarınca devlete para ödemek zorundadır.

Gerald Ford’tan George W. Bush’a kadar 6 başkan döneminde bu evin ‘baş kahyası (chief usher)’ olmuş Gary Walters’ın deyişi ile, başkan ve ailesi bu evin 4 veya 8 yıllık kira sözleşmesine sahip kiracılarıdır. İstedikleri yemekler pişirilir, malzemeler ve ürünler istedikleri markalardan seçilir ama parasını Amerikan halkı değil, Başkan ve ailesi maaşlarından öder. Ve doğal olarak fiyatın yüksekliğine alışmaları zaman alır. Çünkü başkanlar ve ailelerine verilen hizmet 5 yıldızlı otel kalitesinde olduğu gibi başkanın bunlar için ödeyeceği para da 5 yıldızlı otel fiyatları düzeyindedir. Devlet konutu diye cüzi ücretlendirme yapılmaz. Walters, ‘yemek, hizmet ve malzemelerin pahalı olduğundan yakınmayan tek bir first aile hatırlamıyorum’ diyor. Hatırladığı en büyük tepki ise Jimmy Carter’ın eşi Rosalynn Carter’a ait. Memleketleri Atlanta’da yemeğin de malzemelerin de çok daha ucuz olduğunu söyleyip durmuş aylarca. Ama ‘first lady’nin şikayetleri, fiyatları aşağı çekmeye yetmemiş. George W. Bush’un eşi Laura Bush da, “Spoken from the Heart” adlı anı kitabında Beyaz Saray’da yaşamanın ne kadar pahalı olduğundan yakınıyor. Onu en çok zorlayan konulardan biri de, hergün saçlarını yapan kuaföre, devleti temsil edeceği törenlere giderken bile olsa, ücretini kendisinin ödemesi olmuş. Bayan Bush kitabında, faturanın aylık geldiğini ve Başkan ve eşi ile iki kızının bütün yemeklerinin, kullandıkları bütün kişisel malzemelerin, kuru temizleme dahil tüm hizmetlerin, garsonların ve temizlik görevlilerinin saat başı ücretinin, özel misafirlerinin tüm msaraflarının bu faturada yer aldığını yazıyor. ‘’Faturada ağzımı açık bırakan kalemler de vardı’’ diye aktaran Bayan Bush şu örneği veriyor:

‘’Ülkenin First Lady’si olarak giyeceğim kıyafetlerin de özel tasarım olması gerektiği şartı vardı ama elbisenin ücretinin yanı sıra bu tasarımların ücreti de yine benden tahsil ediliyordu.’’

ABD Başkanlarının maaşına en son 1999 yılında zam yapıldı. Buna göre ABD Başkanın çıplak maaşı yıllık 400 bin dolar civarında. 50 bin dolar da görev tazminatı ödenir. Bu her iki ödeme de vergiye dahildir. Başkan bunların gelir vergisini ödemek zorunda. Bunların yanı sıra başkanın gezileri için, vergiden muaf yıllık 100 bin dolar harcırah ödenir. Ancak, Beyaz Saray faturasının yüksekliği göz önüne alındığında bir ABD Başkanı, maaşının neredeyse tamamını aylık giderlerine harcar. Yani ayrıca bir serveti yoksa, Beyaz Saray’da ‘ucu ucuna’ yaşamak durumunda… Belki de bu yüzden Başkan Gerald Ford, Beyaz Evi, ‘Bugüne kadar gördüğüm en lüks sosyal yardım konutu’ diye tanımlamıştı.

Beyaz Ev, kompleks bir yapıdır. Aynı anda hem bir konut, hem bir müze ve hem de bir devlet dairesidir. ABD dünyanın süper gücü olmasına rağmen, Beyaz Ev, dünyadaki en büyük devlet başkanı sarayı değil, aksine büyük devletler içindeki en küçük devlet başkanlığı konutlarından biridir. Sadece bir katından, dünyanın en büyük devletinin yürütme organı yönetilir. ”1700’lerin dünyasında 13 kolonili devlet için inşa edilmiş, bugün dünya lideriyiz. Bu ihtiyaca uygun çok daha büyük bir saray yapalım” diyen tek bir başkan bile olmamıştır. Kimsenin aklına böyle bir şey gelmez. Çünkü, Beyaz Ev, ABD demokrasisinde ‘devamlılığın’ da sembolüdür.Ve yine Beyaz Ev, kendi toplumundan izole bir yer de değil. Dünyada, içinde başkan yaşadığı halde halkının ziyaretine açık tek devlet başkanlığı konutudur. Çünkü Amerikan tarihinin en önemli kültür müzesidir. Haftalık ortalama ziyaretçi sayısı 30 bindir. Başkanın penceresinin bir kaç on metre uzağındaki bahçe demirliğinin önü ise ABD’nin en ünlü gösteri ve protesto yeridir.

Beyaz Ev, başkanlar için kalıcı bir ihtişam ve keyif sarayı değil geçici bir barınma ve hizmet yeridir. Başkan Truman’a göre, ‘dışı çok gösterişli bir hapishane‘den başka bir şey değildi. Ronald Reagan ise, buradaki yılları boyunca kendisini sürekli bir akvaryum balığı gibi hissettiğini anlatır. Michelle Obama da geçtiğimiz yıl, ‘’çok iyi dekore edilmiş bir hapishane’’ olarak niteleyecekti. Bu eve kiracı başkanlar aileleriyle gelir geçer. Mülk sahibi Amerikan halkı ve demokrasisidir. Bu gerçeği, bir hizmetçisi, Baba George Bush’un eşi Barbara Bush’a şöyle söyler bir gün:

‘’Buraya her dört yılda bir başkanlar gelir gider… Biz kalıcıyız’’.

TÜRKİYEDE İSE DEVLET ADAMLARI PARAYI HARCAR AMA HESABINI VERMEZ. ÇÜNKÜ HESAP VERME ALIŞKANLIĞI YOKTUR. MİLLETİN PARASI İLE KAÇAK SARAYLAR YAPARLAR. MUTLU MESUT YAŞARLAR.

ERMENİ SORUNU DOSYASI /// DR. M. GALİP BAYSAN : AMERİKADA ERMENİ MESELESİ NASIL GELİŞTİRİLDİ ???

Galip_Baysan20

AMERİKADA ERMENİ MESELESİ NASIL GELİŞTİRİLDİ

Geçenlerde bir yazımda Amerika’da Ermeni meselesinin nasıl doğduğunu anlatmaya çalışmıştım. Yoğun bir Hıristiyanlık algısı ile doğan Ermeni sevgisi daha sonraki yıllarda daha da geliştirildi ve ABD’nin Birinci Dünya savaşına katılma nedenlerinden biri haline getirildi.

Morgenthau’nun kitabının çıktığı 1918 Aralığına kadar Amerika’da en etkin propoganda kitabı, İngilizlerin ünlü propaganda yayını Mavi Kitap olarak bilinen Vikont Bryce’ın “The Treatment of Armenions in the Ottoman Empire / Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Karşı yapılan Muamele” adlı hazırlanışını yakından izlediğimiz kitap oldu. Bunun bir sebebi de onun 1888’de Amerika Tarihi ile ilgili yazdığı “The American Commonweath” adlı kitabın Amerika’da akademik çevrelerde büyük kabul görmüş olmasıydı. Amerikalılara hitap edebilecek imkâna sahip olması nedeni ile özellikle seçilmişti. Savaştan önce Amerika’da uzun yıllar elçilik yapmış olması da ayrı bir avantajı idi. Meselâ Amerika’daki misyoner kuruluşları Ermenilere yardım için açtıkları kampanyalarda kendi propagandalarına destek sağlamak için “eski dostumuz büyükelçi Bryce’da iddialarımızı doğrulamıştır.” gibi ifadelerle, Türk düşmanlığına destek buluyorlardı.[1]

Amerika kamuoyunu kazanmak amacıyla, İngilizler başlattıkları dev propaganda kampanyası” sırasında, Amerikan gazetelerine de Bryce Raporu’nun önemli kısımlarının yazılması için dağıtıyorlardı. “The New York Times, Philedelphia Public Ledger ve Chicago Herald gibi gazeteler bu Ermeni dehşeti öykülerine oldukça fazla yer vermeye başladılar. Current History (Güncel Tarih) adlı New York Times’ın çıkardığı aylık dergi, Bryce Raporu’nun uzun giriş bölümünü doğrudan veren ve raporun Türk vahşetiyle ilgili en korkunç kısımlarını özetleyen Türk karşıtı makaleleri orta sayfa serileri olarak veriyordu. New York Times gazetesi üç sayfasını Bryce Raporu’na aktarmak için kullanmıştı. New Republic Bryce’ı kaynaklarının seçimi ve kanıtları için övmüştü, ancak bu kaynakların çoğunun anonim olduğundan hiç bahsedilmemişti. Aksine raporun özeti verilmiş ve Türkler kınanmıştı. Diğer gazete ve dergiler de aynı şeyi yapmış, raporun özeti ya da rapordan alıntıları yayınlamışlardı.[2]

“Wellington House, Bryce Raporu’nu diğer propaganda yayınları için bir kaynak olarak kullandı. Kitabın en inanılmaz bölümü, sadece Osmanlı kabine üyeleri ve Genelkurmayınca bilinebilecek hayal mahsulü kararların anlatıldığı ‘Müslüman Askerlerin Raporları’ isimli iki kısa raporun yer aldığı kısımdı. Söz konusu askerler Ermenilerin öldürülmesi için, birinin bizzat Şeyhülislam tarafından verildiği iddia edilen tamamen hayali emirleri rapor ediyorlardı.”[3]

Raporlar propaganda yazıları maalesef gerçek gibi kabul edilecek ve yıllar sonra bu konuda bilimsel çalışmalar yapan bazı yazarları da etkileyecektir. Meselâ bunlardan biri olan Howard M. Sachar, The Emergence of The Middle East 1914–1924 (Orta Doğu’nun Doğuşu) adlı kitabında bakın ne diyor:

“Türk – Ermeni ilişkileri savaşın başlamasından birkaç ay sonra, Türklerin Ermenileri sistematik olarak katletmeleri sonucu bozuldu. 1915 yılında katliamlar Amerikan misyonerleri tarafından duyuruldu. Onların bildikleri hem Amerikan basını, hem de Bryce Raporu ile geniş ölçüde kamu’ya duyuruldu. Böylece ABD’nin en büyük şehirlerinde zincirleme bir yoğun sempati (Ermenilere) hareketi başladı. Başkan Wilson, kurbanların yararına müdahale etmesi için halktan ve dinsel kuruluşlardan onbirlerce mektup aldı. Bu normal olmayan bir reaksiyondu. Çağdaş batı yaşamında böyle büyük çaplı bir şehitlik ve vahşilik örneği mevcut değildi. ABD’nin Hıristiyan halkına Ermeniler, tarihi (dinsel, yer altı sığınakları, mezarlıklar arenalar ve gladyötörlerin işkencesi altında acı çeken ilk hıristiyanları) hatırlatıyordu. Sanki bu yirminci yüzyıl versiyonuydu.”[4]

Ağustos 1915’te Morgenthau’nun teşviği ve Cumhurbaşkanı’nın hararetli konuşması sonrasında bir Yakın Doğu (daha ziyade Suriye ve Ermeniler için ) Yardım Fon’u oluşturuldu. Türk zulmünün kurbanları için bağış toplanmaya başlandı. Tarihte halkın büyük bir cömertlikle gönülden katıldığı böyle bir genel cömertçe yardımlaşma zor görülebilir. Ülkenin en büyük şehirlerinde New York’un Amsterdam Opera Binası, Philadelphia Stadyumu, Detroit’deki Billy Pazar Çadırı ve diğer meydanlarda toplantılar yapıldı. Başkan Wilson ve Theodore Roosevelt telgrafla, Morganthau ateşli bir konuşma ile katıldılar. Senatörler, Din adamları, Milletvekilleri, belediye başkanları ve pek çok seçkin insan konuşmalar yaptılar. Brodway’de çalışanlar ve film yıldızları dev bir Yakın Doğu’ya yardım yürüyüşü yaptılar. Harvard – Yale 1916 Futbol maçı geliri fon’a bırakıldı. Kongreye verilen bir teklife ve 22 Ekim 1916’da alınan bir karara göre; her sene bir Pazar günü “Orta Doğu Kurtarma” günü olarak kabul ediliyor ve Amerika’daki 50.000 kilise bağış toplamaya devam ediyordu. Bundan böyle “açlık çeken Ermeniler” Amerikan şefkatinin bir büyüsü olmuş gibiydi. Büyük yardımlar yapılmağa başlandı. Rokfeller Vakfı 150.000 dolar, Gugenheim Fonu 30.000 dolar, New York Hipodromundaki toplantıdan 75.000 dolar, Hediyelerle 10.000 dolar, birkaç yüz zengin aileden 5.000’er dolar, ayrıca yüzbinlerce kişi’den yardımlar. 1915 yılında toplam 6.000.000 dolar, 1916’da 20.000.000 dolar yardım toplandı.[5]

Toplanan paralar İstanbul’daki Amerikan Büyükelçisi Morganthau’ya gönderiliyor ve Osmanlı devleti içinde dağıtımı o ayarlıyordu. (Tabii ki paraların nereye gittiğini ve gerçek dağıtımın örgütlere mi, kiliseye mi, yoksa bütün bu olaylar yüzünden yollara düşen, gerçek ihtiyaç sahibi insanlara mı gidecekti, bunu tahmin etmek cidden zordur.) Osmanlı yöneticileri (büyük bir insanlık örneği göstererek) paranın alınmasına ve dağıtılmasına itiraz etmediler. 1917 yılında bir ayda 100.000 dolar gelmeye başladı.[6] Morgenthau gelen yardım paralarının (önemli) bir kısmını Filistin’deki Musevi örgütlerine aktardı[7] Çünkü Sykes-Picaut Anlaşması gündeme girmişti ve bölgede başka büyük oyunlar oynanıyordu.

Dr. M. Galip BAYSAN

DİPNOTLAR:

[1] Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Justin Mc Carthy, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası ve Bryce Raporu, s.35 (Editör, Hasan Celal Güzel, 2. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara- 2001).

[2] Aynı Eser, s.35.

[3] Aynı Eser, s.35-36.

[4] Howard M. Sachar, The Emergence of The Middle East, 1914-1924, s.342 (The Penguin Press, Washington – 1969).

[5] Aynı Eser, s. 343.

[6] Aynı Eser, s.343.

[7] Aynı Eser, s.194

BAKIŞ AÇISI ÇOK ÖNEMLİDİR /// Amerikada ünlü bir avukatın kaybet tiği tek dava….

Ünlü bir futbolcu karısını öldürmekle suçlaniyordu. Futbolcu yakalanmıştı. Ama karısının cesedi ortada yoktu.

Duruşma Amerikan filmlerindeki gibiydi. Futbolcu sanık sandalyesinde oturuyordu. Kucak dolusu parayla tuttuğu avukatı jüriyi ikna etmeye uğraşıyordu:

‘Sayın jüri üyeleri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inaniyorum. Buna az sonra sizler de inanacaksiniz.

Neden mi? Bakın, şimdi 1′ den 10′ a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karisi bu kapidan içeri girecek… 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10…’Bütün jüri kapiya döndü. Kimse girmedi içeri. Avukat bir savunma dahisiydi, öldürücü hamlesini yaptı :

‘Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz. Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapıya baktınız. İşte kararı buna göre vermenizi talep ediyorum.’ Ancak jüri ünlü futbolcuyu suçlu bulduğunu bildirdi ve dava bu sekilde sonuçlandi. Mahkeme çıkışında avukat, bayan jüri başkanına yaklaştı :

’10’ a kadar saydığımda siz de diğer üyeler gibi kapıya bakmıştınız. Neden böyle bir karara imza attınız?’ ‘Doğru’ dedi jüri başkanı; ‘Ben de kapıya baktım, ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu!.. ‘

NOT: En iyi analist herkes bir noktaya bakarken, o noktaya yönelen bakışları izleyen kişidir…

Bakış açınızı ne kadar geniş tutarsanız, doğruya ulaşmanız o kadar hızlı olur.