Etiket arşivi: atatürk

AK PARTİ DOSYASI : DİN FIRILDAĞI ESKİ MANKEN TUĞÇE KAZAZ : Atatürk yaşasaydı ev ev dolaşıp AKP’ye oy isterdi

Manken ve fotomodelliği bırakmasının ardından ‘Paralel yapı ve CHP zihniyeti’ hakkında ‘ufuk açan’ görüşlerini bir kitapta toplayan ‘Yeni Türkiye’ düşünürlerinden Tuğçe Kazaz, bu kez attığı Twit’ler ile halkı bilgilendirdi.

DUYURU : 19 MAYIS Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramınızı kutlar, saygılarımızı sunarı z.

ASRIN ASKERİ VE SİYASİ DEHASI Atatürk – Fransızca Konusuyor – Hiç Bir Yerde Olmayan Görüntül eri

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=WA5lV0OXzFA

TARİH : ATATÜRKE SUİKAST OLAYI – 2

Galip_Baysan26

ATATÜRKE SUİKAST OLAYI -2

Kazım Karabekir Paşa’nın tevkif olayında kızı Hayat Karabekir Feyzioğlu görüşlerini şu sözlerle anlatmaktadır:

İsmet Paşa’nın çayına çağırıyoruz diye Etlikteki evinden almışlar, İzmir’de Elhamra Sinemasındaki mahkemeye çıkıncaya kadar tahtakuruları içinde Emniyet Müdürlüğünde yatırmışlar. Yukarıda bir pencere varmış, onu da demirler kapatmışlar, pencereyi de çivilemişler. Yer şiltesi vermişler.[1]

Paşa’ların sorgulanması sırasında Kazım Karabekir Paşa’ya “Mustafa Kemal Paşa’ya karşı muhabbetle bağlı olduğunuzu biliyorduk. Ne oldu işi ayrılığa, hıyanet yüksek şahsiyetinizi bu çirkin hadiselere karıştırmaya kadar götürdünüz? Bunun sebebi nedir?” diye sorulunca Paşa “Buna sebep sonradan aramıza giren inkılâp kurtları olmuştur” cevabını vermiştir.[2]

Ali Fuat Paşa’da İstanbul’da tutuklanmış. Anılarından anlaşıldığına göre, kuşkulandığı bir otomobil gezisi hariç, vapurla İzmir’e gelinceye kadar çevresinden çok iyi muamele görmüştür.[3] Paşa sorgusu sırasında suikasttan haberi olmadığını söylemiştir.

Refet Paşa sorgusunda suikasttan haberi olmadığını, tutuklanmaların duyulması üzerine kendisi ile görüşmeye gelen Rüştü Paşa, Bekir Sami, Feridun Fikri Bey’lerin dokunulmazlıkları varken, tutuklanmalarının Anayasaya aykırı olduğu için Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na başvurmayı teklif ettiğini söyledi. Kendisinin bu teklife karşılık, dokunulmazlık arkasına sığınırlarsa kendilerinden şüphelenilebileceğini söylediğini açıkladı.[4] Cafer Tayyar Paşa’ya karşı sert davranan Başkan Ali Bey, suikastı Terakkiperver Fırkanın yapmış olabileceği sorusuna olumsuz yanıt aldı.[5] Ayrıca Paşalar savunma yapmayı da reddettiler.[6]

Paşaların tevkifi üzerine Mustafa Kemal Paşa Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’yı da İzmir’e çağırdı. İzmir’e gelen Fevzi Paşa, Gazi’nin Çeşme’de olduğunu öğrenince oraya gitti ve onu İstiklal Mahkemeleri üyeleri ile görüşürken buldu ve aralarına katıldı. Mustafa Kemal Paşa Mareşal’e:

Gördün mü Paşam, senin Karabekir, benim hakkımda suikast tertip edenler arasında .. (İstiklal Mahkemesi üyelerini göstererek). Mahkeme idamına karar vermek istiyor diye söze başlayınca, Mareşal,

“Delil var mı?” diye sormuş ve Gazi:

“Ziya Hurşit, mahkeme sırasında itiraf etmiş” cevabını verince de Mareşal:

– Ziya Hurşit, Karabekir demeyip de Fevzi Çakmak deseydi, beni de idam edecek miydiniz?” diyerek endişesini belirtmiştir.[7]

Fahrettin Altay’ın o dönemle ilgili anıları şöyledir:

24 Haziran akşamı Mustafa Kemal Paşa’nın sofrasında toplandık. Biraz neşeli idi. Muhtelif bahisler, tarihten misaller konuşuldu. Başvekile biraz fazla iltifat etti ve şunları söyledi:

– Çocuklar ve ölürsem İsmet’in etrafından toplanmalısınız ha.. Fevzi Paşa’nın ancak reyinden istifade edersiniz.[8]

Mahkeme son günlerinde idi, bir gün öğleden sonra Mustafa Kemal Paşa’nın evine uğradım. Ortada bir masanın etrafında başvekil ile oturduklarını görünce girmek istemedim. O eli ile işaret ederek beni yanına çağırdı ve oturmamı istedi. Yüzlerinden kederli oldukları anlaşılıyordu. Bana hitaben:

Fikrimi sorar tarzda yüzüme baktı. Kendimi toparladım ve

– Paşa Hazretleri, siz her şeyi bizlerden daha iyi düşünür ve yaparsınız. Benim fikrimi istediğinize göre anlıyorum ki lütufkâr kararınızı vermişsiniz.

– İyi ama sonrasından emin olabilir miyiz?, buyurdular. O vakit İsmet Paşa başını kaldırdı ve özetle şu cevabı verdi.

– Emin olabilirsiniz paşa hazretleri, siz var oldukça hükümetiniz daha kuvvetli olacaktır. Bütün millet size sevgi besliyor, bu nankörlüğe teşebbüs edenler birkaç sapıktan ibarettir. Ceza bu hudut dahilinde kalırsa bütün milletin size bağlılığı artacaktır, deyince Gazi “Pekala, bakalım Ali Bey’le bir daha görüşelim” diyerek ayağa kalktı, ayrıldık….[9]

Mahkeme safahatıyla ilgili olarak hayat Hayat Karabekir Feyzioğlu, babasından naklen şunları söylemektedir.

Mahkeme başlıyor, salon subayla dolu. Mahkeme Başkanı Ali Bey subaylara oturun diyor, oturmuyorlar. Karabekir Paşa dönmüş, eliyle işaret etmiş, oturmuşlar. Mahkeme olurken de uçaklar uçabilecekleri en alçak seviyeden uçmuşlar ve “Karabekir suçsuzdur” diye kâğıtlar atmışlar.[10]

Bir evladın, rahmetli olmuş bir babası hakkında abartılı gibi görünen yorumlar yapması tabiidir. Ancak, kararın verildiği 13 Temmuz Salı günü öğleye doğru Elhamra Sinemasının önü büyük bir kalabalıkla dolmuştu. Kapılar 13.30’da açıldığında salonda önemli sayıda yüksek rütbeli subay bulunuyordu.[11] Yargılama sonunda Paşalar suçsuz bulundu ve beraat ettirildiler.

Ali Fuat Paşa, anılarında Mustafa Kemal Paşa ile tekrara karşılaştıkları zaman “Paşam arkadaşları senin hatırın için affettim” dediğini ifade eder.[12] Kazım Paşa tevkif edildiği zaman evinden belgeler de alınmıştı, beraat edince bunlar kendisine iade edildi. Beraat kararından sonra Kılıç Ali Bey Karabekir Paşa’ya “İsmet Paşa’ya dua edin” deyince Paşa’dan “Eee, eski arkadaşım tabi” cevabını almıştır.[13] Karabekir Paşa kısa bir süre içinde İsmet Paşa’yı ziyaret edecek ve konuşma sırasında “şahsi münasebetler ve şahsi düşmanlıklar bizi buraya getirdi” sözleriyle üzüntüsünü dile getirecektir.[14] Bu olardan sonra komutanlar siyaset sahnesinden uzun bir süre çekileceklerdir.

Dr. M. Galip BAYSAN

DİPNOTLAR :

[1] K. Karabekir Anlatıyor, s.154-155. Mahkumların Durumu, bknz. Cavit Bey’in Anıları, Yakın tarihimiz, C-2, sayı 14, 15, s.13, 14, 53-55

[2] Kılıç Ali, a.g.e., s.68

[3] A. F. Cebesoy, Siyasi Hatıralar, II, s.203-206

[4] E. Aybars, a.g.e., s.44; Kılıç Ali, a.g.e., s.57-58

[5] Aynı eser, s.445

[6] Aynı eser, s.449

[7] Süleyman Külçe, Mareşal Fevzi Çakmak II, s.62

[8] On Yil Savaş ve Sonrası, s.419

[9] F. Altay, a.g.e., s.420-421

[10] K. Karabekir Anlatıyor, s.155

[11] E. Aybars, a.g.e., s.449

[12] A.F. Cebesoy, Siyasi Hatıralar II

[13] İ. İnönü, Hatıralar, s.213-214

[14] Aynı eser, s.214

TARİH : ÜNLÜ FİZİKÇİ Einstein’ın Atatürk’e yazdığı mektup

BM8mV9.jpg

Türkçesi :

Ekselansları,

OSE Dünya Birliği’nin şeref başkanı olarak, Almanya’dan 40 profesörle doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum. Sözü edilen kişiler , Almanya’da halen yürürlükte olan yasalar nedeni ile mesleklerini icra edememektedirler. Çoğu geniş tecrübe , bilgi ve ilmi liyakat sahibi bulunan bu kişiler, yeni bir ülkede yaşadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler.

Ekselanslarından ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalarına devam etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kişi, birliğimize yapılan çok sayıda müracaat arasından seçilmişlerdir. Bu ilim adamları, hükümetinizin talimatları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde bir yıl boyunca hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler.

Bu başvuruya destek vermek maksadıyla , hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etmek cüretini buluyorum.

Ekselanslarının sadık hizmetkarı olmaktan şeref duyan

Prof. Albert Einstein

******

Mektup’a İnönü’nün yanıtı ;

Saygıdeğer profesör,


İktidardaki hükümetin politikası gereği Almanyada bilimsel ve tıbbi çalışmalarını yerine getiremeyen 40 profesör ve doktorun Türkiyeye kabulünü dileyen mektubunuzu aldım. Bu beylerin hükümetimiz kuruluşlarında bir yıl ücretsiz çalışmayı kabul ettiklerini gördüm. Teklifiniz çok çekici olmasına rağmen ülkemiz kanun ve nizamları gereği size olumlu cevap verme imkânı göremiyorum. Saygıdeğer profesör, bildiğiniz gibi şu anda 40tan fazla profesör ve doktor istihdam etmiş durumdayız. Çoğu benzer nitelik ve kapasitede olan bu şahıslar da aynı politik şartlar altındadırlar. Bu profesör ve doktorlar burada geçerli kanun ve şartlar altında çalışmayı kabul etmişlerdir. Şimdiki halde, çeşitli kültür, dil ve kökenlerden gelmiş üyelerle çok hassas bir oluşum geliştirmeye çalışıyoruz. O nedenle içinde bulunduğumuz şartlar gereği daha fazla personel istihdam etmemizin mümkün olmadığını üzülerek bildiririm.

Saygıdeğer profesör,

Arzunuzu yerine getirememenin üzüntüsünü ifade eder, en iyi duygularıma inanmanızı rica ederim.

İsmet İnönü

TARİH : ATATÜRK’E SUİKAST OLAYI (1) – (16 HAZİRAN 1926)

Son günlerde bize göre dipten dolma veya kulaktan dolma diye vasıflandırabileceğimiz malum basın-yayın organlarınca uydurulan son habere göre sözde Atatürk’ü ismet İnönü öldürtmüş. Oysa her ikisinin dostluğu bazen ve çoğunlukla dayanışma ile bazen de karşı çıkışlarla ömürlerinin sonuna kadar devam etmiştir. Bunun için Atatürk’ün vasiyetine bir göz atmak yeterlidir. Çünkü İnönü’nün çocuklarının tahsil masrafını bile ince bir düşünceyle vasiyetine dâhil etmiştir. Yandaş basın-yayın organlarının istismar etmekten zevk aldığı konulardan biri de, ona karşı yapılması planlanan suikast olayıdır.

5 Haziran 1925 tarihinde, Şeyh Sait isyanı davasının görülmesi döneminde, hükümetin aldığı bir karara dayanarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılınca, çoğunlukla bu partide toplanmış olan ve aralarında ünlü komutanların da bulunduğu muhalifler bir süre partisiz kaldılar. Ancak bu dönemde iktidar Mecliste daha rahat çalışma imkânı buldu. Mustafa Kemal ve arkadaşları, bazı köklü reformlarla ilgili yasaları kabul ettirerek yürürlüğe koydurdular. 25 Kasım 1925’de kabul edilen ve kılık kıyafeti düzenleyen “Şapka Kanunu”ndan beş gün sonra (30 Kasım 1925’de) Tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılmasına, türbedarlık ile bazı unvanların yasaklanmasına ve kaldırılmasına dair kanun ve en önemlisi 17 Şubat 1926’da kadının medeni haklara kavuşması, çok evliliğin yasaklanması ve hukuk düzeninin çağdaşlaşmasını sağlayan “Medeni kanun”un ve 22 Nisanda “Borçlar Kanunu” gibi(1) çağdaş, laik düzenin temeli olacak yasaların ard arda kabul edilerek uygulamaya konması sağlandı. Tabii ki bu gelişmeler kişisel ve toplumsal menfaatleri bozulan pek çok kesimi rahatsız etmiştir.

Gayri memnun kitle çoğalınca durumdan yararlanmaya çalışan muhalefet: “eskiye dönüş” özlemi ile sert tedbirler içine girdi. Mecliste olmamalarına rağmen varlıklarını hala devam ettiren eski İttihat ve Terakki mensupları Cavit Bey’in, Kara Kemal, Vasıf Beyler gibi ünlü ittihatçıların liderliğinde, Birinci dönemin muhalifleri, lağvedilen Terakkiperver Fırka mensupları ile işbirliği yaparak, doğrudan doğruya “Mustafa Kemal Paşa’yı yok etmeyi” hedef alan bir suikast planlayacaklardır. Suikast önce Ankara’da tasarlanmış, buna bazı milletvekilleri engel olmuşlar, sonra Bursa düşünülmüş, Bursa’da bir suikast düzenlenmesi uygun görülmeyince de İzmir’de yerine getirilmesi kararlaştırılmıştır.(2)

16 Haziran 1926 günü suikastçılardan birinin (Giritli Şevki) paniğe kapılıp ihbar etmesi üzerine olay ortaya çıkarıldı. İzmir’e gelen İstiklal Mahkemesi olayda komutanların da katkısı olacağından şüphe edince, Kurtuluş Savaşının ünlü kahramanları siyasi hayatlarının daha ilk yıllarında ne olduğunu dahi anlayamadan ve siyasetin hiçbir nimetinden yararlanamadan kendilerini sehpanın karşısında bulacaklardır.

Olayla ilgili olarak komutanların tevkif edilmesi kararının nasıl alındığını, ünlü “Dört Aliler” mahkemesinin üyelerinden Kılıç Ali Bey anılarında şu şekilde anlatır:

Hükümet, İzmir’e hareketimiz için bir özel tren hazırlatmıştı. Trenin hareketinden evvel arkadaşlarla trenin salonunda toplandık, vaziyeti inceledik. Ziya Hurşid’in itirafı üzerine hadise ile Terakkiperverlerin ilgisi ihtimalini tartıştık. Bütün Terakkiperver Fırka azalarının bulundukları yerlerde ve aynı saatte derhal tevkif edilmelerini ve evlerinin büyük bir itina ile aranmasını ve çıkacak evrakın İzmir’e gönderilmesini karar altına aldık. Bu kararımızın ehemmiyetle ve hemen tatbiki için icap edenlere lazım gelen talimat ve emirleri verdikten sonra 17 Haziran 1926’da Ankara’dan İzmir’e doğru yola çıktık.”(3)

Tabii ki bu karar komutanları da etkiliyordu ve komutanlar ard arda tevkif edilmeye başlandı. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı İsmet Paşa ile İstiklal Mahkemesi arasında büyük bir anlaşmazlık çıktı. Kılıç Ali’nin bu anlaşmazlıkla ilgili anıları şöyledir:

Kazım Karabekir Paşa da Terakkiperver Fırkası reisi sıfatıyla Ankara’da tevkif edilmiş bulunuyordu. Başvekil İsmet Paşa, bu zevatın tevkifleri için mahkemenin verdiği karardan haberdardı ve bu kararın kati olduğunu ve mahkemenin BMM tarafından verilmiş kanuni salahiyetlere dayanarak ve o Meclis namına icra-ı kaza ettiğini (yargılama yaptığını) de biliyordu. Buna rağmen mahkemeye haber vermeden Polis Müdürüne, Karabekir Paşa’nın serbest bırakılması için emir vermişti.

Ankara Polis Müdürü Dilaver Bey, Başvekilin bu emri üzerine Kazım Paşa’yı serbest bırakmış, keyfiyeti de hemen mahkeme savcılığına bildirmişti. İsmet Paşa’nın, Başvekil sıfatıyla da olsa mahkemenin verdiği herhangi bir karar ve emrin infazına müdahale etmeye katiyen salahiyeti yoktu. Derhal heyetçe vaziyeti müzakere ettik. Başkan Afyon Mebusu (Kel) Ali Çetinkaya, Savcı Necati Bey (İzmir) ve üyeler Kılıç Ali (Gaziantep), Reşit Galip (Aydın), Ali Bey (Rize) milletvekilleri idiler.(4) Mahkememizde kararını infaz ettirmemek isteyen Başvekilin tevkifi ile hakkında takibat yapmaya ve keyfiyeti Meclise arz etmeye karar verdik ve serbest bırakılan kazım Paşa’nın istisnai bir muameleye maruz bırakılmaması için Polis Müdürüne emir verdik.”(5)

Olayı haber alan Gazi rahatsızlık duymuş ve durumu yakından incelemesi için İsmet Paşa’yı İzmir’e çağırmıştır. İsmet Paşa İzmir’e geldiğinde sorgulamalarda bulunmuş, İstiklal Mahkemesinin çalışmasını takdir etmiş ve bu mealde bildiriler yayınlamış ve Karabekir Paşa yeniden tevkif edilmişti.(6)

İsmet Paşa’nın da bu konu ile ilgili anıları şöyledir:

Tevkifler başladı. Bu esnada Ankara’da bulunan Karabekir Paşa’nın, İstiklal Mahkemesi kararıyla tevkif edildiğini haber aldım. İzmir’de Mustafa Kemal Paşa’ya karşı suikast yapılacak ve Terakkiperver Fırka mensupları bununla ilgili olacaklar. Birden bu durum bana gayri tabii geldi. Böyle bir suikast tertibinin ne kadar ciddi olduğu hakkında sarih bir fikrim yok. Bunun için endişe duyuyorum. Suikast teşebbüsünden istifade etmek için bunun fırsat olarak geniş ölçüde kullanılmasından ciddi surette kuşkudayım. Heyeti Vekile yi toplayıp görüştüm, endişelerimi söyledim. Kesin vaziyet almak kararında olduğumu bildirdim ve Kazım Karabekir Paşa’nın tahliyesi için emir verdim. Tahliye ettirdim, serbest bıraktım.

Mustafa Kemal Paşa’ya tekrar yazdım. Çok ciddi endişe ediyordum. Karabekir Paşa, İstiklal Mahkemesinden gelen bir talimat üzerine burada tevkif olunmuş. Paşa halen mebustur. Bu ölçüde tahkikat yapabilmesi için, bizim hükümet olarak davayı İstiklal Mahkemesine tevdi etmemiz lazımdır. Bunu henüz yapmadık. Vaziyetin ne kadar ciddi olduğunu öğrenmek icap ediyor. Daha fazla tafsilat bekliyorum dedim ve Kazım Karabekir Paşa’yı serbest bıraktığımı da bildirdim. Mustafa Kemal Paşa derhal cevap verdi. “Vaziyet ciddidir, derhal buraya gel” dedi. Her mülahazayı bıraktım, İzmir’e hareket ettim.

Kazım Karabekir Paşa’nın serbest bırakılması üzerine, İstiklal Mahkemesinin beni tevkife kalkıştığı söylenmiştir, yazılmıştır. Bunun aslı yoktur. Tamimiyle uydurmadır. Ben, o esnada kararlıyım. İzmir’e gittim. Mustafa Kemal Paşa ile konuştuk. İşin esasını anlayayım istedim (inceleme sonucunda). Kendi kendime vaka vardır, esaslı olarak hazırlanmıştır dedim. Nihayet süratle takip edilmek, gerçekler ortaya çıkarılmak lazımdır kanaatime vardım ve bu mealde bir tebliğ de yayınladım. Bunu yapmam da gerekliydi. Çünkü Karabekir Paşa’yı tahliye ettirmiştim. Vekiller Heyetinde konuşmuş, bu meseleyi anlamıyorum, inanmıyorum demiştim. Vakanın doğruluğuna inanınca tebliğ yapmak, tabiatıyla bir vazife olmuştu.

Durumu öğrendikten sonra İzmir’de Mustafa Kemal Paşa ile ciddi olarak görüştüm. Ona, “Terakkiperver Fırkanın başında bulunanların bu işle doğrudan ilgileri bulunduğuna tertipçi olduklarına inanmıyorum. Bunların görecekleri muamelenin adalet üzerinde olmasını ve bir gayret mahsulü olmamasını kesin olarak isterim” dedim. Mustafa Kemal Paşa ile bunda mutabık kaldık. Söz verdi.” (7)

DİPNOTLAR:

(1) H. Eroğlu, Türk İnkilap tarihi, s.303, 322-325

(2) Olay hakkında detaylı bilgi için bknz. Kılıç Ali, İstiklal Mahkemesi Hatıraları, s.26-76; E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri I-II, s.423-472

(3) İstiklal Mahkemeleri Hatıraları, s.40

(4) E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.353

(5) Kılıç Ali, a.g.e., s.44

(6) Bu olayla ilgili geniş bir yorumlama için bknz. E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.433-434

(7) İ. İnönü hatıralar II, s.212-213, İsmet paşa’nın böyle müdahaleleri mevcuttur. Bir örnek olarak Bolu isyanı sırasında bir idam olayı için müdahalesini, olayın şahidi Halide Edip saygı ve hayranlıklar anlatır. Bknz. Türk’ün Ateşle İmtihanı, s.141. Bu olayda ihtimalen mahkeme böyle bir karar vermiş, ancak İsmet paşa’ya duyurulmadan halledilmiştir.

Dr. M. Galip Baysan

ATATÜRK BUGÜNLERİ 1927 YILINDA GÖRMÜŞ VE ŞÖYLE DEMİŞTİ !!!!

ERMENİ SORUNU DOSYASI : “Atatürk Soykırım İddialarınıza 1932’de Yanıt Vermişti, Unuttun mu, Avrupa ?”

Değerli Dostlar,

Avrupa gerçekten çok zavallı bir durumda.

Bugün Türk ulusunu soykırım gibi bir insanlık suçuyla suçlamaya kalkan, aslında kendi kışkırtmalarıyla yol açıp, desteklediği bir olayı Türk halkının sırtına vurmaya çalışan, soykırım anıtlarıyla her yerde boy gösteren Avrupa, 1932’de genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Milletler Cemiyeti’ne (Birleşmiş Milletler) üye olması için kendi yasalarına bile karşı gelerek dâvetiye çıkarmış, ısrarla katılımını istemişti.

Bugün Türkiye’nin soykırım yaptığını Meclisinde kabul ederek, anıt diken Yunanistan, o günlerde "insanlığa daha iyi bir gelecek sağlamak için, Türkiye Cumhuriyeti, yapılacak davetin şerefine hak kazanmıştır.Yunan delegeler, Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girmesini özellikle selamlayacaklardır" derken, Avustralya delegesi, "Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne davet edilmesine dair öneriyi hararetle destekleriz. Bir çok kuşaklardan süregelmiş en yüksek bir kültüre ve olağanüstü ciddi bir ulusal niteliğe sahip olması, Türkiye’nin en belirgin niteliklerinden biridir" diyor ve konuşması sık sık alkışlarla kesiliyordu.

Bugün sözde soykırımın bayraktarlığını yapan Fransa delegesi ise şöyle diyordu, "Türkiye’nin davet edilmesi için açıklanan duygulara katılmak üzere Fransa adına bizzat kendim gelmek istedim. Avrupa ile Asya arasında bağlılık kuran bu çok eski ülkenin Cemiyete katılması, izlenen evrensel değerlerin bir sembolüdür". Dün de bugün de Türkiye’nin soykırım yapmadığını sıklıkla ifade eden İngiltere’nin o süreçteki delegesi, "Türkiye çağrıyı kabul ederse, İngiltere hükümeti bunu ilk kabul edeceklerden biri olacaktır" diyordu. Bugün sözde soykırımın savunuculuğuna soyunmuş olan Almanya, o günlerde temsilcisini şöyle konuşturuyordu, "Ünlü Başkanı Atatürk’ün isabetli yönetimi altında uluslararası barış yapıtında işbirliğine özellikle layık olan Büyük Türkiye Cumhuriyeti’nin davet edilmesini Almanya memnunlukla karşılar". Diğer üye devletlerin delegelerinin oylarıyla Türkiye’nin davet edilmesine oybirliğiyle karar verilmişti.

"Bu davet" diyor Cengiz Özakıncı, "Türkiye’nin hiç bir konuda, hiç bir yaptırımla karşılaşmaksızın, hiç bir hesap sorulmaksızın, tüm geçmişinin uluslararası hukuka uygunluğu onaylanarak üyeliğe kabul edilmesi anlamına geliyordu".

Saygın araştırmacı yazar Cengiz Özakıncı’nın bu çok değerli bilgilendirmesi, ekli dosyada.

Değerli Dostlar,

Dün öyle, bugün böyle davranan bir Batı dünyası var karşımızda; bunu bilmek, öncelikle bu gerçeği kendi bilincimize katmak, sonrasında ise yurttaşlarla paylaşarak Batı’nın karşısına dikilmek gerek!

Dostlukla,

Lâle Gürman

SOYKIRIM İFTİRALARINA ATATÜRK’ÜN YANITI.pdf

ASRIN ASKERİ VE SİYASİ DEHASI /// ATATÜRK Nahcıvan ile komşu ola bilmek için ne yaptı ???

LİNK : www.kemalizmm.net/7793/7793.html

ATATÜRK’ün Nahcıvan ile komşu olabilmek için İran’dan kendi parası ile toprak alıp devlete verdiğini biliyor muydunuz?

Türkiye’nin en kısa kara sınırı olan komşusu, Nahçivan Özerk Bölgesi. Ermenistan ile İran arasında sıkışmış bu bölge Iğdır ile komşu.Toplam “kara sınırı uzunluğu ise 12-13 km” civarında. Çok kişinin bilmediği bir husus var. O da Türk dünyasına açılan tek kapı olan Nahçivan sınırının zamanında Mustafa Kemal Atatürk tarafından “bizzat kendi parasıyla” İran’dan satın aldığı topraklardan oluştuğu. Bu topraklar şu an bize ait ve Nahçivan sınırımızı oluşturuyor. Atatürk bir kez daha dehasını ve ileri görüşlülüğünü ortaya koymuş ve bu bölgeden toprak satın alarak hali hazırda Türk dünyası ile doğrudan sınırımızın olmasını sağlamış.

Lider olmak ayrı bir özellik!.. Nahçıvan’ın bir komşu ülke olmasının ötesinde bir anlamı var bizim için. Türk cumhuriyetleri arasında ülkemizle sınır bağlantısı bulunan tek ülke burası. Atatürk döneminde, hem ileride özerklik statüsü kazanması hem de o zaman Nahçıvan’la aramızda bir sınır kurulması için İran’la toprak mübadelesi yapılmış. Atatürk ‘Türk Kapısı’ olarak nitelendirdiği Nahçıvan’ın 13 km’lik sınırı İran’dan alarak bu ülkeyle bağımızı kurmuş. 1. Dünya Savaşı’nda Türk ordusu Nahçıvan’ın Ermeni istilasından kurtulmasını sağlamış.

ASRIN SİYASİ VE ASKERİ DEHASI /// Atatürk’ün Dış Politika Anlayışında Gerçekçilik

Atatrk’n D Politika Anlaynda Gerekilik.pdf