Ortadoğu’da işlerin iki yıl içinde tuhaf ama olağanüstü biçimde tersine dönüşü birçok kişiyi IŞİD’in etrafındaki gizemi sorgulamaya yöneltti.
-
-
image001315
-
-
image00254
Marwan Bishara IŞİD sayesinde, Arap Baharı’nın asıl kaybedenlerinin yeni egemenlere dönüştüğünü söylüyor. [Fotoğraf: AFP-Arşiv]
Dört yıl önce Arap Baharı çiçek açtığında, son on yıldır Ortadoğu’yu şekillendiren ABD, İran, Suudi Arabistan ve El Kaide geri çekilmek zorunda kaldı.
Amerikan Başkanı Barack Obama 2011-2013 yılları arasında geri planda durup sadece bölgedeki önemli değişikliklere tepki verdi. Obama yönetimi için sorun ortaya çıkan olumlu değişim değil, olaylar üzerindeki kontrolü kaybetmeleriydi.
İran’da 2009’daki Yeşil Hareket‘i bastıran Ayetullahlar, diktatörler ve otokrasiye karşı olan Arap devrimiyle birlikte daha da yalnızlaştılar.
Riyad, ezeli düşmanı Müslüman Kardeşler güç kazanınca, Hüsnü Mübarek gibi bölgedeki en önemli müttefiklerini kaybetti.
El Kaide ve bağlı gruplar gözden düştü ve soyutlandılar. Hatta birçok gözlemciye göre sonları geldi.
Hatta işgalci İsrail rejimi insan haklarını ihlal eden eski düzenin bir parçası olarak açığa çıkarken, bölgedeki "tek demokrasi" olduğu iddiası (ki, bu bir uydurma) etkisini kaybetti.
“IŞİD’in yükselmesi Amerika ve İran’ın büyük Ortadoğu’daki müdahaleci tavrına yeni bir ivme kazandırdı. Hava saldırıları, işgal ve savaşın yeni bahanesi olarak El Kaide’nin yerini IŞİD aldı.”
IŞİD ve tersine dönen süreç
Ancak iki yıl sonra, Mısır, Suriye, Irak, Yemen, Libya ve diğer ülkelerde devrim karşıtı güçler (eski Arap dünyasının karanlık güçleri) organize olmaya başlayıp, özgürlük ve adalet isteyen yeni kuşağa saldırıya geçince mevsim değişmeye başladı.
Washington, Tahran, Tel Aviv ve El Kaide ortaya çıkan kaosu kendi ajandalarını yürütmek için kullandılar.
Bir yıl sonra da bu güçler yeniden devreye girip, yeni ortaya çıkan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) tehlikesini bahane ederek bölgeye bir kez daha hâkim olmaya başladılar.
Bu sırada IŞİD ya da DAİŞ ismi her neyse, bölgesel ve hatta küresel bir tehdit olmak için El Kaide’den koptu.
Örgütün pornografik düzeydeki barbarlığı bölgedeki El Kaide taraftarları için Irak ve Suriye topraklarında halifelik kurmaya hazır yeni ve daha kanlı bir bayrak açtı.
Bu süreçte IŞİD’in yükselmesi Amerika ve İran’ın büyük Ortadoğu’daki müdahaleci tavrına yeni bir ivme kazandırdı.
Hava saldırıları, işgal ve savaşın yeni bahanesi olarak El Kaide’nin yerini IŞİD aldı.
IŞİD sayesinde, Arap Baharı’nın asıl kaybedenleri yeni egemenlere dönüştü.
IŞİD bölgesel savaş kışkırtıcılarının her türlü vahşeti için de bir gerekçe oldu.
Suriye, Irak ve Mısır’daki rejimler geniş kapsamlı baskı ve cinayetlerini açıklamak için terör tehdidini kullandı. Uluslararası hukuk bir köşeye çekilirken, intikam saldırıları Ortadoğu’nun yeni gerçeği oldu.
Arap olmayan güçler stratejilerini ve ilişkileri yeniden şekillendirmek ve haritaları yeniden çizmek için IŞİD’i kullandılar. New York Times‘ın dediği gibi:
"ABD ve İran’ın ikisi de IŞİD’e saldırıyor ama müttefik gibi görünmemeye çalışıyorlar."
Aynı şekilde İsrail de tüm dünyadaki IŞİD korkusunu Gazze Şeridi’ne saldırmak, daha fazla Filistin toprağı edinmek ve Filistinlilerin temel haklarını yok saymak için kullandı. Üstelik Washington’a sırt çevirmesine rağmen hiçbir tepkiyle karşılaşmadı.
Olayların tuhaf ama olağanüstü biçimde tersine dönüşü birçok kişiyi IŞİD’in etrafındaki gizemi sorgulamaya yöneltti. IŞİD’in arkasında kim var? Amaçları ne? IŞİD’den ve onu desteklemekten faydalanıyorlar mı?
IŞİD’in arkasında görünmez eller mi var?
İran’ın ilk kadın Cumhurbaşkanı Yardımcısı Masume Ebtekar, ABD ve onun Merkezî İstihbarat Teşkilatı CIA’i IŞİD’i ortaya çıkaran güç olmakla suçladı. İran’ın eski istihbarat bakanı Haydar Müslihi daha da ileri giderek IŞİD’i CIA ile birlikte İsrail ve İngiltere’nin gizli servisleri Mossad ve MI6’in kurduğunu söyledi.
Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir de bu görüşü destekledi. Beşir bu hafta Euronews‘e yaptığı açıklamada CIA ve Mossad’ın Boko Haram ve IŞİD’in arkasında olduğunu söyledi ve "Bu tür vahşetleri bir Müslüman işleyemez" dedi. (Beşir ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin savaş suçu, insanlık suçu ve soykırım suçlarından hakkında 2013 yılında verdiği tutuklama kararıyla ilgili de ABD ve İsrail’i suçladı.)
Fidel Castro da aynı fikirde. Castro IŞİD’in arkasında İsrail ve bazı Amerikan unsurlarının olduğunu düşünüyor.
Bazıları ise İran’ın sorumlu olduğunu düşünüyor. Suriye Ulusal Koalisyonu eski başkanı Ahmet Carba, IŞİD’in yükselişinin arkasında İran’ın olduğu noktasında ısrarcı.
Bir gözlemci "IŞİD’in arkasında İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü olabilir mi?" diye soruyor.
Bazıları ise Suudi Arabistan’ın IŞİD’in arkasında durduğunu söylüyor. Nuri El Maliki geçen yaz hâlâ Irak Başbakanı iken verdiği bir demeçte Suudilerin IŞİD’i desteklediğini ve soykırım işlediklerini iddia etti.
Emekli Amerikalı general Wesley Clark durumu sürmekte olan stratejik bir çatışmanın parçası olarak görüyor: "Müttefiklerimiz Hizbullah’ı yok etmek için IŞİD’i destekliyor."
Clark’a göre sorun tek başına radikal İslam değil. Radikal İslam stratejik amaçlarla kullanılıyor. Örneğin Clark, "ABD, Afganistan’da Sovyetlere karşı savaşırken radikal İslam’ı kullandı. Suudilere para koymaları için yalvardık. Onlar da koydular" diyor.
Deneyimli gazeteci ve "Cihat’ın Dönüşü: IŞİD ve Yeni Sünni Ayaklanması" [The Jihadis Return: ISIS and the New Sunni Uprising] kitabının yazarı Patrick Cockburn Suudi Arabistan’ın kuzey Irak’ı kontrolüne alması için IŞİD’e yardım ettiğini iddia ediyor. Cockburn iddiasına Suudi planının on yıl öncesine dayandığını söyleyen İngiliz istihbarat kaynaklarını referans gösteriyor.
"Düşmanımın düşmanı dostum mudur?" Ya da ortadaki şüpheciliğin düzeyine bağlı olarak hem dostum, hem düşmanım olabilir mi?
IŞİD’in vahşiliğine vurgu yapanlar açıkça bu vahşetten en çok nemalananlar gibi görünüyor.
“Sorulması gereken soru IŞİD’in yükselişinin ve yayılmasının ardında kim olduğu değil, yükselişine ‘neyin’ sebep olduğu ve uluslararası koalisyonun bombalama ve baskılarına karşı ayakta durmasına neyin yardımcı olduğudur.”
Komplo mu sonuç mu?
IŞİD’in yükselişi ve yayılmasından kimin sorumlu olduğuna dair iddiaların çoğu ya ideolojik ye da tamamen spekülasyon.
Başlıca şüphelilerden herhangi birinin IŞİD gibi bir örgütü nasıl bir araya getirebildiği belirsiz. Para, örgütün faaliyetlerini açıklamak için yeterli bir neden değil.
IŞİD şüphelilere hizmet etse de, şüphelilerin her hamlesine bahane oluştursa da bu, şüphelilerin hiçbirinin IŞİD’in yükselişinin arkasında olduğunu kanıtlamıyor.
Kısacası, IŞİD’in faaliyetlerinden faydalanmak, IŞİD’in yaratıcısı olmak anlamına gelmiyor. Sorulması gereken soru IŞİD’in yükselişinin ve yayılmasının ardında kim olduğu değil, yükselişine neyin sebep olduğu ve uluslararası koalisyonun bombalama ve baskılarına karşı ayakta durmasına neyin yardımcı olduğudur.
Birkaç gün önce değindiğim gibi, Obama IŞİD’in yükselişi için kendi açıklamasını yaptı: Diktatörlük, mezhepçilik, Arap ve Müslümanların yabancılaştırılması ve marjinalleştirilmesi.
Afganistan ve Suriye özel temsilcisi olarak da görev yapan ve Washington çevrelerine yakınlığıyla bilinen deneyimli BM diplomatı Lahdar Brahimi bu hafta yaptığı açıklamada şunları söyledi: "IŞİD’in ortaya çıkışının asıl nedeninin Irak’ın Amerika önderliğindeki işgali olduğuna hiç şüphe yok. Irak Savaşı’nı haklı göstermek mümkün değil ve şu an çektiğimiz, bu savaşın sonucu."
Hemen belirteyim, Brahimi daha sonra sözlerine şöyle açıklık getirdi: "IŞİD’i ABD’nin kurduğunu kastetmedim. Ama işgal sonrası koşullar El Kaide’nin Irak’a girmesine ve IŞİD’in güç kazanmasına yol açtı."
Özetleyecek olursak, suçlanması gerekenler belli: Amerikan’ın Irak’ı işgali, İran’ın Irak ve Suriye’deki istikrarsızlığı kötüye kullanması, Beşşar Esed gibi diktatörlerin acımasızlığı ve ardından gelen mezhepsel güvensizlikler.
Ama bu kadarla sınırlı değil…
Marwan Bishara, Al Jazeera’nin baş siyaset uzmanı. ‘The Invisible Arab: The Promise and Peril of the Arab Revolutions’ (2012), ‘Palestine/Israel: Peace or Apartheid: Occupation, Terrorism and the Future’ (2003) ve ‘Palestine/Israel: Peace or Apartheid: Prospects for Resolving the Conflict’ (2001) kitaplarının yazarı.
Twitter’dan takip edin: @marwanbishara
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Al Jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.