Etiket arşivi: dünya

ARAŞTIRMA DOSYASI /// DÜNYAYA KAN KUSTURAN REJİM : EMPERYALİZM

EK’TEKİ SLAYT SHOW’U MUTLAKA İNCELEYİNİZ

Emperyalizm yüzyıllardır dünyaya kan kusturuyor! Ancak her geçen gün bu uğursuzluğa karşı örgütlenme ve ortak hareket etme gereği tüm vicdanlarda ve tüm duyarlı kesimlerde derinden hissediliyor.

Çünkü emperyalizm, varlığını sürdürmek için sürekli saldırıyor; saldırdıkça maskesi de hızla düşüyor. O saldırdıkça, insanlık ayağa kalkıyor, Antiemperyalist dalga çığ gibi büyüyor.

Dünya tarihsel bir kırılmanın eşiğinden geçiyor; ve tarihsel sorumluluklarımız emperyalizme karşı olan herkesi ortak bir cephede buluşmaya çağırıyor.

Son 25 yılda, dünya daha yaşanmaz bir hale geldi. Ekonomik ve toplumsal dengesizlikler giderek artıyor; emperyalist (merkez) ülkeler dünyayı istikrarsızlaştırma ve çatıştırma politikalarını gün be gün uyguluyor, zayıf halkların ve devletlerin üzerine azgınca saldırıyor, onların topraklarını işgal ediyor ve sömürüyor. Başlıca politikaları ise böl/parçala/yönet.

Emperyalistler kendilerini haklı göstermek, olası dirençleri yok etmek ve işbirlikçilerini iktidarda tutmak için kendilerine uygun bir dil ve söylem yaratıyorlar. Öyle ki, ezilenlerin, sömürülenlerin, haksızlık ve zulüm karşısında susmayıp onurunu korumak isteyenlerin insanlık tarihi boyunca ürettiği her türlü değer ve ilkeyi kendilerine maske yapacak kadar yüzsüzleşiyorlar. Eşitlik, özgürlük, insan hakları ve demokrasi gibi ezilenlerin binlerce yıldır sesi, çığlığı, umudu olan tüm kazanımları kendilerinin ayrılmaz bir parçasıymış gibi sunuyorlar. Bu değerleri kirletiyor, araçsallaştırıyor ve utanmadan ezilenlere karşı kullanıyorlar.

Emperyalistler kendi çıkarlarını gerçekleştirmek ve sömürü ilişkilerini sürdürmek için sürekli yeni mekanizmalar üretiyorlar. Gün geliyor dünyayı, insanlığı, varlığı, toplumları sınıflandırıyor, kamplara ayırıyor. Gün geliyor insanları renklerine göre hiyerarşiye diziyor, çıkarları için köleliği ve ırkçılığı yaratıyor. Gün geliyor modernleşme teorilerini üretiyor, kendisini dünyanın merkezine yerleştirip kendisi gibi olmayanları aşağılıyor, kendisine bir köle gibi hizmet etmenin diğerleri için erdem olduğu propagandasını yapıyor. Gün geliyor, ortaçağı, feodalizmi çıkarları için ortadan kaldırıyor; bunun için mutlakıyeti ve zorba yönetimi iş başına getiriyor, devletle oynuyor, çıkarları için onu dönüştürüyor; devleti her zaman bir hizmetçi konumunda tutuyor.

Gün geliyor bugün olduğu gibi, küreselleşme adı altında toplumsal farklılıkları, çokkültürlülüğü, etnisiteyi yeniden keşfediyor, sosyal devleti bir rant aygıtı olarak tanımlayıp yeniden ortaçağa dönüşün yollarını arıyor. Kendisine hizmet etmeyi reddedenleri düşman olarak damgalıyor. Masum halkları acımasızca katletmekten, birbirine düşürmekten bir an geri durmuyor; kısacası emperyalistlerin bilinen her türlü hilesine başvuruyor ve yenilerini de sürekli üretiyor.

Emperyalistler sömürü ağlarını gizlemek, çok uluslu şirketlerinin kârlarını kan ve göz yaşı üzerine artırmak ve tüm dünyayı kendi çıkarlarına göre dönüştürmek, parçalamak ve yönetmek için bugün adına küreselleşme dedikleri bir ucubeye sığınıyorlar. Bu süreçte tüm aktörlerin kazandığı ileri sürülüyor; “kazan-kazan” diyerek sömüren ve sömürülenler arasındaki iktisadi ve toplumsal eşitsizlikler ve dengesizlikler gizlenmeye çalışılıyor. Sivil toplum örgütlerinde, kamu kurumlarında, meslek örgütlerinde, üniversitelerde, kısacası tüm dünyada toplumların farklı kesimlerinde küreselleşmeyi savunanlar apaçık bir biçimde emperyalizmi savunduklarını ya bilmiyorlar ya da küçük hesaplardan dolayı bilerek sömürüye payanda olmayı tercih ediyorlar. Albenili ve bir o kadar da iğrenç “söylemler” sakız gibi birçok ağızda çiğneniyor.

Halbuki, emperyalist sömürü, saldırı ve tahakkümün en üst düzeye ulaştığı günümüzde dünyanın yarısı, yaklaşık 3 milyar insan, günlük 1-2 dolardan daha az bir gelir ile yaşamını sürdürme mücadelesi veriyor. Öyle ki, en yoksul 48 ülkenin gayri safi milli hasılası dünyanın üç büyük zengininin toplam servetinden çok daha az. Dünyanın % 5’ini oluşturan “mutlu azınlık” genişleyen ticaretin % 82’sinden ve yatırımların % 68’inden yararlanıyor, alttakiler ise ölüm-kalım mücadelesi veriyor. En zengin ve en yoksul ülkeler arasındaki fark, adına küreselleşme denilen yeni emperyalist süreçte giderek açılıyor. Öyle ki, 1820’de bu fark 3 iken; 1913’te 11; 1950’de 35; 1973’te 44; 1992’de 72; 1997’de 74 ve günümüzde 100 katı aşmıştır. Emperyalist ülkelerdeki nüfusun % 20’si dünyadaki tüm mal, kaynak ve ürünlerin % 86’sını tüketmektedir.

Dolayısıyla emperyalist ülkelerdeki birkaç milyoner 2.5 milyarlık dünya nüfusundan daha fazla bir servete sahiptir. Hiç kimse bunun bir rastlantı olduğunu ya da o kişilerin daha akıllı olduğunu söyleyerek bu eşitsizliği ve dengesizliği maskeleyemez. Çünkü bir taraftan da biliyoruz ki, İMF, Dünya Bankası, BM, Dünya Ticaret Örgütü vb emperyalist sömürüye hizmet eden kurumlar aracılığıyla yoksul ülkeler borç veya kredi olarak aldıkları her 1 $ için 13 $ borç ödemek zorunda bırakılmakta, yoksulluk ve borçlanma el ele gitmekte ve daha da vahimi bu borçlar veya krediler, o borçlardan haberi olmayan ya da bu borçlardan hiçbir şekilde yararlanmamış olan ezilen halkın sırtına yüklenmektedir. Yoksul ülkelerdeki halk inim inim inlerken, emperyalistlerin ve işbirlikçilerin soysuzca mutlu yaşamalarının sırrı da budur. Bir de utanmadan, bu ilişkilerden tüm insanların yararlandığını söylemektedirler.

Dolayısıyla, bugün insan hakları ihlallerinin en şiddetlisi ve yaygını ekonomik ve sosyal alanda ortaya çıkmaktadır. Bir zamanlar sömürülmüş, posası çıkarılmış ya da halen sömürülmekte olan ülkelerde yaklaşık 800 milyon insan kronik bir şekilde eksik beslenmektedir. Bunların çoğu, Afrika’da, Asya-pasifikte ve Ortadoğu’dadır. Her yıl 7 milyon çocuk yalnızca borç krizlerinden dolayı ölmektedir. 1 Ocak 2000-24 Mart 2001 tarihlerinde sadece borç ödemesi dolayısıyla 9 milyon çocuk tüm dünyanın gözleri önünde ölmüştür. Milyonlarca insan da bugün ve yarın aynı nedenlerle ölüme mahkum edilmiş durumda. 1980’den bu yana dünyada ve Türkiye’de yaşam beklentileri küçük bir azınlıkta artmış geri kalanlarda hızla azalmıştır. Bebek ölümleri, eğitim ve okur yazarlık konusu da küreselleşme denilen yeni emperyalist çağda kronik sorunlar olarak varlığını sürdürmüştür.

Diğer yandan, dünya nüfusunun sadece % 12’si dünya su kaynaklarının % 85’ini kullanmaktadır; ve bu % 12’lik mutlu azınlık elbette sömürülen ülkelerde yaşamıyor. Öte yandan 1998’deki harcamalar dünyadaki önceliklerine bakıldığında ise çok çarpıcı sonuçlarla karşılaşılmaktadır:

Tüm dünyada temel eğitim için 6 milyar, emperyalist ABD’de kozmetik için 8 milyar, tüm dünyada su ve sağlık için 9 milyar, emperyalist Avrupa’da dondurma için 11 milyar, tüm dünyada kadın doğum sağlığı için 12 milyar, emperyalist AB ve ABD’de parfüm için 12 milyar, tüm dünyada temel sağlık ve beslenme için 13 milyar, Avrupa ve ABD’de evcil hayvan için 17 milyar, Japonya’da iş eğlenceleri için 35 milyar, Avrupa’da sigara için 50 milyar, alkollü içecekler için 105 milyar, dünyada uyuşturucu ve bağımlılık yapan madde ve ilaçlar için 400 milyar ve tüm dünyada bu çarpık manzarayı sürdürmek için ise silah vb askeri harcamalara 780 milyar dolar harcanmıştır.

Günümüzde dünyadaki çocuk sayısı 2.2 milyar; yoksulluk içindeki çocuk sayısı ise 1 milyardır (her iki çocuktan biri). Sömürülen dünyadaki 1.9 milyar çocuk arasında 640 milyonu yeterli barınmadan mahrumdur (her üçünden biri). 400 milyon çocuk kullanılabilir sudan mahrumdur (beşte biri). 270 milyon çocuk sağlık hizmetlerinden mahrumdur (yedide biri). Dünya çapında eğitimden mahrum bırakılan çocuk sayısı ise 121 milyondur. Dünya ölçeğinde 2003’te 5 yaşına ulaşmadan ölen çocuk sayısı 10.6 milyondur (Fransa, Almanya, Yunanistan ve İtalya’daki çocuk sayısına denk). Her yıl 1.4 milyon çocuk sadece sağlıklı içme suyu ve yeterli sağlıktan mahrum olduğu için ölüyor. Dünya ölçeğinde aşı olamadıkları için her yıl 2.2 milyon çocuk ölüyor; 15 milyon çocuk ise sadece HIV/AİDS nedeniyle öksüz kalıyor.

Tüm bunların emperyalistlerin sömürü mekanizmalarıyla ilgisinin olmadığı söylenebilir mi? Halbuki emperyalist merkezlerin yerel işbirlikçileri tüm bu olup bitenler karşısında sessiz kalmayı ve efendilerini memnun edecek politikaları uygulamayı yeğliyorlar. Çanak yalayıcılığı bir kurtuluş olarak görüyorlar. Bilmiyorlar mı ki, dünya tarihi sömüren ve sömürülenlerin çatışmasının tarihidir; bilmiyorlar mı ki, bu tarih içinde nice işbirlikçiler çıktı, niceleri kişisel çıkarları için emperyalistlerin ve zalimlerin yanında yer aldı. Bilmiyorlar mı ki, dünyada sömürü ve zulüm sürdükçe bunlara karşı çıkan, aklını, vicdanını, kalemini, enerjisini zalimin, haksızın karşısında kullanan ve onurunu yitirmektense yaşamını yitirmeyi tercih eden insanlar hep varolmuştur ve olacaktır. Ve bilmiyorlar mı ki, emperyalistlere köleliği, hizmetkarlığı ve uşaklığı tercih edenler dün olduğu gibi, bugün ve yarın da lanetle anılacaklar; emperyalistler ve işbirlikçileri mutlaka bir gün bu yaptıklarının hesabını vereceklerdir.

Emperyalist Sömürü Mekanizmalarının Kuruluşu ve İşleyişi: Dünya ve Türkiye Üzerine Bazı Saptamalar

16. Yüzyıl ile birlikte dünya önce ulusal, daha sonra ise iç mantığı ve işleyişi gereği uluslararasılaşan kapitalizmin, sermaye birikiminin kıskacındadır. Dolayısıyla Türkiye de yüzyıllardır emperyalist (merkez-metropoliten) ülkelerin bir çevresi (uydusu) konumundadır.

Merkez ve çevre ülkeler arasındaki eşitsizlikçi dolayısıyla sömürüye dayanan ilişki dünyada ve Türkiye’de zaman zaman kırılmaya çalışılmış ancak büyük kazanımlar elde edilememiştir.

Bunun esas nedeni, emperyalist (merkez) ülkelerin kendi içlerinde ve arasında sıkı ve merkezi örgütlenmeleri gerçekleştirmiş olmalarıdır. BM, DTÖ, İMF, Dünya Bankası, NATO, NAFTA, AB vb. gibi yapılanmaların emperyalistler arasındaki örgütlenmeler olduğunu kim inkar edebilir?

Buna karşın, çevre ülkeler sömürülmelerinin de bir sonucu olarak zayıf bırakılmış, örgütlenememişlerdir. Sürekli sömürüye ve tahakküme maruz kalmışlardır. Öyle ki, hem kendi içlerindeki farklılıkların sürekli çatışmaya dönüştürülmesi hem de merkezin kutuplaştırıcı ve çatıştırıcı politikalarının bir sonucu olarak hiçbir zaman bir araya gelememişlerdir. Sömürülen (çevre) ülkeler ne kendi içlerinde, ne de kendi aralarında örgütlenmeyi ve birlikte hareket etmeyi başarabilmişlerdir. Dolayısı ile, çevre ülkelerin kendi içlerinde ve arasındaki çatışmalar emperyalist sömürü mekanizmaların hem bir sonucu olmuş, hem de emperyalist politikaların uygulanmasına ve sömürünün sürmesine olanak sağlamıştır.

Emperyalist (Merkez) ülke(ler) çevre ülkeleri kendi yörüngelerinde tutmak için yüzyıllardan beri sömürülen ülkelerde işbirlikçi bir elit bulundurmuş, böylece iktidarı denetleyerek tüm toplumu denetim altına almıştır.

Bu çerçevede dünyanın her bir köşesinde sivil ve askeri darbeler düzenlemişler; toplumları denetim altında tutmak ve sömürüye açık bir hale getirmek için toplumsal grup ve dinamikleri çatıştırarak zayıf bırakmışlardır.

Sovyetler Birliğinin çökertilmesi ile birlikte, emperyalist ABD ve AB Soğuk Savaş döneminde uygulamak zorunda kaldıkları refah devleti (sosyal devlet) uygulamasını derhal askıya almışlar; tüm ülkelerde neoliberal olarak adlandırılan uluslararası sermaye yanlısı politikalar devreye sokulmuştur.

Buna paralel olarak, emperyalistler dünyayı istikrarsızlaştırarak sömürü ve tahakkümlerini sürdürebilmek amacıyla gerçekte yoksul ülkelerle kendileri arasındaki ekonomik temelli kuzey-güney çatışmasının eksenini kültürel temelli doğu-batı çatışmasına kaydırmışlardır. Bu doğrultuda ekonomik ve sosyal eşitsizliklerden kaynaklanan çatışmaları etkisizleştirebilmek ve gözlerden uzak tutabilmek amacıyla medeniyetler çatışması tezini geliştirmişler, bu tezlerini destekleyebilmek ve tüm dünyada kabul görmesini sağlamak amacıyla da 11 Eylül senaryosunu uygulamaya koymuşlardır. Bir anlamda 2’nci bin yıla nasıl ki adına reform dedikleri Hıristiyanlık içindeki kanlı hesaplaşmayla girmiş ve sonuçta kapitalizmin ve ona eşlik eden Protestanlığın zaferiyle çıkmışlarsa, 3’üncü bin yıla girerken de yine Protestanlığı yedeklerine alarak İslam’ı düşman olarak seçmişlerdir. Bu senaryoda emperyalistler arasındaki çatışmalar da belirginleşmiştir.

Çünkü emperyalist ABD 1990’larla birlikte AB ülkeleri tarafından artık gereksiz olduğu ileri sürülen NATO’yu korumanın telaşına düşmüştür. 11 Eylül her şeyden önce emperyalist ABD’nin diğer bir emperyalist ülkeler topluluğu olan AB ve her ikisinin sömürüsü altındaki ülkeler üzerindeki hegemonyasını sürdürecek çok temel bir işlev görmüştür. 11 Eylül sonrasında ABD’nin dünyanın farklı yerlerinde yeni üsler kurduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. 11 Eylül ayrıca BM gibi örgütlerin emperyalist ülkelerin taşeronu olarak rol oynadığını iyice açığa çıkarmıştır.

Türkiye’nin kendine özgü tarihi de merkez-çevre çatışmasının tarihi olagelmiştir. Bir çevre ya da uydu ülkesi haline sokulan Türkiye’nin kendi içindeki merkez-çevre çatışması sağ-sol, Müslüman-laik, Alevi-Sünni, Türk-Kürt eksenlerinde gerçekleşmiş ve gerçekleşmektedir.

Özellikle son zamanlarda Türk-Kürt ve Müslüman-laik şeklinde sahte ayrım ve çatışmalar körüklenmektedir; böylece bir yandan yukarıda belirtilen senaryo doğrultusunda esas çatışmanın ekonomik temelde yani kapitalist üretim tarzına bağlı olarak sömürenler (elit) ve sömürülenler (halk) arasında olduğu gizlenmektedir. Türkiye’de merkez böylece sahte bir biçimde ikiye bölünmekte, iktidarda kalabilmek ya da iktidara gelebilmek için çok kolaylıkla emperyalistlerle işbirliğine gitmektedirler. Merkez içindeki sahte çatışmalarla gerçek çatışmaların üzeri kapatılmakta, halkın farklı kesimleri arasında çatışma yaratılarak halkın bir araya gelmesi önlenmektedir. Böl ve yönet ilkesi bütün açıklığıyla Türkiye’de uygulanmaktadır.

Tüm bu sahte çatışmalara karşı, biliyoruz ki, hem Türkler içinde hem Kürtler içinde merkezde ve çevrede olanlar var, hem Sünniler içinde hem Aleviler içinde merkezde ve çevrede olanlar var; hem Müslümanlar hem laikler arasında merkezde olanlar kadar çevrede olanlar var. Öyleyse sorun kişinin kökeninin ne olduğu değil, nerede durduğu ve kime hizmet ettiğidir. Dolayısıyla bu tür ayrışma ve çatışmaların sahte olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, gerçek ayrım merkez ve çevre ya da elit ve halk arasında yapılmak durumundadır. Çünkü sermayenin kırmızısı, mavisi, yeşili olamayacağı gibi, sömürü de Türk, Kürt, Müslüman, Laik, Alevi, Sünni tanımıyor.

Sonuçta, emperyalist ABD ve AB menşeli damızlık siyasetçiler halkın gündemini belirliyor ve zihinleri kirletiyor. Bugün de emperyalist merkezlere hizmet edecek iktidarlar üretilmeye devam ediliyor. Aynı oyun farklı zamanlarda farklı aktörlerle ve küçük kurgusal değişikliklerle yeniden sahneleniyor.

Tüm bu oyunları bozmak için ciddi bir paradigma değişikliğine, antiemperyalist bir halk cephesinin kurulmasına acil ihtiyaç bulunuyor.

Antiemperyalist Bir Program Neleri Kapsar?

Antiemperyalist bir program, her şeyden önce emperyalizmin bütün yapılarıyla ve boyutlarıyla çözümlenmesini gerektirir. Bu yolla emperyalizmin görünür ve görünmez tüm mekanizmaları açığa çıkarılarak etkisizleştirilebilir.

Emperyalizm tüm insanlara ve halklara refah, özgürlük, haklar ve demokrasi vaat eder, ancak sömürü, eşitsizlik ve kölelikten başka bir şey vermez. Buna karşı, Antiemperyalist program sömürü, eşitsizlik ve köleliği ortadan kaldırarak tüm insanların ve halkların refah ve mutluluk içinde özgür ve onurlu yaşayacağı, böylece, dünya görüşü, etnik köken, dil, din, mezhep ve cinsiyet gibi farklılıklarımızın bir çatışma konusu olmadığı, tam aksine her türlü bireysel ve toplumsal farklılığın karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde kendisini ifade edeceği ve yaşama alanı bulacağı demokratik bir ortamının kurulmasını amaçlar.

Emperyalizm insanlar ve toplumlar arasında her türlü farklılığın değerli olduğu propagandasını yaparak yurttaşları ve halkları parçalayacak ve çatıştıracak politikalar uygular; kendisine uygun bir dil yaratır. Etnik ve dinsel farklıkları artırmaya ve çatıştırmaya çalışır. Politikalarına karşı çıkanları düşman olarak damgalar ve ayrıştırır. Antiemperyalist cephenin oluşmasını özellikle önlemeye çalışır ve bu doğrultuda antiemperyalist cepheyi kâh milliyetçilikle, kâh şovenizmle, kâh sosyalizmle ve gericilikle itham eder. Böylece yurttaşlar ve halklar arasında kin ve nefret tohumları eker; şövenist, faşist tutumların tüm taraflarda gelişmesi için her türlü yola başvurur.

Buna karşın Antiemperyalist program tüm yurttaşlar arasında ortaklıkları ve asgari müşterekleri merkeze alır. Evrensel değerleri ve demokratik-sosyal yurttaşlığı ön plana alan bir toplum sözleşmesinin gerçekleşmesini amaçlar. Hiçbir etnik, dinsel ayrım ve ayrımcılık yapmadan Türk’ün, Kürt’ün, Çerkez’in, Abhaz’ın, Alevi’nin, Sünni’nin kısacası tüm yurttaşların her türlü demokratik haklarını kullanacağı barış ve kardeşlik ortamının sağlanmasını amaçlar.

Emperyalizm küresel kapitalizmi enternasyonalizm gibi sunmaya ve yutturmaya çalışır, böylece tüm dünyada ve Türkiye’de sosyalistleri kapitalizmin uşakları konumuna getirmeye çalışır. Küresel kapitalizmin önündeki en büyük engel olarak gördüğü sosyal ve üniter devletleri etkisizleştirmeye çalışır. Küreselleşmeyle küresel düzeyde mücadele etmek gerektiğini söyleyenler farkında olarak veya olmayarak küresel sermayeye hizmet ederler. Antiemperyalist program modern devletle sanayi kapitalizmi arasındaki tarihsel ilişkilerin farkında olarak, modern devletin sosyal boyutunun geliştirilmesini ve modern devletin gerçek anlamda demokratik bir yurttaşlar topluluğu haline gelmesini öngörür.

Bu yolla evrensel değerlerin korunacağını ve geliştirileceğini, küresel sermaye ile mücadele edilebilecek bir ortamın oluşabileceğini düşünür.

Emperyalizm dünyada barış çığlıkları atar, ancak insanlara kan, göz yaşı ve savaştan başka bir şey getirmez. Emperyalizm dünya barışı adına tüm dünyanın kaynaklarını sömürür, tüm dünyayı pazar haline getirir ve tüm dünyayı ve insanlığı metalaştırır. Özelleştirmelerle, tekelci zihniyetle insanları işsizleştirir, yoksullaştırır. Buna karşı, Antiemperyalist program yurttaşların kendi kaynaklarına sahip çıkması gerektiğini, herkesin yeteneğine göre üretime katıldığı, herkesin ihtiyacının karşılandığı bir toplumsal yapının kurulabileceğini, emperyalist sömürü mekanizmalarının ortadan kaldırılmasıyla işsizlik ve yoksulluğun da ortadan kalkacağını öngörür. Üretim ve tüketimde hakça uygulamaların gerçekleşmesiyle hem yurtta hem de dünyada barışın gerçekleşeceğine inanır.

Emperyalizm tüm dünyayı, evreni, canlıları ve insanları sömürülecek birer meta olarak görür; kendi varlığını sürdürmek ve sınırsız kâr dürtüsünü tatmin edebilmek amacıyla tüm dünyaya saldırır ve yayılır. Aleyhine işleyebilecek her türlü düzenlemeyi deregülasyon politikaları ile ortadan kaldırır; çalışma yaşamında önünde engel gördüğü tüm kazanımları birer birer yıkar geçer. Çalışanların her türlü haklarını kısıtlar ve örgütlü gücünü paramparça eder. Bu doğrultuda, kamu yönetimini ve devleti de bir rant aygıtı olarak tanımlar; kaynakların etkili ve verimli kullanımını savunarak küresel sermayeye hizmet eden bir kamu yönetimi yaratır. Böylece “özerklik” adı altında kamu kurumlarını ve kamu yönetimini demokratik denetim mekanizmalarının dışına çıkarır.

Buna karşı, Antiemperyalist program kamu kaynaklarının tüm yurttaşların ortak malı olduğu bilinciyle hareket eder ve bu yönde kamu yönetiminin halkın ortak yararını gözetecek şekilde düzenlenmesini ve demokratikleşmesini öngörür. Dolayısıyla, Son on yılda denetleme ve düzenleme gibi adlar altında kurulan her türlü üst kurulun halkın ortak yararını gözetecek doğrultuda yeniden düzenlenmesini ya da ortadan kaldırılmasını öngörür. Halkın iradesini hiçe sayan ve egemenliğini gölgeleyen uluslararası tahkim gibi amacı sadece sömürenlere ve emperyalistlere hizmet etmek olan her türlü düzenlemeyi kaldırır.

Emperyalizm tüm mekanizmalarıyla insanları mülksüzleştirir, evsizleştirir, topraksızlaştırır. Mortgage sistemiyle insanları borçlandırır ve mülkiyetlerini ipotek altına alarak onları ömür boyu kiracı, serf durumuna düşürür. Buna karşı Antiemperyalist program insanların barınma, yaşama ve çalışma alanlarını güvence altına alır; bu doğrultuda insanca yaşayacakları ve üretecekleri bir konut politikası ile atıl toprakların işlenmesi için halktan yana bir toprak politikası izler.

Emperyalizm çevreye ve doğaya saygıdan söz eder; ehlileştirilmiş ve kendisine hizmet edecek çevreci hareketler üretir; ancak gerçekte sınırsız kâr dürtüsüyle hareket eder, yaşamın tüm alanlarını vahşi bir üretim ve tüketim ilişkisi üzerine inşa ederek ekolojik kirliliğe, dünya ölçeğinde ısınmaya, birçok canlı türünün yok edilmesine yol açar. Dünyayı hunharca sömürerek küresel bir çöplüğe çevirir. Buna karşı, Antiemperyalist programda, üretim ve tüketim ilişkilerinde insan ihtiyaçları merkeze alınır; üretim tarzının insancıllaştırılması sağlanarak doğanın sömürüsü ve çevre kirliliği önlenir, hiçbir şekilde dünyanın bir çöplüğe çevrilmesine izin verilmez.

Emperyalizm insan hakları havariliği yapar; ancak tahakküm mekanizmalarıyla insanlara baskı, işkence ve katliamdan başka bir şey vermez. Emperyalizm kadın haklarından söz eder; ancak kadınlara yönelik sömürü, şiddet ve cinsiyetçiliğin kendisinin siyasal, toplumsal ve ekonomik yapısının ayrılmaz bir parçası olduğunu gizler. Tüm mekanizmaları ile kadını sömürülecek ve kullanılacak bir metaya dönüştürür. Siyasal, toplumsal ve ekonomik yaşamda kadına ikincil bir rol tanınması, dayak, işkence veya cinsiyetçilik ile kadının ötekileştirilmesi ve aşağılanması emperyalizmin tüm dünyada öngördüğü makro sömürü düzenlemelerinin ve köle-efendi ilişkisinin ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla, Antiemperyalist program her türlü tahakkümün ve baskının karşında yer alarak temel insan haklarını korumanın ötesinde her türlü sosyal ve ekonomik hakları geliştirir. Her türlü köle-efendi ilişkisini ortadan kaldırarak tüm insanların özgürleşmesine olanak sağlar. Herkesin kendi kimliğini özgürce yaşayacağı ve yaşatacağı bir ortam oluşturur.

Emperyalizm demokrasiyi elitler arasındaki bir oyuna dönüştürür ve bu yolla onu biçimselleştirir ve seçimlere indirger. Halkın gündemini belirlemek için milletvekili dokunulmazlığı gibi sudan-sabundan konuları sürekli işler; böylece hem iktidarı hem de sözde muhalefeti kendi paradigması ve yörüngesinde tutar. Demokrasi adı altında oligarşik ve aristokratik yapılar kurar. Halbuki Antiemperyalist program demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak kavrar ve tüm yurttaşların gelişiminin bir parçası olarak tanımlar ve katılımı sürekli kılacak mekanizmaları öngörür. Yurttaşların tüm karar ve uygulamalara katılmasını öngörür. Emredici vekalet yolu ile tüm karar ve uygulamaların yurttaşların ortak yararını gözetecek şekilde oluşmasını ve uygulanmasını sağlar. Bu doğrultuda yurttaşların talebine ve onayına dayanmayan hiçbir siyasal, ekonomik, toplumsal, eğitsel vb. düzenleme ve uygulama geçerli ve meşru sayılmaz. Ayrıca, emredici vekaletin ayrılmaz bir parçası olarak halkın taleplerine göre hareket etmeyen temsilciler halk tarafından geri çağrılarak (azledilerek) halkın iradesi kayıtsız şartsız egemen kılınır.

Emperyalizm İMF, Dünya Bankası gibi örgütler aracılığıyla ekonomik ve sosyal gelişmenin ve refahın sağlanacağından söz eder; ancak bu yolla sadece çevre ülkeleri ekonomik ve sosyal açıdan istikrarsızlaştırır, bu ülkeleri borç sarmalına sokarak zayıflatır ve sürekli sömürülecek bir durumda tutar. Antiemperyalist program bu sömürü yapılarını ve mekanizmalarını ortadan kaldırarak toplumsal barışı ve adaleti sağlar. Bu nedenle, emperyalist mekanizmalar içinde ustaca gizlenen iç ve dış borçlanmanın kaynaklarını tespit eder ve kurutur.

Emperyalizm çevre ülkelerle uluslararası bağımlılık, işbirliği, yardımlaşma, dayanışma adları altında kendi çıkarlarını koruyan ve kollayan ilişkiler geliştirir, açık ve gizli kültürel, askeri, ekonomik andlaşmalar yapar. Antiemperyalist program yurttaşların ve halkların ortak yararına aykırı her türlü açık veya gizli askeri, siyasal, ekonomik anlaşmayı halka açıklar ve iptal eder. Böylece, ulusal, bölgesel ve dünya ölçeklerinde barış, kardeşlik ve dayanışmanın yolunu açar. Her koşulda, emperyalizme direnen çevre ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesini savunur, mazlum halkların yanında yer alır ve ezilen halkaların kardeşliğine, birlikteliğine ve özgürleşmesine katkıda bulunur. Dünyayı istikrarsızlaştıran ve hegemonik güçlere hizmet eden NATO gibi saldırı paktlarından ayrılır, her türlü üsleri kapatır.

Emperyalistler Ortadoğu ve Türkiye’yi demokratikleştirmekten ve bu doğrultuda BOP gibi emperyalist projelerden söz ederler. Avrupa’nın yüksek değerlerinden söz ederek Türkiye’yi AB’nin kapı bekçisi ve jandarması konumunda tutmaya çalışırlar. Toplumun çok farklı kesimlerinden yandaş bulabilmek ve emperyalist amaçlarını gerçekleştirebilmek için AB projeleri, hibeleri vs adı altında dağıttıkları fonlarla insanları üretmemeye, çalışmamaya yönlendirir, kendi ellerine bakan birer dilenci durumuna düşürürler. Bu nedenle, Antiemperyalist program Türkiye’nin ABD ve AB ile olan tüm ilişkilerini, AB üyeliği gibi halka sorulmaksızın uygulanan ve dolayısıyla hiçbir meşru zemini bulunmayan her türlü tepeden inmeci dayatmaları ve düzenlemeleri gözden geçirmeyi amaçlar.

Emperyalistler toplumlararası etkileşimden ve halkların birbirini anlamasından söz ederler; bu doğrultuda bilimsel, kültürel, sanatsal, eğitsel programlar uygularlar; ancak gerçekleşen sadece emperyalist kültürün, dilin ve yaşam biçiminin çevre ülkelere ve toplumlara yayılması ve buna alternatif olabilecek düşüncelerin ve tutumların yok edilmesidir. Buna karşın, Antiemperyalist program öncelikle kendi insan gücüne dayanarak evrensel değerleri dikkate alan bir eğitim, dil, kültür, sanat ve bilim anlayışının gerekleşmesini amaçlar. Her alanda Antiemperyalist tutumun gelişmesini özendirir ve emperyalistlerin her türlü sahte bilimi ile başa çıkabilecek eleştirel bilimin temellerini atar. Dolayısıyla bilimsel ve eğitsel maskeler altında emperyalistlere devşirme yetiştirmeyi amaçlayan her türlü politika terk edilir; bu amaçlarla halkın kaynaklarıyla yurtdışına gönderilenler geri çağrılır. Ayrıca tüm kurumlardaki emperyalistlerin hizmetçileri açığa çıkarılır ve halka açıklanır.

Emperyalistler küreselleşme dedikleri heyulaya dayanarak sınırların kaldırılmasından ya da açılmasından söz ederler; ancak gerçekleşen sadece zayıf toplumların sınırlarının açılmasıdır. Emperyalistlerin çalışanlara ve mültecilere yönelik politikaları dikkate alındığında, merkezileşmekten ve yoğunlaşmaktan dolayı patlama noktasına gelen küresel sermayelerinin rahatlaması, yeni pazarlara ulaşması ve yeni alanlarda işlem görmesi için sınırların açılmasından söz ettikleri gün gibi ortaya çıkar. Dahası, kendi sınırlarını sıkı sıkıya kapatırken, sömürülen ülkelerin kamusal görevler dahil tüm çalışma alanlarını dahi kendilerine açmalarını talep etmeleri bu niyetlerini apaçık ortaya koyar. Dolayısıyla, Antiemperyalist program bu tür iki yüzlü uygulamaları tamamen ortadan kaldırmayı ve kurumların emperyalistlerin işgaline uğramasına izin vermemeyi öngörür.

Aynı şekilde, Emperyalizm yaşayabilmek amacıyla yeni sömürgeler elde etmek ve koloni hareketlerine girişmek durumundadır. Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin sürekli tarım ve köylülük üzerinde durmaları ve kırsal nüfusu % 5’e düşürme planları toprakların emperyalistlerin eline geçmesini ve tarım alanlarının büyük sermayeye entegrasyonu amaçlar. Kuş gribi gibi hayali tehlikelerle, tohum yasası gibi düzenlemelerle, Dünya Bankası’nın tarımla uğraşan köylüleri hibe ve yardım adı altında üretmek yerine kendilerine bağımlı kılmaya çalışan politikalarıyla kırda yaşayan insanlar sefalete alıştırılmakta, topraklarını terk etmeye ve mülksüzleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu şekilde toprakların büyük bir kısmı işlenmez bir hale getirilmiştir ve ucuza satılacak durumdadır. O halde, Antiemperyalist program emperyalistlerin söylediğinin ve uyguladığının tam aksini yapmak durumundadır. Antiemperyalist program Türkiye’nin kolonileştirilmesinin önünü alır, tüm ülkede yerleşim ve yaşam koşullarını yeniden düzenler, kentlerde oluşan işsizlik ve bunun sonucunda ortaya çıkan yabancılaşma, değersizleşme, suç, fuhuş, uyuşturucu bağımlılığı, intihar gibi patolojik olguların önüne geçmek amacıyla hiç zaman kaybetmeden tam istihdam politikası uygular. Bu amaçla tüm yurttaşların enerjilerini harekete geçirir ve çalışma hakkını içi boş bir söylem olmaktan çıkarıp uygulamaya koyar; bu anlayışla ormanları, nehirleri, madenleri, toprakları tüm halkın ortak kaynakları olarak dengeli bir biçimde değerlendirmeyi amaçlar.

Çağrımız Tüm Yurttaşlara,

Çağrımız tüm Yurtseverlere, Atatürkçülere, Sosyalistlere, Milliyetçilere, Muhafazakarlara, Sosyal Demokratlara, Liberallere, Anarşistlere, Feministlere,

Çağrımız Laiklere; Müslümanlara, Alevilere, Şiilere, Sünnilere, Hıristiyanlara, Yahudilere,

Çağrımız Türklere, Kürtlere, Lazlara, Zazalara, Gürcülere, Çerkezlere, Abhazlara, Tatarlara,

Çağrımız Kadınlara, Erkeklere, Gençlere, Yaşlılara,

Çağrımız İşçiye, İşsize, Memura, Esnafa, Üretene, Çalışana,

Çağrımız öğrenciye, öğretmene, akademisyene, meslek örgütlerine, demokratik kitle örgütlerine, siyasal partilere, aydınlara, yazarlara,

Çağrımız Kentliye, Köylüye,

Çağrımız Tüm Antiemperyalistlere,

Çağrımız Onurundan Başka Kaybedecek Bir Şeyi Olmayan Tüm Duyarlı İnsanlara,

Türkiye çok ciddî bir çaresizliğin içinde ve giderek derinleşen bir bunalımın eşiğindedir. Toplumu toplum yapan değerler her geçen gün yıpranmakta, ülkemiz hızla yoksulluğa, kutuplaşmaya, dağılma ve parçalanmaya doğru gitmektedir. Halbuki, herhangi bir toplumdan söz etmek için insanların biyolojik ve fiziksel varlığını sürdürmesi gerekir; dolayısıyla fiziksel ve coğrafi bir alana, diğer bir deyişle ülkeye ihtiyaç bulunur.

Bugün toplumu bir arada tutacak ve o toplumu oluşturan üyelerin bir arada insanca ve onurlu yaşam sürmesini sağlayacak düzenlemelere acil ihtiyaç duyuluyor. Mevcut koşullarda “Egemenlik kayıtsız şartsız halkındır/milletindir” ilkesinin tam anlamıyla teoriden pratiğe geçmesi olanaksız görünüyor. Seçimlere az bir süre kala, ABD ve AB’nin desteğini kazanabilmek amacıyla her türlü taviz veriliyor; öte yandan yapay gerilimler ve tartışmalarla Türkiye derin bir uçuruma doğru itiliyor. Alternatif olarak sunulan veya sunulmaya hazırlanan sözde hareketler veya siyasi oluşumlar da meşruiyetlerini halkta değil, her zamanki gibi emperyalistlere dalkavuklukta görüyorlar.

Halbuki, karşı karşıya bulunduğumuz sorunlar hepimizin sorunlarıdır, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin yüzyıllardır tüm dünyanın ve bizlerin başına sardığı belalardır. Tüm sorunların üstesinden gelinebilir. İhtiyacımız olan tek şey kendimize ve birbirimize güvenmemiz, inanmamızdır. Unutmamalıyız ki, umutsuzluğa düşmemizi, toplumsal yaşamdan ve mücadeleden kendimizi tecrit etmemizi isteyenler bizlerin ortak yararını gözetenler değil, emperyalistlerdir. Yapmamız gereken tek şey, her birimizde varolan gücü ve enerjiyi bir araya getirmektir. Yapmamız gereken ilk iş, her birimizin ortak sorunlar üzerinde, ortak çözümler üretebileceği bir zeminde ve ortak paydada buluşmaktır. Böyle bir zeminde ortaya çıkacak doğrular hepimizin ortak doğruları, belirlenecek yollar hepimizin takip etmek isteyeceği yollar, üretilecek politikalar hepimizin onayını alan politikalar olacaktır. Unutmamalıyız ki, örgütlü hareket edemediğimiz takdirde emperyalistler ve işbirlikçileri aynı oyunlarını yeniden yeniden oynayacaklardır.

Bu ülke bizim, bu ülke hepimizin.

Eğer ki siyasetin ve toplumsal yaşamın amacı, filozofların bilgece ifade ettikleri gibi, yalnızca yaşamayı olanaklı kılmak değil, yaşanmaya değer bir yaşamı kurmaksa, gelin el ele verelim. İçinde yaşamak isteyeceğimiz bir dünyayı, hepimizin ortak katılımıyla, birlikte inşa edelim.

Yukarıdaki nedenler ve ilkeler doğrultusunda;

1. Halkın ortak yararını düşünen tüm siyasal partileri, sendikaları, ulusal ve yerel dernekleri, vakıfları, meslek kuruluşlarını, inisiyatif ve platformları, ulusal ve yerel medyayı, internet öbeklerini ortak bir cephede buluşmaya,

2. Tüm duyarlı yurttaşları; her türlü meşru zeminde, üyesi bulundukları siyasal partilerde, sendikalarda, ulusal ve yerel derneklerde, vakıflarda, meslek kuruluşlarında, inisiyatif ve platformlarda, ulusal ve yerel medyada, internet öbeklerinde antiemperyalist bir ortak cephe bilincinin gelişmesine katkıda bulunmaya;

3. Tüm duyarlı yurttaşları; bireysel veya kolektif olarak her türlü meşru zeminde ulusal ve yerel düzeyde Türkiye’nin her bir köşesinde, her bir ilde, her bir ilçede, her bir kasaba ve köyde antiemperyalist bir cephenin kurulmasında veya gelişmesinde inisiyatif ve sorumluluk üstlenmeye;

Çağırıyoruz.

Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin umutlarımızı ve geleceğimizi yok etmelerine izin vermeyelim.

Anti Emperyalist Halk Cephesi

http://www.halkcephesi.net/imza/default.htm

EMPERYALZM.pps

AK PARTİ DOSYASI /// ALİ ERALP : Bu Dünya Sultan Süleyman’a Kalmadı.

AKP ve yandaşları bugünkü gücüne, kudretine, sınır tanımaz zorbalıklarına güvenerek dünyaya direk kalacaklarını sanıyorlar. Kendilerini Türkiye’nin karşı konulamaz tek hâkimi gibi görüyorlar.

Oysa bu dünya, Sultan Süleyman’a kalmadı.

Türkiye Cumhuriyeti karanlık bir dönemden geçmektedir bugün. Hem de zifiri karanlık…

Yer karanlık, gök karanlık… Kapkara bulutlar kaplamış sevgili yurdumuzun ufuklarını…

Karanlık düşünceli insanlar, karanlık ilişkiler, karanlık bir yönetim… Hırsızlık, talan, korku, baskı, şiddet, hapishane… Ortalık toz duman! Göz gözü görmüyor. Şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar işbaşında…

Mustafa Kemal Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz…” demişti.

Oldu.

Beyinleri, yürekleri kara, kapkara insanlar, şimdi de yeniden iktidarı almak ve kara şeriat düzeninin anayasasını hazırlamak için yeni bir seçime hazırlanıyorlar…

Oluk oluk para saçıyorlar ortalığa…

Halkımız, sadaka ekonomisiyle uyutulmaya, uyuşturulmaya çalışılıyor.

Emeği ile alın teri ile kazanıp vergi ödeyen vatandaşların birikiminden kesilen paralarla halkın bir kesimi maaşa bağlandı. Memnun edildi. Yandaşlara kıyak yapıldı. “Allah AKP’ye zeval vermesin” diyen bu aç, açık kalmış, yeni maaşlı takım AKP’nin şimdiki oy deposudur.

İşleri güçleri “sahte din tacirliği”, insanları aldatmak; ulusalcılarla, orduyla, yargıyla, 1923 Devrimi ile hesaplaşmak…

Cumhuriyet tarihinin hiçbir dönemimde bu kadar çok yalan söylenmedi, bu kadar çok sahtekârlık yapılmadı. Bu kadar çok, düzmece, uyduruk belge hazırlanmadı. Türk ordusu, Cumhuriyet, Atatürk bu kadar çok hırpalanmadı, aşağılanmadı…

Vatan toprakları Yağma Hasan’ın böreği gibi, kapış kapış gidiyor. Kapanın elinde kalıyor. Ege’de, Akdeniz’de, Güneydoğu’da arazi, arsa sahibi olabilmek için yabancılar kuyruğa girmiş durumda.

Ama ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar bağırırlarsa bağırsınlar, ne kadar çağırırlarsa çağırsınlar, küfretsinler, boşuna çabalar bunlar… Çünkü Abbas yolcu. Çünkü AKP oyları güneş altında kalan kar gibi eriyor artık.

Pahalılık, enflasyon başını aldı gidiyor… İş aslanın ağzında… Ortalık işsiz kaynıyor…

AKP durmadan güç yitiriyor, oy yitiriyor… Anketler ortada…

Telaşları, korkuları, şaşkınlıkları bundan. Durmadan saldırıyorlar. Ne söylediklerinin ne yaptıklarının farkında değiller.

Ama korkunun ecele faydası yok. Hesap günü yaklaşıyor. AKP yolcu…

Bu seçimde AKP’nin oyları düşecek. Aslında geçen seçimlerde de halk o kadar yüksek oy vermemişti ama sandık ve bilgisayar oyunları ile sonuçları değiştirdiler.

Daha önce uyardım, şimdi yeniden uyarıyorum. Bu kez gözlerimizi dört açalım. Namusumuz gibi, şerefimiz gibi, onurumuz gibi oylarınıza, sandıklarınıza sahip çıkalım.

Oy kullanan her vatandaşın bir görevli gibi sorgulama, denetleme, izleme hakkı vardır. Türkiye’nin ve çocuklarımızın geleceği için, Türkiye Cumhuriyeti için, milletimiz için, yargımız için denetleme görevimizi yapalım.

Sadece kendi partilerimizin değil öteki partilerin de oylarını kayıt altına alalım. Gerekirse cep telefonlarımızla görüntülerini çekelim.

“Lüks hayata”, saltanata, milyarlık yüzüklere, havuzlu villalara alışan Türkiye’nin 21. Yüzyıl padişahları, sultanları tahtını vermemek için elbette her yolu deneyecektir. Geçen seçimlerde yaptığı gibi yine hile hurda yoluna başvuracaktır. Gecenin bir vaktinden sonra AKP oyları hızla artmaya başlayacak, elektrikler sönecek, karanlık yüzlü bilgisayar uzmanları işbaşına geçecektir.

Tüm muhalif partilere sesleniyorum: Sonsuza dek muhalefette kalmak, muhalefet olmak istemiyorsanız, sadece büyük kentlerde değil, kasabalarda, köylerde de önlemler alın. Bilgisayar uzmanlarına görev verin. Yeryüzünde eşine rastlanmayan bu sakat bilgisayar sisteminin denetimini sağlayın. Artırdığınız oyları ve kazanacağınız iktidarı sandıklarda, bilgisayarlarda kaybetmeyin.

HARAMZADELERİ, EŞKIYALARI BİR KEZ DAHA DÜNYAMIZA HÜKÜMDAR YAPMAYIN…

Yandaş medya, yargı, emniyet iktidarın yan kuruluşları gibi çalışsalar da AKP artık kitleleri dilediği gibi yönlendiremeyecektir. Bunun belirtilerine her an, her yerde tanık olmaktayız.

Attila İlhan’ın deyişi ile “Türkiye’de Dip dalgası kendini hissettirmeye başlamıştır.”

ABD de AKP de yıkılacaktır…

Çünkü deniz bitiyor. Deniz bitmek üzeredir…

Yaşadıkları ihtişam dünyasından, sultanlık sarhoşluğundan başlarını kaldırıp şöyle bir baksalar geçmişe, hiçbir ülkede zorbaların hükümdarlıklarını sürdüremediklerini göreceklerdir.

Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmamıştır…

Hitler tüm Avrupa’yı teslim alıp, Rusya sınırına kadar dayanmıştı. Dur, durak bilmiyordu. Engel tanımıyordu. Peki, ne oldu sonu? Ne oldu sonra?

Mussolini, sol yumruğunu göstererek yurtseverlere ve tüm dünyaya meydan okuyordu. İktidarını sol bacağından asılarak sonlandırdı.

Türk ordusuna, devrimcilere, Atatürk’e savaş açan, hapishaneleri yurtseverlerle dolduran, işkencelerden geçiren Menderes’ler, Evren’ler, Çiller’ler de yok artık…

Toz olup gittiler… Sıra AKP’ye gelmiştir.

Hesap günü yaklaşıyor… Çoluğu çocuğu, yandaşı, yaşlısı, genci ile Yüce Divan’da yargılanacaklardır…

O günler çok uzak değildir…

(alieralp37)

İNSAN HAKLARI DOSYASI : Dünyanın en acımasız ülkeleri hangileri ?

Arzu Şen

“Halkı temsil eden ve koruyan bir devlet nasıl kendisini bir katilin seviyesine düşürebilir ki?” Kofi Anan (Birleşmiş Milletler Genelsekreteri)

“İnsanları öldüren insanları neden öldürüyoruz? İnsanlara öldürmenin kötü olduğunu göstermek için mi?” Uluslararası Af Örgütü (Amnesty İnternational)

Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları Komisyonu tarafından hazırladığı ve 10 Aralık 1948 yılında kabul gören İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 3’üncü maddesine göre her insanın en başta yaşamaya hakkı vardır. Bu her insanın temel hakkıdır. Ama ne yazıkki bir çok ülkede insanların yaşama hakları ellerinden alınıyor. En son bilinen örnek: Afganistan’da Kuran’ı yaktığı iddiasıyla sokak ortasında linç edilen Ferhunde.

Maalesef dünyanın bir çok yerinde insanlar tıpkı Ferhunde gibi haksız yere öldürülüyor ve vahşice işkence görüyorlar. Bu durumlarda Amnesty İnternational devreye girerek o insanlara yardım kampanyalarıyla destek veriyorlar. Peki bunu nasıl yapıyorlar ve siz nasıl katkıda bulunabilirsiniz? İşte bu sorunun cevabını buradan öğrenebilirsiniz:

http://blog.radikal.com.tr//insan-haklari/bir-imza-ile-hayat-kurtar-86257

Gelelim Uluslararası Af Örgütü Amnesty İnternational’in 2014 yılının en acımasız ülkeleri raporuna.

Sıralama şöyle:

1. Çin
2. İran
3. Suudi Arabistan
4. İrak
5. ABD
6. Sudan
7. Yemen
8. Mısır
9. Somali
10. Ürdün

Gördüğünüz gibi birinci sırada kocaman bir farkla Çin yer alıyor. Amnesty İnternational Çin’de binlerce idam olduğunu vurguluyor. Yani dünyadaki tüm idamları toplasak, Çin kadar yapmıyor. Hemen ardından İran ve Suudi Arabistan geliyor. İran’da resmi olarak 289 ve gayri resmi olarak 454 idam sayıldı. Suudi Arabistan’da 90, İrak’ta 61 ve ABD’de 35 resmi idam gerçekleştirildi.

En yaygın idam şekilleri ise şunlar:

– Kafa kesmek (Suudi Arabistan)

– Asmak (Afganistan, Mısır, İrak, İran, Bangladeş, Japonya, Ürdün, Malezya, Pakistan, Singapur, Sudan, Filistin)

– Zehirli iğne (Çin, ABD, Vietnam)

– Elektrikli Sandalye (ABD, 1976’ya kadar Filipinler’de çok kullanılırdı)

– Vurmak (Çin, Yemen, Beyaz Rusya, Filistin, Kuzey Kore, Suudi Arabistan, Somali, Taywan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ekvator Ginesi)

– Taşlamak (Tüm Şeriat ülkelerinde, mesela Suudi Arabistan, İran, Afganistan vs..)

Genel Bakış:

– Dünyada 99 ülke ölüm cezasını kaldırdı.
– 6 ülke özel durumlarda ölüm cezası uygulamakta.
– 35 ülke ölüm cezasını pratikte kaldırdı, ama yasal olarak değil.
– 58 ülke hala ölüm cezasını aktif olarak uygulamakta.

Türkiye’de Ölüm Cezası

Türkiye’de son ölüm cezası 1984’ten beri fiilen ve 2004’ten beri hukuken bulunmamaktadır.
T.C. tarihimizide Millet Meclisi tarafından onaylanmış ceza kararı sayısı 712’dir. Bunlardan 15’i kadın hükümlüdür. Son idam mahkumu ise Ekim 1984’te infaz edilen Hıdır Arslan’dır.

Ölüm cezası devletin suçlu bulduğu insanlara uygulanıyorsa, ülkemizde örneğin 12 Eylül döneminde idam adı altında öldürülenlerin kaç tanesine suçluydu diyebiliriz ki? Bir devlet insanını idam ediyorsa, bu adalet değildir, intikamdır! İntikam duygusunun beslendiği ve kök saldığı yerde asla adalet olamaz!

Saygılarımla, Arzu Şen

İletişim ve resmi website: https://www.facebook.com/arzushen

TARİH : DÜNYANIN YÜZLEŞEMEDİĞİ KIRIM GERÇEĞİ

Kemal ÇİÇEK

450 bin Kırım Tatar Türkü bir sabah evlerinden sökülüp vagonlara dolduruldu. Yanlarına hiçbir şey almalarına izin verilmedi. Sürülenlerin çoğunu kadınlar, çocuklar ve yaşlılar oluşturuyordu. 28 gün aç susuz yolculuğun sonunda Özbekistan çöllerine bırakıldılar. 55 yıl sonra izin verildiğinde sadece 250 bini vatanına geri dönebildi.

18 Mayıs 1944’te 450 bin Kırım Tatar Türkü Özbekistan ve Sibirya’ya sürgün edildi. Sürgün edilenlerin yaklaşık olarak yüzde 80’i kadın ve çocuktu. Tahminlere göre sürgün esnasında en az 50 bin Tatar öldü. Bütün baskı ve asimilasyon politikalarına rağmen milli kimliklerini yitirmeyen 250 bin Tatar, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ata toprağı Kırım’a dönmeyi başardı.

Nisan ayında Rusya, Ermeni tehcirini “soykırım” olarak tanıdığını ve Türkiye’nin tarihi ile yüzleşmesi gerektiğini duyurdu. Hâlbuki Rusya, 19. yüzyıldan itibaren Kafkasya Müslümanları’na karşı ırkçı politikalar izlemiş, milyonlarcasını sürgün etmiş ve etnik temizliğe tabi tutmuştur. 71 yıldır Kırım Tatarlar’ı Rusya’dan özür ve zararlarının tazmin edilmesini beklemektedir.

Siz hainsiniz! Çıkın gidin!

18 Mayıs Kırım Tatar Sürgünü’nü anma günüdür. Tanık ifadelerine göre 71 sene önce 18 Mayıs sabahı Rus askerleri aldıkları emir doğrultusunda hiçbir şeyden haberi olmayan Tatarlar’ı sürgün etmeye başladılar. Tanık ifadelerine göre “Ne oldu? Neden evimizden çıkarılıyoruz? Nereye gidiyoruz” diye soranlara askerler “Siz Hainsiniz! Sovyet Hükümeti’nin kararı bu” demekle yetinmişlerdi. 18 Mayıs sabahı başlayan sürgün sonunda, Kırım’da hiç Türk bırakılmamış, 450 bin Kırım Türkü evlerinden çıkarılarak Özbekistan’a sürülmüştü.

Rusya için tehdit olarak görüldüler

Sovyetler Birliği Komünist Partisi Kafkas Müslümanları’nın ülke güvenliği için tehlike oluşturduğu iddiasındaydı. Kafkas Müslümanları’nın Türkiye ile tarihi bağları onları korkutuyordu. Bu yüzden vatana ihanet bahanesiyle birer birer hepsini bölgeden sürgün etme kararı aldı. Özerklik taleplerinden çekindiği Kırım Tatarları’nı da topyekûn etnik temizliğe tabi tuttu. Kulaksızlaştırma denen politika doğrultusunda önce mal ve mülklerine el koydu, sonra Sibirya’ya sürgün, orada da açlığa mahkûm etti.

İhanetle suçlandılar

II. Dünya Savaşı’nda Kırım, Alman ordularının eline geçince Komünistler, Naziler’e karşı direnişe geçtiler. Ancak Kırım Tatarları’nı direniş örgütüne almadılar. Tatarlar’a karşı ırkçı bir tutum takındılar. Komünist Partisi üyesi olmalarına rağmen bazı Tatar liderler deşifre edilerek Almanlar’ın önüne atıldılar. Naziler, bunları derhal idam etti. Hâlbuki 20 bin Tatar Kızıl Ordu’ya katılmış ve en az 80 kişi kahramanlık madalyası almıştı. Buna rağmen partizan Komünistler onların ezici çoğunluğunun Naziler’le işbirliği yaptığını iddia ettiler.

Gerçek çok başkaydı

Almanlar 1941 yılında Kırım’ı işgal ettiğinde Tatarlar’ın Naziler’e katıldığına dair bugüne kadar hiçbir delil ortaya konulamamıştır. Bazı Tatarlar Sovyet zulmünden bıktıkları için işgalcilerle işbirliği yapmış bile olsa bunların sayıları asla iddia edildiği kadar değildi. Tarihçi J. Otto Pohl’un yaptığı araştırmalara göre Naziler’e katılan Tatar sayısı sadece 479’du. Partizan Komünistler’in bu iddiasının asıl nedeni “Tatarlar’a karşı tarihi Slav düşmanlığı”ndan başka bir şey değildi. Asıl amaç Tatarlar’ın verimli arazilerine el koymaktı.

Ve sürgün edildiler

1944 yılında Tatar Türkleri haksız yere Sovyetler’e ihanet bahanesiyle sürgün edilmeye başlandılar. Joseph Stalin’in emriyle 11 Mayıs 1944 tarihinde “Tatar Milli Komitacıları”nın Kızıl Ordu’ya sızma ve sabotaj hazırlığında olduğu ve Kırım’ın Tatar olmayan halkına karşı katliam hazırlığı yaptığı iddiasıyla sürgün kararnamesi çıkarıldı. Bir hafta sonra bütün Tatar nüfusun Özbekistan Sovyet Cumhuriyeti’ne gönderilmesine başlandı. 12 gün içinde sürgün tamamlandı. Mal ve mülklerine devlet tarafından el konuldu.

Hiçbir şey almalarına izin yok

18 Mayıs sabahı evlerinden toplanan Kırım Tatarları, yolculuk esnasında ve sonrasında insanlık dışı muameleler gördüler. Erkeklerin çoğu Kızıl Ordu’da silah altındaydı. Bu yüzden sürgün kafileleri yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşuyordu. Vatanlarından koparılıp atılan bu insanlar, hayvan vagonları içinde Orta Asya çöllerine sürüldüler. Yanlarına hiçbir şey almalarına izin verilmedi. Günlerce aç ve susuz kaldılar. Sürgünden sağ kalanlar yıllarca tecrit kamplarında yaşadılar.

Vatana dönüş macerası

Milli liderleri Mustafa Cemil Kırımoğlu’nun önderliğinde hiçbir zaman şiddete bulaşmadan, tamamen demokrasi, hukuk ve insan hakları çerçevesinde sürdürdükleri mücadele dünyada büyük takdir topladı. Ancak vatana dönüşleri Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar mümkün olamadı. 1989 yılında vatanlarına dönüş izni verildi. 250 bin Kırım Tatar Türkü tamamen kendi imkânlarıyla Kırım’a dönmeyi başardı.

Vagonda ölülerle yolculuk

Fatma Kerimova anlatıyor: “Vagonlar çok pis, havasız ve kalabalıktı. İnsanlar üst üste yığılmış gibiydi. Yiyecek bir şey de yoktu. Zayıf olanlar, ihtiyarlar, ölmeye başladı. Ölülerimizi vagonların bir tarafına yığıp, o rahmetlilerle birlikte yola devam ediyorduk. Zaman zaman yolda tren duruyor ve askerlerin kontrolleri altında trenlerden inebiliyorduk. Bu arada vagonlardaki ölüleri de atıyorlardı. Hiçbirine mezar yapılmadı. Kim bilir, onların ölüleri ne oldu? Kurt, kuş mu yedi? Çürüyüp gittiler mi?”

Rusya’nın yüzleşemediği sürgünler

Rusya, 19. yüzyılın sonlarından beri kendi topraklarında etnik temizlik yapmayı sürdürmektedir. Ancak Rusya, II. Dünya Savaşı sırasında ve Stalin dönemi boyunca, Kafkasya Müslümanları’nı vatanlarından sürgün etmeyi milli bir politika haline getirdi. Karaçaylar, Çeçenler, İnguşlar, Balkarlar, Kırım Tatarları ve Ahıska Türkleri kitleler halinde Sibirya ve Orta Asya Cumhuriyetleri’ne sürgüne gönderildiler. Bu sürgünler sırasında yüz binlerce insan yaşamını yitirdi. Sovyetler Birliği 1950’lilerin sonunda Kırım Tatarları dışındakilerin topraklarına dönmelerine izin verdi. Kırım Tatarları ise Sovyetler’in dağılmasını bekledi.

Tatar lidere Kırım’a girme yasağı

27 Şubat 2014’te dünyaya meydan okuyarak Kırım’ı Ukrayna’nın elinden alan Rusya, 1944 sürgününün yaralarını yeni yeni saran ve Kırım’ı yeniden vatan yapma çabası içerisinde olan Tatarlar’ın ümitlerini söndürdü. Kırım Tatarları’nın lideri Mustafa Cemil Kırımoğlu’nun Kırım’a girişini yasakladı.

Çölde kaderleriyle baş başa bırakıldılar

18 Mayıs 1944 günü şafak vakti evlerinden alınıp yük vagonlarına bindirilen yüz binlerce Kırım Türkü Özbekistan’a sürgün edildi. 28 gün süren yolculuk boyunca aç, susuz bırakıldılar. Tıka basa doldurulan ölüm vagonlarında sevdiklerinin ölü bedenleriyle seyahat ettiler. Özbekistan çöllerine ulaşabilenler ise kaderleriyle baş başa bırakıldılar.

Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK

AK PARTİ DOSYASI : Bu hükümet yüzünden Türk’e Dünya’da gidecek y er kalmadı

Libya açıklarında bombalanan bir Türk şirketine ait sivil gemi’de ölü ve yaralılar var. Olayla ilgili dışişleri bakanlığının duyurusu aşağıda.

Dini kullanarak siyaset, bilinçsiz ve şuursuz bir büyük Türkiye hayali ile hükümetin ülkeyi getirdiği hal bu.

Tanrı Türk’ün yardımcısı olsun.

T.C. Dışişleri Bakanlığı Duyurusu

“Dün (10 Mayıs) akşam saatlerinde bir Türk şirketine ait Cook Islands bayraklı, “Tuna-1″ isimli kuru yük gemisinin İspanya’dan aldığı alçıpan yükünü teslim etmek üzere Tobruk/Libya limanina giderken, Tobruk’un yaklaşık 13 mil açığında, uluslararası sularda karadan topçu atışına maruz kaldığı öğrenilmiştir.

Saldırı üzerine bölgeden uzaklaşmaya çalışan gemiye aralıklarla iki ayrı hava saldırısı düzenlendiği, saldırılarda geminin Türk vatandaşı üçüncü kaptanının hayatını kaybettiği, mürettebattan yaralananlar olduğu, gemide maddi hasar meydana geldiği bildirilmiştir.

Olayda hayatını kaybeden vatandaşımıza Allah’tan rahmet diliyoruz.

Uluslararası sularda sivil bir gemiye karşı gerçekleştirilen bu alçakça saldırıyı şiddetle kınıyor, saldırıyı gerçekleştirenleri lanetliyoruz. Bu menfur saldırı ilgili Libya makamları nezdinde şiddetle protesto edilmiş, anılan gemiye ve bölgede bulunabilecek diğer Türk gemilerinin güvenliğine yönelik eylemlerin derhal sona erdirilmesi ve söz konusu saldırının sorumluları hakkında gerekli hukuki işlemlerin yapılması talep edilmiştir. Anılan gemiye yönelik saldırı kapsamında uluslararası hukuktan kaynaklanan tazminat dahil her türlü hakkımız mahfuzdur. Konu hakkında ilgili uluslararası örgütler nezdinde girişimler yapılmaktadır.”

DENİZCİLİK DOSYASI : DÜNYANIN İLK ARABALI VAPURU – SUHULET

Hüseyin Haki Efendi, İskender Bey ve Mehmet Usta kimlerdir, biliyor musunuz?

Kendinizi suçlamayın, bunu neredeyse hiç kimse bilmez… Bu isimlerin bu güne kadar neden birer araba vapuruna konmadığını… Hiç olmazsa, bari arabalı vapur iskelelerine şöyle birer panonun neden asılmadığını da bilmez hiç kimse…

“Ey millet!..

1871 senesine kadar dünyada hiç kimse araba vapurunun ne olduğunu bilmiyordu…

Ta ki, sizin dedelerinizden ve bu vatanın evladı olan şu üç isim akıl edip, dünyanın ilk araba vapurunun planını çizinceye kadar:

1- Dönemin Şirket-i Hayriye Müdürü HÜSEYİN HAKİ EFENDİ

2- Umum Müfettişi İSKENDER BEY

3- Hasköy Tersanesi baş mimarı MEHMET USTA

Ülkemize ve dünyaya örnek olup, göğsümüzü kabartan bu üç aydın kişiyi rahmetle ve minnetle anıyoruz…”

Bunu yapmak acaba kaç kuruş tutardı ve acaba neden yapılmadı?.. Ve bu üç insanın isimleri “Graham, Albert, Izaak, George” filan olsaydı, acaba ders kitaplarımızda kaç yıl karşımıza çıkardı?

Yüzüne bakılacak hali kalmamış olan ekranlarımız ve beyaz perdeler için; hemen şuracıkta, burnumuzun dibinde yaşanmış olan bu gerçek ve muhteşem hikâyenin filmi neden çekilmez?..

Bugün dünyanın pek çok ülkesinde veya ülkeleri arasında araba vapurları ve içine araba bindirilen büyük gemiler çalışıyor… Ülkemizde de benim bildiğim kadarıyla Van’dan Tatvan’a, İzmir’den Karşıyaka’ya, Gelibolu’dan Lapseki’ye, Eceabat’tan Çanakkale’ye, Gökçeada’ya, Geyikli’den Bozcaada’ya, Topçular’dan Yalova’ya, Tekirdağ’dan Avşa ve Marmara Adalarına arabalı vardı… Ayrıca İskenderun Körfezi’nde ve Türkiye-Kıbrıs arasında seferler yapılıyor veya yapılıyor idi…

Şimdi bunların daha yenileri, daha hızlıları inşa edildi ve şehir hatları hızla gelişiyor… Fakat hepsinin atası, işte o vapur; Suhulet… Yani, denizi geçmek isteyen yolculara “kolaylık” olsun diye, üç Türk tarafından tasarlanan, dünyanın o ilk araba taşıyan vapuru…

Dünyanın ilk araba vapurunun ismi: Suhulet… Suhulet “Kolaylık” demek ve hikâyesi şöyle: Hayal kurmayı becerebilen bu üç Türk o güne kadar benzeri görülmemiş bir vapur tipi üzerinde kafa yormaya başlıyorlar… “Bu öyle bir şey olsun ki, düz ve alçak güvertesinin her iki ucunda rampalar bulunsun… Arabalar, faytonlar bu rampaları kullanarak vapura binsin ve dönmeden karşı taraftan karaya çıksın…”

Proje güzelce çizilip yaptırılıyor. Böylece, 1871 senesinde… Denizcilik tarihine “DÜNYANIN İLK ARABA VAPURU” olarak adı yazılan; “26” baca numaralı SUHULET (Kolaylık) doğuyor… Ve hemen ardından; “27” baca numaralı (iki kıyıyı birbirine bağlayan) anlamına gelen “SAHİLBENT” inşa ettiriliyor…

Hizmetten alındığı 1958 yılına kadar Sirkeci-Harem hattında hizmet veren Suhulet, tam 87 yıl boyunca sayısız araç ve yolcuyu iki kıta arasında taşıyor…

Not: İDO (İstanbul Deniz Otobüsleri) tarafından, Çeksan Tersanesi’nde inşa ettirilen, 80 araç, 612 yolcu kapasiteli, 12,5 deniz mili hız (Sirkeci-Harem 8 dk.) yapabilen… Ve 2007 yazı itibariyle denize indirilen yeni Suhulet ile nasılsa bir gün karşılaşırsınız. İşte o zaman bu hikâyeyi hatırlayın istedik…

MÜLTECİLER DOSYASI /// VİDEO : Dünya’dan ve Türkiye’den 24 Mülteci İsyanı

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=XFLgxXALI2I&feature=em-uploademail

KOMPLO TEORİLERİ /// DOÇ. DR. ÜMİT SAYIN : DÜNYAYI YÖNETEN GİZLİ ÖRGÜTLER

Doç. Dr. Ümit Sayin

Genel durum

Yeni Dünya Düzeni’nin dünyayi yeniden paylasmada Türkiye’nin basina 21. yüzyilda inanilmaz çoraplar örülmek istenmekte ve Türkiye adim adim Sevr kosullarina sürüklenmektedir. Oynanmakta olan bu satranç oyununda Türkiye’de dev bir operasyon yapilmis ve "Sah" köseye sikistirilmistir (Manisali 2002a ve 2002b). Mat olup olmamasi bundan sonra Türk Genelkurmayi’nin atacagi adimlara baglidir. ABD tarafindan planlanan bu operasyon, AB ülkelerinin de yardimiyla simdilik basariyla yürütülerek hedeflenen ekonomik kriz ülkede basariyla yaratildiktan sonra, tüm piyonlar rollerini basariyla oynamislar ve 79 yil önce Hilafeti kaldiran Türk devletinin tepesine Hilafetçi artigi ve ABD kuklasi bir parti usta bir manevra ile -umutsuzluk içindeki halk kandirilarak- geçirilmistir.

Tüm hükümet üyelerinin ve bakanlarinin Naksibendi veya Fethullahci baglantilari Aydinlik dergisinde yayimlandigi halde sadece bir iki bakandan tekzip gelmistir. Hükümet üyelerinin büyük çogunlugu ünlü Abant Toplantilarini düzenleyen Fethullahçi örgütlenmenin odagindaki Birlik Vakfi’nin üyesidir. Bir zamanlar "demokrasi tramvayi"na gerekirse binebilecegini ya da eregine ulasmak amaciyla papaz giysisi bile giyebilecegini söyleyen, camilerin kubbelerini migfer olarak takacak, minareleri de mizrak olarak kullanacak Tayyip Erdogan liderligindeki kadronun yönetiminde Türkiye’yi ileride daha vahim sorunlarin bekledigi açiktir.

Diger yanda ise ABD 80 bin askeriyle Diyarbakir’da konuslanmak ve Türkiye’yi hiç ilgisi olmadigi bir savasa bulastirmak istemektedir. ABD’nin hedefi açiktir. Kafkasya ve Ortadogu petrol ve dogal gaz bölgelerini Naziler gibi isgal etmek ve Asya’nin stratejik bölgelerini kontrol altina almak! Ama rambo çigliklariyla savas naralari atan Türk medyasinda hiç deginilmedigi üzere, ABD’nin asil hedeflerinden birisi de Türkiye’yi parçalamak ve Dogu Anadolu’da ABD kuklasi bir Kürt devleti kurmaktir. Türkiye’yi parçalama ve çökertme operasyonu asikar bir biçimde Kibris üzerindeki Annan Plani ile, NGO’lari ile, Fener Patrikhanesi’ne ve Rum azinliklara verilen haklar ile, Rum Pontus’u ile, Kuzey Irak’taki Kürt Senatosu ile Türkiye’de ajanlik faaliyeti gösteren vakiflariyla basarili bir sekilde sürdürülmektedir. Degerli Necip Hablemitoglu’nun katledilmesi Türkiye’yi istikrarsizlastirma operasyonunun bir parçasidir ve korkarim ki bu cinayetler sürecektir. Cinayetleri ise çok daha büyük bir ekonomik kriz beklemektedir. Ya Türk askeri, kriz durumlarinda ABD’nin müdahele gücü haline getirilecek ya da ekonomisi kisirlastirilmis ve tarimi çökertilmis olan Türkiye açliga mahkum edilecektir. Yani "Sah ve Mat" gerçeklesmesi planlanmistir.

Bu yazida Türkiye’deki durumu irdelemek açisindan dünyayi yöneten gizli güçleri ortaya koymaya çalisacagiz. Simdilerde Globalizasyon adiyla bize yutturulmak istenen Yeni Dünya Düzeni bir günde kurulmus bir strateji degil, kökeni imparatorluklar ve sömürgeler dönemine dayanan bir plandir. Globalizasyon, ulusçulugu ve sinirlari kaldiran bir sistem degil, aksine ezen uluslarin kayitsiz sartsiz hakimiyetine yol açacak acimasiz, emperyalist ve fasist bir yapidir. Yeni Dünya Düzeni’ni sekillenderen iki temel dev güç vardir. Bunlardan birisi Yahudi lobisi ve tekellerinin kurdugu gizli cemiyetler, ötekisi ise WASP adi verilen beyaz, Anglo Sakson, Protestan azinligin kurdugu gizli cemiyetlerdir. ABD’de tüm güç ve medya bu gizli cemiyetler tarafindan sekillendirilmektedir. Yahudilerin de içinde yer aldiklari CFR (Council on Foreign Relations), Bilderberg gizli örgütü ve Trilateral Komisyon bu cemiyetlerin temelini olusturur. Bir istihbaratçi olan George Orwell’in 1984 isimli kitabinda belirtildigi üzere, medyayi kontrol eden beyinleri kontrol eder. Beyinleri kontrol eden ise, toplumlari kontrol eder (son örnegini 3 Kasim seçimlerinde gördügümüz gibi).

ABD’de medyayi ve beyinleri kim kontrol eder?

ABD’de her yere yayilan ve en çok seyredilen kanallar yaklasik 15 aile tarafindan ve 24 sirketle yönetilmektedir (Chomsky, 1988, 1991, 1992, 1994).

Bu sirketler sunlardir (Chomsky, 1988, 1991):

· Advance Publications (Newhouse ailesi),

· Capital Cities (Devlet Kökenli, DK),

· CBS (DK),

· Cox Com (Cox ailesi) ,

· Dow-Jones (Bancroft-Cox ailesi),

· Gannet (DK),

· GE (General Electric),

· Hearst (Hearst ailesi),

· Knight-Ridder ailesi,

· News Corp (Murdoch ailesi),

· New York Times (Sulzberger ailesi),

· Reader’s Digest (Wallace ailesi),

· Scripps-Howard (Scrips ailesi),

· Storer Corp (Storer ailesi),

· Taft (Taft Ailesi),

· Time Inc. (karisik ve DK),

· Times Mirror (Chandler ailesi),

· Triangle (Annenberger ailesi),

· Tribune Co. (McCormick ailesi),

· Turner Broadcasting (Turner ailesi),

· Fox Broadcasting (Fox ailesi).

ABD’de bugün, hem gizli-derin devletten izinsiz, hem de bu ailelerden izinsiz hiç bir gerçegi yayimlayamazsiniz (ABD gizli devleti için bkz. Vankin 1996; Constantine1997; Blum 2000). Belirli bir elit zümrenin kontrolü altinda olan ABD medyasinin, bunun bir sonucu olarak da dünya medyasinin gerçeklerle ilgili fazla bir bilgi yayinlanmasi beklenemez. Zaten tüm Amerikan halki 11 Eylül olayinda oldugu gibi medya tarafindan tamamen uyutulmus ve inanilmaz senaryolar ile sadece Amerikan halki degil, tüm dünya kandirilmistir (Meyssan 2002; Sayin 2002).

Bu sirketlerin pek çogunun yöneticisi özel ve elit bir alt kültürden gelmektedir ve hep ayni söylemi dile getirirler ve Yeni Dünya Düzeni’nin temel bir parçasidirlar. Bu egilim, dünyayi dinlemek ve yönetmek için NSA (National Security Agency) tarafindan kurulmus ECHELON sisteminin diger üyeleri Ingiltere, Kanada, Yeni Zelanda ve Avustralya’da da pek degismemektedir (Sayin 1998; Hager 1997). ABD’de de Washington ve New York merkezli CFR’nin yerini bu ülkelerde Bilderberg ve Trilateral Komisyon almaktadir.

Medyanin basinda da mutlaka bu örgütlerin elemanlari bulunur. Asagida bazi örnekleri siraliyoruz (Kisaltmalar B: Bilderberg üyesi; T: Trilateral Komisyon; C: Council on Foreign Relations, en az iki veya üç gizli cemiyete üye olanlardan örnekler verilmistir, bu örgütler daha sonra tanimlanacaklardir, Kaynak: Ross 2000):

Robert Erburu (C ve T): Times Mirror baskani

Forester Lynn ( B ve C): Netwave Inc. Haberlesme sistemleri

Paul Gigot (B ve C): Wall Street Journal, Washington yazari.

Henry Anatole Grunwald (B ve C): Time dergisi, editör

Jimmie Lee Hoagland (B ve C): Washington Post, editör yardimcisi.

Claude Imbert (B ve T): Le Point, Paris.

Dinç Bilgin (B ve T): Sabah Yayincilik ve 1 Numara Yayincilik.

Wyatt Thomas Johnson (C ve T): CNN baskani.

Flora Lewis (C ve T): New York Times, Paris, köse yazari

Charles William Maynes (B ve C): Foreign Policy Magazine, Carnegie vakfi (CIA baglantili)

Albert J. Wholstetter (B ve C): Wall Street Journal, yazar

Robert Leroy Bartley (B, C ve T): Wall Street Journal, Editör ve baskan.

Thomas L. Friedman (B, C ve T): New York Times, köse yazari.

David Gergen (B , C ve T): US News and World Report, Baskan ve editör.

Katharine Graham (B, C ve T): Washington Post, direktörlerden

James Fulton Hoge (B, C ve T): Foreign Affairs Magazine direktörü

(bu dergi CFR’in resmi organidir).

Mortimer Benjamin Zuckerman (B, C ve T): US News ve World Reports, Atlantic Montly, NY Daily News. Bas Editör.

Dünyada hakimiyeti elinde tutan bu Anglo Sakson ve Yahudi medyalarinda tek bir ideolojinin borusu öter: Globalizm. Globalizasyonun ve Yeni Dünya Düzeni’nin temel felsefesini ortaya koyan da ORDO AB CHAO (Kaostan Düzen) mottosu ile ortaya çikmis Illüminati, Skulls and Bones Society (SBS, Kuru Kafa ve Kemik Cemiyeti), Bohemian Grove (veya Bohemian Club) gibi gizli cemiyetlerin ta kendisidir! Daha sonra bu cemiyetlere 20. yüzyilda Council on Foreign Relations (CFR, Dis Iliskiler Konseyi), Bilderberg ve Trilateral Komisyon eklenecek ve diger ülkelere de yayilarak kayitsiz sartsiz bir Yeni Dünya Düzeni veya bir Anglo Sakson Firavunlar devri yaratmak için büyük bir mücadele verilecektir (Sutton 1986; Domhoff 2000; Ross 2000; Marrs 2000).

Dünyadaki pek çok tüketim malzemesini ve diger mallari sistematik gizli örgüt agina sahip bir elitler grubu kontrol etmektedir. Bu elitler grubu tüm dünyaya yayilmislar ve pek çok kilit noktayi bilinçli ve planli bir biçimde isgal etmislerdir. Artik dünyayi yöneten bir Büyük Agabey vardir ve bu Büyük Agabey bahsedilen elitlerin olusturdugu gizli bir agdir; bu agin tarihsel mistik bir geçmisi de vardir! Büyük Agabey örgütünün üye sayisi 8-10 bini asmaz, ama savaslarin çikmasindan dünyadaki para hareketlerine, uyusturucu trafigi ve kara paradan ülkelerin çökertilmesine, hükümetlerin degistirilip, ülkelerin parçalanmasina kadar (Rusya ve Yugoslavya örnegi) bu elitler grubu ve Büyük Agabey etkilidir.

Yeni Dünya Düzeni, arkasinda masonik gizli örgütlenmelerin oldugu bir uluslararasi agin ve Council on Foreign Relations (Dis iliskiler konseyi), Trilateral Komisyon ve Bilderberg isimli örgütlerin planlayip, dünyaya dayattigi kayitsiz sartsiz emperyalist bir sömürü sistemidir.

Yeni Dünya Düzeni ve bu örgütler neden tehlikelidirler?

Yeni Dünya Düzeni’nin amaçlari ve tehlikeleri hakkinda tonlarca kitap yazilmis, globalizasyonun insanliga sunacagi acimasiz gerçekler hakkinda yüzlerce konferans verilmistir. Fakat bahsedilen gizli örgütlerin ve CFR, Bilderberg ve Trilateral Komisyo’nun tehlikeleri hakkinda yazilan kitaplar bir avuçtur. Çünkü bu örgütler hakkinda bilgiye ulasmak çok zordur. Bu örgütlere üye olan kisiler istihbarat örgütlerinin, silahli kuvvetlerin, NATO’nun veya Savunma Bakanliklarinin, bankalarin, dev tröstlerin en tepesindeki insanlardir. Nazilerden pek de farkli olmayan bu insanlarin gerçek yüzlerini daha iyi anlayabilmek, ancak onlarin dünya insanligi üzerinde oynadiklari rolü sergileyerek mümkün olabilir. Bu örgütler niye tehlikelidirler? Çünkü:

Savaslari onlar çikarirlar. Ne kadar sürecegine onlar karar verirler, kimlerin katilacagina ve hangi sinirlarin çizilecegine onlar karar verirler (Su anda içine girmekte oldugumuz savasta oldugu gibi). Birinci Dünya Savasi’nin çikmasinda J. P. Morgan ve Rockefeller’in büyük etkileri oldugu ve savas sonunda da inanilmaz kârlar elde ettikleri bilinmektedir (Marrs 2000). Ayrica 2. Dünya Savasi’nin basinda (Hitler’in yükselisinde de) Rockefeller grubunun Hitler’e yaptigi yardimlar bilinmektedir. Rockefeller’lar, bu Büyük Agabey’in, CFR veya Skulls and Bones Society’nin merkezindedirler.

Parayi kayitsiz sartsiz onlar kontrol ederler. ABD’deki Merkez Bankasi’ndan tutun, diger uluslardaki merkez bankalarina kadar tüm temel bankalarin kilit noktalarini onlar kontrol ederler. Iskonto oranlarini, para teminini, altin stoklarini ve altin fiyatlarini, borsa fiyatlarini onlar ellerinde tutarlar ve kontrol ederler. Dünyada akmakta olan tüm kara para bu örgütlerin kontrolündedir.

Hükümetleri onlar kontrol ederler. Pek çok ülkede kimin basbakan, kimin vali veya kimin yönetici konumuna gelecegini onlar kontrol ederler. Gerekirse hükümetleri yikarlar, yerine yenisini kurarlar, islerine gelmezse onu da yikarlar ve bunu kimsenin ruhu duymadan yaparlar. Medya bu gerçeklerden bahsedemez.

Medya ve bilgiyi onlar kontrol ederler. Temel pek çok medya kuruluslarini onlar kontrol ederler. Beyin yikama yöntemleri ve medyayi yönlendirme yöntemleri korkunçtur. Onlarin izni olmadan büyük medyaya yayin yapmaniz mümkün degildir.

Ücretleri, vergileri maaslari onlar kontrol ederler . Emeginize net olarak hakimdirler. Tüm ücretleri, endüstrilerdeki maaslari, isçi maaslarini onlar kontrol ederler.

Mafyayi onlar kontrol ederler. Detaya girmeye gerek yok, çünkü zaten kendileri mafyadir. Diger mafya örgütlenmelerini onlar kontrol ederler.

Bilimi ve teknolojiyi onlar kontrol ederler. Bilimi ve teknolojiyi çok kilit noktalardaki ögretim görevlileri veya çok kilit noktalardaki sirket görevlileri sayesinde onlar kontrol ederler.

Istihbarat örgütlerini ve ordulari onlar kontrol ederler. ABD’deki hemen her istihbarat örgütünün üst düzey görevlisi veya ileri geleni ya bahsedilen gizli örgütlerin üyesidir, ya da CFR, Trilateral Komisyon veya Bilderberg üyesidir. Avrupa ve Japonya’daki istihbarat örgütlerinde de bu kisiler çok etkilidir. Türkiye’de ise son 50 yildir yönetici konumuna gelmis pek çok kisi ya Trilateral Komisyon veya Bilderberg üyesidir.

Su unutulmamalidir: Bu örgütlerin güçleri, nitelikleri ve üyeleri ortaya çikarildiktan sonra kesinlikle alt edilebilirler. Bu örgütleri böylesine siralamak onlarin yenilmez olduklari vurgulamak amaciyla degil, aksine onlarin iç yapilarini ortaya koymak ve alt edilebileceklerini vurgulamak amaciyla yapilmaktadir.

Asagida her üç örgüte de (Trilateral Komisyon, Bilderberg ve CFR) üye olan kisilerin isimlerini ve bulunduklari konumlari sunuyorum (Ross 2000).

Her üç örgüte de üye olan elitler

Paul Arthur Allaire: Xerox sirketi direktörü, CFR direktörü.

Graham T. Allison: Ulusal Politika Merkezi üyesi, eski CFR Direktörü.

D. Orville Andreas: Archer Daniels Sirketi Baskani.

R. Leroy Bartley: Ünlü Wall Street Journal Editörü.

C. Fred Bergsten: Ünlü Brookings Institition Yöneticisi.

Robert R. Bowie: Kitalararasi Gelistirme Merkezi üyesi.

John Bredemas: Texaco sirketi direktörü, eski senatör.

Zbigniew Brzezinski: Ulusal güvenlik danismani, Stratejik ve Uluslararasi Çalismalar Enstitüsü.

John H. Chafe: Senatör, Fin. Sel. Intellig. Direktör.

Bill Clinton: Eski Baskan , Arkansas Valisi.

Richard N. Cooper: Harvard’da Prof. CFR direktörü, Devlet Bakanligi, Ekonomik isler.

Gerald Corrigan: CFR direktörü, Federal Merkez Bankasi. Eski direktörü, Goldman Sachs.

Lynn E. Davis: Devlet Bakani, Uluslararasi Güvenlik Sekreteri.

John Mark Deutch: CIA direktörü, Savunma Bakanligi.

Martin S. Friedman: Prof. (Harvard) Ekonomik Arastirmalar Ulusal Bürosu.

Stephan J. Friedman: Goldman Sachs Sirketi.

Thomas L. Friedman: New York Times gazetesi, köse yazari.

David. L. Gergen: US News ve World Report Direktör ve Clinton ‘in danismani.

Louis Gerstner: IBM Sirketi sahibi ve Baskani.

Kathrine Graham: Washington Post gazetesi, köse yazari ve Brookings Inst.

Maurice Greenberg: CFR direktörü, Am. Int. Group Inc. Baskan Yardimcisi.

Lee Herbert Hesburgh: Senatör , Indiana uluslararasi iliskiler.

W. Alexander Hewitt: Jamaica Büyükelçisi.

James F. Hoge: CFR’nin yayin organi Foreign Affairs’in direktörü.

Richard Holbrooke: ABD Büyükelçisi, B. M. üyesi Credit S. First Boston Corp.

Vernon E. Jordan : Aikin, Huer and Feld Sirketi, RJR Nabisco yöneticisi.

Henry A. Kissenger: Nixon ve Carter dönemi Devlet Bakanligi, Sekreter.

Winston Lord: Devlet Bak. Sekreter yardimcisi, Dogu Pasifik ve Asya Iliskileri.

Jessica T. Mathews: Uluslararasi baris için Carnegie Vakfi Baskani (CIA ve DIA).

Winston P. McCracken: Michigan Üniversitesi Prof.

Robert Strange Mc Namara: Dünya Bankasi Baskani, Eski Savunma Sekreteri, Brookings Inst. (CIA baglantili).

Walter F. Mondale: ABD Büyükelçisi, Japonya Devlet Bakanligi.

J. Benjamin Nye: Hazine Bakanligi Sekreteri ve etkin baskani.

Joseph S. Nye: Ulusal Istihbarat Konseyi Baskani, Harvard Dekani

Rozanne L. Ridgway: Atlantik Konsül, RJR Nab Direktörü.

Charles W. Robinson: Kitalararasi Gelistirme Konsülü, Brookings Inst. (CIA baglantili).

David Rockefeller: Chase Manhattan Bankasi baskani, Rockefeller Sirketi Baskani, CFR baskani, Trilateral Komisyon baska. Bahsedilen tüm örgütlerin basindaki çekirdegin yöneticisi.

Brent Snowcroft: Ulusal Güvenlik Konseyi Baskan yard, CFR eski baskani.

Helmut Sonnefeldt: Brookings ve Carnagie Endowment (CIA baglantili).

George Soros: Soros Fund Baskani, Open Society Institute.

Laura D. Tyson: Prof, Harvard, Ekonomik danismanlik Komisyonu baskani.

Paul A. Volcker: Federal Reserve System (Merkez Bankasi) Baskani.

John C. Whitehead: Brookings Institution baskani (CIA yan kurulusu) NYC, AEA investor.

Paul D. Wolfowitz: John Hopkins Ünv Dekani, Ileri Uluslararasi Iliskiler (CIA).

Robert B. Zoellick: Stratejik ve Uluslararasi Iliskiler Merkezi baskani.

M. Benjamin Mortimer: US News, World Reports, NY Daily News, Atlantic Montly Baskani ve yöneticisi, pek çok medyayi kontrol etmekte.

Eski ve Yeni Dünya Düzeni’nde gizli cemiyetlere kisa bir bakis

Dünyanin kurulusundan beri insanlar sosyal sistemler içinde belirli bir güç arayisinda olmuslardir. Belirli sosyal siniflarda ve özellikle 16-18. yüzyildan sonra yönetici sinifi teskil eden üst burjuvazide belirli mevkilerin dagilimi arz-talep dengesine uygun olmamaya baslamistir. Ayrica klise ve din baskisina karsi da, farkli ve daha açik görüslü düsünceye sahip insanlar farkli örgütlenmeler içine girme ihtiyaci duymuslardir. Bu yüzyillarda eski mistik gizli cemiyetlerin de törelerini ve yöntemlerini kullanan yeni yapilanmalar görmekteyiz. Masonluk ve ILLUMINATI bu özellikleri fazlasiyla içermektedir.

Aslinda gizli cemiyetler büyünün ve ayinlerin basladigi çok eski dönemlere kadar gider ve pek çok gizli cemiyetin kurulusu Misirlilar ve Mezopotamyalilar zamanina kadar uzanmakta, Sümer ve Akadlara, 5000 yil önceye gitmektedir. Ama ilk gizli cemiyetlerin temel çikis noktasi din ve Tanri ile bütünlesme çabasidir. Ilk gizli cemiyetleri olusturanlar da zaten samanlar, din adamlari ve ruhban sinifi olmustur. Zoroastrianizm, Mithraism, Pitagorasçilik, Neo-Platonizm, Kabalizm, Sufism, Batiniler (Hasan Sabbah’in gizli cemiyeti), Tapinak ve Malta Sovalyeleri ve Gül Haç örgütü ve daha binlercesi Misir, Mezopotamya ve Ortadoguda kendi inanç, sembolizm ve ritüel sistemleri ile yogrulmuslar ve yillarca birbirlerinden etkilenerek Rönesans dönemine kadar ulasmislardir. Burada söz konusu olan masonik cemiyetlerdir, ama burada hedefimiz tüm masonlari ve masonik aktiviteleri kötülemek degildir. Yüzlerce kola ayrilmis olan masonluk kendi alt kültürü içinde bazi masonik olgulari ve yapilari da beraberinde getirmistir. Masonlugun tarihte insanlara olumlu etkileri de olmustur. Öncelikle 18. yüzyil öncesi Anderson Anayasasi’ndan önceki masonlarin pek çogu aydinlanmaci ve bilimsel kisiligi ön plana çikan kisilerdir.

Varligi halen tartisilan Gül Haç (Rose Croix) örgütünün de masonlugun farkli bir devami oldugu, hatta 1614’lerde kliseye karsi Ingiltere’de manifestolar verdigi de söylenir. Rose Croix’da bulundugu ve büyük üstatlik yaptigi söylenen bazi kisileri son yillarda bulunan parsomenlerdeki kayitlarina ve ‘Holly Blood and Holly Grail’ ( Kutsal Kan , Kutsal Kase) isimli kitaptaki bilgiye göre sayalim isterseniz (Baigent 1983). Leonardo da Vinci (1510-1519); Robert Boyle (1654-1691); Isaac Newton (1691-1727); Charles Radclyffe (1727-1746); Victor Hugo (1844-1885); Claude Debussy (1885-1918). Daha pek çok ünlü isim mevcut bu gizli masonik örgüttedir! Bu örgütün de farkli bir masonik örgüt olarak faaliyetlerini halen dünyanin heryerinde sürdürdügü iddia edilmektedir. ILLUMINATI’ye de bir kol veren grubun Gül Haç teskilati oldugu düsünülmektedir.

Bu gizli cemiyetlerin hepsi tarihte olumsuz etkiler yapmamistir, aksine Hür ve Kabul Edilmis Masonlar Cemiyeti Fransiz Ihtilali ve Amerikan Devriminin örgütlenme yapisini ve temel kardeslik, esitlik felsefesini olusturmus, devrimlere ideolojik bir ag örmüstür. Fransiz Ihtilali’nin pek çok kahramani masondur. Kuzey Amerika’ya masonluk 1730’larda gelmistir. Benjamin Franklin 1731’de mason olmus ve 1734’de Pennsylvania ‘nin Büyük Üstadi olmustur. Rose Croix’larin (Gül Haç) üçlü konsülünde yer almistir. George Washington 1752’de masonluga alinmis 1789’da da Baskan olmustur. Amerikan baskanlarinin büyük çogunlugu masondur. Masonik örgütlerin pek çogu Türkiye’de de adi çok tartisilan Tapinak Sovalyeleri’ne dayanir.

Tapinak sovalyeleri

Tapinak sovalyeleri, Haçli seferleri sirasinda Hugues de Payen isimli soylu bir sovalye tarafindan 8 diger sovalye ile birlikte 1119’da kurulmustur (Baigent 1983; Barret 1999; Draul 1989). Bu dönem Hasan Sabbah’in ve Batinilerin etkisinin bitmek üzere oldugu bir dönemdir. 1099’da Kudüs alininca, Tapinak sovalyeleri buraya giden hacilari ve Avrupalilari korumak için devreye girdiler. Resmi olarak Troya konsülü tarafindan 1129’da Isa’nin Fakir Sovalyeleri ve Süleyman Tapinagi Tarikati olarak kuruldular. Tapinak sovalyelerinin sayisi hizla artti, 1130’da 300 kadar Tapinak sovalyesi Kudüs civarina vardi. Tapinak sovalyesi olabilmek için klise karsisinda fakirlik yemini etmek, bekaret ve kliseye itaat basta geliyordu. Görevleri din adamlarini ve Kudüse gidenleri korumakti. Sayilari artti, Anadolu’da ve Kudüs civarinda kendilerine kaleler insaa ettiler ve kendilerine ait bir alt kültür kurdular. 1139’da basarilarindan dolayi Papa Innocent II onlara tam bagimsizlik tanima hatasinda bulundu.

Krallar ve soylular da hoslanmamalarina ragmen mecburen Tapinak Sovalyeleri’ne toprak ve toprak kirasi alma hakki tanidi. Böylece sayilari binleri asti ve hem Anadolu’da hem de deniz kenarindaki diger bölgelerde kaleler insaa ettiler ve duvarci ustasi anlamina gelen ilk ‘masonik’ aktivitelerine baslamis oldular. Zamanla soyulmaktan korkan hacilara yardimci olmak için onlarin degerli esyalarini muhafaza etmeye, ilk seyahat çeklerini ortaya çikarmaya basladilar. Tabii gizli bazi isaretler tasimasi gereken bu yazili kagitlardaki semboller yüzyillardir bölgedeki mistik akimlardan etkilendi ve onlarin alt kültürleriyle bütünlesti.

Tapinak Sovalyeleri’ne üye özel olarak seçilir, tarikata kabul edilirler ve çok farkli bir egitimden geçirilirlerdi. Bu sirada Arapça ögrenip, eski Yunan eserlerini okumaya basladilar. Bankerlikle ve ticaretle de çok zenginlestiler. Papalik ve Fransiz krali onlarin gücünün azaltilmasi gerektigini sonunda anladilar, çünkü hermetizm, alkemi (simya) ve bilimle de ugrasan bir alt kültür yaratmislardi. 1307’de Papa Clement V’in emri ile bazi Tapinak Sovalyeleri geri çagrildilar, büyücülükle suçlandilar, iskence gördüler ve yakildilar. 1314’de Tapinak Sovalyeleri’nin büyük üstadi Jacques de Molay Paris’te bir kaziga çakilarak yakildi.

Bunun üzerine geri çagrilan Tapinak Sovalyeleri Iskoçyaya kaçtilar ve orada operatif masonlugu kurdular ve Anadolu’daki, Kudüs’teki kaleleri ve merkezleri ile haberlesmeyi sürdürdüler. 36’sinin haricindeki Tapinak Sovalyelerini yakalayamadilar. Özellikle suçlama büyü, hermetizmle (ilk kaynaklari astroloji, astrolojiye dayali hekimlik ve büyü olan, I.S. II ve III yüzyilda ise Stoaciligin ve Platonculugun, Zerdüst dininin de da damgasini tasiyan, Hristiyanligini Mesih anlayisini reddeden, Bati mistisizminin esasini olusturan bir felsefe ve din) ve alkemi ile ugrasmalari, maddi güçlerini Papaligin hizmetine sunmamalari ve Papaliga garip gelen sembolik ve allegorik ritüelleriydi. Bu ritüellerde söylenen sözler ezberleniyordu ve yazili degildi ve ne yaptiklari belirsizdi, kliseye karsi ayaklaniyor olabilirlerdi. Avrupa’da büyük bir olasilikla Tapinak Sovalyeleri daha sonraki yüzyillarda farkli örgütler olarak devam ettiler, bunlarin en önemlisi asagida açiklayacagimiz Rose Croix (GÜL HAÇ) örgütüdür.

Rose Croix (Gül Haç örgütü)

1188’de Prieree De Sion MS 46 yilinda kurulan ORMUS (inisiye edilenler tarikati veya tekris edilenler tarikati) isimli tarikatin bir adinin da l’Ordre de la Rose-Croix Veritax oldugu, bir rivayete göre de Isa’nin çarmihtan inip bu tarikati kurdugu söylense de, Dames Frances Yates’e göre ilk ismine 1614’de yayimlanan Fama Fraternatis’de, Confessio Fraternatis ve The Chemical Wedding of of Christian RosenKreuz’ da rastlanir.

Bu devirde yazilan ve Rosy Cross Manifestolari olarak bilinen üç eser bir Hiristiyan olan Rossy Cross’dan ve allegorik bir efsaneden ve bir manifestodan bahseder. Almanya’da 1378’de dogan Rosy Cross Anadolu’ya ve kutsal topraklara gitmis 106 yasinda 1484’de ölmüstür. Bu eserler simya ile, gizli bilimle ve tipla ugrasan kliseye karsi olan gizli bir toplulugun varligindan dem vurur. Eserlerde masonik sembolizm ve dolayli anlatim kullanilir. Bu yazilarda belirttigimiz gibi Boyle ve Leonardo da Vinci’den, Isaac Newton’a kadar pek çok bilim insani bu gizli örgüte üye olmus ve bu örgüt sayesinde kendini gelistirmistir.

Örgütün tüm özellikleri masoniktir ve Tapinak Sovalyeleri ile iliskileri olduguna kesin gözüyle bakilmaktadir. Daha sonra ABD’ye masonlugu getiren kisiler ve Benjamin Franklin’in kendisi bile Gül Haç örgütünün iç çekirdegindendir. Manifestolar insanlik için çalisan kardeslik ve iyiligi yayma motiflerini isler, Fransiz Ihtilali ve Amerikan ihtilalinde de gelisen devrimci masonik örgütlenme Rose Croix ile içiçedir. Gül Haç isminin de çok sembolik bir anlami vardir (detaylar için Baigent 1983 ve Barret 1999) Rose Croix ayrica pek çok yönü ve mistik islevi ile Kabalizmle içiçedir, bu da hem Yahudilerden hem de konuyu isleyen Tapinak Sovalyelerinden geçmis bir gelenektir. 1623’de Gül Haç örgütü Pariste çok yaygindi ve bazi üyelerinin görünür, bazi üyelerinin de görünmez oldugu ve görünmez olanlarin seytanla isbirligi içinde oldugu dedikodusunu dogurmustur.

1640’larda Avrupa ve Ingiltere’de pek çok Rose Croix örgütü mevcuttu ve Ashmole ve Lilly tarafindan Londra’da 1646’da kurulan bir locanin Hür ve Kabul Edilmis masonlugun, Tapinak Sovalyeleri ile birlikte temeli attigi iddia edilmistir. 17. Yüzyildan sonra Gül Haç örgütü masonluktan daha gizli ve daha ölümcül bir biçimde devam etmis ve bir kola ayrilarak ILLUMINATI’yi olusturmustur. Rose Croix o kadar gizlidir ki, halen sürüp sürmedigi bile resmi olarak bilinmemektedir. Seytana taparlar mi? Bu konuda belirsizdir, ama 20. yüzyilin basinda GOLDEN DAWN (ALTIN GÜNDOGUMU) isimli koyu okkült, kara büyü ve satanizm örgütünü kuran Aleister Crowley’in Rose Croix örgütünden oldugu iddia edilmektedir, ayni zamanda Crowley Hür, Kabul Edilmis Masonlar Locasi’nda Büyük Üstadlik yapmis, Skoç ritinde de 33. derece mason olmustur.

Yaptigim arastirma ve incelemelerden çikardigim sonuç, Rose Croix örgütünün hiç bir zaman yok olmadigidir. Fakat baska örgütler dogurmaya devam etmistir. 16. yüzyildan beri gerek masonlugun, gerekse ILLUMINATI’nin ve Skulls and Bones Society’nin dogusunda etkin rol oynamistir. Ama Hür ve Kabul Edilmis Masonlar resmi ve kanuni bir dernek olmasina karsin, ne ILLUMINATI ne de Rose Croix ortaya çikip kendini gösteren birer dernek degildirler ve masonlugu kendilerine üye çekmek için bir havuz olarak kullanirlar. Yani daireler içiçedir. En içteki dairede ve çelik çekirdekte hangi mistik gizli örgütün yüzyillarca etkili oldugu meçhul kalmistir.

Illuminati

Illuminati 1 Mayis 1776 da Adam Weishaupt tarafindan Bavyera-Almanya’da kurulmustur. Adam Weishaupt Ingolstadt Üniversitesinde hukuk profesörü iken masonik egilimlere merak sarmis ve bir gizli örgüt kurmustur. Ama hükümete karsi bazi hareketler de içeren yayinlari nedeniyle 1786’da polis tarafindan basilmis ve ondan sonra da tamamen yer altina inmistir. Illuminatinin daha sonra çok güçlendigi ve 1833’de Yale Üniversitesinde General William Russel tarafindan Skulls and Bones Society (SBS) olarak kuruldugu rivayet edilmektedir (Marrs 2000; Sutton 1986). Yani bir rivayete göre SBS Illuminatinin ABD’deki devamidir. ILLUMINATI’nin Rose Croix örgütü ile direkt iliskisi oldugu bilinmektedir. Hangi ülkede birlesik çalisirlar, hangi ülkede farklidirlar ve ayrilirlar bilinemez. Bu gizli örgütlerin terör örgütlerinden özde pek bir farki yoktur; terör örgütleri bomba ve silahla terör ve anarsi yaratirlar. ILLUMINATI, SBS, CFR ve benzerleri ise sadece anarsi ve kaosu yani ORDO AB CHAOS’u (kaostan düzen) imza yetkisi, uluslararasi strateji, paranin kontrolü ve mafyanin indirekt kontrolü ile yaratirlar.

Illuminati adini ve üyelerini inanilmaz bir sir gibi saklayan ve ölümcül bir kurulustur. Bugün hemen her ülkede mevcuttur. Özel egitim, tören ve alt kültürlerden gelmeyenler Illuminatiye kabul edilmezler. ABD baskanlarinin pek çogu Illuminati’den ya icazet alirlar ya da üyesidirler. Bu gizli örgüte ihanet edenlerin cezasi kayitsiz sartsiz ölümdür. Illuminatinin NATO ile veya Gladyo gibi yeralti örgütleri ile de iliskisi oldugu sanilmaktadir (Domhoff 1974, 2000; Sutton 1986, 1988, 1990; Marrs 2000; Ross 2000; Marrs 2001)

Skulls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Örgütü-SBS)

Baba ve ogul George Bush’un üyesi oldugu SBS, merkezi Connecticut Yale Üniversitesi’nde olan çok gizli bir cemiyettir (Ironhouse 2002; Sutton 1986). Her yil sadece bu örgüte 15 kisi girebilir, ama bu 15 kisi daha sonra ABD’de en kilit noktalara getirilir, ayrica akrabalari ve dostlari da bu elitizmden paylarini alirlar. Sayilari az olmasina ragmen etkileri fazladir ve bir çember içindeki merkez usulüyle çalisirlar, yani bir çemberdeki çesitli noktalarin kontrolü bir SBS üyesinde ise, onlar için sorun çözülmüstür, bu nedenle üyelerini yönetici ve etkin çemberlerin merkezine koyarlar. Tabii ki ILLUMINATI, Rose Croix (Gül Haç), Trilateral Komisyon ve CFR ile ile direkt iliskileri vardir.

Her ikisinin de gizli Rose Croix örgütü ile iliskisi vardir. Alphonso Taft daha sonra ABD baskani ve SBS üyesi olan William Howard Taft’in da babasidir. SBS’nin son 150 yilda 2500’den fazla üyesi olmustur. SBS Yeni Dünya Düzeni’nin temel ideologlarindan biridir (Bohemian Grove ve CFR ile birlikte). Elimizdeki ilk kayitlar Haziran 1882’ye aittir.

Bu gizli cemiyete girebilmek ancak davetle mümkündür ve inisiasyon töreni masonlarinkine çok benzer. Fakat tüm ritüeller ve yapilanlar gizlidir, kimse disariya bilgi sizdiramaz. Inisiasyon törenlerinde denekler çirilçiplak soyunup bir tabuta girerler, bu tabuttan çiktiklarinda yeniden dogmus sayilirlar. Birbirlerini özel tanima yöntemleri vardir. Son yüz yilda SBS üyeleri ABD’de en kilit noktalara gelmislerdir ve özellikle belirli ailelerden seçilen kisiler özenle bu gruba alinir. Bu cemiyete girebilmek için temel özellik WASP olmaktir (White:Beyaz; Anglo Sakson ve Protestan). Baska irka veya geçmise mensup baska dinden olanlar bu yapiya giremez.

SBS ABD’de pek çok kilit noktaya gelmis insanin yer aldigi bir cemiyet olmustur. 6-7 kusak öncesinden Anglo Sakson ve protestan olmasina çok dikkat edilir. SBS’nin temelinde bir çelik çekirdek iç hücre, etrafinda daha büyük bir çember, onun etrafinda da daha dis bir yapilanma vardir. Chapter 322 ismi ile de anilan iç merkezin direkt olarak merkezde olmak kosuluyla Trilateral Komisyon, CFR, Bilderberg, Atlantik Konsül (Bir ’round table’ masonik grubu), Bohemian Grove (veya Bohemian Club), Pilgrem Society, ve SBS’nin dis gölge örgütleri (yani üye almak için havuz olusturduklari yan klüpler vardir) (Marrs 2000; Marrs 2001; Sutton 1986, 1988, 1990).

ABD’ye yerlesen ve pek çok tüketim aracini kontrol altindan tutan ve etkin ailelerden SBS’ye üye verenlerden bazilari sunlardir (çok uzun süredir bu ailelerin mutlaka bir kaç ferdi SBS üyesidir):

Whitney Ailesi ( yerlesim 1635, Watertown, Massachusets),

Perkins Ailesi ( yerlesim 1631, Boston Mass.),

Stimson Ailesi (yerlesim 1635, Watertown, Mass.),

Taft Ailesi (y. 1679, Braintree, Mass),

Wasdworth Ailesi (y. 1632, Newtown, Mass.),

Gilman Ailesi (y. 1638, Hingham, Mass.)

Payne Ailesi (Standard Petrolün sahibi),

Davison Ailesi (J. P. Morgan ve sirketinin sahibi, her iki dünya savasinda da etkili olmuslar ve büyük paralar kazanmislardir),

Pillsburr Ailesi (Un ticareti),

Sloane Ailesi (Ticaret ve parekende satisiin dev ismi),

Weyerhauser Ailesi (Kereste ve orman ürünleri tröstü),

Harriman Ailesi (Demiryolu Krallari),

Rockefeller Ailesi (Standard petrol, Chase Manhatten Bank ve binlerce sirketin sahibi CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderbergin basindaki aile),

Lord Ailesi (y. 1635, Cambridge, Mass.),

Bundy Ailesi (y. 1635, Boston, Mass.),

Phelps Ailesi (y. 1630 Dorchester, Mass.),

Bush aileleri (Baba Bush CIA ve ABD baskani, ogul Bush bu örgütlerin bir entrikasiyla ABD baskanligina getirildi, her ikisi de SBS üyesi).

SBS toplumdaki hemen her yapiya girmistir. Bunlarin içinde Beyaz Saray, Yüce Divan, Medya, Is ve Endüstri, Federal Banka sistemi, Kanun yapici kurullar, Mahkemeler vb vardir. SBS’nin temel ideolojisi Anglo Sakson ve Protestan beyazlarin dünyadaki hakimiyetini saglamaktir, ideolojisi oldukça fasistir ve her iki dünya savasinda da bu cemiyet çok önemli roller oynamistir. Bohemian Grove ve CFR ile birlikte Skulls and Bones Society Yeni Dünya Düzeni’nin yaraticisidir (Marrs 2000; Marrs 2001; Sutton 1986, 1988, 1990; Ironhouse 2002).

Bohemian Grove (Bohemian Klübü)

Bohemian Grove (BG) ayni Skulls and Bones Society gibi gizli amaçlar ve yöntemler için 1880’lerde Kaliforniya’da kurulmus bir cemiyettir. Üyeleri, törenleri, ritüelleri ve ne yaptiklari çok gizli tutulur. Merkezdeki çiftlik ayni anda yüzlerce kisinin hafta sonu toplantilarina katilabilecegi niteliktedir. ABD’nin hemen her eyaletinde tapinaklari vardir. Sembolleri BAYKUS’tur. Ritüellerde baykusa hitap edilir ve bir fetis olarak baykus motifi kullanilir. Bohemian Grove’a üye olanlar baska masonik klüplere de üye olduklari için bu rituellere ve sembolizme alisiktirlar.

1970’li yillarda en kilit noktadaki ve zengin 1000 civarinda üyesi olan Bohemian Grove üyelerinin ünlülerinden bazilari sunlardi (Domhoff 1974):

· Dwight David Eisenhower (ABD baskani),

· Herman Wouk,

· Robert Kennedy (ABD Baskan adayi),

· Johson (ABD Baskani),

· Richard Nixon (ABD Baskani),

· Gerald Ford (ABD Baskani),

· Ronald Reagen (ABD Baskani),

· Bill Clinton (ABD Baskani),

· Nelson Rockefeller,

· David Rockefeller,

· Henry Kissenger,

· Edgar Kaiser (Kaiser Industries baskani),

· Henry Morgan ( J.P. Morgan Sirketi),

· Charles Morgan (J.P. Morgan Sirketi),

· Neil Armstrong (aydan döndükten sonra katilmistir),

Hoover Enstitüsünün bazi ileri gelenleri,

· Wernhern Von Braun (Alman roket ve uzay bilimcisi),

· David Sarnoff (Isadami),

· Senator Robert Taft (Taft ailesinin SBS ile yakin ilgisini hatirlayiniz!),

· Lucius Clay, American Express,

· Standard Brands, Int. Investment Corporation baskani,

· Earl Warren (Yüce Divan üyesi),

· Kalifornia valisi Goodwin Knight,

· Kalifornia valisi Pat Brown,

· Baskan Herbert C. Hoover (1913’te klube katilmistir),

· Rudolph Peterson ( Bank of Amerikanin eski baskani),

· Melvin Laird (eski Savunma Bakani),

· William Rogers (Eski CIA baglantili Devlet Bakanligi sekreteri),

· Francis Baer (United California bank eski baskani),

· Stephen D. Bechtel: J.P. Morgan sirketi direktörü,

· Gilbert Humprey(: National Steel,

· General Electric, Texaco,

· National City Bank of Cleveland,

· Sun Life Insurance direktörü, Lewis Lapham):

· Mobil Oil, Heinz, TriContinental Corp. Baskani),

· Edmund Littlefield): Wels Fargo Bank,

· Hewlett-Packard, General Electric eski baskanlarindan),

· Leonard McCollum ( Morgan Trust, Capital National Bank eski baskani)

Dikkat ederseniz Bohemian Grove hem çok zengin hem de en kilit noktalardaki elitlerin olusturdugu daha üst ve çok daha gizli bir seçkin klübüdür (Daha detayli listeler ilerideki çalismamizda yayimlanacaktir, yer tutmamasi açisinda sadece bazi kritik görevlerdeki kisileri verdik). Dikkat edilirse en fazla ABD baskani üyesi olan klüp Bohemian Grove’dur. ABD’de kaldigim 7 yil boyunca her gittigim kütüphanede ve kitapçida bu klüple ilgili bilgi aradim. Bu konuda sadece William Domhoff’un yazdigi bir kitap ile bir kaç makale geçti elime.

Düsünün 1000’e yakin ABD eliti sürekli bir hafta sonu California’da veya diger eyaletlerdeki çiftiklerde toplanip kadinli, erkekli törenler yapiyorlar ve gizli ritüeller uygulaniyor, inisiasyon törenleri yapiliyor; insanlar komik komik kiliklara veya durumlara giriyor çesitli dramalar ve roller oynuyorlar. Bunlara bir sürü hizmetçi hizmet ediyor, bir sürü polis bunlari koruyor, bir sürü kisi bu klübe geliyor ve bu klüp 1880’den beri var. ABD’de elime geçen pek çok kütüphanenin veritabaninda bu klübe ait bilgi aradim, ama çok sinirli bilgiye ulasabildim.

Halbuki masonlukla ilgili kitaplar heryerde satiliyordu. Benzer sekilde Skulls and Bones Society (SBS) konusunda da elime geçebilen kitap sayisi bir avuçtur. SBS de Bohemian Grove gibi çok gizli bir örgüttür. Bu örgütleri ABD’de sordugum hiç bir Amerikali bilmiyordu. Üstelik bu kitapta diger örgütlerle ilgili listeleri yayinlayan kitaplar veri tabanlarindan çikarilmisti, elimdeki kitaplarin çoguna direkt yazarlarina ulasarak eristim. Neden ve nasil saglanir bu gizlilik bunu anlamaya imkan yok! Bu gizliligin tek hedefi olabilir, törenlerde ve toplantilarda çok ciddi bazi kararlarin alinmasi.

Örnegin atom bombasi projesinin kararinin verildigi yerin, siklotronu ilk kurgulayan Prof. Ernest O. Lawrence’a bu kararin verdirildigi yer olan Bohemian Grove’dur (Nuel Pharr Davis, Lawrence and Oppenheimer, New York: Simon and Schuster, 1968). Vietnam’a savas açilmasi kararinin verildigi yer de Bohemian Grove’dur. Kaliforniya’daki çiftlikte bazi zamanlarda ciddi güvenlik önlemli toplantilar yapilir. Çiftlik San Fransisco’nun 65 mil kuzeyindedir 300-500 kisiyi barindirabilecek ve anayoldan ulasilamayacak, ancak bilenlerin helikopterle veya arazi araçlari ile gidebilecekleri bir alanda tüm çevre yerlesim merkezlerinden uzaktadir ve çok yogun koruma altindadir.

Bu ana merkezin haricinde baska sehirlerde de merkezleri vardir. Bohemian Grove üyeleri belirli araliklarla toplanip klasik ritüelik törenlerini yaparlar. Törenleri bir rahip ile bir rahibe yönetir. Törenlerde genellikle allogerik ve yukarida tanimini yaptigimiz sembolik dramalar oynanir, fakat törenlerle ilgili yazilanlar da çok sinirlidir.

Bohemian Grove’un merkezinin bu kadar izole olmasina karsin, Bohemian Grove SBS, Pilgrem Society, Rotary Club gibi masonik cemiyetlerle iç içedirler. Bir söylentiye göre BG’dan icazet alamayan bir istihbarat örgütünün basina getirilemez, baskan seçilemez; devletle ilgili pek çok önemli karar buradaki toplantilarda verilir. Üyeleri yukarida saydigimiz gibi en kilit noktalardaki kisilerden olusur; örnegin 1991 de BG’da olup da ayni zamanda önemli sirketlerde yönetici olanlarin sayisi söyleydi: Bank of America 7 direktör, Pacific Gas and Electric 5 director, AT-T 4 direktör, First Interstate Bank 4 direktör, McKesson Corporation 4 direktör, Ford Motors 4 direktör, General Motors 3 direktör, Pacific Bell Telephone 3 direktör. Ayrica pek çok istihbarat örgütünün baskanlari veya üst düzey yöneticileri de BG veya SBS üyesidir. BG, SBS ile birlikte 1880’ilerden beri Yeni Dünya Düzeni’nin ideologudur ve bu cemiyetlerdeki kisilerin çogu ise Bilderberg, Trilateral Komisyon ve CFR’da yer alirlar. 1974’teki Domhof’un kitabinda belirtildigi üzere Bohemian Grove’a üye olan azinlik, ABD’deki o tarihteki tüm mallarin yaklasik yüzde 30-40’ina, özel sektörün tüm servetinin yaklasik yüzde 70-80’nine sahipti.

CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderberg örgütleri

Diger masonik örgütlerin iç çatisi ve yapisi altinda CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderberg günümüzün BÜYÜK AGABEYI haline gelmistir.

CFR (Council on Foreign Relations-Dis Iliskiler Konseyi)

Clinton, Antony Lake, Al Gore, George Bush, Warren Christopher, Colin Powell, Les Aspin , James Woolsey (CIA direktörü) gibi isimlerin CFR (Council on Foreign Relations-Dis Iliskiler Konseyi) isimli bir komisyona kayitli olmalari herhalde okuyucuyu bunca bilgiden sonra sasirtmaz. Ama dünyadaki en ciddi karar mercilerine gelenlerin bagli olduklari bir örgüt olmasi herhalde dogal karsilanabilir, üstelik bunlarin bazilari BILDERBERG veya Skulls and Bones Society üyesidirler. Yani hiç kimse hak ettigi ve olmasi gerektigi için bir pozisyonda degildir Yeni Dünya Düzeninde. Ipleri ne kadar iyi oynatabildigi, ne kadar sir tuttugu ve bu örgütlere ne kadar bagli oldugu önemlidir onlar için.

Globalizasyon ideolojisinin Bohemian Grove ve Skulls and Bones Society gibi masonik örgütlerden daha az gizli bir bransi olan CFR 21 Temmuz 1921’de New York’ta kurulmustur (Ross 2000; Marrs 2000). Zaten yüzyillardir ülkü piramiti, Süleyman mabedi, tek hükümetli dünya, Sionun ogullarinin vaad edilmis birlesik kralligi, evrensel kardeslik gibi fikirleri savunan gizli cemiyetlerin bu ideolojisini ilk harekete resmi olarak geçiren kurulus CFR’dir. Globalizmin gizlilikten çikip dünyaya ilani CFR’in kurulusu ile baslamistir. 1917’de Baskan Wilson savas sonrasinda yüze yakin elit adamini toplamis ve global baris (!) planlari yapmislar ve Wilson ‘in bilinen on dört nokta teorisini 8 Ocak 1918’de kongreye sunmuslardir. Bu plan özünde tüm ekonomik sinirlari kaldirmayi amaçlayan ve ABD sermayesini tüm dünyaya hakim kilmaya yarayan bir plandi.

Ama 1919’da Paris Baris Görüsmelerindeki Versailles anlasmasi Almanya’ya agir kosullar koymustu. 30 Mayis 1919’da Paris’in Majestic otelinde toplanan Ingiliz ve Amerikan delegeleri bir ‘Uluslararasi Iliskiler Enstitüsü’ kurmaya karar verdiler. Bunun adi daha sonradan Ingiltere’de ‘Royal Institute of International Affairs’ oldu. 21 Temmuz 1921’de de ABD’de CFR gizli kosullar altinda kuruldu, 1945’e kadar merkezi New York’taki Prat House oldu (Halen merkezi burasidir: The Harold Pratt House, 58 East 68th Street , New York , NY 10021 ). Bu bina Rockefeller tarafindan bagislanmisti. CFR üyelerinin büyük çogunlugu New York ve Washington D.C. ‘de yasayan elitlerden olusuyordu.

Daha ziyade New York ve Washington , D.C. ‘de yasayan elitlerden olusan CFR’in bugün finans, komünikasyon, akademi, istihbarat, teknoloji alanlarda en etkin konumlarda bulunan 3300 üyesi mevcuttur. Bu sayi bir zamanlar 1600 ile sinirliydi. Özellikle tüm CIA, DIA, DEA ve baska istihbarat sefleri bu örgütün de elemanidir ve CFR’in ilkelerinden disari çikamazlar. Ilk üyeler arasinda New York senatörü Colonel House, Devlet Bakanligi Sekreteri John Foster Dulles, CIA’da uzun süre çalismis Allen Dulles, kurucu baskan milyoner John W. Dawis ( J. P. Morgan’in finansörlerinden) vardi. CFR için ilk para John D. Rockefeller, Bernard Baruch, Jacob Schiff, Otto Kahn, Paul Warburg gibi milyonerlerden geldi. Bugün CFR için finans su kuruluslardan gelir: Xerox, General Motors, Bristol-Myers-Squip, Texaco, Alman Marshal Fund, McKnight Vakfi, Ford Vakfi, Andrew Mellon Vakfi, Rockefeller kardesler vakfi, Starr Vakfi vb. CFR yönetim üyeleri bugün dünyadaki her ise burnunu sokan ve ekonomik kontrolü amaçlayan kurum, vakif, enstitü ve gizli örgüt ile içiçedir.

CFR Ikinci Dünya Savasi’nda çok önemli bir rol oynamistir. Yayinladigi Foreign Affairs isimli dergi ile de çalismalarini tüm dünyaya duyurur. CFR her ne kadar gizli olmayan bir görünüme sahip olsa da, bu gerçek degildir. CFR, SBS, Bilderberg gibi çok gizli bir örgüttür. Her yil hazine sekreteri, CIA veya NSA yöneticileri ile çok gizli, halka açik olmayan toplantilar yapar. Normal kosullarda CFR’in anayasaya bile aykiri oldugu iddia edilmisse de bunu yargilayacak olan Anayasa Mahkemesi veya Yüce Divan üyelerinin büyük çogunlugu da CFR üyesidir.

J.P. Morgan ve Rockefeller gibi devler CFR’ye büyük paralar yatirirlar, ama isadamlarina devletin güvenlik sirlari hakkinda brifing verilmesini kimse anlayamaz ve anlatmakla bitip tükenmeyen Amerikan demokrasisinin neresine koyacagini bilemez. Bu demokrasi ise neden hiç bir sey halka ve basina açiklanmamaktadir? Orasi da pek anlasilamaz. Gerçi basina açiklansa da farketmez, çünkü CFR tüm medyayi kontrol eder. 1988’den beri 14 devlet bakani, 14 hazine bakani, 11 Savunma bakani ve bir sürü federal büroya ait görevli CFR üyeleri arasindan seçilmistir. Özel sirketlerin devletin bu kadar içine girmesi nasil demokrasi ve hukuk sistemi ile bagdasir bunu J.P. Morgan’a ve Rockefeller’a sormak gerekir tabii.

Dullestan beri her CIA direktörü, örnegin Richard Helms, William Colby, George Bush, William Webster, James Woolsey, John Deutsch, ve William Casey hep CFR üyeleri arasindan seçilmislerdir. Ne isi vardir Rockfeller’in kurdugu bir konsülde halkin ulusal güvenligini korumakla görevli onca insanin? Hukuk ülkesi ve demokrasinin besigi oldugu iddia edilen Amerika’nin bu gerçeklerini Amerikalilarin çogu bilmez, onlar kredi karti borçlarini ve ev taksitlerini ödeyip, evde patlamis misir yiyerek biralarini içerler. ABD’li pek çok yazar CIA’in Amerika ve Amerikan halki için degil, CFR’in dostlari ve gizli iliskide oldugu dernekleri için bilgi topladigini dile getirmisler, ama komünistlikle suçlanmislardir.

CFR bu isadamlarinin istedigi kisileri hep yükseltmis en üst ve dokunulmaz noktalara getirmistir. Bunun en güzel örnegi siradan bir akademisyen olan ve David Rockefeller ile tanistiktan sonra sansi açilan Henry Kissenger olmustur. Clinton döneminde de tüm devlet yetkilileri CFR üyeleri arasindan görevlendirilmis neredeyse yurt disina yollanan büyükelçilerin yarisi CFR içinden seçilmistir. Baskanlarin seçiminde de ayni yol izlenmektedir, seçmenler bir CFR üyesi ile öteki arasinda tercih yapmak zorunda birakilmaktadirlar, zaten Demokrat Parti ile Cumhuriyetçi Parti birbirinden çok farkli degildir ki! CFR’in gizli raporlarindan ve konferanslarindan birinde söyle denilmektedir (Ross 2000):

"Silahsizlanma, Amerika’nin bagimsizligi ve bu bagimsizligin tek dünya hükümetine dönüsmesi CFR’nin 1551 üyesinin yüzde 95’ine 1975’te açiklanmistir. CFR’nin üyelerin yüzde 75’ine açiklanmamis ve yazilmamis iki amaci daha vardir. Bu olusumun hedefleri size biraz garip gelebilir, bunlari biraz tartisalim.

"Bu inancimizin temelinde yatan, monopolistik kapitalizmin dünyanin her yerindeki farkli para birimlerini, banka sistemlerini kredi ve üretim sistemlerini, temel kaynaklarini tek hükümetle kontrol edilebilir hale getirmek ve aydinlatilmis dünya sistemindeki üstünlügümüzü kendi dünya ordumuzla temin etmektir."

Kendi kurdugu dünya ordusu ile tüm dünyadaki kaynaklari ve para sistemini kontrol edip, tüm kaynaklara el koyacakmis. CFR’in amaci buymus! Skulls and Bones Society’nin 1880’lerdeki fasist ideolojisinin bir devamidir bu! Bu mentalite bugün Ortadoguyu bir ordu indirerek kontrol altina almak istemektedir.

CFR’in gizli bir organizasyon olmadigini söyleyenlere de CFR’in 1992 yillik raporundan bir cümle ile yanit verelim. Sayfa 21: "Tüm toplantilardaki konusmalar ve açiklamalar bu toplantilar disinda kimseye açiklanamaz!" (Ross 2000). Ayni raporun, 122, 169, 174, 175 ve 176 inci sayfalarinda da bu gizlilik sürekli tekrarlanmakta ve gizlilik bozulup da medya veya birisine bir bilgi sizdirilirsa nasil cezalandirilacagi ima ediliyor. Daha önceki masonik ilkelerin tümünün uygulandigi bir örgütlenmedir CFR. Ayrica CFR’in ve gizliliginin ve fasist ideolojilerinin ABD anayasina aykiri oldugu defalarca zikredilmistir.

IMF ve Dünya bankasi da CFR’in tamamen etkisi ve yönetimi altindadir (Ross 2000; Sklar 1980). Geri kalmis ülkeleri fakirlestirmek ve ekonomilerini yoketmek yolunda IMF, CFR’in emirleri dogrultusunda çalismaktadir.

Bilderberg gizli örgütü

CFR’in temel globalizasyon planlari daha kuruldugu günden beri bilinmekteydi. Ama CFR ABD içinde tam bir kontrol saglamak ve tek jandarmali kapitalizmi Avrupa’ya yaymak ve sosyalizm ve komünizm ile mücadele etmek zorunda idi. Eski CFR baskani ve Rockefeller’in Chase Manhatten Bankasi baskani olan John McCloy OSS (Office of Strategic Services) isimli istihbarat örgütünün (Bill Donovan tarafindan 1941-1942’de kurulmustur) kurulmasini ve CFR ile karsilikli iletisim içinde çalismasini sagladi.

1947’de OSS, CIA’ya (Central Intelligence Agency’e) dönüstürüldü. 1947 Ulusal Güvenlik Kanunu ile de gerek sivil gerekse kriminal yasalara karsi korunan bir örgüt haline getirildi. Yani CIA, anayasaya ragmen ulusal güvenlik adina her türlü suçu isleyebilen bir örgüt yapisina kavustu. 1950’de General Walter Bedel Smith CIA baskani oldugu zaman, CFR’den aldigi emir üzerine Avrupa’da etkin bir örgüt kurulmasini istedi. Daha sonra CIA ve Ulusal Güvenlik Konseyine konan bu semsiye daha da güçlendirildi ve 1982’de Reagan tarafindan Executive Order 12333 (Etkin Yasa 12333) devreye sokuldu (Montalvo 2000).

Bilderberg, CFR ve öteki örgütlerin Avrupa ayagini ve etkinligini teskil etmek için CIA tarafindan Hollanda’da Oosterbeek sehrinde Bilderberg otelinde 1954 de kurulmustur. Dünyanin yönetimi ve globalizasyon konusunda her yil farkli ülkelerde toplantilar yapar (Ross 2000; Marrs 2000). Toplantilar son derece gizli kosullarda ve özel ortamlarda yapilir. Katilanlar bu konuda hiç bir bilgi vermezler. Spotlight isimli bir dergileri de vardir. Liberty Lobby Inc, 300 Independence Ave., SE , Washington D.C. 20003 adresinden yayin yapar.

Bilderberg örgütünün Avrupa adresi: Maja-Banck Polderman, Bilderberg Meetings, Amstel 216, 1017 AJ, Amsterdam, Hollanda. Bilderbergin ABD adresi ise Charles W. Muller, American Friends of Bilderberg, Inc. 477 Madison Ave., 6th Floor, New York, NY 10022.

Bilderbergin kuruculari arasinda Hollanda prensi Bernhard ve Polonyali sosyolog Dr. Joseph Hieronim Retinger de vardir, Retinger Bilderbergin babasi olarak bilinir. Bilderbergin kurulusunda ABD istihbarat örgütlerinin, özellikle CIA’in rolü oldugu çok iyi bilinmektedir. Prens Bernhard ise eski bir NAZI SS üyesidir, 1937 de Hollanda prensesi ile evlenmistir, ama Nazilerle olan yakin baglari çok iyi bilinmektedir (Marrs 2000). ABD’li gizli örgüt ve CFR üyelerinin bazilari da Bilderberg üyesidir. Retinger ABD’ye CFR baskanlarindan Averell Harriman tarafindan getirilmistir. David ve Nelson Rockefeller, John Foster Dulles ve CIA direktörü Walter Smith ile görüstükten sonra CIA güdümünde bu gizli örgütü olusturmustur. Bilderbergin olusmasinda etkili diger isimlerden birisi de Baskan Eisenhover’in psikolojik savas danismani C.D. Jacksondir.

Bilderberg, merkezi Hollanda olmak ve içine Ingiliz kraliyet ailesini de dahil etmek üzere CFR’nin Avrupa ayagini olusturdu. Önemli isadamlari, politikacilar, bankerler, medya sahipleri, askeri kilit isimler ve istihbarat örgütlerinin üst sinifi ile iliski kurup onlari üye yaptilar ve her yil gizli toplantilar düzenlemeye basladilar. 1991’de Bilderberg baskani Ingiliz Lord Peter Carrington idi. Carrington NATO genel sekreteri, kabine üyesi, CFR’nin Ingiliz kurulusu olan Royal Institute of International Affairs’in baskani idi. Kendisi Rothschild banka imparatorlugu ile hem evlilik, hem is baglantilarina sahipti.

CFR’nin resmi olmadan uluslararasi düzeyine tasinmis bir sekli olan Bilderberg yine Ingiliz ve ABD CFR’lerini finanse edilen kisiler ve CIA’in örtülü ödenegi tarafindan destekleniyordu. Bilderberg diger bir kardes grup olan Trilateral Komisyona çok benzemektedir. Bunlarda her ne kadar daha önce bahsedilen masonik ritueller yoksa da zaten bu gruplarin çoguna katilanlar bahsedilen masonik gizli örgütlenmelerin içinde de olan insanlardir. Her yil yapilan çok gizli ortamdaki toplantilari hem CIA, hem de o ülkenin istihbarat örgütü kontrol eder. Türkiye’de son 50 yildir basa geçen ünlü politikacilarin çogunlugu Bilderberg üyesidir, halen bu gizli Bilderberg üyeleri Türkiye’nin etkin yönetiminde rol almaktadirlar. Türkiyedeki toplantilar su ana dek 18-20 Eylül 1959’da Yesilköy-Istanbulda, 25-27 Nisan 1975’de (Çesme’de Hotel Altin Yunus’da) yapilmistir. 2001’deki toplanti ise Isveç’de gerçeklesmistir.

Trilateral Komisyon

Trilateral Komisyon (Trilateral Commission, TC) ABD’de yesertilen Yeni Dünya Düzenini tüm dünyaya yani Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonyaya daha iyi yayabilmek için olusturulmus ve 1973’te David Rockefeller, Henry Kissenger ve Zbigniew Brzezinski tarafindan kurulmus gizli bir örgüttür (Sklar 1980; Robertson 1991; Ross 2000; Marrs 2000). Brzezinski 1973-1976 arasinda baskanligini yapmistir. CRF’nin Atlantik ötesi ülkelerde CIA tarafindan örgütledigi bir kurulus oldugu bilinmektedir. Adresi: 345 Street, East 46th Street, Suite 711, New York, NY 10017 dir.

1994’teki bir TC bildirisine göre Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya’dan 325 kilit noktadaki isim TC’ye üyedir. Sistem CFR’da oldugu gibi islemektedir. Ama bu ABD’nin ve globalizasyonun tüm dünyaya yayilmasi için Amerikan-Nazizminin yeni bir oyunu sahneye koymasindan ibarettir. Buradaki hedef yine ekonomik sinirlarin kaldirilmasi ve politik, ekonomik, askeri, politik ciddi noktalardaki kisilerin kontrol altina alinmasidir. CFR anayasasindaki ilkeler TC’da da geçerlidir.

Her ne kadar adresi yeri, üyeleri belli ise de Trilateral Komisyonun yaptigi aktivitelerin ardinda gizli amaçlar, ABD’li istihbarat örgütleri ve NATO’nun gizli özel savas örgütleri vardir. ABD baskanlarinin ve Avrupa, Amerika ve Japonya’daki yönetici kadrolarin çogu TC üyesidir. Tüm dünyada TC, Bilderberg ve CFR birbirinin içine girmislerdir ve her üçünün de üyesi olan 50 kisi vardir (daha önce sunuldu). Örnegin Bill Clinton, Brent Scowcroft (Ulusal Güvenlik Konseyi), John Mark Deutsch (CIA direktörü), Robert Strange McNamara (Savunma Bakanligi Sekreteri), Henry Kissenger, Walter Fritz Mondale ( Japonya Büyükelçisi), Benjamin Nye (Hazine sekreteri) gibi dokunulmazligi olan isimler her üç teskilatin da üyesidirler.

Burada temel olarak anlatilmak istenen 19. yüzyilda bazi gizli cemiyetler, zengin aileler tarafindan yaratilan bir ideolojinin nasil önce ABD’de CFR olarak kök salip, sonra nasil Bilderberg ve Trilateral komisyon sayesinde her ülkenin iç yapisini ve politikasini, endüstrisini, medyasini ve sosyal yapisini kontrol ettigidir. Amerikan derin Devleti ve Dünya Gizli Hükümetine karsi tüm Amerikalilar ve Avrupalilar bilinçsizdirler, çünkü 45 yil boyunca totaliter bir komünizm gelecek korkusu ile uyutulmuslardir.

Sonuç ve Türkiye bu gizli örgütlerin neresinde?

Türkiye’de de bu gizli örgütlerin çok büyük etkinligi vardir ve 1948’lerden sonra Türkiye’yi hiç bir zaman bu ülkeyi kuran Kemalist ulusalci ve vatansever ideoloji yönetmemistir, Türkiye 1948’den sonra bize Bati tarafindan biçilen Türk-Islam Sentezci ve ülkeyi emperyalizme köle haline getiren bir ideoloji tarafindan yönetilmistir. Bu yönetim bahsedilen CFR, Bilderberg ve Trilateral Komisyon tarafindan da sekillenmistir. Ne yazik ki gerek Türkiyeyi yöneten, gerekse Türk istihbarat örgütlerinin içinde olan bazi Bilderberg ve Trilateral Komisyon üyeleri vardir. Bu örgütlerin Türkiye için verdigi kararin Sevr kosullarinin uygulanmasi oldugunu görmemek için ise kör olmak gerekir.

Kaynakça

1. Baigent Michael, Leigh Richard, Lincoln Henry. Holly Blood, Holly Grail. New York : a Dell Book, 1983

2. Barret David, Secret Societies, New York :Blanford, 1999.

3. Blum William, Rogue State : A Guide to the World’s Only Superpower, Maine :Common Courage Press, 2000.

4. Chomsky Noam, Manufacturing Consent, New York : Pantheon, 1988.

5. Chomsky Noam, Necessary Illusions. Common Courage Press, 1991.

6. Chomsky Noam, ‘What Uncle Sam Really Wants’ Arizona: Odonian Press, 1992.

7. Chomsky Noam, Secrets Lies and Democracy, Arizona:Odonian Press, 1994.

8. Constantine Alex, The file Government, California:Feral House, 1997.

9. Domhoff William, Bohemian Grove and Other Retreats, New York: Harper Colophone Books, 1974.

10.Domhoff William, Who Rules America Now? Toronto: Mayfield Publishing Company, 2000.

11.Draul Arkon, Secret Societies: A History, New York: MJF Books, 1989.

12.Hager Nick. Exposing the Global Surveillance System, Covert Action Quarterly, Winter 1996-1997.

13.Ironhouse Adam, Bushlarin Gizli Tarihi. Çeviren: Kemal Okuyan, Ankara:Kim Yayinlari, 2002.

14.Nuel Pharr Davis, Lawrence and Oppenheimer, New York: Simon and Schuster, 1968.

15.Marrs Texe. Circle of Intrigue. Texas: Rivercrest Publishing. 2001.

16.Marrs Jim ‘Rule by Secrecy’, NewYork: Harper Collins, 2000.

17.Manisali Erol. Türkiye Avrupa Iliskilerinde Sessiz Darbe. Istanbul: Derin Yayinlari, 2002a.

18.Manisali Erol. Dünya’da ve Türkiye’de Büyük Sermaye. Istanbul: Derin Yayinlari, 2002b.

19.Meyssan Thierry. Dehsetengiz Hile: Pentagona Uçak Düsmedi. Çeviren Ayse Meral. Istanbul: Med-Cezir 2002.

20.Montalvo Michael, Prisoner of the Drug War: George Bush. Prevailing Winds, 8: 76-83. September-December 2000.

21.Robertson Pat, The New World Order, Dallas: Word Inc. 1991. s: 97.

22.Ross Gaylon, Who is Who of the Elite? Spicewood-Texas, RIE Press, 2000.

23.Sayin Ümit, Gizli Hükümetler, Gizli Projeler ve Kara Bilim. Bilim ve Ütopya, 5 (45):60-63; Mart 1998

24.Sayin Ümit, Kiyamet Komplosu, Editör: Atilla Akar. Istanbul: Gendas 2002. S:187-207

25.Sklar Holy, editor, TRILATERALISM, Boston: South End Press, 1980. s: 147-149.

26.Sutton Antony, America’s Secret Establishment, Montana:Liberty House Press. 1986.

27.Sutton Antony, The Secret Cult of the Order, Montana: Liberty House Press. 1990

28.Sutton Antony, Trilaterals over Washington, Montana:Liberty House Press, 1988.

29.Vankin Jonathan, Conspiracies, Cover-ups and Crimes:From Dallas to Waco, Georgia: Illuminet Press, 1996.

KOMPLO TEORİLERİ : Dünyayi yöneten gizli örgütler (2007 TARİHLİ BİR ANALİZ)

Genel durum

Yeni Dünya Düzeni’nin dünyayi yeniden paylasmada Türkiye’nin basina 21. yüzyilda inanilmaz çoraplar örülmek istenmekte ve Türkiye adim adim Sevr kosullarina sürüklenmektedir. Oynanmakta olan bu satranç oyununda Türkiye’de dev bir operasyon yapilmis ve “Sah” köseye sikistirilmistir (Manisali 2002a ve 2002b). Mat olup olmamasi bundan sonra Türk Genelkurmayi’nin atacagi adimlara baglidir. ABD tarafindan planlanan bu operasyon, AB ülkelerinin de yardimiyla simdilik basariyla yürütülerek hedeflenen ekonomik kriz ülkede basariyla yaratildiktan sonra, tüm piyonlar rollerini basariyla oynamislar ve 79 yil önce Hilafeti kaldiran Türk devletinin tepesine Hilafetçi artigi ve ABD kuklasi bir parti usta bir manevra ile -umutsuzluk içindeki halk kandirilarak- geçirilmistir.

Tüm hükümet üyelerinin ve bakanlarinin Naksibendi veya Fethullahci baglantilari Aydinlik dergisinde yayimlandigi halde sadece bir iki bakandan tekzip gelmistir. Hükümet üyelerinin büyük çogunlugu ünlü Abant Toplantilarini düzenleyen Fethullahçi örgütlenmenin odagindaki Birlik Vakfi’nin üyesidir. Bir zamanlar “demokrasi tramvayi”na gerekirse binebilecegini ya da eregine ulasmak amaciyla papaz giysisi bile giyebilecegini söyleyen, camilerin kubbelerini migfer olarak takacak, minareleri de mizrak olarak kullanacak Tayyip Erdogan liderligindeki kadronun yönetiminde Türkiye’yi ileride daha vahim sorunlarin bekledigi açiktir.

Diger yanda ise ABD 80 bin askeriyle Diyarbakir’da konuslanmak ve Türkiye’yi hiç ilgisi olmadigi bir savasa bulastirmak istemektedir. ABD’nin hedefi açiktir. Kafkasya ve Ortadogu petrol ve dogal gaz bölgelerini Naziler gibi isgal etmek ve Asya’nin stratejik bölgelerini kontrol altina almak! Ama rambo çigliklariyla savas naralari atan Türk medyasinda hiç deginilmedigi üzere, ABD’nin asil hedeflerinden birisi de Türkiye’yi parçalamak ve Dogu Anadolu’da ABD kuklasi bir Kürt devleti kurmaktir. Türkiye’yi parçalama ve çökertme operasyonu asikar bir biçimde Kibris üzerindeki Annan Plani ile, NGO’lari ile, Fener Patrikhanesi’ne ve Rum azinliklara verilen haklar ile, Rum Pontus’u ile, Kuzey Irak’taki Kürt Senatosu ile Türkiye’de ajanlik faaliyeti gösteren vakiflariyla basarili bir sekilde sürdürülmektedir. Degerli Necip Hablemitoglu’nun katledilmesi Türkiye’yi istikrarsizlastirma operasyonunun bir parçasidir ve korkarim ki bu cinayetler sürecektir. Cinayetleri ise çok daha büyük bir ekonomik kriz beklemektedir. Ya Türk askeri, kriz durumlarinda ABD’nin müdahele gücü haline getirilecek ya da ekonomisi kisirlastirilmis ve tarimi çökertilmis olan Türkiye açliga mahkum edilecektir. Yani “Sah ve Mat” gerçeklesmesi planlanmistir.

Bu yazida Türkiye’deki durumu irdelemek açisindan dünyayi yöneten gizli güçleri ortaya koymaya çalisacagiz. Simdilerde Globalizasyon adiyla bize yutturulmak istenen Yeni Dünya Düzeni bir günde kurulmus bir strateji degil, kökeni imparatorluklar ve sömürgeler dönemine dayanan bir plandir. Globalizasyon, ulusçulugu ve sinirlari kaldiran bir sistem degil, aksine ezen uluslarin kayitsiz sartsiz hakimiyetine yol açacak acimasiz, emperyalist ve fasist bir yapidir. Yeni Dünya Düzeni’ni sekillenderen iki temel dev güç vardir. Bunlardan birisi Yahudi lobisi ve tekellerinin kurdugu gizli cemiyetler, ötekisi ise WASP adi verilen beyaz, Anglo Sakson, Protestan azinligin kurdugu gizli cemiyetlerdir. ABD’de tüm güç ve medya bu gizli cemiyetler tarafindan sekillendirilmektedir. Yahudilerin de içinde yer aldiklari CFR (Council on Foreign Relations), Bilderberg gizli örgütü ve Trilateral Komisyon bu cemiyetlerin temelini olusturur. Bir istihbaratçi olan George Orwell’in 1984 isimli kitabinda belirtildigi üzere, medyayi kontrol eden beyinleri kontrol eder. Beyinleri kontrol eden ise, toplumlari kontrol eder (son örnegini 3 Kasim seçimlerinde gördügümüz gibi).

ABD’de medyayi ve beyinleri kim kontrol eder?

ABD’de her yere yayilan ve en çok seyredilen kanallar yaklasik 15 aile tarafindan ve 24 sirketle yönetilmektedir (Chomsky, 1988, 1991, 1992, 1994). Bu sirketler sunlardir (Chomsky, 1988, 1991): Advance Publications (Newhouse ailesi), Capital Cities (Devlet Kökenli, DK), CBS (DK), Cox Com (Cox ailesi) , Dow-Jones (Bancroft-Cox ailesi), Gannet (DK), GE (General Electric), Hearst (Hearst ailesi), Knight-Ridder ailesi, News Corp (Murdoch ailesi), New York Times (Sulzberger ailesi), Reader’s Digest (Wallace ailesi), Scripps-Howard (Scrips ailesi), Storer Corp (Storer ailesi), Taft (Taft Ailesi), Time Inc. (karisik ve DK), Times Mirror (Chandler ailesi), Triangle (Annenberger ailesi), Tribune Co. (McCormick ailesi), Turner Broadcasting (Turner ailesi), Fox Broadcasting (Fox ailesi).

ABD’de bugün, hem gizli-derin devletten izinsiz, hem de bu ailelerden izinsiz hiç bir gerçegi yayimlayamazsiniz (ABD gizli devleti için bkz. Vankin 1996; Constantine1997; Blum 2000). Belirli bir elit zümrenin kontrolü altinda olan ABD medyasinin, bunun bir sonucu olarak da dünya medyasinin gerçeklerle ilgili fazla bir bilgi yayinlanmasi beklenemez. Zaten tüm Amerikan halki 11 Eylül olayinda oldugu gibi medya tarafindan tamamen uyutulmus ve inanilmaz senaryolar ile sadece Amerikan halki degil, tüm dünya kandirilmistir (Meyssan 2002; Sayin 2002).

Bu sirketlerin pek çogunun yöneticisi özel ve elit bir alt kültürden gelmektedir ve hep ayni söylemi dile getirirler ve Yeni Dünya Düzeni’nin temel bir parçasidirlar. Bu egilim, dünyayi dinlemek ve yönetmek için NSA (National Security Agency) tarafindan kurulmus ECHELON sisteminin diger üyeleri Ingiltere, Kanada, Yeni Zelanda ve Avustralya’da da pek degismemektedir (Sayin 1998; Hager 1997). ABD’de de Washington ve New York merkezli CFR’nin yerini bu ülkelerde Bilderberg ve Trilateral Komisyon almaktadir.

Medyanin basinda da mutlaka bu örgütlerin elemanlari bulunur. Asagida bazi örnekleri siraliyoruz (Kisaltmalar B: Bilderberg üyesi; T: Trilateral Komisyon; C: Council on Foreign Relations, en az iki veya üç gizli cemiyete üye olanlardan örnekler verilmistir, bu örgütler daha sonra tanimlanacaklardir, Kaynak: Ross 2000):

Robert Erburu (C ve T): Times Mirror baskani
Forester Lynn ( B ve C): Netwave Inc. Haberlesme sistemleri
Paul Gigot (B ve C): Wall Street Journal, Washington yazari.
Henry Anatole Grunwald (B ve C): Time dergisi, editör
Jimmie Lee Hoagland (B ve C): Washington Post, editör yardimcisi.
Claude Imbert (B ve T): Le Point, Paris.
Dinç Bilgin (B ve T): Sabah Yayincilik ve 1 Numara Yayincilik.
Wyatt Thomas Johnson (C ve T): CNN baskani.
Flora Lewis (C ve T): New York Times, Paris, köse yazari
Charles William Maynes (B ve C): Foreign Policy Magazine, Carnegie vakfi (CIA baglantili)
Albert J. Wholstetter (B ve C): Wall Street Journal, yazar
Robert Leroy Bartley (B, C ve T): Wall Street Journal, Editör ve baskan.
Thomas L. Friedman (B, C ve T): New York Times, köse yazari.
David Gergen (B , C ve T): US News and World Report, Baskan ve editör.
Katharine Graham (B, C ve T): Washington Post, direktörlerden
James Fulton Hoge (B, C ve T): Foreign Affairs Magazine direktörü (bu dergi CFR’in resmi organidir).
Mortimer Benjamin Zuckerman (B, C ve T): US News ve World Reports, Atlantic Montly, NY Daily News. Bas Editör.

Dünyada hakimiyeti elinde tutan bu Anglo Sakson ve Yahudi medyalarinda tek bir ideolojinin borusu öter: Globalizm. Globalizasyonun ve Yeni Dünya Düzeni’nin temel felsefesini ortaya koyan da ORDO AB CHAO (Kaostan Düzen) mottosu ile ortaya çikmis Illüminati, Skulls and Bones Society (SBS, Kuru Kafa ve Kemik Cemiyeti), Bohemian Grove (veya Bohemian Club) gibi gizli cemiyetlerin ta kendisidir! Daha sonra bu cemiyetlere 20. yüzyilda Council on Foreign Relations (CFR, Dis Iliskiler Konseyi), Bilderberg ve Trilateral Komisyon eklenecek ve diger ülkelere de yayilarak kayitsiz sartsiz bir Yeni Dünya Düzeni veya bir Anglo Sakson Firavunlar devri yaratmak için büyük bir mücadele verilecektir (Sutton 1986; Domhoff 2000; Ross 2000; Marrs 2000).

Dünyadaki pek çok tüketim malzemesini ve diger mallari sistematik gizli örgüt agina sahip bir elitler grubu kontrol etmektedir. Bu elitler grubu tüm dünyaya yayilmislar ve pek çok kilit noktayi bilinçli ve planli bir biçimde isgal etmislerdir. Artik dünyayi yöneten bir Büyük Agabey vardir ve bu Büyük Agabey bahsedilen elitlerin olusturdugu gizli bir agdir; bu agin tarihsel mistik bir geçmisi de vardir! Büyük Agabey örgütünün üye sayisi 8-10 bini asmaz, ama savaslarin çikmasindan dünyadaki para hareketlerine, uyusturucu trafigi ve kara paradan ülkelerin çökertilmesine, hükümetlerin degistirilip, ülkelerin parçalanmasina kadar (Rusya ve Yugoslavya örnegi) bu elitler grubu ve Büyük Agabey etkilidir.

Yeni Dünya Düzeni, arkasinda masonik gizli örgütlenmelerin oldugu bir uluslararasi agin ve Council on Foreign Relations (Dis iliskiler konseyi), Trilateral Komisyon ve Bilderberg isimli örgütlerin planlayip, dünyaya dayattigi kayitsiz sartsiz emperyalist bir sömürü sistemidir.

Yeni Dünya Düzeni ve bu örgütler neden tehlikelidirler?

Yeni Dünya Düzeni’nin amaçlari ve tehlikeleri hakkinda tonlarca kitap yazilmis, globalizasyonun insanliga sunacagi acimasiz gerçekler hakkinda yüzlerce konferans verilmistir. Fakat bahsedilen gizli örgütlerin ve CFR, Bilderberg ve Trilateral Komisyo’nun tehlikeleri hakkinda yazilan kitaplar bir avuçtur. Çünkü bu örgütler hakkinda bilgiye ulasmak çok zordur. Bu örgütlere üye olan kisiler istihbarat örgütlerinin, silahli kuvvetlerin, NATO’nun veya Savunma Bakanliklarinin, bankalarin, dev tröstlerin en tepesindeki insanlardir. Nazilerden pek de farkli olmayan bu insanlarin gerçek yüzlerini daha iyi anlayabilmek, ancak onlarin dünya insanligi üzerinde oynadiklari rolü sergileyerek mümkün olabilir. Bu örgütler niye tehlikelidirler? Çünkü:

Savaslari onlar çikarirlar. Ne kadar sürecegine onlar karar verirler, kimlerin katilacagina ve hangi sinirlarin çizilecegine onlar karar verirler (Su anda içine girmekte oldugumuz savasta oldugu gibi). Birinci Dünya Savasi’nin çikmasinda J. P. Morgan ve Rockefeller’in büyük etkileri oldugu ve savas sonunda da inanilmaz kârlar elde ettikleri bilinmektedir (Marrs 2000). Ayrica 2. Dünya Savasi’nin basinda (Hitler’in yükselisinde de) Rockefeller grubunun Hitler’e yaptigi yardimlar bilinmektedir. Rockefeller’lar, bu Büyük Agabey’in, CFR veya Skulls and Bones Society’nin merkezindedirler.

Parayi kayitsiz sartsiz onlar kontrol ederler. ABD’deki Merkez Bankasi’ndan tutun, diger uluslardaki merkez bankalarina kadar tüm temel bankalarin kilit noktalarini onlar kontrol ederler. Iskonto oranlarini, para teminini, altin stoklarini ve altin fiyatlarini, borsa fiyatlarini onlar ellerinde tutarlar ve kontrol ederler. Dünyada akmakta olan tüm kara para bu örgütlerin kontrolündedir.

Hükümetleri onlar kontrol ederler. Pek çok ülkede kimin basbakan, kimin vali veya kimin yönetici konumuna gelecegini onlar kontrol ederler. Gerekirse hükümetleri yikarlar, yerine yenisini kurarlar, islerine gelmezse onu da yikarlar ve bunu kimsenin ruhu duymadan yaparlar. Medya bu gerçeklerden bahsedemez.

Medya ve bilgiyi onlar kontrol ederler. Temel pek çok medya kuruluslarini onlar kontrol ederler. Beyin yikama yöntemleri ve medyayi yönlendirme yöntemleri korkunçtur. Onlarin izni olmadan büyük medyaya yayin yapmaniz mümkün degildir.

Ücretleri, vergileri maaslari onlar kontrol ederler. Emeginize net olarak hakimdirler. Tüm ücretleri, endüstrilerdeki maaslari, isçi maaslarini onlar kontrol ederler.

Mafyayi onlar kontrol ederler. Detaya girmeye gerek yok, çünkü zaten kendileri mafyadir. Diger mafya örgütlenmelerini onlar kontrol ederler.

Bilimi ve teknolojiyi onlar kontrol ederler. Bilimi ve teknolojiyi çok kilit noktalardaki ögretim görevlileri veya çok kilit noktalardaki sirket görevlileri sayesinde onlar kontrol ederler.
Istihbarat örgütlerini ve ordulari onlar kontrol ederler. ABD’deki hemen her istihbarat örgütünün üst düzey görevlisi veya ileri geleni ya bahsedilen gizli örgütlerin üyesidir, ya da CFR, Trilateral Komisyon veya Bilderberg üyesidir. Avrupa ve Japonya’daki istihbarat örgütlerinde de bu kisiler çok etkilidir. Türkiye’de ise son 50 yildir yönetici konumuna gelmis pek çok kisi ya Trilateral Komisyon veya Bilderberg üyesidir.

Su unutulmamalidir: Bu örgütlerin güçleri, nitelikleri ve üyeleri ortaya çikarildiktan sonra kesinlikle alt edilebilirler. Bu örgütleri böylesine siralamak onlarin yenilmez olduklari vurgulamak amaciyla degil, aksine onlarin iç yapilarini ortaya koymak ve alt edilebileceklerini vurgulamak amaciyla yapilmaktadir.

Asagida her üç örgüte de (Trilateral Komisyon, Bilderberg ve CFR) üye olan kisilerin isimlerini ve bulunduklari konumlari sunuyorum (Ross 2000).

Her üç örgüte de üye olan elitler

Paul Arthur Allaire: Xerox sirketi direktörü, CFR direktörü.
Graham T. Allison: Ulusal Politika Merkezi üyesi, eski CFR Direktörü.
D. Orville Andreas: Archer Daniels Sirketi Baskani.
R. Leroy Bartley: Ünlü Wall Street Journal Editörü.
C. Fred Bergsten: Ünlü Brookings Institition Yöneticisi.
Robert R. Bowie: Kitalararasi Gelistirme Merkezi üyesi.
John Bredemas: Texaco sirketi direktörü, eski senatör.
Zbigniew Brzezinski: Ulusal güvenlik danismani, Stratejik ve Uluslararasi Çalismalar Enstitüsü.
John H. Chafe: Senatör, Fin. Sel. Intellig. Direktör.
Bill Clinton: Eski Baskan, Arkansas Valisi.
Richard N. Cooper: Harvard’da Prof. CFR direktörü, Devlet Bakanligi, Ekonomik isler.
Gerald Corrigan: CFR direktörü, Federal Merkez Bankasi. Eski direktörü, Goldman Sachs.
Lynn E. Davis: Devlet Bakani, Uluslararasi Güvenlik Sekreteri.
John Mark Deutch: CIA direktörü, Savunma Bakanligi.
Martin S. Friedman: Prof. (Harvard) Ekonomik Arastirmalar Ulusal Bürosu.
Stephan J. Friedman: Goldman Sachs Sirketi.
Thomas L. Friedman: New York Times gazetesi, köse yazari.
David. L. Gergen: US News ve World Report Direktör ve Clinton’in danismani
Louis Gerstner: IBM Sirketi sahibi ve Baskani.
Kathrine Graham: Washington Post gazetesi, köse yazari ve Brookings Inst.
Maurice Greenberg: CFR direktörü, Am. Int. Group Inc. Baskan Yardimcisi.
Lee Herbert Hesburgh: Senatör, Indiana uluslararasi iliskiler.
W. Alexander Hewitt: Jamaica Büyükelçisi.
James F. Hoge: CFR’nin yayin organi Foreign Affairs’in direktörü.
Richard Holbrooke: ABD Büyükelçisi, B. M. üyesi Credit S. First Boston Corp.
Vernon E. Jordan: Aikin, Huer and Feld Sirketi, RJR Nabisco yöneticisi.
Henry A. Kissenger: Nixon ve Carter dönemi Devlet Bakanligi, Sekreter.
Winston Lord: Devlet Bak. Sekreter yardimcisi, Dogu Pasifik ve Asya Iliskileri.
Jessica T. Mathews: Uluslararasi baris için Carnegie Vakfi Baskani (CIA ve DIA).
Winston P. McCracken: Michigan Üniversitesi Prof.
Robert Strange Mc Namara: Dünya Bankasi Baskani, Eski Savunma Sekreteri, Brookings Inst. (CIA baglantili).
Walter F. Mondale: ABD Büyükelçisi, Japonya Devlet Bakanligi.
J. Benjamin Nye: Hazine Bakanligi Sekreteri ve etkin baskani.
Joseph S. Nye: Ulusal Istihbarat Konseyi Baskani, Harvard Dekani
Rozanne L. Ridgway: Atlantik Konsül, RJR Nab Direktörü.
Charles W. Robinson: Kitalararasi Gelistirme Konsülü, Brookings Inst. (CIA baglantili).
David Rockefeller: Chase Manhattan Bankasi baskani, Rockefeller Sirketi Baskani, CFR baskani, Trilateral Komisyon baska. Bahsedilen tüm örgütlerin basindaki çekirdegin yöneticisi.
Brent Snowcroft: Ulusal Güvenlik Konseyi Baskan yard, CFR eski baskani.
Helmut Sonnefeldt: Brookings ve Carnagie Endowment (CIA baglantili).
George Soros: Soros Fund Baskani, Open Society Institute.
Laura D. Tyson: Prof, Harvard, Ekonomik danismanlik Komisyonu baskani.
Paul A. Volcker: Federal Reserve System (Merkez Bankasi) Baskani.
John C. Whitehead: Brookings Institution baskani (CIA yan kurulusu) NYC, AEA investor.
Paul D. Wolfowitz: John Hopkins Ünv Dekani, Ileri Uluslararasi Iliskiler (CIA).
Robert B. Zoellick: Stratejik ve Uluslararasi Iliskiler Merkezi baskani.
M. Benjamin Mortimer: US News, World Reports, NY Daily News, Atlantic Montly Baskani ve yöneticisi, pek çok medyayi kontrol etmekte.

Eski ve Yeni Dünya Düzeni’nde gizli cemiyetlere kisa bir bakis

Dünyanin kurulusundan beri insanlar sosyal sistemler içinde belirli bir güç arayisinda olmuslardir. Belirli sosyal siniflarda ve özellikle 16-18. yüzyildan sonra yönetici sinifi teskil eden üst burjuvazide belirli mevkilerin dagilimi arz-talep dengesine uygun olmamaya baslamistir. Ayrica klise ve din baskisina karsi da, farkli ve daha açik görüslü düsünceye sahip insanlar farkli örgütlenmeler içine girme ihtiyaci duymuslardir. Bu yüzyillarda eski mistik gizli cemiyetlerin de törelerini ve yöntemlerini kullanan yeni yapilanmalar görmekteyiz. Masonluk ve ILLUMINATI bu özellikleri fazlasiyla içermektedir.

Aslinda gizli cemiyetler büyünün ve ayinlerin basladigi çok eski dönemlere kadar gider ve pek çok gizli cemiyetin kurulusu Misirlilar ve Mezopotamyalilar zamanina kadar uzanmakta, Sümer ve Akadlara, 5000 yil önceye gitmektedir. Ama ilk gizli cemiyetlerin temel çikis noktasi din ve Tanri ile bütünlesme çabasidir. Ilk gizli cemiyetleri olusturanlar da zaten samanlar, din adamlari ve ruhban sinifi olmustur. Zoroastrianizm, Mithraism, Pitagorasçilik, Neo-Platonizm, Kabalizm, Sufism, Batiniler (Hasan Sabbah’in gizli cemiyeti), Tapinak ve Malta Sovalyeleri ve Gül Haç örgütü ve daha binlercesi Misir, Mezopotamya ve Ortadoguda kendi inanç, sembolizm ve ritüel sistemleri ile yogrulmuslar ve yillarca birbirlerinden etkilenerek Rönesans dönemine kadar ulasmislardir. Burada söz konusu olan masonik cemiyetlerdir, ama burada hedefimiz tüm masonlari ve masonik aktiviteleri kötülemek degildir. Yüzlerce kola ayrilmis olan masonluk kendi alt kültürü içinde bazi masonik olgulari ve yapilari da beraberinde getirmistir. Masonlugun tarihte insanlara olumlu etkileri de olmustur. Öncelikle 18. yüzyil öncesi Anderson Anayasasi’ndan önceki masonlarin pek çogu aydinlanmaci ve bilimsel kisiligi ön plana çikan kisilerdir.

Varligi halen tartisilan Gül Haç (Rose Croix) örgütünün de masonlugun farkli bir devami oldugu, hatta 1614’lerde kliseye karsi Ingiltere’de manifestolar verdigi de söylenir. Rose Croix’da bulundugu ve büyük üstatlik yaptigi söylenen bazi kisileri son yillarda bulunan parsomenlerdeki kayitlarina ve ‘Holly Blood and Holly Grail’ (Kutsal Kan, Kutsal Kase) isimli kitaptaki bilgiye göre sayalim isterseniz (Baigent 1983). Leonardo da Vinci (1510-1519); Robert Boyle (1654-1691); Isaac Newton (1691-1727); Charles Radclyffe (1727-1746); Victor Hugo (1844-1885); Claude Debussy (1885-1918). Daha pek çok ünlü isim mevcut bu gizli masonik örgüttedir! Bu örgütün de farkli bir masonik örgüt olarak faaliyetlerini halen dünyanin heryerinde sürdürdügü iddia edilmektedir. ILLUMINATI’ye de bir kol veren grubun Gül Haç teskilati oldugu düsünülmektedir.

Bu gizli cemiyetlerin hepsi tarihte olumsuz etkiler yapmamistir, aksine Hür ve Kabul Edilmis Masonlar Cemiyeti Fransiz Ihtilali ve Amerikan Devriminin örgütlenme yapisini ve temel kardeslik, esitlik felsefesini olusturmus, devrimlere ideolojik bir ag örmüstür. Fransiz Ihtilali’nin pek çok kahramani masondur. Kuzey Amerika’ya masonluk 1730’larda gelmistir. Benjamin Franklin 1731’de mason olmus ve 1734’de Pennsylvania’nin Büyük Üstadi olmustur. Rose Croix’larin (Gül Haç) üçlü konsülünde yer almistir. George Washington 1752’de masonluga alinmis 1789’da da Baskan olmustur. Amerikan baskanlarinin büyük çogunlugu masondur. Masonik örgütlerin pek çogu Türkiye’de de adi çok tartisilan Tapinak Sovalyeleri’ne dayanir.

Tapinak sovalyeleri

Tapinak sovalyeleri, Haçli seferleri sirasinda Hugues de Payen isimli soylu bir sovalye tarafindan 8 diger sovalye ile birlikte 1119’da kurulmustur (Baigent 1983; Barret 1999; Draul 1989). Bu dönem Hasan Sabbah’in ve Batinilerin etkisinin bitmek üzere oldugu bir dönemdir. 1099’da Kudüs alininca, Tapinak sovalyeleri buraya giden hacilari ve Avrupalilari korumak için devreye girdiler. Resmi olarak Troya konsülü tarafindan 1129’da Isa’nin Fakir Sovalyeleri ve Süleyman Tapinagi Tarikati olarak kuruldular. Tapinak sovalyelerinin sayisi hizla artti, 1130’da 300 kadar Tapinak sovalyesi Kudüs civarina vardi. Tapinak sovalyesi olabilmek için klise karsisinda fakirlik yemini etmek, bekaret ve kliseye itaat basta geliyordu. Görevleri din adamlarini ve Kudüse gidenleri korumakti. Sayilari artti, Anadolu’da ve Kudüs civarinda kendilerine kaleler insaa ettiler ve kendilerine ait bir alt kültür kurdular. 1139’da basarilarindan dolayi Papa Innocent II onlara tam bagimsizlik tanima hatasinda bulundu. Krallar ve soylular da hoslanmamalarina ragmen mecburen Tapinak Sovalyeleri’ne toprak ve toprak kirasi alma hakki tanidi. Böylece sayilari binleri asti ve hem Anadolu’da hem de deniz kenarindaki diger bölgelerde kaleler insaa ettiler ve duvarci ustasi anlamina gelen ilk ‘masonik’ aktivitelerine baslamis oldular. Zamanla soyulmaktan korkan hacilara yardimci olmak için onlarin degerli esyalarini muhafaza etmeye, ilk seyahat çeklerini ortaya çikarmaya basladilar. Tabii gizli bazi isaretler tasimasi gereken bu yazili kagitlardaki semboller yüzyillardir bölgedeki mistik akimlardan etkilendi ve onlarin alt kültürleriyle bütünlesti.

Tapinak Sovalyeleri’ne üye özel olarak seçilir, tarikata kabul edilirler ve çok farkli bir egitimden geçirilirlerdi. Bu sirada Arapça ögrenip, eski Yunan eserlerini okumaya basladilar. Bankerlikle ve ticaretle de çok zenginlestiler. Papalik ve Fransiz krali onlarin gücünün azaltilmasi gerektigini sonunda anladilar, çünkü hermetizm, alkemi (simya) ve bilimle de ugrasan bir alt kültür yaratmislardi. 1307’de Papa Clement V’in emri ile bazi Tapinak Sovalyeleri geri çagrildilar, büyücülükle suçlandilar, iskence gördüler ve yakildilar. 1314’de Tapinak Sovalyeleri’nin büyük üstadi Jacques de Molay Paris’te bir kaziga çakilarak yakildi. Bunun üzerine geri çagrilan Tapinak Sovalyeleri Iskoçyaya kaçtilar ve orada operatif masonlugu kurdular ve Anadolu’daki, Kudüs’teki kaleleri ve merkezleri ile haberlesmeyi sürdürdüler. 36’sinin haricindeki Tapinak Sovalyelerini yakalayamadilar. Özellikle suçlama büyü, hermetizmle (ilk kaynaklari astroloji, astrolojiye dayali hekimlik ve büyü olan, I.S. II ve III yüzyilda ise Stoaciligin ve Platonculugun, Zerdüst dininin de da damgasini tasiyan, Hristiyanligini Mesih anlayisini reddeden, Bati mistisizminin esasini olusturan bir felsefe ve din) ve alkemi ile ugrasmalari, maddi güçlerini Papaligin hizmetine sunmamalari ve Papaliga garip gelen sembolik ve allegorik ritüelleriydi. Bu ritüellerde söylenen sözler ezberleniyordu ve yazili degildi ve ne yaptiklari belirsizdi, kliseye karsi ayaklaniyor olabilirlerdi. Avrupa’da büyük bir olasilikla Tapinak Sovalyeleri daha sonraki yüzyillarda farkli örgütler olarak devam ettiler, bunlarin en önemlisi asagida açiklayacagimiz Rose Croix (GÜL HAÇ) örgütüdür.

Rose Croix (Gül Haç örgütü)

1188’de Prieree De Sion MS 46 yilinda kurulan ORMUS (inisiye edilenler tarikati veya tekris edilenler tarikati) isimli tarikatin bir adinin da l’Ordre de la Rose-Croix Veritax oldugu, bir rivayete göre de Isa’nin çarmihtan inip bu tarikati kurdugu söylense de, Dames Frances Yates’e göre ilk ismine 1614’de yayimlanan Fama Fraternatis’de, Confessio Fraternatis ve The Chemical Wedding of of Christian RosenKreuz’ da rastlanir. Bu devirde yazilan ve Rosy Cross Manifestolari olarak bilinen üç eser bir Hiristiyan olan Rossy Cross’dan ve allegorik bir efsaneden ve bir manifestodan bahseder. Almanya’da 1378’de dogan Rosy Cross Anadolu’ya ve kutsal topraklara gitmis 106 yasinda 1484’de ölmüstür. Bu eserler simya ile, gizli bilimle ve tipla ugrasan kliseye karsi olan gizli bir toplulugun varligindan dem vurur. Eserlerde masonik sembolizm ve dolayli anlatim kullanilir. Bu yazilarda belirttigimiz gibi Boyle ve Leonardo da Vinci’den, Isaac Newton’a kadar pek çok bilim insani bu gizli örgüte üye olmus ve bu örgüt sayesinde kendini gelistirmistir. Örgütün tüm özellikleri masoniktir ve Tapinak Sovalyeleri ile iliskileri olduguna kesin gözüyle bakilmaktadir. Daha sonra ABD’ye masonlugu getiren kisiler ve Benjamin Franklin’in kendisi bile Gül Haç örgütünün iç çekirdegindendir. Manifestolar insanlik için çalisan kardeslik ve iyiligi yayma motiflerini isler, Fransiz Ihtilali ve Amerikan ihtilalinde de gelisen devrimci masonik örgütlenme Rose Croix ile içiçedir. Gül Haç isminin de çok sembolik bir anlami vardir (detaylar için Baigent 1983 ve Barret 1999) Rose Croix ayrica pek çok yönü ve mistik islevi ile Kabalizmle içiçedir, bu da hem Yahudilerden hem de konuyu isleyen Tapinak Sovalyelerinden geçmis bir gelenektir.

1623’de Gül Haç örgütü Pariste çok yaygindi ve bazi üyelerinin görünür, bazi üyelerinin de görünmez oldugu ve görünmez olanlarin seytanla isbirligi içinde oldugu dedikodusunu dogurmustur. 1640’larda Avrupa ve Ingiltere’de pek çok Rose Croix örgütü mevcuttu ve Ashmole ve Lilly tarafindan Londra’da 1646’da kurulan bir locanin Hür ve Kabul Edilmis masonlugun, Tapinak Sovalyeleri ile birlikte temeli attigi iddia edilmistir. 17. Yüzyildan sonra Gül Haç örgütü masonluktan daha gizli ve daha ölümcül bir biçimde devam etmis ve bir kola ayrilarak ILLUMINATI’yi olusturmustur. Rose Croix o kadar gizlidir ki, halen sürüp sürmedigi bile resmi olarak bilinmemektedir. Seytana taparlar mi? Bu konuda belirsizdir, ama 20. yüzyilin basinda GOLDEN DAWN (ALTIN GÜNDOGUMU) isimli koyu okkült, kara büyü ve satanizm örgütünü kuran Aleister Crowley’in Rose Croix örgütünden oldugu iddia edilmektedir, ayni zamanda Crowley Hür, Kabul Edilmis Masonlar Locasi’nda Büyük Üstadlik yapmis, Skoç ritinde de 33. derece mason olmustur.

Yaptigim arastirma ve incelemelerden çikardigim sonuç, Rose Croix örgütünün hiç bir zaman yok olmadigidir. Fakat baska örgütler dogurmaya devam etmistir. 16. yüzyildan beri gerek masonlugun, gerekse ILLUMINATI’nin ve Skulls and Bones Society’nin dogusunda etkin rol oynamistir. Ama Hür ve Kabul Edilmis Masonlar resmi ve kanuni bir dernek olmasina karsin, ne ILLUMINATI ne de Rose Croix ortaya çikip kendini gösteren birer dernek degildirler ve masonlugu kendilerine üye çekmek için bir havuz olarak kullanirlar. Yani daireler içiçedir. En içteki dairede ve çelik çekirdekte hangi mistik gizli örgütün yüzyillarca etkili oldugu meçhul kalmistir.

Illuminati

Illuminati 1 Mayis 1776 da Adam Weishaupt tarafindan Bavyera-Almanya’da kurulmustur. Adam Weishaupt Ingolstadt Üniversitesinde hukuk profesörü iken masonik egilimlere merak sarmis ve bir gizli örgüt kurmustur. Ama hükümete karsi bazi hareketler de içeren yayinlari nedeniyle 1786’da polis tarafindan basilmis ve ondan sonra da tamamen yer altina inmistir. Illuminatinin daha sonra çok güçlendigi ve 1833’de Yale Üniversitesinde General William Russel tarafindan Skulls and Bones Society (SBS) olarak kuruldugu rivayet edilmektedir (Marrs 2000; Sutton 1986). Yani bir rivayete göre SBS Illuminatinin ABD’deki devamidir. ILLUMINATI’nin Rose Croix örgütü ile direkt iliskisi oldugu bilinmektedir. Hangi ülkede birlesik çalisirlar, hangi ülkede farklidirlar ve ayrilirlar bilinemez. Bu gizli örgütlerin terör örgütlerinden özde pek bir farki yoktur; terör örgütleri bomba ve silahla terör ve anarsi yaratirlar. ILLUMINATI, SBS, CFR ve benzerleri ise sadece anarsi ve kaosu yani ORDO AB CHAOS’u (kaostan düzen) imza yetkisi, uluslararasi strateji, paranin kontrolü ve mafyanin indirekt kontrolü ile yaratirlar.

Illuminati adini ve üyelerini inanilmaz bir sir gibi saklayan ve ölümcül bir kurulustur. Bugün hemen her ülkede mevcuttur. Özel egitim, tören ve alt kültürlerden gelmeyenler Illuminatiye kabul edilmezler. ABD baskanlarinin pek çogu Illuminati’den ya icazet alirlar ya da üyesidirler. Bu gizli örgüte ihanet edenlerin cezasi kayitsiz sartsiz ölümdür. Illuminatinin NATO ile veya Gladyo gibi yeralti örgütleri ile de iliskisi oldugu sanilmaktadir (Domhoff 1974, 2000; Sutton 1986, 1988, 1990; Marrs 2000; Ross 2000; Marrs 2001)
Skulls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Örgütü-SBS)

Baba ve ogul George Bush’un üyesi oldugu SBS, merkezi Connecticut Yale Üniversitesi’nde olan çok gizli bir cemiyettir (Ironhouse 2002; Sutton 1986). Her yil sadece bu örgüte 15 kisi girebilir, ama bu 15 kisi daha sonra ABD’de en kilit noktalara getirilir, ayrica akrabalari ve dostlari da bu elitizmden paylarini alirlar. Sayilari az olmasina ragmen etkileri fazladir ve bir çember içindeki merkez usulüyle çalisirlar, yani bir çemberdeki çesitli noktalarin kontrolü bir SBS üyesinde ise, onlar için sorun çözülmüstür, bu nedenle üyelerini yönetici ve etkin çemberlerin merkezine koyarlar. Tabii ki ILLUMINATI, Rose Croix (Gül Haç), Trilateral Komisyon ve CFR ile ile direkt iliskileri vardir.

Her ikisinin de gizli Rose Croix örgütü ile iliskisi vardir. Alphonso Taft daha sonra ABD baskani ve SBS üyesi olan William Howard Taft’in da babasidir. SBS’nin son 150 yilda 2500’den fazla üyesi olmustur. SBS Yeni Dünya Düzeni’nin temel ideologlarindan biridir (Bohemian Grove ve CFR ile birlikte). Elimizdeki ilk kayitlar Haziran 1882’ye aittir.

Bu gizli cemiyete girebilmek ancak davetle mümkündür ve inisiasyon töreni masonlarinkine çok benzer. Fakat tüm ritüeller ve yapilanlar gizlidir, kimse disariya bilgi sizdiramaz. Inisiasyon törenlerinde denekler çirilçiplak soyunup bir tabuta girerler, bu tabuttan çiktiklarinda yeniden dogmus sayilirlar. Birbirlerini özel tanima yöntemleri vardir. Son yüz yilda SBS üyeleri ABD’de en kilit noktalara gelmislerdir ve özellikle belirli ailelerden seçilen kisiler özenle bu gruba alinir. Bu cemiyete girebilmek için temel özellik WASP olmaktir (White:Beyaz; Anglo Sakson ve Protestan). Baska irka veya geçmise mensup baska dinden olanlar bu yapiya giremez.

SBS ABD’de pek çok kilit noktaya gelmis insanin yer aldigi bir cemiyet olmustur. 6-7 kusak öncesinden Anglo Sakson ve protestan olmasina çok dikkat edilir. SBS’nin temelinde bir çelik çekirdek iç hücre, etrafinda daha büyük bir çember, onun etrafinda da daha dis bir yapilanma vardir. Chapter 322 ismi ile de anilan iç merkezin direkt olarak merkezde olmak kosuluyla Trilateral Komisyon, CFR, Bilderberg, Atlantik Konsül (Bir ‘round table’ masonik grubu), Bohemian Grove (veya Bohemian Club), Pilgrem Society, ve SBS’nin dis gölge örgütleri (yani üye almak için havuz olusturduklari yan klüpler vardir) (Marrs 2000; Marrs 2001; Sutton 1986, 1988, 1990).
ABD’ye yerlesen ve pek çok tüketim aracini kontrol altindan tutan ve etkin ailelerden SBS’ye üye verenlerden bazilari sunlardir (çok uzun süredir bu ailelerin mutlaka bir kaç ferdi SBS üyesidir):

Whitney Ailesi ( yerlesim 1635, Watertown, Massachusets),
Perkins Ailesi ( yerlesim 1631, Boston Mass.),
Stimson Ailesi (yerlesim 1635, Watertown, Mass.),
Taft Ailesi (y. 1679, Braintree, Mass),
Wasdworth Ailesi (y. 1632, Newtown, Mass.),
Gilman Ailesi (y. 1638, Hingham, Mass.)
Payne Ailesi (Standard Petrolün sahibi),
Davison Ailesi (J. P. Morgan ve sirketinin sahibi, her iki dünya savasinda da etkili olmuslar ve büyük paralar kazanmislardir),
Pillsburr Ailesi (Un ticareti),
Sloane Ailesi (Ticaret ve parekende satisiin dev ismi),
Weyerhauser Ailesi (Kereste ve orman ürünleri tröstü),
Harriman Ailesi (Demiryolu Krallari),
Rockefeller Ailesi (Standard petrol, Chase Manhatten Bank ve binlerce sirketin sahibi CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderbergin basindaki aile),
Lord Ailesi (y. 1635, Cambridge, Mass.),
Bundy Ailesi (y. 1635, Boston, Mass.),
Phelps Ailesi (y. 1630 Dorchester, Mass.),

Bush aileleri (Baba Bush CIA ve ABD baskani, ogul Bush bu örgütlerin bir entrikasiyla ABD baskanligina getirildi, her ikisi de SBS üyesi).

SBS toplumdaki hemen her yapiya girmistir. Bunlarin içinde Beyaz Saray, Yüce Divan, Medya, Is ve Endüstri, Federal Banka sistemi, Kanun yapici kurullar, Mahkemeler vb vardir. SBS’nin temel ideolojisi Anglo Sakson ve Protestan beyazlarin dünyadaki hakimiyetini saglamaktir, ideolojisi oldukça fasistir ve her iki dünya savasinda da bu cemiyet çok önemli roller oynamistir. Bohemian Grove ve CFR ile birlikte Skulls and Bones Society Yeni Dünya Düzeni’nin yaraticisidir (Marrs 2000; Marrs 2001; Sutton 1986, 1988, 1990; Ironhouse 2002).

Bohemian Grove (Bohemian Klübü)

Bohemian Grove (BG) ayni Skulls and Bones Society gibi gizli amaçlar ve yöntemler için 1880’lerde Kaliforniya’da kurulmus bir cemiyettir. Üyeleri, törenleri, ritüelleri ve ne yaptiklari çok gizli tutulur. Merkezdeki çiftlik ayni anda yüzlerce kisinin hafta sonu toplantilarina katilabilecegi niteliktedir. ABD’nin hemen her eyaletinde tapinaklari vardir. Sembolleri BAYKUS’tur. Ritüellerde baykusa hitap edilir ve bir fetis olarak baykus motifi kullanilir. Bohemian Grove’a üye olanlar baska masonik klüplere de üye olduklari için bu rituellere ve sembolizme alisiktirlar.

1970’li yillarda en kilit noktadaki ve zengin 1000 civarinda üyesi olan Bohemian Grove üyelerinin ünlülerinden bazilari sunlardi (Domhoff 1974):

Dwight David Eisenhower (ABD baskani), Herman Wouk, Robert Kennedy (ABD Baskan adayi), Johson (ABD Baskani), Richard Nixon (ABD Baskani), Gerald Ford (ABD Baskani), Ronald Reagen (ABD Baskani), Bill Clinton (ABD Baskani), Nelson Rockefeller, David Rockefeller, Henry Kissenger,Edgar Kaiser (Kaiser Industries baskani), Henry Morgan (J.P. Morgan Sirketi), Charles Morgan (J.P. Morgan Sirketi), Neil Armstrong (aydan döndükten sonra katilmistir), Hoover Enstitüsünün bazi ileri gelenleri, Wernhern Von Braun (Alman roket ve uzay bilimcisi), David Sarnoff (Isadami), Senator Robert Taft (Taft ailesinin SBS ile yakin ilgisini hatirlayiniz!), Lucius Clay, American Express, Standard Brands, Int. Investment Corporation baskani, Earl Warren (Yüce Divan üyesi), Kalifornia valisi Goodwin Knight, Kalifornia valisi Pat Brown, Baskan Herbert C. Hoover (1913’te klube katilmistir), Rudolph Peterson ( Bank of Amerikanin eski baskani), Melvin Laird (eski Savunma Bakani), William Rogers (Eski CIA baglantili Devlet Bakanligi sekreteri), Francis Baer (United California bank eski baskani), Stephen D. Bechtel: J.P. Morgan sirketi direktörü, Gilbert Humprey(: National Steel, General Electric, Texaco, National City Bank of Cleveland, Sun Life Insurance direktörü, Lewis Lapham): Mobil Oil, Heinz, TriContinental Corp. Baskani), Edmund Littlefield): Wels Fargo Bank, Hewlett-Packard, General Electric eski baskanlarindan), Leonard McCollum ( Morgan Trust, Capital National Bank eski baskani)

Dikkat ederseniz Bohemian Grove hem çok zengin hem de en kilit noktalardaki elitlerin olusturdugu daha üst ve çok daha gizli bir seçkin klübüdür (Daha detayli listeler ilerideki çalismamizda yayimlanacaktir, yer tutmamasi açisinda sadece bazi kritik görevlerdeki kisileri verdik). Dikkat edilirse en fazla ABD baskani üyesi olan klüp Bohemian Grove’dur. ABD’de kaldigim 7 yil boyunca her gittigim kütüphanede ve kitapçida bu klüple ilgili bilgi aradim. Bu konuda sadece William Domhoff’un yazdigi bir kitap ile bir kaç makale geçti elime. Düsünün 1000’e yakin ABD eliti sürekli bir hafta sonu California’da veya diger eyaletlerdeki çiftiklerde toplanip kadinli, erkekli törenler yapiyorlar ve gizli ritüeller uygulaniyor, inisiasyon törenleri yapiliyor; insanlar komik komik kiliklara veya durumlara giriyor çesitli dramalar ve roller oynuyorlar. Bunlara bir sürü hizmetçi hizmet ediyor, bir sürü polis bunlari koruyor, bir sürü kisi bu klübe geliyor ve bu klüp 1880’den beri var. ABD’de elime geçen pek çok kütüphanenin veritabaninda bu klübe ait bilgi aradim, ama çok sinirli bilgiye ulasabildim. Halbuki masonlukla ilgili kitaplar heryerde satiliyordu. Benzer sekilde Skulls and Bones Society (SBS) konusunda da elime geçebilen kitap sayisi bir avuçtur. SBS de Bohemian Grove gibi çok gizli bir örgüttür. Bu örgütleri ABD’de sordugum hiç bir Amerikali bilmiyordu. Üstelik bu kitapta diger örgütlerle ilgili listeleri yayinlayan kitaplar veri tabanlarindan çikarilmisti, elimdeki kitaplarin çoguna direkt yazarlarina ulasarak eristim. Neden ve nasil saglanir bu gizlilik bunu anlamaya imkan yok! Bu gizliligin tek hedefi olabilir, törenlerde ve toplantilarda çok ciddi bazi kararlarin alinmasi. Örnegin atom bombasi projesinin kararinin verildigi yerin, siklotronu ilk kurgulayan Prof. Ernest O. Lawrence’a bu kararin verdirildigi yer olan Bohemian Grove’dur (Nuel Pharr Davis, Lawrence and Oppenheimer, New York: Simon and Schuster, 1968). Vietnam’a savas açilmasi kararinin verildigi yer de Bohemian Grove’dur. Kaliforniya’daki çiftlikte bazi zamanlarda ciddi güvenlik önlemli toplantilar yapilir.

Çiftlik San Fransisco’nun 65 mil kuzeyindedir 300-500 kisiyi barindirabilecek ve anayoldan ulasilamayacak, ancak bilenlerin helikopterle veya arazi araçlari ile gidebilecekleri bir alanda tüm çevre yerlesim merkezlerinden uzaktadir ve çok yogun koruma altindadir. Bu ana merkezin haricinde baska sehirlerde de merkezleri vardir. Bohemian Grove üyeleri belirli araliklarla toplanip klasik ritüelik törenlerini yaparlar. Törenleri bir rahip ile bir rahibe yönetir. Törenlerde genellikle allogerik ve yukarida tanimini yaptigimiz sembolik dramalar oynanir, fakat törenlerle ilgili yazilanlar da çok sinirlidir.

Bohemian Grove’un merkezinin bu kadar izole olmasina karsin, Bohemian Grove SBS, Pilgrem Society, Rotary Club gibi masonik cemiyetlerle iç içedirler. Bir söylentiye göre BG’dan icazet alamayan bir istihbarat örgütünün basina getirilemez, baskan seçilemez; devletle ilgili pek çok önemli karar buradaki toplantilarda verilir. Üyeleri yukarida saydigimiz gibi en kilit noktalardaki kisilerden olusur; örnegin 1991 de BG’da olup da ayni zamanda önemli sirketlerde yönetici olanlarin sayisi söyleydi: Bank of America 7 direktör, Pacific Gas and Electric 5 director, AT-T 4 direktör, First Interstate Bank 4 direktör, McKesson Corporation 4 direktör, Ford Motors 4 direktör, General Motors 3 direktör, Pacific Bell Telephone 3 direktör. Ayrica pek çok istihbarat örgütünün baskanlari veya üst düzey yöneticileri de BG veya SBS üyesidir. BG, SBS ile birlikte 1880’ilerden beri Yeni Dünya Düzeni’nin ideologudur ve bu cemiyetlerdeki kisilerin çogu ise Bilderberg, Trilateral Komisyon ve CFR’da yer alirlar. 1974’teki Domhof’un kitabinda belirtildigi üzere Bohemian Grove’a üye olan azinlik, ABD’deki o tarihteki tüm mallarin yaklasik yüzde 30-40’ina, özel sektörün tüm servetinin yaklasik yüzde 70-80’nine sahipti.
CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderberg örgütleri

Diger masonik örgütlerin iç çatisi ve yapisi altinda CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderberg günümüzün BÜYÜK AGABEYI haline gelmistir.

CFR (Council on Foreign Relations-Dis Iliskiler Konseyi)

Clinton, Antony Lake, Al Gore, George Bush, Warren Christopher, Colin Powell, Les Aspin , James Woolsey (CIA direktörü) gibi isimlerin CFR (Council on Foreign Relations-Dis Iliskiler Konseyi) isimli bir komisyona kayitli olmalari herhalde okuyucuyu bunca bilgiden sonra sasirtmaz. Ama dünyadaki en ciddi karar mercilerine gelenlerin bagli olduklari bir örgüt olmasi herhalde dogal karsilanabilir, üstelik bunlarin bazilari BILDERBERG veya Skulls and Bones Society üyesidirler. Yani hiç kimse hak ettigi ve olmasi gerektigi için bir pozisyonda degildir Yeni Dünya Düzeninde. Ipleri ne kadar iyi oynatabildigi, ne kadar sir tuttugu ve bu örgütlere ne kadar bagli oldugu önemlidir onlar için.

Globalizasyon ideolojisinin Bohemian Grove ve Skulls and Bones Society gibi masonik örgütlerden daha az gizli bir bransi olan CFR 21 Temmuz 1921’de New York’ta kurulmustur (Ross 2000; Marrs 2000). Zaten yüzyillardir ülkü piramiti, Süleyman mabedi, tek hükümetli dünya, Sionun ogullarinin vaad edilmis birlesik kralligi, evrensel kardeslik gibi fikirleri savunan gizli cemiyetlerin bu ideolojisini ilk harekete resmi olarak geçiren kurulus CFR’dir. Globalizmin gizlilikten çikip dünyaya ilani CFR’in kurulusu ile baslamistir. 1917’de Baskan Wilson savas sonrasinda yüze yakin elit adamini toplamis ve global baris (!) planlari yapmislar ve Wilson’in bilinen on dört nokta teorisini 8 Ocak 1918’de kongreye sunmuslardir. Bu plan özünde tüm ekonomik sinirlari kaldirmayi amaçlayan ve ABD sermayesini tüm dünyaya hakim kilmaya yarayan bir plandi. Ama 1919’da Paris Baris Görüsmelerindeki Versailles anlasmasi Almanya’ya agir kosullar koymustu. 30 Mayis 1919’da Paris’in Majestic otelinde toplanan Ingiliz ve Amerikan delegeleri bir ‘Uluslararasi Iliskiler Enstitüsü’ kurmaya karar verdiler. Bunun adi daha sonradan Ingiltere’de ‘Royal Institute of International Affairs’ oldu. 21 Temmuz 1921’de de ABD’de CFR gizli kosullar altinda kuruldu, 1945’e kadar merkezi New York’taki Prat House oldu (Halen merkezi burasidir: The Harold Pratt House, 58 East 68th Street, New York, NY 10021). Bu bina Rockefeller tarafindan bagislanmisti. CFR üyelerinin büyük çogunlugu New York ve Washington D.C.’de yasayan elitlerden olusuyordu. Daha ziyade New York ve Washington, D.C.’de yasayan elitlerden olusan CFR’in bugün finans, komünikasyon, akademi, istihbarat, teknoloji alanlarda en etkin konumlarda bulunan 3300 üyesi mevcuttur. Bu sayi bir zamanlar 1600 ile sinirliydi. Özellikle tüm CIA, DIA, DEA ve baska istihbarat sefleri bu örgütün de elemanidir ve CFR’in ilkelerinden disari çikamazlar. Ilk üyeler arasinda New York senatörü Colonel House, Devlet Bakanligi Sekreteri John Foster Dulles, CIA’da uzun süre çalismis Allen Dulles, kurucu baskan milyoner John W. Dawis ( J. P. Morgan’in finansörlerinden) vardi. CFR için ilk para John D. Rockefeller, Bernard Baruch, Jacob Schiff, Otto Kahn, Paul Warburg gibi milyonerlerden geldi. Bugün CFR için finans su kuruluslardan gelir: Xerox, General Motors, Bristol-Myers-Squip, Texaco, Alman Marshal Fund, McKnight Vakfi, Ford Vakfi, Andrew Mellon Vakfi, Rockefeller kardesler vakfi, Starr Vakfi vb. CFR yönetim üyeleri bugün dünyadaki her ise burnunu sokan ve ekonomik kontrolü amaçlayan kurum, vakif, enstitü ve gizli örgüt ile içiçedir.

CFR Ikinci Dünya Savasi’nda çok önemli bir rol oynamistir. Yayinladigi Foreign Affairs isimli dergi ile de çalismalarini tüm dünyaya duyurur. CFR her ne kadar gizli olmayan bir görünüme sahip olsa da, bu gerçek degildir. CFR, SBS, Bilderberg gibi çok gizli bir örgüttür. Her yil hazine sekreteri, CIA veya NSA yöneticileri ile çok gizli, halka açik olmayan toplantilar yapar. Normal kosullarda CFR’in anayasaya bile aykiri oldugu iddia edilmisse de bunu yargilayacak olan Anayasa Mahkemesi veya Yüce Divan üyelerinin büyük çogunlugu da CFR üyesidir. J.P. Morgan ve Rockefeller gibi devler CFR’ye büyük paralar yatirirlar, ama isadamlarina devletin güvenlik sirlari hakkinda brifing verilmesini kimse anlayamaz ve anlatmakla bitip tükenmeyen Amerikan demokrasisinin neresine koyacagini bilemez. Bu demokrasi ise neden hiç bir sey halka ve basina açiklanmamaktadir? Orasi da pek anlasilamaz. Gerçi basina açiklansa da farketmez, çünkü CFR tüm medyayi kontrol eder. 1988’den beri 14 devlet bakani, 14 hazine bakani, 11 Savunma bakani ve bir sürü federal büroya ait görevli CFR üyeleri arasindan seçilmistir. Özel sirketlerin devletin bu kadar içine girmesi nasil demokrasi ve hukuk sistemi ile bagdasir bunu J.P. Morgan’a ve Rockefeller’a sormak gerekir tabii. Dullestan beri her CIA direktörü, örnegin Richard Helms, William Colby, George Bush, William Webster, James Woolsey, John Deutsch, ve William Casey hep CFR üyeleri arasindan seçilmislerdir. Ne isi vardir Rockfeller’in kurdugu bir konsülde halkin ulusal güvenligini korumakla görevli onca insanin? Hukuk ülkesi ve demokrasinin besigi oldugu iddia edilen Amerika’nin bu gerçeklerini Amerikalilarin çogu bilmez, onlar kredi karti borçlarini ve ev taksitlerini ödeyip, evde patlamis misir yiyerek biralarini içerler. ABD’li pek çok yazar CIA’in Amerika ve Amerikan halki için degil, CFR’in dostlari ve gizli iliskide oldugu dernekleri için bilgi topladigini dile getirmisler, ama komünistlikle suçlanmislardir.

CFR bu isadamlarinin istedigi kisileri hep yükseltmis en üst ve dokunulmaz noktalara getirmistir. Bunun en güzel örnegi siradan bir akademisyen olan ve David Rockefeller ile tanistiktan sonra sansi açilan Henry Kissenger olmustur. Clinton döneminde de tüm devlet yetkilileri CFR üyeleri arasindan görevlendirilmis neredeyse yurt disina yollanan büyükelçilerin yarisi CFR içinden seçilmistir. Baskanlarin seçiminde de ayni yol izlenmektedir, seçmenler bir CFR üyesi ile öteki arasinda tercih yapmak zorunda birakilmaktadirlar, zaten Demokrat Parti ile Cumhuriyetçi Parti birbirinden çok farkli degildir ki! CFR’in gizli raporlarindan ve konferanslarindan birinde söyle denilmektedir (Ross 2000):

“Silahsizlanma, Amerika’nin bagimsizligi ve bu bagimsizligin tek dünya hükümetine dönüsmesi CFR’nin 1551 üyesinin yüzde 95’ine 1975’te açiklanmistir. CFR’nin üyelerin yüzde 75’ine açiklanmamis ve yazilmamis iki amaci daha vardir. Bu olusumun hedefleri size biraz garip gelebilir, bunlari biraz tartisalim.

“Bu inancimizin temelinde yatan, monopolistik kapitalizmin dünyanin her yerindeki farkli para birimlerini, banka sistemlerini kredi ve üretim sistemlerini, temel kaynaklarini tek hükümetle kontrol edilebilir hale getirmek ve aydinlatilmis dünya sistemindeki üstünlügümüzü kendi dünya ordumuzla temin etmektir.”

Kendi kurdugu dünya ordusu ile tüm dünyadaki kaynaklari ve para sistemini kontrol edip, tüm kaynaklara el koyacakmis. CFR’in amaci buymus! Skulls and Bones Society’nin 1880’lerdeki fasist ideolojisinin bir devamidir bu! Bu mentalite bugün Ortadoguyu bir ordu indirerek kontrol altina almak istemektedir.

CFR’in gizli bir organizasyon olmadigini söyleyenlere de CFR’in 1992 yillik raporundan bir cümle ile yanit verelim. Sayfa 21: “Tüm toplantilardaki konusmalar ve açiklamalar bu toplantilar disinda kimseye açiklanamaz!” (Ross 2000). Ayni raporun, 122, 169, 174, 175 ve 176 inci sayfalarinda da bu gizlilik sürekli tekrarlanmakta ve gizlilik bozulup da medya veya birisine bir bilgi sizdirilirsa nasil cezalandirilacagi ima ediliyor. Daha önceki masonik ilkelerin tümünün uygulandigi bir örgütlenmedir CFR. Ayrica CFR’in ve gizliliginin ve fasist ideolojilerinin ABD anayasina aykiri oldugu defalarca zikredilmistir.

IMF ve Dünya bankasi da CFR’in tamamen etkisi ve yönetimi altindadir (Ross 2000; Sklar 1980). Geri kalmis ülkeleri fakirlestirmek ve ekonomilerini yoketmek yolunda IMF, CFR’in emirleri dogrultusunda çalismaktadir.

Bilderberg gizli örgütü

CFR’in temel globalizasyon planlari daha kuruldugu günden beri bilinmekteydi. Ama CFR ABD içinde tam bir kontrol saglamak ve tek jandarmali kapitalizmi Avrupa’ya yaymak ve sosyalizm ve komünizm ile mücadele etmek zorunda idi. Eski CFR baskani ve Rockefeller’in Chase Manhatten Bankasi baskani olan John McCloy OSS (Office of Strategic Services) isimli istihbarat örgütünün (Bill Donovan tarafindan 1941-1942’de kurulmustur) kurulmasini ve CFR ile karsilikli iletisim içinde çalismasini sagladi. 1947’de OSS, CIA’ya (Central Intelligence Agency’e) dönüstürüldü. 1947 Ulusal Güvenlik Kanunu ile de gerek sivil gerekse kriminal yasalara karsi korunan bir örgüt haline getirildi. Yani CIA, anayasaya ragmen ulusal güvenlik adina her türlü suçu isleyebilen bir örgüt yapisina kavustu. 1950’de General Walter Bedel Smith CIA baskani oldugu zaman, CFR’den aldigi emir üzerine Avrupa’da etkin bir örgüt kurulmasini istedi. Daha sonra CIA ve Ulusal Güvenlik Konseyine konan bu semsiye daha da güçlendirildi ve 1982’de Reagan tarafindan Executive Order 12333 (Etkin Yasa 12333) devreye sokuldu (Montalvo 2000).

Bilderberg, CFR ve öteki örgütlerin Avrupa ayagini ve etkinligini teskil etmek için CIA tarafindan Hollanda’da Oosterbeek sehrinde Bilderberg otelinde 1954 de kurulmustur. Dünyanin yönetimi ve globalizasyon konusunda her yil farkli ülkelerde toplantilar yapar (Ross 2000; Marrs 2000). Toplantilar son derece gizli kosullarda ve özel ortamlarda yapilir. Katilanlar bu konuda hiç bir bilgi vermezler. Spotlight isimli bir dergileri de vardir. Liberty Lobby Inc, 300 Independence Ave., SE, Washington D.C. 20003 adresinden yayin yapar.
Bilderberg örgütünün Avrupa adresi: Maja-Banck Polderman, Bilderberg Meetings, Amstel 216, 1017 AJ, Amsterdam, Hollanda. Bilderbergin ABD adresi ise Charles W. Muller, American Friends of Bilderberg, Inc. 477 Madison Ave., 6th Floor, New York, NY 10022.

Bilderbergin kuruculari arasinda Hollanda prensi Bernhard ve Polonyali sosyolog Dr. Joseph Hieronim Retinger de vardir, Retinger Bilderbergin babasi olarak bilinir. Bilderbergin kurulusunda ABD istihbarat örgütlerinin, özellikle CIA’in rolü oldugu çok iyi bilinmektedir. Prens Bernhard ise eski bir NAZI SS üyesidir, 1937 de Hollanda prensesi ile evlenmistir, ama Nazilerle olan yakin baglari çok iyi bilinmektedir (Marrs 2000). ABD’li gizli örgüt ve CFR üyelerinin bazilari da Bilderberg üyesidir. Retinger ABD’ye CFR baskanlarindan Averell Harriman tarafindan getirilmistir. David ve Nelson Rockefeller, John Foster Dulles ve CIA direktörü Walter Smith ile görüstükten sonra CIA güdümünde bu gizli örgütü olusturmustur. Bilderbergin olusmasinda etkili diger isimlerden birisi de Baskan Eisenhover’in psikolojik savas danismani C.D. Jacksondir.

Bilderberg, merkezi Hollanda olmak ve içine Ingiliz kraliyet ailesini de dahil etmek üzere CFR’nin Avrupa ayagini olusturdu. Önemli isadamlari, politikacilar, bankerler, medya sahipleri, askeri kilit isimler ve istihbarat örgütlerinin üst sinifi ile iliski kurup onlari üye yaptilar ve her yil gizli toplantilar düzenlemeye basladilar. 1991’de Bilderberg baskani Ingiliz Lord Peter Carrington idi. Carrington NATO genel sekreteri, kabine üyesi, CFR’nin Ingiliz kurulusu olan Royal Institute of International Affairs’in baskani idi. Kendisi Rothschild banka imparatorlugu ile hem evlilik, hem is baglantilarina sahipti.

CFR’nin resmi olmadan uluslararasi düzeyine tasinmis bir sekli olan Bilderberg yine Ingiliz ve ABD CFR’lerini finanse edilen kisiler ve CIA’in örtülü ödenegi tarafindan destekleniyordu. Bilderberg diger bir kardes grup olan Trilateral Komisyona çok benzemektedir. Bunlarda her ne kadar daha önce bahsedilen masonik ritueller yoksa da zaten bu gruplarin çoguna katilanlar bahsedilen masonik gizli örgütlenmelerin içinde de olan insanlardir. Her yil yapilan çok gizli ortamdaki toplantilari hem CIA, hem de o ülkenin istihbarat örgütü kontrol eder. Türkiye’de son 50 yildir basa geçen ünlü politikacilarin çogunlugu Bilderberg üyesidir, halen bu gizli Bilderberg üyeleri Türkiye’nin etkin yönetiminde rol almaktadirlar. Türkiyedeki toplantilar su ana dek 18-20 Eylül 1959’da Yesilköy-Istanbulda, 25-27 Nisan 1975’de (Çesme’de Hotel Altin Yunus’da) yapilmistir. 2001’deki toplanti ise Isveç’de gerçeklesmistir.

Trilateral Komisyon

Trilateral Komisyon (Trilateral Commission, TC) ABD’de yesertilen Yeni Dünya Düzenini tüm dünyaya yani Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonyaya daha iyi yayabilmek için olusturulmus ve 1973’te David Rockefeller, Henry Kissenger ve Zbigniew Brzezinski tarafindan kurulmus gizli bir örgüttür (Sklar 1980; Robertson 1991; Ross 2000; Marrs 2000). Brzezinski 1973-1976 arasinda baskanligini yapmistir. CRF’nin Atlantik ötesi ülkelerde CIA tarafindan örgütledigi bir kurulus oldugu bilinmektedir. Adresi: 345 Street, East 46th Street, Suite 711, New York, NY 10017 dir.

1994’teki bir TC bildirisine göre Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya’dan 325 kilit noktadaki isim TC’ye üyedir. Sistem CFR’da oldugu gibi islemektedir. Ama bu ABD’nin ve globalizasyonun tüm dünyaya yayilmasi için Amerikan-Nazizminin yeni bir oyunu sahneye koymasindan ibarettir. Buradaki hedef yine ekonomik sinirlarin kaldirilmasi ve politik, ekonomik, askeri, politik ciddi noktalardaki kisilerin kontrol altina alinmasidir. CFR anayasasindaki ilkeler TC’da da geçerlidir.

Her ne kadar adresi yeri, üyeleri belli ise de Trilateral Komisyonun yaptigi aktivitelerin ardinda gizli amaçlar, ABD’li istihbarat örgütleri ve NATO’nun gizli özel savas örgütleri vardir. ABD baskanlarinin ve Avrupa, Amerika ve Japonya’daki yönetici kadrolarin çogu TC üyesidir. Tüm dünyada TC, Bilderberg ve CFR birbirinin içine girmislerdir ve her üçünün de üyesi olan 50 kisi vardir (daha önce sunuldu). Örnegin Bill Clinton, Brent Scowcroft (Ulusal Güvenlik Konseyi), John Mark Deutsch (CIA direktörü), Robert Strange McNamara (Savunma Bakanligi Sekreteri), Henry Kissenger, Walter Fritz Mondale ( Japonya Büyükelçisi), Benjamin Nye (Hazine sekreteri) gibi dokunulmazligi olan isimler her üç teskilatin da üyesidirler.
Burada temel olarak anlatilmak istenen 19. yüzyilda bazi gizli cemiyetler, zengin aileler tarafindan yaratilan bir ideolojinin nasil önce ABD’de CFR olarak kök salip, sonra nasil Bilderberg ve Trilateral komisyon sayesinde her ülkenin iç yapisini ve politikasini, endüstrisini, medyasini ve sosyal yapisini kontrol ettigidir. Amerikan derin Devleti ve Dünya Gizli Hükümetine karsi tüm Amerikalilar ve Avrupalilar bilinçsizdirler, çünkü 45 yil boyunca totaliter bir komünizm gelecek korkusu ile uyutulmuslardir.

Sonuç ve Türkiye bu gizli örgütlerin neresinde?

Türkiye’de de bu gizli örgütlerin çok büyük etkinligi vardir ve 1948’lerden sonra Türkiye’yi hiç bir zaman bu ülkeyi kuran Kemalist ulusalci ve vatansever ideoloji yönetmemistir, Türkiye 1948’den sonra bize Bati tarafindan biçilen Türk-Islam Sentezci ve ülkeyi emperyalizme köle haline getiren bir ideoloji tarafindan yönetilmistir. Bu yönetim bahsedilen CFR, Bilderberg ve Trilateral Komisyon tarafindan da sekillenmistir. Ne yazik ki gerek Türkiyeyi yöneten, gerekse Türk istihbarat örgütlerinin içinde olan bazi Bilderberg ve Trilateral Komisyon üyeleri vardir. Bu örgütlerin Türkiye için verdigi kararin Sevr kosullarinin uygulanmasi oldugunu görmemek için ise kör olmak gerekir.

Kaynakça

1. Baigent Michael, Leigh Richard, Lincoln Henry. Holly Blood, Holly Grail. New York: a Dell Book, 1983
2. Barret David, Secret Societies, New York:Blanford, 1999.
3. Blum William, Rogue State: A Guide to the World’s Only Superpower, Maine:Common Courage Press, 2000.
4. Chomsky Noam, Manufacturing Consent, New York: Pantheon, 1988.
5. Chomsky Noam, Necessary Illusions. Common Courage Press, 1991.
6. Chomsky Noam, ‘What Uncle Sam Really Wants’ Arizona: Odonian Press, 1992.
7. Chomsky Noam, Secrets Lies and Democracy, Arizona:Odonian Press, 1994.
8. Constantine Alex, The Virtual Government, California:Feral House, 1997.
9. Domhoff William, Bohemian Grove and Other Retreats, New York: Harper Colophone Books, 1974.
10.Domhoff William, Who Rules America Now? Toronto: Mayfield Publishing Company, 2000.
11.Draul Arkon, Secret Societies: A History, New York: MJF Books, 1989.
12.Hager Nick. Exposing the Global Surveillance System, Covert Action Quarterly, Winter 1996-1997.
13.Ironhouse Adam, Bushlarin Gizli Tarihi. Çeviren: Kemal Okuyan, Ankara:Kim Yayinlari, 2002.
14.Nuel Pharr Davis, Lawrence and Oppenheimer, New York: Simon and Schuster, 1968.
15.Marrs Texe. Circle of Intrigue. Texas: Rivercrest Publishing. 2001.
16.Marrs Jim ‘Rule by Secrecy’, NewYork: Harper Collins, 2000.
17.Manisali Erol. Türkiye Avrupa Iliskilerinde Sessiz Darbe. Istanbul: Derin Yayinlari, 2002a.
18.Manisali Erol. Dünya’da ve Türkiye’de Büyük Sermaye. Istanbul: Derin Yayinlari, 2002b.
19.Meyssan Thierry. Dehsetengiz Hile: Pentagona Uçak Düsmedi. Çeviren Ayse Meral. Istanbul: Med-Cezir 2002.
20.Montalvo Michael, Prisoner of the Drug War: George Bush. Prevailing Winds, 8: 76-83. September-December 2000.
21.Robertson Pat, The New World Order, Dallas: Word Inc. 1991. s: 97.
22.Ross Gaylon, Who is Who of the Elite? Spicewood-Texas, RIE Press, 2000.
23.Sayin Ümit, Gizli Hükümetler, Gizli Projeler ve Kara Bilim. Bilim ve Ütopya, 5 (45):60-63; Mart 1998
24.Sayin Ümit, Kiyamet Komplosu, Editör: Atilla Akar. Istanbul: Gendas 2002. S:187-207
25.Sklar Holy, editor, TRILATERALISM, Boston: South End Press, 1980. s: 147-149.
26.Sutton Antony, America’s Secret Establishment, Montana:Liberty House Press. 1986.
27.Sutton Antony, The Secret Cult of the Order, Montana: Liberty House Press. 1990
28.Sutton Antony, Trilaterals over Washington, Montana:Liberty House Press, 1988.
29.Vankin Jonathan, Conspiracies, Cover-ups and Crimes:From Dallas to Waco, Georgia: Illuminet Press, 1996.

YOLSUZLUK DOSYASI : Dünyanın en güzel kumsalını öldürdüler !

Dünyanın en güzel kumsalını öldürdüler!

Yusuf Yavuz

Muğla’nın Fethiye ilçesinde bulunan dünyaca ünlü turizm cenneti Ölüdeniz kumsalında kaçak olarak inşa edilen platform hakkında yıkım kararı çıktı. Ancak yöre halkı ve turizmciler sit alanında inşa edilen platformun kaldırılmasını beklerken 500 metrelik ucube yapı denize 30 metre daha yaklaştırıldı. Fethiyeli sivil toplum örgütleri ise uygulamayı protesto ederek kumsalı işgal eden yapının kaldırılmasını isterken, dünyanın en gözde plajlarından biri olarak anılan Ölüdeniz kumsalı, kaçak yapı yüzünden sıralamadan çıkarıldığı belirtildi.

Muğla’nın Fethiye ilçesinde bulunan dünyaca ünlü Ölüdeniz Belceğiz kumsalında kıyı kanununa aykırı ve kaçak olarak inşa edilerek restoran-kafe hizmeti veren platform, turizmcilerin ve yöre halkının tepkisini çekiyor. Hem Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇK), hem de 1. Derece Doğal SİT Alanı olarak iki ayrı koruma şemsiyesi altında olan Ölüdeniz kumsalında ruhsatsız olarak inşa edildiği belirtilen 500 metrekarelik platformun kıyı yasasını da ihlal ettiğini dile getiren esnaflar ve sivil toplum örgütü temsilcileri yapının bir an önce sökülmesini için yetkililere başvurdu.

SÖKÜLMESİ BEKLENEN PLATFORM DENİZE DAHA ÇOK YAKLAŞTIRILDI!

Ancak Fethiye Belediyesi’nin yıkım kararı aldığı kaçak yapı için Muğla Valiliği’nin onayı beklenirken platformun denize doğru 30 metre daha yaklaştırılması görenleri şaşkına çevirdi. Bunun üzerine kumsalda toplanan sivil toplum örgütleri uygulamayı protesto etti.

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ AYAĞA KALKTI

Fethiye Sivil Toplum Bileşenleri Likya Koruma Platformu adına basın açıklaması yapan Okyay Tirli, pergole olarak adlandırılan kafe bar işletmesinin acilen kaldırılmasını talep ederek, “Ölüdeniz dünyanın sayılı doğal plajlarından biridir. Ölüdeniz plajı ticari meta olarak görülmemelidir. Dünyanın gözbebeği olan ölüdeniz plajının özel şirketlere verilmesinin ne kadar yanlış olduğunu bir kez daha gördük. Ölüdeniz’de sürdürebilir turizmi destekleyen katılımcı çevreci yönetim politikaları yerel yönetim, esnaf ve sivil toplum örgütlerinin görüşleri alınarak oluşturulmalıdır” dedi.

ÖLÜDENİZ DÜNYANIN EN GÖZDE PLAJLARII LİSTESİNDEN ÇIKARILDI

Kıyı kanununa göre yasa dışı olan yapının kaldırılması için gereken şikâyetlerin yapıldığına da değinen Tirli, “Fethiye Belediyesi kaçak olduğuna dair tutanaklar tutmuş, yıkım kararı tebliğ edilmiş, yasal mevzuat gereği kaçak yapınızı kaldırın, kaldırmazsanız biz yıkıp, bedelini sizden alırız, süreci başlamıştır. Fethiye Kaymakamlığı’na gereken suç duyuruları yapılmıştır. Dünyanın en gözde plajı olan Ölüdeniz Belcekız plajı bu yapı yüzünden dünya sıralamasından çıkarılmıştır” diye konuştu.

‘BURADA KAMU YARARI YOK, BU İŞLETME AHLAKİ DEĞİL’

Kaçak yapı hakkında bir kez daha suç duyurusunda bulunduklarının altını çizen Tirli, “Ayrıca halkımız ve yabancı misafirlerimiz güneşlenirken, plajın ortasındaki bu kaçak cafe bar restorant da içki içilmesini ve oturulmasını ahlaki bulmuyoruz. T.C Anayasasının 43. maddesi kıyılar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kumsallar ve plajların kullanılmasında kamu yararı gözetir, denmektedir. Burada gördüğünüz gibi kamu yararı yoktur. Ölüdeniz sahipsiz değildir. Güneşlik adı altında yapılan yapının kaldırılarak, toplumun menfaati doğrultusunda halkın kullanımına açılmasını, toplumsal barışı koruyarak gereken yasal işlemlerin yapılarak kaçak yapının kaldırılmasını talep ediyoruz” dedi.