Etiket arşivi: ORTADOĞU DOSYASI

ORTADOĞU DOSYASI /// YENİ AKİT GAZETESİ : Ortadoğu sorunu ve iktidarın yapması gerekenler

Ortadoğu’da istikrarın sağlanması ve kaynakların paylaşımı noktasında İran’ı saf dışı ederek Rusya ile dirsek teması yapan ABD, nükleer güç hesapları ve İran’ın sık boğaz edilmesi halinde bölgenin etkin- belirleyici gücü haline gelebileceğini gördüklerinden, Suriye’nin iç savaş sorununu Ortadoğu’daki gücü bir şekilde Türkiye’yi bypass’a alarak Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtmanın yolunu arıyor. Tabii bu hesap dengesinde ABD, kendisinden beklenilen Ermeni soykırımı meselesini de göz önünde tutarak bir karar vermektedir. Enerji koridorlarının değiştirilmek istenmesi ve yeni bir hat oluşturulmak istenmesinin gizemi de buradadır. Bu bağlamda Ortadoğu sorunu soğuk savaş zeminine çekilirken, İran’ı hedef tahtasına almak istemeyen ABD, aslında uzun vadede sorun olarak addettiği İran meselesini öteliyor. Zira Türkiye bypass edilmek istenirken Farisilerin de hedef alınması çıkar hesaplarına hem ters düşer, hem de düşmanı kendi eliyle büyütmüş olur.

ABD Dışişleri Bakanı J.Kerry, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) Başkanı Halit Hoca ile görüşmesinde, Suriye lideri Esad’ın uzun vadeli liderlik hesaplarında meşruiyetini yitirdiğini deklare etmiştir. Cenevre müzakereleri kapsamında anlaşılan Suriye’nin krizinin çözümü için çareler aranmaktadır. Rusya, bilindiği üzere Suriye’deki zalim Esad rejiminin destekçisi konumundadır. Bu bölgede cereyan eden olaylardan sadece Suriye rejiminin suçlanmasını adil bulmayan, en az rejim kadar muhalif güçlerin de hukuk ihlalleri işlediklerini BM Kurulunda ele alınması gerektiği tezini işleyen Rusya, Ukrayna’da yaşananların ardından Kırım’ı işgal etmesiyle kendi sicilini bozmuş, bu yüzden de Suriye’nin yeniden yapılanmasında pastadan pay alma yarışında şansını yitirmiştir. Şimdi o pastanın sahipleri İran ve Suudi Arabistan gibi gözüküyor.

Benim burada kafama takılan, Ortadoğu sorunu üzerinden tefekkür etmeye çalışırken çözemediğim bir denklem var. Birilerinin sesli olarak dillendirdiği fakat havsalamın almadığı ya da kabullenmek istemediğim soru şu: Deniyor ki; “Beşar Esad’ın Suriye üzerindeki kontrolü etkin bir şekilde devam ettiği sürece, Suriye ile ilgili siyasi bir uzlaşının pek mümkün olmadığı düşüncesiyle ABD tarafından Suudi Arabistan, Türkiye, Katar gibi ülkelerin Özgür Suriye Ordusu ve radikal gruplara daha ileri silahları vermesinin yolu açıldı. BM kararlarına aykırı olarak ABD, Suudi Arabistan,Türkiye ve Katar’ın fonladığı, silahlandırıp, yönlendirdikleri İslamcı radikal örgütler, özellikle IŞİD adı altında Suriye’de savaşa salındı. Türk Milli İstihbarat Teşkilatı IŞİD ile müşterek çalışıyordu...”

Bu tezin doğru olup olmadığını, zahirde IŞİD gibi terör örgütlerine karşı çıkan ama pratikte savaş sonrası Suriye’nin yapılanmasında söz sahibi olabilmek için MİT üzerinden Türkiye devleti IŞİD’le dirsek teması yapmış mıdır? İktidar karşıtı mihrakların seslendirdiği; “Türkiye topraklarında aranan MİT TIR’larının içerisinde ne vardı, eğer bunlar silahsa kime gidiyordu?argümanına hiç takılmadım. Adım gibi eminim ki, o TIR’lar Suriyeli kardeşlerimize hizmet ediyordu. Şu ana kadar Türkiye’nin Suriye politikasını birkaç husus hariç eleştirmedim, doğru buldum. İç savaştan ülkemize sığınan Suriyeli mültecilere de hep sıcak baktım. Hatta bizzat kendim İHH üzerinden onlarca TIR yardım malzemesini Suriye’ye ve ülkemizdeki çadır kentlere ulaşmasını sağladım. Hâlâ da bu düşüncemi koruyorum. Ama yukarıda zikrettiğim sualime de cevap arıyorum. Acaba çözüm süreci adına MİT üzerinden PKK ile görüşen iktidar, Ortadoğu’nun sorununun çözülmesi adına da IŞİD’i kullanmış olabilir mi? Şu anda Türkiye, iç savaştan bu yana Suriye’de etkin bir şekilde rol almaktadır. Dolayısıyla Özgür Suriye Ordusu’nun yanında diğer muhalif gruplara da destek vermiş olabilir. Oysa ki IŞİD’i ABD, bölgenin zenginliklerini sömürmek için katalizör olarak o bölgeye kendisi sürmüştü. Eğer doğruysa; Türkiye’nin bir NATO üyesi olmasına rağmen bölgede bu denli aktif rol almasının faturasını, şimdi değilse gelecekte sormazlar mı? Sorarlar elbet. Onların sormasını da çok kafama takmıyorum. Eğer başlattığınız hareket, geliştirdiğiniz siyaset İslami ilkelere ters düşmüyorsa, uluslararası ilişkiler açısından yaptıklarınız suç sayılmıyorsa sorun yok. Ama İslami duyarlılığınızı yitirmişseniz, küresel ölçekte haklı olmanızın çok bir anlamı olmaz. Dolayısıyla bir silkelenmenin, yeni bir tefekkür ufuklarına açılmanın elzem olduğu noktada duruyoruz gibime geliyor. Ak Parti’nin seçim sonrası çözmesi elzem olan, çözemediği takdirde işinin zor olduğu ana sorunlar şunlardır:

Suriye sorunu. Kürt ve Alevi sorunu. Bugün açılım noktasında gelinen süreç yeterli değildir. Herkes HDP’nin baraj altında kalacağını söylüyor ama ben emin değilim. Kürtleri temsil ettiğine hiçbir zaman inanmadığım, PKK’nın meclisteki uzantısı olarak gördüğüm bu hareketin kravatlı bir şekilde mecliste yer alması mı daha hayırlı olur, yoksa elinde silahla dağda kalması mı? Aklıselim birincisinin doğru olduğunu söyler. İşte iktidar da bağrına taş basarak bunlarla müzakere süreci başlattı. Sürecin doğal haliyle işletilmesinden ve suyun akışına bırakılmasından yanayım. Görüş ve düşüncesi ne olursa olsun, eğer HDP barajı aşar da meclise girerse herkesin buna saygı duyması gerekir. Giremez ise HDP’nin taşkınlık yapıp, yeniden silaha sarılmasına da asla rıza gösterilmemelidir.

ORTADOĞU DOSYASI : SOĞUK SAVAŞ SONRASINDA BASRA KÖRFEZİNDE GÜVENLİK

image001407

souk sava sonrasinda basra krfeznde gvenlk

ORTADOĞU DOSYASI : Arap Baharı Sonrası Körfez Entegrasyonu

Arap Bahar Sonras Krfez Entegrasyonu.pdf

ORTADOĞU DOSYASI : Mısır ve Tunus – Devrime Giden Süreçte Goldstone’un İddialarına Yönelik Deneme Alanları

Msr ve Tunus – Devrime Giden Srete Goldstone’un ddialarna Ynelik Deneme Alanlar.pdf

ORTADOĞU DOSYASI /// Prof.Dr.Mehmet Seyfettin EROL : Yeni Ortadoğu’da “Kuklalar Savaşı”

12 Nisan 2015 tarihli New York Times’da yayımlanan makalesinde ülkesinin “radikal Husi milislerinin kuşatması altında olduğunu” savunan Yemen eski Cumhurbaşkanı Mansur Hadi, burada asıl suçlunun da İran olduğunu söylüyor.

“Ülkem Yemen, korku ve yıkım faaliyetlerini bölgede hâkimiyet kurmayı takıntı haline getirmiş olan İran rejiminin politik ve askeri katkılarıyla devam ettiren radikal Husi milis güçlerinin kuşatması altında” diyen Hadi, Husileri de “İran yönetiminin kuklası” olarak nitelendiriyor. Bir diğer dikkat çekici husus da Husileri bu bağlamda bölgenin ikinci Hizbullahı olarak ilan etmesi ve Batı’yı uyarması.

Hadi, bu uyarısı ile aynı zamanda Batı kamuoyuna karşı “terör kartı”nı çekiyor ve Ortadoğu’nun en etkili örgütlerinden biri olan Hizbullah üzerinden; “Hizbullah demek, El Kaide demektir” anlamına gelen bir cümle kullanıyor. Hizbullah’ın İran, El Kaide’nin ise Suudi Arabistan-Körfez ile özdeşleştirildiği bir ortamda Hadi’den farklı bir açıklama beklemek de zaten sürpriz olurdu.

Nitekim Ortadoğu’nun değişmez bir karakteri niteliği kazanmaya başlayan bu “kuklalaştırmadan” Mansur Hadi’nin de nasibini aldığını görüyoruz. Husileri “İran’ın kuklası” olarak adlandıran Hadi’nin bir lakabı da, “Suudi Kuklası”.

Yemen üzerinden BOP’a devam…

Aslında, bölgede yaşanan son gelişmelere daha geniş bir perspektiften bakıldığında Yemen’deki oyunun ve bu bağlamda Hadi’nin çağrısının BOP’da yeni bir aşamaya işaret ettiği görülüyor. Yemen ile bölgenin siyasi haritasında radikal bir değişikliği gerçekleştirmenin yolu ise başını Türkiye-Suudi Arabistan ile İran’ın çektiği bir Sünni-Şii savaşından geçiyor. Bu olmadan, siyasi haritaya son şeklini vermek mümkün görünmüyor.

Obama yönetiminin 2012’den bu yana Türkiye’ye rağmen, hatta Türkiye’yi bir anlamda oyunun dışına iterek İran’a sağladığı rahatlık ve manevra alanı bu açıdan oldukça dikkat çekici.

Nitekim bu politika, bölgeyi ve dünyayı adeta yeni bir kamplaşmanın içerisine itmiş durumda. Irak-Suriye-Lübnan hattı sonrası Yemen ile daha da keskinleşen bu kamplaşmada karşımıza ilk etapta iki ana blok çıkıyor. Birinci blokta “Türkiye-Suudi Arabistan-Katar” üçlüsünün başını çektiği Fas, Ürdün, Sudan, Mısır, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Pakistan yer alıyor. Bu ülkelere bölgedeki Yemen Müslüman Kardeşleri gibi yapıların verdiği destek de dikkatlerden kaçmıyor.

Bu bloğun arkasındaki asıl güç olarak ise ABD ön plana çıkartılıyor. En büyük kazananı ise elbette İsrail. Tüm gelişmeler İsrail’i daha güvenli kıldığı gibi, “Büyük İsrail Projesi”ni de, aynen İsrail devletinin kuruluş sürecinde olduğu gibi adeta Müslümanların eliyle inşa ettiriyor.

İkinci grup ise, başını İran’ın çektiği ve Suriye ile Lübnan Hizbullahı ve Irak Şiileri başta olmak üzere, bölge Şiilerinin içinde yer aldığı ülke-gruplardan oluşuyor. Arkasındaki asıl güç ise Rusya olarak gösteriliyor. Asıl kazanan ise, yine İsrail!

Türkiye-Pakistan-İran üçlüsü…

Diğer taraftan, aktörlerin pozisyonu hakkında net bir şey söyleyebilmek mümkün değil. En azından Türkiye ve Pakistan’ın pozisyonu fazlasıyla tartışmalı. Bu iki ülke şu an itibarıyla tam bir taraf değiller.

Nedeni ise çok basit. Öncelikle ABD’ye güvenmiyorlar ve daha da önemlisi oyunun farkındalar ve bölgede Yemen üzerinden bir savaş çıkmasını istemiyorlar. Bunun dışında Rusya ve İran ile geliştirdikleri “özel ilişkileri” de göz ardı etmemek gerekiyor.

Aynı şekilde, Mısır’ın da durumu göründüğü gibi değil. Mısır’ın Rusya ile son dönemde geliştirdiği ilişkiler, açıkçası Yeni Ortadoğu’da “kimin eli kimin cebinde belli değil” sözünü bir kez daha teyit ediyor.

O yüzden, özellikle Türkiye-Pakistan ikilisinin Yemen krizinde izlediği politika oldukça önemli. Suudi Arabistan-Mısır ikilisi ile diğerleri, Türkiye ve Pakistan’ın içinde bulunmadığı bir savaştan başarılı çıkamayacaklarının farkındalar. Türkiye ve Pakistan ise, bu savaşın kazananlarının kendileri olmayacağını çok net biliyorlar.

Bundan dolayı, her ne kadar Arap tarafı gelişmelerden pek memnun olmasa da, Türkiye-Pakistan-İran üçlüsü, her şeye rağmen biz bu oyunda yokuz mesajını veriyorlar. Önemli olan da bu!

ORTADOĞU DOSYASI : Sesin ve Ritmin İzinde Ortadoğu’yu Keşfetmek

Sesin ve Ritmin zinde Ortadou’yu Kefetmek.pdf

ORTADOĞU DOSYASI /// Sadabad Paktı (8 Temmuz 1937) : İttifak Kuramları Açısından Bir İnceleme

Sadabad Pakt (8 Temmuz 1937) – ttifak Kuramlar Asndan Bir nceleme.pdf

ORTADOĞU DOSYASI /// Ortadoğu ve ABD : Yeni Bir Döneme Girilirken

Ortadou Uluslararas likileri’ne Sistemik Yaklamlar – 10 Yl Sonra.pdf

ORTADOĞU DOSYASI : Ortadoğu Uluslararası İlişkileri’ne Sistemik Yaklaşımlar – 10 Yıl Sonra

Ortadou Uluslararas likileri’ne Sistemik Yaklamlar – 10 Yl Sonra.pdf

ORTADOĞU DOSYASI : Türkiye’ye verilmek istenen mesaj

Türkiye, Ortadoğu’da kurulu bir düzene adeta meydan okudu. 2002’den sonra çatışma ve kutuplaşmalara dayalı eski Ortadoğu’yu değiştirmeye kalktı. Bunu ‘yumuşak güç’le yaptığı sürece eski Ortadoğu’nun değişime direnmesi zordu, çünkü Türkiye daha fazla iletişim, daha fazla ticaret ve işbirliği ile eski Ortadoğu’yu yumuşatmaya, hatta eritmeye başlamıştı bile…

Türkiye’nin bu süreçteki hatası bir düzeni değiştirirken onun sahiplerinin değişime direneceklerini yeterince hesaplayamamış olmasıdır. Yani, bir düzenin üzerine başka bir düzen olmaz.

Hiçbir düzen yerini bir başkasına kolayca devretmez.

***

Ortadoğu’da eski düzene bakıldığında, sistemin 1. Dünya Savaşı sonrasında İngilizler ve Fransızlar tarafından kurulduğunu, zamanla Fransızların yerini Amerikalıların aldığını görürüz. Soğuk Savaş yıllarında Rusya bölgeye sarkmaya çalışmışsa da sistem özünde bir Anglo-Amerikan üretimidir. Bu arada hatırlatmak gerekir, ‘Ortadoğu’ kavramı da yapay, sonradan üretilmiş bir Anglo-Amerikan icadıdır. 20. yüzyıldan önce tarihin hiçbir döneminde bu topraklara ‘Ortadoğu’ denmemiştir.

Üretilmiş Ortadoğu düzeninin güç aldığı 3 temel dayanağı vardır, bunlardan ilki Arap dünyasının İran korkusudur. İran, İslam Devrimi’nden önce de, sonra da özellikle Körfez dünyasının en çok çekindiği ülkedir ve bu korku sayesinde Araplar Batı’ya adeta teslim olmuşlardır.

Sisteme güç veren ikinci kaynak ise Filistin sorunudur. İsrail ile Araplar arasındaki çatışma sanılanın aksine Arapları birleştirmemiş, sonu gelmeyen sorun nedeniyle Batı bölgeye sürekli olarak çağrılmıştır.

Sistemi ayakta tutan ve bölge halklarını ayrı tutan üçüncü önemli kaynak ise mezhep rekabetleri ve çatışmalarıdır. Şiilerin ve Sünnilerin birbirlerine duyduğu güvensizlik, hatta husumet birlikte hareket etmeyi engellediği gibi, dış güçlerin bölgeye girişini de kolaylaştırmıştır.

***

Türkiye ticaret, kültürel ilişki ve siyasi iletişim üzerinden eski Ortadoğu’yu değiştirmeye kalkınca bundan en çok İran ve İsrail rahatsız olmuştur. Elbette mülkün, yani bölgesel düzenin esas sahipleri de gelişmeleri kaygıyla izlemişlerdir. Türkiye’nin bölgeyi işbirliği temelli olarak değiştirme çabaları 2008 yılına, yani Gazze’ye İsrail saldırısına kadar büyük oranda sorunsuz olarak devam etmiştir. Bu tarihten sonra ise Davos ve Mavi Marmara İsrail ile sorunları zirveye taşımıştır ve İsrail Türkiye’nin yeni Ortadoğu girişimine açıktan muhalefet etmeye başlamıştır.

Sistemdeki değişikliklere direnen bir diğer güç olan İran ile ilişkiler ise Arap Baharı ile zorlanmaya başlamıştır. Her iki devlet de ilişkileri koparmamak için çaba gösteriyor görünse de, İran perde gerisinden PKK sorunundan Suriye’ye, Mısır’dan Yemen’e kadar Türk çıkarlarının altını oymaktadır.

Türkiye’nin Batı’dan bağımsız ve alternatif Ortadoğu politikası daha önce belirttiğimiz üzere sistemin asıl sahiplerini de endişelendirmektedir. Türkiye’nin Suriye’de ve Irak’ta yalnız bırakılmasının ve işlere fazlaca karıştırılmak istenmemesinin bir nedeni de budur.

Türkiye değişimde ısrar ettiği sürece birileri de Türkiye’yi sistemin dışına atmaya çalışacaktır. Somali’de Türk Büyükelçiliği’ne gerçekleştirilen terör saldırısı bunun açık işaretlerinden biridir. Mogadişu’daki saldırı El Şebaab’ın sıradan bir saldırısı olarak değerlendirilemez. Bir polisimizin şehit olduğu bu saldırıda Türkiye’ye “ayağını denk al, yolumuzdan çekil” denmek istenmiştir.

Prof. Dr. Sedat LAÇİNER

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü

Kaynak:Star Gazetesi