Etiket arşivi: İRAN DOSYASI

İRAN DOSYASI : ‘İran Mossad’dan Humeyni’yi öldürmesini istedi’

İslam Devrimi’nden önceki İran başbakanı Şahpur Bahtiyar’ın, Mossad’dan Ayetullah Humeyni’yi öldürmesini istediği iddia edildi.

Yedioth Ahronot’un haberine göre, Tel Aviv’de bulunan Ulusal Güvenlik Araştırmaları, İran’da yaşanan İslam Devrimi’nden önceki İran başbakanı Şahpur Bahtiyar, Mossad’dan Ayetullah Humeyni’yi öldürmesini istemiş.

Bilginin eski bir Mossad görevlisi olan Yossi Alfer’in kitabında bulunduğu da söylenirken, Alfer’in bu talebi Bahtiyar’dan 1979 Ocak’ında aldığı söyleniyor.

Irak’ın da Humeyni’yi İran Şahı’na vermeyi önerdiği, ancak İran’ın bu öneriyi reddettiği bilinirken, İsrail’in İran şahları ile gizli ilişkiler sürdürdüğü belirtiliyor. İsrail’in İran’a silah da sattığı söylenirken, iki ülkenin istihbarat alanında da ortak çalıştıkları iddia ediliyor.

Mossad’ın öneriyi değerlendirdiğini ancak Humeyni hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığını belirten Alfer, bu isteği gerçekleştirmedikleri için "pişman" olduğunu söylüyor.

İRAN DOSYASI : İRAN TURİZMİNE MİZAHİ BİR YAKLAŞIM :)

Komşumuz İran‘ın ne kadar gelişmemiş, kötü bir ülke olduğunu duymuşsunuzdur. Genellikle tatil planlarında zaten yer almaz da, olur da gitmeyi düşünüyorsanız, bu içeriğe bir göz atın. Kararınız değişebilir..

Kaynak: http://pulptastic.com/17-reasons-never-v…

1. Ülkenin başkenti Tahran, hiç gelişmiş bir şehir değil.

2. Herkes kerpiçten evlerde yaşıyor.

Kaşan’daki Tabatabayi Sarayı falan hep kandırmaca.

3. Köylerini diğer ülkelerin köylerinden farklı kılan bir şey yok.

Irak sınırındaki Palangan Köyü’nün böyle azıcık güzel gözükmesinin sebebi tamamen ışık oyunlarından kaynaklanıyor. Yoksa dahiyane mimarisiyle alakası yok.

4. Estetik mimari diye bir şey söz konusu bile değil.

Şiraz’daki Nasır el-Mülk Camii’ni niye ziyaret etmek isteyesiniz ki?

5. Peh..

Şiraz’da görebileceğiniz en güzel şey bu.. Tabii ona da güzel derseniz.

6. Kadınlar pek ortalıkta gözükmüyor

Sırf kadın olduğu için baskıya maruz kalan bir İranlı.

7. İranlılar eğlence nedir bilmezler.

Havuz partileri vs. asla yapılmaz.

8. Yemekleri hep bizden araklama.

Ne gerek var oraya kadar gitmeye, ortadaki bildiğin kebap işte..

9. Tarihi kültürleri yok desek yeridir.

Fotoğrafa aldanmayın. Neredeyse her ülkede 6. yüzyıldan kalma bir tarihi eser var..

10. Tarihe meraklı bir gezginseniz, İran’a gitmeyin.

2.500 yıllık antik heykeller mi? Olabilir, bu tarihi olduğu anlamına mı geliyor?

11. Sanat mı? O da ne?

Tahran’da Çağdaş Sanatlar Müzesi yok. Hatta orada Warhol, Pollock, Munch, Hockney ve Rothko’nun eserleri de sergilenmiyor. Gitmeyin yani.

12. Camiilere işlenen desenler çok karmaşık.

Seyyed Camii’nin tasarımını da acemi birisi yapmış galiba.

13. O renkli tavanlar da ne öyle?

Yine İsfahan’daki Çehel Sütun Sarayı’ndaki anlamsız abartılı çalışmaları görüyor musunuz?

14. Kırsal kesimleri de hiç büyüleyici değil.

15. İran’da vahşi doğa denilince akla sadece sivrisinekler ve hamamböcekleri geliyor.

Pers Çitaları falan yok ha.. İsim benzerliği olsa gerek..

16. Çöl olduğunu zaten biliyorsunuz?

Haliyle yeşillik falan da bulunmuyor.. Ne kadar kötü!

17. İnsanlar ulaşımlarını deveyle sağlıyorlar.

Araba yok. Tek opsiyon var, o da deve!

18. Kış sporları da yapılmıyor tabii.

19. Kısacası İran, görülmeye layık bir yer değil. Mutluluktan eser yok, depresyona girersiniz.

VİDEO LİNK :

https://youtu.be/RYnLRf-SNxY

İRAN DOSYASI : İran-Rusya İlişkilerinin Tarihi Seyri

Murat Tekin

İran ve Rusya arasındaki ilişkilerin tarihi 16. yüzyıla kadar dayanmaktadır. İran, Rusya ile 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay antlaşmaları imzalamış ve bugünkü Azerbaycan’ın önemli bir bölümü İran topraklarında kalmıştır. Rusya’nın sıcak denizlere inme arzusu İran’ı sürekli tedirgin etmiştir. İran, Rusların topraklarını işgal edeceği korkusuyla yaşamıştır. Ayrıca komünizm tehlikesi İran için ayrı bir tehdit unsuru olmuştur. Fakat SSCB’nin dağılması ile İran’ın Rusya ile kara sınırı kalmamış ve artık komünizm de ideolojik bir tehdit olmaktan çıkmıştır. Bu gelişmelerden sonra İran-Rusya ilişkileri karşılıklı çıkar çerçevesinde gelişmeye başlamıştır (Tuncel, 2008, s. 181-182).

İran-Rusya ilişkilerini birkaç başlık altında toparlamak gerekirse bunlar: Askeri ve teknik ilişkiler, nükleer enerji, diplomatik ilişkiler ve Hazar denizinin statüsü olarak tanımlanabilir. Günümüzde en çok askeri-teknik ilişkiler ve nükleer enerji konularında yapılan anlaşmalar karşımıza çıkmaktadır.

II. Dünya Savaşından sonra İran’da ABD’nin nüfuzu artmaya başladı. ABD’nin etkinliğine rağmen İran’ın 1960’ların sonuna doğru SSCB ile ekonomik, politik ve askeri alanlarda ilişkilerini arttırmak için çalışmalara başladığı görülmektedir. 13 Ocak 1966’da İran ile anlaşma yapan SSCB, bu ülkede demir-çelik fabrikaları, otomobil fabrikaları ve doğalgaz boru hatları gibi büyük çaplı projeler gerçekleştirdi. Bu yıllarda SSCB tarafından İran’a bazı askeri malzemelerin satışı da başladı (Özbay, 2006).

İran, 1979 İslam Devrimi ile Amerika’yı dünyanın kötülüğü için çalışan “Büyük Şeytan”, komünizmin merkezi konumundaki Rusya’yı ise “Küçük Şeytan” ilan etmişti. “Ne Doğu ne Batı” sloganı ile hareket eden İran, Rusya ile ilişkilerini durma aşamasına gelmiş. Fakat uluslararası gerçekler İran’ın bu tutumunu değiştirmesine neden olmuştur. (Arıkan, 2014, s. 58). Dolayısıyla İran-Rusya ilişkileri tekrar başlamıştır. 1980 Irak-İran savaşında iki ülke ilişkilerinde duraklama yaşanmıştır. Rusya savaşın başında İran’ı desteklemiş fakat daha sonra Irak’a silah satışı yapmıştır ve bu da ikili ilişkilerin bozulmasına sebep olmuştur (Tuncel, 2008, s. 182). Bu durum İran’ın Rusya’yı güvenilmez olarak görmesini destekler bir gelişme olmuştur.

Amerika’nın düşman ilan edilmiş olması, İran’ın Irak ile olan savaşı ve tek silah-askeri malzeme tedarikçisi olarak Rusya’nın kalmış olması İran’ı Rusya ile tekrar ikili ilişkiler kurmaya mecbur bırakmıştır. Nihayetinde 1986 yılında Rusya ile önemli bir ekonomik protokol imzalanmıştır. Bu anlaşma ile İran, Rusya’nın Irak’a askeri desteğini kesmesini Rusya ise İran’ın Afganistan işgaline ses çıkarmamasını istemiştir (Arıkan, 2014, s. 58).

İran, 1989’da Gorbaçov yönetimi ile nükleer alanda işbirliği kararı almış ancak SSCB’nin dağılmasından dolayı bu karar ertelenmiştir. 1995 yılında ise Boris Nikolayeviç Yeltsin yönetimi ile geniş kapsamlı bir nükleer işbirliği yapılmıştır. Bu antlaşma çeşitli çevreler tarafından korkuyla karşılansa da iki devlet nükleer araştırmalarda UAEA kurallarına uyacaklarını taahhüt etmiştir. Ayrıca aynı anlaşma ile Rusya ve İran uranyum zenginleştirme konusunda da anlaşmaya varmışlardır (Ekinci, 2009, s. 115). İran’ın nükleer enerji ile ilgili yapılan çalışmalarının tamamen barışçıl ve enerji elde etmeye yönelik olduğu yönündeki açıklamaları, enerji fazlası veren bir ülke olarak diğer ülkeleri pek tatmin etmemiştir (Gündoğan, 2011;72). Rusya tepkilerden çok anlaşma sonra kazanacağı bir milyar doları düşünmekteydi çünkü SSCB’nin dağılmasından dolayı Rus ekonomisi iyi durumda değildi. Diğer taraftan Rusya İran’daki nükleer faaliyetleri de yakından takip etmiş olacaktı. Çünkü İsrail, ABD ve diğer devletlerin taşıdığı endişeleri Rusya fazlasıyla taşımaktadır (Özbay, 2006).

Rusya eski Savunma Bakanı Mareşal İgor Sergeyev, 24 Mayıs 2006’da yapmış olduğu açıklamada, “Rusya ve BDT ülkelerinin İran’ın nükleer silah sahibi olması konusunda ABD’den daha fazla endişe duyduğunu, çünkü ülkelerinin İran füzelerinin menzili dâhilinde olduğunu” belirtmiştir (Özbay, 2006).

ABD, Rusya’nın İran ile olan iş birliğine sessiz kalmamıştır. Bu birlikteliği engellemek için 1995 yılında Rusya Başbakanı Viktor Çernomırdin ve ABD Başkan Yardımcısı Albert Gore arasında bir memorandum imzalanmıştır. Bu anlaşma ile Rusya, İran’a olan silah satışını sınırlayıp yeni anlaşmalar yapmaktan kaçınacak ve 31 Aralık 1999 tarihinde silah satışını tamamen bitirecekti. Tüm bunlara karşılık ABD Rusya’ya mali yardımda bulunacaktı. Rusya’nın bu anlaşma sonrasında yaklaşık olarak 1 milyar dolar yardım aldığı tahmin edilmektedir (Laçiner ve Celalifer Ekinci, 2011, s. 425). Ancak bu memorandum yürürlükteyken bile Rusya, İran ile yaklaşık 2 milyar dolar tutarında bir askeri anlaşma yapmıştır. 2000 seçimlerinde ABD başkanlık seçimlerine adaylığını koyan Albert Gore’un başarısız olmasını isteyen Cumhuriyetçiler anlaşmayı açıklamıştır. Anlaşmanın gizliliğinin ortadan kalkmasıyla Rusya anlaşmadan çekildiğini ilan etmiştir. Bu gelişme İran tarafından memnuniyetle karşılanmıştır.

İran’a ABD tarafından uygulanan yaptırımlar, Rusya silah ticareti için iyi bir fırsat yaratmıştır. Bu bağlamda 2000 yılında Rus Savunma Bakanı Sergeyev İran’a gitmiştir. Sergeyev İranlı meslektaşı ile Askeri-Teknik Alanda İşbirliğiyle İlgili Fikir Birliği Memorandumu imzalamıştır (Özbay, 2006). 12-15 Mart 2001 tarihleri arasında İran Cumhurbaşkanı Hatemi, Rusya’yı ziyaret etmiş ve İran ile Rusya Arasında Karşılıklı İlişkilerin Temelleri ve İşbirliği İlkeleri Antlaşması imzalanmıştır (Tuncel, 2008, s. 183).

İran ve Rusya arasındaki ilişkiler sürekli gelişim gösterip devam etmemiştir. İlişkiler inişli-çıkışlı bir seyir izlemiş; yapılan askeri anlaşmalarla beraber, nükleer enerji ve Hazar Denizi’nin statüsü gibi konularda da çeşitli problemler ve fikir ayrılıkları yaşanmıştır.

ABD’nin Irak’ı İşgali Sonrası İran-Rusya İlişkileri

ABD’nin Afganistan’ı ve Irak’ı işgali sonrası İran fiziki olarak doğudan ve batıdan kontrol altına alınmıştır. ABD’nin Irak’a müdahalesiyle Irak federal yapılara bölünmüştür. Aslında bu İran için pek de kötü bir durum sayılmazdı çünkü böylece İran’ın bölgedeki büyük bir rakibi ortadan kalkmış, yerine kontrolü daha kolay olan federal yapılar gelmiştir. Ama buna rağmen 1979 İslam Devriminde İran’ın “Büyük Şeytan” ilan ettiği Amerika artık komşuları olmuştur (Arıkan, 2014, s. 58).

ABD’nin bölgeye yerleşmesi, İran için bir tehdit olmuş ve İran, Irak gibi bir askeri müdahaleyle karşı karşıya kalmamak için 2003 yılında askeri amaçlı nükleer programını durdurmuş ve ABD ile anlaşma yoluna gitmiştir. Ancak 2005 seçimlerinde, seçim politikalarını ABD ile barış üzerine kuran Hatemi gitmiş yerine hedef tahtasına İsrail ve ABD’yi oturtan Ahmedinejad gelmiştir. Ahmedinejad, ABD’nin Irak ve Afganistan’a müdahalesinden sonra İran’a müdahale edecek gücünün kalmadığını savunmuştur. Amerikan ve İngiliz askeri raporlarının da kendisini destekler mahiyette olduğu görülmüştür. Ahmedinejad, Hatemi’nin pasif politikasının aksine aktif politikalarını tercih etmiştir (Tuncel, 2008; 136-138).

Boris Yeltsin’den sonra 7 Mayıs 2000 tarihinde başlayan Putin dönemi ile Rusya süper güç olma konumunu hedeflemiş ve bu doğrultuda Ortadoğu’daki gücünü arttırmıştır. Rusya, Ortadoğu’da güçlenip bölgedeki etkinliğini tekrar elde etmiş, bu durum ayrıca Rusya’nın Amerika karşısında bölgedeki konumunu güçlendirmiştir. 11 Eylül saldırıları ile birlikte Amerika ve Rusya uluslararası terörizm ile mücadelede kısa bir dönem işbirliğine gitmiştir. Rusya’nın buradaki amacı Çeçen Savaşı’nda ABD ve uluslararası kamuoyunun desteğini almaktı. Fakat ABD’nin Irak’ı işgali, Orta Asya ve Kafkaslardaki etkisinin artması Rusya’yı rahatsız etmiş ve Rusya Ortadoğu’da tekrar etkili politikalar izlemeye başlamıştır (Laçiner ve Celalifer Ekinci, 2011, s. 420-421).

Görüldüğü gibi ABD’nin Ortadoğu’ya yerleşmesi hem Rusya’yı hem de İran’ı oldukça rahatsız etmiştir. Rusya daha çok bölgede etkinliğini arttırmaya çalışıp bir denge politikası güderken, İran tarafı ise önce uzlaşma yoluna gitmiş fakat istenilen sonuç alınamayınca keskin ifadelerle ABD’ye karşı tamamen cephe almış durumdadır.

Öncelikle Rusya’nın ve İran’ın bölgede neden ortak hareket etmesi gerektiğini daha iyi anlamak için birkaç ortak meseleden bahsetmek gereklidir. Bunlar:

  • ABD’nin Kafkasya ve Orta Asya’ya üs kurma isteği ve İran ve Rusya’nın bunu bir tehdit olarak görmeleri.
  • NATO’nun doğuya doğru genişlemesi.
  • Hazar enerji kaynaklarının büyük bir kısmının yabancılarda olmasına ve üçüncü ülkelerin bölgede olmalarına iki devletin de karşı olmaları.
  • İran’ın, Rusya’nın üye olduğu Şangay İşbirliği Örgütü’ne gözlemci üye olması.
  • Her iki ülkenin de yabancı gemilerin Fars körfezinde bulunmasına karşı olmaları ve sayılarının azaltılmasını istemeleri.
  • Bölgede güçlü bir Azerbaycan istememektedirler.
  • Her iki ülke de önemli petrol ve doğalgaz rezervlerine sahiptir ve bunları dış politika aracı olarak kullanmak, ayrıca yüksek fiyata satmak istemektedirler.
  • İki devletin de Filistin meselesine bakışları bir biriyle örtüşmektedir.
  • ABD müttefiki olan Türkiye’nin, Türki Cumhuriyetlerle olan ilişkileri gibi konular her iki ülkeyi bölgede ortak hareket etmeye sevk etmiştir (Tuncel, 2008, s. 189-190).

İran ve Rusya ilişkileri daha çok askeri ve nükleer enerji konularında yoğunlaşmıştır (Ekinci, 2009). İran’ın nükleer programı AB, İsrail, ABD ve diğer bölge ülkeleri tarafından tepki ile karşılanmıştır. Bu anlamda çeşitli girişimlerde bulunarak İran’ın nükleer programlarının ne çerçevede olduğunu denetlemek ve gerek görüldüğünde son verilmesini istemektedirler (Gündoğan, 2011, s. 72).

Rusya, Çin ve ABD’yi UAEA kararları konusunda ikna eden AB, yapılan oylamada Rusya ve Çin’in çekimser kalması ile yeni yaptırımlar kararı almıştır. Fakat İran, bu gelişmelere karşılık olarak uranyum zenginleştirmeye devam edeceği cevabını verip rest çekmiştir. Bu dönemde İran’a karşı ağır yaptırımlar kararları alınmış fakat İran alınan kararlara yeni füze denemeleri ile karşılık vermiştir. Sonuç olarak yapılan girişimler sonuçsuz kalmıştır (Keskin, 2013, s. 101-108).

Rusya, İran’ın nükleer konuda yaptığı çalışma ve açıklamalarda her zaman dengeleme yoluna gitmiştir. İran’ın gerektiğinde İsrail’i vurabiliriz veya İsrail’in İran’ı vurabiliriz şeklinde bir açıklaması olduğunda Rusya yapılan açıklamaları yumuşatma yoluna gitmiştir. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov 2011 yılında İsrail’in İran’ı vurma tehdidinden sonra “İsrail’i olası bir askeri operasyon başlatılması yönünde karar almaması için uyardık. İran’ın nükleer programında askeri unsura dair bir delil yok. Müzakere potansiyeli tükenmiş değil. Rusya tüm taraflarla görüşmelerini sürdürüyor” diye açıklamalarda bulunmuştur. Batıdan gelen nükleer silah yapımı ile ilgili açıklamalarda ise yapılan çalışmaların kendi kontrolü altında olduğunu ve yapılan bütün çalışmaların sadece nükleer enerji bağlamında olduğu yönünde açıklamalarda bulunmuştur. Gerektiğinde batının desteğini kaybetmemek için yapılan yaptırımlarda ve anlaşmalarda ya çekimser kalmış ya da onaylamıştır. Rusya’nın yapılan yaptırımlardaki tutumu İran-Rusya ilişkilerini derinden etkilememiştir. Fakat İran tarafında Rusya’nın ne kadar güvenilir olduğu tekrar tartışılır olmuştur.

İran ve Rusya arasında birçok askeri konuda anlaşma imzalanmıştır. Belki de bunlardan en önemlisi s300 hava savunma sistemleridir. 2007 yılında yapılan anlaşmaya ABD karşı çıkmış fakat Rusya yapılan anlaşmanın saldırı silahlarını değil sadece savunma silahlarını kapsadığını iddia ederek yapılan anlaşmamın yaptırımlar dışında kaldığını kabul ettirmiştir. Yapılan anlaşma kapsamında teslim edilecek hava savunma sistemleri ile İran nükleer tesislerini İsrail ve ABD tarafından yapılacak bir hava saldırısına karşı korumuş olacaktır. Ancak anlaşma kapsamındaki silahların hala teslim edilmemiş olması iki ülke arasında kriz durumuna gelmiştir (Tuncel, 2008, s. 201-202).

ABD’nin bölgedeki varlığı her şeye rağmen iki ülkeyi birbirleri ile işbirliğine zorlayan en önemli faktördür.

İki devlet arasında problem olarak görülebilecek diğer bir konu ise Hazar Denizi’nin statüsü olmuştur. SSCB dağılmadan önce bölgede sadece İran ve SSCB vardı. Fakat dağılma ile beraber Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan bölgeye dâhil oldular. Hazar petrollerinden faydalanmak isteyen ABD, yeni devletlerle ikili ilişkiler kurmaya başlamıştır (Gökçe, 2008, s. 185). Bu ilişkilerden rahatsızlık duyan Rusya üçüncü ülkelerin Hazar Denizinin paylaşımına dâhil olmalarını engellemek için Hazar Denizinin kapalı deniz olduğunu bildirmiş. Ayrıca yeni ortaya çıkan devletlerin Sovyetlerin devamı niteliğinde olduğunu belirterek 1921 ve 1940 yıllarında yapılan anlaşmalara dâhil olduklarını iddia etmiştir. Rusya’nın Hazar kıyılarındaki petrol rezervleri diğer devletlere oranla daha azdır; bu durum denizin paylaşımını zorlaştırmaktadır. İran’ın ise böyle petrol ile ilgili herhangi bir çabası yoktur, çünkü Basra Körfezi dünyanın en önemli petrol bölgesidir. İran burayla sadece bölgede nüfuz sahibi olmak için ilgilenmektedir (Gökçe, 2008, s. 184,186). Çözüm için ilk toplantı 2002 yılında yapılmıştır fakat sonuç alınamamıştır. ABD’nin Irak işgali ile yoğunlaşan İran-Rusya ilişkileri Hazar Denizi statüsü konusunda da kendini göstermiştir. 2007 yılından sonra statü sorunun çözümü için İran’da ikinci toplantı yapılmıştır. Bu toplantıyla İran ziyaretinde bulunan Putin’in 1943’te Stalin’in yaptığı ziyaretten sonra İran’a giden ilk devlet başkanı olması dikkat çekicidir. Statünün belirlenmesi için 2010, 2014 ve 2015 yılında toplantılar yapılmıştır.

Her iki devletin ortak hareket ettiği konulardan bir diğeri de Azerbaycan’dır. İkisi de bölgede ABD müttefiki güçlü bir Azerbaycan’a karşıdır. İran’da Azerbaycan nüfusunun yaklaşık beş katı kadar İranlı Azeri yaşamaktadır. Gerçi Azerbaycan’ın buradaki Azerileri kışkırtıcı herhangi bir girişimi ve söylemi olmamıştır. Fakat yine de İran Azerbaycan’ı tehdit olarak görmektedir (Doster, 2012; 47). Rusya ise Hazar enerjisinden büyük payı almak istemekte ve bunun için güçlü bir Azerbaycan’ı kendilerine engel olarak görmektedirler. Ortak çıkarlar çerçevesinde bakıldığında İran ve Rusya’nın, Azerbaycan-Ermenistan savaşında Ermenistan’ı desteklemeleri daha iyi anlaşılacaktır( Arıkan, 2014;58).

Görüldüğü üzere iki ülke ilişkileri karmaşık bir durum göstermektedir. Ortak çıkarlar çerçevesinde birleşebildikleri gibi bazen ortak çıkarların olduğu konularda bile ayrı hareket etmişlerdir. Yalnız ABD’nin bölgedeki varlığı her şeye rağmen iki ülkeyi birbirleri ile işbirliğine zorlayan en önemli faktördür. ABD’nin bölgedeki etkisinin bitmesi veya herhangi biri ile uzlaşma yoluna gitmesi, iki ülke ilişkilerini nasıl etkiler bunu zaman gösterecek. Ancak şunu kabul etmek lazım ki her iki ülke bir birine tam olarak güvenmemektedir. Bu güvensiz ortamda İran Rusya ilişkileri için en iyi tanım Fikret Ertan (2011)’ın “zor ilişkiler bunlar” tanımı olacaktır.

Referanslar

Arıkan, P. (2014), “İran–Rusya mutabakat anlaşması: stratejik ortaklık mı?”, Ortadoğu Analiz, 6 (64), 56-59.

Celalifer Ekinci, A. (2009), İran nükleer krizi, Ankara: Usak Yayınları.

Doster, B. (2012), “Bir bölgesel güç olarak İran’ın Ortadoğu politikası” Ortadoğu Analiz, 4 (44), 44-51.

Ertan, F. ( 24 Kasım 2011), İran ve Rusya: Zor ilişkiler, Zaman, 20 Şubat 2015, .

Gökçe, M. (2008), “Sovyet sonrası dönemde Hazar çevresinde yaşanan rekabet”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 1 (3), 178-209.

Gündoğan, Ü. (2011), “1979 İran İslam devriminin Ortadoğu dengelerine etkileri”, Ortadoğu Analiz, 3 (30), 60-73.

Hazar’ın hukuki statüsü Bakü’de görüşüldü. (05.03.2015), 23.04.2015

Keskin, M.H. (2013), “Nükleer krizde AB’nin İran politikaları: Tarihsel ve güncel bir perspektif”, Uluslararası Hukuk ve Politika, 9 (34), 87-118.

Laçiner, S. ve Celalifer Ekinci A. (Ed.), (2011), 11 Eylül sonrası Ortadoğu, Ankara: USAK Yayınları

Özbay, F. (14 Aralık 2006), “Rusya Federasyonu-İran askeri-teknik ilişkileri”, 25 Mart 2015.

Tuncel, M.(Ed.) (2008), Ortadoğu’da güç savaşları hedef neden İran?. İstanbul: Etkileşim Yayınları.

ORDAF, farklı fikir ve görüşleri yansıtmak amacıyla Açık Görüş kategorisine makale kabul etmektedir. Makalede yer alan görüşler yazara aittir ve ORDAF’ın görüşlerini yansıtmayabilir.

The post İran-Rusya İlişkilerinin Tarihi Seyri appeared first on ORDAF.

İRAN DOSYASI : İran’ın Nükleer Teknoloji Politikası ve Türkiye İçin Yaratacağı Sonuçlar

ran’n Nkleer Teknoloji Politikas ve Trkiye in Yarataca Sonular.pdf

İRAN DOSYASI /// PROF. DR. ALAEDDİN YALÇINKAYA : Nükleer Uzlaşmada İran’ın Kazancı

Lozan’da İran ile büyük güçlerin vardığı mutabakatın nihai antlaşma olmadığını, fakat buna oldukça yaklaşan bir belgenin paraf edildiğini öncelikle belirtelim. 12 yıldan beri devam eden zaman zaman uzlaşmaya yaklaşan hemen her seferinde bir noktadan sonra iplerin koptuğu bir müzakere süreci izlemekteyiz. Bu süreçte bir tarafta İran, karşı tarafta ise P5+1 (Permanent: Daimi – BM Güvenilik Konseyi’nin 5 Daimi Üyesi, ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa ile Almanya) bulunmaktadır. Sadece bu fotoğraf dahi İran’a içte ve İslam dünyasında farklı bir prestij sağlamaktadır. 1996’da ABD’nin D’Amato Yasası’yla İran’ın petrol üretimindeki yatırım süreçleri ciddi darbe almış, geçen süre zarfında batı (Hıristiyan) dünyasında prestiji azalmış, ekonomik bakımdan her geçen yıl daha kötüleşmiştir. 2006’dan itibaren yürürlüğe giren BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla da Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’na aykırı hareket ettiği iddiasıyla dozu gittikçe artan yaptırımlara muhatap olmuştu.

Nisan başında paraf edilen son belge ile İran’ın nükleer teknolojiye sahip olma hakkı tanınmış demektir. İran bu hakkının tanınmasını, Obama ise bu derece geniş denetimin kabul edilmesini zafer olarak kabul etmektedir. Belgenin imzalanması ile nükleer programa bağlı yaptırımların kalkması beklenmektedir.

Yıllardır süren görüşmelerden sonuç alınmadığı halde niçin şimdi sorusu akla gelmektedir. Bu mutabakatın da öncekiler gibi bir süre sonra havada kalacağı, iplerin kopacağı beklenebilir. Nitekim bu ihtimal her iki tarafça da dile getirilmektedir. Zaten son mutabakatın uzun süre önce planlanmış görüşmeler sonucunda elde edildiği halde tabiri caizse paldır küldür paraf edildiği izlenimi mevcuttur. Ancak İran’da Ruhani liderliğinin bu konudaki kararlılığı ile Obama’nın da iç dengeleri gözardı etmeden uzlaşma taraftarı olmayı tercih etmesi önemlidir. Daha da önemlisi bölgesel gelişmelerde uzlaşılmış İran’a gittikçe daha fazla ihtiyaç duyulacak olmasıdır. IŞİD ile mücadele süreci yanında Suriye konusunda temel konularda mutabık kalınması ve Yemen’deki gelişmeleri bu bağlamda zikredebiliriz.

İran’ın insan hakları, terör ve balistik füzeler sebebiyle maruz kaldığı yaptırımlar da vardır. Ancak nükleer programı yüzünden uygulananlar en fazla can yakanıdır. Sözleşmeye varılmasıyla bu bölümle ilgili olanlar kalkacaktır. Bu durum İran halkı ve ekonomisi için son derece önemlidir. Eğer bu süreç sağlıklı işlerse diğer alanlardaki yaptırımların kalkması kolaylaşabilir. Bununla beraber ne İran ne de İsrail diğer konularda uzlaşmaya pek yanaşmayacak gibi görünüyor. Çünkü hiç sıcak çatışmaya girmemiş bu iki devletin sürekli çatışma görüntüsü içinde olmaları ikisi için de kazançlıdır.

Günümüzde birinci sınıf devlet olmak nükleer güç olmaya bağlıdır. BM Güvenlik Konseyi üyeleri dışında nükleer silaha sahip devletler olarak Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore sayılabilir. Bununla beraber atom bombasına sahip olmadığı halde nükleer teknolojiye sahip devletler de bulunmaktadır: Almanya, Japonya, Kanada, Güney Kore ve diğerleri.

İran on yıllardır İsrail’in nükleer silaha sahip olduğu gerekçesiyle kendisinin de bu silaha sahip olma hakkı olduğunu savunur. Tahran için atom bombasına sahip olmak adeta milli hedef haline gelmiştir. Ancak uluslararası siyasetin gereği bunu açıkça telaffuz etmeyip hedefinin sadece nükleer teknolojiye sahip olmak –elektrik enerjisi ve diğer amaçlarla- olduğunu deklare etmiştir. Nitekim varılan mutabakat, atom bombası üretme kapasitesine yaklaşmayacak derecede İran’ın nükleer teknolojiye sahip olmasını, bunu geliştirmesini garanti etmektedir. Belirtmek gerekir ki nükleer teknolojiye sahip bir devletin istihbarat ordularını atlatarak merdiven altında atom bombası yapması kolay değildir. Zaten önceki uzlaşmalarda bu noktada ipler kopmuştur. İran nükleer silah üretebilecek bir denetim dışı alan istemiş, fakat kabul edilmemiştir. Bu mutabakatta ise denetim konusundaki bütün talepleri kabul etmiştir. Böylece mutabakat Obama’ca “tarihi anlaşma” olarak adlandırılmıştır.

Bu alanda Türkiye’nin esamisinin okunmaması oldukça hazindir. Nükleer silaha sahip olma hevesini bir tarafa bırakarak başta enerji olmak üzere nükleer teknolojinin nimetlerine doğrudan sahip olma bu ülkenin de hakkı olsa gerek. Doğrudan bu teknolojiye sahip olmak bir yana bir başka ülkenin nükleer santral kurması on yıllarca engellenmiş, bu meyanda adeta bir destan ortaya çıkmıştır. Nükleer santraldaki riskler konusunda söylenecek çok şey var. Fakat yanıbaşımızda Ermenistan bir bakıma taş devri nükleer santralini halen çalıştırabilmekte, bütün Avrasya’yı her an korkunç bir radyasyon tehlikesi ile karşı karşıya bırakmaktadır. Buna karşın çevreciler veya bu alanda uyarması, önlem alması, santralın işlemesini durdurması gereken kurumlar üç maymunları oynamaktadırlar.

Mutabakatın başarıyla yürümesi halinde İran’ın ekonomik bakımdan ayağa kalkması beklenmektedir. Bu durumun Türkiye’nin aleyhine olması beklentileri gerçekçi değildir. Daha fazla ihracat ve ithalat yapan bir İran’dan en fazla Türkiye istifade edecektir. Buna karşın dış politikada Türkiye’nin daha da yalnızlaşma ihtimali bulunmaktadır. Belirtmek gerekir ki Yemen’deki gelişmeler yüzünden İran’a karşı beyanat Cumhurbaşkanının ağzından çıkmış olup bu sözler hükümeti bağlamamaktadır. Zaten halen Türkiye’de başkanlık sistemi bulunmamaktadır.

alaeddinyalcinkaya

Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

İRAN DOSYASI : İran’da Asker-Siyaset İlişkileri ve Devrim Muhafızları’nın Yükselişi

ran’da Asker-Siyaset likileri ve Devrim Muhafzlar’nn Ykselii.pdf

İRAN DOSYASI /// NECDET BULUZ : İran dostluğunda kazanan Türkiye olur.

NECDET BULUZ

Türkiye ile İran arasında baş gösteren siyasi kriz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İran ziyareti ile kısmen de olsa aşılmış görünüyor. Özellikle Suudi Arabistan ve kendisini destekleyen diğer Arap koalisyon güçlerinin Yemen’deki hava saldırılarına tam destek veren Türkiye’nin, İran’dan duyduğu rahatsızlığı dile getirmesi ile Türkiye-İran arasındaki gerginlik üst seviyelere taşınmıştı.

Biz, İran’ın yayılmacı politikalarının karşısında olduk. İran’daki rejimi de hiçbir zaman benimsemedik ve desteklemedik.

Ancak, konu siyasi ve ekonomik ilişkiler olunca bütün bunları bir kenara koymak gerekiyor. Özellikle Amerika ile İran’ın arasının düzelmesi, ambargonun kaldırılması, Batı’nın İran’a göstermeye başladığı yakınlık bu ülke ile olan ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmemizi gündeme taşımaktadır.

Ortada bazı bölgesel sorunlar var. Bunlara rağmen iki tarafın da ilişkileri geliştirmeye yönelik attıkları adım önemlidir.

İran, baştan bu yana Suriye’de Esad’ı destekledi. Bundan geri adım atmasını da beklememek gerekiyor. Bu konuda Türkiye-İran sıkıntıları halen sürüyor. Yemen’de ise İran destekli Husi’lere karşı başlatılan saldırılar karşısında İran’ın sessiz kalması da mümkün değil. Nitekim Yemen’de sorunların müzakere yol ile çözülmesine yönelik çalışmalar yapılıyor. Irak’ta ise Şii’lere İran desteğinin yeni olmadığı biliniyor.

Ortada böyle bir tablo varken, Türkiye’nin çok daha diplomatik kurallar içinde hareket etmesi ve İran ile olan ilişkileri gerginleştirmekten kaçınması gerekiyor. Özellikle ambargonun kalkmasından sonra İran, eski İran olmayacaktır. Bir noktada petrol ve ticaret merkezi konumuna gelecektir. İran pastasından en fazla faydalanması gereken biz neden olmayalım?
İran’ı seversiniz veya sevmezsiniz bu başka bir şey. Ortada bir komşuluk varsa, ortak çıkarlar ve işbirliğinin ön planda olması gerekiyor. “Kazan, kazan” politikalarının bu noktada işe yaradığını hep görmüşüzdür. Önemli olan bölgesel ilişkilerde ortak noktayı bulmak, kazanmak, barış ve huzur içinde yaşamak olmalıdır.

Ambargo döneminde İran ile sıkı ilişkilerini sürdüren Rusya, Çin, Hindistan gibi ülkeler şimdi ambargonun kalkmasından sonra bu ilişkileri bir adım daha ileri götürmeye hazırlanıyor. Adı geçen ülkeler İran’da birçok işi alacak ve özellikle ekonomik alanda atağa geçecekler.

Biz, bu nedenle komşumuz ile olan ilişkilerimizi sağlama almak ve İran pastasından daha fazla pay almak için hareket etmek durumundayız.

Dikkat edilecek olursa, daha önce Libya gibi müteahhitlik hizmetleri verdiğimiz bir ülke uygulanan yanlış politikalar nedeni ile elimizden kaymıştır. Irak ile olan ilişkilerimiz limonudur. Suriye tamamen bizden kopmuş durumda bulunuyor. Bütün bunlarda uyguladığımız politikalar etkili olmuştur. Bunları göz önüne alarak hiç değilse aynı yanlışları İran üzerinden yapmaktan kaçınmalıyız.

Daha düne kadar Amerika’nın hedefinde olan bir İran, bugün Amerika’nın bölgedeki en büyük ittifakı olmaya adaydır. Nitekim Amerika’dan yapılan açıklamalarda da İran’ın bölgede Amerika’nın en önemli dostlarından bir haline geleceğine vurgu yapılmıştır. Düne kadar birbirini boğazlamaya kalkan iki ülke bugün ittifak haline gelebiliyorsa biz bunun neresinde olmalıyız?

Aynı şekilde İran’a ambargonun kaldırılması ile Batı’nın ilgisi de artacaktır. Batı’dan da İran ile olan ilişkilerde yeni bir döneme girileceği vurgulanıyor. Bu konuda yapılan açıklamalarda iyi dostluk mesajları iletiliyor.

Aslına bakılacak olursa Batı mezhep olarak Sünniliği daha tehlikeli görüyor. El Kaide, IŞİD, Boko Haram gibi acımasız ve baş kesen İslami örgütler Batı’nın da korkulu rüyası haline gelmiş görünüyor.

İran, jeopolitik okumalar sayesinde nüfuzunu geniş bir alana yayabiliyor. Batıda Türkiye, Basra Körfezi, kuzeyde Kafkaslar, doğuda Orta Asya,Afganistan var. Sonuçta İran; Irak, Suriye, Lübnan, Afganistan, Bahreyn, Lübnan’a ulaşabilmekte ve etkili olmaktadır. Petrol sevkiyatındaki önemi nedeniyle de stratejisinin ağırlık merkezini Basra Körfezi’ne kurmuş bulunuyor.

Biz, bu nedenle diyoruz ki, Türkiye İran ilişkileri, ekonomiden, enerjiye, dış politikadan, ulaştırma sektörüne geniş bir yelpazede işbirliği/ilişki kaçınılmazdır. Her ne kadar mezhepsel, siyasi ve ideolojik farklılıklar, ittifak ve rekabet ön plana çıksa da taraflar birbirinin ayağına basmadan yola devam etmeyi tercih etmelidirler. Bölgenin kaderi bir noktada bunu gerektiriyor.

Yazımızın başında da değindiğimiz gibi biz bölgedeki konumumuzu, yapacağımız ticareti, elde edeceğimiz siyasi kazancı düşünmek durumundayız. İran ile olan ilişiklerimizde de öncelikle bu görüş doğrultusunda politikalar oluşturmak, bu adımları atmak Türkiye açısından daha olumlu adımlar olacaktır.

Burada şunu da anımsatalım:

Amerika ve Batı’ya güven olmuyor. Dün Suriye ve İran ile boğaz boğaza olanlar bugün Esad ile masaya oturacak duruma geldi. İran’la barışıp ambargoyu kaldırma kararı aldı. Burada bir çıkar mücadelesi var. O halde biz de kendi çıkarlarımız doğrultusunda adım atar, hareket edersek yanlış mı yapmış oluruz?

necdetbuluz
necdetes

İRAN DOSYASI /// Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL : Son Durum İran ve Türkiye.

Matruşkalaşan İran ve Türkiye…

İran bölgesel ve uluslararası boyutta ön plana çıkan hamleleriyle açıkçası kafa karıştırmaya devam ediyor. Bir tarafta “Direnç Cephesi”ni korumaya yönelik olarak alanda bire bir “örtülü savaş” veren İran; diğer taraftan da, mücadele verdiği bu aktörler ile diplomasi masasında kıran kırana bir mücadele içerisinde olan farklı bir İran.

Sert ve yumuşak güç unsurlarının hepsini birden seferber eden ve bunları bir arada kullanma yeteneğini bir kez daha tüm dünyaya ispat eden İran, bu hamleleriyle başta Ortadoğu olmak üzere, uluslararası bağlamda yeni bir dengenin-denklemin de önünü açmış vaziyette.

Dolayısıyla, İran’ın yakın çevresinde güvenliği adına yaptığı hamleler, yeni bir güvenlik sorununa yol açmış vaziyette ve ABD de bu tehdidi adeta bilinçli olarak körükleyen, destekleyen aktör konumunda…

“İsrail’e rağmen”, nükleer müzakerelerde İran’ın yanında bir görüntü veren ve başta Suriye-Irak olmak üzere, “Yeni Ortadoğu” politikasında daha ziyade İran’ın elini kuvvetlendiren ABD politikaları ortada…

BOP’ta yeni bir aşama mı?

Gelinen aşama ortada. ABD’nin Arap Baharı ile birlikte bölgeye gerçekleştirdiği müdahale ve buna alanda İran’ın, arka planda Rusya ve Çin’in verdiği cevap, başta Ortadoğu olmak üzere, İslam dünyasını mezhepsel fay hatları üzerinden derin bir şekilde bölmüş vaziyette. Ortaya çıkan filli harita bunun en somut göstergesi.

Aynen BOP’ta ortaya konulduğu üzere bölge ülkeleri bir kaç parçaya bölünmüş vaziyette. Başta Irak olmak üzere, Suriye, Libya ve Yemen’de gelinen tablo ortada. Sünni-Şii ihtilafının zirve yaptığı bir dönemde, Şii jeopolitiğinin artan etkisi kaçınılmaz olarak ortaya Sünni bir blok çıkarmış vaziyette.

Sünni-Şii çatıştırılması oyunu…

Devletler dışında, örgütlerin de bu bağlamda ortaya koyduğu tepki ortada. Son Yemen hadisesinde Müslüman Kardeşler ve Hizbullah’ın yaptıkları açıklamalara, verdiği tepkilere bu açıdan da bir bakmakta fayda var.

Bir diğer ifadeyle, İran’ın savunma refleksleri bağlamında yakın çevresi üzerinden kendi rejimini, varlığını hedef alan kuşatma harekâtına karşı şu an için Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de attığı adımlar, bölgede yeni bir çatışma sürecini hızlandırmış vaziyette.

Özellikle de, son Yemen operasyonu bölgeyi çok kritik bir sürece taşımış durumda. Atılacak yanlış bir adım, tüm bölgeyi büyük bir savaşın içine çekebilir. Dolayısıyla fazlasıyla dikkatli olunması gereken bir süreç ile karşı karşıyayız.

Türkiye-İran ilişkilerinde kırılma mı?

Bu gelişme, hiç kuşkusuz Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarını da çok yakından ilgilendiriyor. Suriye ve Irak’ta izlediği politikalar ile Türk yakın çevresinde Kasr-ı Şirin’in özüne-ruhuna aykırı bir şekilde hareket eden İran’a karşı artık Türkiye “sabrın da bir sonu vardır” noktasına gelmiş durumda.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 27 Mart’ta, hem de İran’a gerçekleştireceği ziyarete sayılı günler kala yaptığı açıklama bu açıdan fazlasıyla manidar. Erdoğan bu hususta şunları söylemişti: “Bugüne kadar bölgede olan gelişmeler, Yemen’de olan gelişmeler, gerçekten tahammül sınırlarını artık zorlamaya başlamıştır… Burada İran, bölgeyi adeta kendine domine etmenin gayreti içerisindedir, böyle bir çalışmanın içerisindedir. Buna müsaade edilebilir mi?”

Dolayısıyla, düne kadar İran ile çok farklı bir pozisyonda olan Ankara’nın artık tepki koymaya başlaması bu açıdan düşündürücü. Düşündürücü olduğu kadar, İran’ın fazlasıyla dikkate alması gereken yeni bir durum söz konusu artık.

Oyuna gelmemek!

Tahran’dan verilen, seviyesi-tonu yüksek tepkiler de, aslında Ankara’nın verdiği mesajın alındığını göstermesi açısından oldukça önemli. İran, anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’nin toleransın seviyesini fazlasıyla zorladığının farkında. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tepkisine rağmen bu ziyaretin gerçekleşecek olması, bunun en somut göstergesi.

Eğer İran duygusal hareket etmiş olsaydı, tarihinin en büyük diplomatik-siyasi hatalarından birini yapmış olacaktı. Allah’tan böyle bir hataya düşülmedi. Çünkü bu ziyaret, sadece Türkiye-İran ilişkileri adına değil, tüm İslam dünyasının geleceği adına oldukça büyük bir önem taşıyor. Bu hususu, özellikle de İran bağlamında ele almaya devam edeceğiz…

İRAN DOSYASI : Tahran Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü Davood Feirahi ile Söyleşi

Tahran niversitesi Siyaset Bilimi Profesr Davood Feirahi ile Sylei.pdf

İRAN DOSYASI : İRAN-YEMEN İLİŞKİLERİ VE ENSARULLAH HAREKETİ

RAN-YEMEN LKLER VE ENSARULLAH HAREKET.pdf