Etiket arşivi: Ergenekon

TARİH : Türk Destanı “Ergenekon” Bulundu !

Türk Akademisi’nin Yaptığı Çalışmalarda Altay dağlarında bulunan bir ova ve çıkan buluntular Ergenekon destanında anlatılanlarla birebir örtüştü. Akademi Başkanı Prof. Dr. Darhan Kıdırali bölgenin Ergenekon olabileceğini ifade etti. Doç. Dr. Kürşad Zorlu olayı Yeniçağ Gazetesi’ndeki köşesine taşıdı. Kıdırali, aynı hususu Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde düzenlenen “Kazak Hanlığının 550. Yılı ve Kazakistan” Paneli’nden sonra da ifade etti.

Türk Akademisi’nin ortak Türk tarihi yazımına yönelik yürüttüğü Altay bölgesindeki kazılarda, Oğuzlar’a ait olduğu sanılan nesnelerle 40 yaşında öldüğü tahmin edilen bir savaşçının kemikleri bulundu.

Kazak arkeolog, Prof. Dr. Zeynolla Samaşev yönetiminde, Doğu Kazakistan eyaletinin Katonkaragay bölgesinde yaklışık iki aydır kazılar devam ediyor.

Karakaba nehrinin yaklaşık 500 metre yakınındaki kazılarda, Oğuzlara ait silahlar, askeri başlık, yay, ok, okluk, kılıç ve at kemikleriyle altın yaldızlı koşum ve dizgin takımı bulundu.

Arkeolog Samaşev, gün yüzüne çıkartılan, 40 yaşında öldüğü tahmin edilen insan kemiklerinin de 7. yüzyılda yaşamış bir savaşçıya ait olduğunu söyledi.

İnsan ve at kemiklerinin çok iyi korunduğuna dikkati çeken Samaşev, bulunan insan kemiklerinin sıradan değil yüksek dereceli birine ait olduğunu vurguladı.

– Kopuz’a benzeyen yeni bir müzik aletine rastlandı

Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye’nin 2012’de Bişkek’te imzaladığı anlaşmayla kurulan Türk Akademisi’nin “Batı Türk Kağanlığı’nın Devlet Yapısı” saha çalışması çerçevesinde, uzmanlar Türk halklarının ortak müzik enstrümanı Kopuz’a benzeyen yeni bir müzik aletine de rastladı.

Prof. Dr. Samaşev’in ekibi, daha önce de Kazakistan’ın en doğu ucunda yer alan Altay yamacındaki Berel’de Türk ve Altay kültüründe kutsal mezar ve türbe anlamına gelen kurgan ortaya çıkarmıştı.

Altaylar’ın zirvesindeki yurt

Bir zamanlar Türk’e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Ancak düşmanlar birleşip acımasızca saldırdılar. Töre ağaları “Düşmanların bulamayacağı bir yeri yurt tutalım” dediler. Bir dağın tepesinde öyle bir yer buldular ki bitkiler, yemişler, hayvanlar, akarsular vardı. Bu yere Ergenekon dediler.

Her türlü meyve ağacı var

Kıdırali, Altay Dağları’nın tepesinde buldukları eşsiz ovayı şöyle anlatıyor: Bu yükseklikte böylesine düz ovada neredeyse her türlü meyve ve ağaç var. Koyun sürüleri, hayvanlar ve eşsiz bir bitki örtüsü. Asil kurtlar koyunlara kesinlikle saldırmıyordu. Elinizi uzatsanız sanki yıldızlara değeceksiniz.

KÜRŞAD ZORLU YENİÇAĞ’DA YAZDI

“Ecdatlarımız Altay Dağlarından Akdeniz’e kadarki geniş coğrafyada hakimiyetini sürdürmüştür. Bizlere zengin kahramanlık destanları ile paha biçilmez manevi zenginlikler bırakmıştır. Türk halklarının tarihi, kültürünü araştıracak ve ortak öğretim sistemi oluşturacak özel bir merkez oluşturulması kaçınılmazdır. Bence böyle bir kahramanlık destanını dünyaya tanıtma zamanı gelmiştir. Bu yüzden Türk Akademisi’nin kurulma zamanıdır…”

Bu sözler Türk Dünyasının aksakalı Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’e ait… Böylesine önemli ve anlamlı bir temel üzerinde Astana şehrinde kurulan ve 2010 yılında faaliyete geçen Türk Akademisi çok önemli çalışmalara imza atmaya devam ediyor. Bunlardan birisi de geçtiğimiz aylarda bulunan ve kimilerinin sadece bir efsane dediği Ergenekon (yüksek yere konmak)…

Evet gerçekten de Ergenekon’u buldular.

Nasıl olduğunu Türk Akademisi Başkanı Darhan Kıdırali’den aktaracağız.

Ancak önce Ergenekon neydi, neresiydi onu hatırlayalım.

Bir zamanlar Türk’e boyun eğmeyen, Türk’ün gücünün yetmediği bir yer yoktu. Bir gün düşmanlar birleşti ve Tan ağardığında aldatmaca ile Türk’e acımasızca saldırdılar. Büyükleri kılıçtan geçirip, küçükleri tutsak ettiler. O dönem Türk’ün töre ağası olanlar düşündüler ve “insanın bilip bulamayacağı bir yere gidip, orayı il tutalım” dediler. Öyle bir dağın tepesinde öyle bir yer buldular ki bitkiler, yemişler, hayvanlar, akarsular vardı. Bu yere Ergenekon dediler. Ve çoğaldılar, sığmaz oldular… Yüzyıllar sonra göç kararı aldılar. Yol aradılar ama bulamadılar. Bunun için demir madenleri eriterek yol yaptılar. Ve nihayet Bozkurt çıktı meydana. Türk’e yol gösterdi…

İşte, kimsenin erişemediği ve bulamadığı o yeri, Ergenekon’u Darhan Kıdırali başkanlığındaki Türk Akademisi çalışma grubu gün yüzüne çıkardı. Kazakistan’ın Çin ve Rusya sınırında Altın Adam’ın bulunduğu Berel kurganı üzerinde, Altay Dağlarının tepesinde eşsiz bir ova görüldü.

Kıdırali’nin gördüklerini aynen aktarıyorum; “Burası öyle bir yer ki inanması çok zor, o yükseklikte bir canlı yaşar mı, diyeceğiniz bir mekanda adeta cennetten bir yer bulduğumuzu düşündük. Bu yükseklikte böylesine düz bir ovada neredeyse her türlü meyve ve ağaç var. Koyun sürüleri, hayvanlar ve eşsiz bir bitki örtüsü. Üstelik inanmayacaksınız ovanın üzerinde asil kurtlar gördük. Ve hiç birisi oradaki koyunlara yaklaşmıyor, saldırmıyordu. Elinizi uzatsanız sanki yıldızlara değeceksiniz. Ben bu kadar yıldızı bir arada görmemiştim. Onlarca açılmamış kurgan bulduk. Kurganlarda okuyla, yayıyla, atıyla gömülmüş insanlar tespit ettik. Kazılar sonucunda 7. yüzyıla ait olduğu düşünülen Kopuz, Kanun ve Ud’a benzer müzik aletler bulundu. Kopuz ortasından kırılmıştı. Mekan öylesine korunmuş ki her şey tüm gerçekliğiyle duruyordu.”

Kıdırali; Türk tarihinin, belgeler dışında sözlü anlatımlara büyük önem verdiğini ve bu anlatımlardan yola çıkarak buldukları bu muhteşem yerin, Ergenekon olduğundan hiç şüphe etmiyor. Kıdırali’ye göre Türkler (Oğuzlar) yenilgiye uğrayınca doğudan (Ötüken Vadisi) batıya doğru ilerliyorlar. Burada yerleşip, çoğalıyorlar ve metalleri keşfediyorlar. Altayların ise kutsal dağ olarak ifade edildiğini belirtiyor. Geçtiğimiz yıl Moğolistan Cumhurbaşkanı buraya gelmiş. Kazakların ünlü düşünür ve şairi Mağcan Cumabay’ın “Ey Pirim! Değil miydi Altın Altay Anamız bizim?” şeklindeki dizelerini hatırlatıyor.

Eğer gerçekten burası Ergenekon ise (ki Darhan Bey bu konuda tüm Türk dünyasını heyecanlandıran resmî bir açıklama yapıyor) Türk’ün kutlu destanını, Türk’e yol gösteren Bozkurt gerçeğini yeniden anlamak ve dünyaya anlatmak zamanıdır.

Zorlu’nun Yazısı: Yeniçağ

GÜNDEM ANALİZİ /// FARUK MERCAN : Davos, Oslo, Cizre, Ergenekon, Balyoz, Humeyni, MOSSAD.

Bu yedi kelime arasında nasıl bir ilişki var diye sormakta haklısınız. Aklı başında herkesin böyle bir soru sormaya hakkı var.

Bu hükümetin İçişleri Bakanı ne zaman ağzını açsa “Cumhurbaşkanımızın Davos’ta one munite dediği gün, dinlemeler ve darbe teşebbüsü başladı” diyor. Cumhurbaşkanı da her fırsatta “Bunlar güneydeki ülkeye (İsrail), MOSSAD’a çalışıyor” diyor.

Ama bir bakıyorsunuz Adalet Bakanı şöyle konuşuyor: “Fethullah Gülen, Humeyni gibi gelecekti. İran devriminin aynısını Türkiye’de yapacaktı…”

Allah’a şükür aklımız başımızda ve şu soruyu sormaya hakkımız var: “Hem Humeyni olmak hem de MOSSAD’a çalışmak nasıl bir şey? Yoksa Humeyni, İran devrimini MOSSAD için mi yapmıştı?”

Cumhurbaşkanı’nın “İran ikinci evimiz” dediğini, İran’ın dini lideri Ali Hamaney’e “Rehber” diye hitap ettiğini de hatırlayın. Hizmet camiasına vuralım derken kurşun sekiyor ve “İkinci ev” İran’ı vuruyor. “Hayırsever” Rıza Sarraf’ın bile bu duruma çok şaşırdığı muhakkak…

Bülent Yıldırım’ın isyanı

Peki güneydeki ülke (İsrail) ile kimin ilişkisi var? Başından beri kendileri ile beraber çalışan İHH Başkanı Bülent Yıldırım çok açık bir suçlama yapıyor:

“İsrail ile ticaret her gün artıyor. Filistinliler’e vize var ama İsrailliler’e yok. Mavi Marmara baskınını yapan İsrailli komutanlar hakkında kırmızı bülten çıkarılması engelleniyor.”

Devam edelim. Başbakan Yardımcısı “Bunlar Ergenekon ve Balyoz davalarında milli orduya kumpas kurdular” diyor. İçişleri Bakanı “Ergenekon’u, Balyoz’u, Sarıkız darbe teşebbüsünü biz bertaraf ettik” diyor. Başbakan’ın sözleri çok daha acayip: “Bunlar şimdi Ergenekon ve Balyoz’la ittifak halinde…”

Aklı başında olan herkes şu soruları sormaz mı?

“Aynı hükümetin üç ismi nasıl bu kadar birbirine ters şeyler söylüyor? Hizmet Hareketi milli orduya kumpas kurduysa Ergenekon ve Balyoz’u siz nasıl bertaraf ettiniz? Aynı Hizmet Hareketi Ergenekon ve Balyoz’la şimdi nasıl bir ittifak içinde? Bu nasıl bir ruh halidir?”

Cizre ve Oslo’da kimler var?

Devam edelim… Kobani’deki gelişmeler sonrasında yaşanan “6-7 Ekim” olaylarını hatırlayın. Hükümet ve parti adına konuşan birçok kimse, “6-7 Ekim olayları da bunların tezgahı. Zaten şimdi PKK ile işbirliği yapıyorlar” dedi. Cumhurbaşkanı da benzer şeyler söyledi. Halbuki Kandil’den Murat Karayılan ve Cemil Bayık gibi kimseler hep şunu söyledi: “6-7 Ekim olayları Kürt tarihinin en şanlı direnişlerinden biridir.” Cemil Bayık bir şey daha söyledi: “Biz Cemaat ile ilişki kurmak istedik ama kabul etmediler.”

Bitmedi… Cizre’deki olaylardan sonra havuz yayın organları yine Hizmet Camiası’nı suçladı. Hatta Cumhurbaşkanı göstericilerin üzerine bomba atan polislerden bahsetti. Peki bugüne kadar “Sen göstericilerin üzerine bomba attın” diye hakkında işlem yapılan bir polis duydunuz mu?..

Nihayet birkaç gün önce Cumhurbaşkanı TRT’de “Cizre olaylarını da Cemaat’e yıkmak artık haksızlık olur” dedi. Güler misiniz, ağlar mısınız?..

Devam edelim… 2008-2011 döneminde PKK ile Oslo’da yürütülen müzakerelerde masayı kim devirdi, süreci kim sabote etti?

Daha geçenlerde Başbakan’ın bir başdanışmanı şunu yazdı: “Oslo sürecini PKK’nın özerklik ısrarı sabote etti. Masayı PKK devirdi…”

Ama daha dün havuzun bir yayınında Oslo kayıtlarını kimlerin sızdırdığına dair yazıda şöyle deniliyordu: “Oslo kayıtlarını sızdıran hesabın ismi one minute…”

Tezgahı hemen anladınız… “Hesabın ismi one minute ise bilin ki bu işin arkasında Cemaat var…”

Orhan Kemal Cengiz “Türkiye bir tımarhaneye döndü” diyor… Allah’a şükür bu memlekette henüz herkes aklını kaçırmadı… Davos’u, Oslo’yu, Cizre’yi, Ergenekon’u, Balyoz’u, Humeyni’yi, MOSSAD’ı istediğiniz kadar birbirine bağlayın…

MİZAH : Hrant Dink Davası’nda Şüpheli Sıfatını Ergenekon’dan Dev ralan Cemaat: ”Bu bir bayrak yarışı…”

Hrant Dink Davası’nda Şüpheli Sıfatını Ergenekon’dan Devralan Cemaat: ”Bu bir bayrak yarışı…”

19 Ocak 2007’de gerçekleşen gazeteci Hrant Dink suikastinde geçtiğimiz yıla dek baş şüpheli sıfatını başarıyla taşıyan Ergenekon Örgütü, suikastin 8. yılında düzenlenen sade bir törenle görevini Gülen Cemaati’ne devretti. Ergenekon davasının önde gelen sanıkları ve cemaatten üst düzey isimlerin katılımıyla gerçekleşen devir teslim töreninde Gülen Cemaati adına bir konuşma yapan Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, "Neticede bu bir bayrak yarışı. Amacımız, davayı emanet aldığımız gibi kimsenin ceza almadığı bir şekilde bizden sonra ortaya çıkacak örgüte teslim etmek. O arada yeni bi örgüt çıkar elbet. Allah büyük…" diyerek, ülkedeki her kesime güven aşılayan mesajlar verdi.

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Altunizade’deki genel merkezinde gerçekleştirilen devir teslim töreni, Hrant Dink davasını temsil eden Beyaz Bere’nin Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’ya teslim edilmesiyle başladı. Gazetecilerin görüntü almasının ve her iki tarafın temsilcilerinin birbirlerine başarılar dilemelerinin ardındansa törenin basın açıklaması bölümüne geçildi.

Başbuğ: “Buruk bir sevinç yaşıyoruz”

Basın açıklamasında ilk sözü alan Ergenekon Davasının önde gelen sanıklarından Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ, davayı emanet aldıkları gibi nerdeyse üzerinde hiç bir değişiklik olmadan bir sonraki örgüte teslim edebilmekten dolayı mutlu olduklarını dile getirirken, "Ama tabii bir burukluk da yok değil. Sonuçta 8 yılın bi yaşanmışlığı var, kolay olmadı bu davayı şimdi bambaşka bir yapıya devretmek…" sözleriyle buruk bir sevinç yaşadıklarını dile getirdi.

Başbuğ, haleflerine en önemli tavsiyelerinin davayla aralarında mümkün mertebe duygusal bir bağ kurmamaya gayret etmeleri olduğunu vurgularken, "Yarın öbür gün elinizden giderse üzülürsünüz çünkü. Bak bize, rahip cinayeti darbe marbe derken ne varsa bizdeydi. Şimdi doğru düzgün suçlama kalmadı elimizde. Onlar da hem bu davayı hem sırayla gelecek olan diğer davaları bunun bilincinde olarak değerlendirsinler. Unutmayın, Dink davası size Ergenekon’dan miras kalmadı, siz onu gelecek bir sonraki örgütten emanet aldınız" ifadelerine yer verdi.

Cemaatte ilk cinayet davası heyecanı

Başbuğ’un ardından söz alan Ekrem Dumanlı ise içinde cinayet geçen ilk büyük davalarını devralmaktan dolayı haklı olarak bir heyecan yaşadıklarını belirterek şöyle devam etti:

"3-5 sene önce ‘be mübarek’ diyip, kolormatik gözlük takan tiplerken çok kısa sürede kat ettiğimiz mesafe intibak anlamında bizi de zorluyor. Şimdi bakalım adım adım gidicez, o beyaz bereli arkadaş var henüz direkt olarak bize verilmedi. Kendisiyle görüşücez önce bi. Dava dosyasında adı geçen bazı polis memuru arkadaşlar var. Bugüne kadar olmasa da bundan sonra artık onlar da bizim yapımızın birer mensubu. Bize hoşgeldiniz deyip bağrımıza basmak düşer. Baştan devretselerdi ona göre bir hazırlık yapılırdı tabii ama yetişmek için elimizden geleni yapıcaz. Bi 8 sene sonra davayı teslim aldığımız gibi kazasız belasız devredebilirsek ne mutlu bize…"

Dink Ailesi’nin avukatı: ”Bizim için rakip farketmiyor…”

Devirteslim töreni, her iki tarafın temcilerinin birlikte çektirdikleri selfie ile son bulurken, konuyla ilgili olarak basının sorularını yanıtlayan Dink Ailesi’nin avukatı ise temkinli konuştu. Cemaat’in kendisi için henüz kapalı kutu olduğunu ve tanımak için bir süredir kasetlerini izlediğini belirten Avukat Selin Korkmaz, şunları kaydetti:

"Açıkcası bizim için rakip çok da farketmiyor. Bugün cemaat olur, yarın artık devletten hangi grup tasfiye edilecekse onu çıkarırlar karşımıza sanık diye onla devam ederiz. Gerçi tabii Ergenekon az çok tanıdığımız bir ekipti ama uyum sürecini atlattıktan sonra bu arkadaşlarla da aynı havayı yakalayacağımıza inanıyorum ben. Artık kaç sene daha sürecekse… Ne diyelim, hayırlı olsun…"

ERGENEKON DOSYASI /// FETULLAHÇI ZAMAN GAZETESİ : Ergenekon’un 2004’teki darbe teşebbüsü 9 Mart’ın kop yası

’16 Haziran Örgütü’nü kurarak ‘öldürme, yaralama ve bombalama gibi çok sayıda eylemin talimatını verdiği’ gerekçesiyle müebbet hapis cezasına çarptırılan Sarp Kuray, Ergenekon’un darbe planlarının 9 Mart’ın kopyası olduğu görüşünde.

Geçmişte ’16 Haziran’ın dışında ‘Partizan Yolu’ isimli sol örgütün de liderliğini yapan Kuray, Ergenekon türü illegal yapılanmanın Türkiye’de 1946’dan beri var olduğunu savunuyor. Kuray’a göre, bu yapılar hem ordu içinde hem de dışında faaliyet gösteriyor. Ergenekon terör örgütünün de darbeye ortam hazırlamak için suç örgütleri kurarak eylem yaptırdığına işaret ediyor. "1971 yılında bizi suç örgütü haline getirdiler. Bomba, dinamit, soygun yaptırdılar, sonra dönüp bizi yargıladılar." diyor. Kuray, "Ulusalcılar ordu ile iktidar kapma hevesindeler. Onun için bu ulusalcılara ‘bırakın bu işleri, bunlar eskimiş metotlardır’ diyoruz. Bir daha orduyla beraber iktidara gelmenin yolu yoktur." şeklinde nasihatte bulunduklarını anlatıyor.

Sarp Kuray, 9 Mart 1971 yılında yapılması planlanan ancak başarısız olan darbe planı ile 2004’te ortaya çıkarılan ‘Ayışığı’ ve ‘Sarıkız’ darbe planlarının birbirinin kopyası olduğunu savunuyor. Kuray, 2004 yılında paşaların darbe yapmak için Genelkurmay’da toplantı düzenlemesinin anayasal düzeni ihlal suçu olduğunu dile getiriyor. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’te ele geçirilen darbe planlarıyla Genelkurmay’da toplantı yapıldığının ortaya çıktığını hatırlatan solcu lider, şunları söylüyor: "Paşalar toplantı yapmış ‘darbe yapacağız’ diye. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e gelip ‘biz ihtilal yapacağız’ diyorlar. O da, ‘bana bırakın’ cevabını veriyor. Bu tablo 1971’de de böyle. O dönem de Faruk Gürler Paşa’ya gidip ‘darbe yapacağız’ dediler. O da ‘bana kalsın’ cevabını verdi. Demokratik düzene inanıyorsan, o dakikada zaten suç işleniyor. Bunu nasıl göz göre göre aklarsın? Türkiye, gerçekten darbe planlarını araştırıyorsa ilk önce tepeden başlaması gerekiyor."

Paşalar hesabı görünce fenalaşıyor

Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan paşaların sorgu sırasında fenalaşmalarını eleştiren Sarp Kuray, geçmişte gençlere yapılan işkencelerin unutulmamasını istiyor. Sanıkların sorguların işkencesiz yapılmasına rağmen ‘kaçacak delik aradığını’ ifade eden Kuray şunları kaydediyor: "O paşalara, bize yaptıklarını hatırlatmak isterim. Diyarbakır’da insanlara kendi çişini içirdiklerini, kendi b…nu yedirdiklerini unutmasınlar."

Doğu Perinçek’in Kuvayı Milliye ve ulusalcılık söylemlerinin Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ya (1 Ocak 1925’te İstanbul Beşiktaş Akaretler semtinde toplanan illegal Türkiye Komünist Partisi delegesi) ait olduğunu söyleyen Kuray, ulusalcıların ordu ile ittifaka girerek iktidarı kapma hevesinde olduğunu belirtiyor.

Yargıtay’ın kendisi hakkında verdiği kararları siyasî bulan Sarp Kuray, Türkiye’deki solcuların vefasızlığından yakınıyor. Tek başına anayasayı ihlal suçundan 146. maddeye göre yargılandığını hatırlatan Kuray, "146. maddenin fıkralarında anayasayı ihlal etmek için aynı zamanda yeterli güce de sahip olmanız gerektiği maddesi de yer alıyor. Ben nasıl tek başıma anayasayı ihlal ve tehdit edebilirim?" diyor. Kuray, solun 69 gruba ayrıldığını ve birbirlerinin açığını arayarak menfaat peşine düştüklerini sözlerine ekliyor.

9 Mart darbe girişimi

Doğan Avcıoğlu’nun başını çektiği ve kendilerine ‘Milli Demokratik Devrim’ci adını veren ve Yön Dergisi etrafında toplanmış bir grup, ordunun tepesindeki generalleri ayartıp darbe planlamışlardı. Grup içerisinde bazı üst düzey askerler de yer alıyordu. Plan başarılı olsaydı zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler’in başkanlığında (Bazı Arap ülkelerindeki Baas benzeri bir rejim) askerî bir yönetim kurulacaktı. Darbe plan, Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve 1. Ordu Komutanı Faik Türün’e haber verilmesiyle akamete uğratıldı. 12 Mart Muhtırası’nı veren Memduh Tağmaç, orgeneral rütbesindekiler hariç 9 Mart 1971 Milli Devrim’e adı karışan başta Tümgeneral Celil Gürkan olmak üzere tüm subayları re’sen emekliye sevk etti. 1. Ordu Komutanı Faik Türün de bu darbeye adı karışan tüm Devrim yazarlarını Ziverbey Köşkü’nde MİT vasıtasıyla sorguya çekti. Sorgularda Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve kod adı olarak ‘Yavuz Bey’i kullanan Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un da darbe teşebbüsüne önce destek verdikleri, sonra istihbarat bilgileri Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a ulaşınca desteklerini geri çektikleri ortaya çıktı.

2008-11-27

HRANT DİNK DOSYASI /// YILDIRAY OĞUR : Hrant Dink cinayetiyle Ergenekon arasında nasıl bir ilişki vard ı ?

Yıldıray Oğur

yildiray.ogur

Wikileaks’in Kasım 2010’da açıkladığı ABD Dışişleri Bakanlığı’na ait 200 bin telgraftan biri 13 Ocak 2010 tarihinde ABD Ankara Büyükelçiliği’nden gönderilen "Türkiye Vizeleri Ocak Önerileri" adlı belgeydi.

Vize verilmesinde sakıncalı olanların aylık bildirildiği rutin yazışmalardan biri olan telgraf, Misyon şefi yardımcısı Doug Siliman imzalı.

Telgrafın 5. Maddesi şöyle:

"Ankara’da bulunan ABD Hava Kuvvetleri Özel Soruşturmalar Ofisi visa telgrafları için şu bilgileri sundu: 19 Haziran 2009’da Türk Polis Teşkilatı’ndan terörizmle ilgili yetkili, aşağıdaki yer alan beş ismin ‘İslami Cihat Birliği’ adlı bir terörist örgütün üyesi olduklarını onayladı. Beş ismin de tamamına geçmişte ABD vizesi verildi. Türk Polisi aşağıdaki bu isimleri bize verdikten sonra neden ABD’ye seyahat ettiklerine dair bilgi talebinde bulundu. Türk polis yetkilisi, söz konusu bilgiye doğrudan ulaşma kapasitesi bulunan bir görevli. Kaynağın ABD hükümetinde son 4 yıldır güvenilir bir konumu bulunuyor. Bu isimlerin tamamının ABD terörizm izleme listesine konulmalarını tavsiye ederiz. Bunun yanında ABD’nin yerel ve yabancı havayolları için hazırladığı uçuş yasağı bulunanlar listesine alınmalarını tavsiye ederiz."

Google’dan tarayınca İslami Cihat Birliği’nden Özbekistan’daki El Kaide örgütü olarak bahsediliyor. Almanya’da da örgütlü olduğu anlaşılan örgütün arşivlerde Türkiye’deki bir eylemine rastlanmıyor. Örgüt üyesi olduğu söylenen ismi verilen beş kişi de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Google’a dördünün adını yazdığınızda neredeyse hiçbir şey çıkmıyor. Ne bir eylem, ne başka bir bilgi.

Birini ise artık tanıyoruz. 5 Aralık 1968 Adana doğumlu Osman Hilmi Özdil. Ya da bilinen adıyla Kozanlı Ömer. Hanefi Avcı’nın kitabından beri “Cemaatin Emniyet İmamı” olarak geçiyor.

Tuhaflık da bu. Peki Türk Emniyetinden “ABD’nin güvendiği”, “terörizmde yetkili” hangi yetkili 2009 yılı gibi cemaatin emniyetteki hakimiyetinden sorgu sual edilmeyecek bir tarihte onun adını ABD’ye cihatçı olarak bildirdi? ABD’ye girişinin yasaklanmasını istedi; hatta ABD’ye niye gittiğinin soruşturulmasını istedi.

Bu soruların cevabı diğer dört ismin bu listeye neden eklendiğinde saklı olabilir.

Ama Osman Hilmi Özdil’in 2009’da neden Türk emniyeti tarafından ABD’de cihatçı olarak fişlenmiş olabileceği hakkında Hanefi Avcı’nın Haliç’te Yaşayan Simonlar kitabının sonuna koyduğu belge bir fikir veriyor.

Cemaat içinde polislerin Gülen’e Kozanlı Ömer’i şikâyet etmek için hazırladıkları anlaşılan o belgeye bakmadan önce Wikileaks belgesinde Özdil’le ilgili verilen bir bilginin altını çizmeliyiz.

Telgrafa göre Özdil, ilk ABD vizesini 11 Aralık 2001’de almış. 11 Eylül saldırılarından iki ay sonra 10 yıllık vize verilmiş, yıllar sonra cihatçı diye suçlanacak Özdil’e. Ama sonra bir şey olmuş ve 10 yıllık vizesi 9 Mayıs 2007’de iptal edilmiş.

Peki ne olmuş 2007’de? Hanefi Avcı’nın kitabındaki belgeyi şimdi okumaya başlayabiliriz:

“2007 yılında Ömer Bey ve Yenimahalle ile ilgilenen Sinan Beyin (Murat Bey) ABD’ye giriş ve çıkışlarında FBI tarafından önce sorgulanmaları, sorgulanma sırasında üst ve bagaj aramaları yapılmış/bu şüpheli duruma rağmen Ömer Bey’in seyahat programını değiştirmeyerek ABD’de bulunan emniyetçi arkadaşlar tarafından havaalanında karşılanmış ve onlarla görüşmüş daha sonra yine emniyetçi arkadaşların kullandığı araç ile HE’nin bulunduğu kamp yerine götürülmüş ve fiziki ve teknik takip ile bu süreç bütün teferruatıyla FBI tarafından kayıt altına alınmıştır. ABD’den çıkış esnasında da tekrar sorgulanmış, bilgisayarı dâhil üzerinde ve bagajında bulunan bütün bilgi ve belge niteliğindeki eşyanın kopyası alınmış.”…“Yapılan tüm çalışmalara rağmen FBI tarafından kopyalanan Ömer Bey’in bilgisayarında bulunan bilgilerin içeriği hakkında ne FBI yetkililerinden ne de Ömer Bey’den tatminkâr bir cevap alınamamıştır. Konu olağanüstü hassasiyeti nedeniyle Büyüğümüze genel hatlarıyla arz edilmiştir. Büyüğümüz, Ömer Bey’le görüşülerek bilgisayarında bulunan bilgilerin muhtevasının ne olduğunun sorulması talimatını vermiş ve olaydan büyük üzüntü duyduğunu ifade etmişlerdir. Büyüğümüzün talimatı üzerine ilgili Daire Başkanı R.G. Ömer Bey’le görüşmüş ve kendisinden ABD’de yaşanan olayla ilgili bilgi talep etmiştir.

Ancak Ömer Bey böyle bir olayın vuku bulmadığını, kendisinin sadece pasaportuna bakılarak uçağa bindiğini ifade ederek, hilaf-ı vaki beyanda bulunmuştur. Bilahare önüne bilgi ve belgeler konulduğunda kabullenmek zorunda kalmıştır. Ancak bu esnada bile bilgisayarında bulunan bilgilerle ilgili malumat vermek istememiştir. Bu süreçte Ömer Beyin ABD vizesi ABD hükümeti tarafından iptal edilmiştir. Ömer Bey ABD vizesini geri alabilmek için İstihbarat Dairesi Başkanlığı’ndaki arkadaşları riske atarak kendisinin Polis Sandığının sahibi olduğu Ankara Sigortanın temsilcisi olduğunu, Emniyet Genel Müdürlüğünün araçlarının kendisi tarafından sigortalandığını ifade ettirmiş, ancak bu durum FBI yetkilisinde daha büyük bir şüphe uyandırmış ve Ömer Beye vize verilmesi talebi reddedilmiştir."

2007’de vizenin nasıl iptal edildiğini öğrendik. Şimdilik cemaatin iç soruşturmasının Emniyet Daire Başkanları tarafından yapılması, emniyet imamının ABD’deki polislerce karşılanmasını, cemaatin FBI’dan bilgi almaya çalışmasını geçiyoruz.

Daha ciddi bir mesele var çünkü!

Kozanlı Ömer’in (Osman Hilmi Özdil’in) bilgisayarında FBI ne bulmuştu? Neydi ki bu belgeler sürekli bunları kaptırdığını inkâr etti?

Vizenin iptal edildiği tarih 9 Mayıs 2007. Belgede “Vizesi bu süreçte iptal edildi” dendiğine göre Özdil’in ABD’ye gidip, belgelerine bilgisayarına FBI’nın el koymasının tarihi de Mart-Nisan-Mayıs 2007 olmalı.

Kesin olan, bu tarihin 19 Ocak 2007 Hrant Dink suikastından sonra, 12 Haziran 2007’de Ümraniye’deki gecekonduda bulunan bombalarla Ergenekon soruşturmasının başlamasından önceki bir tarih olduğu…

Kronolojiyi biraz daha geriden başlatmak gerek. Bir dönemin sırları o kronolojide saklı çünkü. Ama epey geriye gitmek gerekecek. Devamı yarına..

1997’de Türkiye Ergenekon adını efsane dışında ilk kez derin devlet anlamında Can Dündar ve Celal Kazdağlı’nın hazırladığı 40 Dakika programında ve daha sonra bu programın metinlerinden yapılan Ergenekon kitabıyla duydu.

Bu programa konuşan Erol Mütercimler 12 Mart’ın ünlü Ziverbey komutanı Memduh Ünlütürk’ün kendisine devlet içindeki illegal yapının adının ‘Ergenekon’ olduğunu söylediğini anlatmıştı programda.

2001 Mart’ında Tuncay Güney İstanbul Emniyet’indeki meşhur ifadesini (samimi beyanlarını) verdi.

30 Nisan 2001’de Yeni Şafak’ta Taha Kıvanç (Fehmi Koru), Ergenekon örgütünün temel belgelerinden olduğu iddia edilecek "Ergenekon: Analiz-Yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi" belgesinden alıntılar yaptı. Belge 29 Ekim 1999" tarihliydi.

12 Mayıs 2001’de bu kez Aksiyon dergisi Ergenekon belgelerini yayınladı.

14 Haziran 2001’de, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’un göreve getirildiği gün önüne Ergenekon şeması getirildi. Uzun’un İN kitabından okuyalım: “14 Haziran 2001 günü ikinci kez İstihbarat Dairesi Başkanlığı görevine getirildim. O gün şube müdürü, R.G. odama gelerek bana en üst kısmında ‘Ergenekon Örgütü’ yazan bir şema gösterdi. Bu şemanın en üstünde örgüt sorumlusu konumunda Orgeneral Çetin Doğan gösterilmişti…

Şubesine giderek yanında Tuncay Güney isimli kişinin ifade tutanağını ve bir de bilgi notu getirdi. İfadeyi okudum, ne Çetin Doğan’ın ne de diğerlerinin isimleri yazılıydı…. ‘Şemayı kim yaptı, neye göre yaptı’ diye sordum. ‘İstanbul istihbarat gönderdi’ dedi…Eğer o gün beni kandırabilselerdi, Ergenekon Operasyonu 2011’de başlayacaktı…”

3 Temmuz 2002’de Tuncay Güney’in kaydı ve Ergenekon şeması göndereni belli olmayacak şekilde CD’yle MİT Müsteşarlığı’na gönderildi.

6 Ağustos 2002’de Sabri Uzun Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı görevinden alındı.

3 Kasım 2002’de AK Parti tek başına iktidara geldi.

18 Aralık 2002’de Necip Hablemitoğlu öldürüldü.

1 Mart 2003, Meclis Irak’a asker tezkeresine “hayır” dedi.

4-7 Mart 2003’te Çetin Doğan, 1. Ordu’da gerçek isimlerle irticai kalkışmaya karşı plan seminerini gerçekleştirdi.

23 Mayıs 2003, Cumhuriyet gazetesi “Genç subaylar tedirgin” manşetiyle çıktı.

10 Temmuz 2003,

MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, müsteşarlığa ulaşan CD ve belgelerden yola çıkarak Ergenekon örgütü şema ve kitapçığını Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e sundu.

13 Haziran 2003’te

Sabri Uzun yeniden İstihbarat Daire Başkanlığı’na, Hanefi Avcı ise Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’na getirildi.

15/20 Kasım 2003’te İstanbul’da El Kaide, Sinagog, İngiliz Başkonsolosluğu ve HCBC’ye saldırılar düzenledi.

19 Kasım 2003’te MİT Müsteşarı Atasagun Ergenekon belgeleri ve şemasını Başbakan Tayyip Erdoğan’a verdi.

6 Aralık 2003’te kuvvet komutanları Jandarma Sosyal Tesisleri’nde toplanıp, Kıbrıs barış görüşmeleri ve Kur’an Kursu düzenlemeleri nedeniyle hükümete karşı birlikte hareket etme

kararı aldı.

3 Mart 2004,

Ankara Ticaret Odası’nda düzenlenen Hilafet’in kaldırılışının yıldönümü toplantısına komutanlar hep birlikte katılıp gövde gösterisi yaptılar.

24 Nisan 2004’te Annan Planı Referandumu’nda Kıbrıslı Rumlar “hayır” dedi.

24 Ekim 2004, Yasin Hayal, Trabzon’daki McDonalds şubesine bomba attı. Bombayı Erhan Tuncel’den aldığı tespit edildi.

17 Kasım 2004’te Erhan Tuncel dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek tarafından haber elemanı olarak görevlendirildi…

Tam burada duralım. 2001 yılında Tuncay Güney’in ifadesinin alınmasıyla başlayan ve 2005’te biten bu döneme Ergenekon davasının kuluçka dönemi denebilir.

Ancak

2007’de başlatılabilecek Ergenekon soruşturmasının ana gövdesi 2001 itibarıyla aslında hazırdır; Tuncay Güney’in, Sabri Uzun’un yükleme dediği yani ona dikte ettirildiğini söylediği, resmî adıyla “samimi beyanları”, o ifadelerde geçmeyen isimlerle oluşturulmuş Ergenekon şeması, Ergenekon örgütünün belgeleri…2002’de AK Parti’nin iktidara gelmesiyle başlayan ordu-hükümet gerilimi, Kıbrıs’ta çözüm girişimleri, laiklik krizleriyle zirve yapmıştır. Özden Örnek’in günlüklerinde anlattığı askerlerin art arda yaptıkları toplantılar, muhtıra tartışmaları sürmektedir. Darbe iddiaları ortalıkta dolaşmaktadır. Ergenekon soruşturmasının başlaması için şartlar ve iklim koşulları uygundur. Böyle bir soruşturma için ordu karşısında varlık mücadelesi veren hükümetin rızasını almak da zor olmayacaktır.

Peki, o hâlde Ergenekon davası neden başlatılamamıştır? Neden start düğmesine basılabilmesi 2007’ye kalmıştır? Cevap; Emniyet içerisindeki yüksek düzeydeki tecrübeli amirler ikna edilememiştir. Sabri Uzun, önüne getirilen Ergenekon örgütüne inanmamış, soruşturmayı reddetmiştir, daha sonra Ergenekon soruşturmasını başlatacak polislerin hocası olan Hanefi
Avcı, Organize Suçlar Dairesi’nin başındadır. Onu ikna etmek de zordur…

İşte 2005 yılı, tam kırılma yılı olacaktır. Aslında Annan Planı’nın reddiyle asker-hükümet gerilimi azalmıştır. Ama 2005 yılından itibaren Türkiye’de tuhaf işler olmaya başlar. Bu sırada, güçlü iddialara göre cemaat içinde de bir kırılma yaşanır. Emniyet İmamı Kemalettin Özdemir’in yerine Kozanlı Ömer geçmiştir. Kronolojiye devam edebiliriz. Ama o da yarına kaldı…

ERGENEKON DOSYASI : Ergenekon ve Danıştay davalarının kilit ismi Osman Yıldırım hakkında soruştu rma

Ergenekon, Balyoz, Zirve Yayınevi, KCK, Erzincan ve Turgut Özal’ın zehirlenerek öldürülmesi gibi davalarda binlerce kişinin yargılanarak cezaevine girmesine yol açan ‘gizli tanık’lar hakkında soruşturma başlatıldı.

Soruşturma başlatılan isimler arasında Ümraniye’de 2007 yılında bir gecekondunun çatı katında el bombalarının bulunmasıyla başlayan Ergenekon davasında sanık olarak yargılandığı sırada ‘gizli tanık’lık yapan Osman Yıldırım da yer alıyor.

Hürriyet’ten Fevzi Kızıloyun’un haberine göre, Emniyet Genel Müdürlüğü müfettişleri bu kişilerin nasıl gizli tanık olduklarını ve bağlantılarını araştırırken, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da, TSK’ya kumpas ve sahte delillerle dava açılmasına yönelik iddiaları araştırıyor. Tanık Koruma Kanunu kapsamında 105 tanık, 168 tanık yakını olmak üzere 273 kişi için koruma uygulanıyor.

Kozmik soruşturma

17 ve 25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının ardından Emniyet içerisinde ‘Paralel Yapı’ iddialarıyla başlatılan ‘kozmik soruşturma’, Türkiye’de birçok önemli davanın seyrini değiştiren ‘gizli tanık’lara ulaştı. 17 Aralık öncesi dinleme, teknik ve fiziki takip yapan polisleri araştıran müfettişler, kritik görevdeki müdür ve amirlerin bağlantılarını da mercek altına aldı. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat, KOM ve Terör Daire Başkanlığı’nda yürütülen operasyonlar sonrası açılan önemli davalarda gizli tanık yapılan kişilerin bağlantıları araştırılıyor. Soruşturma kapsamında gizli tanıkların bilgilerine de başvurulacak. Müfettişler, soruşturma sonucunda suç unsuruna rastlamaları durumunda dosyaları cumhuriyet savcılıklarına iletecekler.

Davaların seyrini değiştirdiler

Türkiye’nin yıllardır gündemine oturan birçok davaya gizli tanıkların ifadeleri damga vurdu, kararlar onların beyanlarına dayandırılarak alındı. Başta Ergenekon, Zirve Yayınevi, KCK, Erzincan, Hrant Dink, Balyoz ve Turgut Özal’ın zehirlenerek öldürülmesi olmak üzere kritik davalarda gizli tanıklar dinlendi.

Ergenekon’da 20’nin üzerinde gizli tanık dinlendi. Bunlardan en önemlileri ise aynı dava kapsamında sanık olan Osman Yıldırım’ın ‘Gizli Tanık 9’ olarak tanıklık yapmasıydı.

Yakalandığında PKK’nın iki numarası ‘Parmaksız Zeki’ olarak bilinen Şemdin Sakık’ın da, ‘Deniz’ kod adıyla Ergenekon davasında tanıklık yapması tartışma yaratmıştı.

Dink cinayeti davasında ise ‘Barış’ kod adlı gizli tanığın kullanıldığı belirlenmişti.

Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın zehirlenerek öldürülmesine ilişkin davada da gizli tanık skandalı yaşanmıştı. Zirve Yayınevi davasında ‘Deniz Uygar’ kod ismiyle gizli tanık olarak ifade verdikten sonra kimliği deşifre olan İlker Çınar’ın, Ergenekon başta olmak üzere Balyoz ve Özal’ın ölümüyle ilgili soruşturmalarda da ifadeler verdiği ortaya çıkmıştı. Özal davasının tek sanığı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, gizli tanık hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.

Anayasa Mahkemesi’nin kararının ardından tutukluların tahliye olduğu Balyoz davasında 20 subay ve astsubayın gizli tanıklık yaptığı ortaya çıkmıştı.

Dönemin İliç Cumhuriyet Savcısı olan Bayram Bozkurt, Ergenekon savcılarına gizli tanık ‘Efe’ kod adıyla ifade verdi ve Erzincan’daki Ergenekon davasının açılmasına neden oldu. Gizli tanık Efe, Dursun Çiçek tarafından hazırlandığı ileri sürülen İrtica ile Mücadele Eylem Planı’nın; dönemin Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner, 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk ve bir grup asker tarafından uygulamaya konulduğunu iddia etti. Bu ifadeler doğrultusunda Eskişehir İl Jandarma Komutanı Albay Recep Gençoğlu, eski Erzincan Jandarma İstihbarat Kısım Komutanı Astsubay Şenol Bozkurt, dönemin 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk ve İlhan Cihaner hakkında ‘örgüt üyeliğinden’ dava açıldı. Cihaner’in savcı olması nedeniyle dava Yargıtay’a taşındı. Sonraki süreçte gizli tanık Efe’nin İliç Cumhuriyet Savcısı Bayram Bozkurt olduğu ortaya çıktı. Savcı Bozkurt kimliğinin deşifre olmasının ardından yaklaşık 1 ay sonra 25 Haziran 2010 günü Adalet Bakanlığı’na dilekçe sunarak 7 Temmuz 2010’da kendi isteğiyle emekli oldu. Daha sonra Tanık Koruma Programı’na alınan Savcı Bozkurt’un estetik operasyonla yüzü ve kimliği değiştirildi. Bozkurt, yeni kimliğiyle bir süre Ankara’da serbest avukatlık yaptı. Savcı Bozkurt’un sağlık bakanlığı’nda görevli eczacı eşinin de kimliği değiştirildi. Bozkurt, daha sonra yeni kimliğiyle HSYK’ya başvurarak, mesleğe kabulüne karar verilmesini istedi. 5 Mart 2013’te toplanan HSYK 3. Dairesi, Bozkurt’un mesleğe kabulüne karar verdi. Savcı Bozkurt yeni kimliğiyle Cumhuriyet Savcısı olarak Ankara’nın bir ilçesine atandı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın talimatıyla HSYK 3. Dairesi, Savcı Bozkurt’un mesleğe kabul kararını gözden geçirdi. Yeniden toplanan 3. Daire oybirliğiyle Bozkurt’un mesleğe kabul kararının kaldırılmasına karar verdi. Karara gerekçe olarak Savcı Bozkurt’un ‘bozuk sicili’ gösterildi.

‘Osmanım’ hem tanık, hem sanıktı

Savcı ve polislerin “Osmanım” diye hitap ettiği Osman Yıldırım, Ergenekon davasının en önemli gizlik tanıklarındandı. Yıldırım, 17 Mayıs 2006’da gerçekleştirilen Danıştay saldırısıyla ilgili Ankara 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davada müebbet hapis cezasına çaptırıldı. Cezaevinden mahkemeye dilekçeler gönderen Yıldırım, daha önceki ifadelerini reddederek Danıştay saldırısını ve Cumhuriyet Gazetesi’nin bombalanma olaylarını Ergenekon’un talimatıyla yaptıklarını söyledi. 2008’de Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz, Yıldırım’ın tanık olarak ifadesini aldı. Bu ifadeyle Danıştay saldırısı, Ergenekon davasıyla birleştirildi. Yıldırım sanığı olduğu davanın tanıklarından biri oldu. Dava sürecinde, ‘Gizli tanık 9’un da Osman Yıldırım olduğu anlaşıldı. Yıldırım, Danıştay ve Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik saldırılarla ilgili beraat etti. ‘Terör örgütü üyeliği’nden verilen 15 yıl hapis cezası “İşlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi” nedeniyle 4’te 3 oranında indirilip 3 yıl 9 aya düştü. ‘Tehlikeli madde bulundurmak’tan da 5 yıl 3 ay hapis cezası alan Yıldırım’ın toplam cezası 9 yıl oldu. Yıldırım, tutuklu kaldığı süre gözönüne alınarak 5 Ağustos 2013’te tahliye edildi. Ergenekon Savcıları Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın, davanın temyiz dilekçesinde “Suçun işlenmesinden gönüllü olarak vazgeçtiği” için Yıldırım’a ceza verilmemesini istedi. Tanık Koruma Programı sayesinde izini kaybettiren Yıldırım’ın suç dosyası da kabarık: 1986 yılında ablası Miyase Yıldırım’ı öldürüp kaçtı. 20 yıl hapis aldı, 4 yıl yatıp çıktı. 1993’te öz yeğenini erkeklere pazarladığı gerekçesiyle 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. 1994 ‘te alacak verecek meselesi yüzünden 1 kişiyi vurdu. Aftan yararlanarak 2000 yılında çıktı. 1998 yılında Kırklareli’nde sahte kimlik çıkarmaya çalışırken yakalandı. 2008 yılında kamu görevlisine ve Atatürk’ün hatırasına alenen hakaretten 3 yıl 9 ay ceza aldı. Ergenekon davasındaki ‘kumpas’ iddialarını soruşturan İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mesut Erdinç Bayhan’ın tekrar ifadesini almak istediği Yıldırım, ‘sır’ oldu.

105’ine koruma 12’sine estetik

Tanık Koruma Kanunu kapsamında, Tanık Koruma Kurulu kararları ile 105 tanık, 168 tanık yakını olmak üzere 273 kişi hakkında koruma tedbiri uygulanıyor. Koruma kapsamında, “Fizyolojik görünümünün estetik cerrahi yoluyla veya estetik cerrahi gerektirmeksizin değiştirilmesi” tedbiriyle 12 gizli tanığa estetik uygulandı. Estetik uygulanan 5 gizli tanığa saç ektirildi. 68 gizli tanığın adres bilgileri değiştirilerek farklı bir ile nakledildi. Yurtdışına gönderilen gizli tanık ise bulunmuyor.

FBI modeli

Tanık Koruma Kanunu kapsamına alınan gizli tanıklara, FBI modeli uygulanıyor. Gizli tanıklık yapan kişiler ve aileleri, yargılama bitene kadar deşifre olmayan ‘güvenli evlerde’ korundu. Ardından gizli tanığın isteğine bağlı olarak adresleri gizli tutulan başka illere veya bölgelere taşındı. Ağır ceza mahkemelerinin bulunduğu illerde ev, villa, çiftlik evi satın alınarak veya kiralanarak güvenli evler oluşturuldu. Gizli tanıkların tutulduğu bu evlerin yeri konusunda sadece Tanık Koruma Dairesi’nin bilgisi oldu. Can güvenlikleri açısından gizli tanık ya da ailelerinin, akrabaları ya da yakınları ile sınırlı seviyede temas kurmasına izin verildi.

HAYDAAAA ….. ÇAKMA HAHAM, ORJİNAL EŞCİNSEL TUNCAY GÜNEY ERGENEKON İLE İLGİLİ KİTAP ÇIKARDI

KİTABI SATIN ALMAK İSTERSENİZ BURAYA TIKLAYIN.

SOSYAL MEDYA : ERGENEKON – CHARLIE HEBDO SALDIRISI – CUMHURİYET GAZETESİ ÜZERİNE TWİT’LER

ERGENEKON DOSYASI /// Fatma Sibel Yüksek : Hilmi Özkök’ün Katkılarıyla “Ergenekon”da Sona Doğru

Üye hakim Sedat Sami Haşıloğlu’nun Hilmi Özkök’e yönelttiği sorular, karar aşamasına gelindiği öngörüsünü bir hayli güçlendiriyor. Haşıloğlu, soruların satır arasında kararın dayanaklarını açıkladı adetâ.

Hilmi Özkök’ün tanık olarak dinlenmesiyle Ergenekon davasında yeni bir durumun ortaya çıktığına önceki yazıda dikkat çekmiştik. Bu yeni durum, davada karar aşamasına gelinmiş olmasıdır.

Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese’nin davaya hız vermek konusunda sergilediği abartılı işgüzarlık, sanıklar tarafından bir süredir "sona gelinmeye başlandığı" şeklinde yorumlanıyordu zaten. Talimat büyük yerden olunca, 13. Ağır Ceza heyeti, CMK’yı hepten ihlal etmeye başladı.

Aralarında benim de bulunduğum pek çok sanığın sorgusu bile yapılmadı örneğin. Savunmam sıradında bu duruma itiraz edip sorgumun yapılmasını talep ettim ama dinleyen kim..

Bilindiği gibi, Balyoz davasında da delillerin değerlendirilmesi kısmı atlanmış, savcılık mütalası yazılıvermişti. Vatan gazetesi yazarı Can Ataklı, bu konuda önemli bir iddia ortaya attı. Balyoz davasının aslında bitirildiğini belirten Ataklı, son YAŞ’ ta yükselme bekleyen tutuklu muvazzaflara "istifa edin, tahliye edelim" teklifinin gittiğini, subayların bu teklifi reddetmesi üzerine YAŞ’ta büyük tasfiyenin gerçekleştiğini yazdı. Yani, şayet istifa etmiş olsalardı tahliye edilecekler ve Balyoz davası, özel yetkili mahkemelerin tarihe karışmasıyla birlikte sönümlenme aşamasına girecekti.

Balyoz’da bu noktaya gelindiğine göre ana dava olan Ergenekon’da sona yaklaşıldığını, başta tutuklu sanıklar olmak üzere, işin içinde olan herkes tarafından bilinmekteydi zaten.

Silivri’deki duruşmaları izleyenler, tutuklu sanıkların morallerinin son derece yerinde, neşeli ve sağlıklı olduklarını yazdılar hep. Bu doğru, ancak bu "neşe" bana pek de tabii bir neşe gibi görünmedi son duruşmada. Moralden çok boşvermişliğin, olacakların önüne ne yapılsa geçilemeyeceği duygusunun yansımasıydı sanki.

Üye hakim Sedat Sami Haşıloğlu’nun Hilmi Özkök’e yönelttiği sorular, karar aşamasına gelindiği öngörüsünü bir hayli güçlendiriyor. Haşıloğlu, soruların satır arasında kararın dayanaklarını açıkladı adetâ.

Bu tespiti ayrıntılandırmadan önce, Hakim Haşıloğlu’nun uzun bir süredir duruşmalara katılmadığı, ancak Silivri’de kendisine tahsis edilen odada yoğun bir mesai yaptığı bilgisini paylaşalım. Kimi sanıklar bu gizemli mesainin karar yazımı ile ilgili olduğu görüşünde.

Ve Haşıloğlu, uzun bir aradan sonra Hilmi Özkök’ün tanıklık yaptığı duruşmaya katıldı. Davanın gidişatı açısından oldukça kritik sorular yöneltti Özkök’e

Bu soruların bir bölümünü basında yer almadığı için biraz uzun bir şekilde aşağıya taşımak zorunda kaldık.

Haşıloğlu sorularını ve sorgulamalarını şu sacayak üzerine kurdu:

1)-Mustafa Balbay’ın notları

2)-Özden Örnek’in günlükleri

3)-Hilmi Özkök’ün savcılık ifadesi ve basına verdiği demeçler.

Bu sacayak üzerinde ustaca ve dikkatlice hazırlanmış sorular, şöyle bir tablo ortaya çıkarmaktaydı:

"Karargâhta çeşitli darbe planları yapıldı. Bu planlar, darbecilerle ortak çalışan gazeteciler ve yayın organları tarafından kamuoyu yaratmak, mevcut seçilmiş hükümeti zayıflatarak gayrımeşrû konuma sürüklemek amacıyla kullanıldı. Darbeciler ve bu gazeteciler arasında örgütsel bir işbirliği mevcuttu. Darbe ortamı yaratılmasında çeşitli siyasetçiler, sivil toplum kuruluşu ve dinamikler de belli bir hareket planı ve örgütsel işbirliği çerçevesinde katkıda bulundular"

Yine Haşıloğlu’nun sorularıyla vücut bulmaya başlayan tabloya göre, bu düzenek içerisinde Hilmi Özkök’ün konumu ise şu şekildeydi:

"Darbecilere kendisini siper etti. Etik bir problem olarak gördüğü için silah arkadaşlarını ihbar eden komutan konumuna düşmedi. Çeşitli darbe girişimi ve bilumum cuntayı tamamen kişisel çabalarıyla bastırmayı başardı. (Özkök’ün "Çok acılar çektim" sızlanmasını bu tabloyla birlikte okuyalım..) Bu nedenle, "demokrat" sıfatıyla tarihe geçecek büyük bir komutandır"

Çerçeve böyle konulduğunda ve Hilmi Özkök’ün mahkemede verdiği ifadeler detaylıca bir kez daha okunduğunda, Özkök’ün aslında "darbe girişimlerini" reddetmediğini, bilakis yandaş medyanın "Balyozu indirdi" şeklindeki manşetlerinin gerçeği yansıttığını görebiliriz.

Özkök aslında "darbe girişimlerinin" hiç birisini inkâr etmiyor. Sadece, kişileri tek tek hedef haline getirerek "muhbir komutan" konumuna düşmeden ve bundan da önemlisi, "Neden gereğini yapmadın?" sorusuna muhatap olduğu için "darbe girişimlerine "flu" bir hava veriyor. Bu "fluluk" emin olalım ki mahkeme tarafından, "darbe girişiminin varolduğu" şeklinde yorumlanacaktır. Kesin ifadeleri sevmiyor oluşu, Özkök’ün sözümona kimseyi kırıp dökmek istemeyen, köşesinde acı çekmeyi tercih eden "cefakâr demokrat" olmasına yorulacak ve kendisine saygı gösterilecektir.

Aynı "var ama yok" tavrını Özkök, aslında meşhur Ergenekon şeması konusunda da ortaya koydu. Ergenekon şemasının kendisine MİT tarafından verildiğini, ancak kendisinin "bir resmi belgede olmaması gereken" çeşitli tutarsızlıklar gördüğü için resmi işlem yapmayıp İstihbarat Başkanı’na havale etmekle yetindiğini söylüyor.

Dikkat edelim, bir Genelkurmay Başkanı’nın "evrakta eksiklik" görüp rafa kaldırması, o "belgenin" gerçeği yansıtmadığı anlamına gelmez. "Tutarsızlıklar bulunduğu" görüşü Özkök’ün şahsi tespiti; işlem yapmayışı ise onun TSK’ya zarar vermek istemeyen duyarlı kişiliğinin sonucu olarak izah edilecektir…

Özkök, "darbe girişimleri ve cunta oluşumları" konusundaki bütün sorular karşısında aynı sinsi tavrı sergiledi aslında.

Balyoz, "amacını aşmış bir harekât planıydı" veamacını tamamen aşıp bir darbeye dönüşmemesini kendisine borçluyduk.

Özden Örnek’in günlüklerinde yazılanlar, genel hatlarıyla doğruydu.

Cumhuriyet gazetesinin kendisini etkisiz kılmak konusunda darbecilerle işbirliği olmuş, safdışı bırakılmak, yıpratılmak istenmişti.

Bu noktada, Haşıloğlu ile Özkök arasında geçen soru-cevap diyalogunun bir bölümünü aktarmak gerekiyor:

(NOT: Diyaloglar, kendi notlarımdan oluşmaktadır).

*********************

Haşıloğlu: Fikret Bila, Murat Yetkin ve Fatih Çekirge gibi kişilere röportaj verdiniz. Bu yazılarda ‘ben söylemedim’ dediğiniz bir şey oldu mu?

Özkök: Fatih Çekirge, cumhurbaşkanlığı seçimi konusunu yanlış yansıtmıştı, uyarmam üzerine düzeltti. Bila ve Yetkin’de böyle bir şey olmadı.

Haşıloğlu: Bu yazılarla ilgili herhangi bir tekzibiniz oldu mu?

Özkök: Hayır.

Haşıloğlu: Genç subaylar tedirgin konusuyla ilgili beyanlarınızda, "demokrat olmak suç mu" ve "lanetliyorum" gibi ifadeler kullandınız. Bu beyanlarınızı biraz açar mısınız. Ne sebeple bu tabirleri kullandınız?

Özkök: Genelkurmay Başkanları tabii ki hükümete bağlı olur. Bu hep tenkit edildi. Ben, genç subaylar tedirgin konusunu Başbakan’a söyledim. Böyle bir tedirginlik yok dedim, darbenin lafı bile olmaz dedim.

Haşıloğlu: "Ben Başbakan’a genç subaylar değil, hepimiz tedirginiz dedim" ifadesini kullandınız. Bu genç subaylar sözü sizde neden bu kadar infial yarattı?

Özkök: 27 Mayıs’ta kullanılmış bir slogan olduğu için…

Haşıloğlu: "Genç subaylar daha demokrat" cümlesine vurgu yapıyorsunuz. "Tedirgin" başlığını bastırmak için mi?

Özkök: Hem onun için, hem de genç subaylar her zaman bizden daha iyi yetiştirilmiştir.

Haşıloğlu: Özden Örnek’in günlüklerini "görüş serdetmek" olarak nitelediniz. O görüşler toplantıda şu subaylar tarafından mı dile getirildi? (İsimleri sayıyor)

Özkök: Evet

Haşıloğlu: Günlükte kişilere isnat edilen belli sözler var, içerik olarak doğru mu?

Özkök: Mota mot değil ama bu konuşmalar yapıldı.

Haşıloğlu: Hurşit Tolon, "bu iktidarın ne olduğu belli oldu. Arkalarında AB-ABD var. Ortadoğu’yu yeniden şekillendirecekler. Bu konuyu muhalefete anlatmalı" diyor, doğru mu?

Özkök: O toplantıda Tolon’un olup olmaddığını hatırlamıyorum.

Haşıloğlu: Eruygur’un "her şey elden gidiyor" sözleri?

Özkök: Kelime kelime hatırlamam mümkün değil, tedirginliği hepimiz dile getirdik.

Haşıloğlu: Yine Şener Eruygur’un "Tablo kötü ama umutsuz olmaya gerek yok. Eylem planımızın tek zorluğu acaba toplum ne kadar farkında, halk daha hazır değil" sözleri?

Özkök: Benzer konuşmalar yapıldı ama mota mot hatırlamam mümkün değil.

Haşıloğlu: "Bu hükümet gitmeli ama demokratik yoldan gitmeli. Endişelerinize katılıyorum ancak muhtıra vermeye niyetim yok" demişsiniz…

Özkök: Evet, o sözlerin aşağı yukarı tamamını söyledim.

Haşıloğlu: Cumhuriyet Çalışma Grubu diye bir word belgesi var.Genelkurmay, evet bu belge TSK’nındır diyor. Belge, Aralık 2003’te istihbarat başkanlığına, içerik olarak da ilgili birimlere gönderilmiş. Siz 2003’te Genelkurmay Başkanı olarak "İstihbarat yönetim şube başkanlığı" diye bir birimin kurulduğu bilgisine sahip misiniz? (Belgeyi Özkök’e uzatıp incelemesini istedi)

Özkök: Jandarma Genel Komutanlığı’nın kendi başkanlıklarına dağıtımını yaptığı bir belgedir bu.

Haşıloğlu: Evet ama siz böyle bir birimin kurulduğuna tanık oldunuz mu?

Özkök: Çok birim kurulur. Ben böyle bir şeyi hatırlıyorum ama tam değil. Bana isim listesi sunulmaz.

Haşıloğlu: Mustafa Balbay’ın, sizin 17 yıl yurtdışında görev yaptığınız için tecrübe eksiğiniz olduğunu yazdığını söylediniz. Balbay bir düzeltme yaptı mı?

Özkök:Düzelt dediğimi hatırlamıyorum. Sitem ettim, en azından biyografime bakabilirdin dedim ama düzelt dediğimi hatırlamıyorum.

Haşıloğlu: Balbay’ın kaynağını tespit edebildiniz mi?

Özkök: Etmedim, araştırmadım da. Ama Balbay kaynağının güvenilir olduğunu söyledi bana.

Haşıloğlu: Size "Ekonomi batarsa batsın, Cumhuriyet elden gidiyor" diyen ve sizin "Benim cumhuriyetim seninki kadar derme çatma değil" cevabını verdiğiniz kişi kim?

Özkök: Buna cevap vermesem olmaz mı?

Haşıloğlu: Burada mı?

Özkök: Hayır

Haşıloğlu: (Tek tek sanık isimleri saydı)

Özkök: Hayır onlar değil.

Haşıloğlu: "Ekonomi batarsa batsın" sözü sizce ne ifade ediyor?

Özkök: Ben askerim. Hükümette kim olursa olsun ben iyi geçinmek zorundayım. Yoksa ekonomi ve halkımız zarar görür dedim. O arkadaş itiraz etti, ben de "Benim cumhuriyetim seninki kadar derme çatma değil" dedim.

Haşıloğlu: Özellikle bir gazetenin sizi yıpratmaya çalıştığını söylediniz, hangisidir?

Özkök: Cumhuriyet gazetesinde bir kaç yazı çıktı, hâlâ da çıkıyor. O gazete kendi okuyucularına böyle sunuyor olabilir, basın özgürlüğüdür. Üzüldüm, baskı altında kaldım ama yasal bir şey yapmadım.

Haşıloğlu: Sizin yıpratılmaya başlanmanız konusunda tespit ettiğiniz bir milat var mı?

Özkök: Milat olmayabilir ama şu var: Ben Kara Kuvvetleri Komutanı olana kadar kimseyle sorunum yoktu. Kara Kuvvetleri’nde Genelkurmay Başkanlığı’na geçerken bazı sıkıntılar başladı. Bu belki bir başlangıçtır.

Haşıloğlu: Doğu Perinçek sizin ABD’nin himayesinde Genelkurmay Başkanı yapıldığınızı iddia ediyor. Siz başarılı bir geçmişe dahip olduğunuzu söylediniz. Sizin Genelkurmay Başkanı olmanız sürecinde teamül dışı bir durum oldu mu?

Özkök: TSK’nın teamülleri bellidir. Genelkurmay Başkanı her kuvvetten seçilebilir ama en kıdemlileri karacılardır. Konumu gereği her kuvvet komutanı Genelkurmay başkanı olabilir. Şuraya bağlayacağım, benim orgeneralliğe terfi sıram 1’dir.

Haşıloğlu: Zamanı?

Özkök: 1996’da orgeneral oldum ama kanunen ben başka birini de önerebilirim. Genelkurmay Başkanı’nı hiç bir teklif olmadan Bakanlar Kurulu seçer. Beni Ecevit hükümeti Genelkurmay Başkanı yaptı, Bir yerden getirildiğim savı yanlıştır. Normal, rutin ve teamüllere uygun getirildim.

Haşıloğlu: Doğu Perinçek, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal gibi sivil sanıkların Tolon ve Eruygur ile bir irtibatını tespit ettiniz mi?

Özkök: Tuncay Özkan ile görüşülmüş olabilir ama Perinçek ve Haberal konusunda bilgim yok.

Haşıloğlu: Tolon’da çıktığı iddia edilen opera son adlı belgede istifanızın sağlanması isteniyor. Size istifa edin yolunda telkin, tavsiye, baskı oldu mu?

Özkök: Doğrudan sivil veya asker kimse istifa et demedi ama basında çıkan bazı yazılarda beni istifaya mı zorluyorlar diye düşündüm.

Haşıloğlu: Üst rütbeli astlarınızdan dolaylı da olsa istifa baskısı geldi mi?

Özkök: Kuvvet komutanları benimle bazen farklı düşünürler. Dinlerim ama kararları ben veririm.

Haşıloğlu: Kıbrıs Büyükelçisi Ahmet Zeki Bulunç sizi ve hükümeti atlayıp Eruygur ile görüştü. Nedir bu konu?

Özkök: Bir çalışma yapılmasını ben istedim. Dört imzalı bir inceleme geldi. Askerlikte pek alışıldık bir durum değil. Yalman’ın tek imzası da olsa kabulümdü. Kendisine söyledim, haklısınız dedi tek imzayla gönderdi. Bulunç kuvvet komutanlarını etkilemeye çalışmıştı. Sayın Denktaş’a bu meseleyi söyledim. TSK’nın komutanı benim dedim. Anlaşıldı paşam dedi, sonra gidip Özkök bana kuvvet komutanlarını şikayet etti dedi. Oysa ben kuvvet komutanlarımı değil, kendi elçisini şikayet ettim.

Haşıloğlu: Aleyhinizde yayınları başka kimler yaptı?

Özkök: Hepsini izleyemem. Karargâh basın dosyası getirir. Tutumumu beğenmiyorlardı, onların görüşüdür. Demokrat olmak suç mu dedirtecek bir yaklaşımdı.

Haşıloğlu: Evden yemek getirme sadece belli bir dönemde mi oldu?

Özkök: Evet, belli bir dönemdi. İkinci yılım, 2004-2005

Haşıloğlu: Daha sonra terkettiniz?

Özkök: Evet. Sefertası filan da yoktu, evden paketle gelirdi.

Haşıloğlu: Balbay’a ait olduğu iddia edilen dijital dökümanlar var. "27 Kasım 2002..Kar-ku aradı" gibi ifadeler var. Orgeneraller tepki koymak için sizinle topluca görüşmek istedi mi? Siz de bir kişi gelsin dediniz mi?

Özkök: Hatırlamıyorum ama YAŞ öncesi bazen topluca gelirler.

Haşıloğlu: Balbay’ın notlarında, "Tüm orgeneraller Ankara’ya geliyor. Hepsi olmaz tek gelsinler" diyor. Hayır diyorlar" şeklinde ifadeler var. Balbay’a bilgi veren "Mehmet" adlı kişi astınız mı?

Özkök: Hatırlamıyorum.

Haşıloğlu: 11 Aralık 2002 tarihli notlarda Mehmet adlı kişinin üst düzey bir paşa olduğu belirtiliyor. Notlar şöyle: 9 Aralık’ta brifinge katılmışlar, bir kısmı uyumuş.Mehmet iki tokat atıp gönderdik dedi. Balbay, ifadesinde bu olayı hatırladığını, Özkök’e brifing verildiğini, onu yazdığını söyledi. Siz, "Bu çok ciddi bir durum, orduyu çatlatır" demişsiniz. Siz Büyükanıt’ın Balbay’la görüşmesini istediniz mi?

Özkök: Sayın Balbay’a söyleyin kendisini kullandırmasın dedim…

Haşıloğlu: İlker Başbuğ, 17 Mart 2004’te ABD’yi ziyaret etti mi?

Özkök: Evet, ikinci başkanlar eder , ben de ettim.

Haşıloğlu: Size sonuç arzetti mi, içerik bakımından?

Özkök: Evet, arzedildi. Ben de etmiştim.

Haşıloğlu: Rıfat Hisarcıklıoğlu ile astlarınız arasında bir görüşme yapıldı mı?

Özkök: Hayır.

Haşıloğlu: TSK içinde bir gün BÇG gibi bir grup kurup planlar hazırlandığına dair bilginiz var mı?

Özkök: Hayır böyle bir grup kurulduğunu bilmiyorum. TSK denildiği zaman jandarma da vardır. Jandarmada varsa benim bilgim dahilinde olmaz ama Jandarmada olduğuna dair de bilgim yok.

*************

Yukarıdaki soru-cevapların satır aralarına dikkatlice bakıldığında Özkök’ün mahkemenin işine yarayacak bütün doğrulamaları aslında yaptığı görülüyor. Özellikle Balbay’ın notları ve Özden Örnek’in günlüklerini bazı ufak düzeltmeler yaparak doğruluyor. İlginç bir yöntemi var. Soruya önce "Hayır" cevabını verdikten sonra "Ama " diyor ve devam ediyor.

Örneğin:

"Hayır, BÇG benzeri bir yapı kurulmadı ama TSK deyince jandarma da vardır, Jandarmada kurulmuş olabilir."

Özkök pek çok konuya bu şekilde karşılık veriyor. Önce "hayır" deyip, sonra adresi gösteriyor.

Tekrarlayacak olursak, Yargıç Sedat Sami Haşıloğlu’nun soruları ve Hilmi Özkök’ün yanıtlarıyla ortaya çıkarılan tablo şöyle bir tablodur:

"Darbe planlanmış, bu duruma karşı çıkan Genelkurmay Başkanı bertaraf edilmek istenmiştir. Darbenin yayın organı Cumhuriyet gazetesidir. Hükümetin ve Genelkurmay Başkanı’nın yıpratılmasına eş zamanlı olarak bir ekonomik kriz de çıkartılarak kaos ortamı yaratılmak istenmiştir. (Bkz. "Ekonomi batarsa batsın" diyalogu)

Şimdi Özkök’ün ifadelerinin bu çerçeveye oturmadığı, Demokrat Paşa’nın "silah arkadaşlarını satmadığı" söylenebilir mi?

Dikkat çeken bir başka nokta da Haşıloğlu’nun Özkök’e özellikle Fatih Çekirge, Fikret Bila ve Murat Yetkin’e verdiği röportajlarda gerçek dışı bir ifadenin yansıtılıp yansıtılmadığını sorgulaması ve röportajlardaki bütün bilgileri mahkeme huzurunda teyit ettirmesidir. Belli ki bu röportajlarda mahkemenin karara temel olacak tezlerini destekleyen içerikler var.

Dikkat çeken iki durumu daha kayda geçirelim:

-Haşıloğlu’nun sorularıyla, Özkök’ün ABD tarafından göreve getirilmiş bir Genelkurmay Başkanı olmadığı kanıtlanmak böylece kendisine yüklenmek istenen"demokrasi kahramanı" ünvanının üstündeki gölge güya kaldırılmak istendi. Ancak Özkök’ün 5 Mart tezkeresinin geçmesi için ABD’nin kendisinden hükümete baskı yapmasını istemesini ititraf edişi, yaratılmak istenen bu fotoğraf ile çelişti. ABD, Özkök’le arasındaki hangi hukuka dayanarak Patagonya Genelkurmay Başkanı’na bile teklif edilemeyecek böyle bir teklifi getirebiliyordu?

Duruşmada dikkat çeken bir diğer durum, Haşıloğlu’nun Özkök’e ısrarlı sorularla Danıştay cinayeti hakkkında bir şeyler söyletmeye çalışması oldu. Ergenekon davası ile birleştirilen bu cinayet hakkında Özkök’ün Genelkurmay içinde bir inceleme yaptırdığını söylemesini Haşıloğlu pek arzu etti. Ancak Özkök, bu topa girmedi ve olayın Genelkurmay’ı ilgilendiren hiç bir yönü olmadığını kesin bir dille ifade etti. Bu ısrarlı sorular karşısında bir hayli de gerildi ve canı sıkıldı Demokrat Paşa’nın..Acaba yapılan anlaşma Danıştay cinayetini kapsamıyor muydu?

Son bir not:

Cumhuriyet gazetesinin "Ergenekon’un yayın organı" ve darbecilerin işbirlikçisi olarak mahkeme kararına geçmesine sayılı günler kala, bu gazetenin avukatları hâlâ "müdahil" sıralarında oturmaktaydılar…

HATIRLAYALIM !!! 2013 TARİHİNDE FETULLAHÇI AKSİYON DERGİSİ ERGENEKON HAKKINDA NE YAZMIŞTI ??

Ergenekon: Darbe amaçlayan terör örgütü

Ergenekon Davası’nda kritik aşamalardan biri gerçekleşti. Savcılığın mütaalası, hem istediği ağır cezalar hem de suç tanımlarına verdiği ayrıntılarla ses getirdi. ‘Terör örgütü’ suçlamasını tafsilatlandıran savcılar, darbeyi gerçekleştirmek için planlanan eylemler ve sonuçlarını irdeliyor.

Türk yargısında gelmiş geçmiş en büyük “terör örgütü” davası olan Ergenekon, önemli bir aşamaya geçti. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi savcıları, yaklaşık 4,5 yıl süren yargılamanın sonucunda davaya ilişkin esas hakkındaki mütalaasını açıkladı. Böylece; savunma, sorgu ve delillerin toplanması aşamaları bitti. Savcılık, bütün bir yargılama sürecini süzgeçten geçirerek sanıklar hakkındaki iddialarını güncelleyip son hâlini vererek mahkeme heyetine sundu. Esas hakkındaki bu mütalaaya göre, savcılar, “Ergenekon” isminde bir terör örgütü olduğu yönünde kesin bir kanaate sahip. Buna dair yazılı belgeler ve ifadeler mahkemeye sunulmuş. İkinci olarak ise varlığı “kesin” olan bu örgütün amacı “darbe için zemin oluşturmak ve daha sonra darbe yapmak” olduğu için “darbe teşebbüsü” suçunun varlığı da mütalaaya göre sabit. Savcılık, 64 sanık hakkında bu suçtan “ağırlaştırılmış müebbet hapis” talep ediyor. Bu sanıklar arasında eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ olmak üzere Orgeneral Nusret Taşdeler, emekli orgeneraller Şener Eruygur, Hurşit Tolon, emekli Tuğgeneral Veli Küçük, İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek, gazeteciler Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan ile Danıştay tetikçisi Alparslan Arslan bulunuyor. Savcılık, Yargıtay içtihatlarına dayanarak haklarında “darbe teşebbüsü” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen sanıklar hakkında daha az cezası olan ‘terör’ suçundan ceza talep etmiyor.

12 Haziran 2007’de başlayan Ergenekon soruşturması kapsamında açılan ilk dava 20 Ekim 2008’de başladı. 4,5 yıllık yargılama sürecinde Ergenekon Davası’nda toplam 22 dosya birleştirildi. 275 sanıklı dosyada en son 67 kişi tutuklu kaldı. Mahkeme bu süreçte, 18 Mart 2013’e kadar 582 duruşma yaptı. Bu son duruşmada ise mahkeme savcıları Mehmet Ali Pekgüzel, Nihat Taşkın ve Mehmet Murat Dalkuş “esas hakkındaki mütalaayı” açıkladı. 2 bin 271 sayfalık mütalaada, “Ergenekon terör örgütü” yargılamasına dair tüm deliller bir arada değerlendirilip sanıkların hukuki durumlarına etkisi de gözden geçirilerek mahkemeye sunuldu. Bu çerçevede bazı sanıkların beraati, bazılarının da çeşitli hapis cezalarına çarptırılması talep edildi.

Mütalaa öncesi mahkemeyi basma girişimleri

Mütalaa açıklandı ama mahkeme bu aşamaya çok kolay gelmedi. Savcılık, 27 Kasım 2012’de mütalaa hazırlamak amacıyla dava dosyasını mahkemeden istedi. Bu tarihten sonra yapılan ilk duruşma 13 Aralık 2012 tarihli idi. O gün Silivri’de daha önce görülmeyen bir manzara yaşandı. Binleri bulan kişi, güvenlik amacıyla kurulan bariyerleri aşıp mahkemeyi basmak istedi. Hatta bariyerlerin altında kalan güvenlik görevlilerinden yaralananlar oldu. Mahkeme bu durum karşısında bir sonraki duruşmada güvenlik önlemlerini artırdı. Güvenlik bariyerini mahkemeden 100-150 metre uzağa kaydırdı. Bu sefer de Mahmut Tanal başta olmak üzere bazı CHP milletvekilleri eylemcilerin önüne geçerek bariyerlerden atlamaya çalıştı. Dışarıda bu sahneler varken mahkemede ise farklı bir taktik geliştiriliyordu. İlker Başbuğ’un avukatı; eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Metin Ataç, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aydoğan Babaoğlu ve eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Atilla Işık’ı tanık olarak mahkemeye getirdi. Mahkeme, daha önce sanıkların 835 kişiyi tanık olarak gösterdiklerini, bunları dinlemeleri hâlinde davanın yıllarca sürebileceğini belirtip bu talepleri reddetmişti. Ancak Başbuğ’un avukatı, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 178’e göre 4 eski komutanı buna rağmen mahkemeye getirdi. Bu madde, mahkeme reddettiği zaman sanık tanığını duruşmaya getirirse dinleneceğini düzenliyor. Ama mahkeme, eski komutanların tanıklığını reddetti ve bu da büyük bir fırtına kopardı. Oysa mahkeme ret kararında haklıydı. 4 komutan, Başbuğ’un suçlandığı İnternet andıcının hazırlanması ve faaliyete sokulması ile ilgili değillerdi. Bu andıcın hazırlandığı Bilgi Destek Dairesi’nde de görevli değillerdi. Davaya doğrudan katkısı olmayacak ve süreci uzatacak bu talepler reddedildi. Bundan sonra yine sanıklar ve avukatları tarafından mahkeme heyetine yönelik redd-i hâkim talepleri, duruşmada arbede çıkması gibi çokça yola başvuruldu. Mahkeme salonuna tam teçhizatlı jandarmalar girdi. Bütün bu engelleme çalışmalarına rağmen 27 Kasım 2012’de dava dosyasını ellerine alan savcılar 18 Mart 2013 tarihinde 2 bin 271 sayfalık mütalaayı mahkeme kürsünde teslim etti.

Mütalaada ilk kez: Ergenekon, kontrgerillanın Türkiye’deki adı

Esasa ilişkin mütalaa, 22 dava dosyasını tek bir çatı belge altında birleştirip süzgeçten geçirerek asıl suçlama konusuna dair tespitler içeriyor. Suç eylemlerine dair deliller sayılıyor. Bunun yanında yeni açılımlar da mevcut. Temmuz 2008’de hazırlanan ilk 2455 sayfalık iddianameden bugüne tüm iddianamelerde Ergenekon örgütünün tanımı, suç örgütü yapısı, eylem taktiği, hücre yapılanmaları anlatıldı ama tarihî geçmişine pek değinilmedi. Yapılan yargılama sonucunda savcılık buna da açıklık getiriyor. Sanıklarda ele geçen ve yıllar içinde ortaya çıkan belge ve itiraflar neticesinde ilk kez, Ergenekon’un Avrupa’daki kontrgerillanın Türkiye’deki adı olduğu tespitinde bulunuluyor.

Stratejik bir konumda bulunan Türkiye’nin 1952’den itibaren NATO üyesi olduğu, tasfiye edilene kadar Avrupa devletlerinde var olan kontrgerilla örgütü hakkında ülkemizde yargılama yapılmadığı anlatıldı. Mütalaanın devamında ise şu ifadelere yer verildi: ‘’Avrupa’nın birçok devletinde, bir tesadüf sonucu kontrgerillanın izine rastlanmış ve bu fırsatlar değerlendirilmiştir. Türkiye’de kontrgerillayı tasfiye şansı 1996’da Susurluk’taki trafik kazası ile yakalanmıştır. Bu olaya dair soruşturma ve dava, o dönemde oluşan toplum desteğine karşılık 14 kişi ile sınırlı kalmıştır. Davayı gören İstanbul 6 No’lu DGM’nin kararında ‘Susurluk civarında meydana gelen kazada silahlı teşekkülün bir bölümü su yüzüne çıkmıştır’ denilmiştir. Soruşturmalarda ele geçen ve ‘Ergenekon terör örgütü’ne ait olduğu konusunda kuşku bulunmayan örgüt belgeleri başta olmak üzere dosya kapsamındaki diğer delillere göre, ‘Ergenekon’, Avrupa’da adına kontrgerilla denen gizli örgütün Türkiye’deki adıdır. ‘Ergenekon’ soruşturmasından 11 yıl önceki Susurluk kazası sonrasında ortaya çıkan yapının da aslında, ‘Ergenekon örgütü’nün küçük bir hücresi olduğu anlaşılmaktadır.’

Ergenekon örgütünün iddia edilenlere göre en ciddi eylemi kuşkusuz Danıştay cinayeti. 17 Mayıs 2006’da Danıştay 2. Dairesi’ne yönelik silahlı saldırıda Hâkim Mustafa Yücel Özbilgin öldürülürken, 4 hâkim de yaralandı. Savcılık, mütalaaya da Danıştay saldırısını anlatarak başlamış. “Bu eylemler dinsel güdülerle değil, Ergenekon terör örgütünün hedeflediği amaçların gerçekleşmesi için işlenen eylemlerdir. Alparslan Arslan önemli bir Ergenekon Terör Örgütü üyesidir.” denilen mütalaada, saldırının hedefinin de hükümet olduğu kaydediliyor. Danıştay saldırısı, sonuçları itibarıyla da Savcı Doğan Öz cinayetine benzetiliyor.

Savcılık bir sonraki aşamada Ergenekon örgütünün varlığını tartışıyor. Buna ilişkin de ele geçirilen delilleri sıralıyor. İlk olarak Susurluk olayından sonra gazeteciler Can Dündar ve Celal Kazdağlı’nın çıkardığı Ergenekon isimli kitap, bu sırada yapılan TV programı ve orada konuşan Ergenekon sanığı Erol Mütercimler’in ifadelerine dikkat çekiliyor. Daha sonra sırasıyla medyaya çıkan veya sanıkların arşivlerinde, bilgisayarlarında çıkan Ergenekon ismi geçen belgeler sıralanıyor. Sanık eski asker Hüseyin Vural’da çıkan 1971 yılına ait “Ergenekon” yazılı yemin metni, sanık emekli özel harekât polisi Kemal Şahin’in el yazısıyla “Ergenekon eğitimi” aldığını yazdığı CV’si gibi onlarca delilden bahsediliyor. Daha sonra firari sanık Tuncay Güney, Ergenekon sanıkları Ümit Oğuztan, Veli Küçük, Doğu Perinçek başta olmak üzere çok sayıda kişide ele geçen “Ergenekon, Lobi” gibi dokümanlar da örgütün varlığına delil olarak gösteriliyor.

Darbe şartlarını olgunlaştırmak için 17 tane eylem planı

Savcılar daha sonra örgütün eylem ve suikast planlarını gözler önüne seriyor. Savcılık tespitlerine göre, Ergenekon örgütü, 17 ayrı eylem ve suikast planlamış. Albay Dursun Çiçek imzalı AK Parti ve Fethullah Gülen’i bitirmek amacıyla hazırlandığı ileri sürülen “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” bunların en başında sayılıyor. 10 Aralık 2010’da Gölcük Donanma Komutanlığı’nda yapılan aramalarda ele geçirilen Proje isimli belge de ikinci sırada geliyor. Bu belge, İrtica ile Mücadele Eylem Planı ve internet andıcı belgelerinin taslağı mahiyetinde. Yine aynı aramada ele geçen “Kitleşim” isimli belgeye göre, emekli ve muvazzaf askerler ile sivillerden oluşturulan bir grup vasıtasıyla hükümet ve çeşitli cemaatler hakkında internet yoluyla kara propaganda faaliyetlerinin yürütülmesi planlanıyor. İlker Başbuğ’un baş sanık olduğu “İnternet Andıcı” belgesi ise hükümet aleyhine yayın yapan adreslerin kapatılması sonrası yeni 4 internet sitesinin açılması için yapılan çalışma. Daha sonra sırayla, Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, dönemin eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a, gazeteci Fehmi Koru, yazar Orhan Pamuk, Kürt siyasetçiler Osman Baydemir ve Ahmet Türk, Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan, Ermeni asıllı Minas Durmazgüler, Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız, Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri Kazım Genç ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik suikast planları anlatılıyor. İzmir’deki NATO tesislerine, Optimum Alışveriş Merkezi’ne (Ankara) bombalı saldırı planları deşifre ediliyor. 2003-2004 yıllarında Jandarma Komutanlığı’nda kurulan illegal Cumhuriyet Çalışma Grubu belgeleri ve Ayışığı, Sarıkız, Yakamoz ve Eldiven isimli darbe planları ve eski Özel Harekatçı İbrahim Şahin’de ele geçen S-1,S-2 suikast timi listeleri de örgüt dokümanları kabul ediliyor.

Ergenekon’un örgütsel boyutu bu şekilde gözler önüne serilirken, devamında hükümete yönelik “darbe teşebbüsü” amaçlı eylemleri anlatılıyor. İddia edilen terör örgütünün, bu tür faaliyetlerinin başında 57’nci hükümetin başbakanı Bülent Ecevit’in sağlık gerekçesi ile görevi bırakmasını sağlamak olduğu belirtiliyor. Bu, soruşturma kapsamında ilk darbe teşebbüsü eylemi aynı zamanda. Daha sonra AK Parti hükümeti döneminde hazırlanan darbe planları, suikast eylemleri, kaos ortamı oluşturmak için yapılan Cumhuriyet Mitingleri de delil olarak sıralanıyor.

“Darbe teşebbüsü” suçundan ağırlaştırılmış müebbet istendi

Savcılık, mütalaasında genel örgütle ilgili açıklamalarını, delilerini sunduktan sonra her sanık için tek tek değerlendirme yaptı. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, eski Jandarma Genelkurmay Başkanı Şener Eruygur, eski 1. Ordu Komutanı Hurşit Tolon, gazeteci Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın aralarında bulunduğu 64 sanık hakkında Türk Ceza Kanunu 312’ye göre “cebir ve şiddet yoluyla TC hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” suçundan “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” istedi. Bu sanıklar aynı zamanda “terör örgütü faaliyeti” ile suçlanıyor. Savcılık, mütalaada bu iddiasından vazgeçmiş değil. Ancak sanıkların daha fazla cezası olan darbe teşebbüsünden cezalandırılması istendiği için Yargıtay içtihatlarına göre ayrıca terör örgütü suçundan cezalandırılmasına yer olmadığı görüşünü bildirdi. Bu durum, sanıkların bu suçtan beraati anlamına gelmiyor. Sadece ceza verilmesi istenmiyor. Öte yandan davada 96 sanık hakkında ise sadece ‘terör örgütü üyeliği’ suçundan cezalandırma talep edildi. Eski polis şefi Adil Serdar Saçan gibi bir kısım sanıklar hakkında yine hem terör örgütü üyeliği hem de yasaklı belgeleri elinde tutmak gibi suçlardan çeşitli cezalar talep edildi.

Danıştay saldırısına rekor ceza talebi

Dosyada en ağır ceza Danıştay saldırısıyla bağlantılı sanıklara istendi. Alparslan Arslan, Muzaffer Tekin ve Veli Küçük hakkında kasten adam öldürmek ve darbe teşebbüsü suçlarından ikişer kez ağırlaştırılmış müebbet ve adam öldürmeye teşebbüs ve Cumhuriyet gazetesine bomba atılması eylemlerinden 80 yıla kadar hapis cezaları talep edildi. Küçük ve Tekin, Danıştay saldırısını azmettirmekle suçlanıyor.

Öte yandan mütalaada, iddianamelere göre daha az ceza talep edildi. Buna göre, Meclis’e yönelik darbe teşebbüsü suçundan cezalandırma istenmezken, “Yürütme organı gücünü her ne kadar yasama organından almış ise de Ergenekon terör örgütünün hedefinin hükümet olduğu, bu ön plana çıkarken yasama erkine yönelik eylemin tali kaldığı” tespiti yapıldı. Örgütün eylem ve kastının açıkça hükümeti hedef aldığı kaydedildi. Bu gerekçe, sanıkların ‘Yasama organına (Meclis) karşı suç’ başlıklı TCK’nın 311’inci maddesine göre cezalandırılmasına gerek olmadığı görüşü bildirildi. Bombaların bulunduğu evin sahibi Ali Yiğit ve Ankara’daki Danıştay Davası’nda saldırının azmettireni olarak yargılanan Salih Kurter ve Süleyman Esen’in aralarında bulunduğu 5 kişinin beraati talep edildi.

Dava 8 Nisan 2013 tarihine ertelendi. Mahkeme, sanıklara esas hakkındaki mütalaaya karşı son savunmalarını hazırlamaları için de bu tarihe kadar süre verdi. Dava, sanıkların esas hakkındaki savunmalarını sunmalarından sonra karara bağlanacak. Yani Ergenekon davasında karara sadece son bir adım kaldı.

Müebbet hapsi istenenler

Mütalaada 64 sanık hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi; Orgeneral Mehmet İlker Başbuğ, Mehmet Haberal, Mustafa Balbay, Sinan Aygün, Doğu Perinçek, Hurşit Tolon, Tuncay Özkan, Alaettin Sevim, Alparslan Arslan, Veli Küçük, Bekir Öztürk, Cemal Gökçeoğlu, Cihandar Hasan Hanoğlu, Durmuş Ali Özoğlu, Dursun Çiçek, Emin Gürses, Ergün Poyraz, Erhan Timuroğlu, Erol Manisalı, Fatih Hilmioğlu, Ferit İlsever, Fuat Selvi, Ümit Sayın, Kemal Gürüz, Hasan Ataman Yıldırım, Hasan Atilla Uğur, Hasan Iğsız, Hayrettin Ertekin, Hayrullah Mahmut Özgür, Hıfzı Çubuklu, Hulusi Gülbahar, Hüseyin Görüm, Hüseyin Nusret Taşdeler, İbrahim Şahin, İsmail Hakkı Pekin, İsmail Sağır, İsmail Yıldız, Kemal Aydın, Kemal Kerinçsiz, Kemal Alemdaroğlu, Levent Ersöz, Mehmet Eröz, Mehmet Fikri Karadağ, Mehmet Otuzbiroğlu, Mehmet Şener Eruygur, Muammer Akbulut, Muhittin Erdal Şenel, Murat Uslukılıç, Mustafa Yurtkuran, Mustafa Dönmez, Mustafa Koç, Ferit Bernay, Muzaffer Tekin, Neriman Aydın, Oktay Yıldırım, Orhan Güçlü, Osman Yıldırım, Sedat Özüer, Serhan Bolluk, Sevgi Erenerol, Tekin Irşi, Yalçın Küçük, Yusuf Erikel ve Ziya İlker Göktaş.