Etiket arşivi: MK ULTRA PROJESİ

MK ULTRA PROJESİ /// (MERHUM) ARAŞTIRMACI YAZAR AYTUNÇ ALTINDAL : Elektromanyetik Zihin Kontrolü Vardır

Siz bir kitabınızda MK-Ultra`dan bahsetmeniz hasebiyle Amerika`da 20 sene boyunca çalışma yapamamıştınız? Bu konuyu biraz açabilir miyiz?

Elektromanyetik Zihin Kontrolü Vardır!

Artichoke, Blue Bird, MK-Ultra, Monark gibi travma temelli zihin kontrol operasyonlarının arkasında kimler var, meselâ bugün Salih Mirzabeyoğlu`na uygulanan "Telegram" işkencesi bu projelerin ferdî bakımdan geldiği nihaî noktayı bizlere gösteriyor ancak saydığımız projeler gibi belgeleriyle birlikte ifşa olmuş hâlde olmadığından, resmî makamlarca kayıtsız kalınıyor.

Siz bir kitabınızda MK-Ultra`dan bahsetmeniz hasebiyle Amerika`da 20 sene boyunca çalışma yapamamıştınız? Bu konuyu biraz açabilir miyiz?

Şöyle başlayalım, 1962 yılında, Sovyetler Birliği`nde Müslümanlara yönelik yayınlar yapılması ve Müslümanlara yönelik Komünist örgütlenmeyi temin edebilmek için "Müs-Büro" diye bir büro kurdular. Yani Müslüman`ın Müs`ü ve büro… "Müs Büro" kurulur kurulmaz bir sene geçmeden, dokuz ay sonra Amerikalılar da "Minared" diye minare diye bir örgüt kurdu "Müs Büro"ya karşılık… Bu "Minared" Türkiye`ye konuşlandırıldı. İşte bundan sonra Türkiye`de değişik işler olmaya başladı. Sovyetler neden "Müs Büro"yu kurdu; 27 Mayıs İhtilali`nden, darbeden sonra Türkiye`ye barış gönüllüleri gönderildi. Türkiye`de 55 ağa vardı. Bu 55 ağa alındı batı tarafına getirildi. Mesela Kürt olmadığı halde Karakeçili aşiretini aldılar, Bursa civarına getirdiler. Karakeçili Siverek`te olan bir aşiret, Siverek`in denge aşireti.

Bunu cebren mi yaptılar, yoksa teklif ile mi?

27 Mayıs`ta darbe esnasında asker yaptı. Yani 25 Mayıs`ta 55 Ağa olayı olarak bilinir bu hadise. Şimdi bunların arasında o zamanlar, Barzanî`yle, Mustafa Barzanî, Türkiye`deki temsilcisi olan Avukat Faik Bucak vardı. Bucak aşiretinin bir kolunun reisiydi… Bucak Aşiretinin bu tarafı Barzanî`nin temsilciliğini yaparlardı. Şimdi Faik Bucak`ı sonrasında oğlu Serhat Bucak`la birlikte öldürmeye kalktılar. Faik Bucak öldü, Serhat Bucak arabasının içinde makineliyle tarandı, şoförünün ihanetiyle… Vuranlar Bucak Aşireti`nin bugünkü temsilcileri… Bundan sonra Barış Gönüllüleri faaliyetlerini gerçekleştirdiler, kimleri satın aldıkları bilinmiyor… Bunları ben açıkladım, 1015 Barış Gönüllüsü Elazığ`dan Mardin`e kadar misyonerlik ve satın alma çalışmaları yaptı.

Doğan Avcıoğlu`nun "Yön Dergisi"nde bu olaya dikkat çekilmeye başlandı. Bunlar Barış Gönüllüsü değil, misyonerler, Türkiye`yi bölmek için geldiler diye açıklamalar yapıldı Ben Diyarbakır`da yaşadım, fiilen biliyorum, o zaman Diyarbakır`da Panamalıdan tutun Venezüellalıya kadar bir sürü adam vardı… Amerikalılar orada üsler yapıyorlardı, bütün Diyarbakır casus kaynıyordu. İlk hadiseler böyle başladı. Bunun üzerine "Müs Büro" kuruldu. Bunlar bu üslerden başlayarak Azerbaycan`a, Kafkaslara gidecekler, bizim için de bölge mühim, dediler ve bunu önlemek için "Müs Büro"yu kurdular. Ona karşılık, Amerikalılar’ da "Minaret"i kurdu.

MK-Ultra ilk proje. Bu projede beyin yıkama diye bir şey var, "brain washing" dedikleri, bunu Vietnam`da uyguladılar, Kore`de uyguladılar… Bu proje o kadar gelişti ki artık beyin yıkama önemsiz kaldı, uzaktan kontrol, "remote kontrol" denilen sisteme geçildi. Bu sistemin ortaya çıkışında da Tavistock var. Tavistock 1914`ten bu yana var. 1916 resmî kuruluşu… 1. Dünya Savaşında edindikleri tecrübeler sayesinde çok yaygın tıbbî müdahale olayları başlatıldı, bu şekilde bir çok insanı manipüle ediyorlardı. Yine burada ilk kez LSD kullanılmaya başlandı. Bu kullanılmaya başlandığında şahıs ne hale geliyor. Kokusu yok, tadı yok, çayına üç damla koysalar, dağılıyorsun. Halüsinasyonlar, kendinden çıkıp yükselmeler, acayib acayib haller… Derken LSD`nin hapları çıktı.

İstanbul`da bir Amerikalı ajan yakalandı, bunun ismi Camgöz Garry… 120.000 adet hap getirmiş, bedava dağıtıyor, çoluk çocuğa… Polis bu adamı çatışmada öldürüyor. Şimdi bu hadiseden sonra mesele daha bir açıklığa kavuştu. Belli bir çevrede mesele dile getirilmeye, konuşulmaya başlandı. Şimdi, burada, adam polise silahlı mukavemetten öldürüldü. Problem nerdeydi? Problem şuydu: Uluslararası uyuşturucu nedir? Tanımı yok! Şimdi, tüketilen yiyecek bitkilerden de uyuşturucu elde edilebiliyor, evde beslenen çiçeklerden dePeki ama uyuşturucu madde ne? Ben bunun kitabını yazdım 1972 senesinde, "Uyuşturucu Maddeler Sorunu" diye. İşte yazdığım o kitabda MK-Ultra`dan bahsettim ve Amerika`ya giremedim.

Dünyada mı ilk kez yoksa Türkiye`de mi ilk kez bu projeden bahsetmiş oldunuz?

Tam emin değilim ama dünyada ilk olabilir… Şimdi biz bu kitabı çıkartmaya karar verdik, bir akademik çalışma oldu. Bu kitabda, benim bölümümde MK-Ultra`dan bahsettim. LSD haplarını araç olarak kullandıklarından bahsettim. Kitabı Türkiye`de İşçi Partisi yayımlamak istedi, ama bu değil, Behice Boran`ın İşçi Partisi. Behice Boran`ın bu kitabı yayımlayacağı duyulunca Amerikalılar gelip, benim yazımın kitabdan çıkarılmasını istediler. Partililer iyice uyuz oldu ve benim yazıyı bu sefer kitabın ilk yazısı yaparak yayınladılar. Ben daha sonra "Haşhaş ve Emperyalizm" diye bu konuyu yeniden genişleterek kaleme aldım. MK-Ultra ilk projeydi, işin başı buydu, bizzat CIA`in yönettiği, ilmî alt yapısını Tavistock`un sağladığı projeydi.

O tarihte LSD hapları vesaire kullanılıyor, bugün bu teknik ne vaziyette?

Şimdi bugüne bakacak olursak subliminal mesajlar falan…

Subliminal mesajlar umumî manada, peki daha net soralım, ferdî bakımdan nerede?

Bakın şöyle bir şey söyleyeyim, Türkiye`ye öyle grublar geldi ki inanamazsınız. 1969 senesiydi sanırım, Adana`da, dünyada çok az bilinen, adı sanı duyulmamış bir rahibe örgütünün elemanlarına rastladım, dört tane. Adana`ya nerden geldiniz, Adana nerden aklınıza geldi, Amerika neresi, Adana neresi, 1960`lı yıllar Adana`nın köylerinde dolaşan dört kadın rahibe, böyle beyaz harmanîler içinde. Şimdi bunlar rahibe mi, başka mesleği mi var, fahişe mi, git oraya kal seni affedeceğiz mi dediler bilmiyorum. Bu dört kadın dolaşırlar, tanrı, jesus falan diye…

Kısaca soracak olursak; elektromanyetik dalgalar vasıtasıyla insanların beynine müdahale edilir mi?

Edilir…

Elektromanyetik dalgalarla karşılıklı diyalog kurulabilir mi?

Kurulabilir…

Kalb ritmi, solunumu, kasları ve hormonal dengesi denetlenebilir ve manipüle edilebilir değil mi?

Mesela bakınız, "Devlet Denetleme Kurumu" Turgut Özal meselesi için beni davet etti. Şimdi o zehirlendi konuşuluyor. Yahu mutlaka zehirlenmesi gerekmiyor. Yani bunun yirmi tane yolu var. Ben şimdi iki defa by-pass olmuşum, kalbim arazlı, oradan bana frekansı bir verseler ben gittim… Önemli bir hata yapılıyor, kalb krizinden öldü diye, dikkat ediniz, kalb krizinden ölmek başka bir şey, anî kalb durmasından ölmek başka bir şey… Turgut Özal`ınki anî kalb durması.

Tabiî bir kriz değil yani?

Kriz değil, aniden bir müdahaleyle, mesela kuvvetli birisi, benden iri yarı birisi gelse kalbimin üzerine şöyle bir yumruk atsa, anî kalb durmasından ölebilirim ben…

Salih Mirzabeyoğlu`da "Ölüm Odası B-Yedi" adlı eserinde, Turgut Özal`ın bu yöntemle öldürülmüş olabileceğinden söz etmişlerdi. Hatta bizzat ben bu olayın soruşturmasını yapan savcıya da teferruatlı bir dosya ilettim…

Turgut Özal olayında ortam hazırlandı, bu adam çok yemek yiyor, çok şişman, ölecek, bu adam gidici, her dakika Hürriyet Gazetesi bu şekilde yayın yaptı. Özal suikastının arkasında Almanya var. Sovyetler`i olağan şüpheli haline getirdiler, Turgut Özal`ın Gorbaçov ile arası iyiydi… Anlayacağınız, Turgut Özal`ın ölümünün kalb krizi değil de anî kalb durması sebebiyle gerçekleşmiş olması son derece dikkat çekici…

İstihbarat örgütlerinin metafizik çalışmalarına dönelim isterseniz. Telepati, telekinezi, duru-görüş gibi teknikleri kullanıyorlar. Ülkemizde böyle bir çalışma var mı?

Bir defa genelde karıştırılan bir hususu açıklığa kavuşturarak başlayalım. İstihbaratçı, ajan, casus ve muhbir, bunlar birbirlerinden farklı şeyler. İstihbaratçı masa başında çalışan, fiilen sahada olan adam değildir. O sahada olansa ajan ve casus. Ajan teknik adam değil, casusta teknik bilgi de var. Ne arıyor, ne alınacak, ne anlama geliyor, casus bunları biliyor. Yalnız gelen verilerin yorumunu yapacak olan istihbaratçıdır. Buna aksiyomatik deniyor… Ben bir istihbaratçıyım diyelim, ben burada oturuyorum, benim kullandığım adamlar var, bir kısmı ajan bir kısmı casus. Ajan dediğim adamlar James Bond filminde gördüğünüz karaktere benziyor. Filmin gerçekçi tarafları var ama tabiî o kadar da değil. İşini bilek gücüyle götürebilen adam… Sıralamanın en altında da muhbir var. Muhbir bir haber yolluyor, falan teknoloji filan binadaymış diye bilgiyi istihbaratçıya yolluyor. İstihbaratçı bunun hangi yoldan elde edilebileceğini değerlendiriyor ve karar veriyor, buna casus mu yoksa ajan mı göndereceğine… İstihbaratçının hazırlayacağı operasyonun neye dayalı olduğu önemli.

İstihdam prosedüründen de bahsedecek olursak evvela başvuran personelin kan grubuna bakılıyor. Kan grubu zeka hakkında ipuçları muhteva eder… Bundan sonra değerlendiremeye değecek olanlara daha uzunca bir prosedür uygulanıyor.

Kanda önce altın ararlar, kandaki altın oranı yüksekse IQ son derece yüksek demektir. Dolayısıyla bu şahsı da dikkate alırlar. İkinci basamakta bedenin orantılarına bakılır. Gözlerin kulaklara, ağzın burna orantılarına bakarlar. Bu orantılar zekayı ele verir. Beden kimyasına bakarlar, kriterlere uyuyorsa "tehlikeli adam" sınıfına girer.

Şimdi devam edecek olursak, müşahhas bir örnekten yola çıkalım, mesela Çekoslovakya`da istihbarat adına yapılan metafizik çalışmalara değinelim. Siz bu konuda da epey çalışma yaptınız…

Çekoslavakya`da Sovyetlerin merkezi vardı. 1965 yılında Komünist Partisi`ninin toplantısı olan Komintern`de herkes neyin konuşulduğunu merak ederken, işte bu konular konuşulurdu. Uzaktan kontrol, MK-Ultra burada konuşuluyordu. Ben Sovyetlerde bulunduğum dönemde o kadar çok olaya denk geldim ki bunlarla alakalı olarak. Birisinden bahsedeyim. Djuna diye bir kadın doktor vardı, tıb doktoruydu ve KGB`nin koruması altındaydı. Bu kadın Masturi, Hristiyanların büyü, sihir vesaire ile uğraşma yetkisi olan tek tarikatına bağlıydı. Bunun hala Rusya`dan çıkması yasak. Öyle gelişmiş bir teknik kullanıyor ki, ailesinden de gelen bir durum var… Benim de bulunduğum, 17 Batılı doktor önünde gerçekleşen bir deneyden bahsedeyim. Hatta Rus gazetelerinde de çıktı. Tavşanı getirip kesiyorlar, kalbini falan bağlıyorlar, kan düşüyor tavşan ölüyor. Kadın geliyor tavşana hiç dokunmadan bir şeyler yapıyor, bakıyorsunuz kan yükselmeye başlıyor, inanılır gibi değil. Yani bütün bunları ben gördüm yaşadım… Yine mesela avucunun içini gösteriyor, bak diyor, bakıyorsun kendi çocukluğun, bahçede koşuyorsun, gösteriyor sana… Çekoslovakya`da merkezi de Prag`daydı..

"Bilinmeyen Hitler" adlı eserinizde bahsettiğiniz Rudolf von Sebottendorf ve onun esrarengiz Thule örgütünden bahsediyorsunuz. Türkiye Cumhuriyetini kuran elitle ve bunların kurucu felsefesiyle Sebottendorf`un zihniyetinin nasıl bir alakası vardır vardır?

Şimdi bakın kitabın birinci baskısında Sebottendorf`un gizli çekilmiş bir fotoğrafı var. Baron Rudolf von Sebottendorf… Baron falan değil, elektrikçi çırağı esasında. Türkiye`ye 1911 yılında vatandaşlığa kabul edilmiş, 1914`de de Türkiye de yaşayan gerçek Baron olan Von Sebottendorf der Rosen diye bir şövalye ailesi var İstanbul`da yaşayan. Bu adam da bila-veled bir adam, bunu evlatlık olarak alıyor. Türkiye`de bu adaptasyon yapılıyor ama Almanya bunu kabul etmiyor. Almanya`ya gidip dava açıyor ve Baron ünvanını alarak mirasa sahib oluyor. Bunları geçelim, benim kitabın birinci baskısında bir fotoğraf var, Baron von Sebottendorf ve iki Türk yan yana. Kitabda bunların birinin kim olduğu belli de diğerinin kim olduğu biliniyor diye not ettim mahsustan. Çünkü o Enver Paşa`nın kardeşi Nuri Paşaydı. 20. Baskıdan sonra bunu yazdık. Elitle olan bağlantısı tabiî ki vardı, özellikle Osmanlı paşası olan Haydar Paşa ile… Almanya`da Hitlere muhalif olduğu için 1933 senesinde bunu yakalıyorlar. Diyor ki ben Alman değilim ki, Türküm, Haydar Paşa`nın da damadıyım diyerek sıyrılıyor. Aslında böyle bir durum da söz konusu değil…

Şimdi, Thule burada kuruluyor, hemen şurada Teşvikiye`de. 1933 senesinde bunu Hitler ölüme mahkûm edince Türkiye`ye kaçıyor, 1933`ten 1945`e kadar da Türkiye`de yaşadığı söyleniyor. Benim bulduğum MİT kayıtlarında, daha doğrusu MAH kayıtlarında bunun Eskişehir`de yaşadığını, korunduğunu tesbit ettim yayınladım. Bu adam antisemitist, anti komünist bir adam, fanatik derecede. Bir çok dil biliyor, iyi yetişmiş, kadın düşkünü bir adam. Kafkasya`da Rusya`ya karşı cebhe açılması için mücadele veriyor. Aynı zaman da üç taraflı ajan, Almanlar, Türkiye ve İngiltere hesabına çalışıyor. Sebottendorf`la alakalı başka bir söylenmesi gereken şey var, millet bu kitabı aldı bir sürü acayibler de peydah oldu. Dediler ki Şefik Üstün aslında Sebottendorf. Yahu olur mu böyle bir şey, bu tamamen dezenformasyondu.

Sebottendorf`un Türk siyasetine etkisi nedir?

Türk siyasetine etkisi zihniyet olarak, antikomünizm bir, bir de çok karıştığı olaylar var, kitabda anlattık onları. Kadın Alman ajanı kadını ikna ediyor Enigma şifrelerini İngilizlere teslim ediyor ve savaş bu şekilde kazanıyor mesela. Daha birçok şey…

"Gül ve Haç Kardeşliği" eserinizde Gnostik-Masonik Avrupa Birliğini tarif ediyorsunuz. Bugün bahsediyoruz, Tavistock`lar, Rockefeller`lar, Rotchilds`ler vesaire, bunların hepsinin "American Monarch" başlığı altında çalışan kişi ve kurumlar olduğunu söyleyebilir miyiz? Bahsettiğimiz kişi ve kurumlar ortadaki adamlar, bunların arkasında başka bir yapı var mı?

Onların arkası bunların önü diye bir şey kalmadı aslında. İletişimin bu denli hızlı gerçekleştiği bir devirde hiçbir şeyin önü arkası kalmadı. Bakınız Komünizm neden çöktü tek mermi atmadan? Ama Çavuşesku`yu kurşuna dizdiler. Moskova`da komünist partisi yasaklandı. Çünkü gündelik teknolojide Sovyetler o kadar gerideydi ki inanamazsınız. Dükkana girerdiniz, hesablar abaküsle yapılırdı. Demek istediğim herif getirdi senin cebine telefon koydu, o iş orada bitti. Teknolojiyle bitti yani. Dolayısıyla Rockefeller olsun, şu olsun, bu olsun; eskiden parayı bastırarak yaptıkları işleri bugün enformasyonu manipülasyon vasıtası olarak kullanarak yapıyorlar.

Peki, bir büyük oyundan bahsedecek olursak, bu oyunu kim kuruyor?

Büyük oyun değil, üst tasarım diyelim. Türkiye`deki üst tasarımdan örnek verelim mesela. Adam ayrıntıyla uğraşmıyor, ayrıntıyla adamı uğraşıyor. Üst tasarım yapıyorlar, diyorlar ki biz şöyle bir şey istiyoruz beş yıl içinde. Bu kadar… Tasarımı yapan dünyada 300 aile var. Bu işin pratiğindeyse Tavistock gibi kurumlar var. Adamların kendilerine göre bir idealleri var. Yeni bir insan tipi meydana getirmek istiyorlar.

Bu yeni insan tipinin dini ne olacak?

Din falan yok, bir dakika burada bir hususu aydınlatmak lazım. İnançlı olmak başka şey, imanlı olmak başka şey. İman sonradan olur. İnanç ise önce kuşkuyla başlar, öyle mi böyle mi, şöyle mi böyle mi dediğin andan itibaren inançlısındır. İman sonradan gelir. Bu adamlar inançlı ancak imansız insanlar istiyorlar.

İnandığıyla amel etmesinde neye inanırsa inansın yani..

Şimdi bu adamların iki tane kavramı var; teizm karşısında deizm. Bizim ki biliyorsun monoteizm, bu adamlarsa monolatrist. Bu yeni kitabımda bunları teferruatlı olarak ele aldım. Şimdi 300 aile dedik, bunlara aile derken böyle karı-kocadan bahsetmiyoruz tabiî.. Bunların familya kavramı ekol anlamında kullanılıyor. Yani burada 300 akım var ve bunların en üstlerinin kendilerine verdikleri isim Cabiri, kebir büyük yani…

Şunu merak ediyoruz, bugün masonluk bahsini gündemden düşürmek adına sulandırdılar ve ortalıkta herkesin dahil olabileceği şekildeki posasını bıraktılar. Bunları bugün nasıl tarif etmek lazım?

Dünyada masonluk hala çok güçlü, Türkiye`de masonluk bu şekilde değil. Türklere Masonların 17. Sıradan sonrası yasak. Bizdekiler bir zamanlar etkililerdi, şimdi esameleri okunmuyor. Bugün Türkiye`de onların çıkarına hizmet edenlerin büyük çoğunluğu gönüllü yapıyor bu işi…

Okült ilimlerle gerçekleştirilen zihin kontrol çalışmalarına dönecek olursak…

Şimdi mesela "mind sending" diye bir şey var, rüya göndermek… Bir de şahsın kendisini yukarıdan kuşbakışı görerek kendisine yansıyanları aktarması durumu var.

Bu şamanların durumları gibi mi?

Şamanlarda da var, şamanların şöyle bir olayı var; dünyanın etrafında radyo dalgaları var, o radyo dalgalarıyla en yakın teması kurabilenler şamanlar. Üzerlerinde dünyevî bir şey yok, ellerinde bir deri var, kan grubu vesairesi müsait, o deriye vuruyor ve öyle bir ritim yakalıyor ki o radyo dalgalarıyla bağlantıyı kurunca pek çok şeye vakıf oluyor. Bunu en iyi Kafkaslar yapıyorlar, yapamayanlarsa Afrikalılar. Afrika yorgun bir ırk, artık elemine olmak üzere bir ırk. En cevval olansa Kafkaslar.

Son olarak ebced ve cifr ilimleri bugün bizim ülkemizdeki alimlerce(!) reddedilse de, "Bir Türk Casusun Mektubları" adlı eserinde sizin de belirttiğiniz gibi Isaac Newton`dan başlayarak numeroloji ve onlardaki karşılığı kabbala ile meşgul olarak bir çok hususa vakıf olmuşlardır.

Şimdi ben bakın 1970`li yıllarda özel olarak bir yayın evi kurdum, Havass… Havas ne demek, havasın 24 tane anlamı var, ama halifeler En-Hasül Havastan olmak zorunda. Ebced olsun, cifr vesaire bunların hepsi İdris Peygamberle Mısır`da başlamıştır. Bunlar gizli havas ilimleri… Bir de gizli ilimler var, Avrupa`daki karşılığı da okült, nerede, yer altında. Gizliliğin muhafazasını kilise, okült ilimlere vakıf olanı yakmakla tehdit ederek muhafaza ediyor. Adam gizlediğinden değil, yakılacağı için gizli. Bizde öyle değil, sırlar ilmi… Bir taraf sırlarla meşgul, diğeri gizlemekle meşgul. Mesela Gül Ve Haç`ın kurucusu var, Paraselsus 1500`lü yıllar, sekiz sene Türkiye`de kalıyor bu adam ve Türkiye`deki çok enteresan resimlerini gördüm ben. Notlarını da buldum, diyor ki; "bu Türklerin elinde çok acayib bilgiler var, nereden öğrenmişlerse cam tüb içinde parmak çocuk yetiştiriyorlar" diyor. Tüb bebek dediğimiz hadise, 16. Yüzyılın başı. Bu ebcedin, okültizmin vesaire hepsinin öncesinde Gematria ve Temura var…

Zamanınızı ayrıdığınız için çok teşekkür ederiz Aytunç Bey.

MK ULTRA PROJESİ : SUBLİMİNAL MESAJLAR – Bilinçaltı mesajlara dikkat

Her ne kadar ülkemizde bilinmese de yabancı ülkelerde subliminal mesaj kavramı birçok kişi tarafından bilinir. Subliminal mesajı kısaca, "Kişinin bilinçaltına gönderilen gizli mesaj" olarak tanımlayabiliriz. Türkiye`de kızılötesi ışınlar ve düşük frekanslı reklamlarla tüketiciye gizli propaganda yapılıyor.

Gördüğünüz bir obje aslında size görmediğiniz mesajlar verebilir mi? Veya duyduğunuz bir müzik parçası ile okuduğunuz bir makale size bilmediğiniz bilgileri zihninize gönderebilir mi? İnanmıyorsanız bu bilgilerin hepsini komplo olarak görebilirsiniz.

Göz gördüğüne inanır diye bir söz vardır. Bu söz her zaman için geçerli mi acaba? Çünkü gözümüz gördüğü birçok bilgiyi beyne gönderir. Bizim bir anlık gördüğümüz her türlü bilginin bir yerlerde daha sonra karşımıza çıkabileceğini hiç düşündünüz mü? Bunu ben de şimdiye kadar düşünenlerden değildim. Ta ki Adana Milletvekili Atilla Başoğlu, Başbakan Erdoğan`ın İstanbul`da düştüğü atın 55 ülkede yasaklanan "subliminal" teknoloji ile ürkütüldüğünü iddia ettiği güne kadar. Ve sayın vekilin bahsettiğine göre Türkiye tam bir subliminal cenneti. Çünkü buna karşı en ufak bir tedbir yok. Ne bir engelleme, ne de bir kanun. Peki bunca ülkede yasaklanan bu teknoloji nedir acaba?

Her ne kadar ülkemizde bilinmese de yabancı ülkelerde subliminal mesaj kavramı birçok kişi tarafından bilinir. Subliminal mesajı kısaca "kişinin bilinçaltına gönderilen gizli mesaj" olarak tanımlayabiliriz. Kişinin bilinçaltına subliminal mesaj göndermenin birçok yolu var. Bunları sesli, görsel ve yazı olarak aktarabiliriz. Bunlardan en çok kullanılanı, dijital ses dosyalarına gömülen mesajlardır. Üzerinde oynanabilirliği, işlenilmesi ve yayılması daha kolay olduğundan MP3 dosyaları gizli mesaj için biçilmiş kaftandır diyebiliriz.

İnsan kulağı belirli frekans aralıklarındaki sesleri duyabilir. Ama çeşitli hayvanlar, köpekler ve atlar örneğinde olduğu gibi bu sesler verilerek hayvanları çılgına çevirmek mümkün. Eğer siz bir müzik parçasını rahatça duyabiliyorsanız bu sizin duyabileceğiniz frekans aralığında olduğunu gösterir. İnsan beyninin algısı ise daha düşük ya da daha yüksek frekansları algılayabilecek kapasitededir. Subliminal mesaj içeren bir MP3`ü kulağınızla dinlersiniz ancak içindeki gizli mesajı beyniniz dinler. Bu esnada kulağınız hiçbir şey duymaz. Bu tür mesajların da daha çok heavy metal müziklerde verildiği iddia edilmekte. Yine bu iddiaya göre de bu müziklerde satan (şeytan) kavramı çokça işleniyormuş.

Subliminal mesaj göndermenin bir yolu da görüntülü mesajlaşmadır. Siz ekrana bakarken gözünüzün yalnızca "göz kırpma" hızında bir görüntü ekrana gelip kaybolur. Gözünüz hiçbir şey görmez ancak bilinçaltınız bu mesajı çoktan almıştır. Bir dönem sinemalarda bir kola firmasının ambleminin anlık olarak gelip kaybolduğunu savunan kişiler bazı iddialar ortaya attılar. Daha sonradan bu şirketin subliminal mesaj tekniğiyle reklam yaptığı ortaya çıktı. Bu da gizli reklam olarak çok defa kullanılmıştır.

Gerçek görmediklerimiz mi?

Konunun uzmanlarına göre şu an Türkiye`de kızılötesi ışınlar ve düşük frekanslı reklamlarla tüketiciye gizli propaganda yapılıyor. Bunu özellikle büyük markalar ticari kaygılarla yapıyorlar. Büyük marketlerde insanlara alışveriş yapma isteği empoze edilmesinden tutun da terörist gösterilmek istenen kişiyi terörist olarak algılanmasına kadar tam bir yönlendirme yapmak mümkün bu teknoloji ile.

Subliminal, teknik anlamıyla, insanın bilinçaltını etkileyen, duyu organlarının algısı dışında olan sesler ve görüntülerdir. 1964`te İngiltere, 1974`te ABD olmak üzere dünyadaki 55 ülke, insanlarını bu tekniklere karşı korumaya alıyor. O zaman ortaya ciddi bir sorun çıkıyor. Subliminal teknikle insanlar etkileniyorsa, o zaman insanların doğal olarak kanun yapıcılar tarafından korunması gerekiyor.

Subliminal mesajlar bir film seansında saliselik görüntüler halinde verilebildiği gibi afişlere de gizlenebiliyor. Ayrıca müzik de etkili bir araç. Hızlı müziğin insanları alışverişe yönlendirdiği söyleniyor. Hatta psikologların yaptığı bir deneyde çalan müziğin alışverişte tercihi değiştirebildiği tespit edilmiş durumda. Siyasi alanda da bu teknoloji çok fazla kullanılıyor. Bununla bir siyasi parti rakip partiyi halkın gözünde kötü gösterebiliyor.

Reklamcılık ve subliminal

Subliminal teknolojisi deyince akla ilk gelen reklamcılık sektörü oluyor. 55 ülkede yasaklandığını bildiğimiz bu teknoloji zihne onun izni olmadan ne düşüneceğini, nasıl bir karar vermesi gerektiğini öğretiyor. Bir çeşit hipnoz diyebiliriz belki bu teknolojiye. Mesela siz sinemada bir film seyrediyorsunuz ve filmin arasında birden canınız kola içmek istiyor. Bunu sizin o beylik keyfinizin karar verdiğini sanıyorsunuz ama olay o kadar masum değil ne yazık ki. Filmin ilk yarısında sizin beyninize filmi seyrederken gönderilen mesajlardan ötürü canınız buz gibi kolayı içmek istiyor. Size gidip kola içmenizi söyleyen bir hayalet var ortada yani.

Sanırım bu teknolojiyi yani bilinci yönlendirmeyi konu alan filmler de – hem de Hollywood filmleri- olmuştur. Bunlardan biri de hem Amerika`nın simgesi olmuş hem de Amerika`yla dalga geçen Simsons isimli çizgi filmin bir bölümüydü. Çizgi filmin bahsettiğimiz bölümünde insanlar çok popüler olan bir şarkıyı dinliyorlar ve ardından da askere yazılıyorlardı. Şarkı televizyon kanallarında radyolarda sürekli çalıyordu ve dinlerken kişinin bilinçli bir şekilde algılamadığı ama zihnin idrak ettiği "savaş" fikri dinlenen kulaklarca benimseniyordu.

Çocuklar da hedef

Subliminal mesaj yöntemi maalesef en çok çizgi film, animasyon ve bilgisayar oyunlarında yasal olmayan bir şekilde kullanılıyor. Verilmek istenilen her türlü mesaj, çizgilerle çok rahat bir şekilde işlenebiliyor. Çocuklarımızın saf ve masum zihinleri izlediği bir çizgi filmle, bilgisayarda oynadığı bir oyunla allak bullak olabiliyor.

Çocuklarımıza sevgiyi ve kardeşliği öğütleyen, eğitici ve masum zannettiğimiz çizgi filmlerin arasına, edep ve hayâ çizgisinin önüne geçen çizimler kullanılıyor. Şiddet unsuru içeren görüntüler bunun yanında çok basit kalıyor. Zira şiddet içeren bir çizgi film ya da animasyonu çok rahatlıkla kapatırken; sözde eğitici-eğlendirici bir çizgi animasyonu izlemesine müsaade ediyoruz. Eğlenirken neler öğrendiğini, hangi tehditlere, saldırılara maruz kaldığını bilmiyoruz. Çocuğumuz fark etmeden birçok bilinçaltı mesajları beynine konuk ediyor ve kişiliğinin oluştuğu o en önemli yaş diliminde (0-7 yaş arası) bu görüntüler içeride/bilinçaltında hapsolunuyor.

İşin gerçeği çok da önemsemiyoruz. Çocuğumuz nasıl olsa çizgi film izlerken biz rahat bir nefes alıyoruz ya, ondan olsa gerek, Başımızı ağrıtmasın da ne izlerse izlesin! diyerek çocuğumuzu televizyonla baş başa bırakıyoruz. Ötesini çok da düşünmüyoruz. Ne olacak canım alt tarafı bir çizgi film işte! diyoruz.

Nasıl dur diyeceğiz?

O halde bilinçaltımıza yönelik bu saldırılara karşı nasıl dur diyeceğiz? Bunu engellemek için kimlerden yardım alacağız? Yasal ve hukuki zeminde bilinçaltı mesajları durduracak ne gibi bir çalışma var?

Bilinçaltı reklamlarının etkisinin kanıtlanmasının ardından bir yandan bu yöntemin kullanımı arttı, diğer yandan da bu gibi yöntemlerin kullanılmasını önlemeye yönelik yasalar çıkartıldı.

1964te İngiltere, 1974te ABD olmak üzere dünyadaki 55 ülke insanlarını bu tekniklere karşı korumaya almıştır. Rusyanın Ekatirinburg şehrinde yayın yapan ATN Televizyonun Otur ve ATN izle şeklinde bir gizli mesaj verdiği tespit edilmiş ve 2 ay yayın lisansının iptal edilmesine neden olmuştur.

Ülkemizde RTÜK bilinçaltı reklamı Teknik cihazlar vasıtasıyla televizyon yayınlarında çok kısa süreli görüntüler kullanarak, izleyicilerin ancak bilinçaltıyla algılayabilecekleri ürün veya hizmetlerin tanıtılmasına ilişkin mesajlar içeren reklamlar olarak tanımlamıştır.

Yasalarımız tüketicinin korunması bakımından, gizli reklam ve bilinçaltı reklamı da yasaklamıştır. 3984 Sayılı Yasanın 20. maddesi "Reklamların, program hizmetinin diğer unsurlarından açıkça ve kolaylıkla ayırdedilebilecek ve görsel ve işitsel bakımdan ayrılığı fark edecek biçimde düzenlenmesini, bilinçaltı ile algılanan reklamlara izin verilmemesini" hükme bağlamıştır.

Radyo ve Televizyon Kuruluşları Reklam Yayın İlkeleri ve Usulleri İle Reklam Gelirleri Üst Kurul Paylarının Ödenmesi Hakkında Yönetmeliğin 11. maddesine göre de "Yayınlarda gizli reklam yapılamaz. Programlarda açıkça reklam olduğu belirtilmedikçe ürün veya hizmetler reklam amacını taşıyan şekilde sunulamaz. Çok kısa sürelerle imaj veren, elektronik aygıt veya başka bir araç kullanılarak veya yapılarının ne olduğu konusunu izleyenlerin fark edemeyecekleri veya bilemeyecekleri bir biçime sokarak, bilinçaltıyla algılanmasını sağlayan reklamların yayınlanması yasaktır."

Bunlar da gösteriyor ki bilinçaltı reklamları vardır ve hakkında çareler aranmaktadır. Ancak tüm bunlara rağmen ülkemizde ve dünyada sanal reklam uygulaması kesintisiz devam etmektedir.

Türkiyede ve dünyanın birçok yerinde bilinçaltı reklam yasaklanmıştır ama tüm reklamların, dizi, film ve belgesellerin; işitsel, görsel dosyaların; çizgi film ve oyunların bilinçaltı mesaj içerip içermediği noktasında denetleyecek bir yapı kurulamamıştır.

Bundan dolayı mümkün olduğu kadar bilinçaltı kirleticilerinden uzak durulmalıdır. Hızla gelişen ve sürekli değişen teknolojiyi iyi takip etmeli, gerisinde kalmak şöyle dursun, önünde gitmemiz gerektiği unutulmamalıdır. Zira Hazreti Ebu Bekirin (r.a.) ifadesiyle, Küfrün duvarı ancak kendi taşıyla yıkılır.

MK ULTRA PROJESİ /// VİDEO : PARAPSİKOLOJİ VE CIA

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=Zkfz6JGmDdo

MK ULTRA PROJESİ : Subliminal Mesajlar ve 25. Kare Tekniği

Beynimiz, kulağımıza 20 ile 20 000 hertz arasındaki sesleri iletir. Duyamadığımız titreşim aralıklarında bize dinletilen sesleri beynimiz kulağımıza duyuramaz ve bilincimize depolar.

Neden hepimiz hem rahatsız oluyoruz hem de bütün dizileri kaçırmadan izliyoruz?

Yoksa ekran başında uyuşturuluyor muyuz?

Bizi zehirleyen bir teknik mi kullanılıyor?

Hem kınayıp hem neden dikkatle takip ediyoruz?

25. kare nedir?

Bu yolla nelerimizi kaybediyoruz?

Mesleki ifadelerle zorlaştırılmış bir anlatımla başlamak istemiyorum. Merak edenler için bu karmaşık anlatımları sona ekleyebiliriz diye düşündüm.

Basit bir anlatım tercih edersek televizyon ekranı 25 eşit kareye bölünmüş bir sistem içermektedir. İzlediğimiz görüntüler aslında bu parçaların toplamından gözlerimize yansımaktadır. Biz bu eşit parçalardan 24 tanesi görür ve kolaylıkla algılarız. 25. kareyi ise sessiz sedasız beynimiz şuuraltına iter. Gözlerimiz bu ayrıntıyı seçemez bile.

Ama bilincimiz algılar ve önemser. Tabiri caizse uslu bir çocuk gibi yapılan bu tembihleri uygular. Gözle görülemeyecek kadar kısa sürede patlayan flaşlar şeklinde mesaj ekranda belirir ve biz anlamadan kaybolur.

Görmediğimizi düşündüğümüz bu telkini bilincimiz atlamaz ve hemen derinlerde bir yerlere depolar, biriktirir ve maalesef uygular. Bu gizlenmiş görüntüyü çok yavaş sarıldığı takdirde bazı özel yöntemlerle fark edebilmemiz mümkündür.

Subliminal mesaj nedir?

Eminim birçoğumuz bunu biliyoruzdur. Veya şuuraltına mesaj iletmek olur mu, diye düşündüğümüz oluyordur.

Şayet soruyu böyle sorarsak sadece ekranla sınırlı olmayan bilinçaltı uyarı çeşitlerinden yani bombardımanlarından da söz edebiliriz. Örneğin radyo frekanslarıyla yapılanlar.

Beynimiz, kulağımıza 20 ile 20 000 hertz arasındaki sesleri iletir. Duyamadığımız titreşim aralıklarında bize dinletilen sesleri beynimiz kulağımıza duyuramaz ve bilincimize depolar.

Alfa dalga boyuna gizlenen seslerle farkında olmadan zehirlenebiliriz. Büyük marketlerde dinlediğimiz müziklerin dibine daha çok almamız gerektiği, ancak harcarsak mutlu olacağımız telkini yerleştirildiğini biliyor muydunuz? Ya da radyolarda dinlenilen müziklerin mp3 tekniğiyle zararlı mesajlarla birlikte dinletildiğini?

Örneğin Irakta bu yöntem işgalden önce kullanılmıştır. Direnmen faydasız mesajı radyoda Kuranı Kerim yayının altına gizlenerek verilmiştir. Ve ne kadar keskin sonuçlar alındığını şimdilerde hepimiz üzüntüyle görmekteyiz.

Reklâm panolarının, logoların ve benzeri resimlerin içine gizlenen resim, simge, şekil, kelime, rakamlarla yapılanları da vardır (ABD dolarında olduğu gibi). Hatta koku yolu ile bile subliminal mesaj verildiği kayıtlara geçmiştir.

Bu gizli ve büyük tehlike psikanalistlerin, psikologların, insan yaradılışından çok iyi anlayan uzmanlar tarafından bulunmuştur. İnsanları nasıl daha derinden etki altına alabiliriz? sorusunun cevabı olarak ortaya çıkmıştır.

Gözlemler ve deneyler sonucunda şuuraltına verilen uyarıların daha etkili olduğu doğrulanmıştır.

Reklâmcılık Uzmanı James Vicary adındaki Amerikalı, ilk kullanan kişi olarak kayıtlara geçmiştir.

İlk olarak sinema salonlarında içecek satışlarını arttırması için kullanılmıştır. İlk kullanımı aslında deney niteliğindedir. Sinemada gözlerin seçmeyeceği bu malum kareye buz gibi kola iç yazısı veya resmi yerleştirilmiştir. Film arası verildiğinde bilin bakalım ne olmuştur. Tabiî ki kola satışları patlamıştır.

Başlarda ticari amaçlar için kullanılması hedeflenmiştir.

Ama zamanla işler değişmiştir. Keşke kolayı daha fazla satmak kadar masum girişimler olarak kalsaydı. Tabiî ki öyle olmadı. Bunları sıralamamız mümkündür.

Ürün reklâmı yapmak

Psikolojik yönlendirmeler yapmak (sapkınlaştıran fikirler, ahlaksız saplantılar kazandırmak)

İnanç propagandaları veya siyasi görüş baskısı yapmak (karalama kampanyaları ile bazı dinleri! olumsuz, sevimsiz veya cani göstermek, terörle benzeştirmek.)

Uluslar arası ilişkilere istenildiği gibi yön vermek (Örneğin neden bazı ülkelerin dünyada patron veya en büyük güç olduğunu düşünürüz?)

Yanıltıcı bilgilendirmeler yapmak (Korku paranoyaları aşılamak gibi. Düşünürsek televizyonda çocuklarımıza güçsüz, işe yaramaz, etkisiz insanlar oldukları mesajı veriliyorsa sonucu ne fena olacaktır.)

Savaş tekniği olarak kullanmak

Sıralama daha uzayabilir. Sonuçları çok ağır olacak bir tehlike olduğu kesin olarak söyleyebiliriz. Vaktiyle en masum çizgi filmlerin içine cinsel içerikli o kadar gizli mesajlar yüklemişler ki, onları izleyen nesillerin ne bir dava heyecanı ne de vatan millet aşkı taşımaları mümkündür.

Zaten parklarda sokaklarda henüz ergen olmamış sevgililerin dolaştığına hayretimiz azalarak şahit olmuyor muyuz? Çocuk denecek yaşta derslerini asarak âşık, maşuk provası yapan gençleri başka nasıl izah edebiliriz kendimize. Zaten bu mesajlar direk olarak da veriliyor.

Açık seçik çeşitli kanallarda aşk cinsellik çekinilmeden işleniyor. Ve evlatlarımız bunları izlemek konusunda sınırlandırılmıyorlar. Herkesin kulağında her model mp3 müzik aletleri var. Bakalım benliğimizi değerlerimizi asaletimizi eski haline döndürebilecek miyiz?

Hala da çocuklarımızın izlediği çizgi filmlerde gizlenmiş tek göz sembolleri, Yahudiliğin simgelerinden üçgen prizma, şeytana tapma ayinlerinde kullanılan ritüeller, satanizm simgeleri gibi gerçekliği kanıtlanmış tespitler vardır.

Bunlara internetten ulaşmak mümkündür. Detaylı videolarla gerçekleri belirten çalışmalar var.

1900lü yıllarda kullanmaya başlandığını bildiğimiz bu sistem, yine 1900lü yılların başlarında bir illüzyonist aynı zamanda psikoloji profesörü olan bir bilim adamı tarafından keşfedilmiştir, insanların gözlerindeki bu yanılgıyı ilk o fark etmiştir.

Şimdilerde çığırından çıkan subliminal mesaj fikri böylece ortaya çıkmış ve geliştirilerek 25. kare faciası ve diğerleri kullanılmaya başlanmıştır.

Bu korkunç ve sinsi tehlike kabul edilen bir gerçek mi yoksa varsayım mı? diye sorabilirsiniz. Varsayım denilmesi mümkün değil. Çünkü yasalarda bile düzenlenmiş maddeler var bu konu ile ilgili.

Merak edenler için 3984 sayılı yasanın 20. maddesinde tüketicinin haklarının korunması bakımından şuur altı reklâmların yasak olduğu belirtilmektedir. Ülkemiz hariç dünyada büyük bir teyakkuz vardır bu konuda.

Bilhassa Rusya bu konuda alarmdadır. 1964 de İngilterede, 1974 de ABDde ve daha 55 ülkede insanlarını bu saldırılardan korumak üzere düzenleme ve yaptırımlar uygulamaya başlanmıştır.

Mesela bilgilere göre Rusya da her 5 programdan birinde kullanılıyormuş. Rusya Basın Bakanlığı bu tekniği kullanan yayın organlarının lisanslarını iptal ediyor. Hatta yaygın bir şekilde bu uygulamayı tespit eden detektörler kullanıyorlar.

Zannederiz ki artık bütün ülkelerde kullanılıyor. Özellikle İngiltere ABD gibi ülkelerde.

Irak işgal edilmeden önce direnmenin faydasız olduğuna dair mesajlar verildiğini söylemiştik. Hem de Kuranı Kerim yayını ile birlikte. Ben devleşmiş medya güçlerinin bu tekniği birçok amaçla ülkemizde kullandığını düşünüyorum. Bizim değerlerimizi savunan artık onlarca televizyon var.

Fakat hala izlenme oranları çok düşük. Hâlbuki azımsanmayacak bir çoğunluk olduğumuzdan söz ediliyor. Diğer yayın kanalları daha fazla izleniyor nedense.

Muhafazakâr kesim de onları izliyor, olmayanlar da. Ne kadar hakaretler ediliyor, inançlarımıza saldırılıyor yine de bizler onların dizilerini, haberlerini izlemekten zevk alıyoruz. Eskiden bunun nedenini güzel dekorlar kullanmaları, canlı renkler ve makyajlar, dikkat çekici konu ve konuklar seçmeleri olarak değerlendiriyordum.

Biraz da nefsimize hoş geldiğini kabul ediyordum. Bu konuyu araştırdıktan sonra 25. karelerde bekli de başka kanal açma buradan ayrılma ya da hep bizi izle gibi tembihler olabileceğini düşünmeye başladım. Bunlar masum ve iyi niyetli telkinler, tabiî ki daha fazlasından korkulmalı.

Neden bu kadar dolaylı bir yolla mesaj vermeyi tercih ediyorlar? Uzmanlara göre böylesi daha etkili. Göremediğimiz ve bilincimiz açıkken algılayamadığımız bir şeyi reddetme şansımız hiç yok. Bu hakka sahip değiliz. Çünkü haberdar değiliz. Bu yüzden bu yöntemle uyuşturuluyoruz.

25. karedeki gizli mesajlar bizi etkiliyor.

Diğer 24 karede anlatılanlar zaten bizim için çok olumsuz. Bu durumda bütün kareler bizi şaşırtmak, benliğimizi zedelemek, inançlarımızdan uzaklaştırmak, doğrularımızı yanıltmak, bizi kapital uçurumlara sürüklemek için akşamdan sabaha sabahtan akşama yayın yapıyor.

Gerçekten işimiz çok zor. Üstelik kime sorsak dizileri, programları veryansın eleştiriyorlar ve zararlarından söz ediyorlar. Ama nasıl oluyor bilmiyorum herkes izliyor. İzlemiyoruz diyen kişilerden bile o hafta her hangi bir dizide ne olduğunu öğrenebilirsiniz. Dizi yapımcılarının insafına terk edilmiş bir halde zamanlarımızı boşa harcıyoruz. Harcanıyoruz.

Bütün dindar insanlar hem televizyonun aleyhinde konuşuyoruz hem de akşam birbirimizle bile konuşmadan uyuşmuş gibi televizyon izliyoruz. Misafirlikler gitmeler gelmeler giderek tükeniyor. Herkesin büyük ya da küçük bir ekranı var evinde nasıl olsa. Kimsenin kimseye ihtiyacı kalmadı. Artık eşinizi bile televizyondan seçebilirsiniz.

Tanıdık, eş, dost hükümsüzdür bundan sonra. Ekranlar küçüldükçe yalnızlığımız büyüdü. Ceplerimize girecek kadar küçülen bu teknoloji bizi giderek daha da yalnızlaştırıyor. Arkadaş bulmaya yarıyor fakat insanlığımızı elimizden alıyor.

İlkokul arkadaşlarımızı bile buluyoruz ama dostluğumuzu ve içtenliğimizi kaybediyoruz. En çok yaşlılarımız bu saldırılara maruz kalıyorlar. Son demlerinde, Kuran okuyup ahiret hazırlığı yapacakken üçüncü sayfa haberlerinin tatsızlığında oyalanıyorlar. Ahir ömürlerinde torunsuz, oğulsuz, gelinsiz bırakılmış ihtiyarlarımızı izdivaç programları avutuyor ne yazık ki.

Eğer bunu ticari amaçla yapıyorlarsa yine durumumuz ortada. Kanaatten ve şükürden uzak yoksulları ihmal eden bir toplum olmak üzereyiz. Zamanımız ya ekranların karşısında ya da alış veriş yapacağımız sadece tüketeceğimiz merkezlerde ve caddelerde geçiyor.

Kapitalist güçlerin midesini büyüten çaresiz eğlencelere yönlendirildik. Her birimiz eğlenmek merkezli hayatlar çiziyoruz kendimize. Bizim toplumumuza hiç uymayan davranışlar giderek sıradanlaştı. Bunları sıralasak çok zaman alacaktır. Ahlaki ve maddi olarak çok yıpratıldık ve devam eden kötü bir gidişat var.

Artık sadaka vermez olduk. Daha fazla harcamak, kendimizi iyi hissetmenin bir çaresi oldu. Hâlbuki insan verdikçe paylaştıkça mutlu olan bir varlıktır. Birbirimize gösteriş yaparak mutlu olduğumuzu sanıyoruz.

Neden konuşulmuyor, kriz masaları oluşturularak bir çare aranmıyor? derseniz;

zaten bu yola en çok başvuranlar mallarını her ne pahasına olursa olsun satmayı hedefleyen kapitalizmin zalim zenginleri. Bu tekniğin zararlarını anlatan her türlü yayın organını susturma gücüne sahipler.

Bunları minneti olmayan, paraya ihtiyaç duymadan yayın yapabilen neredeyse hiç bir basın dalı ve camiası yok. Ya da sesleri bu sebepten kısık çıkıyor.

Korunmak için neler yapabiliriz? Tabi ki korunabiliriz. Bizlerin bu durumda çok uyanık olması gerekiyor. Özellikle misyonerlik çalışmaları yapıldığını düşünürsek çok dikkatli olmalıyız.

Algılarımız daima doğruya ve hakikate açık bulunmalı. Daima hazırlıklı ve sağlam durmalıyız. Bu taarruzları atlatabileceğimizi bilmeliyiz. Kendimize ve sahip olduklarımıza güvenmeliyiz.

Yetiştirdiğimiz nesilleri bu tehlikelere karşı hazırlıklı hale getirmeliyiz. Bunun için kendimizi çok iyi yetiştirmeliyiz. Bu bahsedilen tehlikelerin kaynaklarından uzak durmamız çok zor ama zerk edilirken zehri tanımalı ve sağlam bir tevekkülle atlatmayı başarmalıyız.

Not: Gördüğümüz bir ânlık görüntü : 655 satır ve frame/çerçeve denilen 24 küçücük kareden oluşur. Sinema şeridinde, saat, dakika, sâniye olarak bir diziliş vardır.

Her sâniyeden sonra bir yabancı kare gelir ve bir sâniye 24 karedir. Her 24 kare ise bir ekran büyüklüğündeki kareyi oluşturur. Her 327.5 satırda bir de control-track denilen aralık vardır.

İşte bu aralıktaki görüntüler kesilip, aralarına başka görüntüler atılarak 25inci kare oluşturulur ve bu son kare olan 25inci kare ânlıktır. Yani görüntü sâniyede 1/24 olacakken, bu 1/25’e çıkar.

Kareler 25 olunca bir anda bir görüntü gelir ve ânında kaybolur.

Genellikle göz ve beyne görünmez, daha doğrusu görülür ama şuuraltında kalır.

MK ULTRA PROJESİ : Zihin kontrolü konusunda çalışan devletler ve uygulamaları

METİN ACIPAYAM : Hocam zihin kontrolü denince pisijik güç geliyor bu konunun tarihini bize kısaca anlatabilir misiniz ?

VOLKAN KEMAL ERGENEKON: Metin Bey, Pisijik güç zamanın kendisi kadar eski olmakla birlikte bilimsel çevreler tarafından maalesef yeni yeni ciddiye alınmaya başlandı. Artık bilimsel deneyler Pisijik güçlerin var olabileceğini ve onları kontrol edebilirsek, dşünce okumak, zamanda yolculuk, gelecekte ki hadiseleri hissedebilmek gibi imkansız olduğunu düşündüğümüz olayları keşfetmemizin mümkün olabileceğini göstermektedir. Tüm eski inançlarda ve İslam akayidinde insan kainatın bir parçası olarak algılanırken 16.yy da İSAAC NEWTON REUNE DECARTES tarafından insan bir makine gibi algılanmaya başlanmış ve fizik kurallarına tabii tutulmuştur. Nitekim bildiğiniz gibi tüm Ortodoks bilim buradan türemiştir. İnsanı bir makına gibi algılarsak kendi kendini tamir etmesi düşünülemez ve kainatla bir bütünlük oluşturması beklenemezdi. Bu yaklaşım bilimin ilerlemesinde pozitif katkılar sağlarken en basit bir yara iyileşmesini bile açıklayamamaktadır. DR. Rıza Nur ‘un ki kendisi ataistdi ve Atatürk döneminde dört ayrı bakanlık yaptı. Sağlık Bakanlığı dahil. Hayat ve Hatıratım isimli kitabın ikinci cildinde siil hastalığını doktorların iyileştirememesine rağmen yaşlı komlu bir teyzenin okuyarak iyileştirmesini hayretler içerisinde anlatır. Bunun gibi pek çok rahatsızlıklar metafizik metodlarla iyileştirilmektedir.

METİN ACIPAYAM Modern bilim bu konuya nasıl bakıyor efendim?

VOLKAN KEMAL ERGENEKON: Modern bilim artık maddenin atom altı parçacıklarına inebilmekte, orada bir görünüp bir kaybolan ışık parçacıklarını (foton,kuant) varlığından ve bu fotonların düşünce gücünden etkilendiğinden bahsetmekte. Zaten insanın pisijik gücünün maddeyi etkilemesi işte bu atom altı boyutta gerçekleşmektedir.

METİN ACIPAYAM: Kainatta kaç boyut var ve boyutlar arası geçiş mümkün müdür ?

VOLKAN KEMAL ERGENEKON Kainatta onbir boyut olduğunu modern bilim kabul etti ve aynı zamanda bu boyutların arasında geçiş olabileceğide kabul edilmekte. İnsan tıpki bir balığın denizde veya akvaryumda yüzmesi gibi dördüncü boyutta yaşarken titreşimini yeter seviyeye çıkarttığında diğer boyutlarada geçebilir. Işık hızında ki bir varlığın hız kestiğinde (bu yaklaşık olarak metaryelize olarak bir alt boyuta geçmesi gibi) işte bu onbir boyutun hepsine birden kollektif bilinç = saftada = saf enerji = aklı evvel (tasavvufta ki deyimi ile) İnsan gerekli çalışmalarla kollektif bilince ulaşmayı (özüne, Rabbine) başarabilirse diğer insanları eşyaları ve olaylarıda etkileyebilir. Uzakta ki bir olayda yerden, nesneden, kişiden haber alabilir hale gelebilir. Beyin belirli çalışmalarla disipline edilecek olunursa diğer alemleri algılamaya yarayacak yeni sinaptik (iki sinir hücresinin birbirine temas ettiği nokta) yollar oluşabilir ve kişi diğer alemlerin canlıları ile iletişime geçebilecek kapasiteye ulaşabilir.

METİN ACIPAYAM: Peki bunu herkes başarabilir mi ?

VOLKAN KEMAL ERGENEKON: Bazı kişilerde bu yetenek doğuştan varken nadiren ağır hastalıklar sonucuda elde edilebilir. Aynı şekilde belirli zikirlerle bu yetenekler sonradan da kazanılabilinir. Bu kollektif bilinci yani öze ulaşmak için eski kültürlerde halisinojen maddelerle birlikte insanı transa sokan davul ve benzeri aletlerle kullanılırdı.

METİN ACIPAYAM: Gece namazı neden bu konularda çok önemli ?

VOLKAN KEMAL ERGENEKON: Yapılan bilimsel deneyler DMT (dimetil triptofan) nın insan beyninde, epifez dediğimiz bezden gece 1 ila 5 arasında salgılandığını (gece 03 te pik yapmaktadır) ve halisinojen bir madde olduğunu gösteriyor. Bu aynı zamanda üzerlik otunun toğumunda da bulunmakta olup Güney Amerika yerlileri ve Şaman rahipler tarafından transa geçmek ve diğer boyutların canlıları ile iletişime geçmek için kullanılmıştır. Gece ibadetinin ve teeccüt namazının daha eftal olmasının temelinde bu bilimsel gerçeklik vardır. Aynı zamanda epifez bezinden melatonin hormonuda salgılanarak insanı derin uykuya sokar. Nefsini yenip gece ibadetine kalkan kişi hormonlarının etkisi ile demetil triptofan diğer boyutlara geçişi hızlandıracaktır.

METİN ACIPAYAM: Bu tür halüsinojen maddeler istihbarat örgütlerincede kullanılmışmıdır?

VOLKAN KEMAL ERGENEKON: Artık sadece beynimizin değil kalbimizinde ortamda ki bilgiyi alıp yorumlayıp beyne sunduğunu biliyoruz. Ayrıca genlerimizin değişmez değil çevre faktörleri değiştikçe genlerimizinde bunlara adaptasyon sağladığını bedenimizin, yeteneklerimizin, algımızın geliştiğini biliyoruz. LSD, DMT gibi halüsinojen insanların beyinlerini okumak onları yönlendirmek veya onların güçlerinden faydalanarak istihbarat veya faili mechul cinayetleri çözmek için kullanılmaktadır. Bu amaçla istihbarat örgütleri sayısız deneyler yapmıştır. Amaç; ardında hiç bir iz bırakmayan suikastçiler yetiştirmektir.

METİN ACIPAYAM: CIA’nin gizli deneyleri hakkında, ana hatlarıyla bilgi verir misiniz ?

VOLKAN KEMAL ERGENEKON: CIA toplumdan, farkında olmayan kimselere biyolojik ve kimyasal işlemler uygulamıştır. Üçüncü dünya liderleri için suikastler planlamıştır. Zihin kontrolünde uzman Nazi savaş suçlusu doktorları yargılamayarak gizlice ABD’ye getirtmiştir. CIA biyolojik silahlara milyonlarca dolar harcamıştır. Fort Ditrick te şarbon veba hastalıkları üretmiş Newyork ta kimyasal savaş deneyi yapmıştır. Günümüzde ikiz kulelere uyguladığı gibi sarin gazını askeri gönüllüler üzerinde denemiştir. Bunu askerlerden gizlemiş soğuk algınlığına karşı deney yapıyoruz diye bildirmiştir. Bu konuda uygun denekler olarak evsizler, fahişeler, mahkumlar ve azınlıklar kullanılmıştır. Deneyde LSD verilmekte ödül olarakta asla etik olmayacak bir şekilde eroin verilmiştir. Bu konuda uyuşturucu aldığı bilinen askerlerde kullanılmıştır. Bu tür habersiz yapılan deneyler hipotrak yemini ile asla bağdaşmaz. Nitekim ABD hava kuvvetlerinde görev yapan pilotların yakalandıkları zaman Kuzey Kore de biyolojik silahlar kullandıklarını itiraf etmişlerdir.

METİN ACIPAYAM: ABD’nin uç deneylerinden biraz bahseder misiniz ?

VOLKAN KEMAL ERGENEKON: Uç deneylerde önce hafıca kaybı ouşturulur sonra o kişiye yeni bir kimlik verilir giriş kodu verilip amaç doğrultusunda kullanılır. Nitekim CIA bu çalışmalara 1957 yılından beri devam etmektedir. Sorgu için potansiyel kurbanları düşman bilim adamları ve çift taraflı ajanları omuştur. Hafıza kaybı için iki yöntem uygulanmıştır. Elektro şok ve pisijik dalış.

METİN ACIPAYAM: Hocam elekto şok hepimizin bildiği ve duyduğu bir yöntem. Pisijik dalış konusunu biraz daha açmanız mümkün mü ?

VOLKAN KEMAL ERGENEKON: Pisijik dalış tekniğisürekli aynı mesajı dinletme yolu ile gerçekleştirilmektedir. Bu yöntemde hipnoz ön plana çıkmaktadır. Kendi kendine hipnoz yöntemi ile yetiştirilen suikastçı yakalandığında hiçbir şeyi hatırlayamamaktadır. CIA hipnoz ve uyuşturucularla kendi suikastçisini yaratmaya çalışmıştır. Bu suikastlere kendi devlet başkanları Robert Kennedy nin öldürülüşü bunun en güzel örneğidir.

METİN ACIPAYAM: Peki Rober Kennedy ne için öldürülmüştü hocam ?

VOLKAN KEMAL ERGENEKON: Bence en önemli sebeplerin başında zenci ayrımına karşı gelmesi, Vietnam savaşına karşı gelmesi, Fidel Kastronun Kübası ile barış yapmak istemesi ve mason olmayışı. Bu faktörler siyonist yahudi silah tüccarlarını ilaç sektörünü tedirgin etmiştir. Savaşa karşı olan Robert Kennedy bu güruhun tekerine çomak sokmuştur. CIA soğuk savaş döneminde her gayri meşru işi haklı gösteriyor karşı çıkanlara vatan haini damgası vuruyordu. Ulusal güvenlik adına her icraatı meşrulaştırıyor öldürdüğü kişilere kaza süsü veriyordu. Hipnoz deneyleri için elli kurum ile irtibatı olan CIA bu kuruluşlara 30 milyon dolar ödemiş 44 üniversite ve 12 hastane üzerinde bu konuda çalışmalar yapmıştır. Suikast yöntemleri kitapçığında bu konu ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Mossad nin çalşıma faaliyetide bundan farklı değildir. Oda bu tür çalışmaları tamamen etik dışı bir şekilde Filistinli müslüman esilere uygulamaktadır.

METİN ACIPAYAM: Verdiğiniz bilgilerden dolayı çok teşekkür ederim.

VOLKAN KEMAL ERGENEKON: Bana bu fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim…

MK ULTRA PROJESİ /// VİDEO : CIA Zihin Kontrolü

VİDEO LİNK :

MK ULTRA PROJESİ : BEYİN KONTROLÜ

Beyin Kontrol Fenomeni Geçmişte birçok zihin kontrolü ve psikolojik savaş tekniği çeşitli amaçlar için kullanılmış ve günümüzde hala kullanılmakta. Zaten son 30 yıldır pek çok istihbarat örgütünün ana hedefi insan beyninin kontrol altına alınması olmuştur. Bu amaç için milyonlarca dolar gizli laboratuvar çalışmalarına ayrılmıştır.

Kitaplar tarihte zihin kontrolü ve beyin yıkama operasyonlarına maruz kalmış ve bu konuda ünlü olmuş çeşitli isimler ve olaylarla doludur. Basında son zamanlarda iddia edildiği üzere Türkiye’deki bazı teröristlerin yaratılmasında acaba zihin kontrolü teknikleri mi yatmaktadır?

“Zihin kontrolü” psikolojik teknikleri çok iyi kullanan kültlerin, tarikatların veya istihbarat örgütlerinin uyguladığı bir yöntemdir. Temelinde zihin kontrolü bir kişinin veya insan grubunun davranışını kontrol etmek veya değiştirmek için isteği ve bilgisi dışında uygulanan tüm yöntemlere verilen addır.

Diğer bir tanımla, “beyin yıkama” (zihin kontrolü), bireyin farkında olmadan davranışlarının kontrol edilmesi ve değiştirilmesine girişimde bulunmak ve bu amaçla herhangi bir yöntemi uygulamaktır. “Psikolojik savaş” ise çeşitli zihin kontrolü tekniklerini de içine alan daha geniş bir kavramdır. Psikolojik savaş, insanların beyninde ve toplumsal psikoloji üzerinde sürdürülen savaştır, hedefi “reel olmayan” birtakım yanlış bilgileri propaganda, zihin kontrolü, medyanın kontrolü, toplu telkin ve beyin yıkama ile “gerçekmiş gibi” göstermektir. Böylece düşmanın veya karşıt güçlerin beyninde ve psikolojik tabanın da da savaşın kazanılması hedeflenmektedir.

PSİKOLOJİK SAVAŞ TEKNİKLERİ* Çeşitli propaganda faaliyetleri.* Kendini farklı gösterme, demoralizasyon yaratma ve psikolojik kamuflaj teknikleri.* Toplumsal zihin kontrolü.* Bireysel zihin kontrolü.* İleri tekniklerle Mançurya Kobayları (Manchurian Candidate) oluşturma.* Toplumlarda veya bireylerde ideoloji değiştirme, toplum mühendisliği veya toplumu tamamen kendi yönünde devşirme yöntemleri.* Medyanın ve beyinleri etkileyen tüm araçların kayıtsız şartsız kontrolü.* Disinformasyon yayma ve bilgi kirlenmesine yol açma.

Yukarıda ifade edilen teknikler içerisinde en çok uygulanan psikolojik faaliyet şunlardır:

Propaganda, bireysel ve toplumsal zihin kontrolü, kimyasal maddeler yardımıyla kişinin düşüncelerinin etki altına alınması.Toplumsal zihin kontrolü toplumu istenilen doğrultuya yöneltmek, o toplumun kültürünü distorsiyona uğratarak çökertmek veya toplumu istenilen amaçlar doğrultusuna çekebilmek amacıyla tüm topluma yapılmaktadır. Toplumsal zihin kontrolüne en güzel örnek ise Hitler’dir. Hitler’in hitabet sanatını ve diğer teknikleri çok iyi bir şekilde kullanarak kitleleri arkasına takması toplumsal zihin kontrolü olarak tanımlanabilir. Toplumsal zihin kontrolü amacıyla televizyondan basına, reklamlardan filmlere kadar her şey kullanılabilmektedir.

Bireysel zihin kontrolünden anlatılmak istenen, bir insanın belirli bir ortamda beyin elektrofizyolojısini ve kimyasını etkileyerek, kişiliği ve davranış biçimleri istenen amaç doğrultusunda yeniden şekillendirmektir. İstihbarat örgütleri ve istihbarat örgütlen için çalışan bilim adamları yıllarca insan zihnim kontrol etmek amacıyla çeşitli maddeleri kullanmışlardır.

Bu maddelerin çoğu, nörotransmitterleri çok sistematik bir şekilde değiştiren halüsinojenler, amfetaminler ve türevleridir (Nörotransmitter: Beyinde nöron adı verilen sinir hücreleri arasındaki biyoelektriksel iletimi sağlayabilen mekanizma; bu mekanizma sayesinde beyinde farklı yerlerde farklı özelliklere sahip nöronlar birbirleriyle nörotransmitterler aracılığıyla iletişim kurarak, duygu, düşünce, bilinç, his, saldırganlık, zeka, uyanıklık, yaratıcılık gibi fonksiyonları belirlerler).

Örneğin esrar (THC), sodyum pentotal gibi birçok madde bireysel zihin kontrolü amacıyla kullanılmıştır. THC’nin etkisinde bilinç dışına ait çeşitli bastırılmış motifler, imajlar ortaya çıkar. Güçlü halüsinojenler olan LSD, MDA, STP, Meskalin, PCP, İbogain algılanmakta olan her şeyin distorsiyona uğramasına, renklerin, seslerin veya bilinç dışından gelen her türlü düşüncenin değişmesine yol açarlar. Bu ilaçlarla bir kült içinde insanları transa sokmak ve istenilen amaçlar doğrultusunda kullanmak mümkündür. Sodyum pentotal kemo-hipnoz yapmaktadır ve bunu insanları konuşturmak için kullanmışlardır. Gerçekten kimyasal ajanlar kullanılarak yapay anksiyete, hipnoz, rüya görme hali, ağrıya duyarlılığın artırılması ve azaltılması, hafıza kaybı veya hatırlatma, sersemlik, psikoz, yaratıcı düşünce, aşırı duyarlılık oluşturulabilir.

MK ULTRA PROJESİ : ZİHİN KONTROLÜ, GENOM PROJESİ, ETNİK SİLAHLAR GERÇEK Mİ ?

ZİHİN KONTROLÜ, GENOM PROJESİ, ETNİK SİLAHLAR GERÇEK Mİ?

İstihbarat örgütleri bu konuya bilimsel olarak eğilmektedirler. Sürekli çalışmalarla yeni yollar araştırmaktadırlar. Bugün MOSSAD’ın CIA’dan daha başarılı operasyonlar yapmasının iki nedeni vardır. Birincisi, Tevrat’ta Musa Peygamber’e Kenan ilinde casusluk yapmasının emredilmesi. İkincisi de, ideallerinin yüksek fakat güçlerinin az olması ve dünya bilim çevresinde önemli etkinliklerinin olmasıdır.

Tarihte buna örnekler var mı?

Bilinen ilk ve en önemli psikolojik operasyon örneği Hasan Sabbah’tır. Haşhaşi tarikatı da denilen bu örgütlenmede kişiler Haşhaşın etkin maddesi Eroinle keyif duygusuna ve cennet inancına şartlandırılıyor. Hasan Sabbah’a itaat ederlerse hep böyle yaşayacaklarına inandırılıyorlardı. Böylece intihar saldırılarını zevkle yapıyorlardı.

1937’de Stalin’in Halk mahkemelerinde dâvâlıların îtiraflarında bazı kimyasallar kullandığı bilinmektedir. Hatta Macaristan Kardinalinin de bulunduğu bir dâvâda dâvâlılar devlete karşı bir tutum aldıklarını birden itiraf etmişlerdi.

Peki durum ahlâki midir?

Kesinlikle değildir. Mamafih, Dünya Af Örgütü 1992 yılında bir rapor neşretti. Bu durum “İnsanın zihni yetilerini bozmayı, yok etmeyi, değiştirmeyi hedefleyen sorgulama prosedürü ahlâki suçtur denildi. Fiziksel işkence sınıflandırması kadar insanlık dışıdır.” düşüncesi benimsendi.

Hangi yöntemler uygulanıyor?

Klasik yöntem; psikolojik faaliyet, propaganda ve beyin yıkama yöntemidir. En sık kullanılan yöntem; kimyasal maddeler kullanılarak kişinin düşüncesini etkilemektir. Son yıllarda üzerinde çalışan ve durulan yöntem ise elektronik implantlar yerleştirilerek kişinin beynini uzaktan kumanda ile yönetme çabalarıdır.

Elektronik yöntemlere geçmeden önce kısaca kimyasal yöntemlerden söz eder misiniz?

Zihin kontrolü deneylerinde ilk kullanılan madde LSD idi. LSD psikokimyasal bir maddedir. Alan kişide olağanüstü psikolojik değişimler olur. Halüsinasyonlar görür, canlı, neşeli, güçlü duygu, düşünme ve davranışlar içerisine girer. Bu madde beynin ön bölgesinde DOPAMİN isimli zevk maddesini aşırı salgılamaktadır. Bu maddeyi alan bir kişi inandığı konuda olağanüstü eylemler gerçekleştirebilmektedir.

İkinci Dünya Savaşında hem Hitler hem Amerikan ordusu “Amphetamin” isimli uyarıcı kimyasalı kullanarak askerlerin savaş gücünü arttırmayı hedeflemişlerdir. Hatta Hitlerin milyonlarca psikoaktif madde kullanarak ordusunun hareket kabiliyetini çok hızlı hâle getirdiği bilinmektedir.

İçkisine LSD veya uyuşturucu katan kişilerin kolay intihar ettikleri ve kolay insan öldürdükleri bilinen gerçeklerdir. Bu konu da ABD’de gönüllüler, siyahlar ve eşcinseller üzerinde ilginç deneyler yapılmıştır. Deney yapılan kişilerde akıl hastalıkları, yaşayanlarda da erken bunama, erken yaşlanma gözlemlenmiştir. Bu konuda Dr. Armen Victorian’ın kitabında ilginç kaynak ve bilgiler mevcuttur. Kitabın ismi “İnsan Davranışının Manipülasyonu, Beyin Kontrolüdür.” Bu kitap Timaş yayınları arasında tercüme edilerek yayınlanmıştır.

Psikiyatride tedavi amacıyla kullanılıyor mu?

Psikiyatrik uygulamada tanı ve tedavi yöntemi olarak kullanılmaktadır. Narkoanaliz olarak tanımlanan bu yöntemde kişiye damardan kısa süre etkili barbibüratlar verilir. Kişi uyku uyanıklık arası bir boyuttadır. Bilinçaltının üstündeki baskılar aralanır. Kişiyle güven ilişkisi içinde psikoterapödik ilişki kurulabilirse bilinçaltı duygular, eğilimler, hatıralar, şartlanmalar ortaya çıkarılır. İlaçlı hipnoz da denilebilen bu yöntem kişinin bilinçaltı çatışmalarını analiz edip onun tedavisini gerçekleştirmek için kullanılır.

Hipnozla beyin yıkamak mümkün müdür?

Hipnoz bilimsel bir yöntemdir. Kişi hipnotik uykuya geçtiğinde vücut ve beyin uyur, fakat terapistle, kişi arasında seçici bir algılama alışverişi kanalı açılır. Böylece kişi yönlendirilir, düşünceleri, duyguları değiştirilebilir. Psikiyatride hastalıklı düşünceleri yok etmek, sağlıklı düşünceler kazandırmak, ego gücünü arttırmak için bu yöntemi kullanıyoruz. Her bilimsel yöntem gibi hipnozda gösteri malzemesi veya siyâsî amaçla kullanılabilir. Hipnozda ilk şart iki tarafın birbirine güvenmesidir. Daha sonra konsantrasyon gücü artırılır, uygun telkinde bulunulan kişi geçmişine götürülebilir, beyni yıkanabilir, yanlış şeylere inandırılabilir. Ancak kişiye hipnozda istemediği şeyi yaptıramazsınız. Bazı kişiler telkine çok yatkındır, kolaylıkla girerler. Fakat obsesif ve paranoid denilen güvensiz özelliği fazla olan kişileri hipnotik transa geçirmek çok güçtür.

Elektromanyetik etkileme mümkün müdür?

Evren “Radiant Enerji” denilen yayılan bir enerjiden oluşur, gözümüzle gördüğümüz spektrum bir dalga boyudur. Morötesi ve kızılötesi dalga boyları gözümüzle görülmez. Ancak röntgen filmlerinden, termal kameralara, yeraltı su havza haritalarına kadar bir çok alanda kullanılır. Her elektrik kaynağı bir radyasyon neşreder. Bazı radyasyonlar iyonlama yaparak hücre ölümlerine yol açar. Hidrojen atomu frekansına uygun mikrodalga ile MR gibi beyin tomografileri çekilir. Mikrodalga fırınlarda ışınların camı geçerek tabak içindeki suyu buharlaştırdığını biliyoruz.

Mikrodalga ile beyin kontrolü nasıl olur?

Mikrodalga ile uzaktan gürültü hissi oluşturmak mümkündür. Elektromanyetik ritmik vuruşlar kişinin başını elektrikli matkapla oyulduğu hissi uyandırabilir. Çok düşük frekans da (VLF), iyonlamanın olmadığı bir radyoaktivite ile baş ağrısı, çınlama, sinirlilik, depresyon, hâfıza kaybı hatta panik duygusu oluşturulabilir.Radyasyonun diş dökülmesi, kan kanseri, sakat doğumlara neden olduğu yaptığı bilinmektedir. İyonlanmanın olduğu radyasyonlar X ışınları Radyum gibi kanser tedavisinde kanserli hücreleri öldürmek için kullanılır. Bu ışınları uzaktan yönetmek mümkün olmamakta, fakat mikrodalga kaynağını 1-2 km. uzaktan bir hedefe yöneltmek mümkün olabilmektedir. Kötü niyetli kişilerin elinde korkunç bir silah haline dönebilen bir teknoloji insanlık dışı amaçlarla kullanılırsa insanlığın sonu başlar.

Elektronik parça yerleştirmek mümkün mü?

İnsan davranışını kontrol etmek isteyenler hayvan deneylerinde bunu gerçekleştirmişlerdir. FM radyo kanalı ile sinyaller alabilen ve nakledebilen minyatür elektrotlar hayvan kafasına yerleştiriliyor. Maymunda cinsel saldırganlık, boğada âniden durma komutu verme deneyleri başarılı oldu. Yunus balıkları yönetilebildi. ABD’de beynin elektronik uyarılması zihinsel özürlülerde ve eşcinsellerde araştırılmıştır. James Olds isimli araştırmacı beynin hipotalamuş bölgesine elektronik implant yerleştirerek eşcinselleri kontrol etmeyi başardı. Hastalarda korku, heyecan, halüsinasyon oluşturarak davranışlarını ödüllendirdi veya cezalandırdı. Zihin özürlülere de benzer deneyler yapıldı. Bu çalışmalar çok tartışıldı. Bilimin iyiliği değil hastanın iyiliği ön planda tutulması etik kuralına göre çalışmalar durduruldu. FM radyo kanalında sinyaller alabilen ve nakledebilen bu uzaktan beyin elektronik uyarılması ateşli tartışmalara konu oldu. Hatta Fransa’da her doğan çocuğa kimliğini belirtir elektronik parça yerleştirerek ömür boyu nerede olup olmadığını izleyebiliriz tezi bile ortaya atıldı. İnsanın robot gibi tuşlarla kontrol edilmesi çok tehlikeli bir gelişmeydi. Elektronik implantı (Stimoreceiver) bulan Dr. Delgado beynin amigdal ve hipokampus gibi alanlarını canlandırarak neşe, tuhaf duygu, renkli görüntü gözlemlediğini kayıt ederek kitabında açıkladı. Radyohipnotik beyinlerarası kontrol projesi elektronik hipnoz yapmayı amaçlamaktadır. Bu projede kişiye istemediği şeyler yaptırmak mümkün hale gelecektir. Tuşlarla kontrol edilen insana ne yaptırılmaz ki! Elektromanyetik enerjinin biyolojik bilimlerde kullanılması yeni bir gelişme midir? Bugün psikiyatride beynin ürettiği sinyalleri kaydederek beyin fonksiyonel görüntülemesi yapılabilmektedir. Klasik EEG’nin bilgisayar devriminden sonra analog sinyallerin sayısallaştırılması ile beyin haritası çıkarılıyor. Beynin hastalıklı çalışan alanlarını görüntüleyebiliyoruz. Tanı ve tedaviyi güçlendirmek için işe yarayan bir yöntemdir. Hatta ilaç tedavisinin biyoyararlılığını hasta izlerken görselleştirmiş oluyoruz. Elektromanyetik enerjinin tedâvide kullanımı yeni gelişmelerdendir. TMS denilen bir yöntem ile ilgili araştırmalar hâlen sürmektedir. Beynin ön bölgesine elektromanyetik uyarı vererek Depresyonu tedâvi etme projesi Elektroşok tedavisine alternatif olarak işe yarayacak gibi görünmektedir.

Bir de duyu ötesi algı var. Bu konuda neler söyleyebiliriz?

Birleşik Devletler parapiskolojik araştırmalara büyük bütçeler ayırmaktadır. Beş duyuyu kullanmada insanın geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman hakkında bilgi edinmesi çok ilgi çeken bir konudur. Telepati, Durugörü (Clair-voyance), Altıncı his de denilen bu algılama biçimi hakkında şu anda bilimsel çalışmalarda sağlam deliller yoktur. Sesin, elektromanyetik frekansın, lazerin varlığı başka dalga boylarının varlığına kanıt olabilmektedirler. Zihni kontrol etmenin, ikizlerin, anne-çocuk arasındaki uzaktan duygusal etkilenmelerin nasıl olduğu henüz çözülemedi. Rüya laboratuarlarında telepati yolu ile kavram ve imaj uyandırıldığının gözlemlenmesi elektronik psikiyatri açısından devrim niteliğindeki çalışmalardır. Durugörü veya beden dışı sezgi denilen bir yöntemde de bazı denekler odada gizlenmiş nesnelerin yerini tespit etmeyi başarabiliyorlar. “Remote Viewing, remote sensing” denilen uzaktan görme ve hissetme özelliği olan insanların bunu nasıl başardıkları bilimsel ilgi alanına girmektedir. Uzaktan görüşün elektromanyetik işleyişi çözülebilirse insanlığın kaderi etkilenecektir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz insanın zihninin uzaktan kontrol edilmesi dünya için sosyal ve politik etkileri çok fazla oluşacağı gelişmeleri getirecektir.

ELEKTROMANYETİK SİLAHLAR

Elektromanyetik silahlar tehdit ediyor

Beyinler kontrol altında

Takip edildiğinizi, gözetlendiğinizi hissettiğiniz oldu mu hiç? Kimsenin duymadıklarını duyup, görmediklerini mi görüyorsunuz?

Hareketlerinizi kontrol edemeyip istemediğiniz şeyleri mi yapıyorsunuz?

Hafızanızı kaybettiğiniz oldu mu? Çok mu unutkansınız?

Ya da insanların özellikle üzerinize üzerinize gelip sizi şiddet, gürültü, kaba muamele vs. gibi yöntemlerle taciz ettiklerini mi düşünüyorsunuz?

Belki de kasıtlı olarak tecrit edildiğinizi ve mali açıdan yoksullaştırıldığınıza inanıyorsunuz…

Muhakkak ki bu ve bunun gibi pek çok soruya farklı cevaplar verilebilir ve bunlar çok çeşitli şekillerde yorumlanabilir. Fakat en sivri yorumlar “delisin” veya “beynin kontrol ediliyor” olurdu herhalde. İki yüzü keskin bıçak yani. Bir bakıma ikisi de paranoyaklık… Zaten ikinci şık eninde sonunda insanı paronayak eder gibi geliyor bana. Belki bu sebepten “zihin kontrol operasyonları” son birkaç aydır iyiden iyiye girdi gündemimize. Ardı ardına bu konuyla ilgili kitaplar basılıyor, televizyon ve radyo programları yapılıyor. Duyuyoruz ama duyduklarımıza inanamıyoruz. İddialar oldukça ciddi. Hal böyle olunca insan sormadan duramıyor “gerçekten de beyin kontrolü mümkün mü?” diye.

Birilerinin bizim bilgimiz ve istemimiz dışında beynimizi kontrol edip bilgi yüklediğini, hatta bu yöntemle cinayet bile işletilebileceğini düşünmek bile korkunç. Hatta bir insanlık suçu. Bu suçun baş failleri ise ABD ve Rusya… ABD’nin baş yardakçıları ise İngiltere ve Kanada. Çin ve Kuzey Kore’nin de masum olduğunu söyleyemeyiz.

Asında beyin kontrol çalışmalarının kökleri Hitler Almanyasına kadar uzanıyor. Öyle anlaşılıyor ki 2. Dünya savaşını müteakip Almanya’dan kaçan bilim adamlarına kucak açan ABD ve Rusya cereyan eden soğuk savaş esnasında boş durmamış ve birer fantaziden öteye gitmemesi gereken düşüncelerini hayata geçirmişler. Zihin kontrolü alanındaki gelişmelerin ilk ipuçlarını, 1969 yılında Dr. Delgado’nun kaleme aldığı “Beynin fiziksel kontrolü-Psiko-medeni bir topluma doğru” adlı kitapta buluyoruz. Delgado beynin içine soktuğu tellerle (elektrot) beynin muayyen bölgelerini uyarıyordu. Örneğin beyninin bir noktasını uyararak parmaklarının büzülmesini sağladığı hastasına parmaklarını aç dediğinde hastasından “Doktor, sanırım sizin elektriğiniz benim irademden daha güçlü” cevabını alıyordu.

Çalışmalar dört bir koldan devam ediyordu. Tarihler 16 Temmuz 1977′yi gösterdiğinde ise New York Times gazetesinde akıllara durgunluk veren bir haber yayınlanıyordu: “ABD insanlığın esir edilebileceği görünmez silahlar geliştiriyor.” Bu haberden sadece bir yıl sonra yayınlanan Walter Boward imzalı Beyin Kontrol Harekatı kitabı ise gelinen noktayı bir nebze olsun aydınlatıyordu. Boward aynen şunları yazıyordu: “Bu araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beyinin uyarılması, ultrasonik, mikrodalgalar, alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi ve davranış değişiklikleri terapisidir. CIA psikolojik silah stoklarını, psişik silahların değişik tiplerini geliştirmeyi başararak artırmıştır. Şimdi bu kabiliyetleriyle yeni tip bir harbe girişmesi mümkündür. Bu harp görünmez, muharebe sahası ise insan zihinleridir.” Diğer bir deyişle kan dökmeden zafer kazandıracak görünmez silahlar. İz yok, delil yok, dolayısıyla suç yok… Kirli emelleri için ne kadar da uygun bir yöntem.

Elektromanyetik dalgalar

Artık teknolojinin, çip veya beyne sokulmuş elektrotlara ihtiyaç duymadan beyne müdahale edebilecek noktaya geldiği iddia ediliyor. Belli merkezlerden gönderilen elektromanyetik dalgaların beyne yöneltilmesi sayesinde kurbanın beyin fonksiyonlarına müdahale edilebiliyor. ‘Sinyal istihbaratı’ denilen teknik içinde elektrik akımı bulunan her şey çevresine elektromanyetik dalga yayar prensibine dayanıyor. Tekniğin ilk ayağı da insanın EEG’sinin (elektroencephologram) yani beynin işleyişi sırasında yaydığı e.m. dalgalarının manyetometreler vasıtası ile ölçülmesi. 3-50 herz arasında değişen beyin dalgaları aynı parmak izleri gibi her insanda farklılık gösteriyor. Beyin dalgaları ölçülüp bilgisayara kaydedilen herkes uydular ve yerleşik aygıtlar sayesinde dünyanın her yerinde 24 saat takip edilebiliyor. İddialar bununla da bitmiyor. Çok gelişmiş bilgisayarlar yardımıyla kişinin öfke, acı, endişe, küçümseme, ümitsizlik, dehşet, sıkıntı, kıskançlık, korku, uyku, terör… hallerinde beynin yaydığı radyasyon frekansları kaydediliyor ve daha sonra istenilen psikolojiye uygun frekanstaki elektromanyetik dalga dışarıdan beyne gönderilerek oluşturulabiliyor. Yani bu elektromanyetik dalgalar sayesinde kişinin düşünceleri ve davranışları kontrol altına alınabiliyor. Teknolojinin aynı yöntemle kişinin sözlerini ve gördüklerini de saptayabilecek duruma geldiği öne sürülüyor. Bu elektromanyetik silahların beyin kontrolünden başka depremlere neden olabileceği, uçakları düşürebileceği… de ifade ediliyor.

“Beyaz ses”

İnsan beynini kontrol altına almayı kafalarına koyan mihraklar elektromanyetik dalgaların yanı sıra birçok masum(!) yöntemi de kullanıyor. Bunlardan en çok bilineni göz ve kulağın algı alt ve üst sınırlarına göre yapılan yayınlar. Bilindiği gibi duyabildiğimiz tüm ses, en düşük bastan en yüksek tize kadar 16 ilâ 20000 hz arasında. Yani bütün ses dalgaları arasında iğne ucu kadar bir aralık. Bu değerlerin altındaki ve üstündeki sesler insan kulağı tarafından pas geçiliyor fakat beyin tarafından algılanıyor. Taa 1974 yılında Amerikalı bilim adamı Joseph Sharp bir askerî hastanede bir kişinin beynine başkaları duymadan ses göndermeyi başardı. Bu yöntemde hasta mesajı gönderene karşı koyamıyor çünkü beyninin algıladığı sesleri kulakları duymuyor. Bu yöntem gizli telkinlerde çok kullanılıyor. Şuuraltı telkin için en iyi yöntem ise müziğin gerisine psiko-akustik denilen özel metodlarla telkin mesajları kaydedilmesi. Velhasıl sesler gaibden değil özel cihazlardan geliyor. Aynı şekilde gizli görüntülerle telkiner de yapılabiliyor. Bunun sırrı ise 25. karede yatıyor. Televizyon veya sinema seyrettiğimiz bir görüntü 24 kareden oluşuyor. Gözlerimiz 25. kareyi göremiyor ama beynimiz algılıyor. İşte bu 25. kareye çeşitli telkin mesajları, ideolojik fikirler yerleştirilebiliyor.

MKULTRA

Bu gün ortaya çıkan belgeler de gösteriyor ki zihin kontrol operasyonları aman tanımaz, etikten yoksun ve işkence boyutlarına ulaşan bir denme sürecinden geçmiş halende deneylerin sürdüğü ifade ediliyor. Bu öyle bir deney ki kobayları bütün insanlık.

Tanıkların ifadeleri ve belgeler ışığında CIA’nın yüzlerce insan üzerinde 1950′lerden bu yana denemeler yaptığı bugün artık bir sır değil. Zihin kontrol deneylerinde insanların kobay olarak kullanıldığı söz konusu programların kod isimleri “MKULTRA, MKSEARCHE, ARTICHOKE VE BLUEBIRD” idi. Deneyler esnasında birçok deneğin dengesini kaybettiği, birçoğunun öldüğü ve büyük bir kısmının da intihara teşebbüs ettiği iddia ediliyor. Dr. Armen Victorian Beyin kontrolü-İnsan davranışlarının manipülasyonu adlı kitabında MKULTRA’yı şöyle tarif ediyor: “MKULTRA programı kimyasal, biyolojik ve radyolojik maddelerin insan davranışlarını kontrol etme hedefli gizli operasyonlarda kullanılmasına yönelik bir seri araştırma ve geliştirme projesinin adıydı. Vurguyla ifade edilirse, CIA belgelerinden biri, bariz bir şekilde insan davranışlarını kontrol etme deneylerinde, radyasyon, elektrik şoku, psikolojinin çok sayıda dalı, toplumbilimi, antropoloji gibi ek yöntemlerin yanısıra askeri araç gereçlerin kullanıldığını göstermektedir.”

ABD’de zihin kontrol deneyleri sadece CIA tarafından değil ABD Ordu Haber Alma Dairesi ve Ordu Kimyasal silahlar ofisi tarafından da yürütüldü. Askerlere bir kağıt imzalatarak gönüllü olarak kobay olmaları sağlandı. Ordu daha çok halüsinasyon etkisi yapan uyuşturucu maddelerin kullanıldığı özellikle de LSD’nin kullanıldığı deneyler yaptı. LSD aldıklarından haberi olmayan askerler zihin kontrol operasyonları ile ilgili bilgiler açıklandıkça nasıl bir deneye kurban verildiklerini anladılar. Aynı deneyde görevli arkadaşlarının ani ölümleri olayları aydınlatıyordu.

İş rayından çıkınca NSA aleyhine davalar ardı sıra açılmaya başlandı. Bunlardan biri istihbarat ajanları tarafından uzaktan beyin kontrolü deneylerinde kullanıldığını iddia eden George Farguhar. 1984 yılından bu yana uzaktan monitörlerle takip edildiğini 1997 yılından beri de mikrodalga radyasyon saldırılarına ve beyin kontrol deneylerine maruz kaldığını öne süren Farguar beyin kontrol polisleri adını verdiği ajanlarla Project Freedom/ özgürlük projesi adını verdiği web sitesinde mücadele etmeye çalışıyor.

ABD’nin insanlık dışı deneyleri

Ortadoğu’yu kimyasal silah üretmekle suçlayan ABD, anayasasına göre yurttaşlar üzerinde gizli askeri deney yapılması yasal oldundan bakın ne insanlık dışı deneyler gerçekleştirdi. ‘Kitle imha silahları geliştirmekle’ suçladığı Irak’ı işgal eden, ardından da benzer nedenlerle Suriye, İran ve Kuzey Kore’yi hedef göstermeye başlayan ABD, yıllardır kimyasal ve biyolojik silah geliştirmek uğruna yaptığı sayısız deneyde kendi yurttaşlarını kullandı. Üstelik Amerikan anayasasına göre yurttaşlar üzerinde gizli askeri deneyler yapılması yasaldı. 1977 yılından itibaren yirmi yıl süreyle yürürlükte kalan bu madde, Körfez Savaşı’ndan sonra bazı sivil örgütlerin girişimiyle böyle bir yasadan haberdar olan halkın tepkisi üzerine 1997 yılında geri çekildi. Amerikan istihbaratı ile Savunma Bakanlığı’nın çoğu zaman ortaklaşa gerçekleştirdiği bu deneylerin başlangıç tarihi, 1930′lara kadar uzanıyor. II. Dünya Savaşı’nın ardından Almanların ve Japonların bu konudaki deneyiminden de yararlanan ABD, Soğuk Savaş sırasında dünyanın en korkunç biyolojik silah deposu haline geldi.

Nazi savaş suçluları çalıştırıldı

ABD’nin 34. başkanı General Dwight D. Eisenhower ‘ın Nazi savaş suçlularına çalışmalarını Amerika’da devam etmeleri karşılığında dokunulmazlık verdiği biliniyor. Almanların sayısız insan hayatı ve hayal bile edilemeyecek işkenceler karşılığında elde ettikleri bilgileri edinmek isteyen Eisenhower, Nazi toplama kamplarında gerçekleştirilen araştırmalardan ”yararlanılması” emrini vermişti. Daça toplama kampında Yahudiler üzerinde gerçekleştirdiği korkunç deneylerle tanınan Dr Hubertus Strughold ve onun gibi 34 Nazi ”bilim adamı” uzay tıbbı çalışmalarına Amerikan topraklarında devam edebilmeleri için Teksas, San Antonio’daki Randolph Hava Kuvvetleri Üssü’ne getirildi. Ataç Projesi kapsamında toplam 3 bin kadar Nazi savaş suçlusuna ABD ve Kanada topraklarında çalışma izni verildiği tahmin ediliyor. Tarihçiler ve bilim adamları, CIA tarafından Amerikan ve Kanada (başta MKULTRA projesi olmak üzere ABD’de yapılan bazı deneylerin bir ayağı da Kanada’da sürdürülmüştür) vatandaşları üzerinde gerçekleştirilen deneylerin çoğunun Nazi ölüm kamplarında yapılan insanlık dışı deneylerin bir devamı olduğunu ortaya koymuşlardır.

Zihin kontrol deneyleri

Soğuk Savaş’la birlikte Rusların zihnin kontrolü alanında kaydettikleri ilerlemelere karşılık CIA da zihin kontrol tekniklerine olan ilgisini ve bu konudaki araştırmalarını yoğunlaştırdı. Dehşet veren araştırmalarda, psikotropik ilaçlar kullanılarak beyin yıkama ve insan zihnini kontrol etme deneyleri yapıldı. Vietnam Savaşı sırasında sorgulanan insanları itirafa zorlamak için aynı yöntemler kullanıldı. Belki de tüm bunlar arasında en rahatsız edici olanı, belgelerin büyük bölümü sonradan CIA tarafından yok edildiği için ve ilgili kişilere ulaşılamadığı için insan kobaylar üzerinde yapılan deneylerin gerçek boyutlarının bilinmiyor olması. Zihin kontrolü deneyleri arasında en acımasız ve en geniş kapsamlı olanı 50′li yıllarda başlayıp 70′lere kadar süren ünlü MKULTRA projesiydi. Üniversitelerde, hapishanelerde, akıl hastanelerinde, yetimhanelerde ve uyuşturucu bağımlıları rehabilitasyon merkezlerinde yürütülen deneylerin yanı sıra kentlerin olası bir saldırıya karşı ne kadar dirençli olduğunu ölçmek için kalabalık yerleşim birimleri de kimyasal ve biyolojik maddelere maruz bırakıldı.

Gizli deneyler kronolojisi

1931

Dr. Cornelius Rhoads , Rockefeller Tıbbi Araştırmalar Enstitüsü’nün gözetiminde insan deneklere kanser hücreleri aşıladı. Daha sonra Maryland, Utah ve Panama’da ABD Ordusu Biyolojik Silah tesislerini kurdu ve ABD Atom Enerjisi Komisyonu’na tayin edildi. Buradaki görevi sırasında Amerikan askerlerine ve hastanelerde yatan sivil hastalara radyoaktif madde verilmesini içeren bir dizi deneye başladı.

1932

Tuskegee Frengi Araştırmaları başladı. Frengi teşhisi konulmuş ancak hastalıkları kendilerine bildirilmemiş 200 siyah erkek tedavi edilmek yerine hastalığın seyrini ve belirtilerini izlemek amacıyla kobay olarak kullanıldı. Sonuçta hepsi frengiden ölen bu insanların ailelerine onların aslında tedavi edilebilecekleri asla söylenmedi.

1935

Pelagra Olayı: Milyonlarca insan 20 yıl içinde Pelagra’dan (vitaminsizlikten kaynaklanan bir hastalık) öldükten sonra ABD Kamu Sağlığı Hizmetleri Ajansı nihayet hastalığın kökenine inmek için harekete geçti. Ajansın müdürü en az 20 yıldır Pelagra’nın niasin eksikliğinden kaynaklandığını bildiklerini, ancak ölümlerin büyük kısmı yoksul siyah halk arasında gerçekleştiğinden harekete geçmediklerini itiraf etti.

1940

Chicago’daki 400 tutukluya yeni ve deneysel ilaçların etkilerinin araştırılması amacıyla sıtma mikrobu enjekte edildi. Daha sonra Nürmberg’de yargılanan Nazi doktorlar, Soykırım sırasında kendi yaptıklarını savunmak için bu Amerikan araştırmasını örnek gösterdiler.

1943

Japonya’nın tam kapsamlı biyolojik silah programına karşılık ABD de Fort Detrick askeri üssünde biyolojik silahlarla ilgili araştırmalar başlattı.

1944

1944 Amerikan Donanması gaz maskelerini ve koruyucu kıyafetleri denemek için insan kobaylar kullandı. Gaz odasına kapatılan bu denekler hardal gazı ve levisit’e maruz bırakıldı.

1945

Ataç Projesi başlatıldı. Nazi bilim adamlarını işe alan ABD Dışişleri Bakanlığı, Ordu İstihbarat ve CIA, onlara ABD’de çok gizli hükümet projelerinde çalışmaları karşılığında dokunulmazlık ve yeni kimlikler verdi. ”Program F” , ABD Atom Enerjisi Komisyonu tarafından başlatıldı. Bu program, atom bombası üretimindeki en önemli kimyasal maddelerden biri olan ‘florid’ in insan sağlığı üzerindeki etkilerini araştıran en geniş kapsamlı çalışmaydı. Araştırma sırasında floridin insanoğlunun bildiği en zehirli kimyasallardan biri olduğu ve merkezi sinir sistemi üzerinde büyük hasara yol açtığı anlaşıldı; ancak elde edilen bilgilerin büyük bölümü atom bombalarının yapımının engelleneceği korkusuyla ulusal güvenlik adına gizli tutuldu.

1946

Savaş gazilerine hizmet veren hastanelerdeki hastalar, tıbbi deneylerde kobay olarak kullanıldı. Kuşkuları ortadan kaldırmak için ne zaman böyle bir hastanede gerçekleştirilen bir çalışmayla ilgili rapor hazırlansa, ”deney” sözcüğü yerine ”araştırma” ya da ”inceleme” sözcüklerinin kullanılması emredildi.

1947

1947 ABD Atom Enerjisi Komisyonu, insan deneklere damardan radyoaktif maddelerin verileceği deneylere başlayacağını bildiren gizli bir belge yayımladı. CIA, Amerikan istihbaratı tarafından silah (zihin kontrol, beyin yıkama aracı) olarak kullanılabilmesi için LSD araştırmalarına başladı. Hem sivil hem asker denekler haber verilerek ya da verilmeyerek bu deneylerde kullanıldı.

1950

Savunma Bakanlığı, nükleer silahların çöllerde denenmesi ve bombanın etki alanı içinde kalan insanların sağlık problemlerinin ve ölüm oranlarının gözlenmesi için planlar yapmaya başladı. Amerikan kentlerinin bir biyolojik saldırı durumunda ne ölçüde zarar göreceğini belirlemek için ABD donanmasına bağlı gemiler San Francisco kentine bakteriden oluşan bir bulut püskürttü. Çok sayıda insan zatürree benzeri belirtiler göstererek hastalandı.

1951

Savunma Bakanlığı hastalığa neden olan bakteri ve virüslerin kullanıldığı açık hava deneyleri başlattı. 1969 yılına kadar süren bu deneylerde geniş kitlelerin bu bakterilere maruz kaldığından kuşkulanılıyor.
Sentetik virüsle hastalık ürettiler

1953

ABD ordusu, kimyasal maddeleri dağıtmak konusunda ne kadar etkin olduklarını belirlemek amacıyla Fort Wayne, Minneapolis, Winnipeg, St Louis ve Leesburg, Virginia’da çinko kadmiyum sülfür gazıyla yüklü bulutlar saldı.

Ordu, Donanma ve CIA’nın ortaklaşa gerçekleştirdiği deneylerde New York ve San Francisco’da yaşayan on binlerce kişi solunum yoluyla bulaşan mikroplara maruz bırakıldı.

CIA, MKULTRA projesini başlattı. Resmi olarak 11 yıl süren bu araştırma programı, zihin kontrolünde kullanılabilecek ilaçların ve biyolojik silahların üretimi ve denenmesi için tasarlanmıştı.

1955

Geniş kitlelere biyolojik maddeleri bulaştırabilme yeteneğini ölçmek isteyen CIA, ordunun biyolojik silah cephaneliğinden alınmış bir bakteriyi Florida’daki Tampa Körfezi’ne saldı.

1956

Amerikan ordusu, sıtma mikrobu taşıyan sivrisinekleri Georgia’nın Savannah ve Florida’nın Avon Park bölgelerine bıraktı. Her deneyin ardından kendilerini kamu sağlığı görevlileri olarak tanıtan ordu ajanları mikrobun kurbanlar üzerindeki etkilerini inceledi.

1960

Savunma Bakanlığı, Avrupa ve Uzakdoğu’daki halklar üzerinde LSD’yle ilgili saha denemeleri yapılması için onay verdi. MKULTRA kapsamında Avrupa’da yapılan deneyin kod adı Üçüncü Şans Projesi, Asya’dakine de Derbi Şapkası Projesi denildi.

1964

CIA ve Savunma Bakanlığı, ortaklaşa, zihin kontrol tekniklerinin araştırıldığı MKSEARCH Projesi’ni başlattı. Aynı yıl resmen sona erdirilmiş gözüken MKULTRA Projesi aslında MKSEARCH Projesi’yle birleştirilmişti. MKSEARCH Projesi, davranış ve algı bozukluklarına yol açan kimyasallar (uyuşturucular) yoluyla insan davranışlarını yönlendirme çalışmalarına verilen ad.

1965

Philadelphia’daki Holmesburg Eyalet Cezaevi’ndeki tutuklulara, ABD’nin Vietnam Savaşı’nda bitki örtüsünü ve ormanları yok etmekte kullandığı yüksek oranda zehire sahip Portakal Gazı’nın kimyasal bileşeni olan dioksin verildi. Tutukluların daha sonra kanser taramasından geçirilmeleri, Portakal Gazı’nın başından beri kanserojen bir madde olduğundan kuşkulanıldığını gösterdi.

1966

CIA, yine MKULTRA’nın devamı olan Proje MKOFTEN’ı başlattı. Bu, belli kimyasalların insanlar ve hayvanlar üzerindeki zehirleyici etkilerini araştıran bir projeydi.

ABD ordusu tarafından New York kenti metrosuna Bacillus subtilis mikrobu verildi. Ordu bilim adamlarının bakteriyle dolu ampulleri havalandırma ızgaralarına atmaları sonucu bir milyonun üzerinde insan bu zehirli havayı soludu.
1967

CIA ve Savunma Bakanlığı, yine biyolojik ve kimyasal silahları denemeyi amaçlayan MKNAOMI Projesi’ni hayata geçirdi.

1969

Savunma Bakanlığı’ndan Dr. Robert MacMahan , 5-10 yıl içerisinde, ”insanın bağışıklık sistemine saldıran ve hiçbir ilaçla tedavi edilemeyen sentetik bir virüs geliştirmek için” Amerikan Kongresi’nden 10 milyon dolar ödenek talep etti.

1970

Ödeneğin sağlanmasının ardından CIA gözlemi altında yürütülen proje, ordunun çok gizli biyolojik silah tesisi olarak bilinen Fort Detrick’teki Gizli Operasyonlar Bölümü’nde başlatıldı. Burada, AIDS benzeri virüsleri ayrıştırmak için moleküler biyoloji teknikleri kullanıldığı yolunda spekülasyonlar giderek arttı.

ABD, DNA’larındaki genetik değişiklikler ve varyasyonlar nedeniyle hassas olan belli etnik grupları hedef almak ve yok etmek amacıyla tasarlanmış ”etnik silahları” geliştirme çalışmalarını yoğunlaştırdı (Military Review, Kasım 1970).

1975

Fort Detrick’deki Biyolojik Silah Merkezi’nin virüs bölümüne Fredrick Kanser Araştırma Tesisleri adı verilerek Ulusal Kanser Enstitüsü’nün (NCI) denetimine verilir. ABD Donanma sı’nın burada kansere neden olan virüsleri geliştirmek amacıyla özel bir virüs kanser programı başlattığı tahmin ediliyor. Bilim adamları burada, aynı zamanda, hiçbir bağışıklığın bulunmadığı bir virüs ayrıştırdılar. Bu virüse sonradan HTLV (İnsan T- hücresi Lösemi Virüsü) adı verildi.

1977

Senato’da yapılan oturumlarda 239 yerleşim bölgesinin 1949-1969 yılları arasında biyolojik maddelerle zehirlendiği doğrulandı. San Francisco, başkent Washington, Key West, Panama Kenti, Minneapolis ve St. Louis bu bölgelerden sadece birkaçı.

1978

Salgın Önleme Merkezi (CDC) tarafından gerçekleştirilen deneysel Hepatit B aşılama çalışmaları New York, Los Angeles ve San Francisco kentlerinde başladı. Araştırma denekleri bulmak için verilen ilanlarda özellikle çok eşli eşcinsel erkekler arandığı vurgulandı.

1981

İlk AIDS vakalarının New York, Los Angeles ve San Francisco’daki eşcinsel erkekler arasından çıktığı doğrulandı. Bu vakaların ortaya çıkması AIDS’in Hepatit B aşısı yoluyla bulaştığı yönünde spekülasyonların da yayılmasına neden oldu.

1985

Öldürücü bir koyun virüsü olan VISNA HTLV’ye (İnsan T-hücresi Lösemi Virüsü) çok benzediği ortaya çıktı. Bu benzerlik, iki virüsün ortak evrimsel ilişkisine işaret etmekteydi.

1986

Ulusal Bilimler Akademisi Tutanakları’na (83: 4007-4011) göre HIV ve VISNA virüsleri, HTLV ile neredeyse aynıydı (ufak bir kısım hariç yüksek oranda benzerlik taşıyordu). Bu bilgi, HTLV ve VISNA virüslerinin, doğada hiçbir bağışıklığı bulunmayan yeni bir virüs ayrıştırmak amacıyla birleştirilmiş olabileceği spekülasyonlarını doğurdu.

Kongre’ye sunulan bir rapor, ABD hükümetinin ürettiği bu yeni virüslerin, aralarında dünyada bilinen hiçbir tedavisinin bulunmayacağı şekilde genetik mühendislik yoluyla üzerlerinde oynanmış virüslerin ve kimyasal maddelerin bulunduğu gerçeğini ortaya koydu.

1987

Savunma Bakanlığı, biyolojik silah geliştirilmesini yasaklayan uluslararası bir sözleşme bulunmasına karşın, ülke çapında 127 tesiste ve üniversitede araştırma çalışmalarını sürdürdüğünü kabul etti.

1994

Houston’daki MD Anderson Kanser Merkezi’nden Dr. Garth Nicholson, ”gen izleme” adı verilen bir teknikle, Çöl Fırtınası Operasyonu’ndan dönen askerlerin birçoğunda, biyolojik silah yapımında kullanılan bir mikrop olan mycoplasma incognitus’un değiştirilmiş bir cinsini keşfetti. Moleküler yapısının yüzde 40′ına HIV protein tabakası katılmış olması mikrobun insan yapımı olduğunu göstermektedir.

Senatör John D. Rockefeller , Savunma Bakanlığı’nın en az 50 yıldır yüz binlerce askeri personeli deneylerde kobay olarak kullandığını ve bilinçli olarak tehlikeli maddelere maruz bıraktığını açıklayan bir rapor yayımladı. Bu maddelerin arasında, hardal gazı, sinir gazı, radyasyon ve Körfez Şavaşı sırasında kullanılan kimyasallar bulunuyor.

1995

ABD Hükümeti, insanlar üzerinde tıbbi deneyler gerçekleştirmiş Japon savaş suçlularına ve bilim adamlarına biyolojik silah araştırmalarıyla ilgili bilgi karşılığında maaş ve dokunulmazlık teklif ettiğini kabul etti.

Dr. Garth Nicolson , Körfez Şavaşı’nda kullanılan biyolojik silahların Houston, Teksas ve Boca Raton Florida’da üretildiğini ve Teksas Cezaevi’ndeki tutuklular üzerinde denendiğini gösteren kanıtları ortaya serdi.

1996

Savunma Bakanlığı, Çöl Fırtınası’na katılan askerlerin kimyasal maddelere maruz kaldığını kabul etti.

1997

Seksen sekiz Kongre üyesi, biyolojik silah kullanımı ve Körfez Savaşı Sendromu ile ilgili soruşturma açılmasını talep eden bir mektup imzaladı.
Manhattan Projesi Nagasaki’yi yerle bir etti

Almanya’da Adolf Hitler’in iktidara gelmesiyle Yahudi kökenlilere yapılan baskılar sonucu, aralarında dünyaca ünlü Nobel ödüllü fizikçi Albert Einstein’ın da olduğu çok sayıda değerli bilim adamı çareyi ABD’ye sığınmakta buldu. İkinci Dünya Savaşı yaklaşırken, Başkan Franklin Roosevelt’e mektup yazan ünlü fizikçi, Nazi rejiminin yakında atom bombası yapabileceği uyarısında bulundu. Roosevelt, Einstein’ın uyarısını dikkate alarak, atom bombası geliştirilmesini öngören ‘Manhattan Projesi’ni devreye soktu. Ne var ki Einstein, atom bombasının yapımında rol almadığı gibi, buna açık bir dille de karşı çıkmıştı. Ancak Almanya’nın 7 Mayıs 1945′te teslim olmasının ardından atom bombası yapma işinde korkulduğu kadar ciddiyetle uğraşmadıkları ortaya çıktı. Bu proje çalışmaları sonunda ABD, yaptığı atom bombalarını, Japonya’yı teslim olmaya zorlamak için, Hiroşima ve Nagazaki’ye attı.

MK ULTRA PROJESİ /// VİDEO : Zihin Kontrolü mümkün mü ?? /// Telegram ve 25. Kare Nedir ?? / // (TOPLAM 5 BÖLÜM)

VİDEO LİNK :

http://www.dailymotion.com/video/xkrzid_beyin-zihin-kontrolu-mumkun-mu-telegram-ve-25-kare-nedir-parca-5-de-1_tech

http://www.dailymotion.com/video/xks0av_beyin-zihin-kontrolu-mumkun-mu-telegram-ve-25-kare-nedir-parca-5-de-2_tech

http://www.dailymotion.com/video/xks176_beyin-zihin-kontrolu-mumkun-mu-telegram-ve-25-kare-nedir-parca-5-de-3_tech

http://www.dailymotion.com/video/xks1ty_beyin-zihin-kontrolu-mumkun-mu-telegram-ve-25-kare-nedir-parca-5-de-4_tech

http://www.dailymotion.com/video/xks23k_beyin-zihin-kontrolu-mumkun-mu-telegram-ve-25-kare-nedir-parca-5-de-5_tech

MK ULTRA PROJESİ /// VİDEO : Zihin Kontrolü ve Gerçekleri ( Hasan Mezarcı – Cübbeli ) – (BÖLÜM 1 – 2 – 3)

VİDEO LİNK :

http://www.dailymotion.com/video/xpzs8t_zihin-kontrolu-ve-gercekleri-hasan-mezarci-cubbeli-part1_news

http://www.dailymotion.com/video/xpzs90_zihin-kontrolu-ve-gercekleri-hasan-mezarci-cubbeli-part2_news

http://www.dailymotion.com/video/xpzs95_zihin-kontrolu-ve-gercekleri-hasan-mezarci-cubbeli-part3_news