Etiket arşivi: yazar

KİTAP TAVSİYESİ : Ermeni Suçlamaları ve Gerçekler /// YAZAR : E. ORG. İLKER BAŞBUĞ

SATIN ALMAK İÇİN BURAYA TIKLAYIN.

EDEBİYAT DÜNYASI : KEMALİZM DÜŞMANI BİR YAZARIN PORTRESİ – ORHAN PAMUK VE LAİK TANIMI

Pamuk laikleri kızdıracak!..

Orhan Pamuk, Türkiye’de laik kesimin kendisini Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gücüne yasladığını ve “son 5-10 yılda yaşanan çatışmanın, Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne yaklaştırmak isteyen ılımlı İslamcılarla, silahlı kuvvetlere dayanmak isteyen bu laikler arasında yaşandığını, Türkiye’deki ılımlı siyasi islamcıların, demokrasiye laiklerden daha saygılı olduklarını” kaydetti.

Nobel Ödüllü romancı Orhan Pamuk BBC radyosunda İngiliz yazar Kenan Malik’e açıklamalarda bulundu. En önemli amacının bugünü eserlerine yansıtmak olduğunu aktaran Pamuk bir siyasi militan olmadığına dikkat çekti. Pamuk o nedenle kitaplarına siyasi konuları yansıtmadığını belirterek konunun gazeteciler tarafından abartıldığını savundu.

Gazeteport sitesinin BBC’den derlediği habere göre Pamuk, Türkiye’de laik kesimin kendisini Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gücüne yasladığını ve “son 5-10 yılda yaşanan çatışmanın, Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne yaklaştırmak isteyen ılımlı İslamcılarla, silahlı kuvvetlere dayanmak isteyen bu laikler arasında yaşandığını, Türkiye’deki ılımlı siyasi islamcıların, demokrasiye laiklerden daha saygılı olduklarını” da kaydetti.

AÇIK KONUŞTUĞUM İÇİN TEPKİ GÖRDÜM

Orhan Pamuk, geçen yıl bir İsviçre gazetesine verdiği demeçte yer alan Ermeni soykırımı ve Kürtlerle ilgili sözlerinin hatırlatılması üzerine, “bizim gibi toplumlarda, aile içinde olup bitenleri, kendi içimizde sır olarak tutma geleneği vardır. Ben belki bunları açıkça konuştuğum için tepki gördüm” diye konuştu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Atatürk ve Türkiye’deki laiklik tartışmaları ile ilgili bir soruyu da yanıtlayan Pamuk, “Atatürk Batı yanlısı ve laik bir kişiydi. Türkiye’de modernite ve batı yanlıları, genellikle üst ve orta sınıftan insanlar arasından çıkmıştır. Yani zenginler hep daha batılı olmuştur” dedi.

Pamuk, siyasi konularda ve Türkiye’nin geleceğine ilişkin soruları yanıtlarken, “Bir yazarın görevi, geçmişte ne olduğu ile ilgilenmek değildir. Onun görevi, bugünün parlak gerçeğini eserlerine yansıtmaktır. Benim için gelecekte ne olacağı önemli değildir. Ben bir edebiyatçıyım. Siyasi eylem adamı veya militan değilim”derken, şöyle konuştu: “Benim için önemli olan, bugünü ve hayatı kitaplarıma romanlarıma nasıl yansıttığımdır. Zaman zaman siyasi konularda ettiğim laflarla başımı derde sokmuş olabilirim. Ama bu, siyasi bir ajandam olmasından değil, sadece aklımdan geçenleri söylediğim için olmuştur. Çünkü kendime ait köşeli düşüncelerim var ve vicdani kanaatlerim var. Bunları söylemişimdir.”

KİTAP TAVSİYESİ : 1. DÜNYA SAVAŞINDA İZMİR SAVUNMASI /// YAZAR : CELAL ÖCAL

DEĞERLİ DOSTLARIMA

1.DÜNYA HARBİNDE İZMİR KÖRFEZİ SAVUNMASI adlı kitabı görmek öğrenmek isteyenlere 100 yıl önce İngiliz,Fransız ve Rus Donanmasının İzmir’i işgal girişiminin nasıl engellendiğini anlatıyor.

SANCAKKALE GEÇİLMEZ:

1.Bölüm: Tarihi Gerçekler 1914-1918 Kara,Hava,Deniz Harekatı

İzmir’in savunulması.

Türk Havacılığı

1915 yılı Ege Bölgesinde Hava Harekatı.

1916 yılı Hava saldırıları.

1917 yılı Hava saldıraları

1918 yılı Ege Bölgesinde hava harekatı.

II.Bölüm: Mondros Mütarekesi ,İşgal dönemi ve İstiklal Harbi.

III:Şehitliklerimiz ve Kitabeler

Şehitlikler

İzmir’i savunan topları İzmir’e kazandırma girişimi.

Sancakkale ve Uzunada

IV.Türk Hava Kuvvetlerinin kuruluşunun 100.yılı.

-En yaşlı Türk Pilotlarına şükran ziyaretleri.

-Avrupa ve Türkiyede I.Dünya Savaşının 100.yılı anma törenleri.

-İzmir üzerine tespitler

-Osmanlı Harbiye Nezaretinin resim sanatını değerlendirmesi.

-Sakız Kaptan-ı Derya Nasuhzade Ali Paşa Şehitliği

Kitabı edinmek isteyenler turkdunyasihaklari yazabilir.

Saygılarımla

Celal Öcal

Fevzipasa Bulvari NO:136
Dogruel Ishani 7/703
Cankaya / iZMiR / TÜRKiYE
Tel/Fax +90 232 441 13 52
Web: http://www.turkdunyasihaklari.org.tr
E-mail: turkdunyasihaklari

KİTAP TAVSİYESİ : OKU ÇÖZÜM İÇİMİZDE – ATA MİRASI ULUS /// YAZAR : MURAT AKBAŞ

ÖZEL BÜRO NOTU :KİTAP İÇERİĞİ ÇOK ZENGİN. TÜRK SİYASİ HAATINA YENİ BİR BAKIŞ VE YENİ ÇÖZÜM ÖNERİLERİ GETİRİYOR. YAZAR MURAT AKBAŞ’a ULAŞMAK İSTERSENİZ murat–akbas ADRESİNDEN ULAŞABİLİRSİNİZ. KİTAP TÜM SATIŞ NOKTALARINDA.

BALYOZ DAVASI : Balyoz tertibine destek olan yazarlar /// TERTİP NASIL BAŞLADI ??

Balyoz tertibi böyle başladı

Anadolu Adalet Sarayı, 31 Mart günü tarihi bir an yaşadı. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ‘Hak ihlali’ kararının ardından yeniden yargılanan 53’ü general, 33’ü amiral 236 sanık, suçları sabit olmadığından beraat etti. Karar, sanıkların “Türkiye sizinle gurur duyuyor” sloganı eşliğinde alkışlandı.

Aralarında eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, eski 1. Ordu Komutanları emekli Orgeneraller Çetin Doğan ve Ergin Saygun ile emekli Orgeneral Bilgin Balanlı, MHP İstanbul Milletvekili emekli Korgeneral Engin Alan ve emekli Kurmay Albay Dursun Çiçek’in de bulunduğu 236 sanıkla ilgili 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı, bir karanlık dönemin sonunu getirdi.

Balyoz davası, Türkiye’nin hukuk, siyasi ve askeri tarihinin en utanç verici davasıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı en büyük tertiptir. Balyoz, ABD emperyalizminin yerli işbirlikçileri ile birlikte milli ordumuza kurdukları bir pusudur. Türkiye’yi milli çıkarlarını savunamayacak hale getirmek, TSK’yı vatanı koruyan bir güç olmaktan çıkarmak amaçlanmıştır.

“Fatih Camisi bombalanacaktı”, “Kendi jetimizi düşürecektik”, “200.000 kişiye tutuklama” gibi en utanmaz manşetleri attılar. Yargıtay 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı onamasından sonra ise “Altın kılıçlar iade” (Taraf), “Balyoz kararı emsal olacak” (Vatan), “Hapisten ağır” (Akit), “Ders olsun (Zaman) diye sevinç çığlıkları kopardılar.

ŞEMANIN BAŞINDA ENGİN ALAN VARDI

Sahte bir darbe kurgusu yaratmak gerekiyordu. “Askeri vesayeti kaldırıyoruz” söylemi altında yargı ve emniyet dahil, devletin bütün olanakları kullanılmalıydı. Tertibin hazırlıkları 2007 yılında başlatılmıştı, fakat fikri alt yapısı daha önceye dayanıyordu. MİT, Tuncay Güney’in yalanlarına dayanarak hazırladığı “Ergenekon şeması”nı 2003 yılında Genelkurmay’a da göndermişti. Eski İstihbarat Daire Başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, “O şemayı ben de gördüm” diyor. Pekin, şimdiye kadar bilinmeyen bir gerçeği açıklıyor: “Şemanın başında Engin Alan vardı. Hatta ondan daha üst rütbeliler daha alt sıradaydı. Şemada Hüseyin Gülerce bile vardı.” Anlaşılan tertipçiler Engin Alan’ı, Çetin Doğan’ı Ergenekon’a katamamışlar, bir başka kumpasa, Balyoz’a saklamışlardı.

HEPİMİZ BİRAZ UÇTUK’

Balyoz’un en utanmaz savunucularından ve o dönemde Taraf yazarı Alper Görmüş’ün yazısı bir itiraf gibiydi. Görmüş, Onursal Başkanlığını Fethullah Gülen’in yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın 2004 yılında düzenlediği bir toplantıya katılmış, Cemaat’in önde gelenleri, 10-15 kişilik gruba “Askeri vesayet nasıl kırılır?” sorusunu yöneltmiş ve görüşlerini sormuşlar. Görmüş, toplantının havasını şöyle anlatıyor:

“Toplantının ‘radikal demokrasi’ atmosferi hepimizi etkiledi, hepimiz biraz uçtuk… Aramızdan biri, belki de askeri vesayeti ortadan kaldırmanın yegane yolunun, başarısız kalmış bir askeri darbe girişiminin ardından eski ve yeni darbecilerin derdest edilip yargılanmaları olduğunu temenni, öneri birbiriyle çarpıştı.”

Kısacası Cemaat ve konukları bir “savaş senaryosu”nu tartışmışlar. Bu savaşın, Cemaat ile Türk ordusu arasında geçeceği anlaşılıyor. En parlak fikir olarak, “Bize bir başarısız darbe girişimi gerekiyor” fikri öne çıkmıştı!

7 Mart 2003 tarihinde 1. Ordu’nun plan seminerinin nasıl “başarısız darbe” senaryosuna dönüştürüldüğü, TSK’nın nasıl sanık sandalyesine oturtulduğu, generallerin nasıl “derdest” edildiği şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Böylece 1. Ordu’nun semineri “suç”, “Türk ordusunun hesabını nasıl görürüz” kumpası ise “beyin fırtınası” oldu!

GÜVENCELİ TERTİP

TSK’dan intikam almanın yolu bulunmuştu. Komplonun fikri düzeyde hayata geçirilmesi böyle başlamıştı. Şimdi sırada, davanın temelini teşkil eden ve bugün tamamının sahte olduğu yargı kararıyla doğrulanan dijital verilerin imal edilmesi vardı. Ceza yargılamasının en önemli unsuru “delil”dir. Delil yoksa yargılama olmaz. Savcı dava açamaz, iddianame düzenleyemez, mahkeme yargılama yapamaz. Balyoz davasında savcıların ve mahkeme heyetinin en önemsediği “delil”, sahte dijital verilerdi. İki bine yakın sözde delil üretildi. Dava sürecinde savunmanın sunduğu 30’a yakın ulusal ve uluslararası teknik bilirkişi raporu, bu sözde delillerdeki zaman, mekân, kavram tutarsızlıklarını kanıtlıyordu.

Bu verilerin tesadüfen oluşturulma ihtimali yoktu. Bir suç çetesi, TCK’da karşılığında ceza olan eylemlere korkusuzca kalkıştıklarına göre cezalandırılamayacaklarına dair güvencelere sahip olmalıydılar.

MAHKEME DEĞİL SUÇ ÖRGÜTÜ

Balyoz davasının, soruşturmada tutuklama kararları veren mahkeme üyelerinden oluşmuş bir mahkemeye (özel yetkili 10. Ağır Ceza Mahkemesi) verilmesi kuşkusuz bir rastlantı değildi. Yargılamayı yapacak 10. ACM Mahkeme Başkanı Zafer Başkurt, duruşmalar başlamadan iki gün önce görevden alındı.

MAHKEME VİCDANSIZDI

Özel Yetkili 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hakikati araştırmak gibi bir derdi yoktu. 21 Eylül 2012 tarihinde 325 sanık hakkında ağır hapis cezaları içeren hükmü oy birliği ile verirken vicdanlarında en ufak bir rahatsızlık duymadılar. Onlar, Cumhuriyet’in değil bir suç örgütünün “özel yetkili” hakim ve savcılarıydılar.

ZULME KARŞI DİRENME HAKKI

Davada delillerin değerlendirilmesi safhası atlandı, savunma tanıklarının hiçbiri dinlenmedi, savunmanın talep ettiği bağımsız bilirkişi raporu isteği reddedildi. Hüküm anında mahkemede sanıkların avukatları bile yoktu. Bunca hukuksuzluğu duruşmalara girmemekten başka protesto seçeneği kalmayan avukatlar, bir suç örgütünün zulmüne karşı direnme haklarını bu şekilde kullanmayı seçmişlerdi.

Balyoz tertibine destek olan yazarlar

Taraf gazetesinin yayınlarıyla başlayan Balyoz tertibinde Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararının ardından yeniden görülen Balyoz Davası karara bağlandı. Davada yargılanan tüm sanıklar beraat etti. Tertip süresince Balyoz’da yargılananlar hakkında en ağır yazıları yazıp türlü suçlamalarda bulunan yandaş basın ve Cemaat basını, beraat kararlarını küçük gördü. Köşe yazarları ise şimdilik sessiz. Peki daha önce neler demişlerdi, gelin hatırlayalım:


TARİHİ BİR ADIM

Ahmet Altan – Taraf – 22 Eylül 2012

Darbecilerin aldıkları cezalar, bundan sonra darbeyi düşünecek olanları caydıracak bir örnek oluşturacaktır… Balyoz’da verilen cezalar “darbe” hayali kuran birileri varsa onları epeyce ürkütecektir ama sadece buna güvenemeyiz. Devleti “kimsenin ele geçiremeyeceği” sağlam bir yapı hâline getirmeliyiz… Balyoz davası, tarihimizde önemli adım.


CEZASIZ KALMIYOR

Mehmet Baransu – Taraf – 22 Eylül 2012

Ve bir darbe planı ilk kez hukuki bir karara bağlandı. Bu bir hukuk devrimiydi. İnsanların hapse girmesinden mutlu değilim. Ancak hayatın ve hukukun bir kuralı var. Herkes yaptığının sorumluluğunu üstlenmeli. Hukuk da bunun için var. Ve suç cezasız kalmamalı, kalmıyor da… Bu karar Türkiye’de devrim niteliğinde olacak. Artık darbe planlamanın rahat yapılacağını düşünmüyorum.

ŞAŞIRMADIM

Fatih Altaylı- Habertürk – 22 Eylül 2012

Mahkemenin kararları beni hiç ama hiç şaşırtmadı. Mahkeme sürecini yakından izleyince, yargıçların nasıl bir karar alacağını tahmin etmek pek de güç değildi. Benim şahsi kanaatimi soracak olursanız söyleyeyim. Bu bazı üst düzey komutanların darbe planladıklarından hiç ama hiç kuşku duymuyorum.

MEMNUNUM

Nazlı Ilıcak – Sabah – 22 Eylül 2012

Benim için önemli olan -askeri vesayetin sona ermesi adına-, darbe teşebbüsünün yargılanmasıydı. Balyoz’un yargılanması, yanlışın vurgulanması ve doğru istikametin gösterilmesi açısından lüzumluydu.


EMSAL OLACAK

Cengiz Çandar – Hürriyet – 23 Eylül 2012

Bundan böyle, ‘vatanı kurtarmak’ gerekçesi ve bahanesiyle ‘askeri darbe’ hesapları güden silahlı kuvvetler mensuplarının önünde Balyoz Davası, bir ‘caydırıcı emsal’ olarak yerli yerinde kalacak.

Dolayısıyla Balyoz Davası, ‘askeri vesayet rejimi’ne nokta koymak, ‘darbe zihniyeti’ni ve ‘darbeciliği’ ağır biçimde cezalandırmak bakımından tarihi bir anlam taşımaktadır.

VESAYET ÇÖZÜLÜYOR

Hasan Cemal – Milliyet – 23 Eylül 2012

Artık bu ülkede darbe zor! Askerle politika demokrasilerde olması gereken olağan rayına oturmaya başladı. Askeri vesayet çözülme yolunda…

DARBECİLİKLE HESAPLAŞMA

Oral Çalışlar – Radikal – 22 Eylül 2012

TSK’nın bir dönem, iki dönem öncesi komutanları da dahil, onlarca general tutuklu. Bu davalar, bu ruh hali, darbeciliğin siyaset karşısındaki yenilgisinin işaretidir. “Yargılananlar suçlu mudur, değil midir” konusu ise ayrı bir tartışma başlığı.


DARBELERE SON

Mahmut Övür – Sabah – 22 Eylül 2012

Mahkemenin karar vermesi biraz uzadı ama sonuç sivilleşme ve demokratikleşme açısından tarihi bir dönüm noktası… Yargı, geçmişte ifadesi dahi alınamayan dokunulmaz generallerin, sivilleri küçümseyen tavırlarına, baskısına rağmen pes etmedi tarihi görevini yerine getirdi.

ASKERE DOKUNULDU

Amberin Zaman – Habertürk – 22 Eylül 2012

AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte yıllarca siyasete kâh alenen kâh perde arkasından egemen olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne gerçek anlamda dokunuldu. Ergenekon ve bir alt dosyası olarak tarif edebileceğimiz Balyoz Davası Türkiye’de sivilleşmenin en önemli sembolleri haline geldi.

TSK’NIN İMAJI

Mehmet Ali Birand – Milliyet – 22 Eylül 2012

Bugün, toplumun çeşitli kesimlerinde TSK’ nın yetenekleri hakkındaki kuşkular giderek artıyor.

Şimdi 404 asker yargılanıyor. Bunların yarısı “Komplo” veya “Kötü niyetle” açılmış davalardan kaynaklansa dahi, diğer yarısı dahi soru işaretleri oluşturmaya yetiyor. Üst rütbeli komutanın karıştığı casusluk iddiaları insanları hayretler içinde bırakıyor.

BABIALİ BALYOZCULARI!…

Hikmet Genç – Star – 22 Eylül 2012

Bu ülke ilk defa darbecilerle yüzleşti.. Sivil mahkeme darbeci askerleri yargıladı ve karara bağladı… Milletin tepesine ‘Balyoz’ indirmeyi planlıyorlardı.. O kaldırdıkları ‘Balyoz’un altında kendileri kaldı!..

YENİ BİR ÜLKE

Mehmet Kamış – Zaman – 22 Eylül 2012

Umut ediyorum ki Balyoz kararları yeni bir ülkeye uyanmamızı sağlar. Suça karışanların ağa babalarını değil de suçu konuşmaya başlarsak kimse hesaba çekilmeyeceğini düşünüp darbeye teşebbüs edemez, devlet içinde çeteleşme yoluna gidemez…

İBRET VESİKASI

Hilal Kaplan – Yeni Şafak – 23 Eylül 2012

Mezkur karar,bir ibret vesikasıdır. Çünkü “böyle gelmiş, böyle gider” inancıyla haraket eden darbeci kadrolar, ‘sıradan insanlar gibi’ ilk defa hukuka tabi kılınıp cezalandırılmıştır. Bir darbe girişimi, tarihimizde ilk defa hukuk mekanızması içerisinde yargılandı ve cezalandırıldı. Darısı darbe yapma amacında ‘muvaffak’ olanlara…

VESAYET GERİLEDİ

Cem Küçük – Yeni Şafak – 23 Eylül 2012

Balyoz davasının açıklanan sonuçlarıyla askeri vesayet bir miktar geriletildi gibi görünüyor. Halen yürümekte olan Ergenekon, 28 Şubat ve 12 Eylül davalarının sonuçları da Türkiye’nin siyasi yapısını iyice değiştirecek görünüyor.

DARBECİ NESLİN TASVİYESİ

Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak – 10 Ekim 2013

…Pek çok elebaşı hakkında verilen kararın yerinde olduğuna hiç şüphe yoktur. Bu dava, Türkiye”de bir döneme son noktayı koymuştur. Darbeci bir neslin tasfiyesini tamamlamıştır.

ARTIK BALYOZ YOK

Mümtüzer Türköne – Zaman – 10 Ekim 2013

Unutmayalım: Balyoz davasının en önemli sonucu, koca generallerin rütbelerinin sökülmesi, yani askerlik mesleğinden tard edilmesi olacak.

BALYOZ İNDİ

Mustafa Ünal – Zaman – 11 Ekim 2013

Darbe artık affedilmez suç. Rütbesi ne olursa olsun, darbeci dokunulmaz değil. Balyoz millete değil, darbecilere indi. Demokrasi kurtuldu.

KORKUNÇ PLAN

Erhan Başyurt – Bugün – 21 Ocak 2010

Toprağın altı cephanelik, üstü darbe planı kaynıyor. Taraf gazetesi, yeni bir darbe planını daha ortaya çıkardı. Yeni darbe planı “BALYOZ” adını taşıyor.

Bu planların daha vahimi daha dehşet verici olanı var mıdır?

YETER ARTIK

Ergun Babahan – Star – 24 Ocak 2010

Yeraltından çıkan law silahlarına boru dediniz. İktidar partisine karşı hazırladığınız planlara kağıt parçası dediniz.Çocukları bombalamayı öngören Kafes planını yok saydınız, görmezden geldiniz.

Şimdi de 1. Ordu’nun Balyoz Planı’na tatbikat diyorsunuz. Hiç sıkılmıyor musunuz? Geceleri rahat uyuyor musunuz?

RADİKAL

İsmet Berkan – Radikal – 24 Ocak 2010

Adına ‘Balyoz’ denen bir darbe planını konuşuyor Türkiye. Bir konuda sevinebiliriz, 2003’te de yapılmış olsa bu hazırlıklar boşa çıkmış, ülkemiz darbe yaşamamış… Son olarak dün Radikal’de, darbe gerçekleşse bu gazetenin de darbecilerin kara listesinde olduğunu öğrendiniz. Çok da şaşırtıcı değil.

PANİK

Ekrem Dumanlı – Zaman – 21 Ocak 2010

Taraf Gazetesi yine gazetecilik tarihine geçecek bir habere imza attı. 2003 yılında hazırlanan geniş kapsamlı bir darbe planını aşama aşama şerh ediyorlar… Belli ki cuntacılar panik yaşıyor. Suçüstü yakalananlar çareyi yargı ve medyadaki dostlarını yardıma çağırmakta buluyor… Gazeteciler, siyasetçiler, iş dünyası… Herkes cuntacılar ve onların uzantıları üzerine kafa yormak zorunda…

KİTAP TAVSİYESİ : İz Bırakanlar /// YAZAR : CAN EREL

Bir kitap tanitmak istiyorum. ITU ucak muhendisi cok yakin bir arkadasim olan Can Erel tarafindan arastirmasi yapildi ve kaleme alindi; basligi "Can’ca Türkiye’de, Endüstrinin Gelişiminde İz Bırakanlar". Can bu kitaptan saglanan tum geliri kendi olusturdugu ITU Ucak Muhendisligi bolumunde kiz ogrencileri okutma bursuna yatiriyor ve burs basvurularini bizatihi kendi degerlendiriyor. Ben sahsen kitabin icerigini okuduktan sonra Turkiye’mize bu denli ozverili katkilari olan bu kahramanlarimiz hakki7ndaki kendi bilgisizligimden utandim.

Asagidaki linkler size gereken onbilgileri verecektir.

Kitap ile ilgili detay ve temin bilgisi:

http://canerel.com.tr/v2/index.php/kitap

Başarı Bursu ile ilgili detay:

http://canerel.com.tr/v2/index.php/basaribursu

Ayrica Aktuel Bilim programindaki su soylesi seni Can Erel hakkinda epey fikir sahibi yapacaktir.

https://www.youtube.com/watch?v=AF2lZTCCHic

Kitabin ve boyle degerli bir vefa urununun en genis cevreye dagitimi, iletimi, duyurumu icin yapacagin katkilara simdiden mutesekkirim.

Saglicakla,

Suleyman Gokoglu, Ph.D.

Senior Scientist

NASA Glenn Research Center

Personal e-mail: Suleyman.Gokoglu

ERGENEKON DOSYASI /// Emin ÇÖLAŞAN : TAKUNYALI FÜHRER KİTABININ YAZARI Ergün Poyraz mezarlık temizliyor !..

Sevgili okuyucularım, yazar Ergün Poyraz’ın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi desem yeridir.

Olayı çok kısaca özetliyorum:

Ergün Poyraz düzmece Ergenekon davasında ilk tutuklanan kişilerden biri oldu. Temmuz 2007’de girdiği Silivri Cezaevi’nden Mart 2014’te öteki sanıklarla birlikte tahliye edildi.
Hapishanede de kitaplar yazdı. İçeride ve dışarıda yazdığı kitaplarıokuyan Tayyip Ailesi’nin sinir sistemi fena halde bozuluyordu.
Bazı kitapları şunlar:
Musa’nın Çocukları, Patlak Ampul, Hilafet Ordusundan Arap-Kürt Partisine, Kalpazan, Takunyalı Führer.
Hapishanede yazdığı son kitabın adı “İplikçi” idi.
Bu kitapta Tayyip’in yıllar önce “Bir şiir okuduğu için (!)” girip dört ay kadar yattığı Pınarhisar Cezaevi’ndeki lüks ve şatafatlı günlerini anlatıyor, o arada Tayyip’e yoldaşlık etmesi ve yardımcılığını yapması için denk getirilip birkaç ay mahkumiyet cezası verdirilen bir şahsın marifetlerine de değiniyor.

O şahıs Tayyip’ten birkaç gün önce hapishaneye danışıklı dövüş girip kalacakları odayı temizletmiş, duvar kağıdı kaplatmış, buzdolabı getirtmiş, sonraki günlerde dışarıdan yapılacak yeme içme servislerini örgütlemişti.
Kitapta adı geçen şahıs Ergün Poyraz’ı savcılığa şikayet etti ve hakkında hapis cezası istemiyle iddianame düzenlendi, dava açıldı.
Şimdi işin sonrasına çok kısaca, özetle bakalım. Bunlar olurken Ergün Silivri’de yatıyordu. Savcı çağırdı, ifadesini aldı.

* * *

İlk duruşmaya Ergün gitti, hakim yok. Yerine bakan hakim dosyayı bilmediği için davayı erteledi. İkinci duruşmaya Ergün katılamadı çünkü raporluydu. Koğuşunda hasta yatıyordu.
Üçüncü duruşmada hakim kendisine ve cezaevi yönetimine haber vermeden “Zorla getirtme kararı” aldı.
Dördüncüye gittiğinde hakime “Sizin verdiğiniz karar bana tebliğ edilmedi, haberim olmadı” dedi. Hakim de karşılık olarak Ergün’ün ilk duruşmaya bile gelmediğini söyledi.

Aralarında şöyle bir tartışma yaşandı:
– Efendim ben geldim ama siz gelmemiştiniz.
– Hayır, ben gelmiştim ama sen gelmedin.
Zabıt katibi hanım araya girdi:
– Hakim Bey siz gelmemiştiniz!

Henüz savunması bile alınmamıştı ama hakimin Ergün Poyraz’a ceza vereceği belli olmuştu.
En sonunda, savunmasının alınmasına karar verdi!
Ergün Poyraz tam o sırada Silivri’den tahliye oldu ve yaşamakta olduğu Aydın’ın Çakırbeyli köyüne, ailesinin yanına yerleşti. (Adnan Menderes’in köyü.)

* * *

Bir süre sonra kendisine Aydın mahkemesinden bir tebligat geldi. İstanbul’daki mahkeme yazmış, Ergün’ün savunmasını istiyordu.
Ergün savunmasını süresi içinde verdi. Fakat bir süre sonra eline bir tebligat daha geldi. Savunmasını verdiği günlerde cezası kesilmişti.
“Cezanın en alt düzeyden verilmesine, 87 gün hapsine, ancak sabıkalı olduğundan cezasının ertelenmesine yer olmadığına…”
Oysa sabıkası yoktu.
Bir süre sonra İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’ndan bir tebligat daha geldi:
“Ya 87 gün daha hapis yatacaksın, ya da 1.740 lira ödeyeceksin.”
Ergün Poyraz itiraz etti:
“Ben yedi yıl boş yere hapis yatırıldım. O 87 gün, yattığım süreden düşülsün.”
Aradan haftalar geçti ve Aydın Savcılığı’ndan (Denetimli Serbestlik Müdürlüğü’nden) son bir tebligat daha geldi:
“Almış olduğunuz mahkumiyet sonrasında, 174 saat boyunca, yaşamakta olduğunuz Çakırbeyli Köyü Mezarlığı’nı temizleme görevi verilmiştir. Temizlik 4 Mart 2015 günü başlayacaktır. “

* * *

Yazar Ergün Poyraz dün sabah erken saatlerde işçi tulumunu giydi, ayağına çizmelerini geçirdi, eline kazma kürek, tırmık ve süpürgeyi aldı ve mezarlıktaki görevine başladı.
Oysa mahkemede savunma yapması bile mümkün olmamıştı… Çünkü yazdığı kitaplar en tepedeki vakvakları çok rahatsız etmişti.
Türkiye’deki “Hukuk devletinde (!)” bir yazarın başına gelenleri çok özetle anlatmaya çalıştım.
Hepimizin başına daha neler gelecek.
Ergün Poyraz şimdi günde sekiz saat çalışacak, yaklaşık bir ay süreyle mezarlıkta gözetim ve denetim altında tutulacak. Dün kendisiyle konuştum, sözleri ilginçti:
“Biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz, korkmayız ve yılmayız. Ben şimdi Çakırbeyli Mezarlığı’nı nasıl temizleyip süpürüyorsam, yakında insanlarımız da onları süpürecektir.”
Temizlediği alanda dün ilk gözüne çarpan da, taşında “Erdoğan ruhuna Fatiha” yazan mezar oldu!
Bileğine kuvvet.

GÜNDEM ANALİZİ /// E. Fuat Tekçe : Ne gazeteciyim, ne de yazar ! Hamdolsun …

E. Fuat Tekçe

Ne gazeteciyim, ne de yazar! Hamdolsun, her kula nasip olmayan, Türkiye gibi yurt dışarıda da çokça görüp yaşadığım uzun bir ömrün sonuna gelmiş sadece sıradan bir vatandaşım. Bu sıfatla da düşündüklerimi yazacağım ki biz, son on iki yıldır sürekli ezilen sokaktaki insanın et, ekmek, tuz derdinden başka bir şey düşünmediği sanılmasın! Yeter ki bu yazıyı basacak bir gazete bulabileyim. Bulursam ne mutlu bana; bulamazsam da ne âlâ! Çünkü kaç zamandır Türkiye sonuçta zaten köşe başlarını sıkı sıkıya tutmuş yandaşlar sınıfının egemen olduğu bir ülke hâline geldi. Tüm olanakların siyasî erk elinde toplandığı bir diyarda yurttaş da ne demek? Lâfı mı olur? Beğenmedinse “ananı da al git buradan!”

Şükrettiğim uzun ömrümdeki birikim, deneyim ve gözlemlerime dayanarak hiç tereddütsüz derim ki Türkiye Cumhuriyeti, nur içinde yatsın, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün henüz daha Selânik Askeri Rüştiye’sinde öğrenciyken (1893-1895) Kanuni döneminden kalma sahildeki Osmanlı yapımı Beyaz Kule mahfilinde okul arkadaşlarına açtığı, gençlik yıllarına ait bir emelini sayısız güçlük ve imkânsızlıklara karşın akılcılıkla gerçekleştirdiği âdeta bir ilahî mucizedir.

Devlet olarak dünya siyaset sahnesindeki fizikî ömrünü çağı kavrayamadığı için tamamlayıp tarihe karışmış ecdadımız Osmanlı’ya bilir bilmez özendikleri için son zamanlarda Cumhuriyet’e küstahça dil uzatanlara soruyorum: Eğer Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmayıp da o emsalsiz Türkiye Cumhuriyeti mucizesi gerçekleşmesiydi bugün -özenticiler de dahil- biz nerede ve ne durumda olurduk? Doksan iki yıldır bağımsız bir devlette özgür bir millet olarak hiç var olur muyduk acaba? Bunu bir zahmet kendilerine dürüstçe sorsunlar da yanıtlarının ne olacağını bi’ görsünler bakalım…

Kısaca araştırdım. Ömrüm boyunca Ankara’dan 11 Cumhurbaşkanı ile 35 Başbakan gelmiş geçmiş. Kimi Başbakan tekrarlamış da!..

Fakat hiç biri de 11 yıl kesintisiz başbakanlık yapmış, halen de Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’a benzemiyor. Haşa! O, dışarıdan bakıldığında her ne kadar dindar görünümlü, yumuşak huylu bir insan izlenimi yaratırsa da gerçekte sürekli para, şöhret ve toplumda üst düzey bir makam peşinde koşan eleştiriye kapalı, ufku dar, genel kültürü sığ, anlaşılması güç ve karmaşık, üstelik de had safhada narsist kişiliğiyle olumsuz anlamda bir fenomen, olumsuz anlamda bir olay adam! İsteyene hayırlı olsun.

Ama kurtarıcınız Ulu Önder Atatürk’ün emsalsiz azim ve iradesi kadar dirilişimizin başlangıcı olan Çanakkale’den itibaren şunca şehit ve gazimizin kanıyla da bir hukuk devleti olarak kurulmuş laik Türkiye Cumhuriyeti’ne yaraşan, benim gönlümdeki Cumhurbaşkanı değildir; olamaz da! Diyesim, şimdiye kadar Türkiye böylesini görmedi. Vatanın selameti için ilk ve son olur inşallah!

Çünkü ülkede ne yapıp edip tek adam olmak hedefine kilitlenmiş, dur durak bilmeyen muhteris egosuyla sonunda sadece kendisinin değil AKP’nin de mezarını kazacağı gibi çıkarının gerçekleşmesi uğrunda cesetleri bile çiğneyip geçebilecek etik bir yapıya sahip. Nitekim içeride ve dışarıda güttüğü ayrımcı etnik ve mezhep politikasıyla bizde Alevi olarak bilinen Nusayri Beşar Esad’ı devirmek için 200 bin asker ve sivilin öldüğü, yaklaşık 5 milyon insanın evsiz-barksız kaldığı ve 3 milyon insanın da mülteci durumuna düştüğü Suriye iç savaşında Sünni El-Nusra ve içinden İşid’in çıktığı El-Kaide terör örgütlerine MİT aracılığı silah ve mühimmat yardımı yaptığı ayyuka çıkmış, yangına körükle gittiğini dünyada bilmeyen, işitmeyen kalmamıştır.

Ne diyordu başbakanken: ”Almışlar elllerine bir kağıt parçası dolaşıyorlar. Bunu ispatlamazlarsa alçaktırlar, şerefsizdirler, namussuzdurlar. Bu kadar ağır konuşuyorum. Eğer ispatlarlarsa biz her şeye varız!” O kağıt parçası dediği emperyalizmin Türkiyeyi bölme projesiydi, namıdiğer BOP! Ama meydan okuyan sanki kendisi değilmiş gibi sonra da kalktı 34 ayrı yerde üstüne basa basa “…biz Orta Doğu Projesi’nin eş başkanıyız. Orada bu göreviz yapıyoruz!” dedi. Şimdi kim alçak, kim şerefsiz ve kim namussuz?

Bu noktada bir an durarak kendi kendime soruyorum: ”Sayın Cumhurbaşkanı’na acaba haksızlık mı ediyorum?” Ama belleğimde sanki bir şimşek çakar gibi hemen şu sözleri yankılanıyor: "Elhamdülillah şeriatçıyız. Referansımız İslam’dır. Tek hedefimiz İslam devletidir (21. 11. 1994)" Demek ki Cumhuriyet’e karşıdır ve kafasında İslam devletinin yönetim biçimi vardır. Yani, Körfez’deki Arap Emirlikleri ile Suudi Arabistan gibi bugün kimisi İslam’ın erken döneminde kalmış, akla yer vermeyen katı şeriat kurallarının uygulandığı hilafet devleti! Şükür ki açık açık söylüyor. Ancak, İslam peygamberi Hazreti Muhammed’in (sav) soyundan gelen o gerçek halife bugün nasıl bulunacak? Orası belli değil! Meğerki kendisini düşünmüş olsun. Olur ya, neden olmasın?

Dahası, artık kocadıksa da Cumhuriyet’in ilk kuşak Kemalistleri olan bizleri nasıl halledecek? Henüz daha ölmedik; buradayız ve sapasağlam ayaktayız. Kaldı ki laik devletin tarafında ve yanındayız! Kendi deyişiyle acaba nasıl “bertaraf” olacağız? Lütfen, bir zatnet söylerler mi?

Latife bir yana, yatıp kalkıp dua edecek yerde “iki ayyaş” lafıyla utanmadan açığa vurup kendilerine nankörlük ettiği Atatürk ve İnönü’yü çekememesinden, haydi bir gerçeğin adını koyalım, kıskanmasından başka Cumhuriyet ve devrimler karşısındaki düşmanca tutumu, 1994’ten bu yana kayda geçmiş çeşitli kindar ve öfkeli söylemleriyle sabittir. Oysa, ışıklar içinde yatsınlar, bugün havsalamızın almayacağı maddi manevi sayısız güçlük ve imkânsızlıkların üstesinden gelerek kazanılmış ulusal kurtuluş savaşımızdan sonra kişiliksiz kapı kulluğu zihniyetinin egemen olduğu ümmet yerine Cumhuriyet’in potasından “eşit yurttaşlık” temelinde kültürel ve tarihsel bir olgu olan “millet”i çıkartarak tüm dünyada saygın bir hukuk devleti kurmuş bu iki Türk büyüğünün değil eline su dökmek kimse ama hiç kimse tırnağı bile olamaz!..

Kendisi dahil, bugün aramızdaki karşı devrimcilerin de istisnasız bütün nimetlerinden rahatça yararlandıkları Cumhuriyet’i O’nlar hiç yoktan var edip çetin bir sıra iç ve dış güçlüklere rağmen yaşattılar; 1950’den sonrakiler gibi bırakın kanı bir yana uğrunda bir damla ter dahi dökmeden hazıra konmadılar! Bari nimetin kıymetini bilselerdi. Ne gezer?! Hoş bugün de öyle ya, çehreler dışında değişen bir şey yok! Bir de şimdi Cumhurbaşkanı olan bir önceki Başbakan ile dört eski bakan ve üç bakan çocuğu dahil, o çehrelerden bazılarının aile, hatta sülâle boyu yaptıkları eşi benzeri görülmemiş, Türkiye’yi dünyada küçük düşüren yüz karası rüşvet olayları ile yolsuzluklar. Üstelik de ülke sanki babalarından miras kalmış gibi zerrece sıkılıp utanmadan! Bu ne görülmemiş bir yüzsüzlüktür Rabbim?!!

Geçmiştekilerden hiç biri Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olmak şerefi yetmiyormuş gibi sınırsız bir güç hırsıyla Orta Doğu’da da bölgesel liderliğe soyunmak, bu nedenle de emperyalizmin kanlı kumpası Arap Bahar’ına direnen, önceleri kucaklaşıp “kardeşim” dediği Esad’ı sonradan ABD’nin oyununa gelip devirmek gibi hiç üstüne vazife olmayan ve Türk komşuluk kültürüne de asla yakışmayan başından büyük işlere kalkışmadı. Tersine, Yüce Atatürk’ün doğruluğu yıllar boyu tekrar tekrar kanıtlanmış ”yurtta sulh, cihanda sulh” politikasına her dönemde ısrar ve sebatla sadık kalındı, her defasında ülke ve millet kazandı!

Meğerki Türkiye’nin çıkarları ile onuru söz konusu olsun. O zaman da Ankara, mesela Johnson’un saygısız mektubuna tarihe kaydedilmiş “yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu dünyada yerini bulur (1964)” sözleriyle yanıt veren rahmetli İnönü’nün de yaptığı gibi, Atatürk’ten bu yana haddini bilmeyene hak ettiği tepkiyi hiç tereddütsüz her zaman kararlılıkla göstermiştir.

Pekâlâ, ya eski Başbakan ve şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan?

Maruf “tezkere”nin intikamı olarak ABD‘nin Irak’taki işgal kuvvetleri tarafından 2003 yılında 11 özel kuvvet askerimizin başına adice bir dostluk hilesiyle çuval geçirildiğinde “nota verecek misiniz?” diye soran bir gazeteciye yakın zaman öncesine kadar Okyanus ötesinden yaratıcısı, velinimeti ve hamisi olan güç karşısındaki aczini itiraf edercesine ancak “ne notası? Müzik notası mı?(04. 07. 2003)” diyebilmişti. Dahası var: Davos’ta buram buram yapmacık kokan “one minute!” çıkışıyla esti gürledi ama Süleymaniye’deki o kahpelik karşısında mezar taşı gibi sustu. Sevsinler yandaşlarının “delikanlı adam” dediklerini!

Bu ayıp yetmezmiş gibi bir de üstelik Washington Post gazetesinde yayınlanmış bir makalesinde ABD’nin uydurma gerekçelere dayalı hukuksuz Irak savaşındaki “kadın-erkek kahraman Amerikan askerlerinin olabilecek en az kayıpla evlerine dönmelerine için dua ediyorum (31. 03. 2003)” diye yazmaya eli vardı. Belli ki hamisine, sayesinde mazhar olduğu nimetin diyetini ödüyordu. Ama ne yazık ki ayrılıkçı PKK ile mücadelede şehit düşmüş 14 bin 388 asker, polis ve sivil yurttaşımızı Öcalan’ın aldığı “kelleler (14. 01. 2000)” olarak nitelendirmekte hiç sakınca görmedi. Bu tanımlamaya o yıl 46 yaşında olan bir insan için densizlik ve yetersiz Türkçe’sinden başka hiçbir anlam verilemez. Ama gelin görün ki AKP iktidarının 2008 yılından beri bitmek bilmeyen, ne olduğu belirsiz önce açılım, sonra barış, şimdi de çözüm süreci dediği, zaman israfından başka bir işe yaramayan oyalama politikasıyla Öcalan siyaset platformunda adım adım “sayın” ve “muteber” bir muhatap hâline getirildi. Kaldı geriye İmralı’dan çıkartılması! Kim bilir belki ileride elindeki on binlerin kanıyla seçimlere de katılıp parlamentoya da girer. AKP iktidardayken neden olmasın? Türk milletinin Türk vatanıyla birlikte bölünmez bütünlük olgusunu bu noktaya getirenlere kıyamete kadar lanet olsun!

En az bunlar kadar kötüsü dindarlığına her fırsatta vurgu yapan bir Müslüman siyasetçinin dünyevi çıkarlar uğrunda ne yazık ki inancı bile kullanmasıdır. Örneğin, Ümraniye’deki bir kapalı salon mitinginde Erdoğan yüksek perdeden "…egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı yalan; bak(!), koskoca bir yalan!.. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır (1994)" demişti. İyi de, 2011 yılındaki genel seçimler kampanyasında üstüne basa basa söylediği şu sözlere ne demeli? "Kayıtsız şartsız egemenlik milletindir. Bunun tartışması olur mu? (Eylül, 2011)" Hani ya egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ın idi? Ne oldu? Demek ki iktidar ve ikbal söz konusu olunca akan sular duruyor ve seçim zamanında sırf oy için inancı çekinmeden kullanıp siyasete alet edebiliyor? Ondan sonra da din, iman ha?

Söyler misiniz lütfen, Siz “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı yalan; bak(!), koskoca bir yalan! Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır” derken belki de farkında olmadan kastettiğiniz “vahdaniyette”, yani Yüce Allah’ın egemenliğinde, fiillerinde ve icraatında ortaksız, bir ve tek olmasında 1994’ten bu yana ne değişti? Koruyucunuza varıncaya kadar her türlü rahatınızın sağlandığı Pınarbaşı ceza evindeyken “bu ülkede Başbakanlık koltuğuna oturmadan ölürsem gözüm arkada kalır. Allah nasip ederse bir nihai hedefim Çankaya Köşkü’ne çıkmaktır" demiş olduğunuz gibi muradınıza ererek iktidara gelip önce Başbakan, ardından da şimdi Cumhurbaşkanı olmanız mı? Af buyurun ama yalnızca kendinizi aldatıyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanı, kimseyi değil! Hele de tarihini boyunca çok görmüş geçirmiş Türk milletini hiç mi hiç! Bu gerçeği üç buçuk ay sonra Siz de görüp teslim edeceksiniz! Eee, o zaman?

KİTAP TAVSİYESİ : 67 sayfada Birinci Cihan Harbi, YAZAR : Jean E chenoz

burak.kuru

İnsanları bir kitabı okumaya teşvik edecek en önemli etkenlerden biri hiç kuşku yok ki o kitaptan sunulacak “tadımlık” bölümlerdir. Ben de Jean Echenoz’un yazdığı 1914 (orijinal adı 14) isimli kitabı okumanızı çok istiyorum ancak nasıl öveceğim bilemiyorum. Bu nedenle fazla riske girmeyeceğim ve “Kitabı en iyi kendisi anlatır” diyerek bir alıntı paylaşacağım. İmrendirici alıntı geliyor: “Böylece sessizlik tam çöküyordu ki, nerden geldi, nasıl oldu, bilemedik, gecikmiş bir top mermisi, bir dipnot gibi kısa bir top mermisi çıkageldi. Neolitik devre ait, cilalı balta biçiminde, döküm bir demir parçasıydı bu, yakıcı, dumanlı, bir el büyüklüğünde, kocaman bir cam parçasıyla aynı keskinlikteydi. Sanki kişisel bir meseleyi hallediyormuş gibi, diğerleriyle ilgisi olmayan kişisel bir hesabı görmek istermiş gibi doğrudan havayı yarıp ayağa kalkmakta olan ‘x’e doğru yöneldi ve hiç ağız dalaşına girmeden sağ kolunu omzunun tam altından kopardı aldı.

Beş saat sonra sahra revirinde herkes ‘x’i kutladı. Herkes bu güzel sakatlığa ne kadar imrendiğini gösterdi, akla gelebilecek en güzel sakatlanmaydı bu. Ciddi, sakat bırakan bir yaralanma, ama aslında diğerlerinden çok da ağır değil, sizi bir daha cephenin yanına yaklaştırmayacak yaralardan olduğu için herkes böyle bir yaralanmayı isterdi. Sedyesine dirseklerini dayamış, kep sallayan arkadaşlarının coşkusu o kadar büyüktü ki –en azından suratı asık olmayanlar ve coşku gösterecek durumda olanlarınki- ‘x’ acıdan şikâyet etmeye ya da bağırmaya, henüz yok olduğunun tam da bilincinde olmadığı kolunun kopmuş olmasından yakınmaya cesaret edemedi…”

Bu kitabı Türkçeye kazandıran kişi, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki doktora programında metin çözümlemesi derslerinde Jean Echenoz’un Bir Yıl kitabını incelerken, Echenoz çevirisi yapmaya karar veren Mehmet Emin Özcan. Özcan ile kısa bir söyleşi yapıp, kitap ve Echenoz ile ilgili sorularımı yönelttim.

Özcan, eserleri incelemeye başladığında “Ne kadar ustalıkla yazılmış bir mühendislik ürünü olduğunu fark ettim” ifadesini kullanıyor. Başlangıç noktası o olmuş. 1914, Türkçede 67 sayfa olmasına rağmen İngilizcede 118, Fransızca orijinalinde ise 123 sayfa. Özcan bu durumun, Türkçe yayımlarda yazı karakterinin daha küçük olmasından kaynaklandığını söylüyor. “Yoksa metinlerde herhangi bir kısaltma söz konusu olamaz, zaten bir cümlesini atarsanız o aynı roman olmaktan çıkar. Bu romanlarda eksik ya da fazla cümle olmaz” diyor.

Echenoz’un, Emil Zatopek’in hayatını anlattığı Koşmak (Courir), Nikola Tesla’yı anlattığıŞimşekler (Des eclairs) ve Bir Yıl (Un an) kitaplarını da çeviren Özcan, Echenoz’un dilini okura aktarıyor ama “aynı havayı Türkçede nasıl veririm sorusu, büyüyü hissettirememe kaygısı” hep oluyormuş.

Peki Echenoz nasıl birisi? Özcan tanışamamış kendisiyle ama ufak bir anısı ve izlenimi var. Aktarıyor: “Metinlerinden nasıl biri olabileceğini kestirebiliyordum, ama yazışmaları bile küçük edebiyat metinleri sayılır, aynı keskin zekânın ürünü. Yazmakta olduğu yeni romanı için benden Türkçe bir sözcükle ilgili bilgi istemişti en son. Epey araştırdıktan sonra gönderdim, karşılık olarak şunu yazmıştı: ‘Teşekkür ederim, ilerde bu romanımı çevirirken hiç olmazsa bir sözcüğü çevirmek zorunda kalmayacaksınız’.”

Bu kadar ince metinleri takıntılı bir insanın kaleme alabileceği düşüncemi aldığım şu cevapla perçinliyorum: “Onun takıntısı şu: Ayrıntılar ile bütünlük arasında tuhaf ilişkiler var ve bunlar sadece yazı yoluyla ve o da kısmen dile getirilebilir. Bu yüzden müthiş titizlikle seçilmiş sözcük ve cümleler, bir yandan sıkı bir mühendislik ürünü gibi görünürken, aktardıkları ve insanoğlunun sallantılı varoluşunu gösteren bir iğretilik içeriyor. Sonuçta ortaya ilk bakışta mizahi eğlenceli, ama içine girip araştırdıkca trajikomikleşen ‘perspektifler’ kalıyor.”

1914
Jean Echenoz
Çeviren: Mehmet Emin Özcan
Helikopter Yayınları
2015, 67 sayfa, 10 TL.

TARİHÇİ YAZAR ŞÜKRÜ SERVER AYA’NIN GÖZÜNDEN ERMENİ SORUNUNDA SON DURUM

1- Bu belgesel Amerikada sanırım 2006 da ve belki daha önce yayınlandı, fiyatı 12 Dolardı, o vakit sipariş ettim posta ile geldi. Ancak “bizim diyasporamızın”(?) bunu bol bol satın alıp hem oynatması hem de etrafa göstermesi gerekmez miydi?

Sanırım Marty Callagan bu belgeslden ancak 100-200 tane satabildi, bizimkiler zaten bildikleri ve pahalı oldugu (!) için ragbet etmediler. Bu gerçekler böyle acıdır…. Bu belgeselin İngilizcesi 2008’den beri “dürüst Ermenilerin” blog sitesinde dünyaya açıktır

Bakınız:

http://armenians-1915.blogspot.com/2008/05/2454-watch-movie-now-armenian-revolt-by.html

2- Birkaç yıl önce nihayet çok ucuz bir bedelile TTK aldı ve bunu etrafa başarı ile yaymaya başladı… Şu anda internette bedava, bakın seyreden kaç kişi olmuş? Eger bir Futbol maçı olsaydı o biçim ragbet gorurdu…

3- Serkan Koc “The Gulen” belgeselini Amerikada gösterdi, bir de yeni Ermeni belgeseli var, 24 Nisana yetişecek… Emek veren parmakla gösterilecek az kişiler hem candan hem de ceplerinden fedakarlıklar yapmaktadır… Futbolcu olsalardı destekleyen belki çıkardı…

4- Sayın başbakanımız bu işleri o kadar iyi bilir ki, Türk’e her yerde en büyük düşman ilan eden ABD – Fransız diyasporasını, “bizim diyasporamız” olarak tanıtarak, saçmalıgın dik alasını yetmiş milyon halka göstermektedir.

Bari şimdi Türk Kızılayına da üstün Ermeni kanı toplasın… Bak

http://armenianweekly.com/2015/02/09/dubai-blood-for-memory/

Ya sabırlar….

ŞÜKRÜ SERVER AYA