Günlük arşivler: Aralık 20, 2014

FETULLAHÇI BANKACILAR DOSYASI : BDDK’DAKİ FETULLAHÇILAR HOCAYA BİLGİ SIZDIRDI

BDDK’daki paralel köstebekler, 17-25 Aralık darbe girişiminden önce, hedefteki tüm isimlerin banka hesaplarına girdi. Hesap bilgileri Pensilvanya’ya götürüldü

Aralarında siyasiler, işadamları ve vakıfların da olduğu onlarca özel ve tüzel kişinin bankalardaki kişisel hesaplarına gizlice giren paralel köstebeklerle ilgili önemli bilgilere ulaştı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından iki kamu bankasında (Vakıfbank ve Halkbank) murakıp olarak görevlendirilen 8 kişinin banka hesaplarına usulsüzce girerek, kişilerin hesap hareketlerini incelediği, elde ettikleri tüm bilgileri de Pensilvanya’ya götürdüğü anlaşıldı. Yani devletin bankaları denetlemekle yükümlü kurumunun çalışanları hesapları usulsüz biçimde inceledi. Hesapları paralel köstebekler tarafından didik didik aranan isimler arasında Latif Topbaş, Cemal Kalyoncu, Ömer Faruk Kalyoncu, Mehmet Cengiz, İbrahim Çeçen, Celal Koloğlu, Emrullah Turanlı, Muharrem Usta, Abdülkadir Kart, Ethem Sancak bulunuyor.

BİLGİLERİ PENSİLVANYA’YA GÖTÜRDÜ
Log kayıtlarında AK Parti’ye yakın işadamlarının hesaplarına defalarca girip-çıktığı tespit edilen BDDK murakıbı Murat Yıldırım’ın bilgileri Pensilvanya’ya taşıyan kişi olduğu da tespit edildi. O dönemde Vakıfbank’ın New York şubesini inceleme bahanesiyle sık sık ABD’ye giden Yıldırım’ın belgeleri Fethullah Gülen’e götürdüğü belirtiliyor. Olayların ortaya çıkmasının ardından Vakıfbank’taki murakıplık görevinden el çektirilen Yıldırım halen BDDK bünyesinde çalışıyor.

SAVCI TALİMATI YOK
Vakıfbank yönetiminin olayların ardından savunma istediği murakıp Murat Yıldırım’ın ifadeleri banka hesaplarının hiçbir savcılık talimatı olmadan incelendiğini gözler önüne seriyor. Yıldırım, Vakıfbank yönetimine 25 Aralık operasyonunun savcısı Muammer Akkaş tarafından talimat aldığını öne sürdü. Yazılı belge istenince gösteremedi. SABAH da Akkaş tarafından Yıldırım’a verilen herhangi bir yazılı talimatın bulunmadığını tespit etti. Sekiz murakıbın, her türlü özel bilgiyi yazılı talimat olmadan incelediği ortaya çıktı.

EMİNE ERDOĞAN’IN ÖZEL KALEMİ DE VAR
Paralel köstebeklerin hesaplarına girdikleri isimler arasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın özel kalem müdürü Ela Çakıcı ile Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Yunus Arıncı da bulunuyor. Hesap hareketlerine bakılan kişilerin 17 ve 25 Aralık operasyonlarında hedef alınan isimler olması dikkat çekiyor. Latif Topbaş (BİM’in sahibi), İbrahim Çeçen (IC Holding), Cemal ve Ömer Faruk Kalyoncu (Kalyon İnşaat), Celal Koloğlu (Kolin İnşaat), Mehmet Cengiz (Cengiz İnşaat), Emrullah Turanlı (Taşyapı İnşaat), Abdülkadir Kart (eski Rize milletvekili), Ethem Sancak (Hedef Alliance Holding), Binnur Çetinkaya (Çetinkaya Denizcilik’in ortağı), Muharrem Usta (Medikal Park’ın ortağı) listede bulunuyor.

BAŞLARINDA YILDIRIM VE ÇOLAK VAR
Bankalarda, BDDK tarafından görevlendirildikleri için her türlü bilgiye kendilerine verilen özel şifrelerle ulaşabilen 8 murakıptan 5’inin Halkbank’taki, 3’ünün de Vakıfbank’taki hesapları kontrol ettiği öğrenildi. Murakıplardan, Oktay Çolak, Tolga Sungur, Ali Galip Yüksel, Burçin Kekeci, Raif Ömer Halkbank, Murat Yıldırım, Kenan Sevinç ve Naim Kahveci ise Vakıfbank’taki hesapları gizlice inceledi. 8 murakıbın, işadamları ve siyasilerin hesaplarını açıldığı tarihten itibaren incelemeye aldığı öğrenildi. Köstebeklerin, söz konusu hesaplara Gezi olaylarının başladığı mayıs ayından sonra sık sık girmeleri Paralel Yapı’nın 17 ve 25 Aralık’taki kumpası önceden planladıklarını da gözler önüne seriyor.

Şirket hesaplarını didik didik etmişler?
Aslan İnşaat ve Aslan Yapı (Ali İhsan Arslan)
Betamar (Mahmut Arslan-Osman Şimşek)
Binres İnşaat (Sarıoğlu İnşaat, Mustafa Cemil ve Sevgi Kartal)
Cengiz Enerji, Cengiz İnşaat, Eti Alüminyum (Mehmet Cengiz)
Güryapı İnşaat (Hasan Gürsoy)
Hedef Alliance, Hedef Ecza Deposu, Metronet İletişim (Ethem Sancak ve ailesinin şirketleri)
İnegöl gaz dağıtım, Kalen Enerji, Kalyon İnşaat, Kalyon Yapı Sanayi (Kalyoncu ailesinin şirketleri)
Maslak Otomotiv (Oraka İnşaat, Abdullah Çiftçi)
Medical Park ve Temar Tokat Manyetik Sağlık (Muharrem Usta’nın şirketi)
Pasifik Gayrimenkul (Fatih ve Mehmet Erdoğan)
Samsun Medikal (Haydar Sancak ve Can Deldağ)
Sanport Gayrimenkul (M. Sait, Haydar ve Fuat Sancak)
Uyum Gıda İht. Mad (Şeref Songör)
YDA İnşaat (Hüseyin Arslan)

İHH’NIN HESAPLARINA DA GİRDİLER
Murakıplarınparalel yapının hedefindeki İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) hesaplarına da usulsüzce girerek bilgi dökümü aldığı belirtiliyor. Seçimlerde Fethullah Gülen’e açık destek veren CHP’ye yakınlığıyla bilinen Halkevleri Vakfı’nın hesaplarına girilmesi de dikkat çekti. Paralel köstebeklerin Palmet Mühendislik, CYE Petrol, Şahin Kömür, İsp İnşaat’ın hesaplarını da incelediği belirlendi.

BDDK SUMEN ALTI EDİYOR
Murakıpların paralel kumpası 10 ay önce BDDK’ya raporlandı. Başbakanlık Teftiş Kurulu da BDDK’dan murakıpları görevden almasını istedi. Ancak geçtiğimiz günlerde görevden ayrılan Mukim Öztekin kendisine gelen raporu sumen altı etti. Başkanvekili Mutalip Ünal da konuyu gündeme taşımadı. Murakıplar halen BDDK’da görev yapıyor. Hatta hesapları inceleyen isimlerden Oktay Çolak, Bank Asya’yı da inceleyen dairenin başında.

PKK DOSYASI : Almanya, PYD / PKK ve Salih Müslim neden kurban edilecekti ?

Almanya’nın son dönemlerdeki PKK ve Peşmerge sevgisinin temeli aslında derin bir geçmişe sahip. Alman istihbaratı BND Berlin Duvarı’nın yıkılışından sonra Ortadoğu’da daha etkin hale gelmek için ülke içindeki sol ve radikal silahlı unsurları muhbirleştirmiş ya da ele geçirdiği bu yapılar aracılığı ile PKK yani Türkiye üzerinden bölgede etkili olmaya çalışmıştır.

Almanya bilindiği üzere I. Dünya Savaşı’ndan yenilgi ile çıkmış, Ortadoğu’daki etkinliğini yitirmişti. Yaptırdığı demiryolları İngiliz ve Fransız işgalcilerinin lojistik transferi için kullanılır hale gelmiş ve II. Dünya Savaşı’nın da yenilgiyle sonuçlanması ile Avrupa’nın kuzeyine sıkışmıştı.

Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sosyalist blokun parçalanması ile “Reich” kapitalist ilişkilerini ehlileştirerek yeniden yayılmacı bir anlayış geliştirmeye başladı.

Özellikle Hitlerin savaş sanayisini otomotiv ve makine alanında daha da yetkinleştiren birleşik Almanya dünya ticaret ilişkisini bu şekilde örmüş, ticari ilişkilerini örerken aynı zamanda yayılmacı amaçları için soğuk savaş döneminin tecrübesini sahaya taşımıştır.

Bu bakımdan Almanya’nın özellikle Ortadoğu’ya dönüşündeki en büyük etkinlik sahası Türkiye olmuştur. Komşularına nazaran istikrarlı ama iç güvenlik ve siyasi dengeleri çok fazla aktörün çekiştirmesiyle şekillenen Türkiye’de Kürt kartı Almanya’nın gözünü diktiği ilk saha idi.

Ve Almanya bu sahayı özellikle Berlin Duvarı’nın yıkılışından sonra Türkiye’deki etkinliğini arttırdı. 1990’ların sonu tam bir Alman – PKK ilişkisine dönüştü.

Bu ilişkinin 90’lar sürecine biraz bakmak, 2000’li yılları hatırlamak gerekmekte.

“Türkiye’deki yargılanması esnasında PKK lideri Abdullah Öcalan Alman RAF teröristlerinden örgüte katılımlar olduğunu itiraf etmiştir. RAF’in 1990’ların ortalarına rastlayan dağılma sürecinin PKK’ya katılımları hızlandırdığına inanılmaktadır. Alman makamları 1998 yılında Hamburg ve Köln’de, Aralık 1999’da ise Berlin, Kreuzberg semtinde PKK’nın paravan teşkilatlarının bulunduğu bazı binalara baskın yapmış ve buralarda faaliyette bulunan bazı Alman vatandaşları hakkında soruşturma açmıştır. Bu şahıslar içinde evvelce RAF bağlantıları bulunan ikisinin Türkiye ve Kuzey Irak’ta PKK kamplarında bulunduğu baskınlarda ele geçirilen bazı fotoğraf ve belgelerden anlaşılmıştır. Yine 1998 yılında OHAL bölgesi kaynaklı Türk askeri istihbarat raporlarına göre PKK safından çarpışan Alman uyruklu teröristlerin sayısında artış kaydedilmiştir.

Ancak kişilerin akibetleri hiç de beklediği gibi olmamış ve Türkiye’ye göstermelik bir ‘dostluk’ mesajı iletilmiştir.

Sempatizanlar, Kuryeler, Militanlar PKK ile bağlantılı Almanlardan kimi sempatizan iken, kimileri de örgüt için kuryelik yapmaktadır. Kendilerine “otonom” (autonomist) adını veren bu militanlardan gazeteci Stefan Waldberg, Kasım 1992’de PKK kuryeliği yaptığı gerekçesiyle Diyarbakır DGM tarafından tutuklanmıştır.

Ocak 1995’de ise Karen Braun ve Andreas Landwern adlı kuryeler Kapıkule sınır kapısında PKK’nın propaganda kasetleriyle yakalanmışlardır. Temmuz 1998’de Ankara polisi bir IHD protesto gösterisine katılan 4 kadın, 3 erkek, 7 Avusturya’lıyı gözaltına almıştır.

Yine 1998 yılının Mart ayında Diyarbakır’daki Nevruz kutlamaları sırasında çıkan olaylarda kendisini gazeteci olarak tanıtan İtalyan vatandaşı ”Dino” kod adlı, Damiano Frisullo ve iki İtalyan arkadaşı gözaltına alınmıştır. TCK’nin 312. maddesi ile yargılanan Frisullo’nun serbest bırakılması için PKK’nın Almanya’daki organlarının derhal bir kampanya başlatmaları dikkat çekicidir. Diyarbakır DGM tarafından 1 yıl hapis cezasına çarptırılan ve cezası paraya çevrilen Frisullo’nun RAF bağlantısı olup olmadığı tespit edilememekle beraber, İtalyan Kızıl Tugaylar (BR) sempatizanı olduğu İtalya’daki dosyasından anlaşılmaktadır.

Damiano Frisullo

21 Mart 1999’da ise bu kez Adana’da gösterici Nicola Schulirs’in liderliğinde 9 Alman’dan (3 kadın, 6 erkek) oluşan bir grup gözaltına alınmıştır. (Nicola Schulirs ile gözaltına alınan bazı isimler Harold Tharun Illem, Michel Pahl, Patrich Dw ilpand’dır.)

10 polisin hafif yaralandığı Nevruz olaylarında elebaşı olarak kışkırtıcılık yaptıkları belirlenen ve Adana DGM’ye sevk edilen Almanların Türkiye’de gazeteci ve sivil toplum örgütü üyesi kisvesiyle bulunmaları kayda değerdir.

Ağustos 1999’da ise Münih Bölge Mahkemesi 23 yaşındaki Claudia W. adlı Almanı PKK reklamı yapmak suçundan (300 Mark) para cezasına çarptırmıştır. (Başyargıç Norbert Schmitt ise bunun Kürt davası için mücadeleyi yasaklamak anlamına gelmediğini söyledi, ‘‘Ama burada sınırı aşmışsınız’’ açıklaması yapmakla yetinmiştir.)

Bu davada sanığın avukatlığını yapan Angelika Lex’in Almanya’da PKK ile ilgili başka davaları da aldığı bilinmektedir.

Angelika Lex’in PKK kampanyasına ‘maddi katkı’ için Özgür Gündem gazetesinde verdiği bilgiler

Başka Alman vatandaşları ise sempatizan ve kurye olarak faaliyette bulunmakla yetinmeyerek, bilfiil PKK’nın silahlı saldırılarına katılmayı seçmişlerdir. Bunlardan tespit edilen ilk örnek 1993 yılında Kani kod Eva Juhnke, 27 yaşında Medya kod Vera Heesne, Cektar kod Ulrich Maichle, ve Jorg Ulrich adlı ikisi kadın 4 Alman teröristin PKK kamplarında eğitim görmeleridir. YAJK Bu noktada dikkat çeken bir husus PKK ile bağlantılı olan Alman militanların ağırlıklı olarak kadın olmasıdır.

Eva Juhnke Jorg Ulrich

Buna paralel olarak Baader-Meinhof çetesi ve RAF militanlarının yarısının kadın olduğu, bunların devamı olan Devrimci Hücreler örgütünün ise bir kadın kolu (Roten Zora-RZ) kurduğu hatırlanmalıdır. Bu kadın teröristlerin 1970 ve 1980’lerde Alman güvenlik güçleri ile girdikleri silahlı çatışmalarda ve yaptıkları diğer eylemlerde aşırı gaddar ve acımasız oldukları, hatta erkek teröristlerden daha gözü pek olarak tanındıkları hatırlanmalıdır. Bu gözü peklik PKK elebaşlarının da dikkatini çekmiş olmalı ki silahlı eylem için gönüllü olan Alman kadın teröristleri YAJK adı verilen Kürdistan Hür Kadınlar Birliği kadrosunda istihdam etmişlerdir. YAJK PKK’nın 1986 yılında yaptığı 3. parti kongresinde alınan bir kararla kurulmuş ve PKK’nın silahlı gücü ARGK ve siyasi/cephe kolu olan ERNK ile paralel hareket etmektedir. YAJK temsilcisi Helin Ateş’in örgüte yeni katılan Alman gönüllülerle meşgul olduğu bilinmektedir.

Alman istihbaratı (BND) kaynaklarına göre “Enternasyonalistler” olarak tanınan çoğu kadın en az 30 Alman vatandaşı 1990’ların başından bu yana sıhhiyeci, gerilla, ve eğitmen görevleri yapmak üzere PKK’ya katılmıştır. Bunlardan çoğunun Lübnan’ın Bekaa Vadisi’ndeki Mahsun Korkmaz Akademisi’nde askeri eğitimden geçtikleri biliniyor. Bekaa’ya yaptıkları yolculukta takip ettikleri rotanın Atina üzerinden geçmesi dikkat çekicidir. Bekaa’ya kimi zaman bazı Yunanlı görevlilerin refakatinde geldikleri de bilinmektedir. Hatta içlerinden gerillaya ayrılan bazılarının aynı Yunanlı subaylarla beraber Türk güvenlik güçleri ile çatışmaya girdiği, 1997 yılının sonbaharında Kuzey Irak’ta Türk Hava Kuvvetleri tarafından bombalanan bir kampta öldükleri de kaydedilmiştir. Mahsun Korkmaz Akademisi’nde temel Kürtçe lisan dersi alan Alman enternasyonalistler arasından gerilla olmaya yetenekliler Kuzey Irak’taki kamplara sevk edilmekteydi. Bunlar içinde zimmetli Kanas silahı taşıyan biri kadın biri erkek en az iki Almanın keskin nişancı olarak görevlendirildiği ve erkek olanın bir çatışmada öldüğü de bilinmektedir.

Enternasyonalistler arasında arazide yaşamın çetin şartlarına dayanamadığı için veya Almanya’da iken hayal ettikleri idealist ortamı PKK’da bulamadıkları için firar edenler de çıkmıştır. Bunlardan bir erkek militanın 1998 yılında Almanya’ya geri döndüğü ve PKK tarafından öldürülmek üzere arandığı biliniyor. Ekim 1997’de ise bir Alman kadın terörist Türk güvenlik güçlerine kendiliğinden teslim olmuştur. Kuzey Irak’ta ve OHAL bölgesinde PKK safında çarpışan en az 12 Alman teröristin bulunduğu, bunların yani sıra bazı İtalyan ve İskandinav kökenli teröristlerin de silahlı eylemlere katıldığı bildirilmektedir.

Medya kod adıyla tanınan Alman vatandaşı Vera Heese’den ise PKK’da hemşire olarak görev yaptığı 1998 yılından beri haber alınamadığından Alman Federal Başsavcılığı (BKA) tarafından öldüğüne inanılmaktadır. 1995 yılında PKK’ya katıldıktan sonra, 1997 yılında çatışmada yaralanan Jorg Ulrich ise tedavi gördüğü Erbil’de KDP tarafında gözaltına alınmış ve Alman Başbakanlığının devreye girmesi ile 1.5 yıl sonra Ankara üzerinden Almanya’ya iade edilmiştir.

Braunschweig’daki ”Anti-Fasist Forum” üyesi olan Ulrich’in 1998 yılında Van’da öldürülen Andrea Wolf ile yakın ilişkide olduğu öğrenilmiştir.

Sıkça Almanya’ya giren Murat Karayılan’ın bu ülkedeki temaslarının (ki bunlar arasında 8-21 Aralık 1999 ve 5-15 Şubat 2000 tarihlerinde iki kez Karayılan’la yaptıkları toplantılar fotoğraflanan Diyarbakır’ın o zamanki partileri HADEP’li Belediye Başkanı Feridun Çelik de sayılabilir) izlenmesi için görevlendirilen Türk istihbaratçılarına Yeşillerin kontrolündeki Alman Dışişleri Bakanlığı tarafından engel olunmuştur. “

Tüm bunlar 90’lar ve 2000’li yılların başında Alman istihbaratı BND’nin etkinliklerinin bir bölümü olarak sayılabilir. Bilindiği üzere BND Almanya içi egemenliğini perçinledikten sonra RAF gibi örgütleri ve çeşitli siyasal çeteleri operasyonlarında kullanmıştı.

Bugün de PKK – PYD üzerinde bu şekilde çalışmalarına devam eden BND’nin özellikle ikinci dünya savaşından sonraki kayıplarını geri almak üzere giriştiği atak çok farklı bir hal aldı.

Amerika’nın Suriye’de PYD ve PKK’ye açtığı alan şimdi Alman BND’sinin elinde. Amerika’nın Suriye muhalefeti ve Kürt çatışması çıkarma planında Kürtlere “İslamcılar sizin düşmanınız, PYD koruyucunuz ve ABD haminiz” anlayışı bölgede tutmadı. Amerikanın çöken planı BND yani Almanları harekete geçirdi.

Kobane’ye ve Kuzey Irak’a Alman silah , asker ve ekipmanları aktı.

Bunun ise arkasında yukarıda bahsettiğimiz ilişki ağının yeniden konumlanışı vardı. Ve bir şey daha.

SALİH MÜSLİM KURBAN EDİLECEKTİ

Almanlar bu yeniden düzenleme ve organizasyon planı arkasında ABD’nin ‘creative’ lideri Salih Müslim’i kurban etme kararı aldı. Salih Müslim Almanya’da bir suikaste uğrayacaktı. Böylece Almanya sürece diplomatik açıdan direk müdahil olurken Ak Parti hükümeti hedef alınacaktı. Bu plan Almanya’da açığa düştü.

PARALELLER BİLİYORDU

Tüm bu ilişki ağının içine Almanya’daki “eğitim evleri” üzerinden giren Paralel çete de bu planın algı tarafını oluşturuyordu. Sürekli suikastlerden bahseden çete “siyah güçler beyaz güçler, dengeler, barış olmaz” sözleri ile hocalarının BND ile elele verip planladığı ihaneti keramet gibi sunacaktı. Ancak başarılı olamadılar.

PARİS CİNAYETİ İLİŞKİSİ

Paralellerin ve Almanların üzerine sık sık düştüğü Paris Cinayetleri de benzer bir duruma işaret ediyor. Aynı döngünün farklı bir versiyonu olan Paris Cinayetlerindeki isimler ile yukarıda verdiğimiz Alman isimlerin kamplarda yanyana oldukları da unutulmamalıdır.

Almanların PKK ve son dönemde PYD / PKK üzerinden Ortadoğu’da Suriye’ye ve Türkiye’ye şekil verme çabasının birinci katmanında kabaca bunlar var.

Bu yazı Uluslararası Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Barış ve Güvenlik Sempozyumu’nda Ali M. Köknar tarafından tebliğ olarak sunulmuş rapordan alıntılar içermektedir.

ERGENEKON DOSYASI : Hapiste ölen Murat Albay’ın annesi Samiye Özenalp konuştu

"O feryatlara kulak tıkayanlar, şimdi ne yüzle yüzlerimize bakacaklar?"

Cemaat medyasına yapılan operasyondan sonra ağzı olan konuşuyor. “Helâlleşme” seansları düzenleniyor.

Bi susun ya!.. Susun da kumpasla hapse tıkılıp, sadece 7 ay önce üzüntüden orada, çocuklarının gözü önünde beyin kanaması geçirip şehit olan merhum Deniz Kurmay Albay Murat Özenalp’in annesi Samiye Özenalp’i dinleyin.

Dün gece şu mesajı gönderdi:

“Bugün hem sevinçli, hem üzücü bir gün benim için. Çünkü kasetler sahte çıkmış. Yavrumun arkadaşları için sevindim, ama oğlum için bir daha kahroldum. Nedeni de kasetler sahte diye feryat edilirken, kimse çocuklarımızın feryadını duymadı. O feryatlara kulak tıkayanlar, şimdi ne yüzle yüzlerimize bakacaklar?

Hani ‘bu davanın hakimi ve savcısıyız’ diyenlere,

İki kelime taziyeyi çok görenlere,

Benim canımı ciğerimi sökenlere,

Hayatımızı zindana çevirenlere soruyorum,

Benim yavrumun cezaevinde ölmesine sebep olanlara haykırıyorum;

Şimdi yavruma Balyoz şehidi payesini verecekler mi?

Torunlarımın çocuk yaşında öksüz kalmasına sebep olanlar; Ben sizleri iki cihanda affetmiyorum, dilerim Allah’ım da affetmesin!.. Hakkımız ve çektiklerimiz sizlerin kabûsunuz olsun. İçi yanık bir annenin serzenişi…”

Duydunuz mu? Hadi şimdi gidin, derdinizi Samiye Anne’ye anlatın!..

Müuesser Yıldız

Odatv.com

MK ULTRA PROJECT /// VİDEO : The Human Nervous System

VİDEO LİNK :

GÜVENLİK DOSYASI /// PROF. DR. ÜMİT ÖZDAĞ : İÇ GÜVENLİK YAS A TASARISI

Umit_Ozdag059

İÇ GÜVENLİK YASA TASARISI

AKP Hükümeti gündeme yeni bir güvenlik yasa tasarısı taşımıştır. Bu tasarı bir torba tasarı niteliği taşımakta ve çok önemli yapısal değişiklikler öngörmektedir. Yasa tasarısında gerekli ve doğru adımlar atıldığı gibi, özünde terörle mücadele sistemini ağır bir şekilde bozacak maddelerde bulunmaktadır. AKP Hükümetleri önce güvenlik güçlerini “Avrupa Birliğine giriyoruz” histerisi ile terörle mücadele alanında hukuki altyapısını tasfiye ederek etkisizleştirilmiş, sonra müzakere sürecinde terörle mücadelenin politik müdahale ile fiilen durdurulmuştur.

Önümüzdeki süreçte, gerek Ortadoğu’da yükselen çatışma dalgasının Türkiye’ye etkileri gerek PKK ile geçici olarak anlaşılsa dahi takip eden dönemde yükselecek çatışma/terör dalgası yaşanacaktır. Türkiye’nin mevcut hukuki altyapısı ile terör ile mücadele etmesi mümkün değildir. Kesinlikle bazı adımların atılması gerekmektedir. Ancak önce altı çizilmesi gereken husus, AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana atmış olduğu adımlar ile Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini ağır bir şekilde ihlal etmiş ve ülkemizin birliğini kırılma aşamasına getirmiş olduğudur.

Kısaca özetler isek; Ergenekon, Balyoz ve casusluk davaları ile Türk Ordusu’nun personel yapısı, gizli savaş planları ve savaş etkinliğine ağır bir zarar verilmiştir. Bu çerçevede Türk Deniz Kuvvetleri’nin amiral ve amiralliğe terfi edecek kurmay albaylarının büyük bir bölümü tutuklanmıştır. Deniz kuvvetleri gibi ağırlıklı teknik bilgi gerektiren bir kuvvetin personel yapısı ağır bir şekilde zarar görmüştür. Hava kuvvetlerinde subay kadrolarına uygulanan psikolojik savaş eylemleri sonucunda Türkiye’nin hava savunma yeteneklerinin zayıflamasına neden olacak ölçüde savaş pilotu istifa etmek zorunda kalmıştır. Kara kuvvetlerinde ilk bakışta aynı ölçüde zarar görünmese dahi özellikle tayin daire ve istihbarat başkanlıklarında (diğer kuvvetlerde de aynı durum söz konusudur) belirli bir grubun etkinlik kazanması sonucunda terfilerde harekatçı generaller tasfiye edilmiş ve personelci generallerin önü açılmıştır.

Sözde casusluk davası ile sadece yüzlerce subay değil, aileleri de ahlaksızca hedef alınmış küçük düşürülmüş ordunun ruhu çürütülmek istenmiştir. Kuleli çıkışlı genç Harbiyelilerin, babası subay olan Harbiyelilerin nasıl Harbiye’den ayrılmak zorunda bırakıldığı hikayeleri Ankara’nın en çok bilinen sırrı olarak anlatılmaktadır. Bütün bunların Türk Ordusu’nun savaş ruhu ve kabiliyetini olumsuz etkileyeceği kesindir. Bütün bu gelişmeleri politikaları ile hazırlayan AKP Hükümeti şimdi TSK’dan 1200 general-amiral-subay ve astsubayın cemaatçi olduğu gerekçesi ile tasfiye edilmesini istemektedir.

Türkiye’nin güvenliğine ağır darbe indiren bir başka gelişme, Elektronik Sistemler Komutanlığı’nın Genelkurmay Başkanlığı’ndan alınarak MİT’e bağlanması ile doğmuştur. Bu TSK’nın elektronik kör bir ordu olması sonucunu doğurmaktadır. Mozambik Ordusu bile kendi elektronik sistemler komutanlığına sahip iken 2200 senelik bir ordu olan TSK, iktidarın kendi şahsi güvenliğini Türkiye’nin güvenliğinin üstünde tutmasından dolayı elektronik sistemler komutanlığından yoksun kılınmıştır. Özetle, sonunda TSK’yı yakından tanıyan ve harp tarihini bilen herkes-subaylar dahil- Balkan Savaşı öncesi durumdan bahsetmektedirler.

İşte bu aşamada PKK ile müzakere süreci mütareke sürecine dönüşmüş iken AKP Hükümeti gündeme iç güvenlik yasa tasarısını getirmiştir. Bir yandan polisin yetkileri artırılır iken diğer yandan polis içinde AKP Hükümetinin cemaatin polis kaynağı haline gelmesine izin verdiği Polis Koleji ve Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi kapatılmak istenmektedir. Cemaate yakın polis müdürlerini tasfiye etmek amacı ile yasada düzenleme yapılmıştır. Ancak, AKP’nin rütbeli polislerin % 80’inin, polis memurlarının ise % 30’unun cemaate yakın kişilerden olmasını sağlayan politikaların sorumlusu olduğu asla unutulmamalıdır. (Bu bilgi emniyet kaynaklı bir bilgidir.)

İzlediği personel politikası ile Türk Emniyetini çok ağır bir kriz ile karşı karşıya bırakan AKP Hükümeti bu tasarı ile Jandarma Genel Komutanlığı’nın personel politikasına da el atmak istemektedir. EGM’de ortaya çıkan sonuç ortada iken, Jandarma’daki atamaların İçişleri Bakanı tarafından yapılması ortaya büyük mahzurlar çıkaracaktır.

Öncelikle jandarma subaylarından gelen bilgiler dahilinde vurgulamak istediğim husus benzer işler yapmalarına rağmen jandarma ve polisin farklı kurumsal kültürlere sahip olmalarıdır. Polis teşkilatı merkeziyetçi bir yapıda örgütlenmiştir. Polis merkezden taşraya kadar bir teşkilatlanma yaparken sorumluluğu taşra teşkilatına bırakmamış merkez birimlerde toplamıştır. Örneğin polis Ankara’da konuşlu asayiş, kaçakçılık, terör ve istihbarat gibi birimlerim bizzat olayların araştırılması konusunda kolluk yetkileri bulunmakta olup meydana gelen olaylara asli unsur olarak müdahale edebilmektedir. Yani bir olay vuku bulduğu zaman polis karakolu olaya müdahalede sadece olay yerinin güvenliğinin alınması sorumluluğunu yerine getirir, ancak olayın çözülmesi sorumluluğu il ve ilçelerdeki yetkili birimlerdedir.

Jandarma da polis gibi karakol seviyesine kadar yayılmıştır. Ancak polisten farklı olarak jandarma adem-i merkeziyetçi bir çalışma sistemini uygulamaktadır. Merkez teşkilatları emniyet teşkilat yapılarıyla benzerdir. Ancak jandarmadaki bu teşkilat yapısında olayların çözülmesindeki tek sorumlu jandarma karakoludur. Jandarmanın diğer birimleri hep karakola destek verirler. Yani karakol hem olay yeri incelemesi için tedbirlerini alır hem de olayı çözmeye çalışır.

Bu durumda bir polis karakolunda çalışan polislerin büyük bir bölümünü de değiştirseniz emniyet ve asayişin sağlanmasında çok fazla bir olumsuzluk yaşamazsınız. Ancak jandarma teşkilatına baktığımızda jandarma karakolu olayların başından sonuna kadar yürütülmesi, fezlekenin hazırlanması, şüphelilerin yakalanması vb. konularının tek sahibidir. Bu da jandarmadaki karakolun polise nazaran önemini bir kat daha artırmaktadır.

Jandarmaya siyaset bulaşması, geriye dönülmez kalıcı hasarlara neden olacaktır. Çünkü polis teşkilatında olayları çözecek uzman personel varken jandarmada sadece karakol personeli bulunmaktadır. Bu kadar yoğun ve ağır bir görevin içerisinde meydana gelecek siyasi olumsuzluklar jandarma personelinde iş yapmak yerine siyasetçi kovalamaya dönüşecek bir hale gelir. Emniyet ve asayiş hizmetlerindeki bozulma da beraberinde anarşiye varan olumsuzlukların doğmasına neden olur. Bu kültürü bozmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

Öte yandan Jandarma teşkilatı yıllar boyunca sık sık tayin görmenin vermiş olduğu sıkıntıları biriktirmiş ve terörle mücadelede çok büyük kayıplar vererek bir birikim ve tecrübe elde etmiştir. Jandarma elde ettiği bu tecrübeyi sadece görevini ifa ederken değil görevini en iyi kim, ne maksatla, ne zaman, nerede, nasıl, ne yapabilir sorularına da cevap verecek şekilde bir organizasyon kurarak yerine getirmeye çalışır.

Jandarma personelleriyle konuşulduğunda sık sık tayin görülmesine rağmen yine de yılların birikimiyle oluşturulmuş bu sistemden büyük oranda memnun olunduğu tespit edilecektir. Bu da yılların birikimi sonucunda elde edilmiş büyük bir kazanımdır. Tek tek personelin bu özlük haklarının takibi yapılırken ve adalet duygusu sağlanabilirken tayin ve atama yetkisi siyasetçilerin eline geçerse ne olur? Özellikle tek gayesi hizmet olan teşkilat mensupları tanıdıkları siyasetçi olmadığı için maalesef büyük bir haksızlığa uğrama riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Bir tayin doğu, bir tayin batı gören bir personel düşünün. Doğuda Hakkâri, Şırnak, Tunceli gibi çok kötü yerlerde ailesinden uzak iki-üç yıl görev yaptıktan sonra kendisinin hakkı olarak iyi bir yerde iyi bir görevde olmayı beklerken, batıda da sırf tanıdığı bir siyasetçi bulamadığı için çok kötü bir görev yerinde çalışabilir. Merkezi takip sisteminde bu personele adaletsizlik yapılma riski düşükken her yeni görev yerinde safahatını bilmeyen bir sivil amir tarafından sıfırdan değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Bu da hiçbir tanıdığı olmayan personelin mağduriyetine neden olacaktır. Bir süre sonra personel hakkına düşeni beklemek yerine, kendi hak ettiğini almak maksadıyla siyasetçilerin kuyruğunda dolaşır olacaktır.

Eğer AKP iktidara geldiği zaman şu anda geçirmek istediği yasal düzenleme mevcut olsa idi bugün jandarmanın durumu da emniyetin durumu gibi olacaktı. Ya da yarın cemaat veya başka bir grup ile yakın bir politikacı İçişleri Bakanı olur ise, jandarmadaki atamalar nasıl şekillenecek? Özetle, Türkiye’nin zaten ağır hasar gören güvenliği ile daha fazla oynamamak gerekiyor.

TARİH : 1852 – 53 KARADAĞ ASKERÎ HAREKÂTI ve SONUÇLARI

Karadag_Savasi

1852 – 53 KARADAĞ ASKERÎ HAREKÂTI ve SONUÇLARI

Özet:

Balkanlarda milliyetçiliğin yükselmesi ile birlikte her millet bağımsızlık telaşına düştü. Bu milletlerden birisi olan Karadağ’ın durumu diğerlerinden tamamen farklıdır. Onlar, 1697’de I. Danilo Nyeguş’un Karadağ idaresini ele geçirmesiyle birlikte Osmanlı egemenliğini reddetmeye başladılar. Osmanlılar bölgeye defalarca sefer yapmalarına karşın, bölgenin dağlık yapısı ve Karadağlılar’ın savaşçı kimlikleri yüzünden Karadağ üzerinde tam bir hâkimiyet kuramadı. 1850’lere gelindiğinde II. Danilo’nun ladika olmasıyla birlikte Karadağ’da durum kökten değişti. O din ve devlet işlerini birbirinden ayırdı. Ardından bağımsızlığını ve prensliğini ilan etti. Çeşitli nedenlerle Osmanlı Devleti’ne müdahale etmek için fırsat kollayan Avusturya ve Ruslar’ın açık desteği ile Karadağ sınırında olan Zabliak’a saldırdı ve kaleyi ele geçirdi. Bu fiili saldırı karşısında harekete geçen Ömer Lûtfî Paşa komutasındaki Osmanlı orduları 5 koldan Karadağ topraklarına girdi. Operasyon başarılı geçti ve Osmanlı orduları Çetine kapılarına dayandı. Tam bu sırada Avusturyalılar’ın sert müdahalesi ile harekât durduruldu. Avusturya Hükümeti harekâtı durdurmak için Kont Leningen’i olağanüstü elçilikle İstanbul’a gönderdi. Leningen Osmanlı dışişlerine 3 ve 10 Şubat’ta içinde savaş seçeneğine de bulunan 2 ültimatom verdi. Avusturya ile savaşı göze alamayan Osmanlı Devleti, Karadağ’ı boşaltmak zorunda kaldı. Bu durum Karadağlılar’ı daha da şımarttı ve 1862’ye kadar sürecek Osmanlı- Karadağ çatışmasını başlattı. Osmanlı askerî harekâtı Avrupa’daki çatışmaları da su yüzüne çıkardı. Taraflar netleşti ve Kırım Savaşı diplomatik anlamda başladı.

Doç. Dr. Zafer GÖLEN

ISRATURK Spam> KOMPLO TEORİLERİ : İŞTE YAHUDİL ERİ KORKUTAN HADİS

Yabanci insanlar, “ecnebiler”, kafa tuttugumuz AB uyeleri, dunya uzerindeki yahudiler aslinda cok zarif, cok dusunceli insanlar.

Normalde, yuzumuze karsi “sizler kendilerini matah bir sey zanneden zavallilar surusunden baska bir sey degilsiniz” demeleri gerekir.
Bu bile yetmez, daha da agir konusmak gerekir. Bizim din delisi pispopatlar ancak o dilden anlarlar.
Malesef AKP & Hizmet iktidari zamaninda onune geleni profesor yapmislar.

Profesorluk unvanina gelince.
Hicbir degeri kalmadi. Ne kadar ilahiyatci varsa, prof ilan ettiler.
Eh, Tubitak’in basina hayvanat bahcesi mudurunu, sehir tiyatrolarina eski guresciyi getiren zihniyet, elbette kendi yandaslarini profesor ilan eder…
Artik bu ulke elestiriye bile degmeyecek kadar bayagilasti…
Levent

CUMHURİYET DÖNEMİ GAZETE ARŞİVİ /// 88 Yıl T.C. Tarihi Arşivi .. Gazeteler ve Dökümanlar

Büyük bir emekle hazırlanmış, zengin bir gazete ilk sayfa arşivi.

Eski yazı dönemine ait gazeteler de aynı özveriyle latin harflerine aktarılmış.

Her karışı şehit kanıyla sulanmış bu aziz vatanı hangi zor şartlarda kurtarıp bu Cumhuriyeti kurduğumuzu unutan yönetimin, 80 yıllık milli birikimlerimizi haraç mezat sattığı şu talihsiz günlerde, bilhassa 1919 yıllarının gazetelerini yeni neslin dikkatle okuması lazım…

ARŞİV OLARAK SAKLANABİLECEK SÜPER BİR CALIŞMA ! ! HAZIRLAYANLARIN ELLERİNE SAĞLIK, ÖZELLİKLE 1919 YILINI OKUYUN ,ÇOCUKLARINIZA, TORUNLARINIZA OKUTUN ..

Gerçek tarih…

1919-75 ARASI TAM BİR TARİH (İNDİRMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN)

1919-1919 (1)
1919-1919 (2)
1919-1937
1937-1942
1943-1945
1946-1950
1950-1955
1955-1960
1960-1961
1961-1964
1964-1966
1966-1971
1971-1973
1973-1975
1975-1978
1978-1980
1980-1982
1982-1984
1984-1988
1989-1993
1993-1997
1997-1999
1999-2002
2003-2006
2006-2007

HRANT DİNK DAVASI : “Ramazan Akyürek bize bilgi vermiş olsa Hrant Dink ölmezdi”

Hrant Dink cinayeti soruşturması kapsamında şüpheli sıfatıyla ifade veren İstanbul Emniyetinin eski İstihbarat Şube MüdürüAhmet İlhan Güler, kendileriyle eksik bilgi paylaşıldığını ileri sürerek, Dink’in öldürülmesinden Emniyet İstihbarat Dairesi’nin C Şubesindeki yetkililer ile Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü yetkililerini sorumlu tuttu.

Eski İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler şüpheli sıfatıyla ifade verdi

Hrant Dink cinayeti soruşturması kapsamında şüpheli sıfatıyla ifade veren İstanbul Emniyetinin eski İstihbarat Şube MüdürüAhmet İlhan Güler, kendileriyle eksik bilgi paylaşıldığını ileri sürerek, Dink’in öldürülmesinden Emniyet İstihbarat Dairesi’nin C Şubesindeki yetkililer ile Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü yetkililerini sorumlu tuttu. Güler, Ramazan Akyürek’i de suçladı, Dink’in öldürüleceği bilgisini kendilerinden gizlediğini, Ali Fuat Yılmazer ile paylaştığını anlattı. Güler daha sonra baskıyla görevini bıraktığını ve yerine Yılmazer’in getirildiğini ifade etti.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliği’nce yürütülen Hrant Dink cinayeti soruşturması kapsamında, "Dink’in ölümünde ihmali olduğu" iddia edilen dönemin İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler, şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde çarpıcı detaylar ortaya çıktı.

Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliği Terör ve Örgütlü Suçlar Birimi Savcısı Yusuf Doğan tarafından yürütülen soruşturmada, o dönem görev yapan bazı kişilerin ifadesine başvuruluyor.

Şüpheli sıfatıyla 8 Aralık’ta ifadesi alınan Güler, 2003 yılı Mart ayında İstanbul İstihbarat Şube Müdürü olarak atandığını belirtti. Hrant Dink cinayeti ile ilgili olarak Güler, Hrant Dink hakkında Trabzon’dan gelen yazıyı parafladığını ve yardımcısından itibaren birimlere gönderdiğini söyledi.

Anadolu Ajansı’nda yer alan habere göre, Güler, Hrant Dink’e yönelik eylemle ilgili olarak İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan kendisini kimsenin aramadığın ifade ederek, gönderilen yazının da esas itibarıyla Osman Hayal’e ilişkin bir araştırmayı kapsadığını belirtti.

‘İstihbaratı Celalettin Cerrah’a sunmadım’

Güler, "17 Şubat 2006 tarihinde Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü tarafından İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğüne gönderilen Yasin Hayal’in Hrant Dink’e yönelik eylem yapacağına ilişkin istihbaratı, İl Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın bilgisine sundunuz mu? sorusuna ise "Bu yazının içerdiği bilgi ve talep ve aynı zamanda geldiği makam yani şube müdürlüğünden geldiği için İl Emniyet Müdürü Cerrah’a sunulacak nitelikte olmadığını düşündüm dolayısıyla bilgisine sunmadım. Eğer Trabzon İl Emniyet Müdürü bu yazıyı gönderseydi ben o zaman mutlaka bizim müdürümüzün de bilgisine sunardım" yanıtını verdi.

‘Trabzon bizden Osman Hayal hakkında bilgi talep etti’

"Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü tarafından İl Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek imzasıyla Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığına gönderilen 17 Şubat 2006 tarihli yazı ve F4 raporundan haberiniz var mı? İstanbul Şube Müdürlüğüne gereği için gönderilen yazının içeriğinde Hrant Dink’e karşı ‘ses getirecek bir eylem yapılacağı’ yazılı iken, İstihbarat Şube Müdürlüğüne gönderilen yazının ekinde yer alan F4 raporunda ‘Hrant Dink’in ne pahasına olursa olsun, öldürüleceği yönünde bir bilgi paylaşımı yapıldığı’ hususları hatırlatılarak iki yazı arasında büyük farklılıklar olduğu, İstanbul’a neden Hrant Dink’in öldürüleceği yönünde bilgi sunulmadı" sorularına Güler, şu yanıtı verdi:

"Bize gelen yazıda iki kişi hakkında bilgi var biri Yasin Hayal, diğeri de Osman Hayal, Yasin Hayal’i nitelendirmek için bir eylemini yazıyor. Yazı da Yasin Hayal’in daha önce Trabzon da bir işyerini bombalayan kişi olduğunu belirtiliyor, Osman Hayal hakkında bilgi talep ediyor ve bunun için de bize telefon numarası veriyor."

‘Dink’i öldüreceği bilgisi verilseydi üst düzeyde ele alırdık’

Adliyede bir kişinin soyunmasını da ses getirecek bir eylem olarak nitelendiren Güler, şunları kaydetti:

"Eğer bize Dink’in öldürüleceği bilgisi verilse idi biz çok daha üst düzeyde ele alırdık. Mutlaka Emniyet Müdürümüz ile paylaşırdık, mutlaka Trabzon ile birebir temas kurardık ve bu işin İstihbarat Daire Başkanlığı koordinesinde bir operasyon çalışması yapıldığını düşünürdük, burada kastettiğim istihbari operasyondur. İstihbarat Daire Başkanlığına gönderilen yazıda öldürme eyleminin nasıl yapılacağı, yine eyleme giderken baz istasyonundan kurtulmak için telefon götürmeyecekleri, silahı köyden temin edecekleri yönündeki bilgiler bize bildirilmemişti, yani bize eksik bilgi verilmiştir ve bize bildirimde tespit edilenler arasında büyük nitelik farkı vardır."

Güler, soruşturmada İstanbul emniyetinin Trabzon’dan gelen yazı üzerine hiçbir teknik çalışma yapmadığını, "bilgisayara el konulsun ve bir bilirkişiye gönderilsin, gerçek ortaya çıkacak" dedikten sonra Celalettin Cerrah’ın bilgisayarı muhafaza altına aldığını, sonrasında da yazıda yer alan telefon numarası üzerinde gerekli teknik çalışma yaptıklarının görüldüğünü belirtti.

Log kayıtları

Mülkiye başmüfettişlerinin talebine istinaden Ramazan Akyürek’in hazırlattığı yazıda, Osman Hayal’in kullandığı 0538…nolu telefona ilişkin log kayıtlarında araştırma yapılmamış gibi gösterdiğini iddia eden Güler, şunları söyledi:

"Ramazan Akyürek, başlangıçtan beri hem bilgi gizlemek hem de bizi zor duruma düşürmek için hem de kendilerinin sorumluluğunu ortadan kaldırmak amacıyla kasıtlı olarak bu bilgiyi (log kayıtları) müfettişlerden gizlemiştir. Biz olayın üzerine gidince İstanbul’daki bilgisayarı il müdürü aracılığıyla muhafaza altına alıp yine müfettiş aracılığıyla bu konuda yeniden araştırma yapılıp müfettişlerden teknik rapor alınınca gerçek ortaya çıktı. Akyürek’in, daha sonra İstihbarat Daire Başkanlığından ayrılmadan önce de buna ilişkin log kayıtlarını sildirdiği yönünde iddialar vardır."

‘Trabzon ve EGM İstihbarat Dairesi sorumludur’

"Birlikte çalışmamışlarsa ve ölüm meydana gelmiş ise kim sorumludur?" sorusuna ise Güler, "Yazıyı paylaşmayan Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü yetkilileri ve EGM İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürlüğü yetkilileri sorumludur. İstihbarat Daire Başkanı ve yardımcılarının da bilgisi var ise onlar da sorumludur, her ne kadar İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürlüğü bizimle bilgi paylaştığını söylüyorsa da kesinlikle doğru değildir" yanıtını verdi.

Güler ifadesinde, Hrant Dink cinayeti işlendiği sırada emniyet müdürü Celalettin Cerrah ile birlikte yurt dışında olduklarını, olayı haber alır almaz Türkiye’ye döndüklerini belirtti.

‘Bu nasıl istihbarat daire başkanı?’

Ramazan Akyürek’in Hrant Dink’in öldürüleceğine ilişkin bilgiyi gizlediğini iddia eden Güler, "Hayır bahsetmedi bilgi vermedi ve hatta emniyet müdürümüz Celalettin Cerrah, ısrarla ve defaatle Ramazan bu konuda senin herhangi bir bilgin var mı? Yok mu? diye sormasına rağmen Ramazan Müdür ‘yok’ dedi ve hiçbir bilgi vermedi. Hatta iki gün boyunca hiç konuşmadı, daha doğrusu konuşmamayı tercih etti. Hatta vali o zaman şaşkınlıkla bu nasıl istihbarat daire başkanı hiçbir şeyden haberi yok şeklinde sitemi olduğunu biliyorum" ifadelerini kullandı.

‘Yılmazer ve Akyürek bilgi paylaşmadı’

Akyürek’in, Ali Fuat Yılmazer ile paylaştığı bilgileri kendileriyle paylaşmadığını söyleyen Güler, cinayetten sonra Ali Fuat Yılmazer’in soruşturma savcıları ile görüştüğünü ve birtakım belgeleri verdiğini ifade etti.

‘İstanbul’u terk et’

Güler, cinayet öncesinde Ankara’da personel müdürü Coşkun Çakar’ın, ‘İstanbul’u derhal terk et’ dediğini, valinin haberi olmadan ve bir gerekçe gösterilmeden gitmek istemediği için Akyürek’i aradığını anlattı. Ramazan Akyürek’in, ‘Arkadaşlar bana ne derlerse onu yaparım’ dediğini söyleyen Güler, ‘sebep ne’ diye sorduğunda ise ‘öyle icap ediyor’ yanıtını aldığını iddia etti.

Güler, kendisine "yapılan baskılardan" İl Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ı haberdar ettiğini, 5-6 gün sonra da cinayettin işlendiğini ve yerine Ali Fuat Yılmazer’in atandığını kaydetti.

‘Emniyette yapılanma için mi baskı yapıldı?’

"İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü’nü bırakmanız için size yapılan baskı emniyet içerisinde bir yapılanmanın gerçekleştirilmesi amacıyla mı yapıldı? Bu kapsamda Dink cinayeti ile ilgili birtakım hayati öneme haiz bilgilerin (Dink’in öldürüleceğine ilişkin bilgi) İstanbul’dan saklanmasının amacı bu muydu?" sorusuna Güler, cinayet öncesinde ve sonrasında yaşadıklarının bu "atmosferi çağrıştırdığını" söyledi.