Günlük arşivler: Eylül 5, 2014

MİT DOSYASI /// AMBERİN ZAMAN : Hakan Fidan İran ajanı mı ??

Amberin Zaman

amberin.zaman

Yaratılmak istenen algı bu. Ta ilk günden, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) başkanlığına getirildiği 25 Mayıs 2010 tarihinden beri. Hakan Fidan’ın “İran’ın adamı” olduğuna dair yorumlar çoğunlukla Fethullah Gülen Cemaati’ne yakın yayınlarda yer alıyor. Bir de İsrail ve ABD basınında. The Washington Post’un başarılı casus romanı yazarı David Ignatius 16 Ekim 2013 tarihli köşesinde AK Parti iktidarının 2012 yılında Türkiye’de MOSSAD ajanlarıyla düzenli buluşan 10 İranlının isimlerini İran hükümetine verdiğini ifade ediyor. Ve soruyor: “Mavi Marmara olayına misilleme olarak mı yapıldı yoksa İsrail ile ilişkilerdeki genel olumsuzluğun bir yansıması mı?” (Tuhaf bir soru çünkü biri diğerinin alternatifi değil, tam tersi iç içeler.)

Bu konuya 18 Ekim 2013 tarihli köşe yazımda değinmiştim. Özetle şu çelişkiye dikkat çekmiştim: Hakan Fidan İran ajanıysa nasıl oluyor da İran ve Türkiye’yi net düşman hâline getiren, Suriye politikasının baş mimarlarından biri sayılıyor? Hem “Küresel Kulak” Amerika Hakan Fidan’ı yıllarca dinlememiş midir? Gerçekten İran ajanıysa Obama hangi akla hizmet geçen yıl Beyaz Saray’da Erdoğan’ı ağırladığı ve CIA başkanı dâhil yakın kurmaylarının bulunduğu o çok özel yemeğe Fidan’ı da çağırdı? İdeolojik pencereden değerlendirildiğinde Fidan’ın olsa olsa İsrail düşmanı olduğunu söyleyebiliriz ancak.

Fidan’ın ile ilgili esas sorun son zamanlarda yaşanan skandal istihbarat zaaflarıdır. Asıl failleri bir türlü açıklanmayan, 52 vatandaşın hayatına mal olan 11 Mayıs 2013 tarihli Reyhanlı intihar saldırısıdır. Musul Valisi’nin tüm uyarılarına inat tahliye edilmeyen Musul başkonsolosluğudur. IŞİD’e rehin düşen 49 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Normal şartlarda bu gibi vahim durumlarının sorumluları ânında azledilirler. En azından demokrasiyle yönetilen ülkelerde böyle. Biz de ise terfi ettiriliyorlar.

Hakan Fidan’ın İran ajanı olup olmadığı sorusuna neden tekrar değindiğime gelince… PKK ile de ilişkilendirilmek istenen Fidan, benzer tuhaflıkta yaftalamalarla hâlâ hedefte. Bu kez tozlu raflardan indirilen Selam Tevhid örgütü üzerinden. Hani “ah bakınız Uğur Mumcu’nun katilleri” diye 2000 yılında Hizbullah’ın İstanbul’daki karargâhına düzenlenen baskın sırasında “bulunan” mektup sayesinde “keşfedilen” ve “İran maşası” diye lanse edilen şey. Gülen Cemaati’ne yakın yayın organları “casusluk” suçundan tutuklanan polislerin hükümetin bu örgüt üzerinden İran’la kurduğu bağları deşifre ettikleri için kurban edildiklerini savunuyor. Reza Zarrab ve Halk Bank üzerinden yürütüldüğü iddia edilen kaçak altın ticaretini de iktidar ve İran arasındaki “özel” bağlarla ilişkilendiriyor.

Son dönemde emniyet ve yargıda yaşanan tutuklama, kızağa çekme ve benzeri operasyonların öncellikle 17 Aralık ve 25 Aralık yolsuzluk dosyalarının üstünü örtmek adına yapıldığını anlamak için özel zekâ gerekmiyor. Artık Gülen Hareketi’yle uzaktan yakından ilişkisi olan herkes potansiyel suçlu (aslında potansiyel hesap soran) gözüyle bakılıyor.

Fakat iktidarın tüm günahları aynı zamanda ve ısrarla hükümetin sözde İran aşkına dayandırıldığında insan sormadan edemiyor. Nedir bu Gülen Hareketi’nin kemikleşmiş İran takıntısı? Rasyonel bir açıklaması var mıdır? Örneğin yürütülen mantık şu mudur? “Küresel çapta büyümek için 1- Radikal İslamcı olmadığını kanıtlamak. 2- Amerika’ya kendini kabullendirmek. 3- Bunun temel şartı olarak İsrail karşıtı olmadığını, hatta dostu olduğunu göstermek. 4- Bunun en kestirme yolu ise İran karşıtı pozisyon almak…” “İyimser” yorum bu. Ancak bir ihtimal daha var: Gülen Cemaati özünde Şii düşmanı mıdır? Veya soruyu tersinden soralım. Gülen Cemaati mezhepçi reflekslerle mi hareket ediyor? Cevabı beklenen sorulardan biri de bu.

amberin.zaman

IRAK DOSYASI : IŞİD’le Savaşın Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimindeki Yansımaları

ID’le Savan Irak Krdistan Blgesel Ynetimindeki Yansmalar (ngilizce).pdf

ID’le Savan Irak Krdistan Blgesel Ynetimindeki Yansmalar.pdf

IRAK DOSYASI : Irak Kürtlerinin Bağımsızlık Söylemi ve Değişen Dengeler

Doç. Dr. Şaban Kardaş

ORSAM Başkanı

Ortadoğu’da derinleşen çatışma ve istikrarsızlık sarmalı içerisinde Kürtler, sahip oldukları konum ve takip ettikleri politikalarla gündemde önemli bir yer işgal ediyorlar. 1916’da Sykes-Picot Anlaşması ile bölgede kurulan düzen ve oluşturulan sınırların kırılganlaştığı tezleri yüksek sesle zikredilirken, Ortadoğu’nun en büyük nüfusa sahip devletsiz halkı Kürtlerin siyasi talepleri de öne çıkıyor. Bölgesel siyasette "Kürtlerin zamanı" algısı güçlenip sınır-aşan dinamikler ivme kazanıyor. Yine de Kürt siyaseti hâlâ içinde yaşadığı ulus-devletlerin koşulları dâhilinde evriliyor.

Türkiye’deki Kürt hareketi, Çözüm Süreci ile birlikte ana akım siyasi süreçler ve ülkenin genel demokratikleşme serüveni içinde temsil edilme ve geleceğini belirlememe arayışında. Suriye Kürtleri, ülkelerindeki çatışma ortamına, kendi kantonlarını ilan ederek cevap verdiler. Fakat burada ortaya çıkacak siyasi oluşum ve bunun sürdürülebilirliği, Suriye İç Savaşı’nın seyrine bağlı. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) çatısı altında kendi-kendini yönetme tecrübesiyle öne çıkan Irak Kürtleri ise son dönemde bağımsızlık söylemleriyle dikkat çekiyorlar.

Irak Kürtlerinin bağımsızlık söylemi

Irak’ın yaşadığı siyasi kriz ve güvenlik tehdidi, Kürtlerin bağımsızlık söylemini yeni bir zemine taşımalarını beraberinde getirdi. Özellikle Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi’nin (KDP), bu yeni istikrarsız ve yönetilemez ortamı Kürtlerin bağımsızlık taleplerini meşrulaştırmak için araçsallaştırdığı görüldü. Irak’ta 30 Nisan 2014’te düzenlenen parlamento seçimlerinin çıkardığı siyasi tablonun, ülkenin bütünlüğünü sürdürmeyi zorlaştırdığı tezi kuvvetli biçimde işlendi.

Bu teze göre, Nuri Maliki’nin iki dönem süren başbakanlığı altında ABD’nin ülkede tesis ettiği federal sistem ve bunun dayandığı yetki ve kaynak paylaşımı düzenlemeleri geçerliliğini yitirmiş, ülke başarısız devlet olma eşiğine gelmişti.

Maliki’nin üçüncü döneminde bu düzenin devam etmesi halinde Kürtlerin yaşamsal çıkarlarının zedelemesini seyretmektense, bağımsızlık yönünde hareket etmek tercihe şayan görülmüştü. Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) mevcut koşullarda, diğer Kürt siyasi grupları olan Goran ve İslami Hareket ile karşılaştırıldığında küçük farkla da olsa, diğer bölge ülkelerinin tepkileri veya tartışmalı bölgelerin konumunu göz önüne alarak daha temkinli hareket etmeyi savundu.

Haziran 2014 sonrasında Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün Musul’dak, ilerleyişi karşısında Irak ordusunun çözülmesi, modern Kürt devletinin kurucu babası olma arzusuyla aceleci davranan Barzani’nin elini daha da güçlendirdi.

"İstikrarsızlık sarmalındaki başarı hikayesi" olarak lanse edilen IKBY’nin, çöküşe geçen Irak’tan koparak bağımsızlık yolunda ilerleme iradesi, diğer gruplarca da paylaşıldı. Peşmerge güçlerinin tartışmalı bölgelere girerek, geri çekilen Irak ordusu yerine Kerkük’te kontrolü eline alması, Irak Kürtlerinin bağımsızlık ateşini daha da alevlendirdi.

IŞİD’in ilerleyişi ve Irak Kürtleri

Ağustos 2014 başında IŞİD’in IKBY’nin kontrolündeki bölgelere doğru ilerlemesi, "Kürtlerin zamanı" algısının yeni bir kırılma yaşamasına neden oldu. Peşmerge’nin de IŞİD karşısında Irak ordusuna benzer biçimde çözülmesi ve Erbil’in ateş hattına girmesi, Irak’ın kuzeyindeki oluşumun kırılganlığını trajik biçimde hatırlatan bir gelişmeydi. IŞİD’in kısa süreli kazanımlarının IKBY’nin eksikliklerini ortaya koyması, Kürtlerin bağımsızlık söyleminin gerçekçiliğini de köklü bir sorgulamaya tabi tuttu.

Ortadoğu siyasi denkleminde zayıflıktan güç üretmekte tecrübeli olan Kürt hareketi, IŞİD tehdidi üzerinden uluslararası alanda meşruiyet devşirme yoluna gitti. IŞİD ile mücadele kapsamında ABD’nin hava operasyonlarıyla verdiği desteğin devamında ABD ve Avrupa ile gerçekleştirilen siyasi temaslarda alınan askeri yardım taahhütleri, Kürt siyasetini uluslararası düzlemde yeni bir konuma taşıdı. Bu süreçte pasifist Almanya dahi, ardı ardına pek çok Batılı devlet adamını ağırlayan Erbil’e askeri malzeme sevkiyatını gündemine aldı.

Kürt hareketine uluslararası alanda gösterilen hüsnü kabulün şüphesiz birçok nedeni var. Kürtlerin geç milliyetçilik olarak Batı’da sahip oldukları geleneksel sempati, IKBY’nin uzun yıllardır Batı başkentlerinde yürüttüğü kamuoyu ve iletişim ağı kurma çalışmaları ve Kürt hareketinin aşırılığa karşı mücadele eden modern seküler bir hareket olduğu tezinin başarıyla işlenmesi gibi faktörlerin neticesinde karşımıza çıkıyor.

Irak Kürtlerine yönelik iltifat, ironik biçimde bağımsızlık söylemini törpüleyici bir etkiye yol açtı. Başta ABD olmak üzere, uluslararası aktörler, Irak’ın toprak bütünlüğünü önceleyen pozisyonlarını yinelediler ve IŞİD ile mücadele çerçevesinde Kürtlere yapılan yardımlar, IKBY’nin merkezi hükümet ve Irak ordusu ile birlikte hareketiyle ilişkilendirildi.

Washington, Erbil’i yoğun şekilde Bağdat ile IŞİD’e karşı ortak harekât planlamaya ve Maliki’nin yerine Haydar İbadi’nin üstlendiği yeni hükümet kurma çalışmalarına katılmaya teşvik ederek, Kürtleri Irak’ın bütünlüğünde davranmaya yönlendirdi. Kürt grupların aralarındaki farklılıkları kısa sürede sonlandırıp Fuad Masum’u Irak parlamentosunda Cumhurbaşkanı seçtirmeleri ve Masum’un Maliki’nin devreden çıkarılmasında oynadığı kritik rol, bu ortak anlayışı açıkça yansıtıyor.

Irak Kürtleri arasındaki rasyonel hat

Kürt bağımsızlığı konusunda daha rasyonel bir çizginin, Kürt siyasi grupları arasında ağır bastığı söylenebilir. Rasyonel çizgiye göre; devlet inşası sürecinde Kürtlerin önünde, bilhassa ekonomik bağımsızlık, savunma ve güvenlik gibi alanlarda gidecekleri daha uzun bir yol bulunuyor. Kürtlerin hedeflerini gerçekleştirme ve refaha kavuşturma olanakları, bütün bir Irak içerisinde daha iyi hayata geçirilebilir. Ancak bütün bu olasılıkların gerçekleşmesi, Irak’taki federal sistem ile yetki ve kaynak paylaşımı düzenlemelerinin sorunsuz işlemesiyle mümkün olabilir. KDP liderliğinin, bu doğrultuda iki kulvarlı yeni bir stratejiye yöneldiği görülüyor.

KDP’nin iki kulvarlı yaklaşımı; bir yandan bağımsızlık söylemini uzun vadeye ötelemeyi öngörürken, diğer yandan bu amaca matuf kurumsal altyapı ve devlet inşasını, mevcut federal sistem dahilinde Irak’tan ve uluslararası toplumdan alacağı destekle, ileri taşımayı hedefliyor. Ayrıca kısa ve orta vadede Irak’taki merkezi hükümete katılarak, ülkenin karşılaştığı kriz ve tehditlerinin bertaraf edilmesine katkıda bulunmaya çalışıyor.

Bu kapsamda hükümet kurma pazarlıkları sayesinde, hem yetki ve kaynak paylaşımının mümkün kılınması hem de Irak’ta yönetim sisteminin yeniden yapılandırılıp tartışmalı bölgelerle ilgili yeni düzenlemelere gidilmesi de dahil olmak üzere konfederal bir sisteme veya bağımsızlığa giden yolda yeni kazanımlar elde edilmesi öngörülüyor.

Bütün bu gelişmeler, IKBY içerisindeki siyasi dengeleri de etkileme potansiyeline sahip. Hatırlanacak olursa, ortak bir bölgesel Kürt konferansı düzenlenmesine dönük çalışmalar KDP ile PKK arasındaki rekabet yüzünden daha önce birkaç kez ertelenmişti. IŞİD tehdidine karşı savaş, Kürtlerin milliyetçi duygularını büyük ölçüde kabartarak ulus inşası için kullanılacak önemli bir malzeme olarak tebarüz etti. Ve IŞİD ile savaşın farklı Kürt gruplarını bir araya getireceği şeklinde bazı erken yorumlar yapılmaya başlandı.

Lakin mevcut gelişmeler, bu ayrışmaların öyle kolayca giderilemeyeceğini ortaya koyuyor. Öncelikle PKK’nın, IKBY sınırları içindeki Mahmur’da IŞİD’e karşı mücadelede oynadığı rol üzerine Barzani’nin IŞİD’in Ağustos 2014 başındaki ani ilerleyişiyle kaybettiği prestiji kullanarak devşirmeye çalıştığı meşruiyet, KDP’yi rahatsız ediyor. Keza Batılı ülkelerin Barzani’ye sağladığı destek, KDP’yi güçlendirdiği ölçüde PKK’nin tepkisine de davetiye çıkarıyor.

Aynı süreçte, Perşmerge’nin IŞİD ile savaşa katılması, İran ile yakın ilişkileri olan Süleymaniye merkezli KYB’nin pozisyonunu güçlendiriyor. Tahran’ın askeri destek sağlayarak IKBY’de kendisine zemin kazanmasının, KDP-KYB ilişkilerinde doğuracağı gerilimin yanı sıra yine İran’ın Batı kaynaklı yardımlara karşı atacağı dengeleyici adımlar da diğer bir istikrarsızlık unsuru olarak beliriyor.

Öte yandan, Peşmerge güçlerinin sahadaki başarısızlığı, Goran’ın IKBY’de savunduğu değişim ve reform çağrılarını güçlendiriyor. Peşmerge’nin KDP ve KYB ile parti aidiyetinden arındırılıp ‘ulusal’ bir askeri güce dönüştürülmesi ve profesyonelleştirilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin gündeme alınması, Gorran’ın önemli bir kazanımıdır. Bunların ötesinde Kürt grupların, Irak’ta hükümet kurma görüşmelerinde birlikte hareket etmeleri de farklılıkları azaltıcı bir gelişmedir.

Irak Kürtlerinin stratejilerinin Türkiye’ye yansıması

Türkiye açısından, bu gelişmelerin şüphesiz farklı yansımaları olacaktır. Ankara’nın uzun süredir Erbil ile yakın ilişki geliştirmesi ve Irak politikasının eleştirildiği hatırlanırsa, uluslararası toplumun IKBY’ye dönük ilginin artması ve Irak’ta Sünnileri dışlamayan kapsayıcı bir hükümet formülünün desteklenmesi olumludur. Bu ortamda Türkiye’nin, Irak’ın toprak bütünlüğü içerisinde Kürtlerin, doğal kaynakların kontrolü de dahil olmak üzere, daha geniş yetkilere sahip olmasını -petrol ihracı meselesinde olduğu gibi- desteklemeye devam etmesi beklenebilir.

Fakat bölgede istikrarsızlık sürdüğü müddetçe Kürt siyaseti ve milliyetçiliğinin silahlı mücadele üzerinden inşa edilmesi kaçınılmaz. KDP ve PKK arasındaki artan gerilim, bunun somut göstergesi olarak gündeme gelebilir. Bölgesel düzlemde Kürt siyasetinin askeri gündemle yoğrulmasının, nihayetinde Türkiye’nin demokratik ortamda barışçıl yöntemlerle yürütmeye çalıştığı Çözüm Süreci açısından büyük bir açmaz oluşturacağı söylenebilir.

* Bu yazı 4 Eylül 2014 tarihinde Al-Jazeera Turk’de yayınlanmıştır.

LİBYA DOSYASI : Türkiye, Libya Konusunda Nerede Duruyor ?

Türkiye Cumhuriyeti 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyib Erdoğan, El-Cezire kanalına verdiği röportajda, kendisine Libya’daki duruma ilişkin sorulan bir soruya “Libya Meclisi’nin Tobruk’ta toplanmasını kabul etmek mümkün değil” şeklinde bir cümle ile cevap verdi.

Olayın arkasından, Libya Dışişleri Bakanlığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın röportajına atıfta bulunarak yaptığı açıklamada, “Sayın Erdoğan’ın sözleri Libya’nın içişlerine açıktan açığa karışmaktır” ifadesini kullandı. Hatta bu söz Sayın Erdoğan’ın kendi görüşü müdür, yoksa Türkiye devletinin resmi görüşü müdür şeklinde bir soru yöneltti. Hatta öyle ki Şark el-Awsat’ın haberine göre Ankara Büyükelçisini çekme kararı aldı.

Türk Dış İşlerinden yapılan açıklamada ise, “Türkiye, kardeş Libya halkının içinde bulunduğu sancılı süreci bir an evvel aşması, meclisinin başkentinde güven içinde faaliyetlerini yürütebileceği bir barış, istikrar ve huzur ortamına kavuşması doğrultusunda her türlü desteği vermeye devam edecektir” denildi. Yani Dış İşleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediğini diplomatik bir dille yinelemiş oldu.

Peki, bu durumda Türkiye ne demek istemiş olmaktadır, nerede durmaktadır? Meclis’in başkent Trablus’ta toplanması ya da ülkenin Güneydoğusunda bulunan Tubruk’ta toplanması arasında ne fark var?

Çatışan taraflar

Emekli General Halife Haftar’ın “Onur Operasyonu” adı verdiği, Ensar el-Şeria, 17 Şubat Tugayları ve Rafallah Şahati tugaylarını hedef göstererek başlattığı operasyon, Bingazi’deki “selefi/cihatcı milis grupları” temizlemeyi amaçlıyordu. Halife Haftar, siyasi olarak Milli Genel Kongre’de Müslüman Kardeşler karşısında başarısız olmuş liberalleri de arkasına alarak, Mısır gibi bölge güçlerine arkasını yaslayarak, Uluslararası güçlerin de göz kırpmasıyla yukarda zikrettiğimiz gruplarla Müslüman Kardeşleri özdeşleştirip Libya’dan Müslüman Kardeşleri temizlemek istedi.

Başkent Trablus’ta Uluslararası Trablus Havalimanını elinde tutan, kentin güneyinde büyük bir karargâhta konuşlanmış Zintanlı milisler ve Vurşeffane kabilesi ile ittifak kurarak orayı da ele geçireceğini düşündü. Yoğun çatışma ve Müslüman Kardeşler karşıtı yürütülen propaganda altında yürütülen seçimlerde Müslüman Kardeşlere yakın adaylar kaybedecek böylece Libya tamamıyla “Onur Operasyonu” güçlerinin kontrolüne geçmiş olacaktı.

Ancak işler planlandığı gibi gitmedi. “Onur Operasyonuna” karşı kendilerine “Libya Şafağı” adını veren, Misrata, Zilitan, Gıryan, Cenzur gibi bölgelerden oluşan milis birlikleri harekete geçti. Önce Trablus’un güneyindeki Zintanlı milislere ait karargâhı daha sonra Trablus Uluslararası Havalimanını ele geçirerek, Trablus’un kontrolünü tamamen ele geçirdi. Bingazi’de bütün Haftar karşıtı devrimci milisler “Bingazi Devrimcileri Şura Meclisi” adı altında bir araya geldi, Haftar’a ait birçok önemli karargâhı ele geçirdi. Yani ülkenin doğusunda ve batısında kontrol ağırlıklı olarak “Libya Şafağı” güçlerinin eline geçmişti.

Parlamento nerede toplanmalı?

Yeni Parlamento, Libya Anayasasına göre Trablus’ta gerçekleştirilecek devrim teslim töreni ile görevi devir alacak, Bingazi’de göreve başlayacaktı. Ancak gerek Trablus’ta gerek Bingazi’de kontrolü kaybeden “Onur Operasyonu” güçleri Parlamento’yu Tubruk’ta toplanmaya ikna etti.

Parlamento’nun Tubruk’ta toplanması nedeniyle 33 kadar vekil protesto nedeniyle toplantıya katılmadı. Parlamento, “Libya Şafağı” güçlerini, Ensar el-Şeria ve “ Onur Operasyonu’na” karşı çıkan bütün silahlı grupları terörist ilan etti, Libya kanunlarınca onlara verilen maaşların bu yılsonu itibarıyla kesilmesi kararı aldı. Ülkeyi “terör gruplarından” temizleninceye dek bütün legal tarafların “Onur Operasyonuna” destek vermesi gerektiğini belirtti.88 oyla, Genel Kurmay Başkanı Abdusselam el-Ubeydi’yi görevden aldığını ve yerine Abdurrezzak el-Nazuri’yi atadığını duyurdu.

Hazır bulunan 104 vekilden 64 vekilin oyu ile bir önceki hükümetin Başbakanı Abdullah el-Sini’ye tekrardan hükümeti kurma görevi verdi. Oturumlara katılmayan parlamento üyelerinin üyeliklerinin iptal edileceği duyuruldu.

Trablus’taki Libya Genel Kurmay Başkanlığı bu tayini kabul etmediğini, “Onur Operasyonu”nun illegal olduğunu, Tubruk’daki askeri birliklerin kontrol dışına çıktığını ilan etti. Halife Haftar’a bağlı hareket eden bütün askerlere hukuki yaptırım uygulanacağını kaydetti.

Yani yeni parlamento “Libya Şafagı”nı tam olarak karşısına alarak, Haftar’ın yanında yer almış oldu ve kendilerini desteklemesi için uluslararası güçlerden yardım istedi. Bunun üzerine “Libya Şafağı” güçleri Milli Genel Kongre’den göreve devam etmesini ve yeni bir geçiş hükümeti kurmasını talep etti. Talep üzerine harekete geçen Nuri bu Sehmeyn Milli Genel Kongre’yi toplayarak Ömer el-Hasi’yi geçiş hükümeti kurmakla görevlendirdi.

Yani ülkede fiilen iki parlamento, iki hükümet, iki genelkurmay başkanlığı vardı. “Libya Şafağı” güçleri yeni parlamentoyu kabul etmek için Parlamento’nun Trablus’a gelerek görevi Milli Genel Kongre’den devir almasını, bundan önce aldığı bütün kararları ise iptal etmesini şart koştu.

İşte bu nedenle Recep Tayyip Erdoğan’ın “’Libya Meclisi’nin Tobruk’ta toplanmasını kabul etmek mümkün değil” şeklindeki sözleri taraf olmak şeklinde yorumlandı ve eleştirildi. Peki, bu dengeler içinde uluslararası güçler nerede yer alıyor?

Uluslararası Güçler

Gelişen olayların seyri içinde bir ay önceden kararlaştırılan, Libya, Cezayir, Tunus ve Sudan’ın katılımıyla Mısır’ın başkenti Kahire’de Libya’ya komşu ülkeler konferansı düzenlendi.

Konferansta hazır bulunan Libya Dış İşleri Bakanı Mahmud Abdulaziz, BM Güvenlik kurulundan Libya’ya müdahale çağrısında bulundu. Mısır devlet başkanı Abdulfettah Sisi’nin, Libya’da milis grupların silahsızlandırılması, Yeni Libya Parlamentosu öncülüğünde siyasi çalışmaların sürdürülmesi noktasında BM Güvenlik Kurulu ile koordineli çalışacağı basına yansıdı.

Toplantı bağlamında “bütün milis grupların ve silahlı unsurların silah bırakarak, siyasi çözüme yönelmesi” vurgulandı. Ancak bu mesajın içinde açık olmayan bazı noktalar bulunuyordu. Örneğin bu milis grupların içine “Libya Şafağı”na karşı savaşan Zintanlı ve Vurşeffane mensubu milisler dâhil midir? “Onur Operasyonu” milis birlik olarak mı değerlendirilmektedir, yoksa Libya Ordusun bir cüzü olarak mı görülmektedir?

Ayrıca alınan kararlarda, Yeni Parlamentonun destekleneceğinin belirtilmesi ve parlamento üzerinden ordunun ve polisin yeniden yapılandırılacağı vurgusu, taraf olmak anlamına gelir mi? Libya hükümetine güvenliğin tesisi için yardım vurgusundan ne anlaşılmalıdır?

Mısır’da gerçekleştirilen bu toplantı bu soruları akla getirirken toplantının ardından yaşanan gelişmeler bu soruların cevabının, konunun özlerinin zihninde nasıl olduğuna dair bir takım ipuçları verdi.

Toplantının ardından BM Özel temsilcisi Bernardo Leon, AB Libya Büyükelçisi Natalia Apostolova ve İngiltere Özel temsilcisi Tubruk’a giderek yeni Parlamento’nun yanında olduklarını açıkladı. Yani ülkede “terörist”, “silahlı gruplar” ve benzeri tanımlamalarda Libya Parlamentosu’nun yanında olduğu söylemiş oldular. Yukarda belirttiğimiz üzere “Libya Şafağı” güçleri başta olmak üzere “Bingazi Devrimci Güçler Meclisi” de dahil “Onur Operasyonuna” karşı olan herkes “teröristti”.

Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, Libya’da radikal grupların güç geçtikçe güçlendiği, acilen müdahale edilmemesi halinde, bütün bölgeye zarar vereceği açıkladı. İngiltere Dış İşleri Bakanı William Hauge, Mısır Dış İşleri Bakanı Samih Şükri ile Londra’da gerçekleştirdiği basın toplantısında Libya’da radikal gruplara karşı acilen harekete geçilmesi gerektiği belirtildi.

Son olarak BM Güvenlik Kurulu aldığı kararlar Libya’da savaşı devam ettiren taraflara yaptırım uygulama kararı aldı. Önümüzdeki birkaç gün içinde Libyalı bazı iş adamlarının isimlerinin olduğu bir liste yayınlanması ve mal varlıklarının dondurulması planlanıyor.

Meçhul Uçaklar

Geçtiğimiz günlerde Trablus’ta “Libya Şafağı” güçlerine ait mevziler savaş uçakları tarafından bombalandı. Trablus’taki Libya Genel Kurmay Başkanlığı bu uçakların kendisine ait olmadığı, bu teknolojinin de Libya’da bulunmadığını açıkladı.

Olayın ardından Milli Genel Kongre uçakların Mısır ve Birleşik Arap Emirliklerine ait olduğunu iddia etti, her ne kadar Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah el-Sisi ve BAE bu iddiaları yalanlasa da, konuyu Uluslararası Ceza Mahkemesine taşıyacağını duyurdu.

Olayın ardından başta ABD olmak üzere uluslararası güçlerden Libya’nın iç işlerine müdahalenin kabul edilemeyeceği açıklamaları gelmişti.

The post Türkiye, Libya Konusunda Nerede Duruyor? appeared first on ORDAF.

DUYURU : KÜRESEL GÜÇLER GİZLİ TEKNOLOJİLERİNİ TÜRKİYE’DE KULLANIYOR /// LÜTFEN TEPKİ VER İN ///

VİDEO : ZİHİN KONTROLÜ MAĞDURU H.K.’NİN AÇIKLAMALARI

VİDEOYU GÖRMEK İÇİN BURAYA TIKLAYIN.

***

VİDEO : ZİHİN KONTROLÜ MAĞDURU L.Ö’NÜN AÇIKLAMALARI

VİDEOYU GÖRMEK İÇİN BURAYA TIKLAYIN.

***

VİDEO : ZİHİN KONTROLÜ MAĞDURU Ü.A’NIN AÇIKLAMALARI

VİDEOYU GÖRMEK İÇİN TIKLAYIN.

***

MK ULTRA NEDİR ?

“ABD Ulusal Güvenlik Teşkilatı’na arşı açılan bir dava dosyası, bireyleri kontrol altında tutmak için tasarlanan ürkütücü teknolojileri ve programları açıklamaktadır.”

JOHN ST.CLAIR AKWEI, ULUSAL GÜVENLİK TEŞKİLATI’NA (NSA) KARŞI

Aşağıda verilen belge, John St.Clair AKWEI tarafından Ulusal Güvenlik Teşkilatı (NSA)’ya karşı Washington’da açılan bir dava dosyasını kapsamakta ve Ulusal Güvenlik Teşkilatı ile ilgili bilgilerini, Ulusal Güvenlik faaliyetlerinin teknolojilerini ve yurttaşları izlemek için yapılan gizli operasyonları vermektedir.

ULUSAL GÜVENLİK TEŞKİLATI’NIN MİSYONU VE YURT İÇİ İSTİHBARAT OPERASYONU

HABERLEŞME İSTİHBARATI

ABD’de ve dünyada tüm elektonik haberleşmenin yurdu kaplaması, ulusal güvenliği temin eder. Ft. Meade, Maryland’deki Ulusal Güvenlik Teşkilatı, 1960’lı yıllardan beri dünyada ki en gelişmiş bilgisayara sahiptir. Ulusal Güvenlik Teşkilatı teknolojisi özel şirketlerden, akademiden ve halktan gizli olarak geliştirildi ve yürütüldü.

İŞARET İSTİHBARATI

Ulusal Güvenlik Teşkilatı, İşaret istihbarat görevi için, çevredeki şifresi çözülen EMF dalgaları, bilgisayara telsiz olarak kaydetmek ve kişileri vücutlarındaki elektrik akımları ile izlemek için bir bilgisayar programı geliştirdi. İşaret İstihbarat’ı, içinde elektrik akımı bulunan her şeyin çevresine EMF dalga yayan bir manyetik alana sahip olma esasına dayandığı için Ulusal Güvenlik Teşkilatı/Savunma Departmanı, elektriksel aktivitesi olan insan yapısı veya organik her cismi uzaktan analiz edebilen hususi bir dijital araç geliştirmiştir.

YURTİÇİ İSTİHBARATI

Ulusal Güvenlik Teşkilatı tüm ABD vatandaşlarının kayıtlarına sahiptir. Ulusal Güvenlik Teşkilatı, 50,000’den fazla ajanından herhangi birinin dikkatini çekebilecek ABD vatandaşları içerisinde bilgi toplamaktadır. Bu ajanlar, herhangi bir kişiyi kendiliklerinden izlemek konusunda yetkiye sahiptir.

Ulusal Güvenlik Teşkilatı her mevkide, “DAİMİ ULUSAL GÜVENLİK ANTİ-TERÖR GÖZETİM ŞEBEKESİNE –AĞINA-“ sahiptir. Bu gözetim ağı tamamen kılık değiştirmiştir ve halktan gizlenmektedir. Amerika’da şahısları takip etme işi Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın elektronik gözetim ağı ile ucuz ve kolayca yürütülmektedir. Bu ağ, tüm BİRLEŞİK DEVLETLERİ kapsar, on binlerce Ulusal Güvenlik Teşkilatı Personelini içerir ve aynı anda yüz binlerce kişiyi izler.

Operasyonların maliyetinin ucuzluğu, operasyon maliyetlerini en düşük seviyeye indirmek için tasarlanan Ulusal Güvenlik Teşkilatı bilgisayar teknolojisi ile sağlanır.

Ulusal Güvenlik Teşkilatı Personeli, kendi toplumlarında güya halktan biriymiş gibi hizmet verirler ve izlemek isteyecekleri kişiler hakkında istihbarat toplumunu bilgilendirebilmek için, gizli ve yasal işlerde çalışırlar.

Toplumdaki Ulusal Güvenlik Teşkilatı Personeli, genellikle sosyal sahada çalışan, avukat ve işadamı gibi gizli kimliklere sahiptir.

· BAĞIMSIZ OLARAK OPERASYON YAPABİLEN ULUSAL GÜVENLİK TEŞKİLATI PERSONELİ TARAFINDAN GÖZETİM İÇİN ARA SIRA HEDEFLENEN VATANDAŞLAR

Ulusal Güvenlik Teşkilatı Personeli, Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın yurt içi istihbarat ağını ve gizli işleri kullanarak, Birleşik Devletler’deki binlerce ferdin yaşamlarını kontrol edebilirler. Bunlar tarafından bağımsız olarak yürütülen operasyonlar bazen kanun sınırlarının ötesine taşabilir. Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın operasyonları ile yüzlerce habersiz vatandaşa uzun süreli kontrol ve sabotaj yapılmış olması muhtemeldir. Ulusal Güvenlik Teşkilatı ağı, Birleşik Devletler vatandaşlarına gizli olarak suikast veya hastalıklar, akıl ve ruh bozuklukları olarak teşhis edilebilecek konulara sebep olacak gizli psikolojik kontrol operasyonları yapma yeteneğine sahiptir.

ULUSAL GÜVENLİK TEŞKİLATI’NIN YURT İÇİ ELEKTRONİK GÖZETİM AĞI

1960’lı yılların ilk yıllarında dünyada ki en gelişmiş bilgisayarlar Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın elindeydi. Bu bilgisayarlarla araştırılan yeni buluşlar Ulusal Güvenlik Teşkilatı için saklandı. Şu anda Ulusal Güvenlik Teşkilatı mevcut bilgisayar teknolojisinin 15 sene ilerisinde olan nano-teknolojik bilgisayarlara sahiptir.

Ulusal Güvenlik Teşkilatı, Amerika’da bu teşkilatın ajanlarının şifre çözücülerinin dikkatini çekecek “anahtar kelimelerle” her ortamda bütün haberleşmeleri kontrol eden ve yapay zekalı gelişmiş bilgisayarlar kullanarak, kendilerine rahatsızlık verici bilgiler elde ederler.

BAKINIZ : ECHELON & DIG-INT

Bu bilgisayarlar, bütün haberleşmeleri verici ve alıcı uçlarda denetlerler. ABD’nin bu rahatsızlık verici haber alma hadisesi Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın “İŞARET İSTİHBARATI” misyonunun bir sonucudur.

Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın elektronik gözetim ağı, tüm elektro-manyetik saha tayfını denetleyebilecek araçların hücreli düzenlenmesine dayanır. Bu cihaz, diğer elektronik savaş programları gibi büyük bir gizlilik içerisinde geliştirildi, yürütüldü ve muhafaza edildi.

İŞARET İSTİHBARATIYLA UZAKTAN BİLGİSAYAR KARIŞTIRMA

Ulusal Güvenlik Teşkilatı, Birleşik Devletler’de satılan tüm kişisel bilgisayarların ve diğer tüm bilgisayarların izlerini muhafaza eder. Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın “ELEKTRO-MANYETİK ALAN SAHA CİHAZI”, monitörden ve güç kaynağından çıkan dalgaları süzerek kişisel bilgisayarların devre tablosundan çıkan radyo frekanslarına ayarlanabilir.

Bilgisayar devre tablosundan çıkan radyo frekanslı yayın, bilgisayardaki dijital bilgiyi içerir. Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın cihazından çıkan kodlanmış radyo frekansında ki dalgalar, bilgisayar devreleriyle, bilgisayara girebilir ve bilgisayarda ki verileri değiştirebilir. Böylece Ulusal Güvenlik Teşkilatı, gözetim ve anti-terör elektronik savaşı için ülkedeki herhangi bir bilgisayara telsiz modem gibi bir giriş kazanabilir.

BAKINIZ : TEMPEST TEKNOLOJİSİ

Tam bu noktada bir tespit yapmakta fayda var. Hatırlarsanız, Eski Deniz Kuvvetleri Komutanımız Sayın ÖZDEN ÖRNEK, bilgisayarından çıkan darbe günlüklerinin “kendisine ait olmadığını” ifade etmişti. Acaba bu günlükler kendisi tarafından yazılmadı ise ne şekilde kişisel bilgisayarına konmuştur ? Bunun araştırılmasında ciddi şekilde fayda bulunmaktadır.

Devam edelim.

GÖZETİM İÇİN İNSANLARDA Kİ EMF’NİN MEYDANA ÇIKARILMASI (KEŞİF)

Bir cismin bio-elektrik alanı uzaktan algılanabilir, böylece cisimler bulundukları herhangi bir yerde denetlenebilirler. Özel EMF cihazıyla Ulusal Güvenlik Teşkilatı, kripto-şifre çözücüleri (EEG’lerden) üretilen potansiyelleri uzaktan okuyabilirler. Bunlar bir kişinin beyin durumlarına ve düşüncelerine kodlanabilir. Bu durumda kişi, uzak bir mesafeden mükemmel olarak denetlenebilir. Ulusal Güvenlik Teşkilatı personeli, “İŞARET İSTİHBARATI” nın elektro-manyetik tarama ağının kadranında çevirerek, ülkedeki herhangi bir şahsı tespit edebilir ve Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın bilgisayarları o şahsı 7 gün 24 saat izleyebilir. Ulusal Güvenlik Teşkilatı, ABD’deki herhangi bir şahsı seçebilir ve onu sınırsız olarak takip edebilir.

ULUSAL GÜVENLİK TEŞKİLATI’NIN ELEKTRO-MANYETİK BEYİN UYARILMASINI KULLANMASI

Ulusal Güvenlik Teşkilatı “İŞARET İSTİHBARATI”, “UZAKTAN NÖRAL (SİNİR) DENETİMİ VE ELEKTRONİK ZİHİN BAĞLANTISI” için “ELEKTRO-MANYETİK BEYİN UYARILMASINI”nı kullanmaktadır.

(İyonlaşmayan elektro-manyetik alan) radyasyonu üzerine, nörolojik araştırmayı ve bio-elektrik araştırma ve gelişmeyi içeren 1950’li yılların MKULTRA programından beri, “BEYİN UYGULAMASI” gelişme halindedir.

Elde edilen gizli teknoloji, Ulusal Güvenlik arşivlerinde, “Radyoaktifliği ve nükleer patlamaları içermeyen ve çevrede bulunan bir kaynaktan istemeyerek (kasıtlı olmayan bir şekilde) yayılan elektro-manyetik dalgalardan oluşan bilgi” olarak tanımlanır ve “Işınım İstihbaratı” olarak sınıflandırılır.

İşaret istihbaratı, ABD yönetiminin diğer elektronik mücadele programları gibi, bu teknolojiyi de, gizli olarak yürütmekte ve muhafaza etmektedir. Ulusal Güvenlik Teşkilatı, bu teknoloji ile ilgili mevcut bilgileri denetlemekte ve bilimsel araştırmaları halktan gizlemektedir. Aynı zamanda bu teknolojiyi gizli tutmak için uluslar arası istihbarat anlaşmaları da vardır.

NSA, insandaki elektriksel faaliyetleri uzak mesafeden analiz eden hususi donatıya sahiptir.

NSA bilgisayarında üretilen beyin planlaması, beyinde ki elektriksel faaliyetleri sürekli olarak denetlemektedir. Ulusal Güvenlik gayesiyle NSA, binlerce insanın ferdi beyin haritalarını kaydetmekte ve şifrelemektedir. Elektro-Manyetik alanla “BEYNİN UYARILMASI”, beyin-bilgisayar bağlantısını sağlamak için, mesela askeri savaş uçağında ordu tarafından gizlice kullanılmaktadır.

Elektronik gözetim amacıyla, beynin konuşma merkezinde ki elektrik faaliyetleri, kurbanın sözlü düşüncelerine çevrilebilir. Kulağı devre dışı bırakarak, ses haberleşmesinin doğrudan beyne gitmesini sağlayarak, Uzaktan Nöral Denetim, şifrelenmiş işaretleri, beynin işitme korteksine gönderebilir. NSA ajanları bunu, paranoid şizofreninin ve yada psikozun karakteristiği olan işitsel halüsünasyonları taklit ederek, kurbanların gizli olarak takatini ve direncini kırmak için kullanabilirler.

Kurbanla herhangi bir temas olmaksızın, Uzaktan Nöral Denetim, bir kurbanın beynindeki görsel kortekste mevcut olan elektrik faaliyetlerini planlayabilir ve kurbanın beynindeki tasvirleri (görüntüleri) bir videonun monitöründe gösterebilir.

NSA ajanları, kurbanın gözlerinin gördüğü her şeyi görürler. Görsel hafıza da görülebilir. Uzaktan Nöral Denetim gözleri ve optik sinirleri atlayarak (devre dışı bırakarak), doğrudan görsel kortekse görüntü gönderebilir. NSA ajanları, beynin programlama gayesi için, gözetim altındaki kişi REM uykusunda iken, onun beynine gizlice görüntü yerleştirmek için bunu kullanabilirler.

UZAKTAN NÖRAL DENETİM YAPAN NSA ÖRGÜTÜNÜN YETENEKLERİ

Birleşik Devletler’de, 1940’lı yıllardan beri, İşaret İstihbaratı ağı vardır. NSA’nın FT.Meade’de, kişileri izlemek ve bunların beyinlerinde ki işitsel ve görsel bilgileri tecavüzkar olmayan bir biçimde denetlemek için kullanılan iki yönlü bir Uzaktan Nöral Denetim sistemi vardır.

Bu işlerin tümü, kişiyle fiziki bir temas olmadan yapılır. Uzaktan Nöral Denetim metodu, gözetim ve yurt içi istihbarat için esas metoddur.

Konuşma korteksi – İşitsel korteks bağlantısı, istihbarat toplumu için esas haberleşme sistemi oldu. Uzaktan Nöral Denetim, görsel – işitsel beyin ile beyin arasında veya beyin ile bilgisayar arasında tam bir bağlantıya izin verir.

ULUSAL GÜVENLİK TEŞKİLATI’NIN (NSA) İŞARET İSTİHBARATI – ELEKTRONİK BEYİN BAĞLANTI TEKNOLOJİSİ

NSA – SIGINT (Ulusal Güvenlik Teşkilatı İşaret İstihbaratı) insan beyninden yayılan 5 miliwolt’luk ve 30 – 50 Hz’lik uyandırılmış potansiyellerin şifrelerini dijital olarak çözerek, insan beynindeki bilgileri uzaktan ve tecavüzkar olmayacak bir biçimde denetlemek için özel yeteneklere sahiptir.

Beyindeki nöral hareketlilik değişen bir manyetik akıya sahip olan değişen bir elektriksel özellik yaratır. Bu manyetik akı 30 – 50 Hz’lik ve 5 milimetrelik sürekli bir elektro-manyetik dalga çıkarır. Beyinden gelen elektro-manyetik emisyonda ihtiva edilen şeyler “uyandırılan potansiyeller” olarak adlandırılan enserler ve desenlerdir.

Her düşünce, reaksiyon, motor kumandası, işitsel olaylar ve görsel görüntü için beyindeki bir “uyandırılmış potansiyel” veya “uyandırılmış potansiyeller kümesi” karşılığı vardır. Beyinden yapılan EMF emisyonunun şifreleri, beyninde geçerli fikirler, düşünceler, görüntüler ve sesler haline gelmesi için deşifre edilir ve çözülür.

NSA SIG – INT, bilgileri (sinir sistemi mesajları gibi) istihbarat ajanlarına aktarmak ve gizli operasyon yapılacak kişilerin beyinlerine (onlar tarafından fark edilemeyecek bir şekilde) aktarmak için, bir haberleşme sistemi olarak EMF ile aktarılan Beyin Uyarılması’nı kullanmaktadır.

EMF ile Beyin Uyarılması, sonuçta beynin nöral devrelerinde ses ve görsel olayların oluşması için beyindeki uyarılacak potansiyelleri, kobayları tetiklemek için şifrelenmiş ve pulslanmış karmaşık elektro-manyetik işaretler göndererek çalışır. EMF ile Beyin Uyarılması kişinin beyin hallerini değiştirebilir ve motor kontrolünü etkileyebilir.

İki yönlü elektronik beyin bağlantısı, sesi (kulakları bypass ederek) işitsel kortekse aktarırken ve donuk (belirsiz) görüntüleri, (optik sinirleri ve gözleri bypass ederek), görsel kortekse aktarırken, nöral görsel,işitsel bilgileri uzaktan kumanda ederek yapılır. Görüntüler beyinde sabit olmayan iki boyutlu ekrandaki gibi zuhur eder.

İki yönlü elektronik beyin bağlantısı, CIA – NSA ve diğer müttefik ülke istihbarat servisleri personeli için esas haberleşme sistemi haline gelmiştir. Uzaktan Nöral Denetim (RNM, İnsan beynindeki bio-elektrik bilginin uzaktan denetimi) esas göstim sistemi halini almıştır. Bu Birleşik Devletler İstihbarat Topluluğu ve tüm müttefik ülke istihbarat camiasında sınırlı sayıdaki ajan tarafından kullanılmaktadır.

İŞLEYİŞ TEKNİĞİ

RNM her belirli beyin bölgesinin rezonans frekansının şifresinin çözülmesini gerektirir. Bu frekans, daha sonra beynin bu özel bölgesine bilgi yüklemek için değiştirilir. Değişik beyin bölgelerin tepki gösterdiği (cevap verdiği) frekans 3 Hz ile 50 Hz arasında değişmektedir. İşaret İstihbaratı, sinyalleri bu band aralığında değiştirirler.

(Tablo 1 ‘e bakınız !)

Bu değiştirilmiş bilgi, şuuraltı seviyesinden algılanabilir seviyeye kadar değişen yoğunluklarda, beyine yerleştirebilinir. Her insan tek bio-elektrik rezonans / entrainment frekansları kümesine sahiptir. Bir insanın beynie diğer bir insanın işitsel korteksinin frekansında işitsel bilgiler gönderme, bu işitsel bilginin kavranılmaması sonucunu verecektir.

Davacı George Farquhar, RNM (Uzaktan Nöral Denetim)’den, NSA, Ft.Meade’deki Kinnecome grubuyla iki yönde RNM teması kurarak haberdar olmuştur. (Project Freedom Internet Sitesinin kurucusu)

Onlar, Ekim 1990’dan Mayıs 1991’e kadar davacıyı tedirgin etmek için 3 boyutlu RNM sesini doğrudan doğruya beyinde kullandılar.

Mayıs 91’deki gibi Davacı ile iki yönlü RNM haberleşmeleri vardı ve Davacının yeteneklerini yok etmek maksadıyla ve kendisine karşı son 12 yılda yaptıkları faaliyetler nedeniyle Davacının yetkililere başvurmasını önlemek için RNM’yi kullandılar. Kinnecome grubunun Ft.Meade’de günde 24 saat çalışan, yaklaşık 100 çalışanı vardır. Davacıyı tecrit etmek için Davacıyla temasta bulunan ve beyinleri gizlice dinlenen kişilere de sahiptirler. Bu şimdiye kadar bir vatandaşın RNM ile taciz edilmesi ve bu istihbarat operasyonları metodunu kötüye kullanan NSA personeline karşı dava konusu haline gelinen ilk olaydır.

NSA TEKNİKLERİ VE KAYNAKLAR

Ülkede herhangi bir yerde, herhangi bir mahalde, herhangi bir binada bireyleri sürekli olarak Uzaktan Denetleme / İzleme.

Bu operasyonların ucuz olarak yürütülmesi için getirilen bir sistem NSA tarafından her toplulukta binlerce insanın sürekli olarak denetlenmesini ve takip edilmesini sağlar.

· Uzaktan RNM Cihazları

Nsa’nın RNM donatısı izlenen kişilerin beynindeki uyandırılan potansiyelleri (EEG’leri) uzaktan okuyabilir ve onların verimlerini (performanslarını) etkilemek için sinir sistemi aracılığı ile mesaj gönderebilir. RNM elektronik olarak bireyleri teşhis edebilir ve onları Birleşik Devletler’deki veya müttefik ülkelerin sınırları içerisinde herhangi bir yerde izleyebilir. Bu donatı, bir şebeke (sğ) üzerindedir ve yurt içi istihbarat operasyonları, yönetim güvenliği ve bio-elektrik mücadele durumunda kullanılırlar.

· Metropol Alanlarında Nokta Görevlileri

Her bölgede on binlerce kişi, NSA ve müttefik ülkelerde kendi servislerinin istihbarat ajanlarınca gizli kontrol için teşhis edilen kişileri (bazen bilmeyerek) takip ve kontrol etmek için, mahalle / işyeri nokta görevlisi (Muhbir – Intelligence Network Personel) olarak çalışmaktadır.

Büro dışında çalışan ajanlar, binlerce kişiyi izleyen nokta görevlileriyle (muhbirlerle) sürekli haberleşme içindedirler. Uzak bölgelerde ki ofislerde çalışan NSA ajanları, gözlemlenen kişiyle temas halinde bulunan ve halk içinde tespit edilen herhangi bir kişiyi (RNM’yi kullanarak) anında teşhis edebilir.

· Kimyasal Madde ve İlaçlar Verilmesi için NSA tarafından Evlere Yerleştirilen Plastik Boru Şebekesi

Uyutma gazı ve beyin yıkamaya yardımcı olan ilaçların verilmesi için NSA kişilerin hava kanallarının ve su musluklarına hat döşemek için gerekli alet ve edavata sahiptir. Bu CIA Farmo-Psikoloji’sinin (Psiko-Farmokoloji) bir neticesidir.

· Hususi Birleşik Devletler istihbaratına Kısa Bir Bakış

İnsan beynindeki EEG’leri okuyabilen özel EMF donatısının sabit ağı, dijital bilgisayarlar kullanılarak kişileri teşhis ve takip edebilir. NSA İşaret İstihbarat’ndan gelen EMF (Elektro-Manyetik Alan) sinyaliyle yapılan ESB (Beynin Elektriksel Uyarılması) kişileri kontrol etmek için kullanılmaktadır.

· RF (Radyo Frekansı) yayımının şifrelerini çözerek kişisel bilgisayarların devre tablosundan bilgi toplayan ve bu suretle ülkedeki herhangi bir kişisel bilgisayar telsiz modem tarzı giriş kazanan EMF donatısı.

Bakınız : TEMPEST Teknolojisi

Bu noktada Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Sayın ÖZDEN ÖRNEK’in Darbe Günlükleri ile ilgili olarak kendisinin “Günlükler bana ait değildir” ifadesini hatırlamamızda fayda vardır.

Tüm donatı saklı, tüm teknoloji gizli, araştırmaların hiçbir bölümü, elektronik mücadele araştırmalarında olduğu gibi rapor edilmiyor. Hiçbir surette halk tarafından bilinmeyen yurt içi istihbaratı bu metodunun tam ve mükemmel olarak yürütülmesi, 1980’lerin ilk yıllarından beri devam etmektedir.

EDİTÖRÜN NOTU

Davadan eğer bir sonuç çıkarsa, bunun neticesinin ne olacağını anlamak için Mr.Akwei’ye telefon etmeye çalıştım. Dava ile ilgili ne yapacağı hususunda telefonda konuşamayacağını kesin fakat kibar bir dille anlattı ve telefonu kapattı. Benzer uzunlukta daha sonraki bir konuşmada, kendi adresinin ve telefon numarasının bu makalede açıklanmasını istemediği bilgisiyle sonuçlandı. Eğer herhangi bir gelişme duyarsak size bildireceğiz.

Yukarıdaki makaleden açıkça görülebileceği gibi Birleşik Devletler Güvenlik Teşkilatı, gizli çalışan bir terör örgütünden başka bir şey değildir. Bunların, milyonlarca masum insanın zihinlerini (günlük olarak) kullandıkları gelişmiş teknolojileri, demokratik toplum diye adlandırdığımız şeyin görünen yüzünün arkasında var olan, otoriter ve mütehakkim anlayışlarının kaba bir ifadesidir.

George Orwell’in tahayyül ettiği “DÜŞÜNCE POLİSİ” maalesef bugünün dünyasının bir gerçeği olmuştur. Biz idrak edelim veya etmeyelim, toplumumuzdaki her ferd, bu diktatörlük tavrından olumsuz olarak etkilenmektedir.

Bu Değişmelidir – Değişecektir – Seninle Başlayacak !

George Farquhar

BEYİN KONTROLÜ GERİBESLEME ŞEMASI : EŞİTSİZLİK VE BASKI

Mobil telefon şebekesi yada mobil telefonlarla uzaktan bireysel yafa toplu beyin kontrolü

· İletişim aracı kılığında Mobil Psiko-tronik Silahlar taşıyan araçlarla uzaktan beyin kontrolü

ELF BEYİN UYARICILARINDAN BAZI ÖRNEKLER

UZAKTAN BEYİN KONTROLÜ SİLAHLARINI İNSANLARA KARŞI NASIL KULLANDIKLARININ ŞEMASIDIR !

YUKARIDAKİLER,

NÖRO-ELEKTRO-MAGNETİK FREKANS SALDIRILARININ, POLİS VE ASKERİ İSTİHBARAT TEŞKİLATLARI TARAFINDAN YAPILDIĞINDA UZAKTAN AKIL DENETİMİ, DAVRANIŞ KONTROLÜ VE CİNAYETLERDE NASIL UYGULANDIĞINI ANLATIYOR !

ZİHİN KONTROL CİHAZI’NIN ABD PATENT DAİRESİNDE 20.NİSAN.1976 TARİHLİ TESCİL BAŞVURU FORMU

AK PARTİ DOSYASI /// ALAEDDİN YAVUZ : AKP BİR İHANET KOALİSYONUD UR

2006’dan beri AKP’nin bir Kürt-Rum koalisyonu olduğunu yazıp çiziyorum. Fikirlerimi paylaşanların her gün artmasına benden farklı düşünen ama aynı yola çıkan fikirlerle işbirlikçi AKP ve yandaşlarıyla mücadele eden diğer yoldaşların çabalarına AKP’nin eğitimden aile yaşamına, mezhep farklılıklarından din ve soy farklılıklarına halkı bölen siyasetlerinin eklenmesiyle ülkemizde ve bölgemizde AKP ve temsil ettiği küresel sermayenin gözden düşmesi hızlanmıştır.

Bu yıl Gezi Olayları ile bu uyanış eylem aşamasına geçmiştir. AKP ve yandaşları bu eylemleri her ne kadar görsel ve işitsel basında halktan saklasalar da halk sokağa çıktığında bu eylemleri görmekte ve hatta kendileri de bu eylemcilere katılmaktadır.

Son Haçlı Seferi olan I. Dünya Savaşının başladığı ve Çanakkale savunmasının da yer aldığı bu tarihin 100. yılında ülkemizin de işgal yılı olacağı artık belleklere yerleşmiştir.

1911’de Tunus, Libya ve Cezayir’in İtalya ile Fransa tarafından Osmanlı’ya verdikleri uyduruk bir muhtıranın ardından işgal etmelerinin tam 100. yılında yani 2011’de işgal edilmelerine dikkatinizi çekerim.

Evliya Çelebi meşhur seyahatnamesinde Sultan I.Ahmet zamanında yaptığı Doğu Anadolu gezilerinde yaptığı tespitlerde Osmanlı’ya isyan eden Yezidi Kürtler ile Süryanilerin Gürcülerle işbirliği içinde oldukları ve kölelerinin de Gürcülerden olduğunu yazmaktadır. Yıl 1658.

Osmanlı’nın yıkılış, işgal tarihi olan 1914-1919′ larda “Kürt İslam’ının kurucusu Deliüzzaman-ı Said- Kürdi’nin 1916 Rus işgali öncesinde İngiliz rahip ajanı Mr. Frew’un tavsiyesi ile Gürcistan Tiflis’e gittiğini ve bir Rus Çarlık istihbarat polisi ile görüştüğünü, yazatası olan Hüsrev’e yazdırdığı “Tarihçe-i Hayatım” adlı saçmalığında itirafına tanık oluyoruz.

Aslen Bitlis Nors (Nurs) kasabasından şafi bir aileden gelen Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi’nin memleketi olan Bitlis’in kardeş şehrinin de Tiflis olduğunu Evliya Çelebi gene seyahatnamesinde belirtmektedir. Bu iki şehri Büyük İskender’in Bitlis adlı “köle komutanının” inşa ettiğini ve her iki şehir halkının da Rum yani Grek/Yunanlı olduğunu yazmaktadır.

Gürcüler de Müslümanlığa geçmeyen en doğu Hristiyan toplum olup Bizans’ın devamı olduklarını iddia ettiklerine göre, bunlarla bağlantılı hareket ederek Müslüman takiyesi yapan Kürt İslamcısı Nurcuların özünde Türklük ya da İslamiyetle hiç bir ilişkilerinin olmadığını, Sabi-Süryani Bizans’ı kovaladıklarını anlamak güç değildir.

1952 yılında Hristiyanlık dünyasının manevi başkenti olan Roma’daki Vatikan şehir devletinde yaşayan Papa’nın rızasına kavuşup Türkiye Vatikan elçisinden “Sadakat Ödülü” alan Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi’nin (Nursi, Bediüzzaman da denir) Nurcu ve 1992 yılında gene Vatikan’daki papaya sadakat mektubu yazıp, gidip el öpen F.Gülen’in kurduğu Fethullahçı akımın temsilcisi Adalet ve Kalkıma Partisi hükumetinin kurucusu Recep Tayyip Erdoğan da 1915’te Ermeni Tehcirinden kaçan Süryani asilerin Gürcistan’a sığınmalarını takiben Batum’un boş bir bölgesine yerleştirilen ve kurdukları kasabaya “Bagata (Asi-İsyancı)” adını veren 68.000 Süryaninin soyundan bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu “2003 Gürcistan Azınlık Raporu” nu Türkçeye çevirdiğim yazımda belgelemiştim.

Dedesinin “Haksızlığa tahammülü olmadığı için Adana’da zalim bir vali varmış, dedem ona karşı savaşırken ölmüş” diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın dedesinin 30 Ekim 1918’de teslim olan Osmanlı’nın topraklarına Gürcistan’dan salınmış, FRANSIZ ASKERİ ÜNİFORMASI GİYDİRİLEREK Türk askerine kurşun sıkan, Suriye’den geri döndürülmüş ve Adana’da 1099’da I. Haçlı Seferinde kurulan Klikya Ermeni Krallığını tekrar kurmak için teşvik edilen 178.000 Ermeni’ye destek için gönderilmiş eşkiya olduğunu yazmamdan sonra başbakan bu lafını adeta unutmuştur.

Ama, onun yerine bu gün Adana’ya gönderdiği soydaşı Hüseyin Avni COŞ adlı valisi adeta 1919’daki Adana valisinin gösterdiği vatanseverliği silercesine ihanetini sürdürmektedir.
Daha bir kaç gün önce gene Gürcistan-Rusya-Vatikan-AB-D bağlantılı çalışan PKK terör örgütünün kurmak istediği sözde “Kuzey Kürdistan devleti, Diyarbakır’a davet edilen Kürt Yahudileri putperest Mesut Barzani, Şivan Perver, İbrahim Tatlısesler eşliğinde resmen “Kürdistan” ifadesini de kullanarak 1300 yıllık ihanetlerini taçlandırdığını kanıtlamıştır.

Bu yapılanmanın tek zayıf tarafı kökten dinci Ermenilerdir. Çünkü Müslüman ve Türk takiyesi yapan Sabi, Süryani, Yezidi Kürt tayfası içinde “Rum” olmaktan nefret edenler bunlardır.

Ermeniler de Allah’a “Hay” adıyla inanan Hıristiyan olmalarına rağmen Allah’a inanan ve namaz kılan ama Kur’an-ı ve Muhammet’in peygamberliğini ret eden Hıristiyan Sabiler olan Süryanilerin din kitapları ayrı Habeş İncil’idir ve bunlar Süryaniler ile Yezidiler gibi namaz kılmazlar.

Hazreti Muhammet’in “Şeytan Bizbat” olduğunu, peygamber olmadığını Bizans imparatoru Herakles’ bir mektupla iftira eden bu Süryaniler, asırlardır “Müslüman olduk” deyip dini bozmuşlardır. Bu gün AKP iktidarı ile Yahudileştirip Hıristiyanlaştırdıkları gibi.

AKP’nin de Osmanlı’daki Celali isyanlarını, Yezidi Kürt, Süryani, Ermeni isyanlarını çıkartan ve Gürcistan-Vatikan-Rusya bağlantılı çalışanların bu günkü ortakları da aynıdır.

Tarih aynen tekerrür etmekte sadece asilerin davranışları, siyasetleri, dilleri değişmektedir.

“Allah” adıyla Müslüman ve Türkleri kıyan, PKK, El Kaide, El Nüsra, Öso gibi “Selefi Müslümanlardan (Allah’a inanıp namaz kıldıkları halde İslam’ı ve peygamberini ret eden ama halife fetvasıyla Müslüman sayılanlar yani Yezidi, Süryani ve Ermenilerin bunlara karışanları ile Beyt-ül Şems Yahudileri)” oluşan, Haçlı İşgalcilerle kolkola olan, acımadan Müslümanların kellesini kesip ırzına geçen bu kansızlarla ortak siyaset yürüten AKP BİR İHANET KOALİSYONUDUR.

30 yıldır terörist olan PKK terör örgütünü devlete ortak eden ama vatansever, onlarla savaşan asker, polis ve diğer kesimlerden insanları hapislere tıkan, Türk adını ağzına almayan ve nefret eden AKP ve başbakanı sizde hiç şüphe uyandırmamakta mıdır?

Başbakan “Türk Milleti” demiyor.

Ne diyor?
-Bu Millet!

“Türk bayrağı” demiyor.
Ne diyor?
-Bu bayrak!

Bu bayrak uğruna binlerce yıldır şehitler veren bu millet “Bu Başbakanın hain olduğunu anlamıyorsa” o zaman gerçekten “Bu Millet” olmayı hak etmiştir. (%51’i hariç)
Tacı haine giydiren milletin kanı dinmez!

Böyleyse aksın kanınız AKP’nin işbirlikçisi olduğu NATO adlı “Haçlı Ordusunda!”

Ben uyardım, uyarıyı anlamak ve doğruluğunu tahkik etmek her Müslüman’ın vazifesidir.

Ordusunu tasfiye etmiş, generallerini hapse tıkmış, terör örgütünü “çözüm süreci” adı altında serbest bırakmış, her yerde kadınların özgürlüklerini kaldırıp köleleştiren, eğitim dışı bırakan, Yezidi kıyafeti olan Çarşaf, Sabi-Süryani kıyafeti olan siyah Çarşaf-peçeyi teşvik eden takiyeci devşirmeleri ben de dini bakımdan teşhir ediyorum.

Takdir okuyucunundur.

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

ARAŞTIRMA DOSYASI /// ALAEDDİN YAVUZ : TELGIRAFIN TELLERİNE DİNOZORLAR MI KONAR ??

Başlığa bakıp ta diyebilirsiniz;

Hindistan telgrafı resmen kaldırdı.

-Alaeddin bey, telgıraf mı kaldı artık uydular, uydu bağlantılı internetli televizyonlar, cep telefonları dolu. Artık telefon etmek için postahane kuyrukları 1980 sonlarında tarihe karıştı. Santral memurelerinin “Adana çık aradan, Ankara çık aradan” gibi birbirlerini fırçaladıkları çığlıkları duyulmuyor, tarih oldu.

Önemli konuları bildirmek için çekilen telgraflar da öyle aynı kaderi paylaştı. Şimdi elektronik postalar var. Helada hacet eylerken dahi elektronik posta göndermek mümkün hem de resimli. Tabi helada neyi çekip postaladığınıza bağlı:)).

Ama bunca olağanüstü hızla gelişen iletişim teknolojisine, sinek böcek şeklinde dinleme cihazları da eklenerek istihbarat teknolojisi aklı boyutlarını zorlar hale gelmiştir.

Bu teknolojiyi kullanarak, cep telefonlarına, bilgisayarlara sizin haberiniz olmadan sizi herhangi bir komplonun mağduru yapmak anlık iştir. İşte bu yolla AKP­-Cemaat koalisyonu 2008’den itibaren emekli ve muvazzaf ast veya yüksek rütbeli subay, polis, siyasi, basın ve sermaye gruplarından çok sayıda insanı iftiralarla tutukladılar ve onların tutulmaları ve yargılanmaları için mevcut adliye binaları ve cezaevleri yerine onlara özel Silivri mahkemeleri ve cezaevleri tesislerini hizmete soktular.

Devletin adalet, asayiş, haberalma, ordu kurumlarının içine yıllar öncesinden yerleştirilmiş kripto elemanlar bir anda faaliyete geçtiler her yer aşırı istihbarat-iftira bombardımanına tutuldu. Eğer bu son teknoloji olmasaydı, bu bilgiler telgraf telleriyle yapılamaya kalkılsaydı inanın o teller aşırı yoğunluktan kızarır erirdi veya üstüne dinozor konmuşçasına kopardı.

2008 yılından bu yana devletin genelkurmayı Silivri koloni hapishanesine tıkılırken, sürekli inkar edilen terör örgütü ile hükumetin koalisyona geçmesi günümüzde devletin resmi siyaseti haline gelmiştir.

Devlet dış düşman ordularınca işgal edilmişçesine, terör örgütü mensupları açıkça devlete her dediğini yaptırır, asker sivil öldürür, açıktan ticari faaliyetler yürütür ve ülkenin en önemli kurum ve kuruluşlarını satın alır, devleti sekiz eyalete bölen yeni dayatma devlet yapılanması, açılım, saçılım, ileri demokrasi saçmalıklarıyla örtülürken, işgali gören vatanseverler ellerinde bu ülkenin bayraklarıyla sokaklara döküldüklerinde devletin polisi onlara acımasızca gaz bombası, su topu, jop vesaire ile düşmanmışçasına saldırtılmaktadır.

Polis vahşeti

Bu konuda işbirlikçi siyaset-cemaat koalisyonunun emirlerine harfiyen itaat eden polis ve yargı mensupları çok kıtmetliydiler. Polis hukuksuz hükumet emirlerini uyguladığında “destan” yazardı, yargı ise hukuksuz yargılamaları ile “kahramanlık” yapardı.

Başbakan o zamanlar “Biz yargıya karışmıyoruz, ortada suç varsa bırakın yargı görevini yapsın!” derdi. İç işleri bakanı eski İstanbul valisi Muammer Güler bey “Polis durduk yerde kimseyi tutuklamaz” derdi. Ne güzel di o günler. AKP-Cemaat el ele, diz dize camilerde namazlara katılırlar, kendi imamları tarafından hutbelerde yüceltilirlerken bu yalamalıkları dinleyip eşsiz olduklarına inanırlardı.

Her yer toz pembe, pürunur içindeydi.

Boşbakan İrecep Tayyibe efendi kendini Osmanlı padişahı Kanuni gibi görür her aklına eseni söyler, tepki görünce de ertesi gün 320’den fazla vekili olduğundan mecliste o saçmalıklarını yasa haline getirirdi. Bu yasaların hukukiliği ise yoktur.

TBMM yani Türkiye Büyük Billet Meclisi artık Tayyip Beyin Malı Mülkü, Türkiye Cumhuriyeti de Tayyip Cemaat devleti olmuştu. Her iki grup Irak’ta Kürt ve Süryani devletçikleri kurdurmuş hatta bunu doğu Anadolu ve Suriye sınırımızda da uygulama aşamasına geçmişler, sonunu getirmeye and içtikleri, yüzyıllar öncesinden “Dar-ül Harb” yani “savaş alanı” ilan ettikleri devletin de kalıntılarını yağmalayarak geçinip gidiyorlardı.

Hatta 16 Kasım 2013’te Diyarbakır’da Ira’tan Yahudi Kürtlerinin aşiret reisi Barzani ve bütün Kürtçü yazar, çizer tayfalar toplanmış devleti nasıl parçalayacaklarını Arap geleneklerinden çalıntı halk oyunları ve türküleriyle çalıp oynayıp coşarak ilan ediyorlardı.

Kambersiz düğün olmaz örneğindeki gibi Batum Süryani’si Rum Tayyip olmadan da bu toplantı elbette olamazdı.

Barzani bu kutlama olayını “Başbakan Süryani Tayyip ile Urfa Ermeni’si Öcalan eşkıyasının önderlikleri sayesinde” gerçekleştirebildiklerini rahatça gerinerek söylüyordu. Kürtler acilen yeni anayasa yapılarak Kürtlerin coğrafi bölgelerinin tanınması ve kurulacak kukla oluşumun resmileştirilmesi için Süryani Tayyip’i sıkıştırıyorlardı.

Ortak amaçlara sahip olsalar da yaklaşan 2014 yerel ve genel seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle Süryani Tayyip tekrar seçilememe korkusunu da yenemediğinden Kürtlerin isteklerini ertelemişti.

Kürtlerin dediklerine göre %60 Kürt oylarıyla iktidarda tutulan Süryani Tayyip, zaten Kürtçü partilere kaymakta olan Kürt oylarının her seçimde azaldığını, bu seçimde de kuruyabileceklerini de hesaplıyordu. Diğer bölgelerden de oy alamayınca başına gelecekleri de çok iyi bildiğinden Kürtleri beklemeye zorladı. Onlar da var olan muhalefete katılarak AKP’yi bitirme faaliyetlerine yöneldiler.

16 Kasım 2013 Diyarbakır’da Hükumetin ihanet günü.

Biraz gerçek biraz tiyatro olsa da bu oyunun şartları ortalama bunlardır.

Ne olduysa ortalıkta görünmeyen ama gizde bilindiği anlaşılan uyuşmazlık basına yansıdı ve AKP’nin 2004’te F.Gülen cemaatini bitirme planına imza attığı basında yer aldı.

2007-8’de genelkurmay tabakasını Silivri’ye tıkmakta oldukça etkili olan “Bavul İstihbaratı” bu defa aynı gazetecinin bu defa AKP hükumeti için bir “Bavul İstihbaratı” olayını başlattı.

Bavulcu taraf yazarı.

Suçlama içeren delillerin üretiliş ve kamuoyuna yansıtılış şekli Ergenekon operasyonunun birebir kopyasıydı. Her gün basına tane tane verilen AKP’yi suçlu ilan eden delilleri 17 Aralık 2013 operasyonları izledi ve ortalık karıştı.

Başta başbakan RE.T.E. masonunun zeki oğulcukları ile hükumetin dört bakanı, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın, Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın üstün zekâlı mahdumları, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, Ali Ağaoğlu, Reza Zarrab (Rıza Sarraf) ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in yüz milyarları bulan yolsuzluklar yaptıkları, uzun süredir karşılıklı takip, dinleme, gözleme istihbaratları sonucunda gene Ergenekon savcısı Zekeriya Öz tarafından operasyona karar verilmiş ve gizli olarak gerçekleştirilmiş ve anında da basınla paylaşılmıştı.

Ama Bavul bumerangı ile hızlanan kavga, F.Gülen’in golcüsü Hakan Allah’aşükür’ün istifa ettirilmesinin ardından hükumetin pilini bitirecek olan bu büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu gerçekleştirilmişti.

Başta Halk Bankası Genel Müdürü olmak üzere bakanların çocuklarının da evlerinde milyonlarca ABD doları para ayakkabı kutuları içinde saklanırken ele geçirilmişti.

Halk bankası önünde Ayakkabı Kutusu eylemi

Halk Bankası müdürü bu paraların Bosna ve memleketindeki okul yapan vakıflara “hayır” olarak vereceği için ayakkabı kutularında sakladığını söyleyerek milleti güldürmüştü.

Bu operasyonu F.Gülen’in şahsına karşı savaş ilanı sayan boşbakan anında soruşturmayı yapan polis müdürleri ile savcıları görevden almış olayı takip eden günlerde yüzlerce polis müdüründen memuruna hakiminden savcısına memurları görevlerinden alarak uygun yerlere sürmüş, bazılarını doğrudan “amirine haber vermeyerek görevini kötüye kullanma suçu” (böyle bir suç tanımı bu olay için geçerli değildir. Cumhuriyet savcıları gizli olarak kendine bağlı polis ile soruşturma, yakalama görevlerini yapabilirler.

Boşbakanın yaptığı resmen yargıya müdahale, hükumet yetkisini kötüye kullanarak kendini aklama suçu işlemektedir. Savcı ve polislere isnat ettikleri suçu kendileri işlemektedirler.
Resmen delilleri karartmakta, başlatılmış tüm tahkikatları kısırlığa uğratmaktadırlar. Böylesine büyük bir yolsuzluk operasyonunda başta boşbakan ve hükumetinin istifa etmeleri ve tutuklu yargılanmaları gerekmektedir. Bu suçlar gerçek olduktan sonra olayın boşbakan ve şahsi malı AKP’nin eski kankisi Cemaat ile savaş içinde olması hiç bir şekilde özür teşkil etmez.

Hele olayı “uluslararası komplo, dış güçlerin oyunu, İsrail oyunu…” gibi sıfatlarla adlandırmak kendilerini gülünç hale düşürmektedir. Çünkü boşbakanı iktidar eden bu güçlerdir ve yıllardır çok iyiydiler. Bu gün ABD elçisine bile katlanamayan boşbakan Irak, Libya,

Suriye operasyonlarından aynı elçilere haber vermeden adım atmazdı.

Yetmedi şimdi de “çete” dedler ve önce polis teşkilatında F.Gülen’in imamını teşhir etti, bu gün de Yargutay’da Fetoş imamını eski adalaet bakanı M.A.Şahin deşifre etmiştir.

“Ne istediniz de vermedik!” diyerek Fetoş’a çatan boşbakanın eski adalet baaknının imamı şimdi teşhir etmesi, yenisinin cemaat hakim ve savcılarını “boka bulaştıktan sonra” ayıklama başlaması ve HSYK’ bile beyanat yasağı getirmesi gülünçtür.

Kendisine ve hükumetine “komplo” kurulduğunu iddia ederken çocuğuna ve haliyle kendisine uzanacak soruşturmayı engellemek için yargı ve emniyet güçlerini dağıtmak, mağdura yatmak ise daha trajikomiktir hatta arlanmazlıktır.

Bu çeteyi siz örgütlediniz, siz korudunuz, siz görevlendirdiniz, Ergenekon soruşturmalarında kahraman, ucu size dokunuca “vay bana ha!” deyip kendiniz aklama derdine düşmeniz resmen acizliğinizdir. Öte yandan onları temizleyecek olan en iyi ekip te sizsiniz ama hem halkın gözünde hem de hukuken meşruiyetiniz kalmamıştır.

Yetkisizsiniz.

Hükumet devlet içinde “çete ile mücadele eden” değil, resmen işlediği suçu tahkik eden yargı ve emniyet güçlerine savaş açmış, kamu adına yürüttüğü yasama ve yürütme görevini resmen suistimal ederek kendini aklama, delilleri karartma rezilliği içinde adaletin ırzına geçmektedir.

İstifadan başka seçeneği yoktur.

İsithbarattan polise, yargıdan orduya, sermayeden vakıflara her yere üstün zekâlı (!) yavrularını yerleştiren, her kuruş rüşvetten haberi olan ve payını alan, halkına zulüm ile hükmeden boşbakan eski kankisinin hazırladığı “yolsuzluk ve rüşvet” operasyonunu vatandaşlarla birlikte öğrenmişse, polisin oğlunun evinde arama yapıp lahmacun yemesinden bile haberi olmamışsa gerçekten telgırafın tellerine dinazorlar konmuş demektir.

Çünkü son teknolojiye sahip istihbaratı resmen kof çıkmıştır. Bize de türkü yakmak düşmüştür;

Telgırafın tellerine dinazorlar mı konar

Yallah Tayyip yapılır mı böyle yolsuzluklar

Telgırafın tellerini arşınlamalı, Devleti soyanı kurşunlamalı…

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

İŞ DÜNYASI /// ALAEDDİN YAVUZ : ÜNİVERSİTELİ İŞSİZLERİN ARTMASININ GERÇEK SEBEBİ

Bu kasıtlı olarak yapılıyor.

Kapitalizme göre üniversiteler kesin iş garantisi vermezler.

Bizde harf devriminin etkileri ve dünya savaşının ardından kurtuluş savaşında verilen kayıplar yüzünden eğitimli kadroya ihtiyaç çoktu.

Cumhuriyetin kuruluş yılları iç isyanlar ve II.Dünya savaşı ile kesildi. Kore, Kıbrıs, sağ-sol ila kayıplar artı.

Aynı durum batılı ve doğulu ülkelerde de yaşandı.

Bu yüzden büyük savaşların ardından üniversite bitirenler yeteneklerine bakılmaksızın devlet kadrolarına dolduruldu.

Zamanla bu kadrolar çöreklendiler emekli olmadılar, malı vurdular, yeni gelenlere iş olanağı kadrosuzluk yüzünde kalmadı.

Bir de emeklilik yaşının yükseltilmesi buna tuz biber ekti.

Bu değişimi göremeyen insanlar iş garantisi var diye üniversitelere yüklendiler. Dershaneler açıldı. Herkes “garanti” diye bir üniversite diploması için çocuklarını yarış atlarına çevirdiler. Çocuklar çocukluklarını yaşayamadı. Bu amansız yarış elan sürmekte, bu eğitim kurumlarına giremeyen gençlerimiz umutsuzluk ve başarısızlık içinde intihar ettiler.

Artan nüfus, üniversiteye girme yarışının tam gaz gitmesi eğitim oranını yükseltti ama istihdam düştü. Kadrolar boşalmadı. Devlet kurumları da özelleştirince, devlet en büyük istihdam kaynağı olmaktan çıktı.

Özel sektör de sınırlı ve çok kaliteli kadroları istihdam ettiğinden her yıl açılan üniversitelerden mezun olan gençler ortada kaldılar.

Son olarak Milli Eğitime bağlı öğrenim, eğitim kurumları da özelleştirme kapsamına alınınca istihdam daha da azaldı.

Böylece elinde hiç bir işe yaramayan diploma adlı bir kağıtla yapayalnız kalan Üniversiteli başıboş, ana-baba parasına muhtaç bir gençlik doğdu.

Olay budur.

Bu günün gençleri ve ebeveynlerinin kabul etmeleri gereken gerçek de artık Üniversite diploması sadece kişinin belirli bir iş kolunda eğitim aldığının belgesidir. Ama o işi yapabilecek ehliyette olduğu anlamına gelmez.

Ha gelir! Deniliyorsa kişi bunu kendi çabasıyla ispatlamak zorundadır. Yani aldığı eğitimi devlet veya özel kurumlara girmeden, kendi çabasıyla kendine ekmek kapısı yapabiliyorsa bunu ispatlamış olur.

Üniversiteler artık “GARANTİ İŞ KAPILARI” değildir. Sadece eğitim kurumlarıdır. Bu nedenle, yüksek öğrenime girmediği halde, belirli bir meslek alanında kurslarla, çıraklıkla yetişen eğitimsizlerin istihdam olanağı bulabilmeleri de şaşırtıcı değildir.

Anne-babalar ve gençler kendilerini yeni şartlara göre ayarlamalıdırlar.

Unutmayalım ki tabiatta eğitimsiz insanların, işsiz ve fakirlerin, hayvanların garantileri, sosyal güvenceleri yoktur. Ama yaşam olanakları vardır.

Yeni çağın yaşam anlayışı “vahşi hayatın dönüşü” şeklindedir. Hükumetlerin bunda bir kabahatleri yoktur. Yeni yüzyılın eğitim ve istihdam politikası budur.

Cumhuriyet tarihimizde en çok oy alarak iktidar olan AKP genel başkanı ve halen başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan,devam mecburiyeti olmayan ve zamanında iki yıllık yüksek okul değerinde bile sayılamayan dört yıllık İktisadi İlimler Akademisi adlı yüksek okulunu on yılda bitirmiş, kitap okumayı sevmediğini, danışmanlarına okutup dinlediğini söyleyen bir kişidir.

Takdir sizlerindir.

Alaedin Yavuz

ARAŞTIRMA DOSYASI /// ALAEDDİN YAVUZ : DOĞAL FELAKETLERİN SİYASİ BAĞLARI

Yazımın başlığı bile doğal felaketleri de bereketi de Allah’a bağlayan Müslüman kültünde yadırganacak bir başlıktır. Yadırgansa da artık Müslümanlar bilimsel gerçeklerle yüzleşmek, onları kabul etmek zorundadırlar. Üzerinde oynanan oyunları bile anlamaya cesareti, tahammülü olmayan milletlerin medeni toplumların köleleri olmaktan başka şansları olmayacaktır.

Doğal felaketlerin siyasi bağları gerçekten olabilir mi?

İslâm öncesi Sabi-Mecusi Hicaz Arap dini kültünde, Kâbe’de bulunan 180 putun ve Taif’teki Nahle ovasındaki öteki 180 putun da en büyü Allah’tı. Allah, Arapların yıldırım, bereket tanrısıydı. O bulutları yoğunlaştıran, şimşekleri çaktıran, yağmuru yağdıran, topraktan taneler bitiren, tanelerin de tanrısıydı. Bu yüzden adlarından birisi de “Hubel” idi. Hub=Tane, tahıl tanesi, “el=tanrı” demekti.

Kur’an’da “R’ad” suresi vardır ve Türkçesi de “Gök gürültüsü” demektir. Bu surede Allah’ın İslâm öncesi Arap mnitolojisindeki “Gök Gürültüsü Tanrısı” sıfatına atıf yapan “R’ad” kelimesi adını verir.

Eski Yunan’da Zeus, Hititlerin Teşb’u, Ermenilerin Irak’lı Keldanilerden ve Şeria nehri-Filistin-Lübnan bölgesi Sabilerden kopyaladıkları Sümer-Babil’in ay tanrısı Sin’in adlarından olan “Hay=Yaşam, Hayat=yaşam veren” adıyla tapındıkları gök gürültüsü ve bereket tanrısı aynı sıfatlara sahipti. Kur’an’ın Allah’ı da zaten “Hay-ül kayyüm değil midir?

İşte geçmiş kavimlerin ilkel dinlerinin tanrılarının sıfatları artık çağdaş teknoloji sayesinde insanların da isteğine bağlanmış haldedir.

1990’lı yıllarda İstanbul’daki kuraklığı, susuzluğu ortadan kaldırmak için yurt dışından ithal edilen gümüşnitrat tozları uçakla havaya serpiliyordu. Bu tozların havadaki nemi üzerinde toplayarak bulutları oluşturduğu tespit edildiğinden suni yağmur yağdırmanın ABC’siydi. Amerika ve diğer gelişmiş ülkelere dünyanın parası ödenmişti.

Oysa başta Amerika Alaska’da bulunan H.A.A.R.B Tesisleri ile bunun benzerlerinin bulunduğu 12 ülke istedikleri coğrafyada sel, dolu, kar, depremler ile bereketli doğal yağmurları yağdırabilmektedirler.

2011 Van depremlerini olduğu zamanlarda bu depremin artçılarının yaşandığı dönemlerde Van depreminin H.A.A.R.B teknolojisi ile yağdırıldığı, bölge üzerinde oluşturulan manyetik bulutların nasıl izlendiği yabancı kaynaklı bir video ile anlatılmaktaydı. Malum o dönemler AKP’nin Kürt oyları BDP’ye kaymıştı. Bne de buna dikkat çekmek için “Van Depremi Haarb işi mi?” konulu b ir yazı yayınlamıştım.

H.A.A.R.B teknolojisini Türkçemize tercüme ederek hazırladığım derlemeler ile yazmamdan kısa bir süre içinde tam hasat zamanı Aydın yöresinde yağan olağan dışı bir dolu yağışı ile sebzelerin tümü telef olmuştu. Hatta bu yağışın ardından, bölgedeki yağış felaketine ithafen yaptığı konuşmada “Hem büyük devletlerin tam hasat zamanı ürünleri telef edecek yağışlar yağdırabileceklerini yazıyorlar hem de tarımı destekleyin diyorlar!” demişti.

Bu konuşmasından sonra o da Haarb teknolojisini kullanmaya başlamıştı. BDP’ye oy veren doğu şehirlerinde deprem ve sel felaketleri, 2012’de CHP ve MHP’ye geçen belediyelerin bulunduğu Sakaray Karasu’dan Eskişehir’e çatıları parçalayan el büyüklüğünde doluların yağdırıldığı felaketler bence tesadüfi değildi.

Tam belediye seçimlerinin kızışmaya başladığı, başbakanın 10 büyük şehir belediye başkan adaylarını açıkladığı günün ertesinde İzmir’in adeta seller ve deniz sularının işgale uğraması bana H.A.A.RB teknolojisini anımsattı.

Bu konuda geniş bilgi bir çok yerli yabancı internet sitelerinde olduğu gibi benim de bloglarımda vardır.

Ben size yukarıda bahsettiğim yazımı kopyalayıp yayınlayan bir başka sitenin linkini vereceğim. Ki, yazılarımın da insanlar tarafından benimsendiklerine tanık olasınız.

İşte linki; ba http://gizliilimler.tr.gg/HAARP-%26%23304%3Bddialar%26%23305%3B-Ger%E7ek-mi-f-.html

Takdir okuyucunundur.

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

ARAŞTIRMA DOSYASI /// ALAEDDİN YAVUZ : EMPERYALİZMİN YÜZ YILLIK İŞGALLERİ

Afganistan, Irak, Libya, Tunus, Cezayir, Suriye hep yüzüncü yılında işgalle karşılaştılar. Biz de 1914’ün Çanakkale Savaşa ve I. Dünya Savaşı başlangıç tarihinde işgali askeri değil, yerle yönetimler yasasının uygulamaya geçilmesi ile sekize bölünerek, dünün teröristlerinin devlet adamı edilmeleriyle göreceğiz. 2023 topyekün işgal olacaktır.

1982’lerde Kenan Evren’in ABD ile imzaladığı sekize bölünmüş Türkiye haritası

Bizler halkımızı bu konuda uyanık tutmak, etnik ve dini kökenlerine bakılmaksızın tüm antiemperyalistlerin birlik olarak bastıkları toprağı sahiplenmeleri, emperyalistlere çiğnetmemeleri için birleşmeye davet ediyoruz.

Emperyalizm ancak böyle vazgeçirilebilir.

Emperyalizmin 100. Yıl İşgalleri;

20. yüzyıl, geç uyanan emperyalistler olan Almanya, Rusya, İtalya’nın tek dünya imparatorluğunu ilan etmiş İngiliz İmparatorluğunun bahşettiği bölgelerde nimet aramak için sömürge kazanma amacı güden küçük işgallerin İngiliz çıkarlarını tehdit etmeye başlaması üzerine I.Dünya savaşına uzanan bir paylaşım savaşının ilk aşamalarıyla başlar.

Rus Çarlığı, 1902’lerde Afganistan, Tibet üzerinden sıcak denizlere inmek için faaliyete geçer, aynı anda Almanlar, idarelerine aldıkları II. Abdülhamit’li Osmanlı imparatorluğunda Berlin-Bağdat ve Hicaz demiryolu projelerini gerçekleştirmeye başlamalarıyla İngiliz çıkarlarını kısa vadede tehdit etmeye başlarlar. İngiltere de bu yeni yetme emperyalistlerin çıkarlarını tehdit etmelerini engellemek için harekete geçer. Rus ve Çin tehditlerini Tibet, Burma, Afganistan üzerinde engellemek için ” British Expedition to Tibet ” (Tibet’e İngiliz Gezisi) adıyla meşhur Lord Curzon’un idaresinde bir askeri sefer başlatır. Bu sefer aynı zamanda Osmanlı Irak’ındaki petrol yataklarından Almanları uzak tutmak için, Hicaz’da sürdürülen ünlü ajan Lawrence idaresindeki Necd’li Suud kabilesi isyanlarını destekleyen İngiliz kuvvetlerinin de kaydırılarak Irak üzerinde birleştirilmelerine kadar varır ve demiryolu inşaatı engellenir, Osmanlı Arap yarımadasından, kuzey Afrika’dan çıkartılır.

Afganistan;

1901-İkinci İngiliz Afgan Savaşı (Dost Muhammed Dönemi)

2001-İkiz Kuleler tezgahının ardından G.W.Bush’un Haçlı Seferi ilanı ile ülke işgale başlandı.

Irak;

Irak-1903’te II.Abdülhamit’in başlattığı Berlin-Bağdat Demiryolu inşşatında Almanların petrol bulduklarını açıklamasından sonra İngilizlerin Hindistan’daki ordularını kullanarak Tibet’ten (Sikkim) Irak’a başlattıkları keşif savaşı ile Bağdat Demir yolunun inşasını engellemişlerdir. Bu yol ancak 1940’larda tamamlanmış ve hesaplanandan 930 km kısadır. Bu keşif savaşını bir ucu da Hicaz seferi ile başlamış ve Vehhabi Necd (Suud) kabilesinin idaresinde İngiliz yanlısı Arabistan krallığı için Lawrence’lı Hicaz savaşı başlatılmıştır. İşte bu Tibet- Irak keşif savaşının 100. yıl dönümünde;

2003- İkiz Kuleler tezgahının ardından G.W.Bush’un Haçlı Seferi ilanı ile ülke işgale başlandı.

Libya, Tunus, Cezayir;

1911- Geç uyanan emperyalist İtalya 1830’lerden 1900’lere kadar çizmeyi tek devlet etmekle, Fransız işgalinden kurtarmakla meşgul oldu.Mısır’da İngiliz işgali olduğundan Osmanlı’nın Mısır’dan asker geçiremeyeceğini gördüğünden yanına Fransa’yı da alarak bir ultimatomla bu ülkeleri işgal ettiler.2011-İkiz Kuleler tezgahının ardından G.W.Bush’un Haçlı Seferi ilanından El Kaide örgütüne eğitim ve sığınma sağladığı için içi rahat olan Kaddafi, 2011’de Avrupa ülkelerine ziyarete çıktı, götürdüğü çadırında konakladı. İtalya başbakanı Berluconi karşıladığında ona avucunun içini öptürdü. Bu batıda kadına yatma teklifidir. Bir ay içinde de Libya’nın işgaline başlandı.

İşgaller haritada görülen değişiklikler gerçekleştirilinceye kadar sürecektir. Emperyalizm yıkılmadıkça hedeflerinden sapmaz ama beklemeye alabilir.

AB-‘nin 21. yüzyılda Ortadoğu coğrafyasında yapmayı hedeflediği değişikliklerin haritası. Öteki adıyla B.O.P haritası

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc