Günlük arşivler: Eylül 20, 2014

VİDEO : The Matrix of Control /// Silent Weapons For Quiet Wars – DARPA – Agenda 21 – DNA Mapping

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=k4eRlBbcFkc

DİN & DİYANET DOSYASI /// VİDEO : 27 Yıllık Ateist Profesörün U Dönüşü

VİDEO LİNK :

ARAŞTIRMA DOSYASI /// Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU : Hem Çorba Olsun, Hem Karın Doysun

Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU

İskoçya iki gün sonra, tarihi bir referandum’a gidiyor. Sinirler tambur teli gibi gergin olmalı. Her ne kadar Başbakan Cameron birliğin bekası için duygusal açıklamalar yapmış olsa bile, Kraliçe’nin mesajı mümkün olduğu kadar tarafsız ve soğuk kanlıydı. Şu anda referandum sath-ı mailine girildiği için, kurallara duyulan saygıdan dolayı hiç bir taraf bir yorum yapmıyor. Kuralları şimdilik bozan tek şey, İskoçya’da herkesin referandum’a katılıyor olması. Yani mukim, mukim vatandaş, ziyaretçi, yabancı, mülteci vs ayırımı yapmıyorlar. Nasıl bir şey ise mübarek, referandum değil, bir tür hali hazır nüfus sayımı. Yani başka yerde olsa ve mahkemeye gidilse, usulden bozulabilir.

Bu bir Başka “Kadife Boşanma” Değil

Çekoslavakya’nın 1992 yılında ikiye ayrılması, kaçınılmaz bir sondu. Ama Çek ve Slovak’lar,batan değil, su üzerinde kalmaya çalışan bir geminin mallarını özenle bölüşerek ve el sıkışarak ayrıldılar. Yani “kadife bir boşanma”ydı olan. Arada kalan çocuklar da zarar görmedi. Civardaki AB komşularına da telaş düşmedi. Çünkü bütünün iki parçası da o tarihte AB için aday adayı idi.

Ama Avrupa kıtasındaki bir başka örnek olan Kosova’nın bağımsızlığına hiç te “kadife boşanma” denemez. Zorunlu muydu? Bilemem. Aslında onlar da bence “beraber daha iyi” olabilirlerdi. Şimdi durumları daha iyi, karınları daha tok değil. Ama Kosova’lı olmak, demek ki, Arnavutluk’lu olmaktan daha evla.

300 yıllık Evlilik Masalı

Şu ana kadar uygar bir tercih belirtme süreci olarak görülen İskoç rerefrandumu’na gelince, süreç ister kadife, isterse kaymak gibi olsun, sonuç her iki taraf için de dikenli bir yolun başlangıcı olacak. İster 150, ister 300, ister se 600 yıl olsun, demek ki bıçak kemiğe dayanınca, ayrılık mukadder olabiliyor. 100 yıl önce başkalarına sınır çizen o “üzerinde güneşin batmadığı Birleşik Krallık” bugün “kendi harim-i ismetinde”, sınırlarını yeniden belirlemenin eşiğine gelmiş durumda. Üstelik bunca zorluğu aşıp, refahın kaplarından eksik olmadığı bir dönemde. Ben ne diyeyim? “Alma mazlumun ahını” bu duruma uygun bir söz müdür? Sanmam. Çünkü arada kalan 100 yıl pek te o kadar “aheste geçen bir zaman” dilimi değildir. Kaldı ki, bugün başka yerlerde de “sınırların yeniden çizilmesi” söz konusu olacaksa, Birleşik Krallık buna neden istisna olsun ki! Ama sınırı yeniden çizmek var; kafa kesip kan dökerek, 21. Yüzyılda, cihat ve futuhat ile insanları yollara aç susuz revan etmek var. Bu da coğrafi değil, siyasi kültür ve acımalı-acımasız üslup farkı olmalı.

Yerel, Bölgesel ve Küresel Tepkilerin Yönü ve Şiddeti

Şimdi ilk etapta Ediburgh’daki bazı bankalar, merkezlerini Londra’ya aktarmaya başladı bile. Bank of Scotland bunların biri, Lloyds bir diğeri. Onlar yağlı müşteri ve fon akışı kaybına uğramaktansa yelkeni güneye açmayı tercih diyor. Tabii bu, İskoçya’nın kaybı, İngiltere’nin kazancı olur. Ama İngiltere’nin uğrayacağı başka kayıplar yanında bunun bir değeri var mı tartışılır. Yine de hiç yoktan iyidir.

Ortak malları nasıl paylaşacaklar henüz belli değil. Kuzey petrolleri bunların başında geliyor. Ama buna mutlaka bir formül bulunur. Çek ve Slovak’lar porselen, kristal, maden ve reaktörleri paylaşmıştı sorun olmamıştı. Sovyetler Birliği çökünce neler parçalanan ülkeler arasında paylaşıldı da ruhumuz bile duymadı. Yani sorun olmaz.

Bu arada Amerikan sermayesinin ise Edinburgh’dan Dublin’e kaymaya başladığı iddia ediliyor. Bu da İrlanda’nın kazancı olacak. Kriz vurgunu İrlanda bir miktar ellerini keyifle oğuşturuyor olabilir.

AB nin Kırmızı Çizgisi Nereden Geçiyor?

Ama AB nin refleksleri önemli. Şimdi daha çok AB yanlısı olan İskoç’lar Birleşik Krallık’tan ayrılırsaherhalde onları hemen üye kabul edecek değiller. Kaldı ki o kapıyı bir açarlarsa, başlarına sadece 9 Kasım da karar verecek olan Katalan’lar değil, uygun bir tarihte önce Bask’lar, hemen sonra ise bilhassa AB nin kalbi Belçika’da bulunan Flaman’lar düşebilir. AB nin bir kırmızı çizgisi, bir yerde hızla kapanacak olan bir “özgürlük ve geleceğini belirleme hakkı” mülahazathanesi olmalı.

Şimdi Gelelim Şu Çorba Meselesine

Hem ayrılacaklar, hem de o övündükleri İskoç Pound’unu bırakıp, İngiliz Pound’unu tutacaklar. Çünkü kim takar İskoç Pound’unu? Evet Common Wealth var. Ama Common Wealth üyesi ülkelerin kendi para birimleri de var. Evet seyahat serbestisi olacak. Ama çifte vatandaşlık otomatik mi bekleniyor? İngiliz pasaportlarını da mı tutmak isterler? Londra merkezli transfer ödemeleri duracaktır. Niye para göndersin ki İngiliz hükumeti İskoçya’ya artık? Açıkçası hem çorbaları olsun, hem de Birleşik Krallığın geri kalanından ekmek gelsin olmaz ki!

Holyrood Sarayı ve Balmoral Şatosundaki Anılar

Bunlar İngiliz Kraliyet ailesine ait yerler. Kraliçe’nin göz bebeği olan mekanlar. Kaldı ki Kraliçe’nin eşi Prens Phillip Edinburgh dükü. Şimdi adama kalkıp başka bir ünvan mı verecekler? Bunu tabii ben cevaplayamam. Ama Kraliçe, İskoçya’nın da kraliçesi olmaya devam edecek. Nasıl, Common Wealth’e gönüllü olarak bağlı olan 53 ülkenin hala Kraliçe’si ise. Sayı ayın 18 indeki referandum’da eğer “evet” oyları baskın olursa 54 e çıkacak o kadar.

Kraliçe müddet-i ömründe, gittiği zaman Balmoral’da da, Holyrood sarayında da hakettiği sevgi ve saygıyı görmeye devam edecek. Kırık kalbinin acısını, asil yüzündeki derin çizgilere de aktarmayacağına eminim. Ama o emr-i hak vaki olup bu dünyadan göçünce, tahtı devir alanların başına ne gelir meçhul.

Şimdilik Kraliçe bu işten en az kaybeden olacak. İşte bu kesin.

KİTAP TAVSİYESİ : Dünyanın Derin Devleti İlluminati

Yazar Ali Kuzu’nun ‘Dünyanın Derin Devleti İlluminati’ adlı kitabı Kariyer Yayınlarından çıktı.

Ortadoğu‘da dengeler tamamen değişecek ve 7 ülke işgal edilip Büyük İsrail Devleti kurulacak. Bu 7 ülkeden 1’i kesinlikle Türkiye olacaktır." İddiasındaki Illuminati Örgütüyle ilgili aşağıdaki soruların da cevaplarını bulacaksınız.

Kuran-ı Kerimde adı geçen 9’lu çete kimlerdi?
Tapınak Şövalyeleri Sapık mıydı?
İsa’nın kanı nasıl Gül’e dönüştü?
Illuminati’yi Yöneten 13 Aile Kimler?
Piramidin tepesindeki göz: neyi temsil eder?
Lücifer, Dewil, İblis, Deccal, Baphomet kimin diğer adı?
2 Milyar İnsan niçin Öldürülecek?
Dünyanın kaynakları kimlerin elinde? Nasıl kar ediyorlar?
Kâbe Bombalanıp, Mescid-i Aksa Yıkılacak mı?
Kıyameti koparacak 112’inci Kehanet Ne?
Türkiye’de Hangi Renk Darbe Yapılacak?
Çizgi Filmlerde Çocuklarımıza ne mesaj veriliyor?
25. Kare Tekniği ve subliminal mesajların asıl hedefi ne?
2020 Yılında Çiçek hastalığından Türkiye’de kaç milyon insan ölecek?
Genetik Kodlarımız Çözülüyor mu?
Rockefeller Ailesine neden Ölüm İmparatorluğu deniyor?
Kürtaj sonucu öldürülen 95 milyon bebeğin organları ne yapılıyor?
Türk Merkez Bankasının gizlenen hissedarı Rothschild’ler mi?
Masonlar – Tapınakçılar – Kurukafa ve Kemikler- Bohemıan Grove -Yuvarlak Masa Teşkilatı- CFR- Opus Dei – Bilderberg – Trilateral Komisyonu neden kuruldu?

Kitapla ilgili daha detaylı bilgi ve sipariş şartları için bu linkten yararlanabilirsiniz…

KİTABIN KÜNYESİ:

Kitap Adı : DÜNYANIN DERİN DEVLETİ İLLUMİNATİ
Yazar Adı : ALİ KUZU
Yayınevi : KARİYER YAYINLARI
Kitap Editörü : SÜLEYMAN BAYRAK
Sayfa Sayısı: 488
Baskı Yılı: 2014
Dizisi: ARAŞTIRMA-İNCELEME
ISBN: 978-9944-300-94-0
Barkod: 9789944300940
Ebatları: 14×23
Sayfa Cinsi: İthal Kitap Kağıdı
Kapak Cinsi: Karton Kapak

Kaynak: Haber7

ARAŞTIRMA DOSYASI : Hayatı İdame Teknikleri nelerdir ?

Hayatı İdame Teknikleri.

Beklenmedik olaylar incelendiğinde, yaşam ile ölüm arasındaki o incecik farkı yaratanların hayatta kaldığı görülmektedir. Ani olaylar karşısında insanların büyük bir kısmı donup kalmakta ve gerekli reaksiyonu gösterememektedirler. Yaşam sürprizlerle doludur. Beklenmedik bir anda ve değişik bir ortamda yaşamımızı kurtarmak zorunda kalabiliriz. Bu an geldiğinde hazır olanlar yaşamını kurtarabilirler. Hayatta kalmanın en önemli kuralları; Paniğe kapılmamak, Olayları hızlı ve serin kanlı değerlendirmek, Yaşama azmine ve morale sahip olmak, İlk zorlukta pes etmemek, Ve en önemlisi gerekli bilgi ve beceriye sahip olmaktır.

Olabilecek her olay için hayatta kalma tekniği öğrenmek pratik olarak mümkün değildir. Buradaki amaç, temel prensipleri öğrenerek bunları farklı olaylara uyarlamak olacaktır. Yaşam mücadelesinde muhtemel düşmanlarımızdan başlıcaları şunlardır.

SOĞUK; Yaşam mücadelisinde düşünme ve hareket yeteneğimizi kısıtlayan ve kan akışını azaltarak uykuya yol açan çok tehlikeli ve ölümcül düşmandır.

SUSUZLUK; Susuzlukta aynı soğuk gibi düşünme yeteneğimizi kısıtlar. Direncimizi yok eder. Su kısıtlı olduğunda gıda kesilmelidir. Sindirim gerekli suyun vücuttan kaybına yol açar.

AÇLIK; Kilo kaybına, zayıflığa, baş dönmesine ve algı kaybına neden olur. Soğuğun ve susuzluğun etkilerini artırır.

YORGUNLUK; Uyuşukluğa ve dışa dönük zihinsel zayıflığa neden olur. İnsanı ümitsizliğe iter. Dinlenme yaşam mücadelesindeki kişi çok önemlidir.

İÇ SIKINTISI; Gerginlik ve depresyon hissi ve ilgi yokluğuna neden olur. Kişi iç sıkıntısını yenmek için bir amaç edinmelidir.

YANLIZLIK; Bu duygu insanı umutsuz ve yardıma muhtaç hale getirebilir. Bunu yenmek için bir şeylerle kendini oyalamalıdır.

HÜSRAN; Pozitif enerjinizi ve amacınızı aksi yöne çevirebilir. Bu duygunun oluşmaması için gerçekçi olmayan amaç peşinde koşmamak gerekir.

Amerikan ordusu, Hayatta kalmayı becerebilecek insanın niteliklerini şöyle sıralamaktadır.

Yaşam mücadelesinde kişisel beceriler insanı başarıya ulaştırır. Düşüncelerine konsantre olabilmeli. Sorunları çözebilmeli. Kendinle yaşama yetisi olmalı. Duruma adapte olabilmeli. Sakin kalabilmeli. İyimser ama aynı zamanda en kötüsüne hazır olabilmeli. Kendi korku ve kaygılarını anlayabilmeli ve onları yenerek üstesinden gelebilmeli.

Hiç şüphesiz ki doğa güzelliğinin ve gizeminin yanında; kendisinde yararlanmayı bilmeyenlere karşı maalesef son derece acımasızdır. Yapılan hataların ve tedbirsizliklerin bedeli çoğu zaman insan hayatı ile ödenmiştir. Oysa çoğu zaman biraz psikolojik birazda beceriye dayalı tedbirler ile bu zor ve acımasız koşulları atlatabiliriz. Başta doğaya saygılı olmaya dayanan bu tedbirler, doğa sporcuları tarafından bilinmeli ve uygulanmalıdır.

Dağcılık, atıcılık, avcılık, kayak ve kampçılık vs. faaliyetlerde yiyecek, doğada yön bulma ve barınma konuları zaruret halinde başımıza gelirse ve biz bu konuda eğitimsiz isek o zaman işimiz zor olmakla beraber hayatta kalmamızda imkansız olabilir, tüm bunların göz önüne alarak bazı temel hayatta kalma prensipleri ile ilgili pratik bilgileri sırasıyla burada incelemeye çalışalım.

HAYATTA KALMA

1-Plan 2-Yön Tayini & Mesafe Tahmini 3-Barınma 4-Ateş 5-Su ve Yiyecek

1-) Plan;

İçinde bulunduğumuz durumun vahameti ne olursa olsun öncelikle sakin kalmaya çalışılmalı ve mümkünse bulunduğumuz araziyi görebileceğimiz yüksekçe bir yere ulaşıp buradan konumumuzu doğru bir şekilde saptamaya çalışmalıyız. Araziyi incelerken sakin olup ihtiyaç duyabileceğimiz su, barınma ve yiyecek gibi şeylerin tespitine de çalışmalıyız. Mümkünse ısınmak, kuru kalmak ve işaret verebilmek için bir ateş yakmalıyız. Ateş yakıp moral tazeledikten sonra bulunduğumuz durumdan kurtulabilmek için gerçekçi bir plan yapmalı ve bazı kararlar almayız. Öncelikle bulunduğumuz noktayı terkedip etmeyeceğimize karar vermeliyiz.

Terkettiğimiz durumda gideceğimiz yönü doğru bir şekilde tespit edip karşımıza çıkabilecek engel ve tehlikeleri ve bunlarla başa çıkıp çıkamayacağımızı mantıklı bir şekilde değerlendirip buna göre karar vermeliyiz. Bizi aksine zorlayan bir durum söz konusu değil ise bulunduğumuz bölgeyi terketmemeliyiz. Uzaklaşmamak bizi buna zorlayan şartlar yoksa en doğrusu olacaktır. Zira büyük olasılıkla sizin hangi bölgede olduğunuzu bilen kişiler öncelikle sizi bu çevrede arayacaklardır.

• Paniğe kapılmayın, Durun, oturun, düşünün,

• Bulunduğunuz yere, geldiğiniz yönü anlayabileceğiniz bir işaret koyun

• İşaretli noktayı kaybetmeden, geldiğiniz yolu bulmaya çalışın

• Başaramazsanız işaretli noktaya geri dönün O anki şartları göz önünde bulundurun ve düşünün, sizi kısa zamanda bulabilecek arkadaşlarınız var mı? Gece olmadan bulunma ve ya yolu bulma ihtimaliniz var mı? Eğer bu sorulara cevap “yok” ise,

• Gece için bir barınak hazırlayın,

• Hava kararmadan önce, bir gecelik yakacağınızı toplayın.

• Hava kararmaya başlarken ateşinizi yakın Geceyi geçirince korkunuz azalacaktır. Moralinizin iyice düzelmesi için bir şeyler yemeniz lâzımdır.

• Yüksek bir yere çıkarak, duman, deniz, akarsu, yol, patika benzeri işaretler görmeyi çalışın

• Bulunduğunuz noktadan arazinin krokisini çizmeye veya hafızanıza kaydetmeye çalışın

• Eğer yukarıda bahsettiğimiz işaretlerden birini görürseniz, buna doğru en kısa yoldan yürüyüşe geçiniz.

• Eğer sizi arayacaklarına eminseniz ve yiyecekle suyunuz yeterliyse, bir süre daha bulunduğunuz yeri terk etmeyin

• Akar suları akış istikametinin altına doğru, yani aşağılara doğru takip ederseniz, sonunda bir yerleşim yerine varırsınız. Çünkü yerleşmeler genellikle akarsu kenarlarındadır

• Duyulup, görüleceğinizi anladığınız zaman işaret veriniz

• Kaybolmadan önce hareket ettiğiniz noktayı, ya da kaybolduğunuzu anladığınız noktayı devamlı hatırınızda tutmaya çalışınız.

• Kaybolduğunuz noktadan itibaren, belli aralarla, dal, taş gibi malzemelerle yere oklar çizin. Okların ucu gittiğiniz yönü göstersin

• Hep aynı doğrultuda yürüyün, bunu başarabilmek için tabiatta düz yürüme kuralını mutlaka uygulayın, bu kuralı uygulamazsanız, mutlaka daire çizip aynı noktaya dönersiniz.

• Durduğunuz zaman yönünüzü kaybetmemek için yere, gideceğiniz yönü gösteren işaretler koyun

• Mesafe tahminleri yanıltıcıdır, tahmininizi 3 ile çarpın, Mesafeye küçümseyerek bakın

• Unutmayın ki insan, düz bir arazide yaklaşık olarak saatte 4 kilometre yürür.

• Saatte 7 kilometre de yürüyebilirsiniz ama hızlı yürümek yerine ağır ve devamlı yürümeyi tercih edin

• Engebeli arazi, göl, bataklık gibi bir alan ile karşılaşınca, etrafını dolaşmanız gerekebilir. Böyle durumlarda gittiğiniz yönü unutmamak için alanın karşısında belirgin arka arkaya iki nokta tespit edin. Bulunduğunuz yerde de arka arkaya iki işaret tespit ettikten sonra alanı dolaşın.

• Dikkat edin, bu işaretlerin tamamı gideceğiniz istikameti göstersin

• Dinlenirken yüzünüz, gideceğiniz yöne dönük olsun

• Karlı bir arazide ilerliyorsanız, sis ya da tipi bastırmışsa uygun bir barınak bularak geçmesini bekleyin

• Böyle havalarda arazi engebeleri, uçurumlar, büyük birer tuzaktır ve siz bunu göremezsiniz. Düz yürüme kurallarını bilmek demek, kaybolmamak, bilmediği bir araziden kolayca çıkabilmek demektir. Yaradılışı gereği, insan görmeden yürümesi halinde mutlaka daire çizer. Orman, sis ve tipide yürümek de görmeden yürümek demektir. Geçen yıllarda, 4×8 km lik bir alanda 5 genç 11 gün kaybolmuşlardı. Eğer bilmiyorsanız, hemen arazide düz yürüme kuralını öğreniniz.

MK ULTRA PROJECT /// VİDEO : Retina implant satelite harassment by cdc gov

VİDEO LİNK :

Feds probe CIA on torture tapes

WASHINGTON – The Justice Department on Wednesday launched a criminal probe of the CIA for shredding tapes showing Al Qaeda prisoners undergoing extreme interrogations.

Attorney General Michael Mukasey said the results of a preliminary inquiry by prosecutors and the CIA’s inspector general have proved "a basis for initiating a criminal investigation."

The last major CIA-related investigation looked into the 2003 outing to the press of clandestine officer Valerie Plame as revenge for her husband’s anti-war criticism of the Bush White House. The probe led to the conviction of White House aide Lewis (Scooter) Libby on obstruction of justice and perjury charges.

The man leading the new CIA probe will be an outside, rather than independent, federal prosecutor: Deputy U.S. Attorney John Durham of New Haven, Conn. That means Durham will still be controlled by the Justice Department. The tough-as-nails career law enforcer is highly regarded for prosecuting a rogue FBI agent in Boston.

Mukasey said his field office in Alexandria, Va., outside Washington recused itself because of its dealings with the CIA, headquartered in nearby Langley.

At issue in Durham’s probe are videotaped interviews of at least two top Al Qaeda prisoners in CIA custody after the 9/11 attacks. They were subjected to interrogations involving extreme techniques many legal experts consider to be torture. The CIA destroyed the tapes in November 2005, just as Congress was debating limiting such interrogations.

DİN & DİYANET DOSYASI /// VİDEO : Batılı Aydınların Dilinden Peygamber Efendimiz

VİDEO LİNK :

ORTADOĞU DOSYASI /// Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU : “Alibaba”nın Çiftliği

“At binenin, kılıç kuşananın” deyimini, herhalde “ Dünya hayal kurabilenin, teknoloji kullananın” veya “teknoloji kullananın, dünya yaratıcı zekanın” diye çağa uyarlamak uygun olur. Neden mi? Bir kere, artık kılıç kuşanıp kafa kesenler, ata binmiyor ve bunu yeni bir şey yaratmak için değil de, vahşice imha ve kendinden olmayanın itlafı için yapıyor. Sonra, din ve Allah adına kanlı cinayetler işleyenler de teknoloji kullanıyor. Ama bunu yaparken insanlığa bir artı değer kazandırmıyor, sadece ve sadece korku, tedhiş ve nefret tohumları ekiyor. Ektiğini de kolay biçiyor. Kan, kanı, nefret nefreti tavşan yavrularmışçasına üretiyor. Bu maalesef Alibaba’nın toprakları olan Orta Doğu’da cereyan ederken.Yaratıcı zekâ bakın başka yerlerde ne işlerle meşgul oluyor.

Alibaba’nın Ağına Takılan bir Teknoloji

Orta Doğu’da insan kılığına girmiş azrail ordusunun mensupları, çocukken hiç masal dinledi mi bilemem. Ama Çin’de çocukken halim, selim Alibaba’nın haramilerle serüvenini dinleyip etkilenen bir Çinli, çağın iletişim gücü internet ile dünyayı, Alibaba’nın ismini kulanarak kuşatmayı başarıyor. Dünyada hemen herkesin bildiği bir masal kahramanı muazzam bir iletişim ağı ile kârlı bir iş haline geliyor.

İşte Size Çağdaş bir Masal

İşin başında, masallarla beslenmiş bir hayal gücü, zekâ ve yıkmak-yok etmek değil, yaratma ve kazanma azmi var. Kuruluş hikayesi ise oldukça neşeli. Bir genç adam bir gün bir kafede otururken, birden garson kıza, "Alibaba nedir biliyor musun?" diye soruyor. Aldığı cevap sıradan. Garson kız “Alibaba ve Kırk Haramileri” biliyor.Neşeli genç adam, durup dururken aklına gelen bu soruyu sorduğu herkesin egzotik Orta Doğu masalını bildiğini farkediyor. İşte, çok bilindik bir masalın dünyaya mal olacak bir işe dönüşümü böylece başlıyor. Genç adam bir Çin’li. Mekan Hangzou. Yıl 1999, aylardan Nisan. Kuzey yarım kürede bahar başlamış.

Ama bu Başka bir Bahar.

1989 yılının Haziran ayında Tianenmen meydanında olanları, dünya 1999 da henüz unutmamıştı. Dünya’daki Çin İmajı hala pek kötüydü. Kendi öz insanına karşı bu kadar acımasız olan bir ülke, yarın öbür gün önce bölgesine, sonra da dünyanın geri kalanına karşı ciddi bir potansiyel tehdit olabilirdi.

İşin doğrusu devasa ölçülerdeki Çin, eğitim ve teknolojiye, ticaret ve yatırıma dev adımlarla yürümek yetenek ve kararlılığındaydı. Nitekim 1999’da, her şeyi yaparken bir de pek te önemsenmeyen bir e-ticaret şirketi kuran bir Çin’li o tarihte, Çin’in çağrıştırdığı tehlikeler nedeni ile pek dikkat çekmedi. Şirketin adı bilindik bir şeydi. Alibaba, kulağa hoş geliyordu. Heves de tanıdıkdı. Çünkü bu işi zaten artık çoluk çocuk yapıyordu. Kalantor iş adamları değil. Bu nedenle Jack Ma ve Johnathan Lu’nun, ana vatanlarının dev adımlarına uyum yapacağını kimse düşünmedi. Oysa Alibaba 2014’e gelindiğinde, dünyanın bilindik 40, bilinmedik yüzlerce haramisi ile boy ölçüşecek hale geliverdi.

Herşeyin, Her zaman Kolayca Bulunabildiği Sanal bir AVM

Evet Alibaba grubu, şimdi büyük ölçüde Çin’de iş yapan, ama kollarını hızla dünyaya uzatarak, 22.000 çalışanı ile işlem hacmini 170 milyar, piyasa değerini de 200 milyar Dolar’a çıkarmış durumda. Sadece 2013 de 7.5 milyar Dolar gelir beyan etmiş. Bünyesinde bulunan 11 alt şirketin hisseleri artık dünya borsalarında at oynatmaya başlayacak.

Alibaba özel bir şirket ve Çin hükümeti çalışmasına hiç müdahale etmiyor. Çünkü bu şirket ayrıca 2008 yılından itibaren Araştırma ve Geliştirme işinde. İğneden ipliğe, saç fırçasından hayvan yemine her şeyi almanın mümkün olduğu bir internet sitesi var Alibaba’nın.Yanlız dikkat edelim on-line faaliyetleri arasında uranyum ve köpek balığı yüzgeci satışları da var. Bu ikisinden biri, nükleer zenginleştirme, diğeri ise taşıdığı doğayı koruyamama riski ve afrodizyak özellikleri nedeni ile bir hayli işgilli.

Parmak Isırtan bir Girişim

Açıkçası şimdi hemen olmasa bile, pek yakında, hem satışları, hem de alıcıları ile birlikte istihbarat örgütlerinin dikkatine ve özel ilgisine mazhar olacak bir şirket. Gri alanlara girilince, kim Alibaba, kim harami anlamak pek kolay olmayabilir. Ama halen 40 ve fazlası haraminin kol gezdiği dünyada, Alibaba olabildiğince açık, şeffah ve temiz şimdilik.

Ancak asıl mesele şu ki, bu şekilde büyümeye ve yayılmaya devam ederse, küresel ekonominin “Alibaba’nın çiftliği” olması ihtimali pek de o kadar düşük olmayabilir. Tabii helâl olsun Jack Ma’ya. Bilindik bir masalı bir hizmet efsanesine dönüştürdü. Aynen bizim bilindik simiti salonda satışa sokan “Simit Sarayı”nın mucidi gibi ama tabii daha hızla.

MK ULTRA PROJESİ : ZİHİN KONTROLÜ, GENOM PROJESİ, ETNİK SİLAHLAR GERÇEK Mİ ?

ZİHİN KONTROLÜ, GENOM PROJESİ, ETNİK SİLAHLAR GERÇEK Mİ?

İstihbarat örgütleri bu konuya bilimsel olarak eğilmektedirler. Sürekli çalışmalarla yeni yollar araştırmaktadırlar. Bugün MOSSAD’ın CIA’dan daha başarılı operasyonlar yapmasının iki nedeni vardır. Birincisi, Tevrat’ta Musa Peygamber’e Kenan ilinde casusluk yapmasının emredilmesi. İkincisi de, ideallerinin yüksek fakat güçlerinin az olması ve dünya bilim çevresinde önemli etkinliklerinin olmasıdır.

Tarihte buna örnekler var mı?

Bilinen ilk ve en önemli psikolojik operasyon örneği Hasan Sabbah’tır. Haşhaşi tarikatı da denilen bu örgütlenmede kişiler Haşhaşın etkin maddesi Eroinle keyif duygusuna ve cennet inancına şartlandırılıyor. Hasan Sabbah’a itaat ederlerse hep böyle yaşayacaklarına inandırılıyorlardı. Böylece intihar saldırılarını zevkle yapıyorlardı.

1937’de Stalin’in Halk mahkemelerinde dâvâlıların îtiraflarında bazı kimyasallar kullandığı bilinmektedir. Hatta Macaristan Kardinalinin de bulunduğu bir dâvâda dâvâlılar devlete karşı bir tutum aldıklarını birden itiraf etmişlerdi.

Peki durum ahlâki midir?

Kesinlikle değildir. Mamafih, Dünya Af Örgütü 1992 yılında bir rapor neşretti. Bu durum “İnsanın zihni yetilerini bozmayı, yok etmeyi, değiştirmeyi hedefleyen sorgulama prosedürü ahlâki suçtur denildi. Fiziksel işkence sınıflandırması kadar insanlık dışıdır.” düşüncesi benimsendi.

Hangi yöntemler uygulanıyor?

Klasik yöntem; psikolojik faaliyet, propaganda ve beyin yıkama yöntemidir. En sık kullanılan yöntem; kimyasal maddeler kullanılarak kişinin düşüncesini etkilemektir. Son yıllarda üzerinde çalışan ve durulan yöntem ise elektronik implantlar yerleştirilerek kişinin beynini uzaktan kumanda ile yönetme çabalarıdır.

Elektronik yöntemlere geçmeden önce kısaca kimyasal yöntemlerden söz eder misiniz?

Zihin kontrolü deneylerinde ilk kullanılan madde LSD idi. LSD psikokimyasal bir maddedir. Alan kişide olağanüstü psikolojik değişimler olur. Halüsinasyonlar görür, canlı, neşeli, güçlü duygu, düşünme ve davranışlar içerisine girer. Bu madde beynin ön bölgesinde DOPAMİN isimli zevk maddesini aşırı salgılamaktadır. Bu maddeyi alan bir kişi inandığı konuda olağanüstü eylemler gerçekleştirebilmektedir.

İkinci Dünya Savaşında hem Hitler hem Amerikan ordusu “Amphetamin” isimli uyarıcı kimyasalı kullanarak askerlerin savaş gücünü arttırmayı hedeflemişlerdir. Hatta Hitlerin milyonlarca psikoaktif madde kullanarak ordusunun hareket kabiliyetini çok hızlı hâle getirdiği bilinmektedir.

İçkisine LSD veya uyuşturucu katan kişilerin kolay intihar ettikleri ve kolay insan öldürdükleri bilinen gerçeklerdir. Bu konu da ABD’de gönüllüler, siyahlar ve eşcinseller üzerinde ilginç deneyler yapılmıştır. Deney yapılan kişilerde akıl hastalıkları, yaşayanlarda da erken bunama, erken yaşlanma gözlemlenmiştir. Bu konuda Dr. Armen Victorian’ın kitabında ilginç kaynak ve bilgiler mevcuttur. Kitabın ismi “İnsan Davranışının Manipülasyonu, Beyin Kontrolüdür.” Bu kitap Timaş yayınları arasında tercüme edilerek yayınlanmıştır.

Psikiyatride tedavi amacıyla kullanılıyor mu?

Psikiyatrik uygulamada tanı ve tedavi yöntemi olarak kullanılmaktadır. Narkoanaliz olarak tanımlanan bu yöntemde kişiye damardan kısa süre etkili barbibüratlar verilir. Kişi uyku uyanıklık arası bir boyuttadır. Bilinçaltının üstündeki baskılar aralanır. Kişiyle güven ilişkisi içinde psikoterapödik ilişki kurulabilirse bilinçaltı duygular, eğilimler, hatıralar, şartlanmalar ortaya çıkarılır. İlaçlı hipnoz da denilebilen bu yöntem kişinin bilinçaltı çatışmalarını analiz edip onun tedavisini gerçekleştirmek için kullanılır.

Hipnozla beyin yıkamak mümkün müdür?

Hipnoz bilimsel bir yöntemdir. Kişi hipnotik uykuya geçtiğinde vücut ve beyin uyur, fakat terapistle, kişi arasında seçici bir algılama alışverişi kanalı açılır. Böylece kişi yönlendirilir, düşünceleri, duyguları değiştirilebilir. Psikiyatride hastalıklı düşünceleri yok etmek, sağlıklı düşünceler kazandırmak, ego gücünü arttırmak için bu yöntemi kullanıyoruz. Her bilimsel yöntem gibi hipnozda gösteri malzemesi veya siyâsî amaçla kullanılabilir. Hipnozda ilk şart iki tarafın birbirine güvenmesidir. Daha sonra konsantrasyon gücü artırılır, uygun telkinde bulunulan kişi geçmişine götürülebilir, beyni yıkanabilir, yanlış şeylere inandırılabilir. Ancak kişiye hipnozda istemediği şeyi yaptıramazsınız. Bazı kişiler telkine çok yatkındır, kolaylıkla girerler. Fakat obsesif ve paranoid denilen güvensiz özelliği fazla olan kişileri hipnotik transa geçirmek çok güçtür.

Elektromanyetik etkileme mümkün müdür?

Evren “Radiant Enerji” denilen yayılan bir enerjiden oluşur, gözümüzle gördüğümüz spektrum bir dalga boyudur. Morötesi ve kızılötesi dalga boyları gözümüzle görülmez. Ancak röntgen filmlerinden, termal kameralara, yeraltı su havza haritalarına kadar bir çok alanda kullanılır. Her elektrik kaynağı bir radyasyon neşreder. Bazı radyasyonlar iyonlama yaparak hücre ölümlerine yol açar. Hidrojen atomu frekansına uygun mikrodalga ile MR gibi beyin tomografileri çekilir. Mikrodalga fırınlarda ışınların camı geçerek tabak içindeki suyu buharlaştırdığını biliyoruz.

Mikrodalga ile beyin kontrolü nasıl olur?

Mikrodalga ile uzaktan gürültü hissi oluşturmak mümkündür. Elektromanyetik ritmik vuruşlar kişinin başını elektrikli matkapla oyulduğu hissi uyandırabilir. Çok düşük frekans da (VLF), iyonlamanın olmadığı bir radyoaktivite ile baş ağrısı, çınlama, sinirlilik, depresyon, hâfıza kaybı hatta panik duygusu oluşturulabilir.Radyasyonun diş dökülmesi, kan kanseri, sakat doğumlara neden olduğu yaptığı bilinmektedir. İyonlanmanın olduğu radyasyonlar X ışınları Radyum gibi kanser tedavisinde kanserli hücreleri öldürmek için kullanılır. Bu ışınları uzaktan yönetmek mümkün olmamakta, fakat mikrodalga kaynağını 1-2 km. uzaktan bir hedefe yöneltmek mümkün olabilmektedir. Kötü niyetli kişilerin elinde korkunç bir silah haline dönebilen bir teknoloji insanlık dışı amaçlarla kullanılırsa insanlığın sonu başlar.

Elektronik parça yerleştirmek mümkün mü?

İnsan davranışını kontrol etmek isteyenler hayvan deneylerinde bunu gerçekleştirmişlerdir. FM radyo kanalı ile sinyaller alabilen ve nakledebilen minyatür elektrotlar hayvan kafasına yerleştiriliyor. Maymunda cinsel saldırganlık, boğada âniden durma komutu verme deneyleri başarılı oldu. Yunus balıkları yönetilebildi. ABD’de beynin elektronik uyarılması zihinsel özürlülerde ve eşcinsellerde araştırılmıştır. James Olds isimli araştırmacı beynin hipotalamuş bölgesine elektronik implant yerleştirerek eşcinselleri kontrol etmeyi başardı. Hastalarda korku, heyecan, halüsinasyon oluşturarak davranışlarını ödüllendirdi veya cezalandırdı. Zihin özürlülere de benzer deneyler yapıldı. Bu çalışmalar çok tartışıldı. Bilimin iyiliği değil hastanın iyiliği ön planda tutulması etik kuralına göre çalışmalar durduruldu. FM radyo kanalında sinyaller alabilen ve nakledebilen bu uzaktan beyin elektronik uyarılması ateşli tartışmalara konu oldu. Hatta Fransa’da her doğan çocuğa kimliğini belirtir elektronik parça yerleştirerek ömür boyu nerede olup olmadığını izleyebiliriz tezi bile ortaya atıldı. İnsanın robot gibi tuşlarla kontrol edilmesi çok tehlikeli bir gelişmeydi. Elektronik implantı (Stimoreceiver) bulan Dr. Delgado beynin amigdal ve hipokampus gibi alanlarını canlandırarak neşe, tuhaf duygu, renkli görüntü gözlemlediğini kayıt ederek kitabında açıkladı. Radyohipnotik beyinlerarası kontrol projesi elektronik hipnoz yapmayı amaçlamaktadır. Bu projede kişiye istemediği şeyler yaptırmak mümkün hale gelecektir. Tuşlarla kontrol edilen insana ne yaptırılmaz ki! Elektromanyetik enerjinin biyolojik bilimlerde kullanılması yeni bir gelişme midir? Bugün psikiyatride beynin ürettiği sinyalleri kaydederek beyin fonksiyonel görüntülemesi yapılabilmektedir. Klasik EEG’nin bilgisayar devriminden sonra analog sinyallerin sayısallaştırılması ile beyin haritası çıkarılıyor. Beynin hastalıklı çalışan alanlarını görüntüleyebiliyoruz. Tanı ve tedaviyi güçlendirmek için işe yarayan bir yöntemdir. Hatta ilaç tedavisinin biyoyararlılığını hasta izlerken görselleştirmiş oluyoruz. Elektromanyetik enerjinin tedâvide kullanımı yeni gelişmelerdendir. TMS denilen bir yöntem ile ilgili araştırmalar hâlen sürmektedir. Beynin ön bölgesine elektromanyetik uyarı vererek Depresyonu tedâvi etme projesi Elektroşok tedavisine alternatif olarak işe yarayacak gibi görünmektedir.

Bir de duyu ötesi algı var. Bu konuda neler söyleyebiliriz?

Birleşik Devletler parapiskolojik araştırmalara büyük bütçeler ayırmaktadır. Beş duyuyu kullanmada insanın geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman hakkında bilgi edinmesi çok ilgi çeken bir konudur. Telepati, Durugörü (Clair-voyance), Altıncı his de denilen bu algılama biçimi hakkında şu anda bilimsel çalışmalarda sağlam deliller yoktur. Sesin, elektromanyetik frekansın, lazerin varlığı başka dalga boylarının varlığına kanıt olabilmektedirler. Zihni kontrol etmenin, ikizlerin, anne-çocuk arasındaki uzaktan duygusal etkilenmelerin nasıl olduğu henüz çözülemedi. Rüya laboratuarlarında telepati yolu ile kavram ve imaj uyandırıldığının gözlemlenmesi elektronik psikiyatri açısından devrim niteliğindeki çalışmalardır. Durugörü veya beden dışı sezgi denilen bir yöntemde de bazı denekler odada gizlenmiş nesnelerin yerini tespit etmeyi başarabiliyorlar. “Remote Viewing, remote sensing” denilen uzaktan görme ve hissetme özelliği olan insanların bunu nasıl başardıkları bilimsel ilgi alanına girmektedir. Uzaktan görüşün elektromanyetik işleyişi çözülebilirse insanlığın kaderi etkilenecektir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz insanın zihninin uzaktan kontrol edilmesi dünya için sosyal ve politik etkileri çok fazla oluşacağı gelişmeleri getirecektir.

ELEKTROMANYETİK SİLAHLAR

Elektromanyetik silahlar tehdit ediyor

Beyinler kontrol altında

Takip edildiğinizi, gözetlendiğinizi hissettiğiniz oldu mu hiç? Kimsenin duymadıklarını duyup, görmediklerini mi görüyorsunuz?

Hareketlerinizi kontrol edemeyip istemediğiniz şeyleri mi yapıyorsunuz?

Hafızanızı kaybettiğiniz oldu mu? Çok mu unutkansınız?

Ya da insanların özellikle üzerinize üzerinize gelip sizi şiddet, gürültü, kaba muamele vs. gibi yöntemlerle taciz ettiklerini mi düşünüyorsunuz?

Belki de kasıtlı olarak tecrit edildiğinizi ve mali açıdan yoksullaştırıldığınıza inanıyorsunuz…

Muhakkak ki bu ve bunun gibi pek çok soruya farklı cevaplar verilebilir ve bunlar çok çeşitli şekillerde yorumlanabilir. Fakat en sivri yorumlar “delisin” veya “beynin kontrol ediliyor” olurdu herhalde. İki yüzü keskin bıçak yani. Bir bakıma ikisi de paranoyaklık… Zaten ikinci şık eninde sonunda insanı paronayak eder gibi geliyor bana. Belki bu sebepten “zihin kontrol operasyonları” son birkaç aydır iyiden iyiye girdi gündemimize. Ardı ardına bu konuyla ilgili kitaplar basılıyor, televizyon ve radyo programları yapılıyor. Duyuyoruz ama duyduklarımıza inanamıyoruz. İddialar oldukça ciddi. Hal böyle olunca insan sormadan duramıyor “gerçekten de beyin kontrolü mümkün mü?” diye.

Birilerinin bizim bilgimiz ve istemimiz dışında beynimizi kontrol edip bilgi yüklediğini, hatta bu yöntemle cinayet bile işletilebileceğini düşünmek bile korkunç. Hatta bir insanlık suçu. Bu suçun baş failleri ise ABD ve Rusya… ABD’nin baş yardakçıları ise İngiltere ve Kanada. Çin ve Kuzey Kore’nin de masum olduğunu söyleyemeyiz.

Asında beyin kontrol çalışmalarının kökleri Hitler Almanyasına kadar uzanıyor. Öyle anlaşılıyor ki 2. Dünya savaşını müteakip Almanya’dan kaçan bilim adamlarına kucak açan ABD ve Rusya cereyan eden soğuk savaş esnasında boş durmamış ve birer fantaziden öteye gitmemesi gereken düşüncelerini hayata geçirmişler. Zihin kontrolü alanındaki gelişmelerin ilk ipuçlarını, 1969 yılında Dr. Delgado’nun kaleme aldığı “Beynin fiziksel kontrolü-Psiko-medeni bir topluma doğru” adlı kitapta buluyoruz. Delgado beynin içine soktuğu tellerle (elektrot) beynin muayyen bölgelerini uyarıyordu. Örneğin beyninin bir noktasını uyararak parmaklarının büzülmesini sağladığı hastasına parmaklarını aç dediğinde hastasından “Doktor, sanırım sizin elektriğiniz benim irademden daha güçlü” cevabını alıyordu.

Çalışmalar dört bir koldan devam ediyordu. Tarihler 16 Temmuz 1977′yi gösterdiğinde ise New York Times gazetesinde akıllara durgunluk veren bir haber yayınlanıyordu: “ABD insanlığın esir edilebileceği görünmez silahlar geliştiriyor.” Bu haberden sadece bir yıl sonra yayınlanan Walter Boward imzalı Beyin Kontrol Harekatı kitabı ise gelinen noktayı bir nebze olsun aydınlatıyordu. Boward aynen şunları yazıyordu: “Bu araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beyinin uyarılması, ultrasonik, mikrodalgalar, alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi ve davranış değişiklikleri terapisidir. CIA psikolojik silah stoklarını, psişik silahların değişik tiplerini geliştirmeyi başararak artırmıştır. Şimdi bu kabiliyetleriyle yeni tip bir harbe girişmesi mümkündür. Bu harp görünmez, muharebe sahası ise insan zihinleridir.” Diğer bir deyişle kan dökmeden zafer kazandıracak görünmez silahlar. İz yok, delil yok, dolayısıyla suç yok… Kirli emelleri için ne kadar da uygun bir yöntem.

Elektromanyetik dalgalar

Artık teknolojinin, çip veya beyne sokulmuş elektrotlara ihtiyaç duymadan beyne müdahale edebilecek noktaya geldiği iddia ediliyor. Belli merkezlerden gönderilen elektromanyetik dalgaların beyne yöneltilmesi sayesinde kurbanın beyin fonksiyonlarına müdahale edilebiliyor. ‘Sinyal istihbaratı’ denilen teknik içinde elektrik akımı bulunan her şey çevresine elektromanyetik dalga yayar prensibine dayanıyor. Tekniğin ilk ayağı da insanın EEG’sinin (elektroencephologram) yani beynin işleyişi sırasında yaydığı e.m. dalgalarının manyetometreler vasıtası ile ölçülmesi. 3-50 herz arasında değişen beyin dalgaları aynı parmak izleri gibi her insanda farklılık gösteriyor. Beyin dalgaları ölçülüp bilgisayara kaydedilen herkes uydular ve yerleşik aygıtlar sayesinde dünyanın her yerinde 24 saat takip edilebiliyor. İddialar bununla da bitmiyor. Çok gelişmiş bilgisayarlar yardımıyla kişinin öfke, acı, endişe, küçümseme, ümitsizlik, dehşet, sıkıntı, kıskançlık, korku, uyku, terör… hallerinde beynin yaydığı radyasyon frekansları kaydediliyor ve daha sonra istenilen psikolojiye uygun frekanstaki elektromanyetik dalga dışarıdan beyne gönderilerek oluşturulabiliyor. Yani bu elektromanyetik dalgalar sayesinde kişinin düşünceleri ve davranışları kontrol altına alınabiliyor. Teknolojinin aynı yöntemle kişinin sözlerini ve gördüklerini de saptayabilecek duruma geldiği öne sürülüyor. Bu elektromanyetik silahların beyin kontrolünden başka depremlere neden olabileceği, uçakları düşürebileceği… de ifade ediliyor.

“Beyaz ses”

İnsan beynini kontrol altına almayı kafalarına koyan mihraklar elektromanyetik dalgaların yanı sıra birçok masum(!) yöntemi de kullanıyor. Bunlardan en çok bilineni göz ve kulağın algı alt ve üst sınırlarına göre yapılan yayınlar. Bilindiği gibi duyabildiğimiz tüm ses, en düşük bastan en yüksek tize kadar 16 ilâ 20000 hz arasında. Yani bütün ses dalgaları arasında iğne ucu kadar bir aralık. Bu değerlerin altındaki ve üstündeki sesler insan kulağı tarafından pas geçiliyor fakat beyin tarafından algılanıyor. Taa 1974 yılında Amerikalı bilim adamı Joseph Sharp bir askerî hastanede bir kişinin beynine başkaları duymadan ses göndermeyi başardı. Bu yöntemde hasta mesajı gönderene karşı koyamıyor çünkü beyninin algıladığı sesleri kulakları duymuyor. Bu yöntem gizli telkinlerde çok kullanılıyor. Şuuraltı telkin için en iyi yöntem ise müziğin gerisine psiko-akustik denilen özel metodlarla telkin mesajları kaydedilmesi. Velhasıl sesler gaibden değil özel cihazlardan geliyor. Aynı şekilde gizli görüntülerle telkiner de yapılabiliyor. Bunun sırrı ise 25. karede yatıyor. Televizyon veya sinema seyrettiğimiz bir görüntü 24 kareden oluşuyor. Gözlerimiz 25. kareyi göremiyor ama beynimiz algılıyor. İşte bu 25. kareye çeşitli telkin mesajları, ideolojik fikirler yerleştirilebiliyor.

MKULTRA

Bu gün ortaya çıkan belgeler de gösteriyor ki zihin kontrol operasyonları aman tanımaz, etikten yoksun ve işkence boyutlarına ulaşan bir denme sürecinden geçmiş halende deneylerin sürdüğü ifade ediliyor. Bu öyle bir deney ki kobayları bütün insanlık.

Tanıkların ifadeleri ve belgeler ışığında CIA’nın yüzlerce insan üzerinde 1950′lerden bu yana denemeler yaptığı bugün artık bir sır değil. Zihin kontrol deneylerinde insanların kobay olarak kullanıldığı söz konusu programların kod isimleri “MKULTRA, MKSEARCHE, ARTICHOKE VE BLUEBIRD” idi. Deneyler esnasında birçok deneğin dengesini kaybettiği, birçoğunun öldüğü ve büyük bir kısmının da intihara teşebbüs ettiği iddia ediliyor. Dr. Armen Victorian Beyin kontrolü-İnsan davranışlarının manipülasyonu adlı kitabında MKULTRA’yı şöyle tarif ediyor: “MKULTRA programı kimyasal, biyolojik ve radyolojik maddelerin insan davranışlarını kontrol etme hedefli gizli operasyonlarda kullanılmasına yönelik bir seri araştırma ve geliştirme projesinin adıydı. Vurguyla ifade edilirse, CIA belgelerinden biri, bariz bir şekilde insan davranışlarını kontrol etme deneylerinde, radyasyon, elektrik şoku, psikolojinin çok sayıda dalı, toplumbilimi, antropoloji gibi ek yöntemlerin yanısıra askeri araç gereçlerin kullanıldığını göstermektedir.”

ABD’de zihin kontrol deneyleri sadece CIA tarafından değil ABD Ordu Haber Alma Dairesi ve Ordu Kimyasal silahlar ofisi tarafından da yürütüldü. Askerlere bir kağıt imzalatarak gönüllü olarak kobay olmaları sağlandı. Ordu daha çok halüsinasyon etkisi yapan uyuşturucu maddelerin kullanıldığı özellikle de LSD’nin kullanıldığı deneyler yaptı. LSD aldıklarından haberi olmayan askerler zihin kontrol operasyonları ile ilgili bilgiler açıklandıkça nasıl bir deneye kurban verildiklerini anladılar. Aynı deneyde görevli arkadaşlarının ani ölümleri olayları aydınlatıyordu.

İş rayından çıkınca NSA aleyhine davalar ardı sıra açılmaya başlandı. Bunlardan biri istihbarat ajanları tarafından uzaktan beyin kontrolü deneylerinde kullanıldığını iddia eden George Farguhar. 1984 yılından bu yana uzaktan monitörlerle takip edildiğini 1997 yılından beri de mikrodalga radyasyon saldırılarına ve beyin kontrol deneylerine maruz kaldığını öne süren Farguar beyin kontrol polisleri adını verdiği ajanlarla Project Freedom/ özgürlük projesi adını verdiği web sitesinde mücadele etmeye çalışıyor.

ABD’nin insanlık dışı deneyleri

Ortadoğu’yu kimyasal silah üretmekle suçlayan ABD, anayasasına göre yurttaşlar üzerinde gizli askeri deney yapılması yasal oldundan bakın ne insanlık dışı deneyler gerçekleştirdi. ‘Kitle imha silahları geliştirmekle’ suçladığı Irak’ı işgal eden, ardından da benzer nedenlerle Suriye, İran ve Kuzey Kore’yi hedef göstermeye başlayan ABD, yıllardır kimyasal ve biyolojik silah geliştirmek uğruna yaptığı sayısız deneyde kendi yurttaşlarını kullandı. Üstelik Amerikan anayasasına göre yurttaşlar üzerinde gizli askeri deneyler yapılması yasaldı. 1977 yılından itibaren yirmi yıl süreyle yürürlükte kalan bu madde, Körfez Savaşı’ndan sonra bazı sivil örgütlerin girişimiyle böyle bir yasadan haberdar olan halkın tepkisi üzerine 1997 yılında geri çekildi. Amerikan istihbaratı ile Savunma Bakanlığı’nın çoğu zaman ortaklaşa gerçekleştirdiği bu deneylerin başlangıç tarihi, 1930′lara kadar uzanıyor. II. Dünya Savaşı’nın ardından Almanların ve Japonların bu konudaki deneyiminden de yararlanan ABD, Soğuk Savaş sırasında dünyanın en korkunç biyolojik silah deposu haline geldi.

Nazi savaş suçluları çalıştırıldı

ABD’nin 34. başkanı General Dwight D. Eisenhower ‘ın Nazi savaş suçlularına çalışmalarını Amerika’da devam etmeleri karşılığında dokunulmazlık verdiği biliniyor. Almanların sayısız insan hayatı ve hayal bile edilemeyecek işkenceler karşılığında elde ettikleri bilgileri edinmek isteyen Eisenhower, Nazi toplama kamplarında gerçekleştirilen araştırmalardan ”yararlanılması” emrini vermişti. Daça toplama kampında Yahudiler üzerinde gerçekleştirdiği korkunç deneylerle tanınan Dr Hubertus Strughold ve onun gibi 34 Nazi ”bilim adamı” uzay tıbbı çalışmalarına Amerikan topraklarında devam edebilmeleri için Teksas, San Antonio’daki Randolph Hava Kuvvetleri Üssü’ne getirildi. Ataç Projesi kapsamında toplam 3 bin kadar Nazi savaş suçlusuna ABD ve Kanada topraklarında çalışma izni verildiği tahmin ediliyor. Tarihçiler ve bilim adamları, CIA tarafından Amerikan ve Kanada (başta MKULTRA projesi olmak üzere ABD’de yapılan bazı deneylerin bir ayağı da Kanada’da sürdürülmüştür) vatandaşları üzerinde gerçekleştirilen deneylerin çoğunun Nazi ölüm kamplarında yapılan insanlık dışı deneylerin bir devamı olduğunu ortaya koymuşlardır.

Zihin kontrol deneyleri

Soğuk Savaş’la birlikte Rusların zihnin kontrolü alanında kaydettikleri ilerlemelere karşılık CIA da zihin kontrol tekniklerine olan ilgisini ve bu konudaki araştırmalarını yoğunlaştırdı. Dehşet veren araştırmalarda, psikotropik ilaçlar kullanılarak beyin yıkama ve insan zihnini kontrol etme deneyleri yapıldı. Vietnam Savaşı sırasında sorgulanan insanları itirafa zorlamak için aynı yöntemler kullanıldı. Belki de tüm bunlar arasında en rahatsız edici olanı, belgelerin büyük bölümü sonradan CIA tarafından yok edildiği için ve ilgili kişilere ulaşılamadığı için insan kobaylar üzerinde yapılan deneylerin gerçek boyutlarının bilinmiyor olması. Zihin kontrolü deneyleri arasında en acımasız ve en geniş kapsamlı olanı 50′li yıllarda başlayıp 70′lere kadar süren ünlü MKULTRA projesiydi. Üniversitelerde, hapishanelerde, akıl hastanelerinde, yetimhanelerde ve uyuşturucu bağımlıları rehabilitasyon merkezlerinde yürütülen deneylerin yanı sıra kentlerin olası bir saldırıya karşı ne kadar dirençli olduğunu ölçmek için kalabalık yerleşim birimleri de kimyasal ve biyolojik maddelere maruz bırakıldı.

Gizli deneyler kronolojisi

1931

Dr. Cornelius Rhoads , Rockefeller Tıbbi Araştırmalar Enstitüsü’nün gözetiminde insan deneklere kanser hücreleri aşıladı. Daha sonra Maryland, Utah ve Panama’da ABD Ordusu Biyolojik Silah tesislerini kurdu ve ABD Atom Enerjisi Komisyonu’na tayin edildi. Buradaki görevi sırasında Amerikan askerlerine ve hastanelerde yatan sivil hastalara radyoaktif madde verilmesini içeren bir dizi deneye başladı.

1932

Tuskegee Frengi Araştırmaları başladı. Frengi teşhisi konulmuş ancak hastalıkları kendilerine bildirilmemiş 200 siyah erkek tedavi edilmek yerine hastalığın seyrini ve belirtilerini izlemek amacıyla kobay olarak kullanıldı. Sonuçta hepsi frengiden ölen bu insanların ailelerine onların aslında tedavi edilebilecekleri asla söylenmedi.

1935

Pelagra Olayı: Milyonlarca insan 20 yıl içinde Pelagra’dan (vitaminsizlikten kaynaklanan bir hastalık) öldükten sonra ABD Kamu Sağlığı Hizmetleri Ajansı nihayet hastalığın kökenine inmek için harekete geçti. Ajansın müdürü en az 20 yıldır Pelagra’nın niasin eksikliğinden kaynaklandığını bildiklerini, ancak ölümlerin büyük kısmı yoksul siyah halk arasında gerçekleştiğinden harekete geçmediklerini itiraf etti.

1940

Chicago’daki 400 tutukluya yeni ve deneysel ilaçların etkilerinin araştırılması amacıyla sıtma mikrobu enjekte edildi. Daha sonra Nürmberg’de yargılanan Nazi doktorlar, Soykırım sırasında kendi yaptıklarını savunmak için bu Amerikan araştırmasını örnek gösterdiler.

1943

Japonya’nın tam kapsamlı biyolojik silah programına karşılık ABD de Fort Detrick askeri üssünde biyolojik silahlarla ilgili araştırmalar başlattı.

1944

1944 Amerikan Donanması gaz maskelerini ve koruyucu kıyafetleri denemek için insan kobaylar kullandı. Gaz odasına kapatılan bu denekler hardal gazı ve levisit’e maruz bırakıldı.

1945

Ataç Projesi başlatıldı. Nazi bilim adamlarını işe alan ABD Dışişleri Bakanlığı, Ordu İstihbarat ve CIA, onlara ABD’de çok gizli hükümet projelerinde çalışmaları karşılığında dokunulmazlık ve yeni kimlikler verdi. ”Program F” , ABD Atom Enerjisi Komisyonu tarafından başlatıldı. Bu program, atom bombası üretimindeki en önemli kimyasal maddelerden biri olan ‘florid’ in insan sağlığı üzerindeki etkilerini araştıran en geniş kapsamlı çalışmaydı. Araştırma sırasında floridin insanoğlunun bildiği en zehirli kimyasallardan biri olduğu ve merkezi sinir sistemi üzerinde büyük hasara yol açtığı anlaşıldı; ancak elde edilen bilgilerin büyük bölümü atom bombalarının yapımının engelleneceği korkusuyla ulusal güvenlik adına gizli tutuldu.

1946

Savaş gazilerine hizmet veren hastanelerdeki hastalar, tıbbi deneylerde kobay olarak kullanıldı. Kuşkuları ortadan kaldırmak için ne zaman böyle bir hastanede gerçekleştirilen bir çalışmayla ilgili rapor hazırlansa, ”deney” sözcüğü yerine ”araştırma” ya da ”inceleme” sözcüklerinin kullanılması emredildi.

1947

1947 ABD Atom Enerjisi Komisyonu, insan deneklere damardan radyoaktif maddelerin verileceği deneylere başlayacağını bildiren gizli bir belge yayımladı. CIA, Amerikan istihbaratı tarafından silah (zihin kontrol, beyin yıkama aracı) olarak kullanılabilmesi için LSD araştırmalarına başladı. Hem sivil hem asker denekler haber verilerek ya da verilmeyerek bu deneylerde kullanıldı.

1950

Savunma Bakanlığı, nükleer silahların çöllerde denenmesi ve bombanın etki alanı içinde kalan insanların sağlık problemlerinin ve ölüm oranlarının gözlenmesi için planlar yapmaya başladı. Amerikan kentlerinin bir biyolojik saldırı durumunda ne ölçüde zarar göreceğini belirlemek için ABD donanmasına bağlı gemiler San Francisco kentine bakteriden oluşan bir bulut püskürttü. Çok sayıda insan zatürree benzeri belirtiler göstererek hastalandı.

1951

Savunma Bakanlığı hastalığa neden olan bakteri ve virüslerin kullanıldığı açık hava deneyleri başlattı. 1969 yılına kadar süren bu deneylerde geniş kitlelerin bu bakterilere maruz kaldığından kuşkulanılıyor.
Sentetik virüsle hastalık ürettiler

1953

ABD ordusu, kimyasal maddeleri dağıtmak konusunda ne kadar etkin olduklarını belirlemek amacıyla Fort Wayne, Minneapolis, Winnipeg, St Louis ve Leesburg, Virginia’da çinko kadmiyum sülfür gazıyla yüklü bulutlar saldı.

Ordu, Donanma ve CIA’nın ortaklaşa gerçekleştirdiği deneylerde New York ve San Francisco’da yaşayan on binlerce kişi solunum yoluyla bulaşan mikroplara maruz bırakıldı.

CIA, MKULTRA projesini başlattı. Resmi olarak 11 yıl süren bu araştırma programı, zihin kontrolünde kullanılabilecek ilaçların ve biyolojik silahların üretimi ve denenmesi için tasarlanmıştı.

1955

Geniş kitlelere biyolojik maddeleri bulaştırabilme yeteneğini ölçmek isteyen CIA, ordunun biyolojik silah cephaneliğinden alınmış bir bakteriyi Florida’daki Tampa Körfezi’ne saldı.

1956

Amerikan ordusu, sıtma mikrobu taşıyan sivrisinekleri Georgia’nın Savannah ve Florida’nın Avon Park bölgelerine bıraktı. Her deneyin ardından kendilerini kamu sağlığı görevlileri olarak tanıtan ordu ajanları mikrobun kurbanlar üzerindeki etkilerini inceledi.

1960

Savunma Bakanlığı, Avrupa ve Uzakdoğu’daki halklar üzerinde LSD’yle ilgili saha denemeleri yapılması için onay verdi. MKULTRA kapsamında Avrupa’da yapılan deneyin kod adı Üçüncü Şans Projesi, Asya’dakine de Derbi Şapkası Projesi denildi.

1964

CIA ve Savunma Bakanlığı, ortaklaşa, zihin kontrol tekniklerinin araştırıldığı MKSEARCH Projesi’ni başlattı. Aynı yıl resmen sona erdirilmiş gözüken MKULTRA Projesi aslında MKSEARCH Projesi’yle birleştirilmişti. MKSEARCH Projesi, davranış ve algı bozukluklarına yol açan kimyasallar (uyuşturucular) yoluyla insan davranışlarını yönlendirme çalışmalarına verilen ad.

1965

Philadelphia’daki Holmesburg Eyalet Cezaevi’ndeki tutuklulara, ABD’nin Vietnam Savaşı’nda bitki örtüsünü ve ormanları yok etmekte kullandığı yüksek oranda zehire sahip Portakal Gazı’nın kimyasal bileşeni olan dioksin verildi. Tutukluların daha sonra kanser taramasından geçirilmeleri, Portakal Gazı’nın başından beri kanserojen bir madde olduğundan kuşkulanıldığını gösterdi.

1966

CIA, yine MKULTRA’nın devamı olan Proje MKOFTEN’ı başlattı. Bu, belli kimyasalların insanlar ve hayvanlar üzerindeki zehirleyici etkilerini araştıran bir projeydi.

ABD ordusu tarafından New York kenti metrosuna Bacillus subtilis mikrobu verildi. Ordu bilim adamlarının bakteriyle dolu ampulleri havalandırma ızgaralarına atmaları sonucu bir milyonun üzerinde insan bu zehirli havayı soludu.
1967

CIA ve Savunma Bakanlığı, yine biyolojik ve kimyasal silahları denemeyi amaçlayan MKNAOMI Projesi’ni hayata geçirdi.

1969

Savunma Bakanlığı’ndan Dr. Robert MacMahan , 5-10 yıl içerisinde, ”insanın bağışıklık sistemine saldıran ve hiçbir ilaçla tedavi edilemeyen sentetik bir virüs geliştirmek için” Amerikan Kongresi’nden 10 milyon dolar ödenek talep etti.

1970

Ödeneğin sağlanmasının ardından CIA gözlemi altında yürütülen proje, ordunun çok gizli biyolojik silah tesisi olarak bilinen Fort Detrick’teki Gizli Operasyonlar Bölümü’nde başlatıldı. Burada, AIDS benzeri virüsleri ayrıştırmak için moleküler biyoloji teknikleri kullanıldığı yolunda spekülasyonlar giderek arttı.

ABD, DNA’larındaki genetik değişiklikler ve varyasyonlar nedeniyle hassas olan belli etnik grupları hedef almak ve yok etmek amacıyla tasarlanmış ”etnik silahları” geliştirme çalışmalarını yoğunlaştırdı (Military Review, Kasım 1970).

1975

Fort Detrick’deki Biyolojik Silah Merkezi’nin virüs bölümüne Fredrick Kanser Araştırma Tesisleri adı verilerek Ulusal Kanser Enstitüsü’nün (NCI) denetimine verilir. ABD Donanma sı’nın burada kansere neden olan virüsleri geliştirmek amacıyla özel bir virüs kanser programı başlattığı tahmin ediliyor. Bilim adamları burada, aynı zamanda, hiçbir bağışıklığın bulunmadığı bir virüs ayrıştırdılar. Bu virüse sonradan HTLV (İnsan T- hücresi Lösemi Virüsü) adı verildi.

1977

Senato’da yapılan oturumlarda 239 yerleşim bölgesinin 1949-1969 yılları arasında biyolojik maddelerle zehirlendiği doğrulandı. San Francisco, başkent Washington, Key West, Panama Kenti, Minneapolis ve St. Louis bu bölgelerden sadece birkaçı.

1978

Salgın Önleme Merkezi (CDC) tarafından gerçekleştirilen deneysel Hepatit B aşılama çalışmaları New York, Los Angeles ve San Francisco kentlerinde başladı. Araştırma denekleri bulmak için verilen ilanlarda özellikle çok eşli eşcinsel erkekler arandığı vurgulandı.

1981

İlk AIDS vakalarının New York, Los Angeles ve San Francisco’daki eşcinsel erkekler arasından çıktığı doğrulandı. Bu vakaların ortaya çıkması AIDS’in Hepatit B aşısı yoluyla bulaştığı yönünde spekülasyonların da yayılmasına neden oldu.

1985

Öldürücü bir koyun virüsü olan VISNA HTLV’ye (İnsan T-hücresi Lösemi Virüsü) çok benzediği ortaya çıktı. Bu benzerlik, iki virüsün ortak evrimsel ilişkisine işaret etmekteydi.

1986

Ulusal Bilimler Akademisi Tutanakları’na (83: 4007-4011) göre HIV ve VISNA virüsleri, HTLV ile neredeyse aynıydı (ufak bir kısım hariç yüksek oranda benzerlik taşıyordu). Bu bilgi, HTLV ve VISNA virüslerinin, doğada hiçbir bağışıklığı bulunmayan yeni bir virüs ayrıştırmak amacıyla birleştirilmiş olabileceği spekülasyonlarını doğurdu.

Kongre’ye sunulan bir rapor, ABD hükümetinin ürettiği bu yeni virüslerin, aralarında dünyada bilinen hiçbir tedavisinin bulunmayacağı şekilde genetik mühendislik yoluyla üzerlerinde oynanmış virüslerin ve kimyasal maddelerin bulunduğu gerçeğini ortaya koydu.

1987

Savunma Bakanlığı, biyolojik silah geliştirilmesini yasaklayan uluslararası bir sözleşme bulunmasına karşın, ülke çapında 127 tesiste ve üniversitede araştırma çalışmalarını sürdürdüğünü kabul etti.

1994

Houston’daki MD Anderson Kanser Merkezi’nden Dr. Garth Nicholson, ”gen izleme” adı verilen bir teknikle, Çöl Fırtınası Operasyonu’ndan dönen askerlerin birçoğunda, biyolojik silah yapımında kullanılan bir mikrop olan mycoplasma incognitus’un değiştirilmiş bir cinsini keşfetti. Moleküler yapısının yüzde 40′ına HIV protein tabakası katılmış olması mikrobun insan yapımı olduğunu göstermektedir.

Senatör John D. Rockefeller , Savunma Bakanlığı’nın en az 50 yıldır yüz binlerce askeri personeli deneylerde kobay olarak kullandığını ve bilinçli olarak tehlikeli maddelere maruz bıraktığını açıklayan bir rapor yayımladı. Bu maddelerin arasında, hardal gazı, sinir gazı, radyasyon ve Körfez Şavaşı sırasında kullanılan kimyasallar bulunuyor.

1995

ABD Hükümeti, insanlar üzerinde tıbbi deneyler gerçekleştirmiş Japon savaş suçlularına ve bilim adamlarına biyolojik silah araştırmalarıyla ilgili bilgi karşılığında maaş ve dokunulmazlık teklif ettiğini kabul etti.

Dr. Garth Nicolson , Körfez Şavaşı’nda kullanılan biyolojik silahların Houston, Teksas ve Boca Raton Florida’da üretildiğini ve Teksas Cezaevi’ndeki tutuklular üzerinde denendiğini gösteren kanıtları ortaya serdi.

1996

Savunma Bakanlığı, Çöl Fırtınası’na katılan askerlerin kimyasal maddelere maruz kaldığını kabul etti.

1997

Seksen sekiz Kongre üyesi, biyolojik silah kullanımı ve Körfez Savaşı Sendromu ile ilgili soruşturma açılmasını talep eden bir mektup imzaladı.
Manhattan Projesi Nagasaki’yi yerle bir etti

Almanya’da Adolf Hitler’in iktidara gelmesiyle Yahudi kökenlilere yapılan baskılar sonucu, aralarında dünyaca ünlü Nobel ödüllü fizikçi Albert Einstein’ın da olduğu çok sayıda değerli bilim adamı çareyi ABD’ye sığınmakta buldu. İkinci Dünya Savaşı yaklaşırken, Başkan Franklin Roosevelt’e mektup yazan ünlü fizikçi, Nazi rejiminin yakında atom bombası yapabileceği uyarısında bulundu. Roosevelt, Einstein’ın uyarısını dikkate alarak, atom bombası geliştirilmesini öngören ‘Manhattan Projesi’ni devreye soktu. Ne var ki Einstein, atom bombasının yapımında rol almadığı gibi, buna açık bir dille de karşı çıkmıştı. Ancak Almanya’nın 7 Mayıs 1945′te teslim olmasının ardından atom bombası yapma işinde korkulduğu kadar ciddiyetle uğraşmadıkları ortaya çıktı. Bu proje çalışmaları sonunda ABD, yaptığı atom bombalarını, Japonya’yı teslim olmaya zorlamak için, Hiroşima ve Nagazaki’ye attı.