Günlük arşivler: Şubat 10, 2014

FETULLAH GÜLEN DOSYASI : Fethullah Gülen Beddua ediyor – İZLE

Yürütülen operasyonla ilgili kendilerine yöneltilen eleştirilere cevap veren Fethullah Gülen, ‘Demediğim şeyleri dedim’ diyerek başladığı konuşmasında sert ifadeler kullandı. Fethullah gülen son sohbeti, Fethullah gülen beddua videosu izle. İşte Fethullah gülen son sohbeti ve tüm metni..

Fethullah Gülen: Allah Evlerine Ateş Salsın / VİDEO

Yürütülen operasyonla ilgili kendilerine yöneltilen eleştirilere cevap veren Fethullah Gülen, ‘Demediğim şeyleri dedim’ diyerek başladığı konuşmasında sert ifadeler kullandı.

İnsanlara saygının önemli bir yanı, onları hep Cenab-ı Hakk"ın rahmâniyet ve rahîmiyetinin bir tecellisi olarak görmek, kucaklamak, bağrına basmak, sineni onlara da açmak.. ve yaptığı kusurlar karşısında kendi evladına tavrın gibi, yani hafifçe belki kulağını tutup çekebilirsiniz, azıcık okşayabilirsiniz, “bismillah destur” deyip başına bir şey gelmesin diye elinizle itebilirsiniz; bunları yapmadan da edeceğiniz şeyi edebilirsiniz.. bunlar ayrı bir mesele.. fakat kendi evladınıza gösterdiğiniz aynı şefkati bütün mü"minlere karşı gösterme bir esas olmalı ve bunda kusur edilmemeli.

Aynen öyle de -günümüzde de yaşandığı gibi- evladınızın bir meâsîsi, bir mesâvîsi karşısında -yani isyana müteallik bir mesele veya seyyiâta müteallik bir mesele karşısında- hemen vurma, kırma, dövme değil de “Acaba ne yapayım ki ben bunu bundan sıyırayım ve kuve-i maneviyesini kırmayayım, incitmeyeyim, kendime karşı da tepkiye ve reaksiyona sevketmeyeyim!” Bu da şefkatin gereği.

*Şefkat sizin mesleğinizde, hakkı ikame edenlerin mesleğinde, ruh abidelerini ikame etmeye kendini adamış insanların mesleğinde dört esas düsturdan biridir. İki de tâli düstur vardır. “Der tarik-i acz-i mendi lazım amed çâr-ı çîz / Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz!.” Şefkat ve tefekkür tâli ama çok önemli.

* Şefkat yöntemiyle açılmayacak kapılar yoktur. Hiddetle, şiddetle ve fezâzetle hiçbir problem çözülemez. Şiddet, hiddet, öfke.. bütün bunlar muvakkat birer cinnettir. Cinnetle insanlar tedavi edilemez. Mecnunlar, insanları tedavi edemezler. Aklı başında olmak lazım; o da şiddetten, hiddetten, gilzetten, fezâzetten, nefretten, kinden, gıybetten, iftiradan, riyadan, süm"adan, hüd"adan, mesaviden tecerrüde vabestedir. Bunlardan sıyrılmamış bir insanın kendi duygu ve düşünceleri çok âli bile olsa, Cibril-i Emin"in dudaklarından dökülmüş lal-ü güher gibi incilerden bile olsa, başkalarına bunları kabul ettirmesi mümkün değil. Şefkat, re"fet ve mülayemet mü"minde bir esas olmalı.

* Kim nasıl davranırsa davransın, başkalarınının muamelesi, dünya görüşü, hayat felsefesi ve konumu ne şekilde olursa olsun, mü"mine düşen Kur"ânî olmak, Sahih Sünnet çizgisinde hareket etmek ve Raşid Halifelerin yolundan ayrılmamaktır. Bu cümleden olarak insanların ayıplarıyla meşgul olmak kat"iyen doğru değildir.

* “Mü"min kardeşini bir günahla ayıplayan, o iş, başına gelmeden ölmez!..” buyuruyor İnsanlığın İftihar Tablosu. Şayet ayıp sadece ayıplamada kalmayıp -hafizanallah- gıybetlere giriliyorsa, bu istikamette bir de olmadık şeyler yapılıyorsa, iftiralarda bulunuluyorsa, nâsezâ, nâbecâ sözler söyleniyorsa.. bir de umum dünyaya yayarcasına, duyururcasına bu mesele icra ediliyorsa, bir de heyetler bu mevzuda gıybet tahtasına, iftira tahtasına raptediliyor, gez-göz-arpacık deyip onlar hedef alınıyorsa -hafizanallah- umumun hukuku söz konusu olması itibariyle âmme hakkıdır, Allah hakkıdır.. onca cemaat haklarını helal etmeyince -ben yine o tabiri kullanmak istemiyorum, başkalarının kullanmasına bağlayarak diyeceğim- eğer benim yerimde başka biri olsaydı: “Böyle densizce yaşayan insanlar, kat"iyen Cennet"e giremezler; başlarını yerden kaldırmasalar bile, İslam adına bazı şeyler yapsalar bile!..”

* Koskocaman camiayı, kendini Allah"a adamış insanları.. dünden bugüne -dün belki sadece ehl-i ilhad yapıyordu şimdi asimetrik bir saldırganlık var- bir bitirme cehdi ve gayreti var. Fakat bütün bunlar karşısında sarsılmadan, belki sarsılabilir ama devrilmeden,

“Ey Yüce Rabbimiz, biz yalnız Sana güvenip Sana dayandık. Bütün ruh-u cânımızla Sana yöneldik ve sonunda Senin huzuruna varacağız” diyerek, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)"in cedd-i emcedi Hazreti İbrahim (aleyhisselam) gibi Allah"a dayanıp, sa"ye sarılıp, hikmete râm olmak suretiyle bu dâhiyeleri aşmaya çalışmalı; “Bu da geçer Ya Hû!” demeli, onun geçeceği anı intizar etmelidir.

* Yakışıksız, münasebetsiz şeylere aynıyla mukabelede bulunmamalıdır. Mü"mine “alçak” dememelidir. Bir gün Allah (celle celaluhu) böyle diyeni, gerçekten realite planında alçaltır da tarihe öyle alçalmış olarak kaydedilir. Gelecek nesiller de onu alçalmış bir insan olarak yâd ederler.

* Ayıplarla uğraşmak mü"minin işi değildir. Hem Kur"anın temel disiplinleri, hem Sünnet-i Sahiha"dan çıkan esaslar, hukuk sistemi açısından, fertlerin kusurlarıyla hususi mahiyette meşgul olmanın doğru olmadığını Kıtmir değişik vesilelerle arz etmiştir.

* Nitekim yakın tarihte, Efendimiz"in (sallallahu aleyhi ve sellem) Hazreti Mâiz"i, huzurundan üç defa geriye çevirdiğini, dördüncü gelişinde ona şer"î ceza ne ise onu uyguladığını arz etmeye çalışmıştım. Keza arkadan gelen Gâmidiyeli kadını da Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) geriye göndermişti. Fakat onlar ısrarlıydılar. Ancak öyle bir had tatbik edildiğinde arınacaklarına inanıyorlardı. Oysa ki gizli yapılmış günahlarda, İnsanlığın İftihar Tablosu"nun mülahazası da bu istikamettedir; Cenâb-ı Hakk"a teveccüh edersin, tevbede bulunursun derecene göre, inâbede bulunursun derecene göre, evbede bulunursun derecene göre; istiğfar edersin, “Allah"ım bütün müstağfirlerin istiğfarı adedince Sana istiğfar ediyorum!” dersin “ve Sana tevbede bulunuyorum, Sen Tevvâb"sın, tevbemi kabul eyle; Sen Münîb"sin, inâbeme benim cevap ver; Sen Hazreti Evvâb"sın, ne olur benim evbemi kabul buyur.” Bunlar “Zümrüt Tepeler”de geçen, Sofi telakkisiyle, Cenâb-ı Hakk"a çok farklı yönelmenin adları ve unvanlarıdır. Erbabı için, bunları burada tekrar etmek, açıklamak zaid olur. Şahsî günahlar karşısında yapılması gerekli olan şey, istiğfar, tevbe, inâbe ve evbedir. Fert bunu yapar, Cenâb-ı Hakk"ın lütfuyla, keremiyle, rahmâniyetiyle, rahîmiyetiyle arınmış olur onlardan. Tevbe bir arınma kurnasıdır. Böylece tertemiz olarak Cenâb-ı Hakk"ın Firdevs"iyle serfirâz olabilir.

* Fakat bazı cinayetler vardır ki, bunlar umumun hukukuna tecavüzle oluşmuş günahlardır. Âmme hakkıdır. Âmme hakkı aynı zamanda Allah hakkıdır. İster İslam"ın Hukuk Sistemi, isterse Modern Hukuk Sistemi âmme hakkına taalluk eden meselelerde kat"iyen müsamahaya gitmezler.

Umumun hukuku söz konusudur. Umuma ait şeyler çalınmış çırpılmışsa, bunu ne Mecelle kurallarıyla siz şöyle böyle yumuşatabilirsiniz, ne de başka demagojilerle ve diyalektiklerle. Âmme hakkıdır bu.

Umumun hukukuna tecavüz edilmişse, bir tek arpa umum milletin hakkıysa, o yenmişse, o mevzuda birisi göz yumuyorsa, o da o haramîlerle müşterek demektir. İşte orada göz yumulamaz. Burada bu göz yummama mevzuunda esas budur, temel budur, usul budur.

* Belki üslupta hata yapılmış olabilir, usul vardır bu mevzuda. A"ya demek, B"ye demek, C"ye demek, bilmem H"ye demek de üsluptur. Fakat hiçbir zaman usul ve esas, üsluba feda edilmemelidir. O mesâvînin üzerinde durulmalı, nasıl yapılacaksa o pisliklerden insanlar arınmaya bakmalıdırlar.

* Suçluluk psikolojisiyle suçlar görünmezden gelinerek harâmîlik, kırk harâmîlik görmezlikten gelinerek, “Acaba bunu kime atfetsek?!.” (bu mevzuda), gündem değiştirerek “Halkın dikkat nazarını kimin üzerine çevirsek ki, bir yönüyle belki halk nazarında bu mesâvîden sıyrılmış olsak?!.” demek.. Bunlar dine karşı diyalektik yapma demektir. Dinin temel disiplinlerine karşı demagoji yapma demektir hafizanallah. Bu da günahı ikileştirme demektir. Bu aynı zamanda toplumun birbirine çok yakın olan parçalarını, moleküllerini birbirinden koparıp atıp işe yaramaz hale getirme demektir. Hafizanallah.

* Bu iki şeyi birbirine karıştırmamak lazım. Mâiz günahıyla, Gâmidiyeli kadın günahıyla, ferdî günahıyla karşınıza çıktığı zaman.. İmam Hâdimî"yle alakalı bir şeyi arz ettiğim zaman dediğim gibi, öyle üç defa dört defa gözlerinin kapağını silerek, “Acaba o mu, değil mi?” diye.. hayır bakma! “Lâ havle ve la kuvvete illâ billâh” de. “Allah"ım beni de bunu da mağfiret buyur!” de, çek git arkana bakmadan.

Üzerinde durma; fikrinde, korteksinde ona bir yer ayırma. Bir dosyaya yerleştirme onu. Ve gördüğün zaman da kardeşin gibi yine sımsıkı sarıl. Bu ferdî bir hatadır. Fakat öyle hatalar vardır ki, toplumu temelinden sarsar.

Onlara karşı müsamahalı olursanız, onların yaygınlaşmasına, bütün bütün o denâetlerin bütün toplumu sarmasına sebebiyet vermiş olursunuz. Bu açıdan da ister İslâmî Hukuk Sistemi, isterse de Modern Hukuk Sistemi o mevzuda işleyerek, akı ak, karayı kara olarak ortaya koyması lazım.

* Bir şey olmuştur; ayetin ifadesiyle “Allah mü"mini aka çıkarır, temizler, paklar; bir yönüyle de öbürlerini eler, döker, onlar da elenmiş olurlar.” Hazreti Pir"in ifadesiyle, elmas ile kömür birbirinden ayrılmış olur. Elması, kömürü birbirinden ayırmadığınız zaman, elmasa bile onun yanında durduğundan dolayı, kömür nazarıyla bakılır.

* Önemli olan arınmadır. İçindeki o pislikleri atarak, “Aktım, ak olmaya çalışıyorum, inşaallah hep ak kalacağım!” mülahazasına bağlı daha farklı stratejilerle, daha insancıl tavır ve davranışlarla, daha şefkatli bir muameleyle!.. Başkalarını da boy hedefi göstererek toplum nazarında bir kısım karanlık kalemlerle onları karalamak suretiyle teselli olmak, bu dünyada bir şey olsa bile öbür tarafta hiçbir işe yaramaz.

Çünkü mesâvîyi Allah biliyor, harâmîliği Allah biliyor, hırsızlığı Allah biliyor, rüşveti Allah biliyor. Öbür tarafta teker teker tek arpadan hesap sorma esprisine bağlı olarak hepsinin hesabını Allah sorar.

* Burada bir şey demek aklıma geliyor. Şimdiye kadar hiç dememiştim. Eğer bu mevzuda bir kısım arkadaşlar kendilerine verilen imkanlarla.. onlar nisbet yapıyorlar, falan filan diyorlar, f diyebilirler, g diyebilirler, ç diyebilirler, d diyebilirler.. diyorlar.. bulaştı bulaşmadı mülahazasıyla, belki cinayet sayılabilecek bir kısım icraatta bulunuyorlar. Şöyle demek geliyor yani içimden.. demeden kendimi alamayacağım. Hiçbir zaman da demek istemediğim bir şeyi demek geliyor içimden. Yoksa Doktor İkbal gibi, Hazreti Pir-i Muğan gibi, tel"ine, bedduaya “amin” dememek, onları etmemek genel şiarımızdır.

Fakat eğer hakikaten bu olumsuz şeylerin üzerine giden arkadaşlar.. kimse onlar tanımıyorum, binde birini bile tanımıyorum.. bu işin üzerine “Hukukun ve aynı zamanda sistemin, dinin ve aynı zamanda demokrasinin gerektirdiği şeyler bunlardır.” deyip arınma adına, yıkanma adına, temizlenme adına, kirlerin öbür tarafa kalmasına meydan vermemek adına bir şey yaparken dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlarsa… bize de nisbet ediyorlar, dolayısıyla ben bizi de onların içinde görerek diyorum..

dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlarsa, yaptıkları şey Kur"an"ın temel disiplinlerine aykırıysa, Sünnet-i Sahiha"ya aykırıysa, İslam"ın hukukuna aykırıysa, modern hukuka aykırıysa, günümüz demokratik telakkilere aykırıysa.. Allah bizi de onları da yerlerin dibine batırsın, evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın.

Ama öyle değilse, hırsızı görmeden hırsızı yakalayanın üzerine gidenler, cinayeti görmeyip de masum insanlara cürüm atmak suretiyle onları karalamaya çalışanlar.. Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkan vermesin.

* Dememiştim, demeden edemedim. O kadar diş gösterildi, o kadar salya atıldı, o kadar kimse tahrik edildi, o kadar o “twit”lerde o mel"un düşünceler bir yönüyle vizesiz rahat dolaştı ki, demeden edemedim. Şimdiye kadar demediğimi dedim.

* Allah her şeye nigehbân. Dünyada kıtmir gibi insanların bir dikili taşı olmadı. Altmış senedir değişik imkanlar onun da önüne geldi. Allah"a hep dua ettim, “Allahım, kardeşlerimi birilerinin iş yerinde, fabrikalarda çalışmadan halas eyleme. Allahım, beni onlarla utandırma.” dedim. İşçi olarak çalıştılar, işçi olarak emekli oldular ve hiçbir şeye sahip olmadılar.

Çoğu kira evinde oturuyorlar. Kendi adıma da öyle düşündüm, onlar adına da öyle düşündüm. Cami penceresinde üç sene yatarken esasen, işte o dünyanın metaına temas etmemek için.. altı sene bir tahta kulübede döşeksiz yatarken, dünya mal u menaline meyletmemek için aynı şeyleri yaptım. Allah buna şahit. Ama başka türlü harâmîlik yapıp, milletin malına menâline el uzattıkları halde hala müslüman olarak görünüyorlarsa öbür tarafta neyin ne olduğu belli olacaktır.

* Gönül, Çalab"ın tahtı / Çalab gönüle baktı / Kim gönül yıktı ise / O iki cihan bedbahtı. Bir sürü mü"minin gönlünü yıktılar. Kendimizi de istisna etmedim. Haksız, kimse, o mutlaka cezasını bulacaktır.

http://www.haberyurdum.com/vcpfu-fethullah-gulen-beddua-ediyor-izle-290922h.html#ixzz2sxz9NyEL

FETULLAH CEMAATİ DOSYASI /// ABDURRAHMAN DİLİPAK : Cemaat’e Cumhuriyet tarihinin en büyük davası açı lacak

Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, Özgür-Der’in toplantısında yaptığı konuşimada; “Taşeronluğu paralel devlete verdiler.Cemaat projesi 23 yıllık bir projeydi. 1991 yılında bir protokol yapıldı. 2000 yılına kadar kuluçka dönemiydi. 2000’den sonra fiilen örgütlenmeye başladılar. İslam dünyasının sınırlarının, rejimlerinin, iktidar yapılarının yeniden belirlenmesine varan bir komploydu. Büyük Ortadoğu Projesi de bu senaryonun bir parçasıydı.Deşifre oldular, bundan sonra yol almaları çok zor.Şimdi 41 bin dava geliyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük davası olacak.” dedi.

Kzd. Ereğli’de, Özgür-Der tarafından düzenlenen‘Küresel Vesayet Karşısında Müslümanlar’ konulu konferansa, gazeteci-yazar Abdurrahman Dilipak ve yazar Hamza Türkmen konuşmacı olarak katıldılar. Konferansta konuşan yazar Hamza Türkmen, Müslümanların yaşadığı topraklarda son yıllarda yaşanan sıkıntıları değerlendirdi. Türkmen, “Batı yükselirken biz, Kur’an nimetinden ve Kur’an’ı yaşama örnekliğinden uzaklaştıkça düştük. Ve sonuçta Osmanlı Devleti’nin düşmesiyle beraber, özellikle içimizdeki Batıcı, Frenkleşmiş işbirlikçilerin ve özellikle Batılı üstün güçlerin vesayeti altına girdik.”dedi.

“CEMAAT ÜYELERİNİ ÖYLE BİR YETİŞTİRİYORLAR Kİ…”

Fethullah Gülen Cemaati’nin, AKP kurulurken partinin bileşenlerinden birisi olduğunu anlatan Türkmen, Cemaat’in ‘Her şey benim olsun’ tarzında bir inisiyatif kurmak istediğini belirtti. Cemaat’in, kurumlara personel alınırken tümünün kendilerinden olması noktasında direttiğini ifade eden Türkmen, şöyle dedi:

“Böyle benmerkezci, tahakkümcü ve hizipçi bir anlayışları var. Çünkü din anlayışlarında sakatlık var. Onlara göre cemaat çok kutsal bir şey. İslam demek cemaat, cemaat demek İslam. Cemaat üyelerini öyle bir yetiştiriyorlar ki, ‘Ben cemaatin menfaati için yahut gelecek nesil namaz kılsın diye, bugün namaz kılmayabilirim, bugün başımı açabilirim, şu fedakarlığı yapabilirim’ tarzında şartlandırılıyor bu insanlar. Harp hiledir anlayışı çerçevesinde, hiçbir Müslüman, ajanlık yapacağım diye içki içemez, zina yapamaz. İnsanlara kumpas kuramaz. Haram, İslam adına ajanlık yapan insan için de haramdır. Ve bu insanlar AK Parti’yle birlikte çok fazla büyüdüler. Tayyip Erdoğan dengeyi sağlamak isteyince de, diktatör ilan ettiler. Gezi Parkı olayında da, 17-24 Aralık’ta da gündeme geldi; amaç ya boyun eğdirmek ve istedikleri düzeyde bir AK Parti oluşturmak, oluşturamıyorsa Tayyip’i tasfiye etmek, edemiyorlarsa da AK Parti’yi tasfiye etmek. Kendilerinde böyle bir güç görüyorlar. Küresel güçler bizatihi bunları mobilize ediyor, yönlendiriyorlar. Başörtüsü serbest değil mi? Bunların hukuk fakültesinde okuyan kız öğrencilerinin hepsinin başı açık. Niçin? Çünkü mezun olduğunda İslamcı bilinmesin. İcabında liberal görünecek, solcu görünecek. Adliye sistemine sızacak, kaymakam olacak, savcı olacak, hakim olacak.”

Fethullah Gülen’in her gün rüyasında Hz. Muhammed ile görüştüğünü söylediğini, görüntülerde hıçkıra hıçkıra ağlayarak ‘Bu gece göremedim, beni terk etti’ dediğini anımsatan Türkmen, “Perşembe akşamları da Resulullah’la istişare toplantısı yapıyor.” dedi.

“SERVET VE İKTİDARLA TANIŞAN MÜSLÜMANLAR, KENDİ YAŞAYIŞLARINI MEŞRULAŞTIRAN BİR DİN İCAT ETTİLER”

Gazeteci-Yazar Abdurrahman Dilipak, konferanstaki konuşmasında, Müslümanların yaşamlarını daha fazla ahirete göre düzenlemeleri gerektiğine inandığını belirterek, “Sanıyorum biz çok fazla sekülerleştik. Laiklikten kaçalım derken sekülerizmin batağına düştük. O ruhani kimliğimizi biraz kaybettiğimizi düşünüyorum. Bizim iktidar gücümüz ve paramız arttığı ölçüde imanımız artmadı. Esnafımız biraz daha parası artarsa, Çeçenistan’a daha fazla yardım edeceğini zannediyordu. Parası artınca, sekreteriyle evlenmeyi, yazlık almayı, jip almayı seçti. Biz küresel emperyalizmi biraz politik güçler olarak görmeye başladık. İnsanlar giderek o manevi pırıltılar yerine, maddi pırıltıları seçmeye başladılar. Bizim yeniden Müslüman olmaktan başka çaremiz yok. Atalarımızın dininden Allah’ın dinine dönmemiz gerekiyor.” diye konuştu.

Dilipak, şöyle devam etti: “Mustafa Kemal ölmeden önce, üzerinde ısrarla durduğu –ki Pakistan’a gönderdiği mektupta da bunu görebiliyoruz, ‘Bu hilafet ne zaman buzdolabından çıkarılacak?’ Hilafeti ertelediler, dediler ki ‘Şu Müslümanların üzerinden bir silindirle geçelim, tarihle, kültürle. Öncelikle de Osmanlı bakiyesi olan Anadolu topraklarında. Çünkü burada 43 halk var. ‘Önce bunların tarihle, kültürle, inançla bağlarını koparalım’ dediler. ‘Ondan sonra da yeni bir din icat ederiz. O dinin merkezini de yeniden hilafet şekilde tanımlarız.’ ‘Bu defa Türkiye üzerinden İslam coğrafyasına bu yeni dini pazarlarız’ diye bir plan yaptılar. Mustafa Kemal ölmeden önce de, ne zaman bu yeni hilafet ihya edilecek? Onun üzerinde çalışıyordu, öldü. 1946’da yeniden bu konu gündeme geldi. Baktılar bu dindarlar yeniden örgütlenecek, ‘kendi içimizden birisini çıkaralım da kontrollü olarak yumuşak geçiş yapalım’ dediler.Cumhuriyet Gazetesi bir yıl şeriatçı yayın yaptı. O zaman işte ezanın Arapçaya çevrilmesi gündeme geldi. 1954’te, Cumhuriyet Gazetesi bile şeriatçı yayın yapıyordu. İlahiyatçılar buna karşı çıktı. Çünkü içi boşaltılmış, TSE damgalı bir din icat etmek istiyorlardı.

Çünkü Amerika, ılımlı İslamcı hareket üzerinden sadece Türkiye’de dinin bitirilmesi değil, diğer İslam ülkelerinde de Euro-İslam, Batı standartlarına indirgenmiş bir İslam istiyordu. Onun için zorunlu din derslerini getirdiler ki, TSE damgalı bir din üretelim, dini reforma tabi tutalım. 1974’ten sonra da, iktidarla tanışan Müslümanlar, servetle tanışan Müslümanların dünyevileştiğini gördüler. Bu kez iktidara ortak ederek Müslümanlığı dönüştürmeye çalıştılar. Çünkü servet ve iktidarla tanışan Müslümanlar, sopayla üzerine gittiğinizde direniyorlar. Ama onlara iktidar, servet verdiğinizde, kendi yaşayışlarını meşrulaştıran bir din icat ettiler. Onun için bizi sürekli iktidara ortak etmeye çalıştılar. 1980’den sonra da bu işin taşeronluğunu paralel devlete verdiler. 1991 yılında bir protokol yapıldı. 2000 yılına kadar kuluçka dönemiydi. 2000’den sonra fiilen örgütlenmeye başladılar. Yani bu küresel vesayet size bir de din biçmek istiyor. Son gelinen noktada da, yeşil sermayeyi ve ılımlı İslamcıları derin yapıya entegre etmek istiyorlar.”

“CUMHURİYET TARİHİNİN EN BÜYÜK DAVASI OLACAK”

Konferansın son bölümünde soruları yanıtlayan Dilipak, 17 Aralık’ta yapılan rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun, 24 Aralık’taki ikincisini işaret ederek, şunları kaydetti: “Birinci etap bitti ikinci etap başlayacak olsaydı, Tayyip Erdoğan başka yerde olacaktı. Deşifre oldular, bundan sonra yol almaları çok zor. ‘Tayyip Erdoğan’ı düşürürsek AK Parti’yi teslim alırız, AK Parti’yi teslim alırsak ülkeyi, ülkeyi teslim alırsak da İslam dünyasını teslim alırız’ diye bir hesap vardı. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Şu anda sistem kilitlenmiş durumda. İçeriden çok ciddi bilgi akışı var. Zannediyorum bu günlerde de yeni bilgiler kendisine ulaşacak. Ve Tayyip Erdoğan’ı vurarak ortadan kaldırmanın da bir çözüm olmayacağı konusunda bir endişe var Batı’da.Cemaat projesi 23 yıllık bir projeydi. İslam dünyasının sınırlarının, rejimlerinin, iktidar yapılarının yeniden belirlenmesine varan bir komploydu. Büyük Ortadoğu Projesi de bu senaryonun bir parçasıydı. Tayyip Erdoğan’a şiir okudu diye mahkumiyet kararı veren irade, seçim bittikten sonra onu Meclis’e getiren irade, Baykal o gece peygamberimizi rüyasında gördüğü için böyle bir tercihte bulunmadı. Ona başkaları kulağına birşeyler söylediler ama o rolünü iyi oynayamadığı için de cezalandırdılar. Hollywood senaryosu bizim Beyoğlu figüranlarıyla çekilmeye çalışılınca böyle oldu.

AK Parti ve cemaat her zaman birbirine muhtaçtılar. Cemaat harekete geçti. Çünkü Tayyip Erdoğan başına Baykal’ı oturtarak, arkasına Cemaat yerleşerek, onu vitrin dekoru haline getirmeleri gerekirken; Tayyip Erdoğan Baykal’ı diskalifiye edince kontrol dışı kaldı. Cemaat de bürokraside koltuk kapmaca oynarken Tayyip Erdoğan Karadenizlilere inşaat sektörünü, Adıyamanlılara sağlık bakanlığını, Süleymancılara Türk Hava Yollarını; herkese bir yerleri açtı. Tayyip Erdoğan kendi ayakları üzerine basmaya başladıktan sonra, bu defa onları tasfiye edip normalleşmeye geçmek istedi, o zaman da kızılca kıyamet koptu. Memuriyette terfi edecek kişileri, 41 bin kişinin sicilleriyle oynamışlar. Kendi adamları görevden alınsa bile, yerine gelecek kişilerin oraya gelmesini engellemek için. Şimdi 41 bin dava geliyor. Bu kişiler kendileri bu sınavları kazanmamışlar, soruları önceden dağıtmışlar. Tezgahı iyi kurmuşlar. Bunların hepsinin davası görülürse, Cumhuriyet tarihinin en büyük davası olacak. Bir de bu örgütlendikleri 160 ülkedeki, oralara da dava açılacak olursa bu son yüzyılın en büyük davası olabilir.”

Sabriye Aşır

Odatv.com

PKK DOSYASI : OSLO tapeleri yabancı ajandan !

Avrupalı bir istihbarat servisinin ajanı paralel yapıdan istihbaratçı polislerle gizlice buluşup hard-diski teslim etti!

SABAH Gazetesi’nden Aliye Çetinkaya’nın haberinde yer alan bilgiye göre; Oslo‘daki görüşmenin ses kayıtları, yabancı bir istihbaratçının getirdiği hard diskin içinde paralel yapıya teslim edildi. Bu diskte Diyarbakır BDP’de yapılan aramada bulunmuş gibi yapıldı.

MİT krizini başlatan dosyadaki iddialar çok ağırdı. "Çözüm Süreci" için atılan her adım PKK terör örgütüne yardım gibi yansıtılıyordu. İmralı’daki görüşmelerin "Kozmik Oda" bilgilerine de ulaşan savcı "devlet sırrı" niteliğindeki görüşmeleri de dosyada delil olarak gösteriyordu.

7 ŞUBAT İDDİALARI:

SUÇ TARİHİ: Özel Yetkili Savcı Bilal Bayraktar ve Sadrettin Sarıkaya’nın hazırladığı dosyada suç tarihi 1984 ile 2012 tarihleri arasını kapsıyordu. (PKK terör örgütünün kuruluşundan itibaren)

SUÇLAMA: 5 MİT mensubu hakkında; PKK-KCK terör örgütü içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek, isteyerek yardım etme ve soruşturmanın gizliliğini ihlal etme iddiası bulunuyordu. MİT mensupları terör örgütünün kuruluşundan Çözüm Süreci’ne kadar geniş bir yelpazede birçok konuda ayrı ayrı suçlanıyordu.

‘KOZMİK’ GÖRÜŞMELER

PKK-KCK terör örgütünün tarihinin özetlendiği soruşturma dosyasında, Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla yaptığı görüşme tutanaklarına, görüşme sonrasında avukatlar ile Kandil arasında yaşanan e-mail trafiğine de yer verildi. Kanlı bir sürecin sonlandırılması için yapılan görüşmeler ‘Özel Yetkili’ savcılar tarafından terör örgütüne yardım olarak nitelendirildi. İmralı’daki görüşmelerin ses kayıtları da savcının sürdürdüğü yazışmalar sonrasında dosyaya getirtilmişti. Gizli yürüyen bu süreçte devlet sırrı" niteliğindeki belgelere de ulaşmış, "İmralı’daki kozmik tutanaklar" artık özel yetkili ellere geçmişti. Dosya açıldıkça taşlar yerli yerine oturuyordu. Dosyanın önemli dayanaklarından biri, halen gerçekliği tartışılan dijital bir delildi. 13 Ocak 2012 tarihinde BDP Diyarbakır İl Teşkilatı’nda yapılan aramada ele geçirilen bir hard diskten söz ediliyordu. Bu dokümanda, Müsteşar Hakan Fidan ve eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’in PKK’nın Avrupa’daki bazı yöneticileri ile yaptığı görüşmelere yer veriliyordu. Aslında olayın gerçek yüzü farklıydı. İl Başkanlığı’na düzenlenen operasyonundan kısa bir süre önce Türkiye’ye yabancı (Avrupalı) bir istihbarat servisinin elemanı giriş yapmıştı.

Takipte olduğundan habersiz olan ajanın, paralel yapıyla çalıştığı sonradan anlaşılan istihbaratçı polislerle gizlice buluştuğu ve yurtdışından getirdiği "hard diski" teslim ettiği belirlendi. Teslimat sonrası, terörle mücadelede görevli polislerin düzenleyeceği operasyona da önden malzeme oluşturulmuştu. Hard diskin içeriği operasyondan önce basına sızdırıldı. DİHA isimli ajansın veri tabanına dışarıdan yüklendiği açıklandı. Ancak, bu dijital kayıt Diyarbakır BDP İl Başkanlığı’nda yapılan baskında kasada bulunmuş olarak kaydedildi. Çözüm Süreci için yapılan "Oslo Görüşmeleri" sekteye uğratıldı. Görüşmeler daha sonra İmralı üzerinden devam ettirildi. Savcılık, MİT hakkında açılan tüm dosyaları biraraya topladı. 7 Şubat soruşturması, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 20 ihbarcının dilekçesi üzerine açılan soruşturmayla birleştirildi. Birbirleriyle bağlantısı olmayan dosyaları aynı merkezde biraraya getiren savcılık, tek hamleyle büyük bir operasyon gerçekleştirmeyi hedeflemişti. Bir yandan "Çözüm Süreci’nin" başlaması diğer yandan "MİT’in dış istihbarat ağının" güçlendirilmesi, stratejik birimler kurulması, nitelikli eleman takviyesi, MİT’in bölgedeki ağırlığının artması, büyük güçlerin dikkatinden kaçmadı. Özellikle istihbaratta dışa bağımlılığın azalması, içeride istihbaratın tek çatı altında toplanması girişimi, yerleşik kalıpları bozmuştu. Eş zamanlı olarak dış basında MİT’i hedef alan yayınların başlaması, bu haber ve yorumlara Müsteşar Fidan’ı karalama kampanyalarının eklenmesi ise Ankara için artık sürpriz değildi.

TAM O SIRADA ULUDERE!

Böcek olayının ardından 28 Aralık 2011 tarihinde, Türkiye dramatik bir olayla sarsıldı. Uludere’de, Kuzey Irak’a kaçağa giden bir grup vatandaş, terörist değerlendirmesi ile savaş uçaklarınca bombalandı. 35 vatandaşımız yaşamını yitirdi. Ve o anda, "Yanlış istihbarat MİT’ten" tartışması başlatıldı. MİT’in, eski tarihli bilgi notları, güncel rapor gibi habere dönüştürüldü. Bunun üzerine MİT, "28 Aralık 2011 tarihinde hayatını kaybeden 35 vatandaşımız ile ilgili olabilecek grup, yer, tarih, sayı ve geçiş güzergahlarına ilişkin Teşkilatımızca herhangi bir istihbarat paylaşımı gerçekleştirilmemiştir" açıklamasında bulundu. Uludere olayını soruşturan Genelkurmay Askeri Savcılığı ise 6 Ocak 2014 tarihinde "takipsizlik kararı" verdi. Kararda; TSK personelinin TBMM ve Bakanlar Kurulu kararları çerçevesinde kanunun emrini icra kapsamında kendilerine verilen görev gereklerini yerine getirdikleri, görevi yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri, eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren sebep bulunmadığı belirtildi.

MİT’E YENİ VİZYON

Kuruluş tarihi 6 Ocak 1927 olarak kabul edilen Milli İstihbarat Teşkilatı, 85’inci yıldönümü için oldukça kapsamlı etkinlikler düzenlemişti. Devletin zirvesi, medya ve eski teşkilat mensupları için ayrı ayrı programlar hazırlanmıştı. Ancak, MİT’in 85. kuruluş yıldönümü, Uludere’nin gölgesinde başladı. Medyanın davetli olduğu programda Müsteşar Fidan, "Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu"nun oluşturulduğunu açıkladı. Daha derinlemesine, tek merkezden koordinasyona yönelik Emniyet, Genelkurmay ve bakanlıkların içinde olduğu bir mekanizma kurulduğunun altını çizdi. Bu kurulun içinde MİT Müsteşarı’nın yanı sıra, MASAK gibi kurumların da görev alacağını ifade etti. İstihbaratın bu Kurul’dan ilgili birimlere dağıtılacağını vurguladı. Bu sırada önemli bir gelişme daha yaşandı. Genelkurmay bünyesindeki Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı (GES) da MİT’e devredildi. Teşkilat ayrıca, "Özel Operasyon Birimi’ adı altında yeni bir ekip de oluşturdu. Yurtdışında çeşitli terör grupları tarafından kaçırılan Türk vatandaşları burnu dahi kanamadan kurtarıldı.

OSLO GÖRÜŞMELERİ

Tarih 13 Eylül 2011. PKK’ya yakınlığıyla bilinen bir ajansa yansıyan ses kayıtları, gündeme bomba gibi düştü. Kayıtlarda PKK ile devlet arasında yapılan görüşmeler, özel bir kurgu ile sunuluyor ve o görüşmede dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı (MİT Müsteşarı) Hakan Fidan, eski MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ile KCK’lı Mustafa Karasu, PKK’lı Sabri Ok, Kongra-Gel Başkan Yardımcısı Zübeyir Aydar ve koordinatör ülke temsilcilerinin olduğu iddia ediliyordu. Ortaya çıkan kayıtlarla birlikte kamuoyu ‘Çözüm Süreci" için yapılan Oslo sürecini öğrenmiş oldu. PKK’nın Avrupa kanadıyla 2006 yılında dolaylı olarak başlayan görüşmeler, 2011’de bazı kayıtların internete sızmasıyla sekteye uğradı. Daha sonra Müsteşar Fidan ve Güneş hakkında Ankara ve İstanbul’da Oslo sürecine ilişkin soruşturma açıldı. Ancak, siyasi irade, terörün sona ermesi için yine MİT üzerinden bu kez İmralı ile çözüm odaklı görüşmeleri sürdürdü. Ve bu görüşmelerin başladığı, kamuoyuna da açıklandı. O tarihten itibaren Türkiye güne, şehit cenazeleri ile uyanmadı!

FETULLAH CEMAATİ DOSYASI : Şantaj üssü Philadelphia

Paralel yapılanmanın 17 Aralık darbe girişiminin hazırlıklarına 2 yıl önce başladığı ortaya çıktı

Önce 7 Şubat, ardından 17 Aralık komplosuyla hükümete yönelik girişimlerini sürdüren ‘paralel yapı’nın, siyaset ve ekonomiye yönelik vesayet aracı olarak kullanmak için biriktirdiği ‘istihbarat arşivi’ni iki yıl önce kademeli olarak ABD’ye taşıdığı ortaya çıktı. Güvenlik birimlerinin takibinden kaçmak isteyen örgüt, kendilerine karşı kapsamlı bir soruşturma ihtimali belirince ‘delillerin ele geçirilmemesi için’ İstanbul-Bahçelievler ile İzmir-Çiğli’de saklanan istihbarat arşivini okyanus ötesine götürdü. Fethullah Gülen hareketine bağlı ‘paralel imam’ların, sözkonusu arşivi önem derecesine göre kademeli olarak naklettikleri öğrenildi.

GİZLİ YOLCULUK

Geçtiğimiz yılın haziran ayındaki ilk operasyon, 5 paralel imam aracılığıyla büyük bir gizlilik içinde gerçekleşti. Fişlemeler ve binlerce gizli kamera kaydından oluşan ‘birinci derecede öneme haiz arşiv’i, örgüte bağlı imamlar önce Fransa’ya, ardından Kanada’ya götürdü. Daha sonra sıra, örgütün personel bilgilerini ve iç işleyişini yansıtan kayıtların bulunduğu dosyalara geldi. İkinci derecede önemli bu ‘örgüt içi arşiv’ de ABD’nin Pensilvanya eyaletine bağlı Philadelphia kentine temmuz ayında taşındı.

ÜÇ AYRI MERKEZ

Elindeki bütün arşivin naklini tamamlayan örgüt, bunun ardından planın en önemli kısmına geçti. Örgüt, merkezinde Fethullah Gülen’in 1999 yılından bu yana ikamet ettiği Pensilvanya’nın bulunduğu ve Virginia, Philadelphia ile Detroit üçgeninden oluşan istihbarat ağını faaliyete geçirdi. Türkiye’nin itibarına zarar verecek PR çalışmalarına hız veren ‘paralel yapı’, tek merkezden gelen talimatlarla birbirleriyle koordineli olarak çalışan 3 ayrı şubeden ‘hizmet’ vermeye başladı. Faaliyete geçen bu merkezlerde, ‘ülke ve bölgesine göre’ görev dağılımı yapıldı. Türkiye’de olan bitenleri kontrol altında tutmayı hedefleyen birim, paralel yapının Philadelphia şubesini kendine merkez olarak seçti. Arşiv dağılımını buna göre ayarlayan örgüt, Türkiye ile ilgili bilgileri bu şubeye aktararak, ‘Türkiye ekibi’ni burada kurdu.

DÜNYAYI PAYLAŞMIŞLAR

ABD’deki paralel istihbarat üçgeninden biri ise Virginia’da hayata geçti. Buradaki merkezin -İsrail hariç- bütün Ortadoğu ve Türki Cumhuriyetlerindeki gelişmeleri mercek altına aldığı öğrenildi. Bu bölgelerden gelen ‘kritik bilgiler’ yalnızca Virginia’daki şubeye aktarılmaya başlandı. Emir ve talimatlar da Pensilvanya’nın çizdiği sınırlar doğrultusunda buradan ‘sahaya’ gönderildi. Örgütün kaset arşivinin 3 ayağından biri olan Detroit’te ise Avrupa, İsrail ve Kuzey Afrika gibi ülkelerle ilgili bilgilerin depolandığı öğrenildi. Bahçelievler ve Çiğli’den götürülen binlerce terrabyte’lık harddiskte tasnif edilen bilgilerin yanında, Avrupa ve Afrika’dan gelen istihbaratın Detroit’e aktarıldığı öğrenildi.

Kaset arşivi burada

İnternette yayınlandığında Türkiye’de büyük tartışmalara yol açan ‘kaset’lerin paralel yapının Philadelphia merkezinde tutulduğu ifade edildi. Bazı siyasilerin ve işadamlarının ses ve görüntü kayıtlarının tutulduğu bu merkezde, paralel yapı elemanlarınca Türkiye’den ABD’ye gönderilen tüm bilgiler depolanıyor. MİT krizi sonrası ve özellikle dershane tartışmaları sırasında örgütün birçok AK Parti’liyi dinlettiği, ortam dinlemesi ile kayda aldığı ve bu kayıtların ise bu merkezde tutulduğu öğrenildi.

Seçmen kayıtları sızmış

Yüksek Seçim Kurulu’ndaki (YSK) paralel hücrelerin, yaklaşan yerel seçimler öncesinde seçmen kayıtları, sandık numaraları ve adreslerini seçimlere 4 ay kala sızdırdığı ortaya çıktı. Paralel yapının sızdırdığı bilgilerin ‘henüz kesinleşmemiş sandık bilgileri’ olduğu belirtiliyor. Paralel yapının, 30 Mart seçimleri sırasında dikkat çekici kalkışma müdahalesinde bulunabileceği iddia ediliyor. Başbakan Erdoğan’ın milletvekili seçilerek Meclis’e geldiği 2003 yılında Siirt’teki bir merkeze sandıkların gönderilmesinin unutulması üzerine seçimlerin tekrarlanmasını dikkate alan paralel yapının, seçim sürecinde yargı ve YSK’nın yerel yapılanmasına sızmış olan elemanları vasıtasıyla AK Partinin güçlü olduğu bazı merkezlerde benzer spekülasyonlar yaratabileceği ve bu yönde hazırlıklarının olduğu ileri sürüldü.

ERDOĞAN belgeseline sansür

Geçtiğimiz ay Gali Kürdistan TV’de Başbakan Erdoğan’ın hayatını anlatan 35 dakikalık belgeseli baskıyla yayından kaldırtan Gülen grubu, ikinci hamle olarak, hafta içinde Erbil ve Süleymaniye’de Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil’in başkanlığında bir dizi organizasyon yapmayı planlıyordu. Ancak Kürt yönetiminin sert tepkisi üzerine geri adım atan yapı, 17 Aralık baskınlarını kendi cephesinden Kürt gazetecilere anlatmak üzere bazı gazetecileri İstanbul’a davet etti. Yeşil’in, İstanbul’a davet edilen gazetecilere ‘Oslo’da süreci biz sabote etmedik. Yeni sürece temkinli destek verdik. Bölgesel barışa ihtiyaç var, hocamız ‘sulhta hayır vardır’ diyerek destek verdi’ mesajını verdiği kaydedildi

Federaller takipte

Türkiye’de hükümete yönelik komplo girişimiyle dünya genelinde de iyice sorgulanır hale gelmeye başlayan örgüt, ABD’yi de telaşlandırmaya başladı. Virginia, Philadelphia ve Detroit’da kurduğu üç ayrı irtibat bürosu üzerinden istihbarat faaliyetlerine hız veren ‘paralel yapı’nın çok yönlü ilişkiler ağını ABD gizli servis kurumlarının da mercek altına aldığı öğrenildi. Gülen grubunun bu ülkedeki faaliyetlerini FBI’ın uzun süredir takip altında tuttuğu biliniyor. Orta Asya ve Kafkas ülkelerinde de gözlerin çevrildiği yapılanma, özellikle Kırgızistan ve Kazakistan’da büyük rahatsızlığa neden oldu. Bu ülkeler, Gülen grubunun Türkmenistan’daki darbe girişimine destek verdiğini ifade ediyor.

Sahte hesap fırtınası

Bir müridinin ‘Peygamberimizle birlikte rüyalara gelmişsiniz. Efendimiz Twitter’daki paylaşımları ikiye katlayın buyurmuş’ sözüne Fethullah Gülen’in ‘Aynen uygulayın!’ demesi üzerine sahte Twitter hesaplarında da patlama yaşandı. Türkiye’de tek IP no üzerinden binlerce sahte hesap açan paralel yapı, ABD’deki tek IP üzerinden de 1311 hesap açarak hükümet karşıtı kampanyaya girişti.

6 ülkede kara listede

17 Aralık kalkışması, 6 ayrı ülkenin paralel yapıya bağlı unsurları yeniden sorgulamasına yol açtı. Kendi ülkesinin iktidarını devirip vesayet rejimi oluşturmayı amaçlayan örgüt, Irak, Afganistan, Pakistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Azerbaycan’da tedirginliğe yolaçtı. Bu ülkelerin güvenlik güçleri, devlet kurumlarına uyarılarda bulunarak örgüte karşı teyakkuz halinde olunması çağrısı yaptı. 2003 yılı başından beri ‘Cemaat okullarını kapatalım’ diyen birçok ülke, AK Parti hükümetinin girişimleri sayesinde bu kararından vazgeçmişti. Türkiye, 17 Aralık komplosunun ardından yurtdışındaki cemaat kurumlarına desteğini çekince, özellikle 6 ülkenin güvenlik kurumları kendi bölgelerindeki ‘paralel imam’ları sıkı takibe aldı.

İlk adım Kuzey Irak’tan

Barış ve kardeşlik için ‘çözüm süreci’ni başlatan AK Parti hükümetine karşı Gülen grubunun aldığı tavır, bu konudaki en can alıcı adresler olan Erbil ve Süleymaniye’yi harekete geçirdi. Buralarda hükümet karşıtı söylemlere girişen cemaat, Kürt yönetiminin uyarısıyla karşılaştı. Gülen grubunun daha önce birkaç kez Erbil’de misafir ettiği Süleyman Hamit Müftigil’in internete düşen telefon görüşmelerinde doğrudan Barzani’yi hedef alan sözleri, devamında da Öcalan ile ilgili açıklamaları dikkat çekerken, çözüm sürecini en başından bu yana boşa çıkarmak için paralel yapı ile el ele veren ulusalcı kanadın Öcalan’ın 1999’daki konuşmalarını yayınlanması üzerine Kürt yönetimi bu gruba artık daha mesafeli davranma kararı aldı.

http://akhbarturkiya.com

FETULLAH CEMAATİ DOSYASI : Cemaat arşivini Pensilvanya’ya taşımış

Yeni Şafak gazetesinin bugün manşetinde yer alan habere göre Cemaat’in istihbarat arşivi ABD’de Pensilvanya eyaletine bağlı Philadelphia’da bir adrese götürüldü.Cemaat’in iki yıl önce arşivini ABD’ye taşıdığını söyleyen gazete söz konusu olayı "Güvenlik birimlerinin takibinden kaçmak isteyen örgüt, kendilerine karşı kapsamlı bir soruşturma ihtimali belirince ‘delillerin ele geçirilmemesi için’ İstanbul-Bahçelievler ile İzmir-Çiğli’de saklanan istihbarat arşivini okyanus ötesine götürdü. Fethullah Gülen hareketine bağlı ‘paralel imam’ların, sözkonusu arşivi önem derecesine göre kademeli olarak naklettikleri öğrenildi" ifadeleriyle duyurdu.

Gazetenin iddiasına göre arşivde binlerce fişleme belgesi ve gizli kamera kaydı var. Son dönemde sızan kayıtların buradaki istihbarat merkezi olduğunu söyleyen gazete bir ilginç iddia da daha bulundu: "Cemaat’in Yüksek Seçim Kurulu’ndaki (YSK) paralel hücrelerin, yaklaşan yerel seçimler öncesinde seçmen kayıtları, sandık numaraları ve adreslerini seçimlere 4 ay kala sızdırdığı ortaya çıktı. Paralel yapının sızdırdığı bilgilerin ‘henüz kesinleşmemiş sandık bilgileri’ olduğu belirtiliyor. Paralel yapının, 30 Mart seçimleri sırasında dikkat çekici kalkışma müdahalesinde bulunabileceği iddia ediliyor. Başbakan Erdoğan’ın milletvekili seçilerek Meclis’e geldiği 2003 yılında Siirt’teki bir merkeze sandıkların gönderilmesinin unutulması üzerine seçimlerin tekrarlanmasını dikkate alan paralel yapının, seçim sürecinde yargı ve YSK’nın yerel yapılanmasına sızmış olan elemanları vasıtasıyla AK Partinin güçlü olduğu bazı merkezlerde benzer spekülasyonlar yaratabileceği ve bu yönde hazırlıklarının olduğu ileri sürüldü."

Odatv.com

FETULLAH CEMAATİ DOSYASI : Paralel yapıya 3 ayaklı önlem

Devlet içine sızmış paralel yapılanma ile mücadeyle ilgili olarak İçişleri Bakanlığı bünyesinde inceleme ve araştırma sürüyor. Yapının piramit modeli belirlendi ve 3’lü önlem alınması gündeme geldi. Yapılanmanın ağırlıklı olarak Organize Suçlarla Mücadele, Mali Suçlarla Mücadele ve istihbarat gibi alanlarda yoğunlaştığı ifade edildi. En altta daha çok propaganda ile yapıya kazandırılmış kamu personeli bulunurken, onun üstünde çekirdek ekip ile teması sağlayan grup bulunuyor. En tepede ise karar vericiler yer alıyor. En alttakilerle en üsttekiler birbirini tanımıyor. Buna karşı 3 aşamalı bir önlem gündemde. En alttaki kişilerin görev yerlerinin değiştirilmesi ile yetinilecek. Yapılanmanın orta grubu için görev yeri değişiklikleri yanında bazı yasal önlemlerin de getirilebileceği belirtildi. Asıl ulaşılmak istenen en üst bölüm ise adli soruşturma konusu olacak.

EMNİYET DOSYASI : Emniyette kapan planı

17 Aralık’tan sonra görevden alınan İstanbul KOM, Mali Şube ile Narkotik Şube müdürlerinin 2012’de yaptıkları toplantı tutanakları, Emniyet’i ele geçirme girişimini gözler önüne serdi.

17 Aralık operasyonları sonrası görevden alınan İstanbul KOM, Mali Şube ile Narkotik Şube müdür ve müdür yardımcılarının 2012’de yaptıkları toplantı tutanaklarındaki detaylar dudak uçuklatmaya devam ediyor. Kozmik odalarda saklanan dinleme kayıtları ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bilgisayar ağ sisteminden gizlenen belgelerle yürütüldüğü belirtilen operasyonlara ilişkin usülsüzlüklere 2012 yılındaki toplantıda resmiyet kazandırılmaya çalışıldığı ortaya çıktı.

YENİ ATANANLAR ÇAĞRILMADI

MASAK’ın yetkilerinin büyük oranda KOM ve Mali Şube’ye devredilmesinin istendiği toplantıda TEM Şube’nin elindeki tüm olay, şüpheli ve sim rehber verilerinin de KOM Şube’ye verilmesi kararlaştırılmış. Terörle Mücadele Şubesi ve İstihbarat Şube ile ilgili kararların alındığı toplantıya sözkonusu şube müdürlerinin katılmaması ise dikkat çekti. Toplantıya çağrılmayan TEM ve İstihbarat Şube müdürlerinin MİT krizinin yaşandığı 7 Şubat 2012 sonrasında göreve getirilen müdürler olması ise gözleri Emniyet içindeki paralel yapılanmaya çevirdi.

TEM’SİZ TERÖR TOPLANTISI

30 Ekim 2012’de gerçekleşen 2. Dönem Çevre İller Bilgi Paylaşım Toplantısı’na İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, Mali Suçlar Şube Müdürlüğü ile Bolu, Düzce, Sakarya ve Kocaeli illeri Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nden yetkililer katıldı. Toplantı tutanağına ise ‘Terörle mücadele açısından bakıldığında terör örgütlerinin yurtdışında çok önemli boyutta faaliyet ve yapılanmaları var. Ancak mevcut yapımızla yurtdışındaki faaliyetleri takip ve tespit için yeterli kaynağımız bulunmamaktadır’ gibi MİT, Terörle Mücadele ve İstihbarat Şube’nin ilgi alanına giren notlar düşüldü.

SİM REHBERLERİNE KANCA

Toplantıya katılan Mali Şube, Narkotik ve KOM yetkilileri 17 Aralık operasyonlarına imza atan KOM Şube’yi adeta fişleme merkezi yapacak ilginç bir talebi de tutanağa geçirdi: ‘TEM birikimlerine ait verilerin de Kapan Veritabanı’na işlenmesiyle KOM birimlerinin terörle mücadeleye katkı sunan soruşturmalarının artacağı değerlendirilmektedir. En azından şu aşamada sim rehber verileri ile olay ve şüpheli bilgilerinin Kapan Veritabanı’na atılması önemli katkı sunacaktır.’

Kozmik Oda’nın altyapısı mı?

Toplantı tutanağında KOM Daire Başkanlığı’nın internet ve PolNet kullanımı konusunda 2011 yılında tek bilgisayar sistemine geçtiği belirtilirken, aynı işi daha az sayıda bilgisayarla yapabilme imkânı sayesinde bakım probleminin ortadan kalkacağı savunuldu. Aynı sistemin KOM’un yanısıra Narkotik ve Mali Şube için de uygulanması önerildi. MOBESE sistemlerine milyarlarca lira yatırım yapan Emniyet için ‘bakım onarım tasarrufu’ bahanesi ise komik karşılandı. Paralel yapının, 17 Aralık operasyonlarının bilgilerini kendi kullandıkları kozmik odada sakladıkları iddia edilmişti.

Hakimsiz tutuklama talebi

Hükümeti hedef alan 17 Aralık operasyonları sonrası görevden alınan İstanbul KOM, Mali Şube ve Narkotik Şube müdürlerinin katıldığı toplantının tutanakları, Türkiye’nin polis devleti olmanın kıyısından döndüğünü gösterdi. Toplantıda MASAK’ın yetkilerinin Emniyet’e devredilmesi, gizli dinleme atölyelerinin geliştirilmesi, İngiltere’deki ‘hakimsiz tutuklama’ yapabilen SOCA modelinin örnek alınması öneriliyordu. Ayrıca Mali Şube’nin mal varlıklarına el koyma yetkisine sahip olması da talep ediliyordu.

EMNİYET DOSYASI : İstanbul Emniyeti’nde Ergenekon depremi

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde Ergenekon soruşturmalarını yürüten büro ile teknik büroda görevli 75 polis ilçe emniyet müdürlüklerine tayin edildi.

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun arkasından başlayan polislere yönelik tayinlerde bir ilk yaşandı. İstanbul Organize Şube Müdürlüğü’nde Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarını yürüten büro ile teknik büroda görevli 75 polis, ilçe emniyet müdürlüklerine tayin edildi. Tayin edilenler arasında emniyet amirleri, başkomiserler ve komiserler de bulunuyor.

BALYOZ’DA SAHTE CD İDDİALARI GÜNDEME GELMİŞTİ

Poyrazköy ardından Balyoz davası soruşturmalarına dayanak teşkil eden digital veri depolama aygıtı 5 Nolu CD 6 Aralık 2010’da Donanma Komutanlığı’nda yapılan aramada bulundu ve Balyoz, Poyrazköy, amirallere suikast davalarına dayanak teşkil etmişti.

Ancak O hard disk 3 yıl sonra bir raporla yeniden gündeme geldi ve Poyrazköy davasındaki avukatlar, o hardiskle ilgili Balyoz’da mahkemenin reddettiği 112 soruyu TÜBİTAK’ın yanıtlaması istemiyle mahkemeye sunmuştu.

TÜBİTAK’ın hazırladığı bilirkişi raporunda "Bazı dosyaların 28 Temmuz 2009 tarihinden sonra, sistem saati daha eski olan bilgisayarlardan aktarıldığı değerlendirilmektedir" dedi. Yani "hard disk’in tarih ve saat verileriyle oynandı" tespitini yaptı ve delillerle ile ilgili şüpheler artmıştı.

ERGENEKON DAVASI : Ergenekon ve Dink davalarına Savcı Murat İnam atandı

Görevden alınan savcı Muammer Akkaş’ın yürüttüğü Ergenekon ve Dink Soruşturmalarına savcı Murat İnam atandı.

Savcı Muammer Akkaş, yolsuzluk iddialarına ilişkin 2’nci dalga soruşturmasını yürütürken, gözaltı kararları verdikten bir gün sonra görevden alınmış ve Tekirdağ’a atanmıştı.

Muammer Akkaş soruşturma dosyası etrafa saçılınca, adliyenin önünde gazetecilere basın açıklaması dağıtıp “Mahkeme kararlarını uygulamayarak sıralı amirler suç işlemiştir. Şüphelilerin önlem alması, kaçması ve delil karartması imkanı verilmiştir” diye konuşmuştu.

Dink soruşturmasına atanan savcı Murat İnam ise 2 yıl önce HSYK tarafından TMK 10 ile yetkilendirilmişti. Savcı İnam bir süreden beri İstanbul Adliyesi’nde görev yapıyor.

Muammer Akkaş’ın 17 Aralık operasyonu dışında baktığı diğer önemli dosyalar ise şöyleydi:

DANIŞTAY VE OYAK:

Ergenekon davası ile birleştirilen Danıştay saldırısı davasının tutuklu sanığı Alparslan Arslan’a silah temin ettiği iddia edilen Mahmut Güzel hakkındaki soruşturmaya da Muammer Akkaş baktı. Savcı Akkaş hazırladığı tek sanıklı iddianamede, Mahmut Güzel’i ‘Ergenekon terör örgütüne yardım ve yataklık ve silah kaçakçılığı’ ile suçlandı. İddianamede Mahmut Güzel’in Danıştay saldırısında kullanılan clock marka silahın ilk sahibi olduğu belirtildi. “Danıştay saldırısında kamera kayıtlarının silinerek delillerin karartıldığı’’ iddiasıyla ilgili iddianameyi de Savcı Akkaş hazırladı. Eski Oyak Güvenlik Genel Müdürü Orhan Çoban’ın da aralarında bulunduğu 6’sı tutuklu 10 şüpheli hakkında hazırlanan 61 sayfalık iddianame mahkeme tarafından kabul edildi.

DİNK CİNAYETİ:

Savcı Muammer Akkaş’ın baktığı bir diğer soruşturma ise Hrant Dink cinayeti oldu. Savcı Akkaş, cinayet sonrasında kamu görevlileri ile ilgili soruşturmayı yürüttü. Akkaş, cinayetin ‘Büyük Abisi’ olarak adlandırılan Erhan Tuncel’in geçtiğimiz günlerde ek ifade vererek ‘itiraflarda’ bulunmasının ardından eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’u ‘tanık’ sıfatıyla ifadeye çağırdı. Erhan Tuncel, savcı Muammer Akkaş’a avukatının da hazır bulunduğu bir ortamda kamera ile kayıt altına alınan ayrı bir de ifade vermişti.

GEZİ’DE TERÖR SORUŞTURMASINI YÜRÜTTÜ:

Muammer Akkaş Gezi olaylarıyla ilgili soruşturmayı da yürüttü. Hazırladığı ve dün İstanbul 22’inci Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen 95 sayfalık iddianamede, Devrimci Karargah davasının sanıklarından Ulaş Bayraktaroğlu’nun da bulunduğu 4’ü tutuklu 36 sanık yer aldı. Akkaş tarafından hazırlanan iddianamede Taksim Meydanı yayalaştırma projesi kapsamında Taksim Gezi Parkı’nda 28 Mayıs 2013’de başlayan protestolar, demokratik tepkinin ötesine geçerek terör örgütleri ve marjinal grupların yönlendirmesiyle terör örgütlerinin propagandalarına ve eylemlerine dönüştüğü ifade edildi. Kamu mallarına, özel mülkiyeye zarar verme, kamu görevlilerini aciz düşürme, güvenlik güçlerinin yaralanmasına sebebiyet verildiği öne sürüldü.

CEMAAT MEDYASI & AKP MEDYASI SAVAŞI : Zaman Gazetesi yazarı Ali H. Aslan yazısında ABD’yi Türkiye’ye müd ahaleye çağırdı.

Cemaat medyası kendini aştı. Zaman Gazetesi yazarı Ali H. Aslan bugünkü yazısında ABD’yi Türkiye’ye müdahaleye çağırdı.

Cemaat medyası hükümete karşı açtığı savaşta sınır tanımıyor. Yurt içinde Ergenekon medyasıyla aynı dili kullanan cemaat medyası şimdi de ABD yönetimini Türkiye’ye müdahaleye çağırdı.

Zaman Gazetesi yazarı Ali H. Aslan ‘Obama yönetimi nasıl davranmalı?’ başlıklı bugünkü yazısında Türkiye’ye müdahale isteyen bazı isimlerin ve düşünce kuruluşlarının görüşlerine yer vererek ‘Yaşananlar ABD dahil Batılı muhataplarının olanlara kayıtsız kalmasını güçleştiriyor’ ifadelerini kullandı ve adeta Obama yönetiminin Türkiye’ye müdahalesini sabırsızlıkla beklediğini gözler önüne serdi.

Aslan, yazısının genelinde Türkiye aleyhine görüş belirtenlerin ifadelerine atıfta bulunarak adeta olumsuz bir Türkiye tablosu çizip ‘Ankara’yla ilişkilerin acilen yeniden tanımlanması yönünde Obama yönetimine içinden ve dışından ciddi telkinler geldiği muhakkak’ diye yazdı.

Aslan ’17 Aralık krizi vuku bulmadan Birpartisan Policy Center da kapsamlı bir rapor yayınlamış, Türkiye kadar stratejik önemi haiz bir ülkedeki olumsuz iç gidişattan sarf-ı nazar edilemeyeceğini savunmuştu’ ifadelerini köşesine taşıyarak ABD’nin Türkiye’ye müdahale etmesinin zorunlu olduğunu savundu.

Aslan yine ‘Freedom House Başkanı David Kramer, ABD’nin tepkisinin yeterince üst düzey makamlardan gelmediğinden yakındı’ ve ‘Council on Foreign Relations (CFR) uzmanı Steven Cook da ABD’nin konuşma vaktinin gelip de geçtiği kanaatini taşıyanlardan’ ifadelerini köşesine taşıyarak hararetli bir şekilde bu görüşlerin destekçisi olduğunu yazısındaki her satırda belli etti.

Aslan yazısını ‘Yaşananlar ABD dahil Batılı muhataplarının olanlara kayıtsız kalmasını güçleştiriyor’ diye bitirerek temennisini dile getirmiş oldu.