Günlük arşivler: Şubat 24, 2014

PARALEL DEVLET DOSYASI /// ASLAN DEĞİRMENCİ : Tapeler Mossad ve CIA’nin eline geçti

Türkiye’yi sarsan dinleme skandalını değerlendiren gazeteci Aslan Değirmenci, “Deşifre olmayan 40 bin kişilik bir liste daha var. O da şu anda Mossad ve CIA’nın eline geçmiş durumda” dedi.

Paralel yapılanma tarafından dinlendiği ortaya çıkan Gazeteci Yazar Aslan Değirmenci önemli açıklamalarda bulundu. Kanal A ve A Haber’e ayrı ayrı değerlendirmelerde bulunan Haber10 Ankara Temsilcisi Değirmenci, “Hepimizi Balyozcular gibi statlarda toplayıp kafese alacaklarmış. Bunlar dinlemelerin deşifre olanları. Deşifre olmayan 40 bin kişilik bir liste daha var. O da şu anda Mossad ve CIA’nın eline geçmiş durumda” dedi.

ÖRGÜT LİDERİMİZ ERDOĞAN!

“Devlet içinde çöreklenen yapı 7 bin kişiyi dinlemiş” diyen Aslan Değirmenci, “Bir paralel operasyonla sanal örgüt üretilmiş ve hepimiz o örgüte dâhil edilmişiz. Bu onurumuz, çünkü dinlemelere göre 1 numaramız T.C Başbakanı Erdoğan” dedi.

YARGI GEREKENİ YAPMALI

“Operasyon tutsaydı hepimizi Balyozcular gibi statlarda toplayıp kafese alacaklarmış” diyen Değirmenci sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Bunlar dinlemelerin deşifre olanları. Deşifre olmayan 40 bin kişilik bir liste daha var. O da şu anda Mossad ve CIA’nın eline geçmiş durumda. Kaos çetesi kirli planlarının hedefine bizi de dâhil etmiş. Bu konuda suç duyurusunda bulunacağım. 3 yıldır bizi takibe alanlar yargı eliyle güç gösterisine hazırlanıyormuş. Yazıklar olsun. Hakkımı helal etmiyorum. 28 Şubatta oluşturulan sanal örgütler sanal suçlardan bunun hiçbir farkı yok. Tehlikeli güç deşifre oldu. Bunun hukuk önünde bir karşılığı olmalıdır. Sabah akşam siyasilerin, gazetecilerin dinlendiği bir ülke olarak anılmak kara lekedir. Hukuk alet edilerek Türkiye’nin alnına yapıştırılan bu kara leke yine hukuk eliyle temizlenmelidir.”

PARALEL DEVLET DOSYASI : Paralel Yapı’nın hedefi Türkiye !

İşte 7 bin kişinin dinlenme olayının perde arkası.. Paralel Yapı’nın hedefi Türkiye!

Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının en önemli mimarlarından İstanbul İstihbarat Şubesi eski Müdürü Ali Fuat Yılmazer koordinatörlüğünde, TMK savcısı Adem Özcan’ın da ‘Dini Örgütler’ soruşturması kisvesi altında mahkemelerden aldığı izinlerle 20 binden fazla kişiyi dinlediği ve izlediği ortaya çıktı. SON.TV’den Ömer Adıyaman, gündeme bomba gibi düşen dinleme olaylarının perde arkasına ulaştı.

ALİ FUAT YILMAZER KOORDİNATÖRLÜĞÜNDE

Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının en önemli mimarlarından İstanbul İstihbarat Şubesi eski Müdürü Ali Fuat Yılmazer koordinatörlüğünde, Ocak 2012 tarihinde ‘Dini Örgütler’ soruşturması adı altında operasyonu başlattı. Süreç içerisinde yaklaşık 20 bin kişi dinlenme ve izlenmeye alındı.

TMK SAVCISI SORUŞTURMAYI YÜRÜTTÜ

Operasyonun ilk aşaması olarak ‘Dini Örgütler Soruşturması’ adı altında Ocak 2012 yılında UYAP’a yüklendi. Belirli bir süreden sonra soruşturmanın Uluslararası boyut kazanması için ‘Kudüs Tugayları soruşturması’ olarak UYAP’ta değiştirildi.

BAŞBAKAN ERDOĞAN, İRAN ESKİ CUMHURBAŞKANI VE HASAN NASRALLAH SORUŞTURMAYA DAHİL EDİLDİ

Yürütülen soruşturmaya İran Eski Cumhurbaşkanı Ahmed-i Nejat, Lübnan Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’da dahil edildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve yakın çevresi de soruşturma kapsamında dinlenip izlendi.

İHH HEDEFE KONULDU

Soruşturmanın diğer bir boyutunda ise İHH yer alıyor. Devam eden soruşturmada İHH Başkanı Bülent Yıldırım ve İHH’ya bağlı birçok çalışan teknik ve fiziki takibe alındı. Soruşturma kapsamında İHH’nın hem El Kaide’ye hem de Lübnan Hizbullah’ına destek veren örgüt olarak soruşturma dosyasına eklendi.

HATAY’DAKİ EL KAİDE OPERASYONU VE MİT TIRLARI OPERASYONU BU DOSYA İLE BAĞLANTILI

Yine SON.TV’nin elde ettiği bilgilere göre, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü iken Van’a atanan Van Terörle Mücadele Şube (TEM) Müdürü Serdar Bayraktutan’ın Van’a ataması da bu dosya ile bağlantılı olduğu iddia edildi. Van merkezli El Kaide’ye yönelik operasyon kapsamında İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) Kilis’teki şubesine yapılan baskını da yöneten Van Terörle Mücadele Şube (TEM) Müdürü Serdar Bayraktutan’ın İstanbul TEM Şube Müdürü iken MİT’in haber alma elemanını deşifre ettiği ortaya çıkmıştı. Bu dosya kapsamında Paralel Yapı tarafından Van’a tayin edilen Van Terörle Mücadele Şube (TEM) Müdürü Serdar Bayraktutan’ın bu operasyonun bir parçası olduğu da elde edilen bilgiler arasında. Öte yandan 1 Ocak 2014 tarihinde HATAY’da durdurulan İHH Tır’ı, aynı şekilde 19 Ocak’ta Adana’da durdurulan MİT’e ait tırlara yapılan operasyonlarda bu dava kapsamında uyarlanan Paralel Operasyon’lar olduğu kaydedildi.

HEDEF TÜRKİYE’Yİ ULUSLARARASI ARENADA TERÖR ÖRGÜTLERİNE DESTEK VEREN ÜLKELER LİSTESİNE SOKMAK

Yürütülen soruşturmaya İran Eski Cumhurbaşkanı Ahmed-i Nejat, Lübnan Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da dahil edilmesinin perde arkası da deşifre oldu. Paralel Yapı’nın yaklaşık 20 bin kişiyi teknik ve fiziki takip ile ‘Kudüs Tugayları soruşturması’ adı altında yürütülen soruşturmanın hedefi ise Türkiye’yi Uluslararası arenada Terör Örgütlerine destek veren bir ülke olarak Uluslararası mahkemelerde yargılatmak olduğu ortaya çıktı.

OPERASYON’DA İSRAİL PARMAĞI

Yürütülen soruşturmaya İran Eski Cumhurbaşkanı Ahmed-i Nejat, Lübnan Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da dahil edilmesinin arkasında İsrail parmağı olduğu da kaydediliyor. İran Eski Cumhurbaşkanı Ahmed-i Nejat, Lübnan Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan İsrail’e karşı tutumları ile bilinen isimler olarak dünya kamuoyunda biliniyor. Son.tv / Ömer Adıyaman

ERGENEKON DAVASI /// ALİ DEĞİRMENCİ : Cemaat medyasına 9 soru

Mehmet Haberal hakkında Aksiyon dergisinde yazılan dudak uçuklatıcı suçlamaları hatırlayalım ve şu 9 soruyu soralım!

Mehmet Haberal deyince herhalde çoğu insanın aklına ilk olarak Ergenekon Davası’ndan dolayı 12 yıl 6 ay ceza almış bir mahkûm gelir. Onun Başkent Üniversitesi Rektörü olması ve eski Başbakanlardan Bülent Ecevit’in sağlık sorunlarını yaşadığı dönemde onun doktoru olması ve Rahşan Ecevit tarafından Başkent Hastanesi’nden alınarak evinde tedavi edilmesi, Ergenekon Terör Örgütü, Başkent Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı, Rektörü ilk akla gelen konular olsa gerek.

Ama Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın üniversite sahibi olmasının yanı sıra ekonomik olarak çok büyük bir güce sahip olması onun siyasetin hemen çepherinde "karanlıklar prensi" edasıyla görevler yapması göz ardı edilemez. Kardeşinin tanımlamasına göre Haberal, ne sağcı ne solcu; Ulusalcı!

BAKIN DÜN NELER DEDİLER?

Buraya kadar her şey normal. Politik olarak ulusalcı, Ergenekon davasından mahkum olmuş, uzun süre cezaevinde yatmış (gerçi özel olarak mahpusluğunun büyük bölümünü hastanelerde geçirmiş) bir kişi. Cemaatin yayın organlarında Mehmet Haberal çokça habere konu oldu. Haberler son dönem hariç çok sert suçlamalar ve ağır eleştirilerle doluydu. Sadece ideolojik nedenlerle değil yolsuzlukla da suçlandı Haberal. Aksiyon dergisi 2009 yılında bakın ondan nasıl bahsediyordu:

"ETÖ davasında tutuklanan Mehmet Haberal, normal bir üniversite hocası iken nasıl yılda 1 milyar dolara hükmetmeye başladı? Üniversitesinde hangi iş adamı, siyasetçi, yüksek yargı ve askerî bürokrasi mensuplarının çocuğu burslu okuyor? Otellerinde ETÖ sanıklarıyla ne tür toplantılar yaptı?

O 1980’lerin başında normal bir üniversite hocasıydı. Hacettepe Üniversitesi’nde derslere giriyordu. Mal varlığı ve serveti, bir üniversite hocasınınki nasılsa öyleydi. Ancak kısa sürede büyük servetler edindi. Şimdi yılda 1 milyar dolara hükmettiği konuşuluyor. O, hoca olmanın çok ötesinde bir holding patronu. Üniversitesi, otelleri, hastaneleri var. Emrinde 15 bin personel çalışıyor.

Peki, Prof. Dr. Mehmet Haberal kim? Bu noktaya nasıl geldi? Kısa sürede bu kadar büyük servet elde edebilmesinin sırrı neydi? Kurduğu Başkent Üniversitesi, Hazine’den her yıl milyonlarca liralık yardımı nasıl aldı? Devlet bankalarından milyonlarca lira kredi kullandıktan sonra Hazine’den sorumlu hangi bakanlara iş verdi? Hastanesinin imar iznini hangi bakandan re’sen aldı? Kanunen yasak olmasına rağmen üniversitenin gelirleri farklı tüzel kişiliklere nasıl aktarıldı? Üniversiteden medya kuruluşuna 10 milyonlarca dolar para desteği niçin yapıldı, nasıl sağlandı? Üniversitesinde paraya ihtiyacı olmayan zenginlerin çocukları niçin burslu okudu? Milletvekili, iş adamı ve yüksek yargı mensuplarının çocuklarına burslu üniversite okuma imkânı sunuldu mu? Otellerinde bedava imkânlar sağlayan VIP karta Ankara bürokrasisinden kimler sahip oldu? Sorular sıralanmaya devam edebilir.
(20 Nisan 2009/ AKSİYON)"

İKİ "FARKLI" REKTÖR KOLKOLA

Bu satırlar Cemaat medyasıyla çokça ilişkilendirilen haftalık dergi Aksiyon’un 20 Nisan 2009 tarihindeki sayısından. Bu sadece biri. Belki onlarca belki yüzlerce kez Cemaat Mehmet Haberal ile ilgili bu meyanda haber yaptı. Haberlerin çoğu ağır suçlamalar ihtiva ediyordu. Çünkü Haberal’ı Ergenekon Terör Örgütünün lideri, finansmanı olarak suçladı cemaat medyası. Ta ki Haberal’ın 05 Ağustos 2013 tarihinde mahkemenin 12 yıl 6 aylık hapis cezasına rağmen tahliye edilmesine kadar. Bu tarihten sonra işler değişti. Mehmet Haberal Meclis’e gitti ve yemin ederek CHP sıralarında vekil olarak görev aldı. Haberal hapishaneden çıktıktan sonra bir anda Cemaat’e ait olduğu dillendirilen Fatih Üniversitesi’ne ziyarete gittiği haberi ortaya çıktı. Oda TV’ye konuşan Haberal’ın basın sözcüsü Mete Akyol, Fatih Üniversitesi Rektörü Tekalan’ın tahliye sonrası Haberal’ı ziyaret ettiğini; bu ziyaretin de bir "iade-i ziyaret" anlamı taşıdığını belirtti. Yani Haberal hapisten çıktıktan sonra Fatih Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan, Haberal’e geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. Mehmet Haberal da hiç zaman geçirmeden bir hafta içinde Fatih Üniversitesi’ne iade-i ziyarete gitti ve günlerden cuma olması nedeniyle cuma namazı da birlikte eda edildi.

20 YILLIK ADAMINDAN SUÇLAMA

Aksiyon Dergisi aynı sayısında yolsuzlukla ilgili bir habere de yer veriyordu. 3.1 trilyon liralık yolsuzluğun ortaya çıktığı ve açılan dava sonucunda Mehmet Haberal’ın Özel Kalem Müdürü’nün de tutuklandığını yazıyordu.

"…2004’te Başkent Üniversitesi’ne ait İzmir’deki Zübeyde Hanım Hastanesi’nde 3 trilyon liralık bir yolsuzluk oldu. Bu yolsuzlukta bazı firmalardan trilyonluk naylon fatura aldıkları tespit edilen hastane müdürü ve bazı kişiler tutuklanmıştı. O dönemde açılan davalar neticelendi ve yolsuzluk olayı kesinlik kazandı. Yolsuzluğa adı karışan Sibel Akyel, Mehmet Haberal’ın 20 yıldan fazla özel kaleminde çalışıyordu. (20 Nisan 2009/ AKSİYON)"

Müdür Sibel Akyel cezaevinden mektup yazarak ortada bir yolsuzluk ve suç varsa bundan Mehmet Haberal’ın da sorumluluğu olduğunu söylediği, hatta Haberal’ın susmak konusunda kendisine para verdiği de Aksiyon dergisinin haberi içinde yer alıyordu.

CEMAAT MEDYASINA 9 SORU

Şimdi Cemaat medyası şu sorulara cevap vermek zorunda değil mi?

1) Mehmet Haberal gerçekten kim? Yayın organlarınızda yazdığınız gibi mi, yoksa pardon mu diyorsunuz?

2) Cemaat yıllarca Ergenekon Terör Örgütünün lideri olarak suçladığı kişi ile cezaevinden çıktıktan sonra nasıl dost görüntüde

3) Cemaat ile Haberal arasındaki ilişkiyi kim ve hangi nedenle "ETÖ liderliği’nden dostluğa" dönüştürdü?

4) Bugün Cemaat, Hükümet’i yolsuzluk iddiası ile suçlarken, 3.1 trilyon yolsuzluğu, nüfuz kullanmayı, darbe yapmayı, terör örgüt üyesi olmayı (cemaat medyası suçlamaları şimdi nasıl içlerine sindirip sarmaş dolaş olunabiliyor?

5) Haberal bu kadar "iyi bir insan" idi ise neden onlarca ağır ithamda bulundunuz? Haberal yazdığınız gibi birisi ise neden sarmaş dolaş oluyorsunuz? Neden zamanında "suç" dediklerinizi hatırlatıp hesap sormuyorsunuz?

6) Haberal’ı ağır şekilde yüzlerce haber ile itham eden cemaat medyası şimdi sarmaş dolaş olması nedeniyle kamuoyundan özür dileyecek mi?

7) Paralel yapı tartışması ile Cemaat-Haberal ittifakı arasında bir paralellik var mıdır?

8) 17 Aralık Operasyonu ile bu ittifakın bir ilişkisi var mıdır?

9) Cemaatin seçimlerde CHP’yi desteğinin Haberal ile ilişkisi var mıdır?

Üstte Prof. Dr. Mehmet Haberal Fatih Üniversitesi’ni ziyaret ederken Rektör Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan ile kol kola

TEKNİK TAKİP /// AVUKAT HÜSEYİN ERSÖZ : Telefonu dinlenenler ne yapmalı ?

Türkiye 7 bin kişinin dinlendiği haberlerini konuşurken, Avukat Hüseyin Ersöz, dinlenen kişilerin nasıl bir hukuki yol izleyecekleri hususunda ip uçları verdi.

İddiaya göre aralarında gazeteciler, akademisyenler ve siyasetçilerin de olduğu Yeni Şafak’a göre 3 bin, Star’a göre ise 7 bin kişi hakkında telefon dinlemesi kararı yer alıyor. Hakkında dinleme kararı verildiğini öğrenenler ne yapmalı sorusunun yanıtını uzun yıllar Türkiye’nin gündemini meşgul eden Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda avukatlık yapan Avukat Hüseyin Ersöz’e yönelttik.

Ersöz, hakkında dinleme kararı verilenlerin, dinleme koşulları oluşmadan dinlendiğinin ortaya çıkması durumunda tazminat davası açabileceklerini ve itiraz suretiyle dinleme kararını kaldırabileceklerini ifade ediyor.

DİNLENDİĞİNİ ÖĞRENEN KİŞİ NE YAPMALI?

Avukat Hüseyin Ersöz, dinlendiğini öğrenen kişilerin izlemesi lazım gelen yol haritasını şu şekilde özetliyor:

"Yasal bir dinleme ise eğer hakkında süren bir tahkikat var demektir. Böyle bir durumda bu dinleme kararına itiraz etme imkanına sahiptir. Öğrenmesiyle birlikte dinleme kararının kaldırılması için hangi mahkeme verdiyse bu dinleme kararını, o mahkemenin bir üst mahkemesine itiraz etmelidir. Bunun beraberinde soruşturmanın devamlılığı açısından bu dinleme kararları alındığından binaen tahkikat dosyasında yapılabilecek herhangi bir şey yok."

DELİL OLMADAN DİNLENİLDİ İSE…

"Şayet hakkında yeteri kadar delil olmadan bu soruşturmanın açıldığı ya da dinleme şartlarının oluşmaksızın bu kararların alındığı yada savcılık tarafından talep edildiği yönünde bir düşünceye sahip ise böyle bir durumda söz konusu savcı ve hakimler hakkında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK) şikayet etme imkanına sahiptir. Soruşturmadan kaynaklanan görevin kötüye kullanılması yada amacı dışında dinleme yapılması durumu söz konusu ise HSYK’ya şikayet edilir. Aynı zamanda Cumhuriyet Savcılıklarına da suç duyurusunda bulunabilir. Yasadışı bir dinleme kararı ise ve bu işlem halen devam ediyorsa bir üst merciye itiraz edilirse bu dinleme kararı da kaldırılabilir."

TAZMİNAT HAKKI DOĞAR MI?

"Tazminat hakkı doğar. Bu davayı Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nde açabiliyorlar. Şayet bu dairenin bundan evvel dinleme ve arama kararlarıyla verdiği kararlar, alakalı işlemlerin dava sonuçlandıktan akabinde incelenmesi yönünde. Şayet dava sonuçlanmamış ve tahkikat tamamlanmamış ise tazminat taleplerini Yargıtay 4. Hukuk Dairesi reddediyor. Bununla alakalı bundan evvel Ergenekon ve Balyoz davası sanıkları tazminat davası açmış, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından reddedilmişti.

Zirve Yayınevi Davası: Profesör Fatih Hilmioğlu, jandarma istihbarata sorgulatarak personel aldı

Malatya’daki Zirve Yayınevi davasının duruşmasına, Malatya Jandarma İstihbarat Müdürü Binbaşı Haydar Yeşil’e ait harddiskten çıkan eski İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. M.Ö.E.’nin dinleme kaydı damgasını vurdu. Dinleme kaydına göre, farmakoloji ana bilim dalında çalışmak için başvuran bir kişinin, üniversitenin eski rektörünün Ergenekon Davası sanığı Fatih Hilmioğlu tarafından jandarma istihbarata sorgulatılarak işe alındığı ortaya çıktı.

Malatya’daki Zirve Yayınevi davasının duruşmasına, Malatya Jandarma İstihbarat Müdürü Binbaşı Haydar Yeşil’e ait harddiskten çıkan eski İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. M.Ö.E.’nin dinleme kaydı damgasını vurdu. Dinleme kaydına göre, farmakoloji ana bilim dalında çalışmak için başvuran bir kişinin, üniversitenin eski rektörünün Ergenekon Davası sanığı Fatih Hilmioğlu tarafından jandarma istihbarata sorgulatılarak işe alındığı ortaya çıktı.

Zirve Yayınevi’nde biri Alman uyruklu 3 kişinin boğazının kesilerek öldürülmesi olayına ilişkin davanın 92. duruşması başladı. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada, tutuklu sanıklar eski jandarma alay komutanı Mehmet Ülger, İnönü Üniversitesi araştırma görevlisi Ruhi Abat, Binbaşı Haydar Yeşil, Murat Göktürk, Abdullah Atılgan, Mehmet Çolak, Adil Akçay, Adem Gedik, Levent Ercan Gelegen, Abuzer Yıldırım, Salih Gürler, Cuma Özdemir, Hamit Çeker, Emre Günaydın ile tutuksuz sanık Hüseyin Yelki hazır bulundu. Tutuklu sanıklar Varol Bülent Aral ile emekli Orgeneral Hurşit Tolon ve tutuksuz sanıklar Aykut Saka ile İlker Çınar duruşmaya katılmadı.

Duruşmada, Binbaşı Haydar Yeşil’e ait bir harddiskten çıkan ve dinleme kaydındaki kişi olduğu belirtilen İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi eski dekanı M.Ö.E. tanık olarak ifade verdi. İfade öncesi dinleme kaydının bir bölümü salondakilere dinletildi. 2008 yılındaki rektörlük seçimleri öncesi M.Ö.E.’nin davanın sanığı jandarma istihbarat astsubayı Murat Göktürk ile yaptığı belirlenen görüşmenin ortam dinlemesiyle elde edildiği tahmin edilen ses kaydında çarpıcı ifadeler dikkat çekti. Kayıttaki konuşmada M.Ö.E., dönemin rektörü Fatih Hilmioğlu’nun 3 dönem görev yaptığı, üniversitedeki görevi boyunca personel alımında sürekli kendi ideolojisine yakın kişileri tercih ettiğini belirtiyor. Hilmioğlu’nun üniversitede çalışacak kişileri jandarma istihbarat tarafından onaylatarak seçtiğini iddia eden M.Ö.E. ses kaydında başından geçen bir olayı şöyle anlatıyor: “Tıp Fakültesi farmakoloji bölümünde çalışmak için başvuran M.I.’nın alınması için Hilmioğlu önce itiraz etti. Bir süre sonra aynı kişi için ‘Jandarma istihbarata sordurdum, onaylandı’ diyerek M.I.’yı işe aldı.”

Ses kaydını dinleyen M.Ö.E. mahkemede verdiği ifadede, bilgisi olmadan yapılan ses kaydının aday olduğu rektörlük seçimleri öncesi M.G. ile yaptığı sohbet niteliğindeki görüşme olduğunu belirtti. Görüşmenin usulsüz dinlenmiş olmasının çirkin bir durum olduğunu vurgulayan M.Ö.E., “6 yıl boyunca üniversitede dekanlık yaptım. Sonra rektörlük için adaylığımı açıkladım. Rektör Hilmioğlu 3 dönem görev yaptığı için o rektörlük seçiminde başka bir adayı destekliyordu. Sohbet şeklindeki görüşmemizde astsubay ile rektörlük seçimine ilişkin endişelerimi dile getiriyordum. Bende antidemokratik yönetim anlayışını tasvip etmediğimi anlatıyordum. Ben ayrım yapan bir kişi değilim. Dinleme kayıtlarını yaklaşık 1 ay önce öğrendim. Nasıl dinleme yapıldığını bilmiyorum.” dedi.

Astsubay Murat Göktürk’ün kendisini cezaevinden de arayarak maddi yardım talebinde bulunduğunu anlatan Prof. Dr. M.Ö.E., PTT aracılığıyla kendisine 200 TL gönderdiğini bildirdi.

Dekanlığı döneminde polis, jandarma ve MİT gibi istihbarat birimlerinden bilgi talebi geldiğini söyleyen M.Ö.E., bu taleplere üniversite hukuk müşavirliğinin bilgisi dahilinde cevap verdiklerini ifade etti. M.Ö.E., görevi süresince MİT’ten 2 kez bilgi talebi geldiğini, bu bilgi taleplerinden birinde gayet güzel ve alımlı bir bayanın geldiğini dile getirdi.

Eski dekanın bu ifadeleri sonrası söz alan sanık Murat Göktürk, ses kaydını kendisinin yapmadığını, kimin yaptığını da bilmediğini belirtti. Mahkeme Başkanı Hayrettin Kısa, sanık Göktürk’e jandarma personeli olarak rektörlük seçimiyle neden ilgilendiklerini sordu. Göktürk, M.Ö.G. ile gündeme dair sohbet ettiklerini ifade etti.

Duruşmaya damgasını vuran ses kaydının, tutuklu sanık muvazzaf asker Haydar Yeşil’in Kırşehir’deki kayınbiraderi H.K., tarafından gizlendiği yerde bulunarak Kırşehir Emniyet Müdürlüğü’ne teslim edilen harddiskten çıkması dikkat çekti.

Zirve Yayınevi cinayetlerinde, Malatya’da 18 Nisan 2007’de Zirve Yayınevi’nde çalışan Alman uyruklu Tilman Ekkehart Geske ile Necati Aydın ve Uğur Yüksel bıçaklanarak öldürülmüştü. Olaya ilişkin hazırlanan ek iddianame kapsamında 14’u tutuklu 19 sanık yargılanıyor. Davada ‘terör örgütü yöneticiliği’yle suçlanan emekli Orgeneral Hurşit Tolon, eski Malatya Jandarma Alay Komutanı emekli Albay Mehmet Ülger ve Binbaşı Haydar Yeşil için 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor. Diğer 16 sanık için de ‘terör örgütü üyesi olmak’ suçlamasının bulunduğu ek iddianamede, ayrıca sanıklar için ‘terör örgütü kurmak ve yönetmek’, ‘hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ ve ‘adam öldürmeye azmettirmek’ suçlamaları yer alıyor.

http://www.haberyurdum.com/zirve-yayinevi-davasi-hilmioglu-jandarma-istihbarata-sorgulatarak-personel-aldi-373239h.html#ixzz2uH1DGkZv

FETULLAH CEMAATİ DOSYASI : Hükümet gazetesi Cemaat’le ilgili öyle bir belge yayınladı ki

Ankara eski İl Emniyet Müdürü Orhan Özdemir’i cezaevine göndermek için Cemaat’in komplo kurduğu iddia edildi. Hükümete yakın Sabah gazetesinin yayınladığı belgeye göre Cemaat, Özdemir’i, cezaevine göndermek için böcek yerleştirmekten sahte evrak düzenlemeye kadar her yolu denemiş. Belge doğru mu yoksa Ergenekon süreçlerinde gördüğümüz gibi üretilmiş mi, bilinmez, ancak içindeki iddiaların çarpıcı olduğu açık.

Orhan Özdemir Kayseri’de 6,5 yıl görev yaptı. Sonra Ankara’ya atandı. Kısa süre sonra Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın Kayseri’de yürüttüğü soruşturma kapsamında, ihaleye fesat karıştırmak ve çıkar amaçlı suç örgütüne üye olmak iddiasıyla cezaevine kondu. Üç ay sonra 11 Ekim 2010’da tahliye oldu.

İL EMNİYET MÜDÜRÜNE KURULAN KUMPASI KENDİ AĞZIYLA İTİRAF ETTİ

Sabah gazetesinin yayınladığı belgeye göre, 16 Şubat’ta Muş Emniyet Müdürü iken görevden alınan Muharrem Durmaz, Orhan Özdemir’e nasıl kumpas kurduğunu kendi ağzından anlatıyor.

Orhan Özdemir Ankara İl Emniyet Müdürü olduğu dönemde İstihbarat’tan sorumlu İl Emniyet Müdürü Yardımcısı olan Muharrem Durmaz’ı Cemaat’e yakılığı nedeniyle görevden aldı.

Ancak Muharrem Durmaz, Savcı Cemal Tuğtekin’e gönderdiği belgede Orhan Özdemir’e kurulacak kumpası şöyle anlatıyor: "Değerli savcım Cemil Tuğtekin… Geçen hafta hâkim arkadaş aradı, bir araya geldiğimizde (Ankara) İl Emniyet Müdürü Orhan Özdemir’le ilgili evrak üretilmesi için bazı stratejiler üzerinde tartışmıştık. Bununla ilgili İstihbarat Şube Müdürlüğü’ndeki yetkili personelimizle ve dairemizdeki mesai arkadaşlarımla aşağıda açıklayacağım planı uygun görürseniz icraata geçiyoruz. Farklı görüşünüz olursa kurye olarak gönderdiğim arkadaşla not alarak bana iletebilirsiniz. Telefon görüşmesi yapmayalım. Görüşmelerinizi malum benzin istasyonunun kafeteryasında yapalım."

İşte Sabah gazetesinin yayınladığı o belge ve haberin devamı:

‘PARALEL YAPI SAVCILARI YURTDIŞINA KAÇACAK’

Aynı zamanda Hanefi Avcı’nın da avukatı olan Orhan Özdemir’in avukatı Fidel Okan, Sabah gazetesine söz konusu belgeyi şöyle değerlendirdi: "Bu belge esasında Sayın Başbakan’ın 17 Aralık sürecinde sürekli ifade ettiği ve paralel yapı olarak nitelendirdiği, daha ortada bir soruşturma olmadığı için adı konulamamış bana göre Ergenekon Örgütü’nün en önemli kumpas belgesidir. Belgeye ilişkin aksi mümkün olmayan bilirkişi raporları, belgede adı geçen savcının uygulamaları, belgenin içeriğindeki tüm hususların tek tek gerçekleştirilmiş olması, bu örgütün gücünü anlatmaya yeter. Kişilere ve kurumlara tuzaklar kuran bu örgüt daha o günlerde Ankara Emniyet Müdürü Orhan Özdemir’in kendilerine karşı faaliyete başladığını öğrenince kumpası sinsice hazırlayıp faaliyete geçirmiştir.

Hanefi Avcı, Emin Arslan, Orhan Özdemir, Mustafa Gülcü, Celal Uzunkaya, Faruk Ünsal gibi Emniyet müdürleri zamanında bu örgütün kumpaslarıyla karşı karşıya kaldılar. Devletin içine virüs gibi sızan bu örgütün imha edilmesi gerekmektedir. Zaman geçtikçe örgüte mensup imamlar yurtdışına kaçmaktadır. Yakın bir zamanda birçok hâkim ve savcının, Emniyet müdürünün yurtdışına kaçacağını göreceğiz. Çok geç olmadan harekete geçilmelidir. Bu bir savaştır ve bu savaşı Başbakan Erdoğan liderliğinde Türkiye kazanacaktır."

İMZA İNCELEMESİ DAVA DOSYASINDA…

Sabah gazetesi söz konusu imzanın Muharrem Durmaz’a ait olduğunu kanıtlayan belgeler olduğunu da iddia etti.

Gazete bu iddiasını şöyle açıkladı: "Belgedeki imzanın Muharrem Durmaz’a ait olduğunu gösteren imza ve transfer incelemesi, Ankara eski İl Emniyet Müdürü Orhan Özdemir’le ilgili Emniyet Amiri Ömer Zeren davasının dosyasına girdi. Özdemir’in Özel Kalem Amiri Ömer Zeren’in sanık yapıldığı dava, Ankara 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülüyor. Zeren’in avukatı Mücahit Topaloğlu tarafından hazırlanmış 66 sayfalık savunma metni, Muharrem Durmaz imzalı yazı başta olmak üzere içindeki belgelerle birlikte Ankara 8. Asliye Ceza Mahkemesi’ne sunuldu. Topaloğlu, savunma metninde bilirkişi raporuna ilişkin şöyle dedi: ‘Özel ileti belgesi üzerindeki imza Muharrem Durmaz’a aittir.

Belge üzerindeki imza, başka bir yerden transfer edilmemiştir.

Belge üzerinde herhangi bir oynama veya biçimlendirme tespit edilmemiştir.

Belge, sonradan oluşturulmuş bir belge değildir. Tam tersine sonradan oluşturulduğu izlenimi verilmeye çalışılmıştır.’

Mücahit Topaloğlu’nun bu tespitleri, Şahin İplikçi’nin raporunun yanı sıra Fiziki İncelemeler ve Kriminalistik Bilim Uzmanı Levent Güner tarafından yapılan imza transferi incelemesiyle de doğrulandı."

Odatv.com

ERGENEKON DAVASI /// HAKİMLER : Bildiklerimizi anlatmaya hazırız

Balyoz ve Ergenekon davalarında görev almış hakimler, ‘kumpas’ tartışmaları üzerine Meclis’te bir araştırma komisyonu kurulabileceğine dikkat çekerek, ‘Çağrı edilirsek, gider bildiklerimizi anlatırız’ diye belirtti

Ergenekon ve Balyoz davalarında görev alan ve sanıklar hakkındaki tutukluluk kararlarına yaptıkları itirazlar akabinda görevlerinden uzaklaştırılan hakimler, Mecliste bir araştırma komisyonu kurulması halinde, ‘kumpas’ tartışmalarını aydınlatmaya hazır olduklarını belirtti.

‘TBMM’DE KOMİSYON KURULSUN’

Aydınlık gazetesinden Gamze Çınlar’ın yaptığı habere göre, Balyoz davasında görev yapmış bir hakim, “Meclis Araştırma komisyonu kurulsun, komisyon o mahkemelerde görev yapmış savcıları ve hakimleri dinlesin. ‘Milli orduya kumpas kuruldu’ deniyor, bu konuyu en iyi orada görev yapmış yargıçlar bilir” diye açıkladı.

‘KÜRSÜLERDEN BAĞIRMAK YETMEZ’

Ergenekon davasının görüldüğü 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ilk başkanı olan Köksal Şengün de, “paralel yapıyı” ortaya çıkarma görevinin öncelikle devleti yönetenlerde olduğunu belirtti. “Bas bas kürsülere çıkıp da bağırmakla olmaz, kim suçluysa çıksın ortaya” diyen Şengün, şu şekilde devam etti:

“Mecliste bir komisyon kurulursa, öncelikle konuşması lazım gelen vatandaşlar, bu konuyu aylardır dillendirenler olmalıdır. ‘Paralel yapı’ dediğiniz insanlarla siz 11 yıldır beraber çalıştığınıza göre bizden daha fazla bilmeniz lazım gelir. Şayet bize görev düşerse, onun lazım geleni yaparız. Bildiklerimizi anlatırız. Devletin bir kurumu beni çağırırsa, öyle birilerinin yapmış olduğu gibi gitmemezlik etmem. Bu Türkiye Cumhuriyeti insanları olarak görevim.”

‘HUKUKUN GEREKTİRDİĞİNİ YAPARIZ’

Balyoz davasında tutuklu sanıkların serbest bırakılması yönünde verdiği muhalefet şerhleriyle gündeme gelen Askeri Casusluk davasının da görüldüğü 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Başkanı’yken görevden ayrılan Şeref Akçay ise, mevzu ile alakalı “Hukuk neyi gerektiriyorsa, yaparız” ifadelerini kullandı.

HAKİM BASKI GÖRMÜŞTÜ

Balyoz davasında sanıkların tutukluluğa itirazlarını kabul etmeyen İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 15 Nisan 2011 tarihli ‘İtirazın Reddi Kararı’nda, Mahkeme Başkanı Şeref Akçay’in muhalefet şerhinde şu ifadeler yer almıştı: “Kamuoyuna mal olmuş bu davalar sebebiyle yazmış olduğum muhalefet şerhlerinden binaen bulunduğumuz adliyede birtakım meslektaşlarım selam vermeyi bile kesmiştir. Bunun gibi bundan evvel verilmekte olan yakalama kararlarının kaldırılmasına ait karardan akabinde ‘Sizin de dangalak bir kararınız gelecek’ diyen hakim de mevcuttur. Yine mahkememiz üyelerinden de nezaket kurallarını aşan tutum ve davranışlar içerisine girdikleri ve işi en son başkan ile konuşmama aşamasına getirdikleri görülmüş olup bu hususların da kamuoyunca bilinmesinde yarar olduğu görüşündeyim.”

Köksal Şengün ise T 24 internet sitesine verdiği söyleşide, Ergenekon davasında dijital delillere ait yeterli bir araştırma yapılmadığını, mahkeme sürecince tanık yerine hep gizli tanık dinlendiğini, Ergenekon iddianamesinin okunmadan kabul edildiğini aktarmıştı.

ERGENEKON DAVASI : Ağır cezada yargılanacaklar !

İSTANBUL 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Ergenekon davasını karara bağlarken firari olan Bedrettin Dalan, Turan Çömez, Mustafa Bakıcı, Gülseven Yaşer, Emrah Gönenci ile Saipir Debzlelvidze’nin dosyasını ayırdı.

22 maddelik son demokratikleşme paketinin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından da onaylanması halinde Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) tarih olacak. ÖYM’lerin elindeki bazı dosyalar ise kanun Resmi Gazete’de yayınlandığı andan itibaren Ağır Ceza Mahkemeleri’ne devredilecek. Bu mahkemelerde görevli hakim ve savcılar 15 gün içinde yeni görevlere atanacak. Ellerindeki firari sanıkların dosyalarını da başsavcılığa devredecek. Başsavcılık da bu dosyaları genel yetkili ağır ceza mahkemelerine dağıtacak. Böylece firari sanıklar eğer Türkiye’ye döner ya da yakalanırlarsa ÖYM yerine ağır ceza mahkemelerinde yargılanacak.

ERGENEKON DAVASI /// YILMAZ ÖZDİL : Profesör Hilmioğlu

Beş senedir tutuklu bulunan Profesör Fatih Hilmioğlu’nu, lütfettiler, kanser olduğu için tahliye ettiler.

*

Dile kolay.

Beş sene.

*

Silivri mesela…

Güya İstanbul’da.

Beşiktaş’tan gelen bir avukat, 90 kilometre gidiyor, 90 kilometre dönüyor. Anadolu yakasından, Pendik’ten gelen bir avukat, 135 kilometre gidiyor, 135 kilometre dönüyor. Beş senedir.

*

Ekvatordan dolanırsan, dünyanın çevresi 40 bin kilometre… 800 civarında duruşma yapıldı. Ergenekon davasının avukatları, en az birer defa dünyanın çevresinde tur atmış oldu.

*

Haftada iki depo yakıt harcanıyor. Sanıklara ödetilen maddi faturayı hesap et. Otomobili olmayan avukat ise, beş ayrı toplu taşıma aracına binerek, anca beş saatte gelebiliyor. Beş senedir.

*

Avukatların duruşma salonuna bisküvi sokması bile yasaktı. Cezaevi kantini saat 17’de kapanıyordu. Duruşmalar gece saat 24’e kadar devam ediyordu. En yakın büfe, sekiz kilometre uzaktaydı. Kan şekerleri düştü, baygınlık geçirdiler ama… Maalesef geberemedi şu avukatlar!

*

İlk başlarda, duruşma salonundaki tuvaletin tek kapısı vardı, kadın-erkek tuvaleti bitişikti. Kadın avukatlar, erkek avukatlarla erkek gazetecilerle, erkek sanık yakınlarıyla yan yana ihtiyaç gideriyordu. Bademler sırıtıyordu… Kadın’dan avukat mı olur? Al sana kenef, ya patlayana kadar tut ya git otur!

*

Haftada dört gün duruşma vardı, her duruşma 14-15 saat sürüyordu, içeriye telefon sokmak yasak… Avukatlar emanete bırakıp, öyle giriyordu. Ama… Bu arada bir başka müvekkilin başı sıkışsa, telefon etse, avukatına ulaşamıyordu. 50 defa arayıp, avukatına ulaşamayan müvekkil vardı. Netice? Bazı avukatlar, kendini feda etti, öbür müvekkillerini bırakıp, hayatını bu davaya adadı. Bazı avukatlar ise, bu davayı bıraktı. Özellikle maddi sıkıntı çeken Ergenekon sanıkları, zaman zaman avukatsız kaldı.

*

Ergenekon davası avukatlarına, yandaş medyada vebalı muamelesi yapıldı. Kurumlar-şirketler, korkudan, avukatlarının Ergenekon avukatı olup olmadığına bakmaya başladı; sözleşmeleri feshedildi.

*

Bu dava, dünya hukuk tarihinde… Duruşma salonuyla, mahkemesi arasında 85 kilometre mesafe bulunan… Duruşma salonuyla mahkemesi birbirine en uzak, eşi benzeri olmayan, ilk ve tek davadır.

*

Dünya hukuk tarihinde… Sanıkları tarafından 328 defa reddedilen, ilk ve tek mahkeme heyetidir.

*

Dünya hukuk tarihinde… 18 bin sayfa iddianameye, 40 bin küsur sayfa celse zabıtlarına, 120 milyon sayfa ek klasöre sahip, ilk ve tek dosyadır.

*

Dünya hukuk tarihinde… Bir avukat hakkında, savunması, talepleri ve beyanları nedeniyle 17 ayrı suç duyurusunda bulunulan -ki o avukat Vural Ergül’dür- ilk ve tek davadır.

*

Dünya hukuk tarihinde… Lider kadrosu 70 yaşında, lideri 75 yaşında, ilk ve tek örgüttür.

*

Dünya hukuk tarihinde… Genelkurmay başkanının, Yargıtay cumhuriyet başsavcısının, adalet bakanının, hâkim, savcı, avukat, subay, polis, istihbaratçı, rektör, profesör, gazeteci, sendikacı ve siyasi parti genel başkanlarının komple terörist olarak yargılandığı, ilk ve tek davadır.

*

Dünya hukuk tarihinde… Bir kadının, erkek cezaevinde tutuklu yargılandığı, ilk ve tek davadır.

*

Dünya basın tarihinde… 2.5 milyondan fazla habere konu olan, ilk ve tek davadır.

*

Beş sene deyip geçiyorlar.

Dile kolay.

*

İnsanlık tarihinde… İçeridekilerin, ailelerinin, avukatlarının, onları yalnız bırakmayan yurttaşların, namuslu gazetecilerin, kahırdan komple kanser olması için ne gerekiyorsa yapılan… İlk ve tek davadır.

FETULLAH CEMAATİ DOSYASI /// İBRAHİM ÖZTÜRK : Cemaatin yalnızlığı

17 Aralık sonrası artan gerilim sürüyor.Bilindiği gibi bu tarih,AKP Hükümeti ve Fetullah Gülen Cemaati arasında süren, geçmişi daha evveline ,7 Şubat’taki MİT krizi ve belkide daha öncesine dayanan çarpışmanın ,iyice gün yüzüne çıktığı bir dönemin başlangıcı sayılıyor.

”Gülen Cemaati” veya kendi ifadeleriyle ”Hizmet Hareketi” ile AKP hükümeti ,özellikle 2007-2012 yılları arasında ülkedeki vesayet rejiminin tasviyesine dönük olarak, bir ortaklık içine girmişti.Tasviyenin büyük ölçüde gerçekleşmesinin akabinde ise böyle bir çatışma ile karşılaştık.

7 Şubat 2012 günü,özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya ,KCK soruşturması kapsamında MİT müsteşarı Hakan Fidan’da aralarında olmak üzere eski müsteşar Emre Taner,eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş ve iki MİT görevlisini ifadeye çağırmıştı.Savcının MİT görevlilerini ifadeye çağırmasının ardında Oslo’da PKK ile süren görüşmeler yatıyordu.Hükümet bu durum anlaşılınca,MİT görevlilerinin yargılanmasının önüne geçen bir yasal düzenleme yaptı.Böylece Hakan Fidan’ın da yargılanmasının önüne geçildi.Aslında bu noktada da,son derece dikkat çeken bir takım söylemler ortaya çıktı.

Milliyet gazetesi muhabiri Namık Durukan’ın yayınladığı”İmralı zabıtları” haberine göre (28 Şubat 2013,Milliyet) , Abdullah Öcalan,23 Şubat 2013 tarihinde,kendisiyle görüşme yapmak üzere,İmralı’ya gelmiş olan İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Diyarbakır Milletvekili Altan Tan ve BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan’a hitaben , süreçle ilgili olarak şunları söylüyor:” AKP’nin çıkışları yanlıştır. Son bir buçuk yılda büyük bir savaşa yüklendiler. Nihai tasfiye operasyonları yaptılar. Sayın Başbakanı buna inandıran ekip (2011’de) PKK’yi bitireceğiz’ dedi. 10 bin kişiyi (KCK) içeriye aldılar, Bu güç MİT’e de darbe planladı. Ben hemen devreye girdim, ‘bu darbedir’ dedim. Ergenekon’dan farkı yok. Başbakan MİT’e darbe yapılınca sıranın kendisine geldiğini gördü, Başbakan vatana ihanet suçundan tutuklanacaktı.”Öcalan,haberde geçen konuşmanın tamamından anlaşıldığı üzere MİT mensuplarına yapılmak istenenin aslında hükümet darbesine giden yolun ilk adımı olduğunu,yapılacak bu darbe ile çözüm sürecinin de sabote edilmek istendiğini ve bu müdahale girişiminin arkasındaki güçlerin uluslararası bağlantıları da olan ülke içindeki yapılar olduğunu ifade ediyor.

7 Şubat’tan 17 Aralık’a kadarki süreç içinde Gülen Cemaati ve AKP hükümeti arasındaki çatışmanın devam ettiğini ancak ”kol kırılır yen içinde kalır” misali bu çatışmanın dışarıya çokta yansıtılmak istenmediğini görmekteyiz.

Başbakan Erdoğan ve çevresi,Abdullah Öcalan’ın 7 Şubat MİT krizindeki olayın çözüm sürecini sabote etmek isteyen bir darbe girişimi değerlendirmesi gibi ,17 Aralık hadisesini de aynı şekilde değerlendirmiştir.Erdoğan,operasyonun da ”Gülen Cemaatiyle ilişkili kadrolar tarafından organize edilip yapıldığını iddia etmiş ve hemen akabinde ülkede,bu kadroların, devlet içinde devlet fonksiyonuna ithafen ”paralel devlet” tartışmaları başlamıştır.Ancak Erdoğan da, kimi çevrelerce ”17 Aralık operasyonunun içeriğini oluşturan yolsuzluk dosyalarını önemsememekle ve çözüm sürecinin arkasına sığınmakla eleştirilmiştir.

Gene bu süreç içinde Erdoğan ,mevcut olduğunu iddia ettiği paralel devlete karşı bir savaş ilan ettiğini açıkça belirtmiş,ardından emniyet ve yargı kadrolarında sayısı hiçte azımsanmayacak ölçüde yer değiştirmeler gerçekleşmiş,2010 yılındaki Anayasa Referandumu ile yapısında değişikliğe gidilen HSYK tekrar değiştirilmiş ve internet sansürü yasası geçirilmiştir.Ayrıca bu gelişmeler,içerde ve dışarıda, Erdoğan’ın ülkede gücünü sağlamlaştırmak adına ”antidemokratik bir sürece” girdiği şeklinde eleştirilmesine sebebiyet vermiştir.

Tekrar başa dönecek olursak ,gerçektende ”Gülen cemaati , çözüm sürecini sabote mi etmek istemektedir?

Fetullah Gülen BBC’ ye verdiği bir mülakatta muhabirin çözüm süreci ve örgütle müzakereler ile ilgili sorusunu ” Örgütle müzakere yapılabilir, bir beis görmüyoruz onda. Fakat devletin, itibarı onuru korunarak yapılmalı.”diyerek yanıtlıyor ve daha önce yayınlanan bir başka mülakatta(Erbil’de Kürtçe yayınlanan Rudaw Gazetesi) yine aynı doğrultuda,çözüm süreci için de önem teşkil eden anadilde eğitim meselesi ile ilgili olarak ”anadilde eğitim adil olmanın gereğidir” açıklamasında bulunuyordu.Bu ifadeler Fetullah Gülen’in ve dolayısıyla kendisinden ayrı düşeceğini tahmin etmediğimiz Gülen Cemaati’nin çözüm süreci konusunda ,bir engel teşkil etmediğini düşündürüyor.O halde bu sabotaj suçlamaları neyin nesi?

Ruşen Çakır 13.02.2014 tarihli Vatan Gazetesi’ndeki makalesinde soruyu açıklayıcı bir biçimde şöyle bir değerlendirme yapıyor” .hükümetin, "demokratik açılım", "Oslo süreci" ve nihayet "çözüm süreci" gibi girişimlere yönelmesindeki ana motivasyonlardan birinin cemaate olan bağımlılığından kurtulma arayışı olduğuna dair inancım iyice kuvvetlendi. Çünkü biliyoruz ki Kürt sorunu ülkemizde "bütün sorunların anası"dır ve seçimle iş başına gelmiş olan hükümetler hep bu sorunu köklü olarak çözemedikleri için bazı kurum ve odakların vesayetini kabul etmek zorunda kalırlar. Gülen cemaatinin, hükümetin sorunu kalıcı bir şekilde çözmeye yönelik girişimlerinin hemen tümünü destekler gözüküp en kritik anlarda bunların önüne engel çıkartmasını ve tabii iki müttefik arasındaki kopuşun bir tür miladı olan 7 Şubat 2012 MİT krizinin yine Kürt sorunu üzerinden patlak vermesini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir”.

Bu değerlendirmeden de anlaşıldığı üzere hükümet cemaatin vesayetinden kurtulmak adına ve elini daha da güçlendirebilmek için,ülkenin en büyük sorunu Kürt meselesini çözmek istemekte,Cemaat ise bu bağımlılığın devamı için sürece engel koymaya çalışmaktadır.Yani anlayacağımız şu ki tüm bu veriler ve değerlendirmeler ışığında,olan bitenler bir iktidar kavgasının yansımalarıdır.

Fetullah Gülen’in çözüm sürecine dair tüm olumlu söylemlerine rağmen,iktidar kavgası sebebiyle de olsa Cemaatin çözümü sıkıntıya sokan girişimlere giriyor algısını oluşturması ve özellikle KCK operasyonlarının sorumlusu olarak Cemaatin görülmesi, Kürt Hareketi ile Cemaatin arasını açmakta.Bununla beraber Cemaat ile PKK arasında bir tanışıklık dahi olmadığını ,KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı ve Kandil’in yöneticilerinden Cemal Bayık’ın (Ruşen Çakır’la mülakatı 02.02.2014 Vatan Gazetesi)”Hayır bizimle hiç temasları olmadı(cemaati kastederek) Biz ilişki kurmak istedik, mesajlar gönderdik ama buna rağmen cemaatçilerin tutumu değişmedi bize karşı. ”sözlerinden anlıyoruz..PKK’nin, artık çözüm sürecinin önemli bir tarafı olarak kabul edildiği günümüz siyasi paradigmasında ,bu mesafe de cemaati stratejik açıdan ayrıca zorluyor.Cemaat ,Kürtleri yanına çekmek noktasında kendini AKP’nin gerisinde buluyor.

Meseleye Kürtler açısından baktığımızda ise,ortada bir alternatifsizliğin olduğunu söyleyebiliriz.Kürtler,yukarıda saydığımız sebeplerden Cemaate ve taşıdığı milliyetçi jargon sebebiyle CHP‘ye uzaklar.Erdoğan’ı eleştirmekten kaçınmadıkları gibi ,bu konjoktürde,çözüm sürecinin devamının Erdoğan dışında bir seçenekle de olamayacağını düşünüyorlar.AKP’ye bu süreçte pasif bir destek sağlıyorlar.