Günlük arşivler: Şubat 22, 2014

ARAŞTIRMA DOSYASI /// Ahmet Kılıçaslan Aytar : KILIÇDAROĞLU’NUN DANDİĞİ

Gelişmiş bir ülke, sermayesinin uluslararası hareketini sınırlayan engelleri ortadan kaldırmak ve denetimleri aşmak için kendisine üretimde meydan okuyan ülkelere karşılık verebildiği için liderdir.

Bu gücü "Nerede daha yüksek kâr varsa oraya yatırım yapmak, devlet adamı ise başka devletler karşısında ülkesinin güçlerini koruyup arttırmak hedefindedir" ilkesindeki asimetriden sağlar.

Bu ülkeler diğer ülkelerin devlet adamlarını, politikacılarını, sivil-asker bürokratını, akademisyeni, işadamını, yazarı-çizeri ve aktivistlerini yanına çekmekte çok mahirdirler, akla gelen her türlü manipülasyonla onları kullanırlar -sonra, kendi ülkelerindeki zenginlik ve refah artışı diğerlerine zarar yazar…

*

Bu tür manipülasyonlarının sırrı "İnsanlığın Devrimi" nde din’in özel bir mesele olduğu düşüncesinde yetkinleşilmiş olunmasıdır.

İnsanlık, hakları için yaptığı mücadelede inananların inanmayanlar aleyhine sahip oldukları tüm kamusal ayrıcalıkları kaldırmış, dinin devlet içinde egemen güç haline gelmesini reddetmiştir.

Sonra modern devletin kanun çıkarmasının günahkâr insan işi olduğunun kabulüyle, Tanrı’nın devlet hayatında ortaya çıkan tarafsız ve görünür iradesine saygı kalkmış: akıl ve vicdan özgürleşmiş : sanat, bilim, teknoloji -giderek,uygarlık oluşurken insanlığın sonsuzca ilerleyebileceği,dileyenin oralarda bir yerde Tanrı’ya özgür akıl ve vicdanıyla hamd edebileceği esasında birleşilmiştir.

*

Nitekim, uygar ülkeler rejimleri ve işleyişlerinde sınırsız uygarlık için oluşturdukları sistematiklerle vicdan ve düşünce özgürlüklerini amaçlayan özgür insanlar yetiştiriyor.

-OOooops, Din’in toplumsal bir bağ ve duyarlık yarattığı hep kabul ediliyor ama toplumsal davranışı ve sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olmasına izin verilmiyor.

Kadın-erkek insan onurunun eşit ve başkasına aktarılamaz hak olarak tanınmasının özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu, Bu temelden mütemadiyen toplumsal ilerlemeyi kolaylaştırmaya, daha geniş bir özgürlük içerisinde daha iyi yaşam koşulları oluşturma çabasının bir hukuk düzeniyle korunmasının zorunluluğu pekiştiriliyor.

*

Bu yüzden Atatürk, Türkiye’yi "Biz büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumu yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir. Ulusun ve devrimin içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için bütün ulusalcı ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir" ifadesiyle uyarmıştır.

"Uygarlık yolunda başarılı olmak yenileşmeye bağlıdır.Uygarlığın buluşları, teknik harikaları, dünyayı değişmeye uğrattığı bir dönemde yüzyıllık köhne düşüncelerle varlığı koruyup, sürdürmek olasılığı yoktur" ifadesiyle de Türk insanını özgür akıl ve ve vicdana yönlendirmiştir.

*

Cumhuriyet Devrimi’nin de biricik hedefi insanlığın özgür akıl ve vicdanının düşünsel türevi lâik temele dayandırarak ulaştığı gelişmişliktir.

O yüzden siyasi toplumun temeli "Ümmetten Millet’e" çevrilmiş, siyasi iktidarın temeli "Kişisel Egemenlik’ten Millet Egemenliği’ne" dönüştürülmüş,"Teokratik Devlet yapısı yerine Lâik Devlet" getirilmiş, "Modernleşme ve Gelenekçilik" arasında bocalayan toplum bu ikilikten kurtarılarak, yüzü uygarlığa çevrilmiştir.

Bilge, sonsuz, yaratıcı Tanrı tasavvurunda Türk insanına, bilimin dinin açıklama getirdiği sorulara cevap vermeye başladığı, "Tanrı olabilir ama bilim bir yaratıcı olmadan da evrene açıklık getirebilir" mantığından hareketle evren bilgisiyle yetkinleşebilmenin yolu açılmıştır.

*

Atatürk,1935′ de CHP’nin 4.Büyük Kurultay’ında "Bu anda, bundan önceki Kurultay’ları ve Parti’mizi doğuran ilk Sivas Kurultayı’nı-ki, dış ve iç düşmanların süngüleri altında kurulmuştur – hatırlamak, geçen on altı yılın bütün hadiselerini göz önüne getirmeyi kolaylaştırır.

Uçurum kenarında yıkık bir ülke… türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… yıllarca süren savaş.., ondan sonra, içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler " diye Türk genel devriminin kısa bir mealini verdikten -sonra, "Ulusa hizmet yolunda bütün varlığımızla çalışmak, parti üyelerinin bozulmaz andıdır" demişti.

*

Türk devrimcisinin yüzyılların çağ dışı değer ve geleneklerin tasfiyesine yönelmiş devriminin birçok aktif direniş ile karşılaşması haline daima dikkat göstermesi gerekiyordu.

Çünkü, İnsanlığın Devrimi ve Türk Devrimi de her zaman ve her yerde toplumların kendi evrim kanunlarına göre yavaş gelişmesi düşüncesini reddeder, eski düzenin canlandırılması girişimlerini önleyecek sağlam düzenin kurulmasına ve devrimin temel ilkelerinden ödün vermemeyi ister.

Devrimi kararlılıkla korumak ise devrimciye düşen görevdir -ki, bu paragrafı Önder Atatürk "idare-i maslahatçılar devrim yapamaz" ifadesiyle özetlemişti.

*

Nitekim Türk Devrimi öncesinde Batı sanayii devrimiyle gelişmekteyken,karşı devrimci güçler geri kalmanın biricik nedeninin İslam’ın kutsal kitabının ilkelerinden uzaklaşılması olduğuna hükmetti.

Nihayet – bir zaman sonra,Türkiye’de Gülen cemaati ve AKP lider takımı, İslam’ın siyasal sistem dışına itilmiş olması halinin toplumsal istikrarı sağlamadığı,Türk Devriminin ceberrut yönetimlerinin ulusçu,üniter, milliyetçi varlıklarını sürdürmek için ülke dinamiklerini tükettiği ve hep Batı’ya dayanmak zorunda kalındığı teziyle, Gelişmiş ülkelerin Orta Doğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmayı ve itikadî hedeflerini satın aldılar!

*

İnsanların eğitim, sağlık gibi alanlarda kalitelerini oluşturmayla ve din-iman yoluyla kişiler arası ilişkilerin,güvenin,duyarlılıkların sağlanması ve hedefe yönelişlerinden geliştirdikleri yatırımla,el koydukları Türkiye Cumhuriyeti’nden İslam ülkelerine yayılmanın peşine düştüler.

"İmana, Kur’an’a, o yüce mefkureye hizmet eden insanların,asırlarca süren tahribatı tamir eylemenin peşindeki fedakar ruhların emin olarak yürüyebilmesi ve gereken şeyleri güzergah emniyeti içinde yapabilmesi için kendilerini istemeyen insanların kimler olduğunu bilmeleri gerekir" fitnesiyle cihad’ı kışkırttılar.

Ve -yazık ki, Başbakanlığa bağlı Milli İstihbarat Teşkilatı merkezinden demokratikleşmeyi öngören ABD, Kürt Sorununun çözülmesini öngören İsrail, TSK’nın stratejisini belirleyen NATO ve birbirine paralel AKP ile cemaat unsurları bileşkesinde hem siyaseti ,hem askeri yönetiyorlar,bu oluşuma yeniTürkiye diyorlar.

*

Yeni Türkiye’de Başbakanlığa bağlı MİT merkezinden yönetilen herkesin düşünce,vicdan ve din hürriyeti vardır ya da herkesin görüş ve yorum hürriyetini koruma hakkı vardır siyaseti takiyyeye uğratılıyor.

İnsanlığın macerasında akıl ve vicdanı özgürleştirerek "İnsan olmanın", toplumu uluslaştırarak "Ulus" olmanın kavgasından, devletin rejiminde ve işleyişinde getirilen ve yavaş-yavaş geliştirilen bir sistematikle vatandaşlık yerine din, eşitlikler yerine din birliği, adalet yerine kendi kaderine sahip çıkan insan olmayı -sonuçta,dinamik bir toplumsal yapının inşa edilmesine olanak tanımayan politikalara dönüşülüyor.

*

Atatürk’ün "Ulusa hizmet yolunda bütün varlığımızla çalışmak, parti üyelerinin bozulmaz andıdır" ifadesini rağmen, Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminde CHP; Başbakanlığa bağlı MİT merkezinden bir partinin devletleşmesi ile onun paralelinde bir cemaatin sosyal yapının belirleyeni olması ve tabandan- rejime oluşturulan ucube yeni Türkiye’nin siyasi bir figürü olmuştur.

CHP Türk insanlığının ve devletinin yok edilen niteliklerine sahip olunması mücadelesi vermenin yerine bölüşüm tartışmaları, rüşvet-yolsuzluklar,kişi hak ve özgürlükleri bahsinde sonuçsuz savunuculuk ve böyle bir sosyal yapının ekonomisinden rant elde etmek kavgası ile AKP’nin oluşturduğu merkezin diğer kutbu haline gelmenin -kavgasını veriyor.

*

Yahu, Başbakan Erdoğan "paralel devlet" oluşturduğunu deşifre ederken,yeniCHP bunun mevcut anayasaya karşı suç olduğunu dahi söyleyemiyor.

Ne evrensel hukuku, ne insani değerleri öne çıkarabiliyor, ne adalete,iyiliğe ne de güzelliğe yatırım yapabiliyor.

Çünkü, CHP’nin bozulmaz andının yerine getirilmesi için gelişmiş ülkelerin "Nerede daha yüksek kâr varsa oraya yatırım yapmak, devlet adamı ise başka devletler karşısında ülkesinin güçlerini koruyup arttırmak hedefindedir" ilkesindeki asimetriden kurtulması,özgün bir duruş sergileyerek ulusa hizmet yolunda bütün varlığıyla çalışması gerekiyor.

Halbuki, liberal sosyal demokrasi yalnızca halkı müşteri etmeye,CHP’yi şirketleştirmeye yarıyor -ki,bu konsept çıkarların putlaştığı yeni bir din’dir.

İşte bir seçim öncesi ahlahsızlık coşmuştur,dolu dizgin ayak sesleri duyuluyor.

*

Halkın yiğitçe "inceldiği yerden kopsun" demesi için üzerindeki ilüzyondan kurtulması gerekiyor…

23.2.2014

Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar

AKADEMİK DOSYA /// TARAF GAZETESİ : Küçük’ün rektörü görevi bıraktı

Emekli Tuğgeneral Veli Küçük’e “emrinizdeyim” diyen ve Ergenekon’un 12. dalga operasyonunda gözaltına alınan Giresun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Metin Öztürk istifa etti.

Aynı zamanda emekli binbaşı olan Öztürk, görevi bırakma nedenini yazılı açıklama yaparak duyurdu. Öztürk şunları söyledi: “Eğitimim, birikimim ve idealist yapım, bana, iyi bir yöneticinin görev ve sorumluluğuna verilen makamdan güç almaktan çok, o makama güç veren kişi olması gerektiğini söylemektedir. Bu gerekleri dikkate alıp, üniversitemizin geldiği noktaya baktığımda ve geleceğe ilişkin bir değerlendirmede bulunduğumda, ayrılmamın uygun olacağı sonucuna ulaştım.”

MİT DOSYASI /// MURAT YETKİN : YENİ MİT İLE POLİS DEVLETİNE

MURAT YETKİN

murat.yetkin

MİT’in dış istihbarat, milli güvenlikle ilgili her türlü görevi yapabilmesi öngörülüyor. Bu içeride de operasyon yetkisi anlamına gelir.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) yasasında AK Parti tarafından yapılması teklif edilen değişikliklerle Türkiye’de Avrupa tipi bir demokrasi yerine Asya tipi bir polis devleti yoluna mı girildi?

Bu soru meşrudur. Çünkü Ak Parti Çankırı Milletvekili İdris Şahin ve Niğde Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu tarafından 19 Şubat 2014’te Meclis’e verilen teklif yasalaşırsa, Türk istihbarat servisinin Başbakan’ın sorumluluğu altında kullanacağı yetkiler, Avrupa’daki, örneğin Almanya, Fransa, İngiltere’deki muadillerinden çok, Rusya, İsrail, İran ve Suriye’deki muadillerini akla getirmektedir.

Yeni yasaya göre MİT resmi ya da özel her kuruluştan istediği bilgiyi, sağlık kayıtlarından kredi kartı harcamalarına dek her kişisel bilgiyi alma ve kullanma hakkına sahip olacak ama bu bilgileri nasıl kullandığı Başbakan’ın talimatı dışında denetlenemeyecektir.

Aslında bu denetim bugün de yoktur.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın sorgulanmak istendiği 7 Şubat 2012 hadisesi ardından yapılan değişiklikle Başbakan onayı olmadan MİT’in hiçbir faaliyeti soruşturulamayacaktır. Bu durum sakıncalıdır. Örneğin, Fidan’ı tenzih ederek yazıyorum, gelmiş geçmiş en büyük Sovyet casuslarından İngiliz istihbaratçı Kim Philby, casusluğu 1963’te ortaya çıkmadan önce 1955’te ciddi bir soruşturmayı, Başbakan Anthony Eden’in kefil olmasıyla atlatabilmişti.

***

Ama fark sadece vatandaşların devlete karşı daha korumasız hale gelmesinde de değildir.

Bu yasayla polisin, jandarmanın MİT’ten bilgi saklamasının, hatta son dönemde örneğini gördüğümüz şekilde MİT’e operasyon çekmesinin önüne geçilmek istenmektedir.

Bu, temel olarak doğru bir adımdır; geçmişte istihbarat koordinasyonu sağlanamadığı için önlenebilecekken önlenememiş kanlı terör eylemleri olduğu hep konuşulmaktadır. Örneğin 2003’te İstanbul’da meydana gelen El Kaide bombalamaları kısmen hâlâ karanlıktadır. Esasen MİT’in yetkilerinin arttırılması gereği bu eylemler sonrasında yapılan ilk Milli Güvenlik Kurulu’nda konuşulmuştur.

Daha sonra, Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu’nun, o dönem Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, ardından Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek tarafından canlandırılması çalışmaları hep başarısız kalmıştır.

Şimdi, 17 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturması ardından bunun faturası Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümeti tarafından, polis, asker ve yargı (MİT’çiler "Bizde hiç yok" diye böbürlenseler de) MİT içindeki ‘paralel yapı’ya yani Fethullah Gülen taraftarlarına kesiliyor.

Bu, kısmen doğru olabilir. Çünkü Gülencilerin hükümetle arasının açılmaya başlamasında nasıl 2011 yılında Genelkurmay elindeki gelişmiş elektronik istihbarat tesislerinin MİT’e devredilerek polisi dinler hale gelmesinin payı varsa, hükümetin Gülencilere karşı vaziyet almasında da 2012 başında MİT Müsteşarı Fidan’ın sorgulanmak istenmesinin payı olmuştur.

(Olaylar zincirinde İlker Başbuğ’un tutuklanmasının ne derece pay sahibi olduğu hâlâ tam açık değildir.) Nitekim yasa teklifinde MİT Müsteşarı’nın yasadışı örgütlerle Başbakan talimatıyla görüşebileceği maddesi, Fidan’ın o sırada yasadışı PKK lideri Abdullah Öcalan dahil PKK’lılarla müzakere ediyorken KCK operasyonu çerçevesinde neredeyse ‘yardım, yataklıktan’ sorgulanmak istemesine karşı tedbirdir.
Ama mesele basit bir Gülencilere tepki meselesi değildir.

***

Mesele yalnızca kişi hak ve özgürlüklerimizin daha da kısıtlanması, üstelik bunun yargı ve yasama denetimi dışına daha çok çıkmasında da değildir.

Meselenin aynı zamanda MİT’e operasyon yetkisi verilmesindedir.

MİT’in mevcut 2937 sayılı yasasının 4’üncü maddesinin a-g fıkralarında MİT’in neleri yapmaktan sorumlu olduğu sıralanır.

Bunların tamamı; istihbarat toplama ve karşı istihbarat, yani yabancı istihbarat örgütlerinin bilgi toplama faaliyetine karşı koyma ile ilgilidir.

Maddenin son cümlesinde, MİT’e bunlar dışında görev verilemeyeceği açıkça yazar.

Böylelikle MİT’in mesela iktidardaki partinin muhalifleri hakkında bilgi toplamasının, bu bilgilerin iktidardaki partinin siyasi çalışmalarında kullanılmasının en azından yasayla engellenmesi de amaçlanmıştır.

ABD Başkanı Richard Nixon’ı 1974’te istifaya zorlayan, devlet istihbaratını parti çıkarları için kullandığının anlaşıldığı Watergate skandalı olmuştur.

***

Oysa AK Parti teklifinde MİT’in bakanlar kurulunun ‘dış istihbarat, terörle mücadele ve milli güvenlikle ilgili’ her türlü görevi yapabilmesi öngörülmektedir.

Bu, MİT’e iç güvenlikle ilgili operasyon yetkisinin de verilmek istendiği anlamına gelir. Bu, mevcut uygulamada olduğu gibi istihbarat toplayıp infazı emniyet ya da askere bırakmak yerine MİT’in kendi infaz ekiplerini kurmasına yol açacak mıdır?

Türkiye’de de çoğu ülkede olduğu türden MİT’ten ayrı bir istihbarat örgütü kurma tartışması 12 Mart 1971 darbesinde MİT’in Başbakan Süleyman Demirel’i açıkça yanıltmasından bu yana devam etmektedir. Turgut Özal, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan gibi başbakanlar, MİT’in asker kontrolünde olduğu endişesiyle Emniyet İstihbaratı’nı ülkenin iç istihbarat örgütü olarak kullanmayı düşünmüşlerdir. Erdoğan bu tartışmaya MİT’e asker ve polis üzerinde yetkiler verip o yetkilerin sorumluluğunu Başbakanlık’ta merkezileştirerek son vermiş görünmektedir.

***

Tartışmanın başka bir boyutu da var.

MİT’in denetimi yalnızca Başbakan’ın soruşturma açılmasına izin insafına kalmış birimleri bu yolla ülkedeki güvenlik ve ticari faaliyetin yanı sıra siyasi faaliyete de müdahale edebilecekler midir?

Çünkü, örneğin şu günlerde nasıl birtakım yargı ve emniyet mensubu casuslukla suçlanıyorsa yarın bir siyasi partinin de örneğin geçmişte BDP’nin öncüllerine yapıldığı türden terör eylemleriyle bağlantıyla suçlanıp MİT operasyonu alanına dahil edilmesi mümkün olabilir.

Nasıl MİT yetkileri 7 Şubat 2012’nin ardından arttırılmaya başlanmışsa, TİB yetkileri de 17 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturması ardından arttırılmış ve başkanına MİT Müsteşarı ile eşit koruma sağlanmıştır. Yeni internet yasası ve HSYK düzenlemeleriyle denetim, operasyon kabiliyeti neredeyse sınırsız, denetimi neredeyse imkânsız hale gelmiş görünmektedir.

Emekli MİT yöneticilerinden Cevat Öneş, yasa teklifini yetki, denetim, bütünlük ve demokratik idare bakımlarından sakıncalı görmektedir.

Bugün ülkenin gündemindeki soru, yalnızca Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yeniden kurmak istediği istihbarat sistemiyle kişi hak ve özgürlüklerinin devlet denetimine daha çok girmesi değildir, aynı zamanda idarede köklü bir değişimin işaretini vermektedir. Bu değişim ne yazık ki daha şeffaf bir demokrasi yönünde değil, Asya-Rusya tipi merkezileşme yönündedir.

MİT DOSYASI : Soruşturmalar MİT’ten gizli yürütülemeyecek

Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) olağanüstü yetkiler veren “Devlet İstihbarat Hizmetleri ve MİT Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nde yargıyı çok yakından ilgilendiren önemli düzenlemeler var.

AK Parti’nin Meclis’e verdiği yasa teklifi, MİT’e devlete karşı suçların yanı sıra terör, casusluk, yalan haber ve bilgi sızdırma gibi pek çok soruşturma ve dava dosyasından da her türlü bilgi ve belgeyi alma yetkisi veriyor…

Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) olağanüstü yetkiler veren "Devlet İstihbarat Hizmetleri ve MİT Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi"nde yargıyı çok yakından ilgilendiren önemli düzenlemeler var.

Teklifle MİT’in görev ve yetkilerinin düzenlendiği MİT Kanunu’nun 6. maddesine "5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dört, Beş, Altı ve Yedinci bölümlerinde yer alan suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturmalarda ifade tutanaklarına, her türlü bilgi ve belgeye erişebilir, bunlardan örnek alabilir" fıkrası ekleniyor. Buna göre MİT, devlete karşı işlenen suçlar ile darbe, darbe teşebbüsü, örgüt üyeliği ve casusluk suçlarından yürütülen tüm soruşturma ve davalardaki bilgi ve belgelerin örneğini alabilecek. CMK’daki "hazırlık soruşturmalarının gizliliği" ilkesi böylece MİT’e karşı geçerli olmayacak. Teklifle, bu yetkiyi kullanmak isteyen MİT yetkililerine olumlu yanıt vermeyen kamu görevlilerine 10 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılacak.

Hangi suçların bilgisi verilecek?

Teklifin yasalaşması halinde şu suçlarla ilgili bütün bilgiler MİT’e verilecek: "Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, Anayasa’yı zorla değiştirmeye kalkışma, Cumhurbaşkanına fiili saldırı, yasama organına ve hükümete karşı suç, örgüt, örgüte silah sağlama, düşmanla işbirliği, devlete karşı savaşa tahrik, temel milli yararlara karşı faaliyette bulunma, askeri tesisleri tahrip, düşman devlete maddi ve mali yardım, halkı askerlikten soğutma, askerleri itaatsizliğe teşvik, savaşta emirlere uymama, yalan haber yayma, seferberlikle ilgili görevin ihmali, devletin güvenliğine ilişkin belge- bilgi temin etme, siyasal veya askeri casusluk, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri açıklama, gizli kalması gereken bilgileri açıklama, uluslararası casusluk, devlet sırlarından yararlanma, devlet hizmetlerinde sadakatsizlik, yasaklanan bilgileri temin, siyasal veya askeri casusluk maksadıyla açıklama…"

MİT, ticari sırları da bilecek…

MİT kimin ne kadar parası, borcu, kredi yükü olduğunu anında öğrenecek. Kredi kartı harcamaları, seyahat ve otel bilgileri, sağlık raporları ve ilaçlarından bile haberi olacak.

Yolsuzluk belgesi istenemeyecek

Teklife eklenen bir maddeyle MİT uhdesindeki istihbari nitelikteki bilgi, belge, veri ve kayıtlar ile yapılan analizlerin istenmesine de sınır getirildi. Buna göre MİT’in bilgi ve belge alacağı belirtilen suçlar dışında kalan suçlardan dolayı yürütülen soruşturma ve davalarda MİT’ten bilgi, belge, veri, kayıt ya da analiz istenemeyecek. Buna göre suç işlemek için örgüt kurma ile rüşvet, zimmet, ihaleye fesat gibi yolsuzluk suçlarında savcılıklar ve mahkemeler MİT’ten herhangi bir bilgi-belge alamayacak.

SAHTE ŞİRKET KURABİLECEK

Teklifle ayrıca MİT’e ‘tüzel kişilik’ kurma yetkisi de veriliyor. Teklifle "İstihbari faaliyetler için görevlendirilenler kimliklerini değiştirebilir, tüzel kişilikler kurabilir. Tüzel kişiliğin kurulması için gerekli belge, kayıt ve dokümanlar hazırlanabilir" hükmü yer alıyor. Buna göre MİT sahte dernek, vakıf, sendika, şirket vs. de kurabilecek.

İRAN DOSYASI /// İsrail istihbarat örgütü MOSSAD’ın eski şefi Rafi Eytan : ‘Ahmedinecad’ı Lahey pa klar’

11 Eylül 2008 Perşembe 00:00 |

İsrail istihbarat örgütü MOSSAD’ın eski şeflerinden, halen bakanlık görevinde bulunan Rafi Eytan, İsrail’in Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın önüne çıkarmak amacıyla İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ı kaçırabileceğini ve onun gibi bir liderin ansızın kendisini Lahey’de bulmasının çok iyi olacağını söyledi.

Eytan, 1960’ta MOSSAD ajanlarının eski Naziler’den Adolf Eichmann’i nasıl kaçırdıklarına ve ‘ölüm meleği’ lakabıyla anılan Yosef Mengele’nin yakalanmasını o sırada neden ertelendiğine ilişkin açıklamalar yapmıştı.

Eytan, “Nazi savaş suçlularının avlanması bitti ama bu operasyonların tamamen geçmişe ait olduğunu söyleyemem. Nazi savaş suçlularının olduğu gibi, Ahmedinecad’ın da Lahey’e çıkarılmak amacıyla kaçırılması ihtimali var. Zehir saçan ve başka milletleri mahvetmek isteyenler, bu tür akıbetlerinin olabileceğini beklemeli” dedi

YARGI DOSYASI : AKP sürdüğü hakimlere ‘geri dönün’ çağrısı yapacak

Hükümet, “Paralel yapı” olarak tabir ettiği yargı içindeki Fethullahçılara karşı çareyi sürgün ettiği hâkim ve savcılarda buldu.

Çağdaş Haber gazetesinden Can Özçelik’in haberine göre, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ndan (HSYK) bazı yetkililer Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda görev yaparken yerleri değiştirilen hâkim ve savcılardan bazılarına yeniden ağır ceza mahkemelerinde görev vermek istenildiğini iletti. İstanbul adliyesi koridorlarında da, HSYK’nın her an bir kararnameyle, sürdüğü hâkim ve savcıları yeniden ağır cezalara atayabileceği konuşuluyor.

Kendilerine yapılan haksızlık karşısında iadeyi itibar yapılması gerektiği yönünde hem fikir olan yargı mensupları, “hukuku uyguladığımız için adeta linç edildik. Şimdi ne değişti?” diyor.

Özel yetkili mahkemelerde çalışırken kendilerine, “3 kişiyi bırakıyorsan, 10 kişiyi tutukla. Bizim gibi yap başın ağrımasın” diye telkinde bulunulduğunu hatırlatan yargı mensubu o dönemde yargı içindeki Fethullahçı yapılanmaya karşı hukuk savaşı verdiklerini ancak ödül olarak “sürgün” edildiklerini söyledi.

“FİŞLEME STAJYERKEN BAŞLIYOR”

Hâkim ve savcı adaylarının stajyerken izlemeye alan cemaat adeta istihbarat teşkilatı gibi çalışıyor.

İsmini vermek istemeyen ve 3 buçuk yıl hâkim adayı olarak görev yapan, ardından da mesleğe kabul edilmeyen bir hukukçu yaşadığı zorlu süreci şöyle anlattı:

“Adalet Akademisi’ne adım attığınız andan itibaren kurumdaki bazı kişilerin hızlı yakınlaşma ve arkadaşlık kurma çabası içine girdiği görüyorsunuz. Bu kişiler özel seçilmişlerdir ve atılan her adımdan haberdardırlar. Bunlar, hâkim savcı adaylarıyla vakit geçirmeye çalışır, sohbetlerine dâhil olur. Önemli gördükleri her ayrıntıyı üstlerine bildirirler. Mesela ‘geçen gece eğlendik’ diye konuşuyorsak, ‘gece hayatına düşkün’ diye rapor ederler. Bu bilgiler önce akademi imamına sonra HSYK’ya iletilir. Kendilerince mesleğe kabul edilmemesi gerekenler hakkında da soruşturma açılır ve meslekten atılır.”

“ÖZEL GÖREVLİ MÜFETTİŞLER”

Bursa Cumhuriyet Savcısı Özgür Katip Kaya da, 2010 referandumundan sonra göreve başlayan yeni HSYK üyelerinin, kendilerine karşı olduğunu düşündüğü meslektaşlarının sicillerini planlı bir şekilde bozduğunu belirtti.

Savcı Kaya, yargı mensuplarının tartışma platformu adalet.org sitesindeki yazısında HSYK Teftiş Kurulu müfettişlerinin hâkim ve savcıları fişlediğine ilişkin iddiaların gerçek olduğunun anlaşıldığını vurguladı.

Kaya yazısında şu tespitleri yaptı:

“Yargıdaki denetim görevi Adalet müfettişi yerine Cemaat-Derin müfettişlerine geçtiği iddiaları gündeme sık sık geldi. Bir süre sonra şüphelerin gerçek olduğunu anlaşıldı.

Bu iddiaları neye dayandırıyorsunuz diyebilirsiniz. 2010’dan sonra sicili bozulanları, notu düşürülenlerin ve soruşturma geçirilenlerin hepsinin ortak özeliği ötekileştirilen hâkim ve savcılardır. Ya da parlatılanlar, unvanlı görevlere gelenler, bol keseden not olanlar ise kendine yakın gördükleri hâkim ve savcılardır.

YARGIÇ EMİR KULU DEĞİLDİR

Hiçbir kurul bugüne kadar milliyetçilere, solculara ve özellikle Aleviler bu kadar büyük haksızlık yapmamıştı. Aklı başında bir yargı mensubu siyasilere itaat ve din adamlarına biat anlayışına uygun davranan emir kulu değildir. HSYK Teftiş Kurulunun müfettişleri özenli seçilmelidir. Eğer ön yargılı müfettişlerden kurtulmazsak yargıdaki sıkıntı devam eder.”

Odatv.com

ERGENEKON DAVASI : Tahliye olan Fatih Hilmioğlu evine geldi /// @irem_cicek @KutlukIrem @Tuntuncuk @hdyn sis @ecemila

Ergenekon Davası tutuklusu, İnönü Üniversitesi eski Rektörü Fatih Hilmioğlu, Silivri Cezaevi’nden tahliyesinin ardından Ankara’daki evine geldi.

Ergenekon Davası tutuklusuyken Anayasa Mahkemesince tedbiren tahliye olan Hilmioğlu, Çankaya Birlik Mahallesi 448. Cadde’de bulunan evine CHP Zonguldak Milletvekili Mehmet Haberal ile birlikte gece saatlerinde geldi. Önce Karşıyaka Mezarlığı’nda oğlu Emir Hilmioğlu’nun kabrini ziyaret eden Hilmioğlu, evinin girişinde gazetecilerin sorularını cevapladı.

Tahliye olduğuna sevinemediğini, diğer tutukluların da en kısa zamanda tahliye olmasını istediğini belirten Fatih Hilmioğlu, “Özgürlük güzel şey ama ben sevinemiyorum. Çünkü suçsuz olduğuna bütün kalbimle inandığım pek çok insan şu an cezaevinde. Benden daha uzun tutuklu olan insanlar var. Benden daha ağır hasta olan insanlar var. En kısa zamanda onların tahliye olmalarını diliyorum” dedi. Hilmioğlu’na evine kadar eşlik eden CHP’li Haberal ise, Hilmioğlu’nun tetkiklerinin yapıldıktan sonra sağlık durumunu değerlendireceklerini anlattı.

ODA TV DAVASI : Nedir bu Odatv’nin çektiği

Hızlıca özetleyelim:

Odatv soruşturmasını Zekeriya Öz yaptı. Görevden alındı.

İddianameyi Savcı Cihan Kansız yazdı. Görevden alındı.

Duruşmalar başladı, bir ay sonra mahkeme başkanı Resul Çakır Yargıtay’a gönderildi.

Duruşmalar devam ederken, mahkeme davanın Ergenekon’la birleştirilmesini istedi. Ergenekon davasına bakan mahkeme kabul etmedi, geri gönderdi.

Duruşma savcıları 3 kez değişti.

Davaya bakan üye hakimlerin kimi başka yerlere gönderildi, kimi itiraz edip geri geldi.

CMK 250 ile görevli mahkemelerin kapatılmasıyla, davaya bakan mahkeme önce tasfiye edildi, daha sonra TMK 10’la görevli hale getirilip tekrar Özel Yetkili haline getirildi.

TÜBİTAK raporu bile gitti, yenisi geldi.

Soruşturmada görev alan tüm polis müdürlerinin tasfiye edilmesini saymıyoruz bile.

Şimdi…

Özel Yetkili Mahkemeler’in kapanmasıyla birlikte; Odatv davasına yeni bir mahkeme bakacak.

Duruşmanın beklendiği gibi 1 Nisan’da görülüp görülmeyeceği bile belli değil.

Söyler misiniz; nasıl inanacağız biz bu yargılamaya?

Çünkü son gelişmelerle birlikte; Odatv davasına hakim olan hiçbir polis, savcı, yargıç kalmadı.

Gel de yargılan!

Odatv.com

VARDİYA BİZDE PLATFORMU : Tek yol yurtseverlere özgürlük /// @irem_cicek @KutlukIrem @Tuntuncuk @hdynsis @celalulgen @ecemila

Vardiya Bizde Platformu’nun bu haftaki ‘sessiz çığlık’ eyleminde, Ergenekon, Balyoz vb. davalara yönelik yapılan itirafların ardından bu davaların çöktüğü fakat itirafların üzerinden 2 ay geçmesine rağmen, kumpasçıların dışarıda, suçsuz aydınların ve komutanların hapiste olduğu belirtilerek eleştirildi.

TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması ile ilgili kanun teklifinde olumlu hiç bir hususun yer almamasının da eleştirildiği eylemde, ÖYM’lerin yarattığı tahribatın giderilebilmesi için tek yolun tutsakların derhal serbest bırakılması olduğu vurgulandı. Vardiya Bizde Platformunun eylemine İşçi Partisi, Milli Merkez, ADD, TESUD ve çok sayıda Antalyalı katıldı.

Kumpasçılar dışarıda, yurtseverler hapiste

Her hafta Kışlahan’da bir araya gelen Vardiya Bizde Platformu üyeleri adına bu hafta açıklamayı yapan Emekli Albay Teoman Şanal, en üst düzey iktidar mensupları tarafından sürekli dile getirilen itiraftan sonra Ergenekon, Balyoz, vb. davalarının artık çöktüğünü ve yok hükmünde olduğunu söyledi. ‘Orduya kumpas kuruldu’ itirafının üzerinden tam 60 gün geçmesine rağmen, kumpasçıların dışarıda, suçsuz ve günahsız insanların hapiste olduğunu belirten Şanal, "Artık tahammül sınırları aşılmıştır. Kim ne yapacaksa bir an önce yapmalıdır" diye konuştu.

Yurtseverlere derhal özgürlük

TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması ile ilgili kanun teklifinde olumlu hiçbir hususun olmadığını kaydeden Şanal, "Özel Yetkili Mahkemelerin yarattığı tahribatın giderilebilmesi için tek yol tutsakların derhal serbest bırakılmasıdır. Bu arada da hasta tutsaklar acilen tahliye edilmelidir. İnsanların canlı canlı ölmesine göz yumulmamalıdır" ifadelerini kullandı.

Sorumluluktan kaçamayacaklar

"Hiç kimse suçsuz insanları ölüme mahkum etmenin sorumluluğundan kaçamayacaktır" diye konuşan Şanal, Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Şirinyer, Sincan ve Mamak’ta bulunan tutuklu yurtseverlere selam gönderdi.

"Mustafa Kemal’in Askerleriyiz", "Vatan Sana Canım Feda" sloganlarının atıldığı ‘sessiz çığlık’ eylemine İşçi Partisi, Milli Merkez, ADD, TESUD ve çok sayıda Antalyalı da destek verdi.

AK PARTİ DOSYASI /// ORAL ÇALIŞLAR : ‘Operasyoncuların narkozu’

ORAL ÇALIŞLAR

oralcalislar

Ak Parti karar noktasında. Düne kadar birlikte hareket ettiği kesimlerle ilişkisini yeniden düzenlemesi gereken bir düzleme yaklaşıyor.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 7 Şubat 2012’de, MİT Başkanı Hakan Fidan’a, ‘operasyoncu’lara ifade vermesi için ‘git’ dedi mi?

Cumhurbaşkanı, bu konuda dün çıkan bazı haberleri kesin bir dille yalanlayınca, bir mesele daha netleşmiş oldu.

Şubat 2012’de ne oldu? Bugün, "Öyle olmamıştı" diye yazanlara inat, tam iki yıl önce bu konuda yazdıklarımı, sizinle paylaşmak isterim.

11 Şubat 2012 tarihli yazımda, Cemaat’in olaydaki rolüne dikkat çekiyorum. Durumun kabul edilemez olduğunu söylüyorum. O gün, ‘paralel yapı’nın bilincindeydik. Çözümün daha geniş bir demokrasiden geçtiğini söylüyorduk. Hükümeti uyarıyorduk. Durduğumuz yerde bir değişiklik yok. Radikal’de tam iki yıl önce yayımlanan o yazı:

‘Operasyoncular’ iktidardan pay istiyor.

Ergenekon davasında kazanılan meşru zemin, bir kesim tarafından ‘aşırı genişletilerek’ (ve belki bir anlamda ‘istismar edilerek’), bütün alanları kapsayan bir ‘operasyon rejimi’ne dönüşüyor. MİT’e yönelik ‘operasyon’un, hükümetle hesaplaşma boyutuna ulaşması, ülkedeki ‘siyasi kamplar’ın yeniden şekillendiği bir sürece işaret ediyor.

‘Operasyonlar’ üzerinden bir nüfuz alanı ve dinamizm geliştiren yargı-polis ittifakı, düne kadar hükümeti de ‘operasyoncu’ uygulamalara ikna etmiş görünüyordu. Bununla birlikte, ‘operasyonlar’ zincirinin, MİT yönetimini ve iktidarı da hedef alabileceğine uzun bir süreden beri dikkat çekiliyordu.

Özel yetkili mahkemeler ve Terörle Mücadele Kanunu, öylesine geniş bir alanı kapsıyor ve ‘uygulamacılar’a öylesine büyük yetkiler veriyor ki yargı-polis işbirliğinden oluşan ‘operasyoncular’ın ülkenin ‘ana tartışma gündemi’ne dönüşmesi, Türkiye’nin temel meseleleriyle ilgili kırılma ve polemiklerin onların ekseninde yürümesi artık kimseyi şaşırtmıyor.

Dış etkenler

Çatışmadaki taraflara baktığımızda, ‘operasyoncular’ın Kürt sorununda, ‘güvenlik eksenli’ siyaseti savunarak tutuklamaların yaygınlaştırılmasını, askeri operasyonların tırmandırılmasını desteklediklerini söyleyebiliyoruz. Hükümet ve MİT yönetimi, Kürt meselesinde, bir süreden beri ‘operasyoncular’ın çizgisine yakın bir duruş sergiliyordu. Ancak, yetkisi ve gücü artan ‘operasyoncular’ın Oslo görüşmelerini de fırsat bilerek MİT’i de hizaya getirmeye yönelik yeni bir hamle yapmalarıyla birlikte, bir ‘sıçrama’ yaşandı.

(…)

Bu tür konu başlıkları, daha uzun bir süre boyunca, gündemimizin merkezinde yer alacak. Ne olursa olsun, ‘klasik iç siyaset dinamikleri’ni aşan boyutta bir gerginlik ve hesaplaşmayla yüz yüzeyiz. Yüzde 50’yi aşan bir halk desteğine sahip olan ve kendisini dünya siyasetinde de önemli bir aktör olarak gören hükümeti ve Başbakan’ı hedef tahtasına koyduğu düşünülen ‘operasyoncular’, analiz edilmesi (özellikle uluslararası bağlamda) çok kolay olmayan dengelerle ilişkilendiriliyorlar.

Hükümetin İsrail’le ‘bağları kopartan’, Suriye’deki rejimle ilişkileri sertleştiren politikalarıyla aynı günlere denk gelen bu operasyonun zamanlaması ilginç. Mavi Marmara eylemi sırasında hükümetin dış politikasına yöneltilen eleştirileri de bu çerçeve içinde hatırlamakta yarar var. ‘Operasyoncular’ın Kürt meselesinde ‘ulusalcı-güvenlikçi’ bir duruş sergilediklerini ama küresel denklem bağlamında ‘daha dengeci’ bir konumu tercih ettiklerini düşünebiliriz.

İki tarafın ortak zaafı, evrensel hukuk hassasiyetlerini görmezden gelmeleri, uluslararası demokratik kamuoyu ile son dönemde bir kavga içinde olmaları. Tabii buna bağlı olarak da eleştiriye kapalı bir psikoloji içine girmeleri ve otoriter yöntemleri (hedefler farklı olsa da) benimsemekten hoşlanmaları.

Sonuç olarak Ak Parti hükümeti bir karar noktasına geldi. Düne kadar birlikte hareket ettiği ve özellikle Ergenekon davasında ve sonra da KCK operasyonlarında paralel davrandığı kesimlerle ilişkisini yeniden düzenlemesi gereken bir düzleme yaklaşıyor.

Tabii bütün bu çatışmada unutulan en önemli şey, evrensel hukuk ve temel haklar. Bunları esas almayan bir sistem, sonunda kaçınılmaz olarak çatışmalara ve iç kavgalara daha açık hale geliyor. Hukuksuzluk, başka hukuksuzluklara ve gayri meşru yöntemlere yol açıyor.

Çözüm, herkesin hukukun evrensel ilkelerinin sınırlarına çekilmesi ve ‘otoriter yöntemleri’ terk etmesinden geçiyor.