Günlük arşivler: Şubat 19, 2014

FETULLAH GÜLEN DOSYASI : Gülen’in ses kayıtlarına sosyal medyadan tepki yağdı

İnternette yayınlanan yeni bir ses kaydında, Fethullah Gülen ile ismi açıklamayan bir kişinin Doğan Yayın Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan hakkında konuştuğu, söz konusu kişinin Doğan’la yaptığı görüşmeyi Gülen’e aktardığı iddia ediliyor.

Ses kaydındaki anlatıma göre Aydın Doğan, Cemaat aleyhine haber yapmaları için baskıya uğradığını anlatıyor. Aydın Doğan’ın "Şu anda gerçek olarak demokratlığı Hocaefendi temsil ediyor" dediğini iddia ediyor. Konuşmalarda CHP’den Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Mustafa Sarıgül’ün adaylığından da bahsediliyor.

Sızan ses kayıtları üzerine Aydın Doğan bir açıklama yaparak, "Bu görüşmede bana atfedilen bazı ifadeleri tam olarak hatırlamıyorum. Ancak bu ifadelerin benim üslubumu yansıtmadığını rahatlıkla söyleyebilirim" dedi.

Diğer yandan Samanyolu TV ekranlarında Hz. Muhammed’le yaptığı görüntüler üzerine tepki çeken "Şefkat Tepe" isimli dizi ile ilgili de bir konuşma yer alıyor.

FETULLAH CEMAATİ DOSYASI : Nabi Avcı canlı yayında veryansın etti

A Haber’de Duygu Leloğlu’nun sunduğu Gece Ajansı’na konuk olan Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, cemaat medyasının Milli Eğitim Bakanlığı’nı özellikle hedef aldığını ifade etti.

Uyduruk, yalan, çarpıtma, ajitatif ve kamuoyunu yanıltıcı haberlerle çok mecbur kalmadıkça da polemiğe girmediklerini söyleyen Nabi Avcı; "Zaman zaman bu tür suyu bulandırmak isteyen yayınlar yapılsa da biz derdimizi kendi camiamıza anlatıyoruz. Yine de anlatacağız. İyi işler oluyor." dedi.

TALİM TERBİYE KURULU KALDIRILMIYOR

Son zamanlarda bu dediğimiz yönde yayınlar yapan kuruluşların en çok çarpıttığı konulardan bir tanesi de Talim Terbiye Kurulu kaldırılıyor, "Cumhuriyet tarihi boyunca eğitime damgasını vuran Talim Terbiye Kurulu kaldırılıyor" gibi çarpıtmalar var. Bu doğru değil. Yasada Talim Terbiye Kurulu ile ilgili bir kelimelik bir değişiklik yapıyoruz. Eski yasada diyor ki; Talim Terbiye Kurulu Milli Eğitim Bakanlığı’nın inceleme ve karar organıdır. Karar organı yanlış. Bütün bakanlıklarda karar mercii bakandır. Nihai kararı bakan verir. Siyasi iradenin dışında bir karar organı bürokrasinin içinde olmaz.

Onlar bir karar alırlar da o kararın nihai uygulamaya geçmesi kararını veren, yürütmenin yani o bakanlığın başındaki insandır. O yanlış bir ifadeydi. Zaten o haliyle bile Talim Terbiye Kurulu bir karar aldığı zaman o karar bakanın onayı olmadan yürürlüğe girmezdi. Girmez. Biz bu tekrarı önlemek için Başkalarını da Talim Terbiye Kurulu’na hiç olmayan bir takım kuvvetler vehmetmesini de önlemek için inceleme ve danışma organıdır dedik. Doğrusu budur. Doğrudan bakana bağlıdır, ve nihai kararı bakan veriri. Bu geçmişte, bazı geçiş dönemlerinde, ara dönemlerde bakan sorumluluktan kaçmak için "kardeşim talim terbiye kararı var" deyip işin içinden sıyrılmışlar. Öyle bir mazeret aracı olarak kullanılmış. Bizim öyle bir mazerete ihtiyacımız yok. Yaptığımız işin sorumluluğunu üstlenecek durumdayız. Karar veren sorumluluğunu da üstlenir. Talim Terbiye Kurulu bugüne kadar ne yapmakta idiyse, bundan sonra da onu yapmaya devam edecek. Kurulun ortadan kaldırılması, işlevsiz hale getirilmesi söz konusu değil.

MİLLİ EĞİTİM İLE İLGİLİ HABERLERDE ÇARPITMA VAR

Milli Eğitim ile ilgili her konuda her gün bir şey çıkıyor, ve en olumsuz tarafıyla çıkıyor. Bugünkü örneği vereyim. Ben tesadüfen bugün bir tanesine şahit oldum. Öğretmen adayları ile ilgili. Sözünü ettiğiniz medya kanalarından bir tanesinde diyor ki; öğretmen adaylarına kötü haber. Biz Ağustos ayında 40 bin, Ocak ayında da 10 bin aday öğretmen aldık. İnşallah önümüzdeki Ağustos’ta 40 bin öğretmen adayı daha alacağız. Yeni tasarımızda diyoruz ki, öğretmen adayları bir yılın sonunda performans bakımından bir sınav ya da mülakatla değerlendirilir, eğer o bir yıllık performansları başarılı bulunmazsa adaylıkları bir yıl daha uzatılır. Yine de başarılı olamazlarsa o zaman öğretmenlik haklarını kaybederler.

Fakat bu tasarı yasalaştıktan sonra alacağımız öğretmenler için geçerli. Yani önümüzdeki Ağustos ayında İnşallah alacağımız 40 bin öğretmen için yürürlükte olacak bir kural. Geçen Ağustos’ta aldığımız da, bu ocakta aldığımız 10 bin öğretmenimizi de ilgilendiren bir düzenleme değil. Onlar bundan önceki mevzuat neyse öyle başladı, öyle de gidecekler. Kaldı ki yeni getirilen bir şey de değil. 657 sayılı devlet memurları kanununun yanlış hatırlamıyorsam 54. Maddesinde bu bugün de var. Aday memur nasıl memuriyete başlar. Diyor ki adaylık bir yılın sonunda kalkmazsa, iki yıla uzatılır, İki yıldan fazla olamaz. İki yılın sonunda gerekli koşulları sağlayamayan aday memurların kurumlarıyla ilişikleri kesilir. 657 sayılı bugün yürürlükte olan Devlet Memurları Kanunu’nun 54. maddesinde bu zaten var.

Ama bugün izlediğim haber programında öyle sunuluyor ki, geçen Ağustos’ta aldığımız öğretmenler de bu yıl ocak ayında aldığımız öğretmenler de bir yıl aday öğretmenlik yapacaklar, sonra çok zor bir sınava girecekler, O sınavda başarısız olurlarsa başka bir yere gönderilecekler, orada da bir yıl çalıştıktan sonra başarılı olamazlarsa Devlet memurluğundan uzaklaştırılacaklar. Bu geçmişe yönelik bir şey değil. Kaldı ki 657’ye göre bu yine yapılabilir. Ama böyle bir uygulama yok. Hemen her konuda milli eğitim ile ilgili son zamanlarda bu yayın organlarında maalesef çarpıtma var evet.

UYDURUK, ÇARPITMA, YALAN HABERLERLE POLEMİĞE GİRMİYORUZ

Sürekli kendimizi ifade ediyoruz. Bir takım yanlış anlamaları önlemek için şunu da söyleyeyim; her yanlışı da düzeltmiyoruz açıkçası İlgili kamuoyumuz en başta öğretmenlerimiz öğrencilerimiz, milli eğitim camiamız. Onlar bu işin aslını biliyorlar mı biliyorlar. O zaman çok fazla da bu tür uyduruk, yalan, çarpıtma, ajitatif ve kamuoyunu yanıltıcı haberlerle çok mecbur kalmadıkça da polemiğe girmiyoruz. Bir çoğunda kasıt var. Milli Eğitim Bakanlığı’nda bugüne kadar işerlin hep olduğu gibi gitmesini isteyenler bunu böyle yapmak istiyorlar ama bu iş böyle yürümez. Bu Milli Eğitim Bakanlığı’nda da böyle yürümez. Başka bakanlıklarda da. Hayat değişiyor teknoloji değişiyor. Bütün bunlar yapılırken bir takım insanlar da bundan rahatsız oluyorlar. Neden rahatsız olduklarını da anlıyorum. Normal eleştiri hakları mahfuz olmak üzere, eleştirilerini yapsınlar ama çarpıtmasınlar. Milli Eğitim Bakanlığı’nda kendi içimizde biz rahatız. Arkadaşlarımız neyin ne olduğunu biliyorlar. Zaman zaman bu tür suyu bulandırmak isteyen yayınlar yapılsa da biz derdimizi kendi camiamıza anlatıyoruz. Yine de anlatacağız. İyi işler oluyor.

VİDEOYU BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ.

SEÇİM DOSYASI : Nerede oy kullanacağınızı tıklayın öğrenin

Sandık sorgulama sistemi ile nerede oy kullanacağım sorusunun yanıtını artık alabileceksiniz. YSK nerede oy kullanabileceğimizi aşağıdaki linkten açıkladı…

2014 yerel seçimleri için sandık bilgisi sorgulama YSK sitesinden yapılıyor. 18 Şubat tarihi itibariyle sandık sorgulama YSK tarafından hizmete açıldı. Seçimlerde nerede oy kullanacağım, sandık sorgulama nasıl yapılıyor diyorsanız işte size merak ettiğiniz sorunun yanıtı.

SORGULAMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

SANDIK SORGULAMA için YSK sitesine girdiğinizde karşınıza çıkan alanda TC numaranız soruluyor. Ardından ise nüfusa kayıtlı olduğunuz il ve kimliğinizdeki diğer bilgiler isteniyor.

Bu bilgileri yazdıktan sonra en sonda RESİM DOĞRULAMA kısmına dikkat edin. Yanda çıkan harf ve rakamları o alana yazıp sorgula tuşuna basın. Aşağıdaki Sandık Bilgisi Sorgulama kısmına tıklayarak ‘Nerede oy kullanacağınızı’ öğrenebilirsiniz.

BAŞKA İLDE OY KULLANMAK MÜMKÜN MÜ?

Seçmenler, nüfus müdürlüğüne devamlı olarak oturduklarını bildirdikleri yerleşim yeri adresinde oylarını kullanmak zorundadır. Askı süresi içinde adres değişikliğini yapmayan seçmenler kayıtlı olduklarısandık dışında oylarını kullanamazlar.

YURT DIŞINDA YAŞAYAN SEÇMENLER NASIL OY KULLANACAK?

Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız, 09.05.2012 tarihinde kabul edilen 6304 sayılı Kanun gereği, Yurt Dışı Seçmen Kütüğüne kayıtlı olmaları halinde, Yüksek Seçim Kurulunca belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde, 09.05.2013 tarihinden sonra yapılacak olan Milletvekili Genel Seçimi, Halkoylaması ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yurt dışı temsilciliklerimizde kurulacak sandıklarda oy kullanabilirler.

GÜNDEM ANALİZİ /// MEHMET BARLAS : Senin jandarman ve senin MİT’in

Mehmet Barlas: Kimin hangi devleti temsil ettiğini anlamak kolay değil ki

Jandarmaların MİT’çileri yere yatırıp dövdüklerini görüntüleyen fotoğraflar "Devlet devleti döver mi" sorusunu gündeme getirmedi mi? Tabii ki bu çeşit sorular gündeme gelince bunlar türemeye de başlar.

Önce "Bunlardan hangisi gerçekten devlet" diye sorarsınız… Size "Bunlardan biri paralel devlet" cevabı verilirse, siz bu defa da "Dikey devlet"i aramaya başlarsınız.

Bu gibi durumlarda kimin kim adına karşısındakini etkisiz kılmaya çalıştığını anlamak kolay değildir.

Geçmiş dönemlerde "Kim gerçek devlet" sorusuna cevap aranmak yerine "Kim gerçek Atatürkçü" sorusu zihinleri işgal ederdi. "Seni sevmek milli ibadettir" diyerek Atatürk’e olan sevgisini ifade eden Atatürk’ün son Başbakanı Celal Bayar, 27 Mayıs 1960 darbesinde Atatürkçü askerler tarafından devrilmemiş miydi? Buna benzer durumlara sık sık rastlanır bu coğrafyada… 1960’ları hatırlayanımız kaldı mı acaba?

Senin gençliğin ve senin polisin

İçinden Dev-Genç’in de çıkacağı "Fikir Kulüpleri Federasyonu"nu oluşturan örgütler 1965’teki kuruluştan başlayarak 12 Mart 1971 darbesine uzanan döneme kadar pek çok eylemle, varlıklarını kamuoyuna duyuracaklardı.

Bu eylemlerden biri de Samsun’dan başlayıp 10 Kasım’da Ankara’da Anıtkabir’de sona eren gençlik yürüyüşleriydi. Böylece dönemin Adalet Partisi iktidarının devrime ihanet ettiği suçlaması Atatürk’e duyurulurdu.

10 Kasımlardan birinde Anıtkabir’e ulaşan gençlere Toplum Polisi müdahale etmiş ve polisler topluluğu dağıtmak üzere gençleri coplarla dövmeye başlamışlardı. Bu sırada Anıtkabir Defteri’ne gençlik adına gözlemlerini aktarmakta olan Fikir Kulüpleri temsilcisi de polisin müdahalesine hedef olunca, Anıtkabir Defteri’ne "Atam, senin polislerin, senin gençliğini dövüyor" diyerek son cümlesini yazabilmişti.

Senin jandarman ve senin MİT’in

Eğer MİT’in TIR’ları Anıtkabir önünde jandarmalar tarafından durdurulsa ve jandarmalar MİT’çilere orada müdahale etselerdi, MİT temsilcisi Anıtkabir defterine "Atam senin güvenlik personelin, senin istihbarat personelini dövüyor" diye yazar mıydı acaba?

"Vesayetçi demokrasi" sona erdirildikten sonra kendilerini "Derin devlet" olarak görenlerin yokluğunu, kendilerini "Paralel devlet" olarak görenlerin doldurmaları galiba kaçınılmazdı. Halkı veya seçmeni devre dışı bırakmayı amaçlayan oluşumlar, bu coğrafyanın kaçınılmazlarından değil midir? Burada şaşırtıcı olan "Yüksek bürokratlar"ın yerine "Yüksek imamlar"ın bir anda geçivermiş olmalarıdır.

Eğer Hükümet bu Paralel Devlet’in vesayetini de sona erdirirse, bakarsınız Ankara’ya gelemeyen birileri Washington’a gidip Lincoln Anıtı’nın defterine "Amerika’nın müttefikleri Amerika’ya sadık insanları cezalandırıyor" diye şikâyetlerini yazarlar.

AK PARTİ DOSYASI /// HAŞMET BABAOĞLU : Nefret operasyonu !

Haşmet Babaoğlu: İki yıl öncesine kadar "dinci" dedikleri kesimlere gıcık olan tanıdıklarım şimdi onlara karşı pek hoşgörülü fakat "diktatör Erdoğan"a karşı alabildiğine nefret dolu!

Pazartesi günkü yazımı hatırlayacaksınız…
Ak Parti’ye muhalefet ve eleştirinin birdenbire Erdoğan’a karşı şiddetli bir nefrete dönüştürüldüğünü sorguluyordum.
Şimdi istiyorum ki…
İlk önce "nefret"in, sanıldığının aksine, "hoşlanmama" duygusunun uzantısı olmadığını; daha çok korku duygusuna yaslandığını bir kenara not edin…
Sonra kaldığımız yerden devam edelim.

***

Diyelim ki…
Beyaz orta sınıftan bir ailenin kendi halinde bir üyesisiniz.
Eğitiminiz yoluyla ya da sosyal çevrenizden aldığınız seküler ideolojik bakışınız sizi Ak Parti’ye muhalif kılıyor. Şüpheyle bakmanıza yol açıyor.
Eh, bir de hani modern dünya hayatlarımızın içini boşaltıyor, geriye kala kala "hayat tarzı" denen şey kalıyor ya…
O yüzden hayat tarzınıza dört elle sarılıyorsunuz ve Ak Parti’nin bu alana müdahale edeceğinden fena halde korkuyorsunuz.
Ve tabii benzeri nedenlerle Ak Parti’nin iktidardan gideceği günü iple çekiyorsunuz.
Bunların hepsi normal, anlaşılır şeyler.
Yine de o klavye kabadayısı ergenler gibi "aptal halka", "makarnacılara", başörtüsüne, dine ve dindarlara sabah akşam saydıracak haliniz yok.
Hükümete de, seçmenlerine de kızıyorsunuz fakat sosyolojik gerçekliği inkâr etmenin bu ülkeye hiç fayda sağlamadığını da biliyorsunuz. Sokakta, işte, alışverişte hiçbir probleminiz olmayan insanları siyaseten böyle sert biçimde hedef almanın, başörtülüleri dışlamanın kişiyi nasıl içten içe çürütebileceğini en azından seziyorsunuz.
Üstelik muhalefet denilen şeyin disiplini gevşektir. İnsanın zihni dağılıverir.
Sizin için başka bir "çıkış yolu" bulunmalı!
Daha yoğun, daha odaklandırıcı, görünümü daha haklı bir çıkış!
Bu anlattığım iki yıl öncesine kadarki haliniz tabii…
Çünkü aradığınız "çıkış" birileri tarafından özenle inşa edilip yaklaşık iki yıldır (medyanın geniş bir kesimi sayesinde) piyasaya sürülüyor.
Epeydir rahatsınız yani!
Kendini demokrat sanan biri olarak artık halktan değil, doğrudan Tayyip Erdoğan’dan nefret ediyorsunuz!

***

İşin özü şu…
Eleştiri ve muhalefetten çok farklı olarak nefret duygusu hem kitlesel hem de tek tek bireyler bakımından muazzam bir odaklanma imkânı veriyor.
Bakıyorum da…
İki yıl öncesine kadar "dinci" dedikleri kesimlere gıcık olan tanıdıklarım şimdi onlara karşı pek hoşgörülü fakat "diktatör Erdoğan"a karşı alabildiğine nefret dolu!
Kabul etmek gerekiyor…
Bu meşum operasyonu yapanlar kendi çaplarında başarılı oldular.

FETULLAH CEMAATİ DOSYASI : Emre Uslu’dan kan donduran iddia

Taraf Gazetesi Yazarı Emre Uslu, cemaati terör örgütü yapmak için hazırlık yapıldığını iddia etti.

Aldığı bir bilgiyi köşesinden paylaşan Emre Uslu, “Bir polisin anlattığına göre; ‘geçen aylarda İstanbul’da görevli yaklaşık 20 polis memuruna istihbarat eğitimi verilip bunların ‘güven timi’ gibi sokağa salındıklarını, illegal işlerde kullanılacağını iddia etti. Bu iddiaları çok uçuk bulduğum için ciddiye almamıştım. Akşam’ın manşetinden sonra kuşkularım arttı. Sanırım Başbakan’ın söylediği iddia edilen ‘iki polis bir savcı ile Cemaat’i terör örgütü yaparım’ sözünün altını doldurmak için yoğun hazırlıklar var.” dedi.

Emre Uslu, Taraf’taki köşesinden cemaati terör örgütü yapmak için yapılan hazırlıkları ve Başbakan Erdoğan’a yapılması planlanan sahte suikast iddialarıyla birlikte MİT’in durumuna değindi. Akşam Gazetesi’nin dünkü manşetini köşesine taşıyan Uslu, “Akşam, MİT kaynaklı olduğu anlaşılan bir manşetle çıktı dün. “Başbakan Erdoğan’a suikast girişimi olacak ve olay MİT’e yıkılacak’ deniyor. 30 Ocak’ta yazdığım ‘Çakma Suikast hazırlığı’ başlıklı yazımı manşete dayanak yapmışlar. Görevi ülkenin güvenliğin sağlamak olan MİT’in ‘Başbakan Erdoğan’a suikast girişimi olacak ve olay MİT’e yıkılacak’ diye ağladığına ilk defa şahit oluyorum. Akşam’ın manşetinin MİT kaynaklı olduğu apaçık ortada.” ifadelerini kullandı.

Uslu, istihbarat birimleri ile irtibatlı olduğunu düşündüğü bir Twitter hesabından 16 Şubat’ta yazılan tweetlerin önemine dikkat çekerek şöyle devam etti: “Türkiye’ye giriş yapan DHKP-C’liler, Ankara’da bir siyasetçiye suikast hazırlığı yaptığı bilgisi geldi.” Bu bilgi ile birlikte düşünüldüğünde, 30 Ocak’ta yazdığım yazıya MİT’ten 20 gün sonra cevap gelmesi ‘çakma suikast girişimi’ için takvimin sıkıştığını gösteriyor. Madem bir suikast girişimi olacağını söylüyorsun, manşetlerden ağlamak yerine olacağını iddia ettiğin suikast girişimini önle. Zaten ben de o yazıyı böylesi muhtemel girişimlerin önüne geçilsin diye yazdım. Suikast girişimini önlemeye çalışmak yerine manşetlerden ağlıyorsan, ‘çakma suikast girişimi mi var’ diye sorarlar. Peki, çakma suikast kuşkusuna neden kapıldım? Ben haberleri okurken hangi haberi kim yapmış, haberin detayları aslında bize ne anlatıyor, gibi sorular sorarak okurum. Haberi yapan gazete ve muhabirin ilişkileri ile birlikte değerlendiririm haberleri. Çakma suikast girişimi haberlerinden kuşkulanmam da böyle oldu.”

Akit gazetesi yazarları başta olmak üzere, Melih Gökçek’in de suikast iddialarını gündeme getirmeye başladığına dikkat çeken Uslu, “MİT’e yakın yayın organı Sabah’ta ipuçlarını buldum. Sabah’ın MİT muhabiri Aliye Çetinkaya imzalı, 28 Ocak tarihli bir haber dikkatimi çekti. Çetinkaya, Melih Gökçek’e yönelik suikast iddiaları hakkında MİT kaynaklı olduğu anlaşılan ilginç detaylar paylaştı: “Melih Gökçek’in, ‘Bana suikast yapacaklar’ dediği olayın perde arkasında, Yunanistan’dan biri kadın üç DHKPC militanının seçim öncesi suikast planları yaptığı bilgisi olduğu iddia edildi. İstihbarat kaynaklarına göre seçim öncesi kaos ortamı amaçlayan odakların suikastlarda DHKP/C terör örgütünü taşeron olarak kullanmayı planlanmadıkları ve devlet büyükleriyle siyasi parti liderlerine suikast yapacağı iddia edildi. Çetinkaya’nın haberinin arkasından DHKP-C tuhaf bir açıklama yaparak iddiayı yalanlıyormuş gibi yaptı ama ‘Halk düşmanları her zaman hedefimizdir’ diyerek tehditlerini de sürdürdü. Bir yanda kendisine suikast yapılacağını iddia edip, savcılığa gitmek yerine oğullarına mektup bıraktığını açıklayan Melih Gökçek, bir yanda Gökçek’e yapılacak suikastın neredeyse tüm detaylarını bilip önlemek yerine, gazeteye açıklama yapan istihbarat birimleri (muhtemelen MİT) diğer yandan Melih Gökçek’in hedef olmadığını açıklayan DHKP-C. Bu durum kendi başına tuhaf değil mi? Eğer MİT yapılacak suikastın bu kadar detaylarını biliyorsa, suikast girişimini önlemek yerine neden gazeteye anlatıyor?” ifadelerini kullandı.

Bütün bu gelişmeleri ‘tuhaflık’ olarak adlandıran Uslu, bunlara yenilerinin eklendiğini kaydetti. MİT’in bazı gazetelerden seslendiğini ifade eden Uslu, şöyle devam etti: “MİT’in Akşam’ın manşetinden şöyle ses verdi. ‘Başbakan Erdoğan’a suikast girişimi olacak ve olay MİT’e yıkılacak.’ Madem öyle bir suikast girişimi olacak, önle o zaman. İşin ne senin? Yoksa çakma suikast girişimi vardı da o yazımdan sonra oyunun mu bozuldu? Akşam’ın manşeti ile yeni bir oyun mu kuruyorsunuz?”

Bir polis memurundan aldığı istihbaratı değerlendiren Uslu, Cemaati terör örgütü yapmak için yapılan hazırlıkları şu şekilde dile getirdi: “Bu arada geçenlerde genç bir polis memurunun yakını, polis akrabası ile MİT’in irtibata geçtiğini, o polisin anlattığına göre, geçen aylarda İstanbul’da görevli yaklaşık 20 polis memuruna istihbarat eğitimi verilip bunların ‘güven timi’ gibi sokağa salındıklarını, bunların illegal işlerde kullanılacağını iddia etti. Bu iddiaları çok uçuk bulduğum için ciddiye almamıştım. Akşam’ın manşetinden sonra kuşkularım arttı. Sanırım Başbakan’ın söylediği iddia edilen “İki polis bir savcı ile Cemaat’i terör örgütü yaparım” sözünün altını doldurmak için yoğun hazırlıklar var. İstihbarat birimlerinin görevi, iktidar partisinin işine gelecek şekilde kumpas kurmak değildir. Bu suçtur.”

SURİYE DOSYASI : Suriye’de 7 Türk istihbarat görevlisi tutsak !

JÖNTÜRK’ün edindiği bilgilere göre, Suriye’nin çeşitli hapishanelerinde aralarında Türklerin de bulunduğu 100′den fazla istihbarat görevlisi tutsak durumda. Bu tutsaklardan 7′si Türk istihbaratından. JÖNTÜRK’e durumla ilgili bilgi veren adının açıklanmasını istemeyen bir kaynak, Ankara’nın, Türk istihbarat görevlilerinin serbest bırakılması için son günlerde Şam nezdinde yoğun girişimlerde bulunduğunu, ancak bu girişimlerden bir sonuç alınamadığını söyledi. Aynı kaynak, Suriye’de esir olarak tutulan 14 Katar istihbarat görevlisi ile ilgili olarak da Katar-Suriye arasında benzer girişimlerin olduğunu bunlardan da herhangi bir sonuç alınamadığını kaydetti.

Türkiye ve Katar dışında Suriye hapishanelerinde kurtarılmayı bekleyen 85 Suudi istihbarat görevlisi de bulunuyor. Edinilen bilgiye göre, Suudi tutuklulardan 7′si üst düzey istihbarat görevlisi.

Bu arada Suriye’de tutuklu bulunan Türk istihbarat görevlilerinden bazılarının, Türkiye’den bu ülkeye gönderilen ve bir süredir kamuoyunu meşgul eden TIR’larda yakalandıkları da gelen haberler arasında.

MISIR DOSYASI : Mısır’da “casusluk” davası

KAHİRE (AA) – Mısır aleyhine casusluk yaptığı iddia edilen Ürdün ve İsrail vatandaşının yargılandığı mahkeme, 17 Mart’a ertelendi.

Mısır aleyhine casusluk yaptığı öne sürülen Ürdün vatandaşı, haberleşme uzmanı, tutuklu mühendis Beşşar Ebu Zeyd ve İsrail uyruklu MOSSAD üyesi Ovfer Herary’in duruşması Mısır Olağanüstü Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde görüldü.

Ürdün vatandaşının tutuklu, İsrailli’nin gıyabi yargılandığı duruşma 17 Mart’a ertelendi.

Ülkedeki 25 Ocak Devrimi sonrasında açılan davada, tutuklanan Ebu Zeyd’in 37 aydır cezaevinde olduğuna değinen avukatı, 24 ay olan "geçici tutukluluk" süresinin aşıldığını belirterek, müvekkilinin tutuksuz yargılanmasını istiyor.

Devlet Güvenlik Savcılığı, sanıkların, Mısır’daki telefon görüşmelerinin, İsrail’de dinlenmesine imkan sağladığını iddia ediyor.

YOLSUZLUK DOSYASI /// NAZLI ILICAK : Aslan nasıl tahliye oldu ?

Nazlı ILICAK

nilicak

Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’ı tahliye eden 19. Sulh Ceza Mahkemesi hâkimi Hulusi Pur, gerekçesinde sadece "deliller toplandı, şüphelinin delilleri karartacağına ya da kaçacağına dair bir kanaat hasıl olmadı, suç vasfı değişebilir" şeklinde bir değerlendirme yapmıyor. İlâve olarak diyor ki: "Teknik takip sonucunda tesadüfi bir şekilde elde edilen deliller, hukuka aykırı delil niteliğindedir. Tesadüfen ele geçen kanıt, soruşturma ve kovuşturma aşamasında kullanılamaz. Teknik araçlarla izleme ve görüntü alınmasına takılan bazı kamu görevlileri hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasının şartları, anayasa ve ilgili kanunlarca belirlenmiştir. Tesadüfen elde edilen delil ve görüntü karşısında, soruşturmanın durdurulup, Cumhuriyet Başsavcılığı’na derhal haber verilmesi ve savcılığın, ilgili kanun hükümleri çerçevesinde işlem yapılması amacıyla, yetkili birimlere bildirimde bulunması gerekirdi. Ama soruşturmaya devam edilmiştir. Kamu görevlilerine ilişkin mahkeme kararı olmaksızın teknik takip gerçekleştirilmiş, elde edilen bulgu ve görüntüler kanunun amir hükmüne rağmen, dosya içine delil olarak konulmuştur."

Tesadüfi delil konusunda ceza hukukçuları çok farklı konuşuyor. Hulusi Pur’un görüşleri, daha ziyade eski İçişleri Bakanı Muammer Güler ile uyumlu.

Tesadüfi delil

"Tesadüfi delil"in ne olduğu, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 138’inci maddesinde yer alıyor. "Yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ancak diğer bir suçun işlendiği şüphesini uyandıracak bir delil elde edilirse, bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet Savcılığı’na derhal bildirilir."

Hâkim Hulusi Pur, "Cumhuriyet Başsavcılığı’na derhal haber verilmesi gerekiyordu" diyor. Oysa CMK 138, sadece Cumhuriyet Savcısı’ndan söz ediyor.

Selçuk ne diyor?

Tesadüfi delil konusunu, Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk’la konuştum; şu bilgiyi verdi: "Tesadüfi delil, hiçbir zaman tahliye sebebi sayılmaz. Zaten yasa, önemsediği için delile el konulup, koruma altına alınacağını söylüyor. Meselâ siz, hırsızlık araştırması için bir eve giriyorsunuz. Birisi bıçaklanmış, onu görüyorsunuz. Polis ne yapacak? Tabii ki delili muhafaza altına alıp, savcılığa bildirecek. Tesadüfi olması, delil zayıf demek değil. Rüşvet ve yolsuzluk operasyonunda, şikâyete bağlı bir suç takip edilmiyor. Savcı ve adli kolluk, kamu adına suçun takibini yapıyor. Önüne çıkan bütün delilleri toplamalı ancak ondan sonra kanunun icap ettirdiği şekilde soruşturma izni alabilir."

Güler’in savunması

Eski İçişleri Bakanı Muammer Güler, kendisini savunurken aynı 19. Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimi Hulusi Pur gibi, tesadüfi delillerden söz etti: "Madem böyle tesadüfi delillere ulaşılmıştır, bakan açısından dosya hemen ayrılıp, Cumhuriyet Başsavcısı’na gönderilmeli, kanunda açıkça gösterilen mercilere bilgi verilmeliydi. Bir bakan hakkında makul bir şüphe doğmuşsa niçin dosya ayrılmadı? Cumhuriyet Başsavcısı’na bilgi verilmedi? Bakanlar hakkında soruşturma açmaya yetkili olan TBMM Başkanlığı’na gönderilmedi? Bakanların amiri konumundaki Başbakan niye bilgilendirilmedi? Açıkça yetkisiz bir şekilde soruşturmaya devam edilmiştir."

Güler, Anayasa’nın 83’üncü ve 100’üncü maddelerinde yer alan dokunulmazlık zırhından ve soruşturma usulünden yola çıkarak, aleyhindeki delilleri çürütmeye çalışıyor. 19. Sulh Ceza Mahkemesi’nin Süleyman Aslan için yaptığı da aynı şey: "Memurdur; amirinden soruşturma izni alınmalıydı vs…" Sami Selçuk buna itiraz ediyor: "Savcı ve adli kolluk, bütün delilleri toplamak zorunda. Bu delilleri toplayacak, el koyacak, koruma altına alacak ancak ondan sonra izin merciine başvurabilir. Aksi takdirde soruşturmanın gizliliği ihlâl edilmiş olur; böylece delillerin kaybolma tehlikesi ortaya çıkar."

Eski Baro Başkanı Turgut Kazan da aynı düşünceyi paylaşıyor: "Yasal bir dinlemede telefona Başbakan bile takılsa, suç delillerini imha edemezsiniz."

Çelişki

Bence Muammer Güler şu çelişkinin izahını yapmalı… Oğluyla konuşurken, evinde para olduğunu öğrenince diyor ki: "Bir danışmanlık ilişkim var; gayriresmî danışmanlık yapıyorum. Benim alacaklı olduğum dayımın oğlu bunların yanında çalışıyor. Onun bana borcu var; senetlerimiz var." Daha sonra, Barış Güler’in evinde bulunan parayı şu şekilde açıkladı: "O paralar oğlumun Bahçeşehir’deki villa satışından elde edildi. Satış sırasında ipotek sorunu doğmuş. Dolayısıyla paranın bankaya konulması halinde, kaynağın gösterilmesi mümkün değil. 1 milyon 200 bin dolarlık ipoteğin çözülmesi için beklemişler."

Bütün bu açıklamalar biraz flu ve birbiriyle çelişkili değil mi?

AK PARTİ DOSYASI /// HASAN DEMİR : Başbakanın tercihleri !

Hasan DEMİR

hasandemir54

İnsan, tercihlerinden ibarettir!

Şimdi Başbakan’ın tercihlerinden bir demet sunacak, sizin de benzer durumlar karşısında aynı tercihleri yapıp yapmayacağınızı vicdanınıza sormanızı isteyeceğiz.

Mehmetçiğin başına çuval geçirildiğinde Başbakan özür diletmeyi başararak onuru kırılan Türk milletini değil, “Büyük devletler özür dilemez” diyerek Türkiye’nin küçük, ABD’nin büyük devlet olduğunu kabul etti yani tercihini ABD’den yana kullandı.

Siz de mi bu tercihte bulunurdunuz?

ABD, Irak’ta milyonlarca Müslüman’ı katletti. Camileri Haçlı kışlası haline getirdi. Ebu Garip’te insanlık tarihinde görülmemiş işkenceleri Müslümanlara reva gördü. Başbakan tuttu bu ABD askerleri için “özgürlük savaşçıları” dedi ve mümkün olan en az kayıpla ülkelerine dönmeleri için dua ettiğini dile getirerek, tercihini namusu kirletilmiş, mukaddesatı çiğnenmiş, kanı içilmiş Müslüman’dan yana değil, bütün bu zulümleri yapan Haçlıdan yana yaptı.

Siz de mi bu tercihi yapardınız?

ABD tuttu bir “Büyük Orta Doğu Projesi” ortaya attı ve bu projeye göre 30 civarında Müslüman ülkenin rejim ve sınırlarını değiştirmeye karar verdiğini açıkladı. Erdoğan, halkı Müslüman bir ülkenin Başbakanı ve kendisi de bir Müslüman olarak “Müslüman ülkelerin içişlerine karışma yetkisini sana kim veriyor?” demek yerine, o projenin Eş Başkanlığı’nı üstlendi, velhasıl bu bahiste de tercihini zalim, güçlü ve Haçlıdan yana yaptı.

Ey Müslüman Türk evladı. böyle bir durumla sen karşılaşsaydın aynı tercihi mi yapardın?

Biraz daha yakın gündeme gelelim. Türkiye’de mahkeme kararları ile dinlenmiş pek çok tapeler ortaya çıktı ve bu tapelerde bakanların, bürokratların ve Erdoğan ailesi, hısım ve akrabalarının pek çok yolsuzluk, rüşvet, zimmet ve imâr hile hurdaları ile mal edindikleri iddia edildi. Böylesine vahim iddialar karşısında Erdoğan’ın tercihi “Hukukun gereği ve adaletin tecellisi” değil, her türlü iddianın hukuka deli gömleği giydirilerek örtülmesi ve vazifesini yapan kamu görevlilerinin burnundan fitil fitil getirilmesi oldu.

Gerçekten masum olsanız sizin tercihiniz de Erdoğan’ın bu tercihi gibi mi olurdu?

Öcalan, PKK ve Büyük Orta Doğu Projesi sahipleri Türkiye’nin bir bölümüne Kürdistan dedi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, “Siz kimin ülkesini parça parça ediyorsunuz, bu toprakların her santimetrekaresi Türkiye” demek yerine, tercihini, BOP’çular ve PKK’dan yana yaptı, ülkesinin bir bölümüne “Kürdistan” dedi.

Siz de mi aynı durumda Öcalan ve BOP’çuların suflörü olup ülkenizin bir bölümüne “Kürdistan” demeyi tercih ederdiniz?

Yahudi Lobisi tarihinde ilk defa bir Müslüman’a “Yahudi Cesaret Ödülü” verdi ve Erdoğan da bu ödülü kabul ederek tercihini Siyonizm’in alkış ve taltifinden razıyım şeklinde yaptı. Siz Siyonizm’den böyle bir ödülün iyi niyetle verildiğine inanır ve bu ödülü kabul eder miydiniz?

“Süpürmeyin kullanın”ı içine sindirdi. “Sesini özledim” diyerek; Obama’ya, Refik-i a’la’ya varmış Resullulah’tan sonra Medine’lilerin ezanına hasret kaldığı Bilalî Habeşi muamelesi yaptı…

Sizin tercihiniz de Müslümanların her türlü kötülüğü hak ettiğine inanan Obama’nın sesini özlemek şeklinde mi olurdu?

Siz domuz etinin kasaplık hayvan statüsüne getirilip kasaplarda satılmasını ve zinanın suç olmaktan çıkarılmasını tercih eder miydiniz?

Bu listenin metrelerce uzayacağını sizler de tahmin edersiniz. Eğer benzer durumlarda tercihiniz Erdoğan’ın tercihi gibi olmayacaksa, o zaman, sandıkta tercihiniz niye Erdoğan oluyor?

Bunun bir izahı var mı?