Günlük arşivler: Mart 6, 2015

AK PARTİ DOSYASI /// TAYYİP ERDOĞAN : Suudi Arabistan adım atarsa devran tersine döner

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AKP’den milletvekili aday adayı olmak üzere MİT Müsteşarlığı görevinden istifa eden Hakan Fidan’a hala kırgın olduğunu belirterek, "Onu böyle bir göreve getiren benim. Müsaade edilmiyorsa orada kalması ve ayrılmaması gerekirdi. Tabii ki kırgınım" dedi.

"FİDAN MİT’TEN AYRILMAMALIYDI"

Erdoğan, "Biz devlet yönetiyoruz. O konuya ilişkin kanaatimi daha önce de söyledim. Kanaatlerimizi ifade etmiş olmamıza rağmen istifa edip adaylık söz konusu olmuş ise elbette bir kırgınlık söz konusudur. MİT sıradan bir kurum değildir. Devletin en önemli kurumudur. Devletin Milli İstihbarat Teşkilatı zayıfsa, o devletin ayakta kalması mümkün değildir. Şimdi biz onu böyle bir göreve getirdik. Getiren de benim. Madem öyle, ayrılırken de, eğer müsaade edilmiyorsa orada kalması ve ayrılmaması gerekirdi. Dolayısıyla tabii ki kırgınım." ifadelerini kullandı.

"EKSİĞİ YOK FAZLASI VAR"

Mecliste sert tartışmalara neden olan ve milletvekilleri arasında kavga çıkartan İç Güvenlik Paket ile ilgili Erdoğan, "İç Güvenlik Yasa Tasarısı taslağını inceledim. Eksiği var, fazlası yok." diye konuştu.

Suudi Arabistan dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, özetle şunları söyledi:

"İRAN’LA İLGİLİ ÖRTÜŞÜYORUZ"

Kralla ilk görüşmeniz nasıl geçti, değerlendirir misiniz?

İkili ilişkilerimizin çok daha iyi bir konuma geleceğine dair umutlarım artmıştır. Ve özellikle de siyasi, askeri, güvenlik, terörle mücadele ve insani yardımlar noktasında olsun, müşterek çalışmalar içerisine girebileceğimizi karşılıklı olarak teyit ettik. Bölgesel sorunlar, bölgedeki ülkelerle olan ilişkiler noktasında hemen hemen bütün ülkelerle ilgili yaklaşımımız büyük ölçüde örtüşüyor. Bu ülkelere İran, Irak, Suriye, Filistin, Libya da dahil. Mısır’da biraz farklılıklar olsa da, bunlar bizim ikili ilişkilerimizi etkileyecek noktada değil. Bütün derdimiz Ortadoğu’da ve İslam dünyasında, özellikle Türkiye ve Suudi Arabistan ilişkilerinin çok daha güçlü bir zemine oturtulması ve bu şekilde de geleceğe yürümektir. Örneğin Suriye ile ilgili uçuşa yasak bölge noktasında, güvenli bölge noktasında ve eğit donat noktasında aynı şeyleri düşündüklerini ifade ettiler. Buna benzer konularda işbirliği yapabileceğimize yönelik irade beyanı bizleri gerçekten umutlandırmıştı. Doğrusu bunlar zaten bizim beklentilerimiz dahilindeydi. Sağ olsunlar, onlar da beklentilerimizi karşıladılar. Çanakkale kutlamalarına Suudi Arabistan’ı da davet etmiştik. (Kral) Gelme arzusundalar, programları elverirse… G-20 toplantısına zaten gelecekler. Biliyorsunuz Suudi Arabistan da G-20 üyesidir.

"RAHMETLİ İLE İLİŞKİ MISIR’A KADAR İYİYDİ"

Yeni Kral’la görüşmeniz, önceki kral döneminde yapılan görüşmelerden farklı oldu diyebilir miyiz? Özellikle de İslam dünyasındaki sorunlara bakış açısında bir farklı duruş söz konusu mu?

Devamlılığın olduğunu gördüğüm gibi, ilgi ve alakada bir artış da var. Ülkemize yönelik bir sempati var ve her geçen gün artıyor. Rahmetli Kral Abdullah bin Abdülaziz ile de münasebetlerimiz aslında Mısır olayına kadar gayet iyiydi. Hakikaten bir abi kardeş hukuku içerisinde hassasiyet vardı. 2013’de Salman bin Abdülaziz’in de Türkiye’ye ziyaretleri olmuştu. Biz ilk görüşmemizi orada yapmıştık. Şimdi tabii Cumhurbaşkanı sıfatıyla buradayız. Bölge bugün o günlerden çok daha farklı bir travma yaşıyor. Almamız gereken yükler çok daha fazla.

"BİZİM İŞLERİMİZ AYRI YÜRÜR"

-En hassas konu Mısır. Mısır konusunda aramızdaki farklar ne?

Bizim Mısır’a bakış açımız noktasında bu hususu ayrı bir kategoride değerlendirmemiz gerekiyor. Bizim için asıl önem arz eden konu, Türkiye-Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri daha iyi bir noktaya taşımak. Mısır meselesi, bizim Suudi Arabistan ile ilişkilerimize gölge düşürmemelidir.

-Suud Kralı dün de Sisi’yle görüştü. Size Sisi’den herhangi bir mesaj iletildi mi? Bu konuda arabuluculuk girişimi var mı?

Hayır, bize herhangi bir mesaj iletilmiş değil.

"SUUDİLER ADIM ATARSA DEVRAN TERSİNE DÖNER"

Mısır konusunda İhvan liderlerinin siyaset yapabilmeleri, idam cezalarının kaldırılması gibi hususlar gündeme geldi mi?

Mısır meselesi konuşulurken, kendilerinin dikkatini oradaki duruma çektim. Şu anda, yüzde 52 oyla iş başına gelmiş olan bir Cumhurbaşkanı halen içeride. Yaklaşık 18 bin siyasi tutuklu var. Binlerce insan idama mahkûm edildi. Tüm bunlar orada bir gaz sıkışması olduğunu gösteriyor. Kontrollü bir yumuşama olmazsa, yaşananlardan dolayı sosyal patlama olabilir. Öyle bir durumda da Mısır’da ne istikrar kalır ne de güven! Mısır, 90 milyon nüfusu itibariyle bizim o bölgede en önemli kardeş ülkemiz. Mısır’ı asla yok farz edemeyiz. Mısır, Suudi Arabistan ve Türkiye; bu üçlü ayak, bölgenin en önemli ülkeleri. Bölgenin barışı, huzuru, refahı için hepimizin üzerimize düşen görevler var. Burada her ülke üzerine düşen görevi yerine getirecek olursa, inanıyorum ki çok daha rahat bir şekilde neticeye ulaşırız. Bana göre Mısır konusunda, en etkin olabilecek olan ülke Suudi Arabistan’dır. Bunu kendileriyle de paylaştım. Eğer burada Suudi Arabistan bir adım atacak olursa, devran tersine dönebilir.

"POLİSLERİN SERBEST KALMASI ŞAŞIRTICI"

Sizin de mağduru olduğunuz bir ‘yasadışı dinleme’ soruşturmasında gözaltına alınan 54 kişi serbest bırakıldı. Nasıl yorumluyorsunuz?

Serbest bırakılma konusundaki haber benim açımdan da şaşırtıcı oldu. Ancak konu tabii yargı sürecinde bir mesele olduğu için, değerlendirmeye girmem uygun olmaz. Bahsettiğiniz uzantıların, o tür bir dil kullanmasından toplum da rahatsız elbet. Toplum huzurunu kaçırıp, "Ben bilmediklerinizi biliyor, duymadıklarınızı duyuyorum" diye adeta devletle dalga geçmeye kalkışıyorlar. Devlet, her türlü kanunsuzluğun, yasadışı işlerin elbette peşinde olacaktır. Er ya da geç gereği yapılacaktır. Daha sonra da yargı bu konunun değerlendirmesini yapacaktır. (Kaynak: Hürriyet)

YEMEN DOSYASI : Yemen’de Yaşanan Su Yokluğu ve İç Savaşa Etkisi

Dr. Tuğba Evrim Maden

Araştırmacı

ORSAM Su Programı

temaden

Gerek çevresel güvenlik literatüründe, gerekse yakın zamanda yayımlanan Dünya Ekonomik Forumu’nun yayımladığı 10. Küresel Risk raporunda da belirtildiği gibi su kaynaklarının azalması ve bozulması gerek topluluklar arasında ülke içinde gerekse ülkeler arasında çatışmalara ve huzursuzluklara neden olacaktır. Emsal durumlara gerek Ortadoğu’da ülkelerin dış politikasında su kaynaklarının aldığı rolde, gerek Arap baharı sürecide kıtlığın tetikleyici rolü ile şahit olduk. En son olarak son 10 yıldır yaşadığı su kıtlığı ile Yemen örneği ile karşı karşıya durumdayız.

İç savaş yaşayan ve bölünme tehlikesiyle karşı karşıya olan Yemen’de su yokluğu da bu sürecin oluşumunda katkısıyla birlikte önemli bir sorundur. Ülkede gün geçtikçe artan su yokluğu ülkenin sosyal, ekonomik ve politik istikrarsızlığını daha da tetiklemiştir.

2009 tarihli Carnegie Endowment for International Peace raporuna göre Sana dünyada su ikmali sağlayamayan ilk başkent olarak kayıtlara geçmiştir. Sana’da şebekeden 9 günde 1 gün su verilebilmektedir. Yemen aslında çevresinde yer alan Körfez ülkelerine göre su potansiyeli açısından şanslı bir ülkeydi. Fakat nüfus artışı, kontrolsüzce kaçak kuyuların açılması, yolsuzluk, suyun israf edilmesi ve en önemlisi su kaynakları yönetimi yokluğu günümüzde yaşanan su sorununun temellerini oluşturmuştur. İklim değişiminin de yağış rejimleri üzerindeki olumsuz etkisi inkar edilemez fakat Yemen’de yaşanan su sorunu hidrolojik olmaktan ziyade yönetim kaynaklı bir sorundur. Yarı kurak – kurak iklim kuşağında yer alan Yemen’de yağışlar muson tropik bölgeler arası kavuşma ve Kızıldeniz kavuşma zonlarına bağlı olarak Mart – Eylül ayları arasında gerçekleşmektedir. FAO rakamlarına göre Yemen’de yıllık ortalama yağış değeri 167 mm’dir. Dağlık bölgelerde yağış miktarı 600-800 mm arasında değişmektedir. Komşu bölgelerle kıyaslanınca bir şans olarak gözüken bu miktar yağmur sularının etkin değerlendirilmesi ile su bütçesine büyük katkıda bulunabilir. Dünya Bankası rakamlarına göre 1980’li yıllarda Yemen’de kişi başına düşen yenilenebilir su miktarı yılda 245 mm’dir. Şu anda Yemen’de kişi başına düşen yenilenebilir su miktarı yılda 86 metreküptür, bu rakam Yemen’de mutlak su kıtlığı olduğunu ifade etmektedir. Yemen su ihtiyacını sadece yenilenebilir su kaynaklarından sağlamamaktadır ayrıca derin kuyular açarak yenilenemeyen su kaynaklarını yoğun bir biçimde kullanmaktadır. Arab Environment: Future Challenges raporuna göre Yemen’de yüzey sularının miktarı 2250 milyon metreküptür, yeraltısuyu beslenimi 1400 milyon metreküptür, yeraltısuyu kullanımı ise 2200 milyon metreküptür. Bu hesaba göre yeraltısularında her yıl en az 800 milyon metreküp bütçe açığı oluşmaktadır. Geleneksel olmayan su kaynakları ile yılda 9 milyon metreküp su desalinasyondan, 52 milyon metreküp su ise drenajdan dönen ve atık suların arıtılması ile elde edilmektedir. Yoğun kullanım nedeniyle yüzey sularında gözle görülür bir sığlaşma yaşanırken, yer altı sularında durum daha vahim bir almıştır. 1970’lerde su tablası 30 metre iken, günümüzde bu rakam 1200 metrenin üzerindedir.

Su temini ülkede etnik çatışmaların bir nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle göçebe gruplar arasında bir sorun olan su meselesi, Kuzey vilayeti Al-Jawf’ta 30 yıldır iki grup arasında bir kan davası haline gelmiştir.

Suyun yüzde 90’ı Ortadoğu’nun genelinde de gözlendiği gibi tarımda kullanılmaktadır. suyun etkin olarak kullanılmadığı Yemen’de tarımda kullanılan suyun yüzde %50’si “khat” üretiminde kullanılmaktadır. Nüfusun yarısından fazlasının açlık çektiği ülke su kaynaklarının yüzde 45’i gıda olarak tüketilmeyen narkotik bir otun üretimi için heba edilmektedir. Ayrıca, sanitasyon olmaması su kaynaklı hastalıkların yayılmasına ve ölümlere neden olmaktadır.

Çözüm Çabaları

Yemen’de yaşanan su krizine ilişkin olarak Dünya Bankası, GİZ, UNDP, JICA gibi örgütler ve özel sektör çeşitli projeler ile çözüm yaratmaya çalışmış fakat istenilen sonuca ulaşılamamıştır.
Öncelikle, iç savaşın yaşandığı ülkede politik istikrar ve devamında su yönetimine ilişkin kurumların inşa edilmesi gerekmektedir. Su yönetimi ve kullanımının bu kurumun kontrolü altında gerçekleşmesi gerekmektedir.

Yağışların gerçekleştiği dönemlerde yağmur hasadı yapılabilmesi için gerekli mekanizmların kurulması gerekmektedir.

Yeraltısularının kullanımının denetlenmesi ve açılan kuyuların kontrol altına alınması gerekmektedir. Fakat bürokratlar tarafından hala daha derin kuyuların açılması, su sorununun çözümü için en pratik yol olarak sunulmaktadır. Ayrıca, ülkede kullanılan yeraltısuyu %99 oranında kaçak kuyulardan elde edilmektedir.

Khat üretiminin azaltılması da önemli bir konudur. Ama kırsal kesimde çiftçilerin geçim kaynağı khat üretimidir. Ayrıca, khat üretimi aşiret liderleri, politikacılar ve askerler tarafından yönetilmektedir. 1970 ve 2000 yılları arasında Khat üretimi 8000 hektardan – 103 bin hektara ulaşmıştır.

Su kaçağına neden olan su dağıtım şebekesinin tamir edilmesi ve yenilenmesi gerekmektedir.

Suyun en yoğun harcandığı tarım sektöründe, modern sulama tekniklerinin kullanılması sağlanmalıdır. Keza gelişmiş sulama sistemleri sadece sulanan alanların yüzde 4’ünde kullanılmaktadır.

Atık suyun tekrar arıtılıp kullanılması teşvik edilmelidir.

Akifer beslenmesi alternatif bir çözüm olarak sunulmalıdır.

Desalinasyon kapasitesi arttırılması ancak Yemen’in fakir bir ülke olması nedeniyle dışarıdan sağlanacak bir destek ile uygulanabilir.

İSTİHBARAT DOSYASI : TEŞKİLATI MAHSUSADAN MİT’E TÜRKİYEDE İSTİHBARAT

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında, siyasi birliğin korunmasını sağlamak, ayrılıkçı hareketleri önlemek ve yabancı ülkelerin Ortadogu’daki istihbarat ve gerilla faaliyetlerine karşı koymak amacıyla kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, modern anlamda ilk istihbarat teşkilatıydı.

Ömer Aymalı / Tarih Gündem

19.yyda devletin içeride ve dışarıda karşılaştığı gelişmelerin bir sonucu olarak modern manada ilk istihbarat teşkilatı II.Abdülhamid tarafından kuruldu. Yıldız İstihbarat Teşkilatının amacı devlet üzerine oynanan oyunları haber almak ve özellikle tahta yönelik komploları önceden ortaya çıkarmaktı. 33 yıllık Abdülhamid idaresinin İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından son verilmesinin ardından Yıldız İstihbarat Teşkilatının faaliyetlerine son verildi. II.Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra teşkilata ait yüz binlerce sayfalık rapor ( jurnal ) saraydan alınarak yakıldı.

Türkiye’de istihbarat teşkilatlanmasında bir diğer önemli adım İttihat ve Terakki döneminde atıldı.Osmanlı devletinde ayrılıkçı hareketlerin yoğunlaşması ve isyanların baş göstermesi istihbarat faaliyetlerini artırdı. Balkan savaşlarının kötü sonuçlarından sonra bir istihbarat örgütünün kurulmasının ihtiyacı daha iyi anlaşılmıştı. Bu amaçla 17 Kasım 1913 tarihinde Teşkilatı Mahsusa kuruldu.

Teşkilat-ı Mahsusa ajanları Osmanlı devletinin her yanına ve yurtdışına dağılmış bulunan çeşitli hücrelerden oluşmuş ve personel sayısı 1916 yılında 30 bin kişiye ulaşmıştı. Ajanların büyük bir bölümü uzmanlardan oluşmaktaydı. Bunlar doktorlar, mühendisler, gazeteciler, politikacılar, subaylar ve sadakatlerine güvenilen gerilla savaşı uzmanlarıydı. Üç kıtada örgütlenen Teşkilat-ı Mahsusa’nın merkezi İstanbul Nuruosmaniye’deydi. Teşkilat mensupları, 1. Dünya Savası boyunca, Bingazi’de, Trablus’ta, Basra’da, Mısır’da gerilla hareketlerini örgütlediler, bu hareketlerde fiilen görevler aldılar. Osmanlı Devleti’nin son yıllarında, siyasi birliğin korunmasını sağlamak, ayrılıkçı hareketleri önlemek ve yabancı ülkelerin Ortadogu’daki istihbarat ve gerilla faaliyetlerine karşı koymak amacıyla kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, modern anlamda ilk istihbarat teşkilatıydı.

Osmanlı devleti Birinci Dünya savaşından yenik çıkınca İttihat ve Terakki Cemiyetinin liderleri yurt dışına çıkmak zorunda kaldılar. Ülke dışına çıkan İttihatçı liderlerden Talat Paşanın son emri gizli bir teşkilat olarak görev yapacak olan Karakol Cemiyetinin kurulması oldu. İstanbul’da kurulan Karakol Cemiyeti Milli Mücadeleye büyük katkılar sağladı. Cemiyet İstanbul’dan Anadolu’ya, silah ,cephane ve subayların kaçırılmasını sağladı. Karakol Cemiyetinin dışında bu tarihlerde yine İstanbul’da kurulan ve Anadolu’da şubeleri bulunan birçok gizli direniş grubu kuruldu. Bunlardan bazılarının ismi şöyleydi: Zabitân Grubu, Yavuz Grubu, Hamza Grubu, Mücâhid Grubu, Muhârip Grubu, Felâh Grubu, İmalât-ı Harbiye Grubu, Muâvenet-i Bahriye Grubu, Nâmık Grubu, Ferhâd Grubu, Kerimî Grubu, Fethiye Deniz Grubu, Askerî Polis (Ayn-Pe) Teşkilâtı, Müsellâh Müdafâa-i Milliye (M.M./Mim Mim) Grubu, Tedkik Heyeti Âmirlikleri, Geçit Teşkilâtı.

Ankara’da kurulan TBMM’nin ilk istihbarat örgütü ise 23 Eylül 1920de kurulan Hamza Grubu oldu. Ancak haberleşmede kullanılan şifre anahtarlarının İngilizlerin eline geçmesi üzerine 1920 yılının sonunda adı değiştirildi. Sırasıyla Mücahid Grubu, Muharib Grubu, Felah Grubu adıyla adlandırıldı. Bir diğer istihbarat örgütü ise Hüsamettin Ertük ve Fevzi Paşa tarafından kurulan Müdafaa-i Milliye’ydi. Baş harflerinden dolayı Mim Mim adıyla anılan teşkilat İstanbul’dan Anadolu’ya silah,cephane ve subay kaçırma ve düşman karargahlarından elde edilen bilgi ve belgeleri Ankara’ya aktarıyordu.

Milli Mücadele döneminde kurulan bir diğer istihbarat örgütü ise Batı cephesinde oluşturulan Askeri Polis Teşkilatı idi. Ancak bu teşkilatlanma üyelerinin olumsuz davranışları, halkta korku yaratmaları, zorba kesilmeleri, kendilerini gizlemekten uzak duruşları sebebiyle kuruluşunun üzerinden bir sene geçmeden kapatıldı.

Askeri Polis Teşkilatının kapatılmasının ardından 1 Nisan 1921 tarihinde Tedkik Heyeti Amirlikleri adıyla yeni bir istihbarat örgütü kuruldu. Genelkurmay bünyesinde bulunan bu teşkilatın da ömrü uzun olmadı ve kısa sürede lağvedildi. Mudanya Ateşkes antlaşmasından Lozan Antlaşmasına kadar geçen süre içerisinde ise istihbarat faaliyetleri Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti tarafından I.Ordu Komutanlığına bağlı alarak yürütüldü.

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde Batı ülkelerinde olduğu gibi modern bir istihbarat teşkilatının kurulması görevi Mustafa Kemal tarafından Fevzi Paşa’ya verildi. Böylece yurt içine yönelik istihbarat hizmeti verecek olan Milli Emniyet Hizmeti ( MEH) Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyâseti (EHUR) İstihbarat Dairesi’ne bağlı olarak 6 Ocak 1926 yılında kuruldu. Fevzi Çakmak 6 Ocak 1926 tarihli yazı ile yeni teşkilatın kuruluşunu valiliklere şöyle bildirmişti: “Genel merkezi Ankara’da, şubeleri şimdilik İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Kars’ta olmak üzere bir (Milli Emniyet Hizmeti) kurulmuştur. Bu şubeler doğrudan doğruya genel merkeze bağlanmıştır. Şimdiye kadar Ordu Müfettişlikleri’nce yürütülen istihbarat hizmetleri bundan böyle bu teşkilat tarafından yürütülecektir.”

Teşkilatın Dış İstihbarat bölümünün kurulması amacıyla da I.Dünya savaşı öncesinde ve savaş sırasında Alman Genelkurmay İstihbarat Servisinin başında bulunmuş olan Albay Walther NicolaiTürkiye’ye davet edildi. Daveti kabul eden Nicolai ile Ankara’da yapılan görüşmelerin ardından bir sözleşme yapıldı. Bir taraftan dış istihbaratın kurulma çalışmaları gerçekleştirilirken diğer taraftan hizmet verecek personelin yetişmesi amacıyla belirlenen bazı istihbarat görevlileri 1926 Martında Almanya’da Walther Nicolai tarafından kursa alındı.

Walther Nicolai, 1926 yılının Eylül ayından Kasım ortasına kadar İstanbul ve Ankara’da subay ve sivil bazı kişilere iki ay süreyle istihbarat konferansları verdi. Aynı zamanda bu konferanslarda Teşkilat Nimaznamesi de hazırlandı. Bu çalışmaların ardından İstihbarat Heyeti tarafından Milli Emniyet Hizmeti Riyasetinin yapılanma faaliyetine girişildi.

1926 yılının sonlarına doğru son hali verilen Teşkilat Nizamnamesiyle Riyasetin iç ve dış yapılanması tamamlandı. Buna göre ilk merkezi yapılanma 4 ana şubeden meydana geliyordu. A Şubesi: İstihbarat, B Şubesi: Müdafaa, C Şubesi: Propanganda, D Şubesi: Teknik destek

6 Ocak 1927 tarihinde resmen kurulan MEH’in adı sonraları Milli Amala Hizmet olarak değiştirildi ve MAH kısaltması kullanılmaya başladı. 1932-1937 yıllarında iç istihbaratta Emniyet Teşkilatı ile görev paylaşımına gidilirken 1937’den sonra iç istihbarat Emniyete devredildi.MAH ise dış istihbarata ağırlık veren bir teşkilat haline geldi.

1960 askeri darbesinin ardından Milli Güvenlik Kuruluna bağlanan MAH, 6 Temmuz 1965 tarihinde Milli İstihbarat Teşkilatı adını aldı.

Kaynaklar:

Erdal İLTER,Milli İstihbarat Teşkilatı Tarihçesi

Kaya Karan,Türk İstihbarat Tarihi
Yıldız İstihbarat Teşkilatı ve Teşkilat- ı Mahsusa’dan Mit’e

TARİH : Pearl Harbour öncesi Japonya ile savaş kışkırtılmasını savunan ABD istihbarat raporu

BND DOSYASI : Alman istihbarat servisinin muslukları çalındı

ÖZEL BÜRO NOTU :BU TÜR ŞEYLER SADECE BİZDE OLUR SANIYORDUK AMA DİSİPLİNİ İLE ÜNLÜ ALMANYADA DA OLUYORMUŞ J

Alman istihbarat servisi BND’nin binasından muslukların çalınması ülke gündemine bomba gibi düştü.

Alman istihbarat servisi BND’nin, Berlin’de inşaatı süren yeni binasındaki musluklar, kimliği belirsiz kişilerce çalınması üzerine, inşaatı su bastı; milyon dolarlık hasar meydana geldi.

Almanya’nın en iyi korunan binasında meydana gelen olay, kamoyunda tepki topladı, hatta mizah konusu oldu.

Eski Amerikan Başkanı Richard Nixon’ın istifasıyla sonuçlanan "Watergate skandalı"na atıfta bulunan Alman basını, istihbarat teşkilatında "Watergate" skandalı başlığıyla haberi okuyucularına duyurdu.

İNGİLTERE DOSYASI : İngiliz milletvekilleri daha fazla kadın istihbaratçı istiyor

İngiliz Parlamentosu’nun İstihbarat ve Güvenlik Komisyonu, ülkedeki istihbarat kuruluşlarında daha fazla kadın çalışan istihdam edilmesi gerektiğini belirterek bu konuda tavsiyelerde bulundu.

İngiliz Parlamentosu İstihbarat ve Güvenlik Komisyonu, "Birleşik Krallık istihbarat toplumunda kadının rolü" başlıklı bir rapor hazırladı.

Raporda, ülkedeki istihbarat kuruluşlarında çalışan kadınların işe alım süreçleri, annelik izniyle bağlantılı sorunlar, çocuk bakımı ve esnek çalışma saatleri, terfi ve kariyer beklentileri konularına değinildi.

Komisyon raporunda, ülkedeki üç istihbarat kuruluşu olan Birleşik Krallık’ın siber bağlantıları ve alt yapısının güvenliğinden sorumlu Dijital İletişim ve İstihbarat Kurumu, terörizm ve casusluk gibi konularda ulusal güvenlikten sorumlu MI5 ve dış istihbarattan sorumlu MI6’da görevli kişilerin yüzde 37’sini kadınların oluşturduğu bilgisi verildi. Bu kuruluşlarda üst düzey pozisyonlarda bulunan kadınların oranının yüzde 19’da kaldığına çekildi.

Komisyon raporunda, istihbarat kuruluşlarının daha fazla kadın istihbaratçı istihdam etmesi gerektiği belirtildi ve bunun çoğunlukla kadınların ziyaret ettiği bazı popüler internet siteleri aracılığıyla gerçekleştirebileceği tavsiye edildi.

Raporda, "İşe alım için özgün kadın gruplarını hedef alın. Orta yaşlı, orta kariyerli kadınlar veya anneler değerli hayat tecrübelerine sahip oluyor" denildi.

Rapordaki bulgulara ilişkin açıklama yapan komisyonun üyelerinden İşçi Partili milletvekili Hazel Blears, istihbarat kuruluşlarında "kalıplaşmış, geleneksel erkek zihniyeti" bulunduğunu vurguladı.

Blears, "Ben kadınların istihbarat kariyerine çekilmesini ve kadınların da bu alanda gerçek ilerleme kaydedebilecekleri ihtimalini görmelerini istiyorum. Kuruluşların ulusal güvenliğimizi korumak için yaptıkları hayati önem taşıyan çalışmalarını takdir ediyorum. Bazen tehlikeli, daima değişken ve zor koşullarda çalışıyorlar. Ancak geliştirme yapabileceğimiz birçok alan var. İlk ve en önemlisi kültürel ve davranışsal konulara değinmemiz" diye konuştu.

TAYLAND DOSYASI : Tayland’da eski istihbarat şefinin mal varlığı satılıyor

ÖZEL BÜRO NOTU :DARISI BAŞIMIZA. ELOĞLU KORGENERAL FİLAN DİNLEMEDEN KİM OLURSA OLSUN YOLSUZLUK YAPANI İÇERİ ATIYOR. BİZDE İSE NASIL OLSA MÜSLÜMAN ADAMLAR, DİNDARDIR BİZDENDİR DENİLEREK İNDİRAGANDİYE GÖZ YUMULUYOR. BİR TAYLAND KADAR OLAMADIK. ÇOK YAZIK !

Tayland’da eski istihbarat şefinin mal varlığı satılıyor

Tayland’da yolsuzluk ve monarşiye hakaretten 31 yıl hapse mahkum edilen eski istihbarat dairesi başkanı Korgeneral Pongpat Çayapan’a ait bazı eşyaların satılması için askeri bir üste müzayede düzenlendi.

Başkent Bangkok dışındaki askeri üste yapılan ve dört gün sürecek müzayedede Pongpat Çayapan’ın polis tarafından el konulan 27 bin parça eşyasından küçük bir bölümü satılacak. Satışa çıkarılanlar arasında Buda heykelleri, Rolex marka saatler ve çok pahalı Fransız şarapları bulunuyor.

Tayland Veliaht Prensi Maha Vajiralongkorn’nın ayrıldığı karısının amcası olan 59 yaşındaki Çayapan’ın kasım ayında gözaltına alınması üzerine Prenses Srirasmi kraliyet unvanından feragat etmişti.

Cunta yönetimi, gözaltına alınmasının ardından Pongpat Çayapan’ın 311 milyon dolarlık servetine el koymuş, idaresindeki yaklaşık 300 polis memuru da farklı birimlere veya aktif olmayan görevlere atanmıştı.

Tayland’da geçen yıl mayıs ayında hükümeti deviren cunta yönetimi, ülkedeki birincil önceliğinin yolsuzlukla mücadele olduğunu savunuyor

RUSYA DOSYASI /// İstihbarat alarmda : “Rusya, Batı destekli ‘renkli devrim’e karşı gardını al ıyor”

Rusya, Batı destekli “renkli devrim” ihtimaline karşı önlem almaya hazırlanıyor. Rusya Güvenlik Konseyi bünyesindeki Bilim Konseyi, ülke içinde istikrarsızlığın körülenmesi ve “renkli devrim” senaryolarına karşı atılması gereken adımlarla ilgili rapor hazırlıyor.

Kommersant gazetesinin Devlet Güvenlik Konseyi’ne yakın bir kaynağa dayandırdığı haberine göre, Rusya, Ukrayna krizinden sonra “renkli devrim” ihtimaline karşı harekete geçti.

Güvenlik Konseyi’nin, Rusya’nın sosyo-ekonomik gelişimini etkileyen iç ve dış tehditlere karşı ulusal güvenliği sağlamaya yönelik bilimsel yöntemleri masaya yatırma kararı aldığı belirtiliyor.

Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan, eski istihbarat görevlisi, Moskova Devlet Üniversitesi profesörlerinden, Devlet Güvenlik Konseyi Bilim Konseyi üyesi Andrey Monoylo, Rusya’da iktidara karşı darbe düzenlenmesi ihtimalinin arttığı fikrini dile getirdi.

Monoylo, Batı’nın yaptırımlarının, ülke ekonomisindeki kötü gidişatın ve ünlü muhalif Boris Nemtsov’un öldürülmesinin ülkede “agresif siyasi muhalefeti” harekete geçirmede kullanılabilecek gelişmeler olduğunu savundu.

İsmi açıklanmayan bir kaynak da gazeteye yaptığı açıklamada, Devlet Güvenlik Konseyi’nin, Rusya’nın egemenliğinin korunmasına yönelik bir dizi önlemi hayata geçirmeye hazırlandığını aktardı.

– See more at: http://www.turkrus.com/68535-istihbarat-alarmada-rusya-bati-destekli-renkli-devrime-karsi-gardini-aliyor-xh.aspx#sthash.rivyhi5D.dpuf

RUSYA VE FSB DOSYASI : Rusya’da, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’ye bilgi sızdıran polise 15 sene h apis

ÖZEL BÜRO NOTU :DARISI BAŞIMIZA. ELOĞLU KİM OLURSA OLSUN CASUS YAKALADI MI CEZAYI YAPIŞTIRIYOR. BİZDE İSE KOZMİK ODALARA KADAR HAKİM MARİFETİYLE GİRİLİYOR, EN ÖNEMLİ GİZLİ BELGELER FETULLAHÇI POLİSLERCE ABD’YE TEPSİ İÇİNDE SERVİS EDİLİYOR. CEZA, HAPİS HAK GETİRE. ABD TEK KURŞUN ATMADAN, TEK CASUS GÖNDERMEDEN EN KRİTİK BELGELERİ AYAĞINA KADAR GETİRTİYOR. DİYECEK BİR ŞEY BULAMIYORUZ. PES !

Rusya’da, Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı (ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA) ile iş birliği yapmakla suçlanan bir polise 15 sene hapis cezası verildi.

Moskova Şehir Mahkemesi, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’ye devlete ait saklı bilgileri sızdırdığı iddiasıyla hakkında vatana ihanetten dava açılan polis memuru Roman Uşakov’u 15 sene hapis cezasına çarptırdı.

Mahkemede "saklı" ibaresi bulunan dava dosyasının giriş ve netice bölümleri okundu. Yargılama sonunda Uşakov, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’ya bilgi sızdırmakla vatana ihanetten suçlu bulundu. Delil olarak mahkeme, İçişleri Bakanlığı’na ait ve Uşakov’un erişebildiği bilgilerden oluşan saklı şifreli telgraflar ile bir taş altında gizlenmiş halde bulunan 37 bin avroyu sundu.

Başsavcılık temsilcisi Viktor Antipov, davaya ilişkin yaptığı açıklamada, Uşakov’un 2013 yılında saklı kasayı açmaya çalışırken suçüstü yakalandığını ve sanığın suçunu kabul ederek, Amerika Birleşik Devletleri ABD’nin istihbarat örgütüyle yaptığı görüşmeler hakkında bilgi verdiğini söyledi.

KOMPLO TEORİLERİ : Düşen Uçaklarda İsrail Şüphesi

Milliyet’in haberi son olarak Malatya ve Konya’da düşen F-4 uçaklarının İsrail’de 2002 yılında modernize edildiği, bu tarihten sonra son kazalarla beraber 12 adet F-4’ün düştüğü ortaya çıktı.

10 günde 3 kez düşen F-4 savaş uçakları akıllara bir sürü soru işareti getirmeye başladı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), 54 adet F-4’ü 632 milyon dolar (1,643 milyar TL) ödeyerek modernize ettirdiği dönemde (1998-2003) İsrail’in kendi bünyesindeki F-4’leri hurdaya ayırdığı biliniyor. İşte ne olduysa bu tarihten sonra oldu. Türkiye’de 2002 yılından bu yana, yani modernizasyonun ardından toplam 12 adet F-4 savaş uçağının düştü. En dikkat çeken nokta ise düşen uçakların tamamının İsrail’de elden geçirilmiş olması.

11 MİLYON 700 BİN DOLARA MODERNİZASYON

Modası geçmiş, dünyanın artık F-4’leri hurdaya ayırdığı bir dönemde uçak başına 11 milyon 700 bin dolar (30.4 milyon TL) ödeyerek yaptırdığımız modernizasyon sonrası uçakların peş peşe düşüşü o dönemde yapılan askeri anlaşmaları bir kez daha gündeme getiriyor.

“DÜNYA HURDAYA AYIRDI BİZ NİYE KULLANIYORUZ”

Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in övünerek bahsettiği, hatta 1998 yılında İsrail’e yaptığı bir ziyarette bizzat hangarlarda incelediği F-4 modernizasyon projesi kapsamında elden geçirilen uçakların peş peşe düşmesi, “Dünyanın hurdaya ayırdığı uçakları biz neden hala uçuruyoruz” sorusunu gündeme getirdi.

AMERİKA 19 YIL ÖNCE HURDAYA AYIRDI

İlki 1958 yılında Amerikan McDonald Douglas firması tarafından üretilen F-4’ler ilk defa 1960 yılında Amerikan donanmasında kullanılmaya başlamış. Amerikan ordusu, özellikle Vietnamsavaşında kullandığı F-4’leri tam 19 yıl önce 1996 yılında hurdaya ayırmış. Bu güne kadar 5 bin 195 adet üretilen F-4 savaş uçaklarını İsrail de 2004 yılında hurdaya ayırmış. F-4’ler Türkiye dışında; ABD, İsrail, Avusturya, Mısır, Almanya, Yunanistan, İran, Japonya, Güney Kore,İspanya ve İngiltere orduları tarafından da kullanılmış.

BUGÜNE KADAR 15 PİLOT ŞEHİT OLDU

2002 yılından bugüne kadar ülkemizde yaşanan F-4 uçağı kazalarında 15 pilot şehit oldu. Meydana gelen F4 kazaları şunlar:

“10 Ocak 2002: Sivas Gürün’de 173. Filo’ya ait iki F-4 çarpıştı, pilotlar fırlatma koltukları ile uçaklardan atladı.

9 Ocak 2003: Malatya’da 173. Filo’ya ait iki F-4 kol uçuşu sırasında birbiriyle çarpıştı. Olayda Yzb. Fazıl Taştan, Yüzbaşı Ali Rıza Sadak, Üsteğmen Semih Desticioğlu ve Üsteğmen M. Fatih Ongun şehit oldu.

22 Haziran 2005: Malatya’da düşen RF-4E uçağında Yüzbaşı Mustafa Akyüz ve Pilot Üsteğmen Melih Çelik atlayarak kurtuldular

17 Mart 2009: Konya’da askeri eğitim uçuşu yapan F-4 düştü, 1 pilot şehit oldu 1 pilot yaralandı.

3 Ekim 2011: 173. Filo’ya ait F-4, Konya’da yapılan tatbikatta düştü. Kazada Binbaşı Serdar Kandemir ve Üsteğmen Engin Kayadibi şehit oldu.

22 Haziran 2012: 173’üncü Filo’ya ait F-4 uçağı Akdeniz açıklarında Suriye tarafından atılan füze ile düşürüldü. Kazada Yüzbaşı Gökhan Ertan ile Teğmen Hasan Hüseyin Aksoy yaşamını yitirdi

30 Eylül 2013: Sivas’ın Kangal ilçesi yakınlarında düşen 173. Filo’ya ait F-4 uçağında Binbaşı Serdar Çeliker, Yüzbaşı Fatih Tüm atlayarak kurtuldu.

24 Şubat 2015: Malatya’dan havalanan ikili RF-4 kolu havada çarpıştı. Uçakta bulunan dört pilot hayatını kaybetti.

05 Mart 2015: Konya’da F-4 eğitim uçağının düşmesi sonucu Hava Pilot Kurmay Binbaşı Mustafa Tanış ile Hava Pilot Yüzbaşı Mustafa Delikanlı şehit oldu”.