BÖLÜM 1
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gizli celse zabıtları yayınlanalı otuz yılı geçti. TBMM Basımevi tarafından ilk baskısı 1980 yılında dört cilt olarak yapılmıştı. Bu zabıtlar, 24 Nisan 1920’den 25 Ekim 1934 tarihine kadar olan gizli oturumlarda yapılan konuşmaların tutanaklarından oluşmaktadır. O günden bu yana Cumhuriyetin kuruluşunda ve temelindeki hadiselerin tarihini inceleyen ve araştıran pek çok araştırmacı, bu tutanaklardan faydalanarak araştırmalarını ve eserlerini zenginleştirdiler. Bu zabıtlar aynı zamanda Cumhuriyetin kuruluş zamanında yaşamış ve mecliste bulunmuş kişilerin biyografilerini hazırlayan araştırmacıların el kitabı niteliğinde olmuştur. Hatta sadece bu zabıtlardan hareketle bazı kitaplar da hazırlanmıştır.
Saltanatın kaldırılması, Hilafet tartışmaları, Lozan görüşmeleri ve bunun getirdiği bütün meseleler, Anadolu’da Milli Mücadele ve bu sıradaki isyanlar, inkılaplar ve uygulamalar gibi konularda son derece detaylı konuşmalar bu buna bağlı olarak da çok farklı tespitler gizli celse zabıtlarının içerisinde yer almaktadır. Zabıtların tarihi dikkate alınırsa, Arap coğrafyasının Osmanlı’dan ve aslında Türkiye’den koptuğu tarihleri de kapsadığı hemen göze çarpacaktır. Bu açıdan zabıtlardaki konuşmaları yeniden inceledik. Buradaki konuşmaları, yorumları ve tespitleri göz önünde bulunduran Arap milletlerini ve coğrafyasını Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gözüyle anlamaya çalıştık. Birkaç yazı ile bu gözlemlerimizi sizlerle de paylaşacağız. Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da açılınca İstanbul’dan intikal eden bin bir mesele ve problemle karşı karşıya kalınmış idi. Bununla birlikte Gizli Celse Zabıtlarında yer alan ilk oturumda ve ilk konuşmada Mustafa Kemal Paşa’nın Suriye ve Irak hakkındaki beyanatı, yeni kurulan meclisin bölgeye nasıl yaklaştığını ortaya koymakla birlikte bölgenin de meclis gündeminin ilk sıralarında yer aldığını göstermektedir. 24 Nisan 1920 tarihli gizli oturumda, sözlerine meclisin mesaisine konu olan bölge aynı zamanda Türkiye’nin de milli sınırlarını teşkil ettiğini vurgulayarak başlayan Mustafa Kemal Paşa sözü bu sınırlar içerisinde bulunan Suriye’ye getirdi. Ona göre meclis kurulduktan sonra ilk iş milli hudutlarımız dâhilinde bulunan dindaşlar ile iletişim kurmaktı. Bu da yapılmıştı. Bunu aktardıktan sonra Mustafa Kemal, Suriye’den Emir Faysal tarafından gönderilen murahhaslar hakkındaki sözlerine şu şekilde devam etmiştir: “Suriye halkı ve Irak halkı yani Arabistan, 1914 tarihinden evvel aynı hudut dâhilinde bulunduğumuz zamanlarda; Osmanlı Devleti’nin bir uzvu bir rüknü olmaktan fevkalâde müşteki ve müstakil olmak gayesini takip ediyorlardı. Buna karşı çalıştılar, fakat neticeyi istihsal edebilmek için kendi kuvvetlerine istinadın kâfi olmadığını gördüler ve maatteessüf hepimizi birden imhaya tevessül eden düşmanlarla teşriki mesai ettiler. İngilizler, Fransızlar kendilerinin hayali olan gayelerini gerçekleştirecek diye eteklerine sarıldılar. Lâkin harbi umuminin neticesini gördükten sonra Suriye’de İngilizler, Fransızların idare tarzına, muhakkirane olan idaresine hedef olduktan sonra bu aksamdaki ehli İslam pek büyük bir hataya duçar olduklarını takdir ettiler. Onu müteakip yine bir kısım kendi dâhillerinde müstakil olmak fakat yine bir suretle, bir şekilde Camia-i Osmaniye dâhilinde bulunmak cihetini düşündüler. Bittabi makam-i muallay-i hilâfete karşı olan merbutiyetleri cümlemiz gibi bütün ehli iman için bir vazife-i mukaddese idi. Diğer bir kısmı daha ileriye gittiler. Bize hiçbir şekil ve surette istiklâlin lüzumu yoktur, biz halifemiz ve padişahımıza merbut olarak Camia-i Osmaniye dâhilinde bulunacağız, dediler. Suriye’de böyle muhalif cereyanlar mevcut idi. Biz bittabi salahiyet-i resmiye ve ilmiyeye malik bulunmadığımız için, efradı milletten bir heyet-i milliye olduğumuz için, bu cereyanın müvellid-i hakikisi olan yine milletler vasıtasıyla temas etmiş oluruz. Fakat bizim Suriye’de İslam gayesi ile münasebetlerimiz oluşmaya başladıkça orada bir saltanat tesisi ile iştigal eden Emir Faysal’ın ve Emir Faysal’ı himaye eden Fransızların nazarı dikkatini celp etti. Neticede Emir Faysal dahi hususi murahhaslarını bizimle temasa getirdi. Resmi temasla bu müracaatın bizce telakki edilen şeklini izah etmek isterim. Her halde Suriyeliler her hangi bir ecnebi devlet ile münasebetinin kendileri için binnetice esaret olacağına kani oldular. Bundan dolayı bize teveccüh ettiler. Bizim bilmukabele gösterdiğimiz şekil şundan ibaret idi. Dedik ki artık milli hududumuz dâhilinde bulunan menabi-i insaniyeyi ve menafi-i umumiyeyi hududumuzun haricinde isaraf etmek istemeyiz. Fakat ittihat, kuvvet teşkil edeceğinden bütün İslam âlemi manen olduğu gibi maddeten de müttefik ve müttehit olmasını şüphe yok ki büyük memnuniyetle karşılarız. Bunun içindir ki bizim kendi hududumuz dâhilinde müstakil olduğumuz gibi Suriyeliler de hudut-i dâhilinde ve hâkimiyet-i milliye esasına müstenit olmak üzere serbest ve müstakil olabilirler. Bizimle itilaf ve ittifakın fevkinde bir şekil ki federatif yahut konfederatif denilen şekillerden birisi ile irtibat peyda edebiliriz. Ahali bunu arzuları fevkinde lehlerine telakki etmiş olacaklar ki Emir Faysal milletin bu arzusu karşısında kendi emellerinin sarsılmakta olduğuna vakıf oldu. Müracaatları da bunun üzerine oldu. Ahalinin bu arzusu fiile de inkılâp etti. Suriye dâhilinde bazı ef’al ve harekât bittabi mesmuunuz olmuştur. İşte bu fiiliyat başladıktan sonra Emir Faysal suhuletle tesis-i hâkimiyet edemeyeceğini ve Fransızlar da bir müstakil devlet haline orasını kolaylıkla kullanamayacaklarını zannettiler ki, muhtemelen ahaliye demek istediler ki, biz de sizin fikrinizdeyiz. Ancak bizim yaşamak için paramız yok ve haricin tazyikatına mukavemet edecek vesaitimiz yoktur. Türkiye bunu temin ederse biz Fransızları memleketimizden kovabiliriz. Bunu biz samimi telakki etmedik. Onun için vuku bulan siyasi müracaatta biz de siyasi cevap vermiş bulunduk. Ancak hakiki irtibat hükümet şeklinde değil fakat Suriye milletiyle Suriyelilerle olmuş oldu ve oradaki bu hareket hakikaten bize manevi kuvvetle beraber maddi kuvvet zammetmiştir. Milli hududumuzun cenup cephesindeki harekâtı nazar-ı dikkatten geçirecek olursak bu fiiliyatın semerat-ı maddiyesini görebiliriz.” Mustafa Kemal’in konuşmasında geçen Suriye’de hem Fransızların mandasını isteyen hem de Osmanlı’ya bağlı kalmayı tercih eden iki cereyanın mevcudiyeti ve buna karşı Mustafa Kemal’in “Suriye’de böyle muhalif cereyanlar var idi” tespiti bugün hâlâ güncelliğini korumaktadır. Mustafa Kemal konuşmasına yine Arap coğrafyası üzerinden devam ederek şu sözleri söylemiştir: “Irak’a gelince; Irak’ta İngilizlerin muamelâtı ahali-i İslamiyeyi fevkalade dil-gir etmiş oldu. Biz kendilerine temas aramadan evvel onlar bizimle temas aradı ve alelıtlak eskisi gibi bir Osmanlı memleketinin cüzü olmayı kabul ettiler. Fakat biz onlara karşı Suriyelilere söylediğimiz nokta-i nazarı söylemekten başka bir şey yapmadık. Ettiğimiz kendi dâhilinizde kendi kuvanızla kendi mevcudiyetinizle müstakil bir devlet olunuz. Biz her şeyden evvel istiklalimizin teminine çalışıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiçbir mani kalmaz ve Musul havalisinde Bağdat’ta ve sair birçok yerlerde … vaka olarak bir çok hadisat zuhur edecekti ve bugün dahi, eşgal-i zahirîyesi ne olursa olsun, bizim imhamıza çalışan düşmanlar, Suriye ve Irak’taki vakayi muvacehesinde milli faaliyetlerle bize tevcih ettikleri kuvvetleri tenkise mecbur olmuşlardı ve bugün dahi eşgal-i zahiriyesi ne olursa olsun gerek Iraklıların gerek Suriyelilerin bu iki mıntıkadaki dindaşlarımızın kalpleri bizimle beraberdir. Eğer bundan sonra esbabına tevessül edilirse bunlardan azami istifade etmen mümkündür”. The post TBMM Gizli Celse Zabıtlarından Arap Dünyası Üzerine Notlar (1) appeared first on ORDAF.
|
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.