Günlük arşivler: Mart 21, 2015
MUHSİN YAZICIOĞLU DAVASI : Yazıcıoğlu davasında ‘NASA’lı ifade
Yazıcıoğlu davasının tanıklarından Abdullah Göllü: ‘‘Beşir Atalay bizi Ankara’ya çağırdı, görüşmeyi yaptık. Enkazın olduğu yerde iken, NASA’da olduğunu söyleyen bir şahıs aradı.’’
Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte altı kişinin hayatını kaybettiği helikopter kazasına ilişkin davada, tanıkların ilginç ifadeler verdiği ortaya çıktı. GriHat’ın ulaştığı ifade tutanaklarında, tanık Abdullah Göllü, ‘‘Olaydan sonra Bakan Beşir Atalay bizi Ankara’ya çağırdı, görüşmeyi yaptık… Beni enkazın olduğu yerde iken M.D. isminde NASA’da olduğunu söyleyen bir şahıs aradı’’ diyor.
Kahramanmaraş’ta 25 Mart 2009 tarihinde meydana gelen ve Yazıcıoğlu ile birlikte altı kişinin yaşamını yitirdiği helikopter kazasına ilişkin davanın Kahramanmaraş 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde 17 Şubat’ta görülen üçüncü duruşmasında tanıkların ilginç ifadeler verdiği ortaya çıktı. O dönem Ada Tepe Barajı’nda güvenlik görevlisi olarak çalıştığını belirten tanık Abdullah Göllü, ifadesinde şunları dile getirdi: ‘‘Acil servisin önünde beklerken askeri aracın üzerine bir haritanın yayıldığını ve bir üsteğmenin GSM operatörlerinden alınan sinyal gereğince bir alanı kırmızı daire içerisine aldıklarını gördüm. Yöreyi tanıdığım için buranın Sisne bölgesi olduğunu anladım. Asker şahısın, askerlerini Yeşildere bölgesine yöneltmesi üzerine itiraz ettim ancak bu itirazım reddedildi ve oradan uzaklaştırıldım…
‘‘RESMİ YERLERDEN CEVAP ALAMAYINCA…’’
Bana göre aranmayan tek bir yer vardı, ben de oraya gidecektim. Cuma günü yeniden arama kurtarmaya devam etmek için Kızılöz köyüne gittim, askerler sivil şahısları kesinlikle arama kurtarmaya göndermedikleri için ben de mevcut askeri kıyafetlerinin üzerine askeri malzemeler satan yerden rütbe aldım. Bu rütbeleri takarak arama kurtarmaya giderken, Döngel köyünden 16 kişi ile karşılaştım. Hep beraber enkazın bulunduğu tepeye 02:45’te ulaştık. Ben hemen Jandarma kriz merkezini, emniyeti, 112’yi aradım. Enkazın bulunduğu yerden ilk helikopter pilotunun cesedi ile karşılaştık. Ben aradığım resmi yerlerden cevap alamayınca muhasebe müdürümü arayıp durumu anlattım.
‘‘BEŞİR ATALAY BİZİ ANKARA’YA ÇAĞIRDI’’
Daha sonra Beşir Atalay beni telefonla aradı. Olay yerinde biz dört kişinin cesedini tespit edebildik ancak diğer iki kişinin cesedini göremedik. Etrafı aradık ancak bulamadık. Olay sırasında cep telefonumla dört adet video kaydı yaptım, iki tanesini ses kaydı ile olay yerini anlattım, diğer iki kayıtta ise sadece sessiz olay yerini gösterir görüntüler vardı. Ayrıca 64 adet fotoğraf çektim. Daha sonra 16 kişi ile birlikte Kızılöz köyüne indik. Önce ifademi üst düzey yetkililerin, savcıların, içişleri bakanının olduğu ortamda verdim. Daha sonra oradan çıktım ancak beni tekrar çağırdılar. Bu sefer evin başka bir odasında Milli İstihbarat’tan olduğunu söyleyen iki kişi görüntü alıp almadığımı sorguladı, ben de aldığımı söyledim. Telefonumun hafıza kartını ve kendisini aldılar. Tam 45 gün sonra telefonum hafıza kartı olmaksızın bir yaşlı kadın aracılığı ile bana ulaştı… Olaydan sonra bakan Beşir Atalay, 17 kişi ile birlikte kaymakam, köy koruyucusu Musa Köroğlu olmak üzere bizi Ankara’ya çağırdı, görüşmeyi yaptık…
‘‘BENİ NASA’DAN ARADILAR’’
Beni enkazın olduğu yerde iken M.D. isminde NASA’da olduğunu söyleyen bir şahıs aradı. Beni cep telefonumdan dolayı uydu ile gördüğünü, yaklaşık 25 metre güneyimde üç kişinin daha olduğunu, kontrol edip edemeyeceğimi sordu. Ben de dediği yere gittiğimde küçük bir kovuk olduğunu, yaklaşık 3-4 kişinin sığabileceğini gördüm ve bu kovuğun önünde de bir kişiye ait asker postalı izleri olduğunu gördüm. Ancak orada bende başka kimse yoktu. 17 kişilik grupta bende askeri bot vardı ancak kardaki iz ‘Yakupoğlu’ markalı ve yıldız deseni olan bir bottu.’’
‘‘GÖRÜNTÜ ALDIM DEYİNCE…’’
Tanık Yılmaz Dilki ise, ifadesinde şu ifadeleri kullandı: ‘‘Ben ilk önce 156-155’i aradım, daha sonra fotoğraflar çektim. Bu sırada bir telefon geldi, telefondaki şahıs görüntü alıp almadığımı sordu. Ben de görüntü aldım deyince telefonum o anda bozuldu, halen bozuktur. Telefonum Çin malı ‘Trident’ marka idi, ucuzdu ancak çalışıyordu. Telefonum halen Devlet Denetleme Kurulu’ndadır. Olay yerinden köye indikten sonra kimse bize görüntü alıp almadığımızı sormadı. Daha sonra Devlet Denetleme Kurulu geldiğinde telefonumu faydası olur umudu ile kendim verdim. Olay sırasında yanımda iki adet telefon vardı, diğer telefon ise kamerası ve bir özelliği olmayan sadece konuşmaya yarayan adi bir telefondu, onunla görüntü çekmedim.’’
YENİ DURUŞMA 21 NİSAN’DA
Bu arada, 3 Ekim 2014’te ilk duruşması görülen davanın ikinci duruşması 4 Aralık’ta, üçüncü duruşması ise 17 Şubat 2015’te görülmüştü. Davanın bir sonraki duruşması ise 21 Nisan’da görülecek.
MİT DOSYASI : TEŞKİLATI MAHSUSADAN MİTE TÜRKİYEDE İSTİHBARAT
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında, siyasi birliğin korunmasını sağlamak, ayrılıkçı hareketleri önlemek ve yabancı ülkelerin Ortadogu’daki istihbarat ve gerilla faaliyetlerine karşı koymak amacıyla kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, modern anlamda ilk istihbarat teşkilatıydı.
19.yyda devletin içeride ve dışarıda karşılaştığı gelişmelerin bir sonucu olarak modern manada ilk istihbarat teşkilatı II.Abdülhamid tarafından kuruldu. Yıldız İstihbarat Teşkilatının amacı devlet üzerine oynanan oyunları haber almak ve özellikle tahta yönelik komploları önceden ortaya çıkarmaktı. 33 yıllık Abdülhamid idaresinin İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından son verilmesinin ardından Yıldız İstihbarat Teşkilatının faaliyetlerine son verildi. II.Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra teşkilata ait yüz binlerce sayfalık rapor ( jurnal ) saraydan alınarak yakıldı.
Türkiye’de istihbarat teşkilatlanmasında bir diğer önemli adım İttihat ve Terakki döneminde atıldı.Osmanlı devletinde ayrılıkçı hareketlerin yoğunlaşması ve isyanların baş göstermesi istihbarat faaliyetlerini artırdı. Balkan savaşlarının kötü sonuçlarından sonra bir istihbarat örgütünün kurulmasının ihtiyacı daha iyi anlaşılmıştı. Bu amaçla 17 Kasım 1913 tarihinde Teşkilatı Mahsusa kuruldu.
Teşkilat-ı Mahsusa ajanları Osmanlı devletinin her yanına ve yurtdışına dağılmış bulunan çeşitli hücrelerden oluşmuş ve personel sayısı 1916 yılında 30 bin kişiye ulaşmıştı. Ajanların büyük bir bölümü uzmanlardan oluşmaktaydı. Bunlar doktorlar, mühendisler, gazeteciler, politikacılar, subaylar ve sadakatlerine güvenilen gerilla savaşı uzmanlarıydı. Üç kıtada örgütlenen Teşkilat-ı Mahsusa’nın merkezi İstanbul Nuruosmaniye’deydi. Teşkilat mensupları, 1. Dünya Savası boyunca, Bingazi’de, Trablus’ta, Basra’da, Mısır’da gerilla hareketlerini örgütlediler, bu hareketlerde fiilen görevler aldılar. Osmanlı Devleti’nin son yıllarında, siyasi birliğin korunmasını sağlamak, ayrılıkçı hareketleri önlemek ve yabancı ülkelerin Ortadogu’daki istihbarat ve gerilla faaliyetlerine karşı koymak amacıyla kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, modern anlamda ilk istihbarat teşkilatıydı.
Osmanlı devleti Birinci Dünya savaşından yenik çıkınca İttihat ve Terakki Cemiyetinin liderleri yurt dışına çıkmak zorunda kaldılar. Ülke dışına çıkan İttihatçı liderlerden Talat Paşanın son emri gizli bir teşkilat olarak görev yapacak olan Karakol Cemiyetinin kurulması oldu. İstanbul’da kurulan Karakol Cemiyeti Milli Mücadeleye büyük katkılar sağladı. Cemiyet İstanbul’dan Anadolu’ya, silah ,cephane ve subayların kaçırılmasını sağladı. Karakol Cemiyetinin dışında bu tarihlerde yine İstanbul’da kurulan ve Anadolu’da şubeleri bulunan birçok gizli direniş grubu kuruldu. Bunlardan bazılarının ismi şöyleydi: Zabitân Grubu, Yavuz Grubu, Hamza Grubu, Mücâhid Grubu, Muhârip Grubu, Felâh Grubu, İmalât-ı Harbiye Grubu, Muâvenet-i Bahriye Grubu, Nâmık Grubu, Ferhâd Grubu, Kerimî Grubu, Fethiye Deniz Grubu, Askerî Polis (Ayn-Pe) Teşkilâtı, Müsellâh Müdafâa-i Milliye (M.M./Mim Mim) Grubu, Tedkik Heyeti Âmirlikleri, Geçit Teşkilâtı.
Ankara’da kurulan TBMM’nin ilk istihbarat örgütü ise 23 Eylül 1920de kurulan Hamza Grubu oldu. Ancak haberleşmede kullanılan şifre anahtarlarının İngilizlerin eline geçmesi üzerine 1920 yılının sonunda adı değiştirildi. Sırasıyla Mücahid Grubu, Muharib Grubu, Felah Grubu adıyla adlandırıldı. Bir diğer istihbarat örgütü ise Hüsamettin Ertük ve Fevzi Paşa tarafından kurulan Müdafaa-i Milliye’ydi. Baş harflerinden dolayı Mim Mim adıyla anılan teşkilat İstanbul’dan Anadolu’ya silah,cephane ve subay kaçırma ve düşman karargahlarından elde edilen bilgi ve belgeleri Ankara’ya aktarıyordu.
Milli Mücadele döneminde kurulan bir diğer istihbarat örgütü ise Batı cephesinde oluşturulan Askeri Polis Teşkilatı idi. Ancak bu teşkilatlanma üyelerinin olumsuz davranışları, halkta korku yaratmaları, zorba kesilmeleri, kendilerini gizlemekten uzak duruşları sebebiyle kuruluşunun üzerinden bir sene geçmeden kapatıldı.
Askeri Polis Teşkilatının kapatılmasının ardından 1 Nisan 1921 tarihinde Tedkik Heyeti Amirlikleri adıyla yeni bir istihbarat örgütü kuruldu. Genelkurmay bünyesinde bulunan bu teşkilatın da ömrü uzun olmadı ve kısa sürede lağvedildi. Mudanya Ateşkes antlaşmasından Lozan Antlaşmasına kadar geçen süre içerisinde ise istihbarat faaliyetleri Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti tarafından I.Ordu Komutanlığına bağlı alarak yürütüldü.
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde Batı ülkelerinde olduğu gibi modern bir istihbarat teşkilatının kurulması görevi Mustafa Kemal tarafından Fevzi Paşa’ya verildi. Böylece yurt içine yönelik istihbarat hizmeti verecek olan Milli Emniyet Hizmeti ( MEH) Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyâseti (EHUR) İstihbarat Dairesi’ne bağlı olarak 6 Ocak 1926 yılında kuruldu. Fevzi Çakmak 6 Ocak 1926 tarihli yazı ile yeni teşkilatın kuruluşunu valiliklere şöyle bildirmişti: “Genel merkezi Ankara’da, şubeleri şimdilik İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Kars’ta olmak üzere bir (Milli Emniyet Hizmeti) kurulmuştur. Bu şubeler doğrudan doğruya genel merkeze bağlanmıştır. Şimdiye kadar Ordu Müfettişlikleri’nce yürütülen istihbarat hizmetleri bundan böyle bu teşkilat tarafından yürütülecektir.”
Teşkilatın Dış İstihbarat bölümünün kurulması amacıyla da I.Dünya savaşı öncesinde ve savaş sırasında Alman Genelkurmay İstihbarat Servisinin başında bulunmuş olan Albay Walther NicolaiTürkiye’ye davet edildi. Daveti kabul eden Nicolai ile Ankara’da yapılan görüşmelerin ardından bir sözleşme yapıldı. Bir taraftan dış istihbaratın kurulma çalışmaları gerçekleştirilirken diğer taraftan hizmet verecek personelin yetişmesi amacıyla belirlenen bazı istihbarat görevlileri 1926 Martında Almanya’da Walther Nicolai tarafından kursa alındı.
Walther Nicolai, 1926 yılının Eylül ayından Kasım ortasına kadar İstanbul ve Ankara’da subay ve sivil bazı kişilere iki ay süreyle istihbarat konferansları verdi. Aynı zamanda bu konferanslarda Teşkilat Nimaznamesi de hazırlandı. Bu çalışmaların ardından İstihbarat Heyeti tarafından Milli Emniyet Hizmeti Riyasetinin yapılanma faaliyetine girişildi.
1926 yılının sonlarına doğru son hali verilen Teşkilat Nizamnamesiyle Riyasetin iç ve dış yapılanması tamamlandı. Buna göre ilk merkezi yapılanma 4 ana şubeden meydana geliyordu. A Şubesi: İstihbarat, B Şubesi: Müdafaa, C Şubesi: Propanganda, D Şubesi: Teknik destek
6 Ocak 1927 tarihinde resmen kurulan MEH’in adı sonraları Milli Amala Hizmet olarak değiştirildi ve MAH kısaltması kullanılmaya başladı. 1932-1937 yıllarında iç istihbaratta Emniyet Teşkilatı ile görev paylaşımına gidilirken 1937’den sonra iç istihbarat Emniyete devredildi.MAH ise dış istihbarata ağırlık veren bir teşkilat haline geldi.
1960 askeri darbesinin ardından Milli Güvenlik Kuruluna bağlanan MAH, 6 Temmuz 1965 tarihinde Milli İstihbarat Teşkilatı adını aldı.
Kaynaklar:
Erdal İLTER,Milli İstihbarat Teşkilatı Tarihçesi
Kaya Karan,Türk İstihbarat Tarihi
Yıldız İstihbarat Teşkilatı ve Teşkilat- ı Mahsusa’dan Mit’e
SURİYE DOSYASI : BAAS rejiminin istihbarat şefleri birbirine düştü !
Suriye rejiminin en üst düzey isimleri arasında yaşanan tartışmanın fiilen kavgaya dönüştüğü öğrenilirken Sivil İstihbarat’ın bir numarası Rüstem Gazale’nin Askeri İstihbarat Başkanı Refik Şehade’nin korumaları tarafından hastanelik edildi. Hastaneye kaldırılan Gazale, darp edildikten sonra hastaneye kaldırıldı ve ‘yüksek tansiyona bağlı komplikasyonlara’ bağlı olarak sağlık durumu hala ciddiyetini koruyor.
Suriye rejimi, ülkenin güneyinde İslami Cephe ve Özgür Suriye Ordusu’na bağlı Güney Cephesi’ne karşı giriştiği geniş çaplı askeri harekatta ağır kayıplar verirken, Şam rejimine bağlı istihbarat birimlerinin liderleri de birbirine düştü. AFP’nin Hizbullah kaynaklarına dayanarak aktardığı habere göre, Askeri İstihbarat’ın bir numaralı ismi Refik Şehade ve Sivil İstihbarat birimlerinin başı Rüstem Gazale arasındaki tartışmanın fiili kavgaya dönüştü.
Ülkenin güneyinde muhaliflere karşı yürütülen operasyonlar nedeniyle yaşanılan tartışma sonucu Refik Şehade’nin korumalarının Rüstem Gazale’yi dövdüğü öğrenilirken, Şehade ve Gazale’nin Şii milislerin ülkenin güneyindeki operasyonlarda yer almasıyla ilgili uzun süredir görüş ayrılığı yaşadığı rapor ediliyor. İki isim arasındaki kavga sonrası BAAS rejiminin lideri Esed’in iki ismi de görevden aldığı öğrenildi.
Suriye Devrimi’nin başlarında Askeri İstihbarat’ın Humus eyaletindeki liderliğini yapan Şehade daha sonra Şam rejimi tarafından Askeri İstihbarat’ın başına geldi. 2012 öncesinde Askeri İstihbarat’ın başında bulunan Rüstem Gazale ise daha sonra Sivil İstihbarat’ın başına geçmişti.
Suriye rejiminin zirvesini sarsan patlama sonrası söz konusu görevlere gelen iki isim, daha önce Davud Raciha, Hasan Türkmani ve Asıf Çevket gibi isimlere bağlı olan birimleri yönetmeye başlamışlardı. İddialara göre iki isim, Dera eyaletinde devam eden savaşta Rüstem Gazale’nin daha etkin bir rol almak istemesi sonrası birbirlerine düştüler.
Suriye rejiminin tecrübeli istihbaratçılarından Rüstem Gazale’nin ismi, Lübnan’da bulunan Suriye Ordusu kuvvetlerine bağlı istihbaratın başında olduğu dönemden bu yana biliniyor ve o dönemden beri Gazale ülkenin dış politikasında etkili olan isimlerden. Gazale, aynı zamanda 2005 yılında gerçekleştirilen Refik Hariri suikastiyle ilgili de suçlanıyordu. Öte yandan, görevden alınan Rüstem Gazale’nin yerine eski yardımcısı Nezih Hasan getirilirken, Refik Şehade’nin yerine ise Muhammed Mahalle görevlendirildi.
IRAK DOSYASI : ABD, CIA’in “Yeterli Delil Yok” Raporuna Rağmen Irak’ı İşgal Etmiş
Saddam Hüseyin yönetiminin kitle imha silahı ürettiği iddiasının teyidi için yeterli delil olmadığı, dönemin Başkanı George Bush ve yönetimine bildirildiği ortaya çıktı.
ABD‘nin Irak işgali öncesinde hazırlanan istihbarat raporunda, Saddam Hüseyin yönetiminin kitle imha silahı ürettiği iddiasının teyidi için yeterli delil olmadığı, dönemin ABD Başkanı George Bush ve yönetimine bildirildiği ortaya çıktı.
GİZLİLİK KALKTI
ABD merkezli Vice News’in haberine göre, Bush yönetiminin, Irak‘ta kitle imha silahı ürettiği iddiasına dayanak yaptığı ve ABD Kongresi’nden Irak‘ı işgal etmek için yetki almakta kullandığı 93 sayfalık istihbarat raporunun büyük bölümünün gizliliği kaldırıldı.
"BİLGİ EKSİKLİĞİ VAR"
Vice News’te, bilgi edinme yasası aracılığıyla CIA‘dan edinildiği belirtilen raporda yer alan istihbarat birimlerinin değerlendirmesinde, Irak‘ta Saddam Hüseyin yönetiminin kitle imha silahı üretme programı yürüttüğü iddialarına ilişkin kilit konularda bilgi eksikliği olduğu vurgulanıyor.
Raporda Irak‘ın kitle imha silahı üretim programına devam ettiği ancak bu silahlara ilişkin anahtar konumdaki bir çok önemli bilginin eksik olduğu kaydediliyor.
BUSH TAM TERSİNİ İDDİA ETMİŞTİ
Bush yönetimi ise savaş öncesi açıklamalarda, istihbarat raporlarının sarsılmaz biçimde Irak‘ta kitle imha silahı bulunduğunu teyit ettiğini savunmuştu.
"KAPASİTESİ YOK"
Raporda dikkat çeken bir husus ise Saddam Hüseyin‘in nükleer silaha sahip olma niyeti olmasına karşın bunu yapabilecek materyalinin bulunmadığı ve yakın zamanda bunu yapabilecek kapasitesinin de olmadığının Bush yönetimine bildirilmiş olması.
EL KAİDE YALANI
Raporda, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Donald Rumsfeld‘in, Irak rejimi ile El Kaide arasında işbirliği olduğuna ilişkin "kesin kanıtları olduğu" iddiası da teyit edilmiyor.
O güne kadar yakalanan El Kaide militanlarının hiçbirisinin Irak‘ta eğitim ya da bu rejimden destek aldığı bilgisinin olmadığı belirtilen raporda, Saddam Hüseyin rejimi ile El Kaide arasında operasyonel bir bağ bulunamadığı kaydediliyor.
Bush yönetimi 2003 yılında kitle imha silahları olduğu gerekçesiyle Irak‘ı işgal etmiş ancak söz konusu silahlar bulunamamıştı.
20 Mart 2003 tarihinde başlatılan Irak işgali ülkede etnik ve mezhepsel bölünmeyi körüklemiş, işgal neticesinde ortaya çıkan kaos nedeniyle yüzbinlerce kişi hayatını kaybederken, milyonlarca insan ise mülteci olarak yaşamak zorunda kalmıştı.
RUSYA VE FSB DOSYASI : ‘Kaspersky, Rus istihbaratı ile işbirliği yapıyor’ iddiası
Bloomberg Ajansı, 2012 yılından beri bu yana Rus güvenlik yazılım şirketi Kaspersky Lab’ın Rusya istihbarat servisiyle ilişkilerinin önemli ölçüde genişletilmiş olduğu iddiasında bulundu.
Kaspersky Lab şirketinin yöneticileri daha önce ABD ve Avrupa’dan uzmanları üst düzey görevlere getiriyordu ve şirket ABD kökenli General Atlantic ile işbirliği yapıyordu.
Bloomberg Ajansı, 2007 yılında Kaspersky kurucusu J Yevgeniy Kaspersky’nin Devlet Güvenlik Komitesi’nde (KGB) çalışmasına dair bilgileri reklamda kullanmak istediğinde bu reklam kampanyasına şirketin merkezi ofisinin talebiyle son verildiğini hatırlattı.
Habere göre o tarihten bugüne kadar birçok üst düzey personel şirketten ayrıldı, yerlerine askeri ve istihbarat servisleriyle yakın işbirliğinde bulunan isimler atandı.
Şirketin eski ve yeni çalışanlarından altısının Bloomberg Ajansı’na belirttiğine göre yeni atanan bu personellerden bazıları Rusya Federal Güvenlik Servisi’ne soruşturma yapma konusunda aktif şekilde yardımcı oluyor ve Kaspersky Lab yazılımını alan 400 milyon müşteriden bazılarının verilerini kullanıyorlar.
Ajansın verdiği bilgilere göre şirketin istihbarat servisiyle ilişkileri en üst seviyede sürdürülüyor. Yevgeniy Kaspersky dış geziler yapmadığı dönemde haftada bir beş-on kişilik grupla birlikte saunaya gider. Bu kişiler arasında genellikle Rus istihbarat servisinin yetkilileri var.
Kaspersky, Bloomberg Ajansı’na verdiği demeçte ‘Onlar benim arkadaşlarım olduğu için saunaya birlikte gideriz. İş konuşmuyoruz orada’ açıklamasında bulunarak istihbarat çalışanlarının eline şirketin müşterileri ile ilgili somut bilgilerin geçmesi mümkünatının olmadığını vurguladı.
IŞİD DOSYASI : ‘Kanada istihbaratı’ diye yazılır ‘İngiliz istihbaratı’ diye okunur
Sabah gazetesi yazarı Hilal Kaplan, Kanada İstihbaratı’na bağlı bir haber elemanının Suriye sınırında yürüttüğü faaliyetlerle İngiliz istihbaratı arasındaki bağlantıyı değerlendirirken Kanada İstihbaratı’nın uluslararası istihbarat ağındaki rolünü anlattı. İşte Hilal Kaplan’ın yazısı:
Amerika’nın tam da İran’la ilişkileri normalleştirmeye başlayacağı dönem vizyona giren ve Oscar ödülleri tarihinde bir ilk olarak en iyi yönetmene aday bile gösterilmemesine rağmen en iyi film Oscar’ı verilerek parlatılan, ödülünü de yine Oscar tarihinde bir ilk olarak First Lady Michelle Obama’nın, arkasına ABD askerlerinin dizildiği bir dekor eşliğinde takdim ettiği Argo filminde bir sahne vardır. (Tabii zamanlama ve bu ‘ilk’ler hep tesadüf…)
1979 devrimi sonrası, İranlı öğrencilerin işgal ettiği ABD Konsolosluğu’ndan kaçan altı konsolosluk çalışanı, İran’ın elinden -yönetmen ve başrol oyuncusu Ben Affleck’in canlandırdığı- CIA ajanı Tony Mendez’in kurguladığı ve yönettiği bir operasyonla kurtarılmıştır. Sıra bunu haberleştirmeye geldiğinde, filmdeki CIA yetkilileri "İyi adamlar kim diyelim?" diye tartışır ve sonunda kurtarıcının adını, altı ABD’liyi evinde saklayan Kanada büyükelçisi ve Kanada istihbaratı olarak koyarlar. Bir ABD istihbarat operasyonu, CIA tarafından, Kanada istihbarat operasyonu olarak yansıtılır. Hatta bu operasyon, CIA operasyonu esas yönetenin kendisi olduğunu 1997’de ilan edene dek, "Kanada tezgâhı" olarak anılmıştır.
IŞİD’e, İngiltere’den gelen üç genç kızı, Kanada istihbaratına çalışan bir Suriyelinin götürdüğü haberini duyunca, aklıma o sahne geldi. Bu sefer arka planda kim var bilinmez; ama bunun salt Kanada istihbaratıyla sınırlı olduğunu kimse düşünmüyordur sanırım.
En az bunun kadar önemli bir diğer nokta da, bu ajan üzerinden Kanada istihbaratına IŞİD’e geçiş yapacak ve yapmış olan yabancılar hakkında bilgi veriliyor olmasına rağmen, Kanada’nın bu bilgileri geçişleri engellemek amacıyla Türkiye’yle paylaşmamasıdır. Belki de bu, özellikle IŞİD mevzi kazandığından bu yana, Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinin ‘içimizdeki radikaller Suriye’ye geçsin, biz de onlardan kurtulalım’ anlayışı çerçevesinde yaptığı bilinçli bir ihmal politikasıdır. Her halükârda, mevcut durumda kendi ülke vatandaşları hakkında istihbarat paylaşmayan ülkeler varken, en son suçlanacak ülke Türkiye’dir.
Şu rakamlara bir bakın: Türkiye’nin Suriye ve Irak’la sınırı dediğimizde, 1.300 kilometrelik bir sınır hattından söz ediyoruz. Üstelik Türkiye, son iki yılda 1.200 kişiyi ‘yabancı savaşçı’ olabilir’ ihtimaliyle sınır dışı etmiş, 13.000’e yakın kişiye ülkeye giriş yasağı koymuş, yine son iki yılda sınırdan yasa dışı yollarla geçmeye çalışmış yaklaşık 125.000 kişiyi yakalamış olmasına rağmen… İngiltere, Türkiye’nin sınır geçişlerine neredeyse göz yumduğunu iddia ederken, ötesinde kanın gövdeyi götürdüğü savaşların yaşandığı böylesi büyük bir sınır hattından bahsedildiğini ve Türkiye’nin diğer ülke istihbaratlarından bilgi akışı sağlandığı sayede yukardaki rakamların gösterdiği üzere hemen harekete geçtiğini bilmiyor mu?
Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün dikkat çektiği şu nokta da çarpıcı: "Dünyanın en fazla turist çeken 6. ülkesi konumunda bulunan Türkiye’ye her yıl 38 milyon turist giriş yapmaktadır. Ülkeye yasal yollardan giriş yapan her turistin takip edilmesi hem teknik anlamda mümkün değildir hem de demokrasi-özgürlük prensibine aykırıdır. Radikal gruplara mensup olduğu düşünülen şahısların Türkiye’ye girişte engellenmesi, Türkiye’nin Suriye sınırından çıkış yaparken engellenmesinden daha kolaydır. Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye isim ve veri aktarma sürecinde daha aktif olması gerekmektedir. Son dönemde azalmakla beraber, daha önce ciddi gecikmeler yaşanmıştır."
SURİYE DOSYASI : Yeni İstihbarat !
Yine ilk defa 16 Yıldız farkıyla açıklayalım: Almanya ve Fransa, Suriye’de temsilcilik açmaya hazırlanıyorlar…
Tavşan’a Kaç, Tazı’ya ‘Tut’ Politikasına Devam…
Suriye konusunda 16 Yıldız Sitesi’nde onlarca makale yazdık. Bunları elbette ilgililer de okuyor.
Suriye tuzağını ilk kez Oktan Keleş açık seçik yazmıştı:
"Şeytaniler uzun vadede Esad’ın devrilmemesi üzerine planlar kurdu, ama Arap baharının oraya sıçrayacağını aptallar bile bilirdi. Bunun için de tavşana kaç, tazıya tut planını devreye sokuyorlar. Mezhepsel taraflar netleşince de, Suriye’ye ABD planı doğrultusunda, düşmanca tavır alan ülke, bu rolünü aşarsa, uyarılacaktı. Yaşananları bir düşünün, bunlar olmadı mı?”
…
Bunlar, hemen Esad devrilecek planına göre politika yaptılar. Çünkü dost dediklerine güvendiler. Ama güvendikleri dostları da, Esad kadar zalimdi. Fark etmediler herhalde. ABD, AB neden muhaliflere silah ambargosu yaptı? Tam Esad güçleniyor; pat bir açıklama Fransa’dan “silah ambargosu kalksın.” Tabi bu açıklama plandaşlarının sesi olarak seslendiriliyor. Bakıyorlar Esad sallanıyor, pat İngiltere açıklama yapıyor, “Türkiye yanlış yapıyor,” diye. Hâlbuki Türkiye’ye gazı da onlar veriyor. Duruma göre, Esad bir hamle yapıyor, pat Angelina Jolie mülteci kampında dünya kamu oyunu gıdıklıyor. Esad hamleyi arttırınca, pat İsrail Golan tepelerine hava saldırısı yapıp, durumu dengeliyor. Muhalifler hamle yapıyor, pat Rusya hemen ABD ile telefonda vs vs. Bizimkilerde “az kaldı, yarın zafer bak cart curt…” Kusura bakmayın… Bu cart curt lafından. Yav bu kadar mı basiretsizlik olur? Yoksa bu işin işinde başka işler mi vaaaaar?"
http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=2438
"Kaddafi, Mübarek ve diğerlerinin çabuk gitmesi zaten Şeytanilerin planıydı. Esad’ın gitmesi de çabuk olacak sanıldı. Oysa Esad yıpratıcı unsur olarak planlanmıştı. Yani diğerleri gibi hemen gitmeyecekti. Hükümetin, basiretsiz, ütopik hayaller peşinde koşanları bunu anlamadılar. Zannettiler ki Esad’da hemen gidecek…."
http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=1821
Esad gerçekten de yıpratıcı unsur olarak kaldı ve milyonlarca Müslüman kanı döküldü. İŞİD diye İslam’ı kullanan, Cihad yaptığını ilan eden ama nedense İsrail’e dokunmayan ŞEYTANİ bir örgüt çıktı!
Geçtiğimiz günlerde; CIA Direktörü John Brennan, ‘Ne Rusya, ne ABD, ne (IŞİD’e karşı) koalisyon ne de bölgedeki devletler Şam’daki hükümetin ve siyasi kurumların çökmesini istemiyoruz’ ifadesini kullandı. Yani CIA: Esad’ın devrilmesini istemiyoruz,” dedi. http://www.sabah.com.tr/dunya/2015/03/14/cia-esadin-devrilmesini-istemiyoruz
Kısaca Tavşan’a Kaç, Tazı’ya ‘Tut’ Politikasına Devam… denildi.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin "Suriye krizinin çözümü için Esad’la müzakere etmek zorundayız" açıklamasından sonra Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier: “ ‘Suriye krizinin sadece müzakere masasında bitirilebileceğini ve Devlet Başkanı Beşar Esad’ın katılımını gerektirse bile tek çözüm yolunun bu olduğunu’ vurgulayarak, "Suriye’de şiddetin sonlandırılmasının yolu, siyasi çözüm hedefli müzakerelerden geçiyor. Her ne kadar bu, Esad rejimi ile konuşulmasını gerektirecek olsa bile" ifadelerini kullandı.
Fransa Başbakanı Manuel Valls, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’e ilişkin açıklamasına üzüldüğünü belirterek, "Esed kaldığı sürece Suriye’de çözüm olmayacak ve John Kerry bunu biliyor" dedi. Fransa, güya Esad’ın gitmesini istiyor gibi açıklamalar yapıyor.
Tavşan’a Kaç, Tazı’ya ‘Tut’ Politikasında gelinen son noktayı yine ilk defa 16 Yıldız farkıyla açıklayalım:
Almanya ve Fransa, Suriye’de temsilcilik açmaya hazırlanıyorlar…
Devletimizin yetkililerine duyurulur!
Erol Elmas
buulkem
SOSYAL MEDYA /// CEVDET AYKAN : İnternet yazarlığı (Blog) ne kadar etkili ?
Cevdet Aykan
İnternet (blog) yazarlığı ne kadar etkili? Yazsan ne olacak ki diyenler bu yazıyı mutlaka okusun isterim. Anlayacaksınız ki, yazdıklarınızın etkisi tahmininizden çok daha fazla ve yazdıkça daha çok yazmak isteyeceksiniz…
Geçenlerde, uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşımla karşılaştım. Durumunun iyi, tuzunun kuru olduğu her halinden belliydi. Giydiği kıyafet, elindeki telefon, içtiği sigara bindiği araba, konuştuğu dil resmen görünen köy kılavuz istemez dedirtiyordu. Allah bozmasın, keyfi yerindeydi ve yüzünde güller açıyordu.
Bir zamanlar kader birliği yaptığım, aynı şeylere dertlenip, aynı sıkıntıları paylaştığım, aynı heyecanlarla mutlu olduğum adam gitmiş, onun yerinde bambaşka birisi vardı karşımda. Ben, ne onun yaptığı esprilere gülebiliyorum ne de onun gelecek planlarını anlayabiliyordum. Sohbet bozulmasın diye arasıra gülümsüyor, eski günlerin hatrına anlamış gibi yapıyordum.
Uzun zamandır aynı masada çay içip sohbet etmediğim ve varlığından bihaber olduğum arkadaşım, beni belirsiz bir nick ile sosyal medyadan ve blog sayfamdan takip ediyormuş. Nedense, benden kimliğini saklayıp sadece uzaktan el gibi takip etmiş. Ben de bir bildiği vardır elbet diyerek sorma gereği duymadım.
Yıllardır birbirini görmeyen iki eski arkadaşın, klasik sohbeti hal hatır sormanın ardından daha daha nasılsına geldiğinde oradan kalkma vakti geldiğini anlamamış olmam benim hatam oldu desem yeridir. Benim muhabbetteki sessizliğimden mi, yoksa arkadaşın benden sonra edindiği çevreden aldığı gücün etkisiyle mi bilmiyorum ama bir savcı, bir aklı selim insan gibi benden yazdıklarımın hesabını sormaya başladı. Onu niye öyle yazmışım, bunu neden eleştirmişim, neden üstüme vazife olmayan işlere dil uzatıyor muşum, işime bakmalıymışım… vay babam vay…. Sonra da eleştirdiklerimin avukatı kılığına girip, bir anda çoştu da çoştu.
Olağan halim dışında, bir sabır taşı olmuşcasına sadece dinledim ve sıranın bana gelmesini bekledim. Eskiden kaşının altında göz var diyene “höyttt ula” diyen ben değildim sanki.
Baktım ki, hiç susacağa benzemiyor araya girip peki ne yapmalıydım, ne demeliydim, ne yazmalıydım diye sordum. Sormaz olaydım… Sana o yazıları yazdıranlar paraya boğmuştur seni demesin mi. Bi de satılık kalem olduk, durup dururken vay arkadaşvay. Yazdığım yerin blog sayfası ya da sosyal medya sitesi olduğunu, profosyonel yazar olmadığımı gel de anlat, nasıl anlatacaksan. Bize hiç kimse ne şunu yaz diyor, ne de bunu yazma. Varsa anlatacak bir şeyin, varsa bir dert, bir sıkıntı gördüğün bir konu, kafanda yerindeyse yazıyorsun. Hem de bazen hakarete varan sözler duyacağını, mahkemelerde yargılanacağını bildiğin halde.
Bu hakaretten sonra artık susmak olmazdı. Artık sıra bendeydi. Buralarda ne yazdıysam tek tek sormaya başladım ve her sorumda cevap vermesini bekledim. Lafı dolandırmadan, yazdığım konuların tek cümlelik sorularına aldığım cevaplar hep aynıydı. “Doğru o konuda haklısın.” Peki bu…?, “Onda da haklısın.” Haksızsın diyeceği tek bir konu bile olmadı. Artık o susuyor ben konuşuyordum. Hem de anlayacağı dilden.
Az çok aklı yerinde olan, körü körüne bir ideolojiye saplanmayan, sadece inandıklarını yazan ve kimseden bir beklentisi, kimseye bir yamanması olmayan adamın yazdığı niye yanlış olsun ki. İnanmasa zaten yazmazdı değil mi?
Evet arkadaş… Eminim bu yazıyı okuyacaksındır.
Buluştuğumuzda masaya kartvizitini koymuştun ya, “bişey olursa ararsın” diye. Eğer masadaki boş çay bardaklarını toplayan garson almadıysa, hala o masadadır. Kartvizite o kadar para vermişsindir, şimdi git al ordan. Ziyan olmasın, keşke hiç karşılamasaydık ve yıllar önceki halinle hafızamda kalsaydın dediğim arkadaşım.
Ey arkadaş… Sayende şimdi daha iyi anlıyorum ki ben asıl yazdıklarıma değil, yazmadıklarıma pişmanım. Yazdıklarımın sorumluluğu zaten bende… Şimdi yazmadıklarımdan da sorumlu olduğumu anladım. Ve yazdıklarımın bir etkisi olduğunu da.
Evet arkadaşlar…. Blog yazısı da neymiş, nasılsa kimse okumaz deyip geçmeyin. Hiç beklemediğiniz, hiç ummadığınız insanlar sizi okuyor ve hakkınızda fikir yürütüyor, bazen de öfke besliyor. Bir çok yazar arkadaşım eminim benzer şeylerle karşılaşmıştır. İnandıklarını yazan her blog yazarı e her blog yazısı kıymetlidir. Az okundu, çok okundu, kimse paylaşmadı diye moral bozup yazmaktan vazgeçmeyin. Memlekette çoğu gazetecilerin taraf olup yazamadıklarını, siz yüreğinizle yazmaya devam edin. Belki sizden utanır onlar da bir iki laf ederler. Varsın bir kaç imla hatası yanlış olsun, varsın “de” eki birleşik yazılsın. Varsın size darılsınlar. Yeter ki söz yerine gitsin…
Son saniyede gol atıp maçı kazanacak hissi ile yazan ve okuyan herkese… İyi pazarlar dilerim.
Diğer yazılarım için blogum;
cevdetaykandemir.com
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.