Günlük arşivler: Mart 18, 2015

GENELKURMAY DOSYASI /// SONER POLAT : Kozmik Oda, Kozmik Harp Planları, MİT, diğer istihbarat teşkilat ları

Soner Polat

Bir Ülkenin Savaş Planı Nedir?

Bir ülkenin savaş planları o ülkenin namusudur. Çünkü harpler ülkelerin “ölüm-kalım” mücadeleleridir. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’nda yenilince tarih sahnesinin dışına çıktı. İşte olası bir harp için yıllarca özenle hazırladığınız, bütün mahrem bilgilerinizi içeren planlarımızın ortalığa saçılması, lafı hiç eğip bükmeden söyleyeyim, namusunuzun kirlenmesidir.

Bir Ülkenin Savaş Planı’nı Kim Korur?

Savaş Planlarının düşman eline geçmesini önlemek, başta MİT olmak üzere devletin istihbarat kuruluşlarının birinci görevidir. Eğer planlar, yakışıklı bir gazetecinin bavulunda pasaport başvurusu yaparken ya da kamuoyunda her açıdan tartışılan ve sonrasında da tarihin çöp tenekesine atılan özel görevli mahkemelerin ek delil klasörlerinde yabancı müşterilerini beklerken, devletin istihbarat teşkilatları çelik çomak oynuyorlarsa, o ülke sahipsiz kalmış demektir.

Dünyanın hiçbir ülkesi bavula giren savaş planının izini takip edemeyen bir istihbarat teşkilatına tahammül edemez ve derhal gereğini yapar! Çünkü savaş planını bile koruyamayan bir istihbarat örgütünü hiçbir devlet beslemez! Hiçbir ciddi devlet, nedeni ne olursa olsun, savaş planını mahkemelere düşürmez! Böyle bir komedi, dış dünyada “ilgili devletin egemenlik yetkilerini kullanmaktan aciz bir duruma düştüğü!” şeklinde algılanır. Her hasım payını almak için sıraya girer!

Savaş Planlarımız İşportaya Düştükten Sonra Ne oldu?

Türkiye böyle bir görüntü verdikten sonra Yunanistan Ege’deki sahip çıkmadığımız adalara resmen el koydu. Doğu Akdeniz adeta yağmalandı. PKK terör örgütü koskoca Türkiye Devleti’ne posta koydu. Yabancı bir ülkenin hakemliğinde eşit statü ile Oslo’da PKK ile müzakere yaptık. Lozan’ı (!) anımsatan bu anlı şanlı (!) müzakerelerde PKK karşısında Türk tarafını temsil eden bir sayın müzakereci daha sonra MİT’in başına geçti. Böyle başa böyle tarak!

Cihet-i Askeriye Harp Planları Çalınırken Ne Yaptı?

Başta Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları olmak üzere cihet-i askeriye de ülkenin namusunu korumak için gerekli adımları atmadı, atamadı! Çok gizli kozmik savaş planlarını, ne sızdıranların ne de servis edenlerin peşine düşebildi. Savaş planlarını gazetelerde sergileyenler keyif sürerken (Kadın memesini vatana tercih eden Ahmet Altan hâlâ meydan okuyor!), sahte dijital verilerle, kıvır zıvır belgelerle şerefli subaylar casus ilan edildi; zindanlara atıldı… Eleştiriler olunca da, “her durumda, biz hukuk sürecine saygılıyız!” denildi.

Devlet Sırrı ve Hukuk?

O zaman hukuka ne kadar saygılı kalındığını, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 125’inci maddesi çerçevesinde nesnel verilerle incelemeye çalışalım:

İÇERİĞİ DEVLET SIRRI NİTELİĞİNDEKİ BELGELERİN MAHKEMECE İNCELENMESİ (Madde 125)

(1) Bir suç olgusuna ilişkin bilgileri içeren belgeler, Devlet sırrı olarak mahkemeye karşı gizli tutulamaz.

(2) Devlet sırrı niteliğindeki bilgileri içeren belgeler, ancak mahkeme hâkimi veya heyeti tarafından incelenebilir. Bu belgelerde yer alan ve sadece yüklenen suçu açıklığa kavuşturabilecek nitelikte olan bilgiler, hâkim veya mahkeme başkanı tarafından tutanağa kaydettirilir.

Devlet Sırrını Korumak İçin Hukuk Çerçevesinde Ne Yapıldı?


Olay:
Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığı, 21 Ocak 2011 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 2010/40 talimat sayılı bir yazı gönderir. Bu yazıda teslim edilen harddisk’te 3 adet gerçek savaş plânının bulunduğu bildirilir. KDV olarak da Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi (TÜMAS) ve Milli Güvenlik Kurulu tutanakları vardır. Ayrıca, bu harp plânlarına, “CMK’nın 125’inci maddesi gereğince işlem yapılması” talep edilir. Ancak maalesef bu harddisk, imajının alınması ve incelenmesi için polise gönderilir.Polis incelemesinden sonra plânlar ek delil klasörlerine konulur. Artık dilekçeyi bastıran avukat bu plânların sahibidir. Pusuda bekleyen yabancı istihbarat örgütlerine gün doğmuştur.

Yapılan İşlem: Aslında Askeri Savcı kanunen planlara nüfuz etme hak ve yetkisine sahip değildir. İşlem yanlış başlasa da Askeri Savcılığın ikazına rağmen devlet sırrı ortalığa saçıldı. İlgili mahkeme kumpas kurulan subayları ceza bombardımanına tuttu!Cihet-i askeriye bu hukuk dışı eylemler için hiçbir girişimde bulunmadı!

Olay: Aydınlık gazetesinin 28 Mart 2013 tarihli manşeti: “Casus Belli! (diplomasi dilinde harp nedeni anlamı da var)” Manşet şöyle devam ediyor: “İzmir’deki Casusluk Davası savcısı, Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren çok gizli askeri harekât plânlarını deşifre etti. Genelkurmay’ın, açıklanması güvenliği tehlikeye sokar uyarısına rağmen!”

Yapılan İşlem: Yargılama devam etti. Şerefli subaylar cezaevinde tutuldu. İzmir Körfezi mayın döküş hattını”the TARAF” ön sayfada krokisi ile birlikte manşetten verdi! (Herhalde günün birinde Ahmet Altan’a bu planları yayımladığı için gazetecilik üstün başarı ödülü (!) olarak kol saati verilecektir!)

Hukuk kuralı açık, kesin ve net olduğuna göre, bir yere saygı gösteriliyor ama bunun hukuk olmadığı apaçık ortada!

Genelkurmay Başkanlığı’nın 13 Mart 2015 Tarihli Basın Duyurusu!

Şimdi de Kozmik Oda skandalı ile ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesine koyduğu 12 maddelik metnin 4 maddesini (7/8/11/12) hatırlayalım:

7. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 25 Şubat 2013 tarihinde, muhafaza edilmekte olan imajların (devlet sırrı kapsamında ki bu veriler Genelkurmay Başkanlığı’nın 2010 yılında ki itirazı nedeniyle verilmemişti. S.P.) çözülerek metin haline getirilmesine ihtiyaç duyulduğu belirtilerek mahkemeye müracaat edilmiş ve Ankara TMK’nın 10. Maddesiyle Görevli (2) No.lu Hâkimliğinin kararı doğrultusunda Genelkurmay Destek Kıtaları Grup Komutanlığında muhafaza edilen imajın Cumhuriyet Savcılığına teslimi talep edilmiştir.

8. Söz konusu imaj, 16 Mart 2013 tarihinde emanete (Ankara Adalet Binasında hazırlanan yere) konulma küzere, Cumhuriyet Savcısına teslim edilmiştir. Teslim işlemi öncesinde, imajın içeriğinde Devletin güvenliğinin gizli kalmasını gerektirdiği, Devletin savaş hazırlıklarını ve ya savaş etkinliğini veya askeri hareketlerini tehlikeye sokabilecek, Devlet sırrı olarak nitelendirilmesi ihtimali bulunan bilgi ve belgeler bulunabileceği değerlendirildiğinden, suç olgusuna ilişkin bilgileri içerebilecek belgelerin belirlenip, ayrılması işlemleri esnasında CMK’nın 125’inci maddesinin uygulanması bakımından ilgili askerî mevzuat ve uygulamalar konusunda teknik/mesleki bilgilerine başvurulmak üzere iki askerî personelin isimleri Cumhuriyet Savcılığına verilmiş ve incelemenin bu personelin huzurunda yapılması gerektiği bildirilmiştir.

11. Genelkurmay Destek Kıtaları Grup Komutanlığında muhafaza altında tutulan imajın 16 Mart 2013 tarihinde Cumhuriyet Savcısına teslim edilmesinin nedeni; mahkeme kararının yerine getirilmesinin yasal bir zorunluluk olması, TSK ve personelini zanaltında bırakan soruşturmanın daha fazla sürüncemede bırakılmasının istenmemesi, maddi gerçeğin bir an önce ortaya çıkarılarak haksız yere suçlanan TSK personelinin uzun süre soruşturma tehdidi altında kalmaktan kurtarılmasının amaçlanması ve TSK aleyhine kamuoyunda oluşturulan olumsuz algının ortadan kaldırılmak istenmesidir.

12. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca sözkonusu soruşturma ile ilgili verilen kararın Genelkurmay Başkanlığına ulaşmasını müteakip, gerekli inceleme ve değerlendirmeler yapılacak, mahkeme kararı gereği Cumhuriyet Savcılığına teslimedilmiş imaj içeriğindeki TSK’ya ait bilgi ve belgelerin mevzuata aykırı şekilde yetkisiz kişilerin eline geçmesine sebebiyet verenler hakkında adli yollara başvurulacaktır.

13 Mart 2015 Tarihli Basın Duyurusunun Hukuki Analizi

Ben hukukçu değilim ama hangi açıdan bakarsak bakalım, yasanınne Savcı’ya ne de Başsavcı’ya devlet sırrına nüfuz etme yetkisini vermediğini görüyoruz! Bu nedenle, eski Genkur. Bşk. Org. Başbuğ, savcıları işin içine sokmadan Kozmik Oda’ya sadece Hâkim’i soktu. Bu karar doğruydu. Ama bir de yanlış yapıldı. İmaj alınmasına izin verilmeyecekti! Çünkü hukuken imaj bile alınamaz! Yasa son kerte açık! “Hâkim sadece inceleyebilir, suça yönelik olanlar tutanağa kaydettirir!” deniliyor.Bu ise şu anlama gelmektedir: “Belgeler alınamaz, sureti çıkarılamaz, fotokopi ve filmi çekilemez, imajı alınamaz!” Zaten cihet-i askeriyede de aynı kural geçerlidir. Kozmik gizli plan sadece incelenebilir.

Org. Başbuğ bu nedenle talep edilen imaj alma işlemini hukuki gerekçelerle reddetmeliydi! İmajları aldırdı ama devleti savunma bilinci ile en azından alınan imajların Karargâh dışına çıkarılmasına izin vermedi!Şimdiki Komuta Kademesi ise imajların gönderilmesine karar verdi!

Mahkeme kararlarına uymak esastır. Ancak Mahkeme kararları ülkedeki yasal mevzuata uygun olmalıdır. Uygun değilse, yasal çerçevede tedbirler aranmalıdır. 2 No’luHâkimlik, eğer bu belgelerin davanın doğal hâkim ya da hâkimleri tarafından incelenmesini talep etseydi, bu hâkim ya da hâkimlerin, sadece yüklenen suçu açıklığa kavuşturabilecek nitelikte olan bilgilere nüfuz edebileceğibir mekanizma kurulsaydı, o zaman bir hukuki uygunluktan söz edilebilirdi.

Yasa gereği, ne savcı ne zabıt kâtibi ne avukatlar ne de ilgili taraflar devlet sırrını görebilirler! Kaldı ki hukuk eğer geçerliyse, silahların eşitliği ilkesi gereği savcı yetkili olmadığı gibi, bunları görmesi, dokunması ve hatta adli emanete alması dahi mümkün değildir.

Kanunun sadece inceleme yetkisi verdiği bir konuda el koyma kararı ile adli emanete alınma işleminin hukuki dayanağı yoktur! Adli emanet savcının denetimindedir. İnceleme yetkisi olmayan bir süjeye devlet sırrı kapsamındaki bilgileri teslim etmek hukuken açıklanamaz! Ayrıca adli emanete giren çıkan şahısların da kontrol edilmesi gerekir ki ortada bir devlet sırrı varsa bu ciddi bir konudur!

Ayrıca bir konunun altını da kalın kalemle çizmeliyiz. 125’inci Madde mahkeme hâkimlerini yetkili kıldığından, kanunda açıkça yazılmasa da incelemenin, ancak kovuşturma (mahkeme) safhasında yapılabileceği sonucu doğmaktadır. Diğer bir ifade ile savcılar soruşturma safhasında bu tür bilgiler talep edemezler!
Diğer taraftan İdari Yargılama Usulü Kanunu Madde 20/3, “İstenen bilgi ve belgeler devletin güvenliğine veya yüksek menfaatlerine veya bunlarla birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan veya ilgili Bakan gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir.” hükmüne amirdir. Acaba, bu yasa maddesi çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı bir takım girişimlerde bulunmuş mudur?

Bildirinin 11’inci maddesindeki hukuki açıklamalar kişisel düşünceme göreoldukça tartışmalıdır. Ayrıca, bir ülkenin hayati çıkarları kişisel mağduriyetlerden çok daha önemli ve önceliklidir.

Org. Başbuğ’un Hürriyet’e Verdiği Demeç Ne Anlama Geliyor?

Ayrıca 14 Mart 2015tarihli Hürriyet gazetesi Org. Başbuğ’un çok önemli açıklamalarına yer veriyor. Org. Başbuğ, “Kozmik Oda soruşturması kapsamında Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri gibi konularda arama motorları ile sorular sorulduğunu ve bunun arama yapanların ‘kötü niyetli’ olduklarını gösterdiğini” ifade ediyor. Ve bir ilave daha yapıyor: “Org. Işık Koşaner ile birlikte işin içinde ‘kötü niyet’ olduğunu dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a söylediklerini” ve O’nun ise “Mahkeme kararına uyun!” talimatı verdiği, “buna rağmen hukuki olarak itirazlarını sürdürdüklerini” ileri sürüyor.

Tüm bu yaşananlardan sonra, bence ortada duran hukuki engellere rağmen, herhangi bir art niyetle söylemiyorum ama kozmik bilgilerin Genelkurmay Başkanlığı tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na itirazsız olarak gönderilmesi bende ve kamuoyunun geniş bir kesiminde büyük bir şaşkınlık yaratıyor… Neler oluyor?

Savaş Planlarının Ortalığa Saçılması Teknik Bir Hukuki Mesele mi?

Toplum olarak sadece aysbergin üstü ile ilgileniyoruz. Olayı basit ve teknik bir hukuk meselesine indirgeyemeyiz. Hukuken haklı ya da haksız olmanın da bir önemi yok! Yasa koyucu bile aslında savaş planının işportaya düşmesi gibi durum olamayacağını gözeterek yasayı kalem almış. Mantıklı olalım. Bir hâkim savaş planının nesini inceleyecek? Mayın döküş hatlarını mı, uçuş koridorlarını mı, denizaltı karakol sahalarını mı, ateş serbest bölgelerini mi?

Empati yaparak kendinizi bir an için ilgili hâkimin yerine koyun! Devletin savaş planında nasıl bir suç unsuru bulabilirsiniz! Yapacağınız işlem muhtemelen şu olacaktır. Bu planın gerçek olup olmadığını Genelkurmay’dan sorarsınız; eğer gerçek ise bu planın ilgili kişilerin eline nasıl geçmiş olduğunu araştırırsınız. Hepsi budur? Niçin ısrarla planların ayrıntılarını görmek istiyorsunuz?

Devletin savaş planları, ancak bir harp sonucunda mağlup düşerseniz ve çeşitli nedenlerle imha etme fırsatı bulamazsanız, -olağanüstü bir durumda birinci öncelikli olarak imha edilecek materyaldir.- düşman mahkemelerinde bir dava konusu olabilir. Harp planları, kişisel düşünceme göre “devlet sırrı” kavramının çok ama çok üzerindedir. Bir devletin şerefi, namusu ve kendini savunma refleks ve birikimidir. Bir savaş planı mahkemelerde tartışılıyorsa, devlet bütün kurumları ile kendini savunma refleksini kaybetmiştir; o ülkenin devlet olma vasfı tartışma konusudur.

Yeni Bir Bakış, Yeni Bir Heyecan, Yeni Bir Ruhla Bu Sorunlar Çözülür…

Maalesef, devletin kutsiyeti ve milli güvenliği ile demokrasi ve hukuk arasındaki ince çizginin ayırdında olmayan partiler nedeniyle sapla saman birbirine karışmıştır. Bu nedenle yüce milletimiz ortadaki garabeti tam olarak kavrayamamaktadır. Yaşananlar bir devlet için tek kelime ile rezalettir.

Bu nedenle yeni bir ruha, yeni bir heyecana, yeni bir rüzgâra, yeni bir Kuvayı Milliye hareketine ihtiyaç vardır. Vatan, namus, hukuk, demokrasi, milli güvenlik konularının doğasını bilen yeni bir siyasi harekete duyulan gereksinim her zamankinden çok daha fazladır. Türkiye kendi varlık ve bekası için bu hareketi gönülden desteklemelidir. Bu hareket geleceğinin teminatıdır. Vatanı savunan siyasi hareket güçlendikçe, ülkedeki anayasal kurumların kendine olan güveni de artacak, koca bir ülke, yüce bir millet üzerindeki ölü toprağını atarak ayağa kalkacaktır.

Vatan Gemisi, “Bismillah Vira!” diyerek demir aldı. Apiko!Salpa!Demir Göründü!Demir Loçaya Oturdu! Yüreklerini yelken yapan fedakâr mürettebatı, yelkenlerini vatan sevgisi ile şişiriyor. Hayatı boyunca sakin deniz görmeyen Gemi Kaptanı, şimşek, kasırga ve fırtınalarla dost olmuş bir deniz kurdu! Dürbünü ile köprüüstünden ufkun ötesini gözetliyor… Gemiyi salimen limana ulaştıracak!

Pruvanız neta, yolunuz ve bahtınız açık olsun! Selametle…

Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr.
spolat102

RUSYA DOSYASI : Sovyet İstihbarat Servisleri

16. yüzyılda Çar Korkunç İvan zamanında Rus hanedanına ortak olabilecek soyluları incelemek ve bertaraf etmek amacıyla kurulan Rus polis teskilatı, Car 1. Nikola zamanında Rus egemenliği altındaki milletlerin hareketlerinin kontrolunu uslenen bir jandarma teskilatı sekline burunmustur. Oysa bu teskilat Car’ın isteklerini yerine getiren bir gizli ic istihbarat orgutudur. Bu orgutun 3. subesi Gestapo kadar unludur ve korku salmıstır. Gestapo gibi vatandasları sorgulama, gozaltına alma, hapse atma yetkisi bulunan bu sube adam oldurme eylemlerile de tanınmıstır. Bu kotu sohretten kurtulmak icin 1890’da teskilat adını OHRANA olarak değistirmistir. Bu aslında tum yasa dısı yollara basvuran ve yetkilerini asan kotu sohretli teskilatların sık sık basvurdukları bir kamufleden baska bir sey değildir. OHRANA Bolsevik devriminin hemen ardından katıldığı seri katliamları unutturmak icin kapatılmıs ve aynı teskilat Polonyalı DJERZINSKI nin telkinleri uzerine 20 Aralık 1917’de kurulan CEKA’ya katılmıstır. CEKA orgutu 1918’den sonra yasal olarak faaliyet gostermeye baslamıstır.

CEKA da kotu şöhretini 1922’de GPU olarak değistirdiği adı ile temizlemeye calısmıs, bu da olmayınca 1924 yılında OGPU adını almak gereğini hissetmistir. 1934’de ad NKVD olmustur. Bu ad değistirmelerin nedeni yasaların dısına cıkan orgutlerin halk desteğini yitirmesi ve kanserli birer hucre haline donusmesidir. Ruslar bu gizli servislerine ilaveten NKGB yi olusturmuslar daha bonra bu Bakanlık olarak gelistirilen ve sırf istihbarat ile ilgilenen bir birim olan MGB’ye donusmus bu adda 1946 Martında Bakanlık olarak KGB adını almıstır. Askeri istihbarat dısındaki butun istihbarat faaliyetleri KGB’dedir. Askeri istihbaratı ise Kızılordu’nun istihbarat servisi GRU’nun yetki alanındadır. Bu arada 1968 yılında bir sure once Stalin tarafından dağıtılan ve NKGB’nin değisik adlarından biri olan MVD yeniden canlandırılmıstır. Rus gizli servislerinin en onemli destekçisi ve canlardıcısı Stalin olmustur. Mukemmel bir istihbarat servisi olusturan Stalin, 2. Dunya Savası oncesinde 6 servis ile calısmıstır.

Bunlar;

1- Kızılordu 4. burosu

2-NKVD’nin dıs ulkeler servisleri

3-Siyasi istihbarat kısmı Narkomindel

4- Endustriel ve ticari istihbarat kısmı( Dıs ticaret bakanlığına bağlıydı)

5- Komunist Enternasyonal’in istihbarat kısmı

6- Butun bu istihbarat calısmalarının koordinasyonunu yapan ve değerlendirmeleri gerceklestiren ve polit buroya aktaran stratejik analiz servisi olan Komunist Partisi Merkez Komitesi Sekreterliği Gizli İşler Dairesi.

Bu buroların calısmaları sırasında Rusya, 2.Dünya Savaşı’nda olağanustu basarılar elde edebilmistir. Bugun dunyada 600 binden fazla Rus casusu olarak gorev almıs insanın Rus

toprakları dısında yasadığı tahmin edilmektedir. bunların en az 100 binin sabotaj, adam kacırma ve oldurme islerinde uzman olduğu sanılmaktadır. 1970 yılının basında Amerikan Dısisleri eski Bakanı Herter Sovyet ajan sayısının 300 bin FBI Baskanı E. Hoover ise 400 bin olduğunu tahmin ettiklerini acıklamıslardır. Rusların asıl unlu ve onemli istihbarat servislerinin basında yeralan KGB sine bakmadan evvel KGB’ye kadar olan surecteki adlarıyla bir kez daha bu olusumlara bakmak gerekmektedir. Onemli olan istihbarat orgutunun cokluğu veya azlığı değildir. Onemli olan bir koordinasyon ve gorus birliği icinde olayı yonlendirmek ve yonetmektir. İşte coklu istihbarat yapısının altından kalkarak bunda basarılı olan Rusya’nın KGB’ye kadar gecirdiği istihbarat seruveninde orgutlerin adları:

RAZVETKA: istihbarat servisi

OXPAHA: Koruma ve korunma servisi

CK= CEKA: İhtilal aleyhtarlığı ve sabotajla mucadele olağanustu komisyonu( 1918-1922) Bu oneleri VECEKA yani butun Rusların olağanustu komusyonu olarak anılmıstır.

GPU: Devlet siyasi dairesi ( 1922)

OGPU: SSCB halk komiserleri kurulu nezninde bedBirlesik Devlet Siyasi Dairesi( 1922-1934).

NKVD: İcisleri Halk Komiserliği.

NKGB: Devlet Guvenlik Halk Komiserliği

MVD : İc istihbarat isleriyle ilgili siyasi polis.

MGB: Dıs istihbarat ile ilgili Devlet Guvenlik Bakanlığı.

KGB: Bakanlar kurulu nezninde Devlet Guvenlik Komitesi

Bugun dunyanın en onde ve unlu teskilatları arasında bulunan KGB ise 1970’lere kadar olan donemde 3 daire’den olusan bir yapıyla soyle calısmaktadır:

Birinci Daire( Pervoye Upravleniye):

a) Birinci Sube: Butun Dunyada ki ajanlarını kontrol eder aldığı ve analiz ettiği haberleri Komunist Partisi Merkez Komitesine ulastırır. Her alanla ilgili ayrı bolumler vardır. 11. bolum NATO ile ilgilidir ve 70 li yılların basında burada gorevli olan memur sayısı 800 un uzerindedir.Burada gorev alan uzmanlar Baltık kıyılarındaki Borgensee casusuluk okulunda yetismis kimselerdir.

b) İkinci Sube: Dıs ulkelerdeki ajanlar icin gerekli her turlu sahte belgeleri hazırlar.

c) Ucuncu sube: Casus sebekelerini idari anlamda kontrol eder, aralarındaki koordinasyonu sağlar ve Sovyet aleyhtarı unsurları etkisiz hale getirir.

Birinci daireye bağlı olarak calısan SPO komunist karsıtlarını, DTO ulastırma yollarına karsı sabotajları, KRO Sovyet aleyhtarlığını, EKO da ekonomik sabotajlara karsı istihbarat calısmalarını yurutur.

İkinci Daire ( Vtoroye Upravleniye):

Ozellikle eylemci uzmanlardan olusan ve sabotaj konusunda etkili olan peck cok istihbarat birimini icinde barındıran bu daire casusları, casus uçak ve gozlemeleri, askeri sırları, gemileri izler ve yurtdısındaki Sovyet vatandaslarını gozler.

Ucuncu Daire ( Kontr Razvediatelnoye Upravleniye)

Bu daire karsı casusluk ile gorevlidir. Bu daireye Kuruscev zamanında onun dıs politikasını uygulamada yardımcı olacak KORZİGS adlı bir birim ilave edilmis ama sonradan Kurucev’in olumuyle bu ortadan kalkmıstır. Bu alanda Ruslar cok etkili olmuslardır. KGB’nin ZAPİSKİ adını alan arsivinin de bir benzeri daha yoktur. Bu arsiv dunyanın en onemli belge ve dokumantasyon merkezlerinden birini olusturmaktadır.

1990 yılında yasanan kapitalizme donus sureci ve ulkelerin birlikten ayrılarak bağımsız hale gelmeleri sonucunda Rus istihbaratı da yeniden yapılandırıldı. 1991 darbesinden once 420 bin personeliyle bin butun olarak calısmalar yapan KGB’nin 1 nolu dıs istihbarat, 2 nolu istihbarata karsı koyma ve 16 nolu kod ve sinyal cozucu birimlerinin dağıtılması ve 20 binin uzerinde calısanının da istifa etmesiyle yeniden orgutlenmek zorunluluğu ortaya cıkmaktadır. Su an kopuk ve dağınık goruntu icinde calısan Rus istihbaratının icinde daha cok asker kokenli yoneticinin bulunduğu idare masrafların arttığı ve kaliteli istihbaratın toplanamadığı belirtiliyor.

Rus istihbaratı su an 6 ana servis tarafından yurutuluyor:

Federal Guvenlik Servisi (FSB): KGB’den daha zayıf olmasına karsın son zamanlarda terorizm ve organize suclarla savasmada daha cok yukumluluk elde etti. Baskanı General Barsukof.

Dıs İstihbarat Servisi (SVR): Etkinliğini Rusya’nın icinde bulunduğu ağır ekonomik kosullar nedeniyle dondurmus durumda. Baskanı Yevgeni Primakov

Federal Devlet Haberlesme ve Enformasyon Burosu (FAP): Devlet Baskanına bağlı olarak calısıyor: Baskanı Albay A. Stravoitov.

Sınır Kuvvetleri: KGB’nin eski sınır birlikleri birimi.

Baskanlık Guvenlik Servisi (SBP): 1993’de Khorzakov’un yonetimi altında kuruldu.

Askeri İstihbarat Servisi (GRU): En eski ve değisimlerden en az etkilenen birim. Baskanı Tuğgeneral Tedor Ladygin.

Rus Federal Guvenlik Servisi (FSB)’nin basına General Mikail Barsukov’un getirilmesinin ardından siyasetle daha sıcak iliskilerin oluşmaya basladığı gozlenmektedir.

PKK DOSYASI : Cizre üzerinden Twitter’da istihbarat savaşları !

Twitter’da Gülen grubunun istihbarat kaynağı olarak gösterilen ve bu sayede fenomen olan Fuat Avni ve paralel örgütle ilgili paylaştığı istihbari bilgilerle dikkat çeken Kuşçubaşı Eşref arasında Şırnak’ın Cizre ilçesi üzerinden karşılıklı atışma yaşandı.

KUŞÇUBAŞI EŞREF: AKACAK TEK BİR DAMLA KANIN NEDENİ GÜLEN ÖRGÜTÜ

Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da akacak tek bir damla kanın nedeninin Gülen örgütü olacağını söyleyen Kuşçubaşı Eşref, “Hükümet polis içindeki haşhaşileri muhalefetin baskısından dolayı işten atamadı ve Doğu illerine sürgün etti. Bu polisler de ihanet ediyorlar

Paralel örgütü hükümete karşı savunan adeta canlı kalkan olan muhalefet partileri de bu ihanetin parçasıdırlar.” iddiasında bulundu.

“NEVRUZ’DA OKUNACAK MEKTUPTAN RAHATSIZLAR”

Cizre hattında paralel çete ile PKK’nın dersim hattı arasındaki iletişimi 1 yıl önce açıkladığını iddia eden Eşref, “Şimdi yeni bir ihanetin peşindeler. Paralel örgüt ve PKK’nın Dersim hattı Çözüm Süreci’nden ve Nevruz’da okunacak mektuptan oldukça rahatsızlar. Gülen örgütünün ve PKK Dersim Hattı’nın tek amacı Nevruz öncesi büyük bir provokasyona imza atıp Doğu’daki mahallelere ateş salmak.” dedi.

“HAŞHAŞİLER RASTGELE ATEŞ EDECEK, ÇOCUK YAŞTA KİŞİLER ÖLECEK”

Aylar önce PKK’nın asker kılığında bir köyde yapacağı eylemi yazdığını hatırlatan Kuşçubaşı Eşref, “Bu hain planı engellemiştik. Şimdi daha sahici bir şey peşindeler. Bu sefer polis içindeki haşhaşiler Doğu’da sokaklarda rastgele ateş edecek çocuk yaşta kişiler ölecek daha sonra KCK sokakları ateşe verecek. PKK Dersim Hattı’nın ve Gülen örgütünün tek bir amacı var: Kardeş kavgası bitmesin ve barış gelmesin.” diye yazdı.

KUŞÇUBAŞI: BUYURUN ER MEYDANI

“Gülenciler ve PKK, siz İngiliz’e, Almanya’ya ve İsrail’e güvenmişsiniz. Biz de bir olan Allah’a güvenmişiz.” sözleriyle seslenen Kuşçubaşı, “Buyurun er meydanı.” diyerek rest çekti.

FUAT AVNİ: CİZRE PATLAMAYA HAZIR BOMBA

Gülen grubunun istihbarat trolü olarak bilinen Fuat Avni ise, Erdoğan’ın talimatıyla Şırnak’taki yapılanma tamamlandığını ve Cizre’nin patlamaya hazır bomba olduğunu iddia etti.

Cizre’de oluşturulan bir ekiple sokakların karıştırılmaya çalışıldığını iddia eden Fuat Avni, Efkan Ala’yı suçladı.

FUAT AVNİ: CİZRE KARIŞACAK, SORUMLUSU DEVLET

“Cizre’de devlet eliyle her türlü provokasyon ve eylemin yapılabileceği ortam hazır.” diyerek Cizre’de ileriki tarihlerde yaşanacak olayların sorumlusunu devlet olarak ilan eden Fuat Avni’nin, “Kirli işlerde kullandıkları silahları Cemaat kurumlarına koyarak onları silahlı terör örgütü ilan edecekler. Bölgedeki illegal eylemlerin faturasını Cemaat’e yıkacaklar. Derin Devlet’in yeni bahanesi artık Paralel Yapı. Olan yine masumlara olacak.” sözleri de dikkat çekti.

TEKNİK TAKİP DOSYASI : Rektörü terör örgütü üyesi diye dinlemişler

Sivas’ta ‘yasadışı dinleme’ operasyonu kapsamında gözaltına alınan polislerin Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) Rektörü Prof. Dr. Faruk Kocacık’ı da terör örgütü THKP/C Dev-Yol üyesi olarak gösterip 9 ay dinlediği ortaya çıktı. Rektörün devlet büyüklerine yumurta atma da dahil örgüt adına bir çok faaliyet planlayabileceği iddiasıyla telefonlarının usulsüz dinlendiği müfettiş raporlarıyla tespit edildi.

Rektör Prof. Dr. Kocacık konuyla ilgili ifade vererek, usulsüz dinleme faaliyetinde bulunduğu ileri sürülen polislerden şikayetçi oldu. Gözaltındaki şüpheli 10 polis bu sabah adliyeye sevk edildi.

Sivas’ta ‘yasadışı dinleme’ kapsamında gözaltına alınan polislerin usulsüz dinleme faaliyetleri ile ilgili ayrıntılar netleşmeye başladı. Söz konusu suçlamalarla karşı karşıya olan polislerin Sivas’ta usulsüz olarak dinlediği kişiler arasında Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü 64 yaşındaki Prof.Dr. Faruk Kocacık’ın da yer aldığı öğrenildi.

TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİ DİYE DİNLEMİŞLER

Olay açılan soruşturma kapsamında Mülkiye ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nce görevlendirilen müfettişlerin yaptığı incelemede ortaya çıktı. 6 Ağustos 2012 tarihinde rektör olarak atanan Prof.Dr. Kocacık’ın 14 Mart 2012 ve 12 Aralık 2012 tarihleri arasında 9 ay boyunca usulsüz olarak dinlendiği anlaşıldı.

Dönemin Sivas Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlilerinin Kocacık’a ait 2 cep telefonu numarasını, THKP/C Dev-Yol terör örgütü ile bağlantılı olarak dinlemeye aldıkları belirlendi.

Buna gerekçe olarak ise Kocacık’ın terör örgütü adına merkezi düzeyde talimat aldığı ve verdiği, örgüt adına faaliyet gösteren diğer örgüt mensupları ile irtibat kurduğu, kentteki sivil toplum örgütleri tarafından düzenlenen eylem ve etkinliklere katıldığı, örgütün açık alan faaliyetlerini organize ettiği, öğrencileri yönlendirdiği, eylem ve etkinliklerde söz konusu örgütün propagandasını yaparak örgüte sempatizan kazandırma ve eleman temin etme çabası içinde olduğu iddia edildi.

Ayrıca, devlet ve hükümet büyüklerinin kente ziyaretleri sırasında eylem, pankart asma, yumurta atma gibi eylemler planladığı, terör örgütünce önem atfedilen yıldönümü ve anmalar öncesinde yazılama, bildiri dağıtma, pankart asma gibi eylemlere kalkışabileceği gerekçe gösterilerek önleyici istihbarat faaliyeti kapsamında hakkında teknik takip kararı alındığı ortaya çıktı. Bu gerekçelerle Kocacık’ın her hangi bir bilgi ve belge olmaksızın 9 ay boyunca usulsüz olarak dinlendiği belirtildi. Dinleme kararının ise Malatya’dan alındığı belirlendi.

REKTÖR ŞİKAYETÇİ OLDU

İddialar ile ilgili olarak CÜ Rektörü Prof.Dr. Faruk Kocacık hakkında usulsüz dinleme yaptığı iddia edilen polisler hakkında şikayetçi oldu. Soruşturma kapsamında Sivas Emniyet Müdürlüğü, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nde geçen 10 Mart’ta ifade veren Rektör Kocacık, üniversitede 32 yıldır öğretim üyesi olarak görev yaptığını ve 2012 yılının Ağustos ayında rektör olduğunu belirterek, telefonlarının dinlendiğinden kuşkulandığı için avukatı aracılığıyla 5 Mayıs 2014’te Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuruda bulunduğunu belirtti.

Rektör Kocacık ifadesinde, kendisini dinlemeye gerekçe gösterilen konular ile bir ilgisinin bulunmadığını belirterek, "Bu ve benzeri konular ile ilgili hakkımda ne bir şikayet ne bir adli işlem bulunmamaktadır. Hakkımda bu tür gerekçelerle işlem yapılmasını şaşkınlıkla karşıladım. Bu şekilde asılsız gerekçelerle hakkımda dinleme kararı alınmasının sebebinin dinlendiğim tarihlerde yapılan rektörlük seçimi ile ilgili olduğunu, rektör adayı olmamı ve atanmamı engellemek için ve aleyhimde kullanılabilecek bilgileri elde etmek için hakkımda dinleme kararı alındığını düşünüyorum.

Benim THKP/C Dev-Yol terör örgütü, başka bir terör örgütü veya illegal hiç bir örgüt ve siyasi kuruluş ile her hangi bir bağım, irtibatım ve faaliyetim bulunmamaktadır. Bulunmuş olduğum konum itibariyle örgütsel bir yapı içerisinde pankart asma, yumurta atma, yazılama, bildiri dağıtma gibi faaliyetlerde bulunmam da kesinlikle söz konusu değildir. Bu tür iddialar bulunduğum konum ile özdeşleşmeyecek iddialardır. Ayrıca bir eğitici olarak örgüte müzahir öğrencileri yönlendirmem de söz konusu değildir.

Öğrencilerle olan irtibatım akademik düzeyden öteye geçmemiştir. Hakkımdaki iddiaların tamamı asılsızdır" ifadelerini kullandı. Rektör Prof.Dr. Kocacık, özel hayatına dinleme suretiyle müdahale eden, itibarını zedelemeye yönelik faaliyet içerisinde bulunan kişilerden şikayetçi oldu.

AVUKATI AÇIKLAMA YAPTI

Avukat Bünyamin Er, CÜ Rektörü Prof. Dr. Faruk Kocacık’ın, 32 yıldır Sivas’ ta öğretim üyesi olarak görev yapan, dürüst, çalışkan ve mütevazi bir insan olduğunu belirterek şöyle dedi:

"Müvekkilim de dinlendiği hakkında bir şüphe duyarak geçen yıl bize başvurdu. Bu başvurusunun üzerine 07 Mayıs 2014 tarihinde Sivas İl Emniyet Müdürlüğüne bir başvuruda bulunarak böyle bir dinleme yapılıp yapılmadığı, bu dinleme yapıldıysa bu şüphelilerin dinlemeyi yapan bu şahısların kim olduğunu, hukuka uygun olmayan bu dinlemeyi yapanlar hakkında gerekli işlemlerin başlatılması için bir şikayette bulunduk. Bunun üzerine Sivas Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturması kapsamında yapılan inceleme neticesinde sonunda müvekkilim Rektör Prof. Dr. Faruk Kocacık’ın 9 ay boyunca usulsüz olarak dinlendiği ortaya çıkmıştır.

Dinlemenin kesinlikle masumane olduğunu düşünmüyoruz. Bu dinlemenin tarihlerine bakıldığında 2012 yılının üçüncü ayında başlayan bir dinleme 2012 yılının 12’inci ayına kadar boyunca 9 ay süreyle devam etmektedir. Ne tesadüftür ki 2012 yılının 8’inci ayında rektörlük seçimleri vardır. Rektörlük seçimlerinden 5 ay önce bu dinleme yapılmaya başlanmış, rektörlük seçimlerinden 4 ay sonrada devam etmiş. Bu yapılanın biz Prof. Dr. Faruk Kocacık’ın rektör adayı olmasından dolayı, rektör olmasının engellenmesi ve neticesinde de atanmasının engellenmesi çalışması olarak değerlendirmekteyiz. Yani bu dinlemenin masumane olduğunu düşünmüyoruz.

Alınan bir teknik takip kararı var. Alınan bu teknik takip kararı ve önleyici istihbarat faaliyetleri kapsamında teknik takibe gerekçe teşkil edecek her hangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Ancak her hangi bir bilgi belge bulunmadan 9 ay boyunca rektör müvekkilim dinlenilmiştir."

REKTÖRLÜK SEÇİM SÜRECİ

CÜ’de rektörlük seçimleri 14 Haziran 2012’de yapıldı. Rektörlük için dönemin rektörü Prof. Dr. İlyas Dökmetaş ile Prof. Dr. Ömer Cevit, Prof. Dr. Mehmet Çimen, Prof. Dr. Işık Yılmaz, Prof. Dr. Fahrettin Göze, Prof. Dr. Alim Yıldız ve Prof. Dr. Faruk Kocacık yarıştı. Seçimlerde Prof. Dr. Faruk Kocacık 204 oy alarak birinci oldu. Prof. Dr. İlyas Dökmetaş 192, Prof. Dr. Ömer Cevit 166, Prof. Dr. Alim Yıldız 31, Prof. Dr. Mehmet Çimen 18, Prof. Dr. Fahrettin Göze 12 ve Prof. Dr. Işık Yılmaz 11 oy aldı. Ardından YÖK Cumhurbaşkanlığına Kocacık, Dökmetaş ve Cevit isimlerini rektör adayı olarak sundu. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, seçimlerde en fazla oyu alan Prof.Dr. Faruk Kocacık’ı rektör olarak atadı.

POLİSLER ADLİYEYE SEVK EDİLDİ

Öte yandan geçen hafta cuma günü yapılan operasyon ile gözaltına alınan 10 polis, Emniyet Müdürlüğü’ndeki sorgu işlemlerinin ardından bu sabah adliyeye sevk edildi. Önce Numune Hastanesi’nde sağlık kontrolünden geçirilen şüpheli polisler daha sonra adliye binasına götürüldü. Polislerin adliyedeki sorgu işlemine başlandı.

Savcılık şüpheli polislerden H.D., R.Ö. ve Ö.Y.’yi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakırken, 7 polisi ise tutuklanmaları istemiyle mahkemeye sevketti.

DİN VE DİYANET DOSYASI /// VİDEO : Din Bilim İlişkisi Uyuşmacı Görüş

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=Gvh3cV-ntJg&feature=em-uploademail

MK ULTRA PROJECT /// VİDEO : How Psychotronics Warfare Works Used Against Citizens

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=0GqpWXks08w&feature=youtu.be

BİLİM DOSYASI /// VİDEO : Bilim Adına İşlenen Vahşetler

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=qqG_UV5RPLM&feature=em-uploademail

TARİH /// EMEKLİ AMİRAL TÜRKER ERTÜRK : AMİRAL SOUCHON

Krd2Nz

http://www.ilk-kursun.com/haber/220961/turker-erturk-amiral-souchon/

Bugün Çanakkale Deniz Zaferi’nin 100’üncü Yıldönümü! Emperyalizme tarihte en büyük yenilginin yaşatıldığı, Türkün vatanı tehlikeye girince nasıl mucizeler yaratarak direnebileceğinin ortaya konduğu modern tarihin en kanlı ve en kutsal kahramanlık destanı!

Esasında Çanakkale I. Dünya Savaşı’nın cephelerinden biriydi. Bu savaşa 29 Ekim 1914’de gönderlerine ay yıldızlı bayrak çekilmiş ve personeline fes giydirilmiş Goeben (Yavuz) ve Breslau (Midilli) harp gemilerinin bulunduğu bir filonun Karadeniz’de Rus limanlarını bombardıman etmesi ve sonrasında İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Osmanlı’ya savaş ilan etmesi ile girdik.

Çanakkale Savaşı ise 19 Şubat 2015’de İngiliz ve Fransız armadasının boğaz girişindeki müstahkem mevkileri bombalaması ile başladı. Toplam olarak 11 ay 7 gün süren bu mücadele arka arkaya iki savaştan oluşmaktadır. Birincisi 19 Şubat’ta başlayan ve 18 Mart’a zaferimizle biten ve yaklaşık bir ay süren deniz savaşı. İkincisi ise 25 Nisan’da Gelibolu’ya çıkarma harekatı ile başladı, göğüs gögüse çok kanlı kara savaşları sonunda 8-9 Ocak 1916’da düşmanın geri çekilmesi ile yine zaferimizle sonuçlandı.

II. Abdülhamit

Çanakkale Savaşlarının ilk bölümü deniz savaşıydı, denizciler bir şekilde savaş sahnesinde vardı ama Osmanlı Donanması ortada yoktu. Çünkü örümcek kafalı dini-darlarımızın yere göğe koyamadığı II. Abdülhamit korkuları ve vesveseleri yüzünden Osmanlı Donanması’nı Haliç kapatarak yok etmişti. Bu yüzden Osmanlı Donanması sadece Çanakkale’de değil 1897 Osmanlı-Yunan, 1911 Trablusgarp, 1912 Balkan ve 1919-1922 İstiklal Savaşları’nda da yoktu. Ege adalarının tamamını Donanmamız olmadığı için kaybettik.

Geçen hafta Çanakkale Savaşlarının önemini, nedenlerini, sonuçlarını ve etkilerini anlatmak için Almanya’nın Bremen şehrindeydim. Almanya’ya giderken her zaman yaptığım gibi THY’nin Skylife dergisini karıştırdım. Bu dergiye her baktığımda mutlaka tarihimize, geleneklerimize, kahramanlarımıza ve Cumhuriyetimize bazen bilinçli bazen de cehaletin bir tezahürü olarak düşmanlık yapıldığını hep görmüşümdür.

Yine yanılmadığımı gördüm. Bu sefer de Mart ayında olmamız nedeniyle Çanakkale Savaşları anlatmaya çalışılmış ve bu anlatımda ustaca ve örtülü olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün adı yok sayılmış ve sıradanlaştırılmış. Bu düşmancadır, gayriahlakidir, gayri millidir, gayri ilmidir ve boşuna bir gayretkeşliktir. Mustafa Kemal’siz Çanakkale Savaşı tarihi asla yazılamaz. Çanakkale’de Mustafa Kemal’i sıradanlaştırmak, İstiklal Harbine, sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma Devrimlerine bodoslamadan saldırabilmenin mevziisini kazmak ve yığınak yapmaktır.

Amiral Kayacan

Konferans sırasında Çanakkale Savaşlarını anlatırken ister istemez içinde bulunulan I. Dünya Savaşını diğer adıyla I. Paylaşım Savaşı’nı, nedenlerini, paylaşılmak istenen pastanın Osmanlı’nın üzerinde bulunduğu coğrafya olduğunu ve bu yüzden savaşın dışında kalabilmenin imkansızlığını anlattık. Ayrıca bu savaşa girmemize neden olan Alman Amiral Souchon emrinde Karadeniz’de Rus limanlarına yapılan akın harekatından bahsettik.

Orada öğrendik ki, Amiral Wihelm Anton Souchon’un (1864-1946) mezarı Bremen’de. Hemen kararımızı verdik, gece araştırma yaptık ve ertesi günü 5 kişilik bir ekip mezarlığa gittik ve Amiral Souchon aile mezarlığını bulduk. Amiralin 93 yaşında ölen kızı da yanında yatıyor. Beraber gittiğimiz Salah Recepoğlu’nun bize aktardığına göre Yavuz hizmet dışına çıkarıldıktan sonra sökülürken güverte kaplamalarından yapılan bir anı objesi zamanın Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan tarafından Amiral Souchon’un kızına armağan edilmiş. Aile hala bunu saklıyor.

Gittiğimiz mezarlık Bremen’de bulunan bir sürü mezarlıktan sadece biri. Bal dök yala! Adata milli park gibi. Gidin de ecdada, ölülere ve geçmişe saygı nedir bir görün!

Saygılar sunarım.

Türker Ertürk

AK PARTİ DOSYASI : YÖNETMEN Mustafa Altıoklar : Tayyip Erdoğan’ı n “Narsistik kişilik bozukluğu var, 46 raporu vermek lazım”

mustafa-altıoklar.jpg

Mustafa Altıoklar’ın, Tayyip Erdoğan için “Kişilik bozukluğu var, 46 raporu vemek lazım” sözleri mahkemeye taşınmıştı. Mustafa Altıoklar’ın davadaki savunması ortaya çıktı

Ünlü yönetmen Mustafa Altıoklar Cnn Türk Aykırı Sorular programında Başbakan Tayyip Erdoğan için “Narsistik Kişilik Bozukluğu” olduğunu söyleyerek “Kendisine rapor vermek lazım 46 raporu” ifadelerini kullanmıştı.

Başbakan Erdoğan için kullandığı ifadeler için mahkemede savunma yapan Altıoklar’ın Erdoğan için söylediği ifadelereden geri adım atmadı. Altıoklar, hakaret etmediğini bir doktor olarak teşhis koyduğunu söyledi.Oyuncu Levent Üzümcü Altıoklar’ın savunmasını Twitter’dan paylaştı…

adalet5.jpg

İŞTE ALTIOKLAR’IN SAVUNMASI

SAYGIDEĞER YARGIÇLAR,

Ben bugün burada bir hakaret davasından yargılanırken savunmamı DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ kavramı üzerine kurmayacağım. HAYIR… Ben aslında bugün burada bir SAVUNMA YAPMAYACAĞIM… Bugün ben burada sizlere bana daha 24 yaşındayken verdiğiniz resmi bir görevi hatırlatacağım ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI’nın 27.maddesinden bahsedeceğim.

ANAYASAMIZ’ın 27.maddesi; “ Herkes, bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkına sahiptir.” Demektedir.

Bendeniz, 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş, bir hekimim. (BELGE 1). Mezuniyetimi takip eden hafta hekim olarak mesleki kariyerime başladım. Henüz 24 yaşındayken sizler gibi hâkimler ya da savcılar karara bağlayacakları dosyaları tarafıma göndererek davalarıyla ilgili şahısların akıl sağlığının yerinde olup olmadığına dair raporlar talep ettiler. Benim ve benim gibi pratisyen hekimlerin, dikkatinizi çekerim psikiyatri uzmanları değil, pratisyen hekimlerin verdikleri kanaat raporları doğrultusunda adaletin gereğini yerine getirdiler. Bizler o akıl sağlığı raporlarını vermeyecek olsak kanun önünde suçlu sayılabilirdik. Özetle şahsımın verdiği kanaat raporları sizlere ışık tuttuğu için yargıya varabildiniz. Şimdi ise o günlerin üzerinden tam otuz yıl geçti ve değirmende değil, hekimliğimin yanı sıra yazar ve yönetmen olarak iştigal ettiğim karakter analizleriyle ağarmış saçlarımla, artık epeyce tecrübeli bir hekim olarak vardığım Narsisistik Kişilik Bozukluğu kanaatimden dolayı “şüpheli” sıfatıyla karşınızdayım. Söz konusu şüphe ise hakaret ettiğimdir. Savcılık makamı iddianamesinde “Akıl hastalığına vurgu yapılması, eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aşarak hakaret suçu teşkil etmektedir.” Demektedir. Her şeyden önce akıl hastalığına hakaret demek, akıl hastalarına hakarettir. Ben sözlerimde hakaret unsuru bulmamaktayım, eleştirmeye niyet dahi etmedim, hele hakaret yoluyla suç işlemeye kastım hiç olmadı. Çünkü ben teşbih yapmadım, teşhis koydum. Müştekide Narsisistik Kişilik Bozukluğu olduğunu söylerken ne bir benzetme, ne bir yakıştırma, ne bir aşağılama düşüncem olmadı. Hekimlik etiği hastalarının durumlarını alay konusu yapmaz, aşağılamaz, hele hakaret amaçlı asla kullanmaz. Biz hekimler tababet ve şuabatı sanatlarının tarzı icrasına ehliyet almadan önce bu madde üzerine de and içeriz ve içtik. Davaya söz konusu olan açıklamamda ise aynen meslektaşlarım olan Türk Tabipler Birliği mensubu hekimlerin duyduğu kaygıyı kamuoyuyla paylaştım.

“ Bizler hekimiz. İnsanın bin bir ruh halini, bin bir duygu durumunu biliriz. Başbakan Erdoğan’ın duygu durumundan endişe duyuyoruz. Fevkâlâde endişe duyuyoruz. Kendisi, çevresi, ülkemiz adına endişe duyuyoruz. Endişemizi kamuoyuyla paylaşıyoruz.”

(BELGE 2)

Bakın ben sadece altı yıllık tıp fakültesi eğitimi almakla kalmamış, 1987-1991 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak akademik kariyer yapmış uzman bir bilim adamıyım. (BELGE 3). Bu belgeyle ve Anayasa’nın 27.maddesine göre “bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkı”na fazlasıyla sahibim. Yayma hakkıma sahip olduğumu ben değil sizlere kılavuzluk eden T.C. Anayasası söylemektedir. Bu kanun maddesinden açıkça anlaşılabileceği gibi, doktor kimliğimle tıbbi kanaatlerimi açıklarken, örneğin; ilk cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün sol göğsünde, Çanakkale’de aldığı şarapnel yarası nedeniyle ömrü boyunca yanık skarı taşıdığını, ikinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün sağır olduğunu, yine Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in obes olduğunu, Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit’in parkinson olduğunu söylememle veya Şafak Pavey’de extremite yoksunluğu; Meclis Başkanvekili Sadık Yakut’ta vitiligo varlığı ya da sabık Başbakan’ın uzaktan gördüğüm kadarıyla omurga sorunundan bahsetmem hakaret sayılmazken; bir psikiyatrik kanaat teşhisimin hakaretten sayılması esas itibariyle ikirciklidir. Müşteki vekilleri; “müvekkilimiz Altıoklar’a sormamıştır ki kendi akıl sağlığını. Bu nedenle açıklamaları hakarettir demektedir.”

Oysa Recep Tayyip Erdoğan yolda düşse, ilk müdahale edenlerden biri ben olurum. Doğru tedaviyi uygulamadan önce de kalp krizi nedeniyle mi, inme indiği için mi yoksa sara nöbetinden dolayı mı düşüp düşmediğini teşhis etmem gerekir,.Ve bu teşhisi koyarken hastanın bana sormasını da beklemem. Beklersem suç sayabilirsiniz. Çünkü durum acildir. Davamız konusu olan teşhisim de acil bir durumun önlemi olarak kamuoyuyla paylamıştır. Bununla birlikte içinde bulduğum çevrede kuduz hastalığı taşıyan bir vaka teşhis etsem, hem müdahale etmek, hem de kamuoyuna bildirmekle yükümlü olduğumu yasalar söylemektedir. Çünkü burada kamuoyunun sağlığı söz konusudur. Davamızda da kamuoyunun akıl ve bedensel sağlığı tehlike altında olduğu için yetkili kuruluşları uyarmak üzere teşhisimi açıkladım. Teşhisim koruyucu hekimliğin gereğidir. Bunlarla birlikte bir doktorun kamuoyuna mal olmuş, her gün defalarca televizyon başta tüm medya organlarında karşılaştığı şahsiyetlerle ilgili fiziksel hastalık teşhisinin olağan ama psikiyatrik hastalık teşhisinin suç unsuru sayıldığını yazan bir kanun maddesine yazılmamış Magna Carta dâhil hiçbir kanun kitabında rastlayamazsınız. Fiziksel hastalıklarla ilgili teşhis koymam ve rapor vermem suç teşkil etmezken, akıl hastalığıyla ilgili teşhis koymam suç olamaz. Müştekinin doktor yorumu yapmamı hakaret sayarak şikâyet etmesi , narsisistik kişilik bozukluğu teşhisini doğrulamaktadır. Çünkü narsisistik kişilik bozukluğunun en temel teşhis kriterlerinden birisi de eleştiriye tahammülsüzlüktür.

NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Bu noktada Sayın mahkemenin müsadesiyle şikayetçi tarafından hakaret olarak addedilen narsisisistik kişilik bozukluğu hakkında özet bir bilgi vermek isterim. Karar yüce Türk adaletinindir. Narsisistik kişilik bozukluğunun temel özelliği büyüklenmecilik ve üstünlük duygusudur. Tüm dünya Psikiyatristlerinin kabul ettiği DSM-IV tanı ölçütlerine göre, bir kişiye narsisistik kişilik bozukluğu denebilmesi için aşağıda verilen kişilik özelliklerinin beşinin bulunması yeterlidir: (BELGE 4)

1. Kendisinin özel, eşi bulunmaz ve herkesten çok daha önemli olduğunu düşünür.
2. Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ve yetenekleri olduğunu sürekli deklare eder.
3. Üstün, seçilmiş ve ilahi kuvvetlerce vazifelendirilmiş olarak bilinmeyi bekler.
4. Kendilerine hayrandır. Çok beğenilmek ve sürekli dışardan onay görmek ister.
5. Herşeyi yapmaya hak kazanmış ve özellikle kayırılacak bir kişi olduğunu düşünür.
6. Kendi çıkarları için, amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır.
7. Empati yapamaz, başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanımaz.
8. Her başarılıyı kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır.
9. Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler.

Narsisist kişi her yaptığının mükemmel olduğunu düşünür. Eleştiriye duyarlılık ve kırılganlık narsisitik kişilik yapısının en belirgin özelliklerindendir. Narsisistik kişi kendini aşırı değerli hissettiği için eleştirilmeye karşı çok duyarlı ve kırılgandır. Şikayetçi Erdoğan da kırılgandır. Bir doktor teşhisini şikayet ederek dava açtığına göre, belli ki epeyce kırılmıştır. İşte kendisi için de, yakın çevresi için de, ülkemiz için de, içinde yaşadığımız coğrafyamız ve hatta dünya için de endişelerimiz bu noktadan kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede şikayetçi Erdoğan’ın bir sonraki celseye teşrif etmesini, sizlerin huzurunda, sizlere ve şikayetçi olduğu bendenizin gözetiminde şikayetinin derinindeki dinamikleri, nereden rencide olduğunu anlatmasını talep ederim. Bununla birlikte şikayetçinin şikayetlerini ve dinamiklerini dinlemek ve bilirkişi heyet raporu vermek üzere, tarafsız bir üst kurum olan Türk Tabipler Birliği’ni temsilen bir psikiatristler heyetinin yüce mahkemenize gelerek gözlem ve inceleme yapmasını talep ederim. Böylelikle şikayetçi için kullandığım “narsisistik kişilik bozukluğu” kavramının bir teşhis mi, yoksa teşbih mi olduğu konusunda yüce mahkemenizin karara varmasının da daha adil olacağını düşünmekte olduğumu bildiririm. Hal böyle olunca özetle şikayetçi Recep Erdoğan’ın bu mahkemeye gelmeyecek olursa, tam teşekküllü bir hastanede söz konusu belirti ve bulgulara sahip olmadığının belgelenmesini, aksi halde hatalı teşhis ve beyanda bulunduğumu kabul edeceğimi açıkça beyan ederim. Kısaca, Recep Erdoğan’ın akıl sağlığı durumunun bilirkişilerce rapor edilmesini talep ederim.

SON SÖZ:

Yüce mahkemenizin, hekim olan şahsımı, bu davayla suçlu bulması halinde tarihe geçeceğini düşünmekteyim. Şöyle ki; “hakaret davası” olarak anılan bu davada, dava konusu olan bir hakaret söz konusu değildir. Çünkü ben bir teşbih yapmadım, teşhis koydum. Teşhis koyan bir hekimi yargılayan bu mahkeme, hakaret davasına baktığı için değil, teşhis koyan tıp bilimini yargıladığı için tarihe geçecektir. Saygılarımla…

http://www.sozcu.com.tr/2015/magazin/erdoganin-akil-durumu-sagligi-775092/

TARİH /// ZAHİDE UÇAR : Çanakkale Gazisi Çolak Şükrü

Türk milleti 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 100. Yılını gururla kutluyor.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dehası, geri dönmemek üzere Çanakkale’ye gelen askerlerimizin kahramanlığıyla birleşerek bir destan yazdı. Boğazımızı sıkmaya gelen İtilaf devletlerine;

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!!.

Dedirten Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve hayatını bu millete armağan eden şehit ve gazilerimizi minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. Ruhunuz şad olsun.

Ben bir Çanakkale gazisi torunuyum. Dedem Çanakkale’de kolundan vurulmuştu. Bir kolu kurumuş ağaç dalı gibiydi. Kastamonu-Araç ilçesinin bir köyünde oturan rahmetli dedemin beş çocuğu vardı. Tek koluyla çiftçilik yaptı.

Dedem Çanakkale Savaşını anlatırken;

“-Yağmur gibi mermi yağıyordu. Şehit olanların üzerinden sürünerek geçerken, bir santimlik yerimiz çıksa oradan kurşunu yiyorduk.

Bir gün savaş molasında askerlerden biri koynundan çıkardığı mendile sarılı bir şeyi elinde tutarak yanındaki arkadaşına;

‘-Ben ölürsem bunu aileme ver olur mu?’dedi.

Arkadaşı,

‘-Benim sağ kalacağım ne malum arkadaş’ dedi. Almadı.

Aç kaldığımız günler çok oldu. Atların pislikleri içinden arpa toplayıp yedik. Bir gün bir hayvan kuyruğu bulduk. Ateşe atıp pişirdik, yedik. “ derdi.

Dedem çayır otu hariç, bütün otların yendiğini söylemişti.

Babamı kaybettikten sonra rahmetli anacığım babasının gazi maaşını almıştı. Ben ve kardeşlerim, dedem ve silah arkadaşlarına sadece bir vatan borçlu değiliz. Dedemin Çanakkale’de verdiği koluna karşılık devletin bağladığı gazi maaşından ekmek yedik. O mübarek ekmeğin borcu da var üzerimizde.

Bu vatana, bu vatanı bizlere vatan yapanlara, rahmetli dedem Gazi Çolak Şükrü’ye borcum var. Nur içinde yatsınlar. Onlar canlarıyla destan yazarak bizlere onurumuzla yaşayabileceğimiz bir vatan bıraktı. Bizler de doğmamış vatan çocuklarına onurlarıyla yaşayabilecekleri bir vatan bırakmak mecburiyetindeyiz.

Çanakkale zaferi, Türk Milleti’ni yok etmek isteyen emperyalist devletlere İLK SÖZ olmuştur. Kurtuluş Savaşı da SON SÖZÜMÜZDÜR.

Ve Türk Milleti İlk Söz ile gurur duyarken, son sözüne de;

SADIK KALMAK MECBURİYETİNDEDİR.

Bu MECBURİYET namusumuzdur, şerefimizdir!!.

**** **** **** **** ****

BİR SÖZ DE;GÖZÜ KÖR, YÜREĞİ MÜHÜRLÜ GÖRMEZ’E…

Vicdanı olmayan, AKP’nin yolsuzluklarını örtmekle görevli, camilerde siyaset yapılmasına ses çıkarmayarak camileri dırar mescidlerine çeviren Görmez…

Peygamberimizin İlahi emir ile yıktığı zenginler camisi gerçeğini yok sayıp, Erdoğangiller Familyasının açtığı VİP camiye sesini çıkarmayan GÖR-MEZ;

“Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü” için hazırlanan hutbelerden Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün adını çıkardı.

Ben şaşırmadım. Yezit’in imamlarından el alan Görmez’in, hak ve hakikate savaş açması normaldir. Sırtında Papa’dan özenti süslü kıyafeti, altında lüks arabasıyla Hz. Muhammed’in imamı olacak değildi ya. Elbette ki;

“Peygamberlik bizden birine değil de, Haşimilerin yetimine mi geldi?” diye küçümseyen Ebu Cehil’in yolunu izleyecek, güce eğilecek, sahte hadislerin mucidi Yezit’e imam olacaktır.

Bu şahıs kendi müezzinine sahip çıkmak yerine, yalan söylemedi diye müezzine müfettiş yollayan kişi değil mi?

Böyle kişilerin Atatürk düşmanı olmasını yadırgamıyorum. Allah’ın ayetlerini siyasi yolsuzlukları aklamak için eğip büken şahsın Allah ve Kur-an’a saygısı yok ki, Atatürk’e olsun…

Camilerde kafa kesen İŞİD militanlarının aklanmasına ses çıkarmayan şahıs, Diyanet İşleri Başkanı değil, olsa olsa HIYANET İŞLERİ BAŞKANI olur.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, fırka fırka, tarikat tarikat parçalara ayrılmış, İslam olmaktan çıkmış, hikaye dini haline gelmiş İslam’ın hakikatini milletine anlatmak için Diyanet İşleri Başkanlığını kurdu. Dine giydirilen sahte hadisleri temizleyerek dinin gerçeğini milletine anlatsınlar diye kurdu Diyanet’i… Bulunduğu makamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e borçlu olan, süslü papaz elbisesine özenen şahıs, Atatürk adını hutbeden çıkarmış…

Vallahi iyi yapmışsın gözü kör, vicdanı mühürlü Görmez. Çünkü ben sizin gibi hocaların arkasında asla namaz kılmam. Kur’an ve dinin hakikatine savaş açar konuma düşmüş, siyasetin kuklası haline gelmiş bir kurumun başındaki şahsın arkasında namaz kılınmaz. Böyle bir şahsın okuttuğu hutbeden ne olur ki?..

Rahmetli İsmail Karakaya Özal’ın danışmanlığını yaptı. Alim bir insandı. Muhafazakar kesim tarafından kabul görmüş bir isimdir. İsmail Bey’in bir sohbetini dinlemiştim. Alevilerin mescidleri neden terk ettiğini anlatıyordu.

Peygamber torunlarını katleden Yezit’in mescitlerde 35 yıl Peygamber ve soyuna küfür ettirdiğini, bu duruma dayanamayan Müslümanların mescidlere gitmeyi terk ettiğini söylüyordu. İsmail Karakaya Sünni bir din adamıdır ama bu gerçeği haykırıyordu.

Şimdi camilerin birçoğu maalesef aynı durumdadır. Hocalar siyaset yapıyor. Yezit takımı uydurma hadis dinini yeniden inşa ediyor. Bunlar ayetlere yasak getiriyor. Namazlarını camide kılan birçok tanıdığım yavaş yavaş camileri terk ediyor.

Benim bir diğer dedem medrese mezunudur. Atatürkçü idi. Medrese mezunları o dönem askere alınmıyormuş ama dedem Kuvva-i Milliye Ordusuna asker toplamış. Asker sevkinde görev almış. Birçok imam dedemin elinden sarık giymiştir. Rahmetli herkesin arkasında namaz kılmazmış. Arkasında namaz kılınmaz dediği bir hoca yüzünden, Cuma namazı kılmak için atla başka bir köye gidermiş. O arkasında namaz kılmadığı imamın sonradan birçok ahlaksızlığı ortaya çıktı. Dedemizin ne kadar öngörülü bir insan olduğu ortaya çıkmıştı.

O dedenin torunu olarak, Yezit’ten el alan imamların arkasında asla namaz kılınmaz diyorum.

DİPÇE: Bir tanıdığım kişinin babası vefat etmişti. Memleketten babasının vefatından gelen kişi eve oynaya oynaya girdi. Bunu gören evin oğlu:

“Sen dedemin ölümünde oynadın ya? Ben de senin mezarına s.ç.cağım” dedi.

Bugün Atatürk’ü hutbelerden çıkaran nankörler, yarın bu ülkede kendinize mezar yeri bulabilecek misiniz acaba?

zahide

http://www.zahideucar.com