Günlük arşivler: Mart 23, 2015

IRAK DOSYASI : Irak’ta Tikrit Operasyonu ve Sonrası

Bilgay Duman

Araştırmacı, ORSAM

Irak Başbakanı Haydar El-Abadi, 1 Mart’ta Irak’ın Selahaddin vilayetine bağlı Samarra ilçesini ziyaret ederek, IŞİD’in elinde olan Selahaddin’in merkezi ilçesi olan Tikrit’i kurtarma operasyonunun başladığını açıklamıştır. Bu açıklamayla başlatılan Tikrit Operasyonu, hem operasyonun mahiyeti hem de IŞİD’le mücadelenin geleceği açısından farklı dinamikleri bir araya getirmektedir. Tikrit, Musul’un hemen ardından IŞİD tarafından ele geçirilen yerleşim yerlerinden biri olmakla birlikte, Irak haritası göz önüne alındığında hemen hemen Irak’ın merkezinde bulunan ve Kerkük’le birlikte kuzey-güney bağlantı yollarının sınırları içerisinden geçmesiyle son derece stratejik bir konuma sahiptir. Bu nedenle Tikrit’in Irak hükümeti tarafından IŞİD’in elinden alınması, olası bir Musul ve Anbar operasyonu için de hazırlık niteliğinde olacaktır. Nitekim Tikrit operasyonu Gönüllü Savaşçılar olarak da bilinen ve daha çok Şii milis grupların içerisinde yer aldığı Arapça olarak Haşti Şaabi olarak nitelendirilen silahlı birimin yönetiminde yapılmaktadır.

Operasyon merkezi olarak Samarra seçilmiştir. Samarra’nın Tikrit’e ilişkin operasyon merkezi olması dikkat çekmektedir. Samarra, Irak hükümetinin kontrolündeki Tikrit’e bağlı nadir yerlerden biri olmakla birlikte tarihsel önemi ve 2003 sonrası Irak’taki siyaseti şekillendiren ana olayların çıkış noktası olmasıyla da önem kazanmaktadır. Samarra, Şiiler açısından önemli bir yerdir. Samara’da El-Askeri türbesi bulunmaktadır. 2006 yılında El-Kaide, Samarra’daki El-Askeriye Türbesi’ne saldırı düzenlemiş ve Şubat ayındaki bu saldırıdan sonra mezhep çatışmaları başlamıştır. IŞİD de Musul operasyonu ilk başladığında Bağdat, Tikrit, Anbar ve Samarra’ya doğru yönelmiş, bunun üzerin Ayetullah Ali El-Sistani fetva çıkararak, IŞİD’e karşı bütüncül mücadele çağrısı yapmıştır. Nitekim Samarra’ya saldıran IŞİD, gönüllü savaşçıların desteğiyle engellenmiş ve Samarra Irak hükümeti tarafından kontrol altına alınmıştır. Samarra olayı Haşti Şaabileri, Irak’ın gündemine taşımış ve daha görünür hale getirmiştir. Bu nedenle Samarra’nın Tikrit operasyonu için merkez seçilmiş olması manidardır. Operasyonun merkez üssü olarak Samarra seçilerek IŞİD’e karşı psikolojik bir mesaj verildiğini söylemek mümkündür. Diğer tarafta Tikrit’in güneyinde bulunan Samarra’nın Bağdat ve Tikrit’i birbirine bağlayan ana yol güzargahının merkezinde olması, Tikrit operasyonuna verilecek lojistik destek açısından stratejik bir konuma sahiptir. Bu nedenle hem Bağdat’tan Tikrit operasyonuna verilecek destek hem de Haşti Şaabilerin varlığı düşünüldüğünde Samarra ön plana çıkmaktadır.

Öte yandan Tikrit operasyonu Haşti Şaabiler içerisinde Sünni aşiret üyelerinin de operasyona katıldığı ilk büyük operasyon olması açısından da önemlidir. Net olmamakla birlikte Tikrit operasyonuna Haşti Şaabilerle birlikte Irak Ordusu ve Irak Polisi’nin de içerisinde yer aldığı 25-30 bin kişilik bir güç katılmaktadır. Bu güç içerisinde 2.500-3000 kişilik Sünni savaşçı grubunun da yer aldığı bilinmektedir. Hatta IŞİD tarafından kontrol edilen Tikrit’e bağlı Elbu Acil ve El-Alem ilçelerine düzenlenen ve IŞİD’den geri alınan operasyonlarının Irak polisi ve Irak ordusu desteğindeki Sünni savaşçıların öncülüğünde yapıldığı ve kendi bölgelerini kendileri kurtardıkları söylenmektedir. Tikrit’in merkezine yönelik operasyon için de Tikrite bağlı Şirgat, Beyci, El-Alem, Elbu Acil, Dour gibi bölgelerden Sünni savaşçıların operasyona katıldığı ya da katılmaya gönüllüğü olduğu bilinmektedir.

Ancak mevcut durum itibariyle Tikrit merkezine yönelik büyük bir ilerleme sağlanabildiğini söylemek zordur. Tikrit’in çevresinde birkaç gün içerisinde çabuk bir ilerleme sağlayan IŞİD karşıtı güçler, şehir merkezine aynı biçimde girebilmiş değildir. Özellikle IŞİD’in şehre girilebilecek hatlara ciddi miktarda mayın döşediği, bombalı araçlar ve intihar bombacılarıyla saldırı düzenlediği, ayrıca pek çok noktaya keskin nişancıları yerleştirerek şehre girişi engellediği söylenmektedir. Mevcut durum itibariyle koalisyon güçlerinin hava saldırısı yapmamış olmasının, IŞİD’e karşı mücadele eden güçlerin kente girişini yavaşlattığı söylenmektedir. Ancak burada Irak hükümetinin sorumlu davranmaya çalıştığını söylemek mümkündür. Zira IŞİD mensuplarının şehrin içerisinde olması nedeniyle koalisyon güçlerinin yapacağı hava operasyonlarının şehre zarar vereceğini düşünüldüğünde yeni bir Ayn El-Arap (Kobani) ile karşı karşıya kalınmak istenmediği söylenebilir. Ancak karadan harekatın da şimdilik bir çözüm üretemediği görülmektedir.

Öte yandan Tikrit operasyonu, İran’ın Irak’taki varlığını net olarak gün yüzüne çıkartmış, İran ilk kez bir komutanının Tikrit operasyonunu yönetmek üzere Irak’ta bulunduğunu resmen açıklamıştır. İran tarafından yapılan açıklamada bir isim verilmemiş olsa bile bu komutanın Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani olduğu herkes tarafından bilinmektedir. İran sıradan bir komutanını değil belki Ortadoğu’da son dönemin en popüler ismi olan Kasım Süleymani’nin Irak’taki diğer pek çok operasyonda bizzat görev aldığı pek çok haberde ve sosyal medyada yer almaktadır. Kasım Süleymani, Ortadoğulu bazı akademisyenler ve araştırmacılar tarafından İran’ın “Arabistanlı Lawrence” olarak görülmektedir. Nitekim Kasım Süleymani, artık Ortadoğu’da hemen her bölgede görüldüğü fotoğraflara pek çok yerde rastlamak mümkündür. Kasım Süleymani’nin Suriye’de Esat rejimine destek vermek operasyonlara katıldığı, Lübnan’da Hizbullah’a destek verdiği söylenmektedir. Hatırlanacak olursa İsrail, Hizbullah’ın iki üyesini öldürdüğünde bir tanesi İmad Muğniye’nin oğlu Cihad Muğniye olmuş, Kasım Süleymani de Cihad Muğniye’nin cenazesine katılmış olması dikkat çekmektedir. Bu durum İran’ın bölgedeki etkisini gösterir niteliktedir. Zira IŞİD operasyonları sonrası, İran’ın Irak’taki varlığının hissedilir derece arttığı görülmektedir. Bu nedenle Kasım Süleymani’nin Tikrit operasyonuna katılıyor olması pek çok mesajı da içerisinde barındırmaktadır. Tikrit aslında Irak’ın devrik lideri, Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı ve Sünnilerin özlem duyduğu Saddam Hüseyin’in memleketidir. Saddam Hüseyin’in hem doğum yeri orası hem de mezarı Tikrittedir. Kasım Süleymani 1980-1988 İran-Irak Savaşı’nda İran tarafında savaşan ve Irak’a karşı mücadele veren bir subaydır.

Şimdi Tikrit’i kurtarma operasyonu İranlı bir generalin de desteğiyle ya da kontrolünde yapılacak olması Sünniler için ve Saddam Hüseyin taraftarları için de ayrı bir mesaj olarak nitelendirilebilir.

Sonuç olarak Tikrit operasyonunun önemi ve başarısı daha sonra yapılması planlanan, Anbar, Havice (Kerkük) ve Musul operasyonları için bir örnek teşkil edebileceği gibi adı anılan bölgelerde IŞİD’e karşı yapılacak operasyonların da kapısını aralayacaktır. Burada Sünni savaşçıların da Haşti Şaabi içerisinde operasyona katılarak vermiş oldukları destek ve gösterdikleri başarı, diğer bölgeler için de önemli olacaktır. Burada esas sıkıntı Haşti Şaabiler içerisinde yer alan Şii milis grupların kontrol ettikleri bölgeleri bölge halkına bırakıp bırakmayacakları ve hem Irak ordusu hem de Irak polisi gücü içerisindeki etnik ve mezhepsel dengenin sağlanıp sağlanmayacağıdır. Tikrit’ten IŞİD’in çıkarılması durumunda Tikrit’in Sünniler için alacağı pozisyon, Sünnilerin diğer bölgelerde Irak hükümetine vereceği yardımın bir örneği olacağı gibi, Sünnilerin beklentilerini karşılamaması durumunda Sünnilerin Irak hükümetinden çekeceği desteğin IŞİD’i güçlendirebileceğini söylemek mümkündür. Bu nedenle Sünnilerin hem siyasi sürece hem de IŞİD’le mücadele sürecine sokulması son derece önemlidir. Irak hükümetinin bu desteğinin sürmesi durumundan yerelden de destek bulan IŞİD’in yerel desteğinin kesilmesi mümkün olabilecektir. Ancak İran’ın sahada fazla görünür olmasının da Sünnileri tedirgin ettiğini söylemek mümkündür. Ayrıca Kürtlerin özellikle Kerkük çevresindeki etkinliği ve bazı Sünni köylerinde kontrol sağlaması da Sünnileri endişeye sevk etmektedir. Bu nedenle IŞİD’e karşı bütüncül bir strateji geliştirilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Tikrit’te kurulacak bu bütüncül stratejiyle IŞİD’in bölgeden çıkarılması, diğer bölgelerdeki IŞİD’le mücadele kolaylaştırıcı bir rol oynayacaktır.

TARİH /// KUDRET HARMANDA : YA SAKARYA, YA DUMLUPINARDAKİLER ?

Sofya’da ateşemiliterdir. Ülkesinin büyük paylaşım savaşına girdiğini duyduğunda beyninden vurulmuşa döner. Almanların yanlış taktikleri ve beklentileri, Enver, Talat ve Cemal beylerin aşırı Alman hayranlığı “Hasta Adamın” sonunu getirmiştir. Araya bin bir rica koyar, kendisinin aktif bir göreve verilmesini ister. Tekirdağ Yarkışla’da karargahı bile olmayan 19 uncu Tümene Tümen kumandanı olarak tayin edilir.

“ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.” diyen bu büyük askerin Anafartalar’da askeri ile yazdığı destan bu gün bile düşman Harp Okullarında “Savaş Stratejisi Dersi” olarak okutulmaktadır. Bu asker Mustafa Kemal’dir. Görev süresi dolmadığı halde, Sofya’da kuş tüyü yataklarda yatabilecekken, tıpkı Libya’da olduğu gibi, vatansever her Türk zabiti gibi harbe koşan ve Türk Milletinin alın yazısı olan bu büyük asker, özellikle İstiklal Harbimizden daha önemli gibi gösterilen ama gerçekte bizzat komuta ettiği 19 uncu Tümen ile destan yazdığı Çanakkale Zaferi ile adeta YOK sayılmaktadır. Oysa yanlıştır, Çanakkale’de kırılamaz denilen İngiliz gururunu kıran, Türk milletinin geleceğini şekillendirecek olan kişi, yani Mustafa Kemal Çanakkale muharebelerinin efsane ismi olmuştur. Ancak bütün bunlara rağmen Çanakkale muharebeleri, sanki koca cihan harbinde kazanılan tek zafermiş gibi göz önüne getirilmekte ve yanlış yapılmaktadır.

Bu satırların yazarının iki yakın akrabası Çanakkale’de yatmaktadır. Sanılmasın ki bu yazıda Çanakkale Zaferini yada o zaferi kazanmak için kendini feda edenleri görmezden geliyorum; ASLA! Her şeyden evvel cennet mekan babam Alim Harmanda’nın öz dayısı olan Hırca Ömer oğlu Mehmet (künyesi geldiğinde 17 yaşındadır.) ve annem Dudu Harmanda’nın öz amcası Tan Süleyman oğlu İbrahim’in ( o cennet mekanda 17 yaşında gitmiştir Çanakkale’ye. Gönüllüdür, mecburi değil gönüllü gitmiştir.) yarın ruz-i mahşerde yüzlerine bakamam. Ancak koskoca bir savaşı sadece bir cephe ile özdeşleştirmek, sadece işine geldiğini almak gafletine düşenlere de birkaç laf etmeden duramam!

Dünya Harp Tarihinde Çanakkale deniz ve kara muharebelerinin çok mümtaz bir yeri vardır. Bunu hangi askere yada tarihçiye sorarsanız aynı cevabı alırsınız. Çünkü eşit olmayan güçler arsında yapılan bir savaş ancak bu kadar muhteşem bir zafer ile sonuçlandırılabilirdi. Dünyanın en büyük sömürge imparatorluğu olan Büyük Britanya ve Fransa devletlerinin başını çektiği bağlaşıklarının uğradıkları hezimet hakikaten destan niteliğindedir. Türk Askeri bu harpte tabiri caiz ise insan üstü bir gayretle vatan toprağını savunmuş, ölümün kesin olduğu bu harpte adeta devleşmiştir.

Son yıllarda özellikle bir kesim tarafından Çanakkale Harbi ön plana çıkartılmaktadır. Bu harp ön plana çıkartılırken de sanki Hicaz-Yemen, Galiçya, Filistin-Sina, Kafkasya, Irak, İran ve Balkan cephelerinde Türk ordusu değil de Alman ordusu savaşmış gibi kimse bunlara değinmez! Bu ne cahillik, bu ne aymazlıktır!

Mesela Irak cephesinde Halil Kut ve Musa Kazım Karabekir paşaların kazandığı bir Kut savaşı vardır ki; İngiliz Harp tarihinde kap kara bir lekedir. Çünkü Büyük Britanya İmparatorluğu hiçbir harpte 23 bin ölü ve yaralı ile 18 Bin esiri aynı anda vermemiştir. Peki sana bir soru sevgili okur; Çanakkale’de yani payitahtın dibinde askerine buğday çorbası veren Osmanlı, Kut’ül Ammare’de, Medine’de yağlı pirinç pilavı ile Osmanlı Şerbeti mi veriyordu? “Evlatlarım aç kaldınız biliyorum. Ben de açım… Size bir tavsiyem var ben çekirge yedim çok lezzetli. Aç kaldığınız vakit siz de çekirge yeyin” Medine Müdafii Fahreddin Paşa… Askerine verecek kumanya bulamayan bir paşanın sözlerini okudunuz. Sorarım size; Medine müdafaası, Kut’ül Ammare savaşı çok mu önemsizdir? Ya Yemen? Filistin ve Sina Cephesinde kaybettiğimiz 102 bin askerimiz?

Her biri bayraklaşmış, her biri gelincik misali kutsal vatan toprağına düşmüş şehitlerimizi sırf Mustafa Kemal adı ön plana çıkmasın diyerek anmamak hangi aklın ve mantığın tezahürüdür bilemiyorum. Ancak bildiğim bir tek şey; kırk tümenle harbe giren ve 295 tümene kadar çıkan Osmanlı Ordusunun harp bittiği vakit elinde topu topu 10 tümeninin kalmadığıdır.

16 Mayıs 1919 da Bandırma Vapuru ile Anadolu’ya geçenler, Vatanın kurtuluşunun Türk Milletinde olduğunun bilincindeydiler. Bu nedenledir ki; hiçbir maddi imkanın olmadığı Anadolu Bozkırında milli bir şahlanış başlatmanın mecburiyeti ve bilinci içindeydiler. Küçük küçük direnişleri belli bir merkezde toplayarak Milli Orduyu kurmak, işgal altındaki payitahttan ölüm pahasına kaçıp mili orduya katılmak, işgal güçlerinin kontrolü altındaki cephaneliklerden mühimmat kaçırmak aklı başında kişilerin değil, yüreği vatan ve istiklal aşkı ile çarpanların işidir!

Sadece Çanakkale Zaferini ön plana çıkarmak şehitlerimizin aziz ruhlarının rencide edilmesi demektir. Adama sorarlar; madem Çanakkale bu kadar önemliydi göklere çıkarttığınız bu zaferin arkasında Osmanlı neden yenildi ve Mondros neden imzalandı? Neden İngiliz zırhlılarının namluları Dolmabahçe’ye, Topkapı’ya çevriliydi? Neden bu kadar yapay zafer çığlıkları? Yoksa bunun temelinde Mustafa Kemal’i silmek istemeniz mi yatıyor?

“Sabah aldığımız tepe, bakıyoruz öğleden sonraya düşmanın eline geçmiş. Daim bir yaralı ve cenaze nakli var. Artık şehitlerin naklinden vazgeçildi. Yaralılara bazen su bile veremeyecek duruma düşüyoruz. Sahra hastanemizin yeri üç-dört defa değişti. Ameliyat ekibi artık bitkin durumdadır. İaşemiz bitti. Yaralılara bile yedirecek tayınımız kalmadı. Hekim paşaya "Kumandanım, mekkare katırlarının gübrelerinin içinde arpa daneleri var. İzniniz olursa ayıklayıp yıkayalım. Kavurur yeriz!" dedim. Hekim paşa "Yaşatmak için yaşamak zorundayız. dediğini yap Ömer Çavuş!" dedi… İlk işimiz mekkare hayvanatının bulunduğu ahırlara dalmak oldu. -Burdur Tefenni Türk köyünden Bardaklı Veli oğlu Sıhhiye Çavuş Ömer (Oğlu Alim Harmanda’dan nakildir) Sakarya Savaşı hatırası. Hani çokça görüyoruz ya; bir piyade bölüğünün 1917 deki tayın tablosunu. İçimiz burkuluyor, diyoruz bu ne biçim bir vatan sevgisidir diye… Dedem, üç savaşın gazisi Bardaklı Veli oğlu Sıhhiye Çavuşu Ömer kadana katırlarının gübrelerinin içinden arpa danelerini ayıklayıp yıkadıklarını ve kavurup yediklerini böyle anlatmış rahmetli babama. Babam bunları anlatırken ikimizde ağlıyorduk. Ağır yaralılardan nasıl umutlarını kestiklerini, artık şehitleri değil, ağır yaralıları bile harp meydanında bıraktıklarını anlatırmış babama. Anlatırken de ağlarmış daim. Dedem hem Balkan, hem Cihan hem de İstiklal harbi gazisi olmasına ve Moskofa esir düşmesine rağmen ekseriyetle İstiklal Harbini anlatırmış. Ne de olsa insan çektiği çilenin semeresini görünce mutlu olmaz mı? 22 gün ve gece süren ve tarihlere Melhame-i Kübra (Çok büyük ve kanlı savaş) olarak geçen ve Türk Miletinin 238 senedir süren geri çekilmesinin bittiği Sakarya Meydan Muharebesini nasıl yok sayacaksınız?

Ya İnönü? Eskişehir ve Kütahya? Ya Ayıntap? Gazi ünvanı verdiğiniz Gazi Antep? Ya nasıl yok sayacaksınız “Kalesinde hür bayrağı dalgalanmayan esir memlekette Cuma Namazı kılınmaz!” diyen Sütçü İmam Şeyh Ali Sezai (Kurtaran) efendiyi ve Kahraman Maraş halkını? Yapmayın lütfen! Bizim sadece Çanakkalemiz yok! Etmeyin, eylemeyin…

“Durmadan yürüyoruz, o hale geldik ki artık gözümüz ne ölüleri görmekte, ne yaralıları. Tek bir hedefimiz var; İZMİR!” 9 günde İzmir’e giren şanlı orduyu, yok saymayın! İzmir’e diyerek çakar almaz tüfeği ile Akşehir’den yola çıkıp Banaz’da şehit düşen 65 yaşında ki Karahöyüklü hacı Emin dayıyı yok saymayın!

Çanakkale’yi kazanan Türk askeridir. İnönü’yü, Sakarya’yı ve Dumlupınar’ı kazanan askerin de Türk askeri olduğu gibi.

Gazi Mustafa Kemal nasıl ki Derne’de, Tobruk’ta. Bingazi’de varsa, Çanakkale’de de var olmuştur. Hatta bu konuda Sultan II.Abdülhamit’in hatıra defterinde şöyle yazmaktadır “İşte bu sırada Rabbime şükürler olsun ki, ummaya bile cesaret edemediğim zafer haberi ulaştı. Düşman tasını tarağını toplamış askerlerinin yarısını denize, yarısını gemilerine dökerek Çanakkale önünden çekilip gitmişti. Bu büyük zaferi Mustafa Kemal Bey adında bir miralay (albay) kazanmış. Allah, devletime hizmeti geçenlerden razı olsun.” (Sayfa-168-169) Peki İngiliz savaş bakanı ve daha sonra İngiltere başbakanı olacak olan Winston Churchill ne demektedir? “Şu anda mağlubiyeti bütün damarlarımda hissetmekteyim. Çok üzgünüm! Oldukça umutluydum, daha dün kadar Çanakkale bizimdir diyordum. Bu savaşı kazanmak için; askeri, parayı ve cephaneyi en ince ayrıntısına kadar hesaplamıştım. Hepsinde de çok üstündük. Mutlaka yenecektik. Yalnız bir tek şeyi hesaba katmışız: Mustafa Kemal’i!”

Çanakkale Deniz Zaferinin 100 üncü yılı kutlu olsun. Şehitlerimizin, gazilerimizin, aziz Atatürk ve silah arkadaşlarının ruhları şâd, mekanları cennet, komşuları Hazreti Muhammed (SAV) olsun!

HRANT DİNK DOSYASI : Savcı, Dinç’i yeniden ifadeye çağırdı

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink soruşturması ile ilgili yeni bir gelişme daha yaşandı.

Edinilen bilgilere göre soruşturma Savcısı Gökalp Kökçü, dönemin Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç’i (2012’de İstihbarat Dairesi Başkanı oldu) ikinci kez ifadeye çağırdı.

Geçtiğimiz aylarda ifadeye çağrılan Dinç’i dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala göndermemişti. Bu olayda kamuoyuna ikinci Fidan vakası olarak yansımıştı. Savcının Dinç’i özellikle bir dönem emniyet muhbiri olarak görev yapan Erhan Tuncel ile ilgili sorgulayacağı öğrenildi. Ayrıca Tuncel tarafından 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilen ve kamuoyuna da yansıyan skandal mektubunda savcının gündeminde olacağı aktarıldı.

Dink soruşturması kapsamında dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek, İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı Ercan Demir, komiser Özkan mumcu, polis memuru Muhittin Zenit ve İstihbarat Dairesi Başkanlığı C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer, "İhmali davranış sebebiyle ölüme sebebiyet vermek", "Resmi evrakta sahtecilik" ve "Görevi kötüye kullanma" gerekçesiyle tutuklandı.

Soruşturmayı yürüten savcı tarafından Engin Dinç, defalarca ifadeye çağrıldı. Fakat İçişleri Bakanlığı tarafından Dinç, ifade vermeye gönderilmedi. Bakanlığın Dinç’i ifadeye göndermemesi eski çalışanları tarafından tepkiyle karşılandı. Emniyet mensupları, savcıya verdikleri ifadelerinde süreçle ilgili olarak istihbarat şube müdürü Dinç’i bilgilendirdiklerini bütün talimatları da kendisinden aldıklarının altını çizdi.

Ancak resmi belgeler, olayda en fazla ihmalin dönemin İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç’te olduğunu ortaya koyuyor. Ulaşılan belgelere göre Ekim 2004’te Trabzon’daki Mc’Donalds saldırısının ardından Dinç, Tuncel’in emniyete muhbir olarak alınması kararını veriyor. Elemanları aracılığıyla da Tuncel hakkında inceleme yaptırıyor. Ardından 17.11.2004 tarih ve 198283 sayılı yazısıyla Metin Kurt kod adlı Erhan Tuncel’in yardımcı istihbarat elemanı yapılması için il emniyet müdürü Akyürek’in kapısını çalıyor. Akyürek de şube müdürünün bilgisine itimat ederek belgeyi imzalayarak istihbarat dairesine gönderiyor. İstihbarat Başkanı Sabri Uzun da 02.12.2004 tarih ve 207920 sayılı yazısıyla Tuncel’i İDB kaydı altına alıyor.

İSTİHBARAT MÜDÜRÜNDEN MUHBİRE MAKAM ODASINDA ÖZEL İLGİ

Bu tarihten itibaren Tuncel, Dinç tarafından kullanılmaya başlanıyor. Tuncel görev yaptığı süre zarfında Dinç ve ekibine önemli bilgiler veriyor. Hatta ilerleyen dönemlerde Dinç ile Tuncel arasında “Ağabey- Kardeş” ilişkisi başlıyor. Dinç, Tuncel’i birkaç kez makamında özel ağırlıyor. Kendisine özel bir ilgi gösteriyor. Dinç, Tuncel ile makamında yaptığı görüşmelerin yanı sıra dışarda da bazı görüşmelerde bulunuyor. Ancak 2006 Mayıs’ından itibaren Dinç ve Demir’in talimatıyla Tuncel’e ilişkiler zayıflatılıyor. Hatta Tuncel’in telefonlarına bile çıkılmıyor. Bunun yanı sıra Dinç, Tuncel’in özel istihbarat topladığı Trabzon’un Pelitli ilçesine de polis istihbaratının girmesine yasak getirdi. Bu aşamadan sonra da emniyet istihbaratının Yasin Hayal ve grubu hakkındaki bilgi akışı da kesildi. Bu dönemde de Hayal ve arkadaşları tarafından cinayet planları üst perdeden yapılmaya başlandı.

REŞAT ALTAY KENDİSİYİLE ÇALIŞMAK İSTEMEMİŞ

Dinç döneminde Trabzon istihbaratının ihmalleri bununla da sınırlı değil. Dinç’in başında olduğu istihbarat şubesi söz konusu ihbarla ilgili olarak hiçbir adım atmadı. Konu operasyona çevrilerek ne TEM Müdürlüğü’ne ne de Trabzon Cumhuriyet Savcılığı’na intikal ettirildi. Hatta Dinç, Yasin Hayal’in abisi Osman Hayal’in Trabzon’da olduğunu bildiği halde İstanbul emniyetini de yanlış yönlendirdi. Dinç ayrıca dönemin Trabzon Emniyet Müdürleri Ramazan Akyürek (5 Mayıs’ta İstihbarat Dairesi Başkanı oldu) ve Reşat Altay’a da Tuncel ve yapılanma hakkında yeterli bilgi vermedi. İstihbarat şubesindeki bilgileri istediği oranda paylaşma yoluna gitti. Bundan dolayı da Akyürek’in yerine Trabzon’a müdür olarak atanan Altay, Dinç ile çalışmayacağını kendisine açık olarak ifade etti. Yerine de Kırıkkale istihbarat şubesi müdürü Faruk Sarı’yı getirdi. Bu bilgiler ışığında Cumhuriyet Savcısı Kökçü’nün Dinç’in ifadesine başvurmak için yeni bir çağrı yaptığı öğrenildi. Savcının Dinç’e Tuncel ile arasında kurulan özel ilginin normal bir ilişki olup olmadığını soracağı kaydedildi. Bunun yanı sıra İstanbul ile merkez daire başkanlığına 17 Şubat 2006 tarihinde neden iki farklı rapor sunulduğu da sorulacak sorular arasında olacak.

CHP DOSYASI /// VİDEO : Yalçın Küçük CHP Hakkında Ne Düşünüyor ???

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=6zSHZG5US7g&feature=em-uploademail

KOMPLO TEORİLERİ /// VİDEO : Kimdir Bu Rothschild Ailesi ve Nasıl Zengin Olmuşlardır ?

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=9VJOoE9OUMg&feature=em-uploademail

ERGENEKON DAVASI : MHP YÖNETİCİSİ CELAL ADAN’IN SÖZLERİ TEPKİYLE KARŞILANDI

MHP yöneticilerine Balyoz tertibinde yargılanan askerlerden sert tepki geldi. İşte komutanların mesajlarındaki sert suçlamalar:

Yazıklar olsun – Nefretle kınıyorum – Bu mu milliyetçilik? – Karnından konuşan bir zavallı – Beyni sulanmış – Bu memleket ne çok Ahmet Altan yetiştirmiş – Onur erozyonu –

Kurmay Albay Mustafa Önsel:

Tek kelime ile yazıklar olsun. Balyoz ve Ergenekon ile yapılmak istenen anlaşılmamışsa bu anlayışı nefretle kınıyorum. Bu mu milliyetçilik? Zaten gerçek milliyetçi olmadığından ülke bu hale düşmüştür. Bu arkadaşla yüz yüze gelsek de cevabımızı versek. Ama Engin Alan Paşa orada. Versin cevabını bekliyoruz.

Tümamiral Erdem Caner Bener:

Asrın iftirası Balyoz’da haksız olarak yargılanmalarına rağmen Celal Adan isimli karnından konuşan bir zavallı ile aynı karede duran meslektaşların neler düşündüğünü bilmek hakkımız. Celal Adan isimli karnından konuşan kerameti kendinden menkul zavallıyı iddiaları ile ilgili bildiklerini açıklamaya davet ediyorum. Beyni sulanmış insanların artık huzurevlerine kapatılmaları gerekiyor.

Kurmay Albay Mehmet Erkorkmaz:

Basın toplantısında Bahçeli Efendiye soruldu: Adan’ın "Ergenekon ve Balyoz darbe hevesidir" sözüne ne diyorsunuz? Bahçeli: "Evet, doğru söylemiş" dedi. Bu memleket amma çok Ahmet Altan yetiştirmiş. MHP’li arkadaşlar kusura bakmasın.

Tuğamiral Ali Sadi Ünsal:

Bunlar talimatı efendilerinden alır. Güçleri resim galerilerine yeter. Ne bayrak ne vatan umurlarındadır.

Deniz Kurmay Albay Faruk Doğan:

Görülen o ki, koltuk sevgisiyle yapılan politika onur erozyonu yaratıyor.

Tuğamiral Şafak Yürekli:

Ben Engin Alan Paşa’yı bu adamın ağzının payını vermeye davet ediyorum.

Rengin Gürdeniz (E. Tümamiral Cem Gürdeniz’in eşi):

Bu nedir şimdi? Bir avuç oy almak için böylesine bir yalanı onaylamak. Hem de Çanakkale şehitlerini anma gününde böyle bir demeç vermek. Sayın Engin Alan’ı önceki seçimlerde barajı geçmek için kullananlar şimdi bu yalana sığınarak yeni oyların peşine düşüyorlar. Engin Alan’ın derhal bu konuyla ilgili bir basın açıklaması yapması lazım.

Vatan Partisi MKK Üyesi Ferit İlsever:

MHP yöneticileri Mafya-Gladyo sisteminin memurları.MHP’deki Atatürk Milliyetçilerini vatanseverliğin gerçek adresi Vatan Partisi’ne çağırıyorum.

Öcalan’ı İmralı’da sorgulayan Vatan Partisi Genel Başkan Yard. E. Kıd. Jan. Albay Hasan Atilla Uğur, Celal Adan’ın şahsında MHP yöneticilerini ağır bir şekilde suçladı:

Albay Uğur’un sözleri özetle şöyle:

"Adan, Fethullahçı ağzıyla konuşmasın. Pislik atmaya çalıştığı insanların ne olduğunu iyice incelesin."

"MHP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan, Ergenekon ve Balyoz’da darbe heveslilerinin yargıladığını söyledi. Silivri’de gerçekten hukuk varmış gibi konuştu."

"MHP’li Adan’ın bu açıklaması, Vatan Partisi’nin MHP ve CHP yönetimlerine yaptığı eleştirilerin ne kadar doğru olduğunu göstermiştir."

"Cela Adan’ın söylediklerinin aynısını PKK elebaşilarından Cemil Bayık bir gün önce söyledi. Dedi ki: "Ergenekon ve Balyoz’u AKP ve Fethullahçılar bizim desteğimizle yapmıştır. Biz bu desteği vermeseydik Türk Ordusu’nu hapsedemezlerdi.". Böylece Adan ve Bayık’ın açıklamalarıyla MHP yönetimi ve PKK aynı zemine oturmuştur."

"Devlet Bahçeli ve Oktay Vural’ın Adan’a destek vermesi dikkat çekicidir."

"Engin Alan gibi değerli bir komutan da Balyoz’da hedef alınmıştı. Bu açıklamalardan sonra Engin Alan Paşam belki de aday olmayacak ve tepkisini bu şekilde gösterecek."

"Vatan millet mücadelesinin yapıldığı yer VATAN Partisi’dir. Ülkücü kökenli biri olarak Hasan Atilla Uğur da buradadır. Bütün ülkücülere kapımız açıktır."

Cemil Bayık:

“PKK darbelere ve silahlı vesayete karşı olan bir harekettir. Silahlı vesayete karşı olduğu yalanıyla halkı kandıran Erdoğan’a geçmişin darbecilerini yargılatmasını sağlayan da PKK’dir. Eğer PKK büyük bir direniş ortaya koymamış olsaydı Türk ordusu hiçbir zaman AKP karşısında geri adım atmazdı. AKP o mahkemeleri geliştiremezdi. Hatta o mahkemelerde AKP yargılanırdı. (…)”

Bakınız:

http://www.odatv.com/n.php?n=orduyu-silivride-biz-yargilattik–1603151200

Demek ki neymiş?

PKK darbecileri yargılatmış. MHP de darbecileri yakalamış. Darbecilere karşı kutsal ittifak. (İttifakın diğer bileşenleri AKP, F Çetesi ve CHP)

Celal Adan:

"Ergenekon ve Balyoz diye ifade edilen olayların tamamında bir hayal kurulduğu ve bir takım şeylerin yapıldığı belli.Bir takım hevesler olduğunu gördük, yakaladık."

Bakınız:

http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2015/03/mhpnin-darbecilerle-mucadelesi.html

MHP yöneticileri Mafya.doc

Celal Adan Fethullahçı ağzıyla konuşuyor.doc

TARİH : Bir Mısırlının Gönlünde Çanakkale

Çanakkale Zaferini anma töreninde Çanakkale’de olmak isterdim. Maalesef olamadım. Bedenen olamadım ama ruhen oradaydım. Her şehidimizin ruhuna fatiha okudum. Tıpkı benim gibi, Kahire’den uzak, taşrada yaşayan ve Çanakkale’yi göremeyen ama Çanakkale Savaşı’nın destanlaşan sonucundan etkilenerek, gönül diliyle hislerini yazmaktan başka çare bulamayan bir Mısırlı şairin kalbindeki Çanakkale’yi sizin ile paylaşacağım.

18 Mart 1915 – 9 Ocak 1916 tarihleri arasında cereyan eden Çanakkale Savaşı, Müslüman askerinin inanç, azim, cesaret ve vatan sevgisinin ölümsüz bir destanıdır şüphesiz. Çanakkale hakkında dünyada kim bilir nice destanlar yazılmıştır. Ama bunların en önemlisi ve en muhteşemi Türkçede Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiiri; Arapça’da ise Ahmet Muharrem’in (1877-1945) “Turasü’l- Müslimin fi’l-Harbil – Alemiye el Ula” yani “Birinci Dünya Savaşı’nda Müslümanların Kültür Mirası” adlı destanıdır.

Çanakkale deniz savaşları sırasında Âkif Berlin’de görevliydi, Mısırlı Ahmet Muharrem ise bu sırada Mısır’ın merkezi olan Kahire’den uzak Buhayra ilinde bulunan Demenhur merkezinde yaşamaktaydı. Ancak iki şair de savaşı çok yakından ve ıstırapla takip ettiler. Nitekim Çanakkale hakkında yazdıkları destanlarını, adeta cephede askerlerle beraber savaşmış gibi heyecan dolu bir ruhla kaleme aldılar.

Çok garip bir tesadüf değil mi? Çanakkale Savaşı sırasında şairlerin birisi Berlin’de diğeri Mısır’ın bir ilinde bulunmaktadır. İkisi de Çanakkale savaşına katılma veya o cepheyi görme fırsatı bulamamıştır. Ancak yazdıkları şiirler ikisinin de olayı ne derece yakından takip ettiklerini göstermektedir. Çağdaş olan iki şair, muhtemelen hiç karşılaşmamışlardır ama her ikisine de “İslamî Şair” unvanı verilmiştir.

Ahmet Muharrem ve Mehmet Akif, Çanakkale savaşı hakkında yazdıkları şiirlerinde birbirine benzeyen düşünceler ve kavramlar ve hatta “hilal, medeniyet, vahşet ve haç” gibi kelimeleri ortak kullanmışlardır. Buna rağmen iki şairin yaklaşımlarında bir çok farklar da bulunmaktadır. Akif, özel olarak Çanakkale savaşının birkaç manzarasını bütün detaylarıyla çizip duyguya ve övgüye büyük bir önem vermektedir. Ahmet Muharrem ise Birinci Dünya Savaşını anlatırken Çanakkale zaferini ele almıştır. Aslında İki şiir birbirini tamamlamaktadır. Akif, savaş içinden görüntüler anlatırken, Ahmet Muharrem ise savaş dışındaki genel manzarayı gösterip, Türkleri övüp, Şerif Hüseyin’in isyanını kınamakta ve Mısırlıların İngilizleri değil, Türkleri desteklediğini ifade etmektedir.

Ahmet Muharrem destanını, Birleşik donanmanın Gelibolu’da yenilmesi ve gemilerinin Boğazda batırılmasının haberlerini duyduktan sonra yazmıştır. Şair ve bütün İslam dünyası, zafer haberlerinden memnun kalmışlardır. Ahmet Muharrem’in bu sevinci kasidenin ilk dizelerinde şöyle yer almaktadır:

طرب الحطيم وكبر الحرمان واعتز دين الله بعد هوان
قامت سيوف الفاتحين بنصره والنصر بين مهندٍ وسنان

Hatîm (Kabe) sevinmiş, Haremeyn de tekbir getirmiş, Allah’ın dini, zilletten sonra aziz kılınmıştır.

Fatihlerin kılıçları, Allah’ın dinini desteklemiş, zira zafer kılıç ve mızrak arasındadır

Görüldüğü gibi Ahmet Muharrem, Çanakkale zaferi sevincini destanında, Müslümanların gönüllerine yakın olan Kabe ve Haremeyn’in sevinerek tekbirler getirdiklerini ve bu zaferle Allah’ın dininin zilletten sonra aziz kılındığını söylerken Akif de “Kabe” imgesini kullanıp Müslüman şehitlerine şöyle sesleniyordu:

Bu, taşındır” diyerek Kâbe‘yi diksem başına; …

Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

İki şair, Osmanlı ordusunu ve askerlerini Bedir savaşındaki Müslüman ordusuna farklı bir şekilde benzetmektedirler. Ahmet Muharrem bu ordu hakkında şöyle diyor:

جيشٌ يسير به النبي وحوله جند الملائك بينه العمران
يهتز عمروٌ في اللواء وخالدٌ ويمور حيدرة ٌ بكل عنان

Hz. Peygamber bu orduyla yürüyor ve çevresinde meleklerden askerler ve aralarında Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer bulunmaktadır.

Bu ordunun sancağında Hz. Amr ve Hz. Halid sallanıyor ve Hz. Haydar (Ali) askerleri teşvik ediyor .

Akif ise şöyle diyordu:

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…

Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi…

Akif, Osmanlı askerlerini ve ordusunu, Bedir savaşındaki Müslüman askerlere ve ordusuna benzetmektedir. Ahmet Muharrem ise şiirinde, Bedir savaşına katılan ve katılmayan, savaşlarda büyük zaferler elde eden diğer komutanlar ve sahabelerin Çanakkale’de Müslüman Osmanlı ordusunda yer aldığını söylemektedir. Ahmet Muharrem’in şiirine göre, bu Müslüman Türk ordusunun başında Hz. Peygamber ve çevresinde meleklerden askerler ve onun içinde Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer ve bu ordunun bayrağında Mısır Fatihi Hz. Amr bin As ve hiç bir savaşta yenilmeyen Hz. Halid bin Velid bulunmaktadır. Hz. Ali ise bu ordunun askerlerini coşturup teşvik etmektedir .

Akif ve Muharrem, Çanakkale hakkında yazdıkları şiirlerinde birbirine benzeyen birden çok kavram ve unsur kullanmışlar. Bunlardan “Hz. Peygamber, Kabe, Bedir savaşı, Müslüman askerin yenilmezliğinin kaynağı, Müslüman askerlerin arslanlara benzemesi, düşmanları kurt ve karınca, tilki ve sırtlan sürülerine benzetme, düşmanın hayasızlığı, Müslümanların simgesi olan hilal, haç, Batı Medeniyetin yüzsüzlüğü ve hayasızlığı” örnek gösterilebilir.

Muharrem destanı sonunda Türkleri bu sözlerle övmüştür:

الترك جند الله لولا بأسهم ما بقي في الدنيا مقيم آذان

Türkler, Allahın askerleridir. Türklerin gücü olamazsa dünyada ezan okuyacak kimse kalmayacaktı.

Ahmet Muharrem’in şiirinde olayların ayrıntılı anlatımı, o süreçte Arapların, Türklere ilgisini ve bilincini gösterir. Bugün ile mukayese ettiğimizde bu bilincin, – globalleşme ve iletişim imkanlarına rağmen- o gün daha çok olduğunu görürüz. O zamanlar, Arap Türkü ve Türk de Arap’ı daha iyi tanımaktaydı. O zaman Türk, Arap’a “hain” demezdi. Arap ise, Türk’e “işgalci” demezdi. O zamanlar Türkler adına Mehmet Âkif Ersoy, şöyle diyordu :

Türk Arapsız yaşamaz. Kim ki “yaşar” der delidir!

Arabın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir.

Veriniz başbaşa, zira sonu hüsran-ı mübin

Ne Hılâfet kalıyor ortada, billahi ne din! .

Sonunda Çanakkale geçildi mi? Çanakkale geçilemez. Çanakkale zamanı geçti mi? Zamanı da geçmez. Yüz sene geçti ve Çanakkale geçilmezliğini korudu, koruyacak. Ancak yukarıdaki duygular korunabildi mi?, yeniden iki millet için bu güzellikte şiirler yazılabilecek mi? bilinmez.

Çanakkale Savaşında, Mısır ve Türkiye’nin İstiklal savaşlarında şehit düşen tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.

The post Bir Mısırlının Gönlünde Çanakkale appeared first on ORDAF.

GÜNDEM ANALİZİ /// ERDAL AKALIN : Bugün Saçmalama Hakkımı Kullanıyorum !..

Bu yazıyı 21 Mart günü yazıyorum. Bugünün özelliği ise malum, ‘Nevruz’ diye anılan ve Orta Asya, Kafkasya, Orta Doğu ve de ülkemizde de baharın ilk günü olarak kutlanılması şenlikleri ile geçiyor olmasıdır.

Hava ise lodos fırtınası nedeni ile çok rüzgârlı ve ısı düşüyor biraz. Evimin etrafında yer alan ağaçlar, şiddetlenen lodosa koşut olarak dalgalanıyor. Deniz ise beliren yüksek dalgalar sonucu bolca köpüklenmiş durumda. Yani doğa da saçmalıyor bugün.

Lodosun yarattığı barometre değişimlerini en fazla ve kolayca yaşlı bedenler algılarlar. Ben de yetmiş yıldır beni taşıyan yorgun iskeletimin çeşitli yerlerinden sessiz feryatlar geldiğini anlıyorum. Keşke sadece eklem yerlerim sarsılmakta olsa, galiba beynimde etkilendi lodostan ve bugün biraz saçmalamak duygusu sardı beni de!

İzninizle, bu yazım ile biraz saçmalamak arzumu doyuma eriştirmek ve yakın dönemin beni etkileyen saçmalıklarını sizlerle paylaşmak istiyorum!

Ben de iz bırakan ilk saçmalamalar TV ekranlarından geldi birkaç günden bu yana. Buyurun;

“Ay kız, duydun mu olanları. Bizim Mira hamile imiş. Herhalde hamamda göbek taşına yüzükoyun uzandı ve fazlaca yattı kaldı garibim!”

Bir diğer dalgalanma ise ‘aldatılmış olmak saçmalığı olarak’ üzerine sardı bedenimi…

Hani; Ergenekon gibi, Balyoz gibi yargılamalar olmuştu ya, günler ve aylar boyu süren. Kaç kişi kahrından ölmüş veya intihar etmişti. Yaşayanlar ise yıllarla Silivri de demir parmaklık arkasına atılmıştı.

Bir kısım insanımız ki, ben başta olmak üzere inanmamıştık bu yargılama dizilerine. Ama yandaş medyanın köpürttüğü köşe yazarları ve bazı siyasiler ver yansın etmişlerdi askerlere, aydınlara ve mahpus gazetecilere.

Şimdi duyduk ki; ‘meğer biz aldatılmışız’, hem de paralel yapı tarafından! Demek ki saçma sapan yargılamalar olmuş bu arada ve yatanlara da bazıları ‘Oh !’ demişler. Yani, koskocaman devletimizde biz gariban vatandaşlar gibi bu saçmalamalarla uyutulmuşuz. Yerseniz!

Bir okulumuzun resim öğretmeninin başına gelenler de saçmalığın dik alasıdır. Okul müdürü olan kişi, kadın öğretmenin facebook sayfasına izinsiz girerek bazı çıktılar almış. Orada kendince önemli bulduğu ‘nü’ temalı resimleri suç unsuru olarak kabul ederek, ihbarda bulunmuş.

İşin güzel yanı, bu saçmalıklarla da kadın resim öğretmeni bir başka ilçeye sürgün olarak atanmış!

Şimdi de doğal olarak hakkını arıyor. Hani birisi saçmalık yaparak kuyuya taşı atıyor, kırk akıllı da saçmalıkla atılan bu taşı çıkarmaya çalışacak! Kolay gelsin eğitim dünyamıza…

Şimdi gelelim en saçma olaya ve yalanına.

Hani bir Kabataş İskelesi olgusu uydurulmuştu, anımsarsınız. Eşini bekleyen genç bir kadın ki, yanında arabada yatan çocuğu da vardır, sayıları 40 ila 50 arası varsayılan kafaları bandanalı ve elleri deri eldivenli apaş tipi kişilerce itilir kakılır. Saçmalık burada bitmez, üstüne küçük abdestlerini bile yaparlar yere yatırarak.

Bu olayı olmuş kabul eden bir siyasetçi de meydanlara çıkar ve; “Benim başı örtülü hanım kardeşime yapılanlar …” diyerek defalarca bu saçmalığı anlatır.

Ne kamera kayıtları ve ne de tanıklar böyle bir olgu olmadığını, bunu iddia etmenin ise bir saçmalık olduğunu bilmem kaç kere tekrarlarlar.

Bu olayı sahiplenmiş bir ünlü köşe yazarı ise “Bu saçmalığa inanmakla eşeklik ettim!”, demiş iken, bir yandaş kadın gazeteci olayı günümüzde de savunur. Bu kadın gazeteci, senin bu saçmalıklarına doyduk denilince çok üzülür. Onun üzüntüsünü dert edinen yandaş köşe yazarları, aynı gün kendi köşelerinde aynı saçma başlıkla yazı yazarlar; “Diliniz kaba, vicdanınız boş!”.

Bir yandaş gazete ise fotomontaj ile mizansen hazırlar ve tam sayfa basar. Kış günü çekilen Kabataş fotoğrafına siyah çöp insanlar yerleştirilir ve bu saçma hazırlık tam sayfa gazeteye basılır. Saçmalığın dil alası bu habere ise insanlarımız güler geçer ama herhalde saçmalık olimpiyatı ürünü olan bu hazırlığı yapanlar, gazeteciyiz diye övünürler!

Altı yaşındaki kız evlenmeye uygundur diyebilen sözde din âliminin sözünü, asla saçma söz olarak kabul etmeyin. Bu kişi, ülkemin bir din bilgini sayılarak saçma düzenin sefasını sürmekte olan bir gerçekliği temsil etmektedir!

Haksız mıyım bugün ben saçmalık yazayım derken! Hatta gelin bir kısa mani ile saçmalık yazısını tamamlayalım;

“Mezarımı derin kazın, dar olsun / Altı lale, üstü çimen bağ olsun / Ben ölürsem sevdiceğim sağ olsun!”

Not: Mersin İmece Haber Gazetesi genel yayın yönetmeni olarak Sevgili Seyrani Soluğan göreve başladı. Kendisine başarılar dilerim, hoş geldiniz derken. (E.A.).

Erdal Akalın (21.03.2015)

İŞ FIRSATLARI /// VİDEO : İnternette ve Evden Para Kazanmanın 10 Yolu

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=Z64npIxU0-4&feature=em-uploademail

ERMENİ SORUNU DOSYASI : Alman Die Linke Partisi’nin Almanya Parl amentosuna tekrar yazılı müracaatı üzerine.

LİNK : http://dip21.bundestag.de/dip21/btd/18/043/1804335.pdf

Konu üzerine yazmamak için kendimi zorlarken, Alman Die Linke Partisi provaka ediyor. Ermeni meselesi ile ilgili olarak 9.12.2014 tarihinde Alman Hükümetinin cevaplaması için bir soru önergesi verdiler. 13.01.2015 tarihinde Alman hükümeti cevabını verdi.

Alman Die Linke partesi yine aynı konuda 05.02.2015 tarihinde yeniden bir soru önergesi verdi. Yine Alman Hükümeti 23.02.2015 tarihinde cevap verdi.

Cevaplardan hoşnut olmadıkları ya da 12.03.2015 tarihinde Avrupa Parlamentosunun 77. nolu derkenar da belirtilen hususlardan cesaret olarak, bu kez Alman Die Linke Partisi gemi azıya almışlar ve yukarıdaki linkte yer alan yazılı müracaatı yapmışlar.

Tarihi süreci incelediğinizde (toplantı tarihlerindeki eş zaman dahil) siyonist kongrelerin yerini Sosyalist Enternasyonal ikame etmiştir. Ve en son Güney Afrika’da (Cup Town) yapılan Sosyalist Enternasyonal de başkan Giorgos Andrea Papandreou, başkan yardımcısı ise Kemal Kılıçdaroğlu. Hazırlanan raporda Kürt meselesi yer almıştı. Şüphesiz ülkemizin kalesine gol atarak.

Almanya’da hemen her ay Ermeni meselesini kaşıyan Die Linke partisi de Sosyalist Enternasyonal üyesi.

Birçok defa yazdım. Yinelemekte yarar var. Ermeni meselesi konusunda asıl muhatap başkaları.

Nush İle Uslanmayanı Etmeli Tekdir; Tekdir İle Uslanmayanın Hakkı Kötektir

Kalın sağlıcakla

Rehan Gündoğmuş