Günlük arşivler: Mart 25, 2015

MİT DOSYASI : MİT, dershane öğretmenlerini işsiz bırakmak için fişliyor

Dershanelerin Eylül 2015 itibarıyla kapatılacak olmasını dikkate alan MİT, buralarda çalışan ve hükümete muhalif olan öğretmenlerin devlet okullarında ders vermemesi için harekete geçti. Öğretmenlerin tek tek fişlendiği ileri sürüldü. MİT’in bölge başkanlıklarına gönderilen tablolarda öğretmenlerin adı, soyadı, TC kimlik numarası ve adresi gibi bilgiler yer alıyor.

Dershaneleri kanun zoruyla kapatma kararı alan iktidar, 1.5 yıl sonunda işsiz kalma riskiyle karşı karşıya kalan öğretmenleri Fişleme kararı aldığı ortaya çıktı. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) Türkiye genelinde dershanelerde çalışan öğretmen ve diğer çalışanların isim ve kimlik bilgilerinin tespit edilerek fişleme yapmaya başladı. İddiaya göre, MİT, bölge teşkilatlarına gönderdiği yazıda, Eylül 2015 itibarıyla kapatılacak olması nedeniyle dershanelerde öğretmenlik yapan personelin MEB’e geçme ihtimaline karşın bu kişilerin isim ve kimlik bilgilerinin gönderilmesini talep etti.

MİT’in bölge teşkilatları ise illerdeki Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) yetkililerinden fişleme için bilgi istedi. İlk aşamada MEB’in Erzurum, Trabzon, Balıkesir, Çanakkale, Eskişehir, Batman, Edirne, Bursa gibi il müdürlüklerinden dershanelerde çalışan öğretmen ve diğer çalışanlarının isim ve kimlik bilgilerinin tespit edilerek, hukuksuz birşekilde MİT’e iletildi. Eylül 2013’ten beri siyasi iktidarın başlattığı kapatılacak tartışması yaklaşık 100 bin dershane öğretmeni ve çalışanını zorda bırakmıştı. Sektörde işsizler ordusu oluşurken bu kez kamuya geçme ihtimali olan öğretmenlerin fişlenmesi talimatı ikinci bir skandal oldu.

Edinilen bilgiye göre, MİT’in dershane öğretmenlerine yönelik hazırladığı tabloda öğretmenlerin adı, soyadı, TC kimlik numarası ve ikametgah adresi gibi bilgiler yer alıyor. Milli Eğitim Bakanlığı kaynakları MİT’in bu çalışmayı “Dershanelerin Eylül 2015 itibarıyla kapatılacak olması nedeniyle buralarda görev yapan öğretmenlerin ve diğer çalışanlarının Milli Eğitimde öğretmen olarak çalışmasını engellenmek” maksadıyla yaptığını değerlendiriyor.

Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ve diğer hükümet yetkilileri, dershanelerin kapatılması neticesinde hiçbir mağduriyetin oluşmayacağını, bu dershanelerden ayrılan öğretmenlerin Milli Eğitim Bakanlığına tecrübeli öğretmen olarak alınacağını ifade etmişti. Ancak MİT’in yaptığı bu fişleme çalışması ile hiçbir suç işlememiş, fedakâr öğretmenlerin ciddi bir şekilde mağdur edileceği belirtiliyor. Dönemin başbakanı Erdoğan’ın dershanelerin kapatılması kararının verildiği günlerde “dershanelerde çalışanlar mağdur edilmeyecek”, “benim cemaatin dershanelerinde çalışan fedakar öğretmenlerim”, şeklindeki açıklamaları dikkat çekmişti..

12 Eylül 2010 Referandumuyla kabul edilen Anayasa değişikliği ile fişleme anayasal suç haline geldi. Ancak Milli Eğitim, Maliye, İçişleri bakanlıkları başta olmak üzere bir çok devlet kurumunda 17-25 Aralık sürecinden sonra adeta fişleme furyası yaşanıyor. Anayasanın “Hukuk devleti ilkesine”, “çalışma hürriyeti maddesine”, “teşebbüs hürriyeti”, “masumiyet karinesine”, “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz hükmüne”, Avrupa İnsan hakları sözleşmesinin birçok maddesine aykırı. Dershane öğretmenleri ve çalışanlarına yönelik fişleme çalışmaları TCK’ya göre de suç. Hukukçular, işlenen bu suçların “nefret suçu’ özel hayatın gizliliğinin ihlali anlamına geldiğini değerlendiriyor. Fişleme faaliyetleri, TCK m. 216 da düzenlenen “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama”, TCK. m.125 de düzenlenen “hakaret”, TCK m. 257 de düzenlenen “görevi Kötüye Kullanma”, TCK m. 267 maddede düzenlenen “iftira”, TCK m.271 de yer alan “suç uydurma”, TCK m.122 de yer alan “nefret ve ayrımcılık” TCK m. 117 de düzenlenen “İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali” gibi suçları içine alıyor.

MİT DOSYASI : Paris cinayetinde Paralel tezgâhı

Paris cinayetlerinin faili olarak hedefe yerleştirilen MİT’in sosyal medya ile bazı basın organlarında yayınlanan bir “belge” üzerinden suçlandığını ve yine ısıtılarak servise sunulduğunu hatırlatan bir istihbaratçı “Sahte belgeyi hazırlayan da, sızdıran da, MİT’i suçlayan da paralelci” dedi

Paralel medya, bazı Terör Örgütü PKK mensuplarının Paris’te öldürülmelerinden sonra “Paris Cinayeti” olarak ünlenen cinayetlerin MİT tarafından gerçekleştirildiğini iddia etmişti. Bu yöndeki paralel iddiaları, ülkenin seçim havasına girdiği şu günlerde devam ediyor.

Son olarak, Paralel’in “taraf”lısı olarak neşriyatını sürdüren bir gazetede, MİT’i hedef alan iddialara bir kez daha yer verildi.

“Paris cinayetini MİT mi yaptı?” başlığı altında ortaya atılan iddialar şu ifadelerle gündeme taşındı:

“İnternete düşen bir belgede, MİT’in Terör Örgütü PKK liderlerine yönelik öldürme planı yaptığı, bunun için Avrupa’da lejyonerlerden kurulu bir tim kurduğu anlatılıyor. Belge hakkında MİT tutarsız bir açıklama yaptı. MİT, resmî açıklamasında vesika düzmece demedi. Soruşturma başlatıldı dedi.

Medya bu açıklamayı MİT cinayet kabul mü ediyor şeklinde sorgulayınca, MİT el altından bilgi sızdırmaya başladı. Belgenin düzmece olduğunu iddia ediyor fakat belgenin MİT’in içinde mi dışında mı hazırlandığını araştırıyor, şeklinde açıklamalar geliyor. Belli ki MİT, insanların kafasını karıştırmak için böylesi açıklamalar yapıyor. O belgenin düzmece olup olmadığının anlaşılması, iki dakikalık bir sorun. Zira belgenin üzerinde hem el yazısı mevcut hem de MİT belgelerine hususi barkod sistemi. O el yazısının kime ait olduğu da on dakikada tespit edilebilecek bir konu.”

BİR İSTİHBARAT KAYNAĞI “AKİT”E AÇIKLADI

Söz konusu iddiaların yeniden gündeme getirilmesi üzerine Akit’e konuşan bir muvazzaf istihbarat yetkilisi, “Belgenin MİT içerisinde hazırlandığı tespit edildi fakat kurumsal olarak “MİT’in bu işle uzaktan yakından alakası yok. Paralel bina tarafından hazırlanan yazıyı üreten ve medyaya sızdıran şahıs belirlendi ve açığa alındı. Paralel bina hem vesika üretiyor, hem servis ediyor hem de MİT’i suçluyor” diye konuştu. İstihbarat Kaynağı, “Son olarak Paralel’in ‘taraf”lı gazetesinde ‘Paris cinayetini MİT mi yaptı?’ sorusuna yer verilerek ve MİT suçlanarak algı operasyonu sürdürülmeye çalışıldı. Çözüm sürecinde bu kadar aktif rol oynayan MİT’in bu cinayetleri işlemesi için bir neden düşünülebilir mi?” dedi.

Paralel medya ile uzantılarının seçimler öncesinde bu meseleyi yeniden ısıtarak, “olumsuz algı” oluşturmaya çalıştıklarını belirten istihbarat kaynağı, “Konuyla ilgili soruşturma nihai aşamasına geldi, olayı MİT’e fatura etmek isteyenler, bunun için tezgâh kuranlar tespit edildi, MİT içerisindeki bu –sahte- belgeyi hazırlayan kişi da açığa alındı” diye konuştu.

MİT AÇIKLAMA YAPMIŞTI

Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan yapılan açıklamada, Paris cinayetleriyle teşkilatın ilgisinin olmadığı, laf konusu yayınların, çözüm sürecinde aktif rol alan teşkilatı yıpratmaya yönelik operasyon olduğu belirtilmişti.

İşte MİT’ten yapılan o açıklama;

Sakine CANSIZ, Leyla ŞAYLEMEZ ve Fidan DOĞAN cinayetleriyle Teşkilatımızın kesinlikle bir ilgisi bulunmamaktadır. Bununla beraber laf konusu iddialar ile ilgili dahil bünyemizde lüzumlu idari soruşturma başlatılmıştır. Teşkilatımız 2937 sayılı kanun ile kendisine verilen görevi kanunlar çerçevesinde yerine getirmekte olup, bundan sonra da görevini bu çerçevede sürdürmeye kararlılıkla devam edecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

RESEARCH DOCUMENT : New Memoir by Participant in U.S. H-Bomb Program Sheds Light on the Making of the First Test Device

First-Hand Perspectives on Edward Teller and Other Leading Figures, and on Dispute over Who Originated Key Idea of Radiation Implosion

Book by Kenneth W. Ford Being Published Over Objections of Department of Energy

First Full Account of Project Matterhorn, Pioneering Effort in Use of Computer Technologies for Nuclear Weapons Development

National Security Archive Electronic Briefing Book No. 507

Posted – March 24, 2015

For more information contact:
Ken Ford 215/439-8568, kenneth.w.ford or
William Burr 202/994-7000, nsarchiv

Washington, D.C., March 24, 2015 – A new scientific memoir by one of the few surviving participants in the U.S. H-bomb project provides fresh information and insights into the production of the world’s first thermonuclear device. In an exclusive essay and selection of declassified documents provided to the National Security Archive and posted today on the Archive’s website (www.nsarchive.org), the author, Dr. Kenneth W. Ford, brings to light intriguing pieces of the H-bomb’s early history, including personal aspects such as the brittle relationship between physicists Edward Teller and Stanislaw Ulam and their feud over who came up with one of the central theories leading to the H-bomb’s development.

Building the H Bomb, A Personal History (Singapore: World Scientific, 2015) describes a central element of the process — the Princeton University-based "Project Matterhorn" — where Ford and his colleagues used the latest computer technology to calculate the mid and late stages of a thermonuclear explosion, especially the burning of the nuclear fuel. The Matterhorn calculations were essential to the IVY MIKE thermonuclear test that caused the island of Elugelab — part of Enewetak atoll in the Marshall Islands — to disappear on 1 November 1952.

As William Broad reports in The New York Times yesterday, 23 March 2015, Dr. Ford is currently in a dispute with the Department of Energy concerning the latter’s security review of Building the H Bomb. Ford emphasizes that he has scrubbed his book of nuclear weapons secrets and that any and all technical information he uses is from public sources. The DOE reviewers, however, declare that the book includes secret "Restricted Data." Believing otherwise, Dr. Ford argues that much of the public-record material that he uses comes from people who had "Q" clearances authorizing their access to nuclear weapons data. On the grounds that the DOE arguments are poorly founded, Ford has gone ahead with publication.

In the following presentation, Dr. Ford provides an overview of Building the H Bomb: A Personal History and highlights some of the key documents on the early history of the H-bomb program. Additional documents are presented in an annex to the posting.

* * *

Ken Ford working at Project Matterhorn in 1952, when he was 26.

Ken Ford in 2014, at age 88.

Most of the Matterhorn B team in 1952. Front row, left to right: Margaret Fellows, Peggy Murray, Dorothea Reiffel, Audrey Ojala, Christine Shack, Roberta Casey. Second row: Walter Aron (with mountain-climbing rope), William Clendenin, Solomon Bochner, John Toll, John Wheeler, Ken Ford. Third and fourth rows: David Layzer, Lawrence Wilets, David Carter, Edward Frieman, Jay Berger, John McIntosh, Ralph Pennington, unidentified, Robert Goess. The gender imbalance is all too obvious, with the support staff in the front row and the scientists behind. Among this group, only two, Solomon Bochner and John Wheeler, were older than 30. Photograph by Howard Schrader, courtesy of Lawrence Wilets estate.

Some of the wiring in the SEAC computer at the National Bureau of Standards in Washington, DC. It was, in its day, the finest computer in the world. It occupied a room, could store 5 kilobytes of data and instructions, and was pulsed by a 1 megahertz clock. A low-priced modern laptop fits comfortably in a briefcase or backpack, stores ten million times more data, and dances to the tune of a clock ticking more than a thousand times faster. Courtesy of National Institute of Standards and Technology Digital Collections, Gaithersburg, MD 20899.

The Mike device in its construction shed on Elugelab. The vertically mounted "sausage" is on the left, with space left for a fission-bomb trigger above it. The horizontal pipes on the right lead to diagnostic experiments. The Jeep and the person give a sense of the scale. Mike’s total weight has been estimated at 82 tons. Courtesy of Los Alamos National Laboratory Archives.

Mike’s mushroom cloud. It eventually reached more than thirty miles into the stratosphere and spread to a width of some 65 miles. Courtesy of Los Alamos National Laboratory Archives.

Comments and Selected Documents related to the book

Building the H Bomb: A Personal History

Kenneth W. Ford

My book Building the H Bomb: A Personal History focuses on a two-and-a-half-year period, mid 1950 to late 1952, the period in which the H-bomb went from dubious to likely to certain. I was at that time a physics graduate student on leave from Princeton University, working as a junior member of the team that created the first thermonuclear explosion-specifically the Mike device that eradicated the island of Elugelab in Enewetak Atoll with a ten-megaton blast on November 1, 1952 (October 31 in the United States).

* * * * *

How did I get involved? It was 1950, just five years after the end of World War II. I was 24. Most American physicists older than I had contributed to the war effort in one way or another, many of them in the Manhattan Project. Very few had any inclination to return to "war work." They felt that they had already done their bit, or that their postwar pursuits of teaching and research were more important, or that they just didn’t want to work on an H-bomb, considering it either unimportant or odious.

The Princeton professor John Wheeler was an exception. He interrupted a productive fellowship year in France to join the H-bomb effort in Los Alamos. Edward Teller was another exception, taking leave from his professorship at the University of Chicago to head back to New Mexico (although in some sense he had never stopped working on weapons). Also Lothar Nordheim, who took two years off from his Duke University position to join the H-bomb effort. That was about it for senior full-time recruits. To round out the team there were Los Alamos staff members who had remained there after the war (including some extraordinarily capable ones); a few "youngsters"-notably Dick Garwin, Marshall Rosenbluth, John Toll, and I; and a trio of brilliant consultants: Enrico Fermi, John von Neumann, and Hans Bethe.

I joined the effort in part just to follow my mentor, John Wheeler. He did not give me a hard sell and I had to make up my own mind. I considered America to be a moral nation that could be trusted with powerful weapons. I had no such rosy view of the Soviet Union, and felt that the world would be a safer place if the United States acquired an H-bomb before the Soviet Union did. My reasoning was not so different from that of President Harry Truman, who had called for priority work on the H-bomb in January 1950. In June of that year I climbed into my Army-surplus Chevrolet Carryall and headed for Los Alamos. The Korean war broke out as I was en route.

I have never had any second thoughts about my decision. The arguments for my participation still seem valid. I continue to believe that the world has been a safer place because the US was the first to build an H-bomb. Safer, not safe. Yet in the mid-1960s the Vietnam War had a profound impact on my view of my own country, and I then decided to do no more weapons work, or secret work of any kind.

* * * * *

The H-bomb work was centered in Los Alamos, and that is where Wheeler and his small group of young associates worked during the 1950-1951 year. For various reasons, both professional and personal, Wheeler decided to set up an auxiliary effort in Princeton beginning in mid-1951, closely allied with Los Alamos but with staff members who would be University employees. With astonishing speed-six months from idea to reality-this "Project Matterhorn," dedicated to secret thermonuclear work, gained the approvals of the Los Alamos Lab, the Atomic Energy Commission, and Princeton University. By June 1951 it had set up shop at Princeton’s Forrestal Research Center, a few miles from the main campus. I was among the small group that made up this project-Wheeler, Toll, and I moving from Los Alamos, others recruited from elsewhere. Actually, right from the start, Matterhorn had two branches. One was Wheeler’s Matterhorn B (B for bomb). The other was Matterhorn S (S for Stellarator), headed by the Princeton astrophysicist Lyman Spitzer. Wheeler’s branch closed in 1953. Spitzer’s grew into the Princeton Plasma Physics Lab, now occupying a large building on what has become the Forrestal campus.

Work was not highly compartmentalized between Matterhorn B and Los Alamos. But roughly, the Los Alamos contingent handled the fission-bomb trigger and the radiation flow and compression, while the Princeton contingent handled the thermonuclear burning. In pursuit of the latter, which led finally to a predicted "yield" for the Mike device (falling short of the actual yield by 30 percent), we used IBM card-programmed calculators in New York; a Univac computer, still on the factory floor in Philadelphia; and the SEAC computer at the Bureau of Standards in Washington.

* * * * *

My book is partly memoir-an informal, even breezy, look at the life of a 24-to-26-year-old who was interested in square dancing, cars, and girls (as we called them then) as well as physics.

It is also partly a nuclear-physics primer. I have been a teacher for most of my life and, given the chance, I can’t resist trying to teach some physics.

And it is history. Among the ranks of physics historians I am at best an apprentice, but in this book I have tried hard to meet standards of historical scholarship by tracking down facts, offering my own interpretations of some of them, and providing sources for all that I could.

* * * * *

At the end of this post I provide a table listing some 35 documents (from among many more) that I have used and that might be of interest to some readers of this book. They are posted on the National Security Archive. Each can be accessed by clicking on its name in the table. I thank William Burr of the Archive for arranging the posting and the access.

To augment the thumbnail descriptions in the table, I provide here a little more discussion of some of the documents that might be of above-average interest. Again clicking on the document number takes you to a PDF. These items, as well as the 35 in the final table, are in chronological order except for two documents covering events in 1945 (Fermi’s lectures on the Super) and 1946 (the von Neumann-Fuchs invention), which appear at the end because they were not published until 2008.

Annex: What is Nuclear Burning?

We say that the fuel in a hydrogen bomb "burns." Why? What does an explosive nuclear conflagration have to do with ordinary combustion?

Let’s drill down first to individual events involving subatomic particles, events that might occur in a star or a particle accelerator or a bomb. We call these events reactions or interactions. For example, two deuterons (nuclei of "heavy hydrogen") can interact to create a helium-3 nucleus and a neutron. This is a process that releases energy-a lot of energy by nuclear standards, a tiny amount by everyday human standards. When interactions like this happen on a grand scale, with countless trillions of nuclei involved, and with each interaction triggering other interactions in its neighborhood, we call it "burning."

Nuclear burning differs from ordinary burning in that the interacting things are atomic nuclei, not whole atoms or molecules. But it has three things in common with ordinary burning, which explains why the name was adopted. First, it involves vast numbers of individual events. Second, it requires high temperature (much higher for nuclear burning than for chemical burning). Third, the burning propagates; reactions in one place ignite reactions in neighboring places.

Nuclear burning also differs from a nuclear chain reaction. Both are, to be sure, nuclear processes and both involve vast numbers of individual events. But a chain reaction does not require high temperature and it can occur almost simultaneously throughout a chunk of material rather than propagating from one place to another. So what happens in an H-bomb and what happens in a fission bomb deserve separate names.

It would be interesting to know (I don’t) who first coined the term burning for large-scale thermonuclear reactions. I suspect that it was someone in the theoretical division at Los Alamos in the 1940s. But that is just a guess. By the time I joined the effort to build an H-bomb in 1950, it was common parlance.

THE DOCUMENTS

[Note: The following declassified documents are from the collection that Dr. Ford developed to write his book. Some items were obtained as the result of his declassification requests. Other documents, such as item 3, are from the Department of Energy’s Nuclear Testing Archive (Las Vegas); others, such as the Strauss letter to President Truman, are from the Nuclearfiles.org Web site. Several items, such as the Bethe and Teller H-bomb chronologies, are from the Chuck Hansen collection at the National Security Archive.]

Document 1: Memorandum, Edward Teller to Norris Bradbury, Director, Los Alamos Laboratory. 10 October 1949, Secret

Edward Teller, then working as a theoretical physicist in Los Alamos’s T Division, wrote this memorandum to Lab Director Norris Bradbury to recommend some 28 scientists (mostly Ph.D. candidates) to recruit to the "super" (i.e., H bomb) program in "the present emergency." Teller was no doubt reacting to President Truman’s announcement a few weeks earlier that the Soviets had exploded an atomic bomb. Enrico Fermi heads the list. Among others listed is Richard Garwin (misspelled Garvin), then 21 years old and a freshly minted Ph.D. from the University of Chicago, where he was "[i]n Fermi’s opinion, the best student he ever had." Oddly missing from the list is John Wheeler, who probably ranked only behind Fermi and Bethe as a top candidate in Teller’s mind to join the effort. Perhaps by this time Teller had already contacted Wheeler in Paris and was intent on personally recruiting him without Bradbury’s assistance (or "blessing"). That recruitment succeeded.

Document 2: Lewis Strauss, Atomic Energy Commission, to President Harry S. Truman, 26 November 1949, typescript of original

Source: Nuclear Files.org

Atomic Energy Commissioner Lewis Strauss wrote to President Harry Truman urging him "to direct the Atomic Energy Commission to proceed with all possible expedition to develop the thermonuclear weapon." This was written not long after the Commission’s General Advisory Committee recommended against such an all-out effort.

Document 3: J. Robert Oppenheimer, Chairman, General Advisory Committee to Atomic Energy Commission, to Norris Bradbury, 7 July 1950, Secret

Robert Oppenheimer, the chair of the AEC’s General Advisory Committee, informed Bradbury that members of the GAC were "deeply interested in . . . the work bearing on the superbomb" and "profoundly impressed" with the Laboratory’s progress. He requested, by September 11, a "quite informal account of the findings and views of the Laboratory on the superbomb problem." Since Oppenheimer knew quite well the then-disappointing status of the work, it is at least possible that he was hoping that the requested report would seriously embarrass Edward Teller more than it would enlighten the GAC. But who knows? Perhaps the letter can be taken at face value.

Document 4: Los Alamos Scientific Laboratory Report LAMS-1225, "On Heterocatalytic Detonations I," by Edward Teller and Stan Ulam, 3 March 1951, Secret, excised copy

This is the famous report proposing radiation implosion of thermonuclear fuel, thus replacing the then-dominant idea of the "runaway Super" by the idea of the "equilibrium Super." The heavily redacted report is mostly white space. These two brilliant men, so different in temperament and in their approach to doing research, disliked each other intensely. It is not surprising that no "Heterocatalytic Detonation II" report ever appeared.

Document 5: Hans A. Bethe, Memorandum on the History of Thermonuclear Program, 28 May 1952, as compiled by Chuck Hansen, excised copy, no classification markings

In his report on the development of the H bomb, apparently prepared for the AEC and its General Advisory Committee, Bethe argued that, despite widespread "erroneous" impressions to the contrary: (1) thermonuclear work in the US had been pursued steadily and at a suitable pace since 1946, and (2) information supplied by Klaus Fuchs to the Soviets [Bethe says "Russians"] in 1946 would by itself not have enabled the USSR to proceed in a straightforward way to develop an H-bomb. In this report, Bethe discusses the 1950 work of Ulam and Fermi, the role of tritium, the concept of radiation implosion, and the possible thermonuclear fuel Li6D. Bethe suggested that his report might be more unbiased than some others because he was "equally exposed" to the views of Los Alamos management and Edward Teller. There are numerous deletions for security reasons in the report.

Document 6: Edward Teller to Garrison Norton, Office of the Secretary of the Air Force, 15 August 1952, enclosing "Comment on Bethe’s History of the Thermonuclear Program, Top Secret, as compiled by Chuck Hansen

In his response, Teller’s views differed from Bethe’s in many ways. He summed up as follows: "I believe that we have pursued the thermonuclear development throughout the past seven years at much too slow a rate; and even since the Presidential Directive [Truman’s 31 January 1950 statement calling for continued work on thermonuclear weapons] progress has been slower and certainly narrower than is consistent with national security." By the time he wrote these words, Teller had moved to Livermore, a new lab created at his instigation. Note that the memo was written several months before the Mike shot.

Document 7: Final report of Project Matterhorn B, by John A. Wheeler, with Ken Ford, Ed Frieman, John McIntosh, and H. Pierre Noyes. 31 August 1953, Secret, excised copy, declassification release by Department of Energy

This report runs to 146 pages, mostly white space, but it is revealing for how much space it allots to various subjects. In decreasing order:

  • 46 pages on Simplified Burning Analysis
  • 27 pages on Burnability Summary
  • 22 pages on Documentation
  • 19 pages on infeasibility of Weapons of the Third Kind
  • 11 page on a subject so sensitive that its title is not given
  • 8 pages on History and Personnel and the "Nuclear Physics Reserve"
  • 5 pages on Compression

It is evident from this allotment of space that most compression work was done at Los Alamos, while Matterhorn B (B for bomb) focused on thermonuclear burning.

Document 8: Letter, Stan Ulam, Los Alamos Scientific Laboratory, to Glenn Seaborg. chairman of the Atomic Energy Commission, 16 March 1962, Secret

Ulam disputed statements in Edward Teller’s recently published book Legacy of Hiroshima, in which he claimed sole responsibility for the idea of imploding thermonuclear fuel to achieve high compression, and accuses Norris Bradbury of delaying the development of the H-bomb. In this letter, Ulam claims to have had the idea of imploding a quantity of thermonuclear fuel "early in January in 1951" [it was almost surely in February] and notes that Teller’s communication of the idea to Freddie de Hoffmann occurred after the joint Teller-Ulam report LAMS-1225 on March 9, 1951.

ANNEX – SUPPLEMENTAL DOCUMENTS

Document 1:Telegram, Edward Teller, Los Alamos Scientific Laboratory, to John Wheeler, 11 January 1950

Document 2: Letter, J. Robert Oppenheimer, Chairman, General Advisory Committee to the Atomic Energy Commission, to Gordon Dean, Chairman of the Atomic Energy Commission, 19 July 1950

Document 3: Letter, Hans Bethe, Los Alamos Scientific Laboratory, to Gordon Dean, Chairman of the Atomic Energy Commission, 23 May 1952, Secret

Document 4: Project Matterhorn, "Zephyr," 15 September 1952, Secret, excised copy

Document 5: Brigadier General K. E. Fields, Division of Military Application, to Gordon Dean, Chairman, Atomic Energy Commission, 8 November 1952, enclosing Dean, "Memorandum for the President," 1 November 1952

Document 6: William E. Ogle and John H. Lofland, Jr., editors, "MIKE Shot Cursory Report on Experimental Programs, with Very Mild Editing" (Eniwetak), 8 November 1953, Secret, excised copy

Document 7: Report of the Manager Santa Fe Operations U.S. Atomic Energy Commission, July 1950 to January 1954, 1 January 1954, Secret, excised copy

Document 8: N.E. Bradbury, Director, Los Alamos Laboratory, to Brigadier General K. E. Fields, "Thermonuclear History, "3 May 1954, Secret

Document 9: Stan Ulam, Los Alamos Scientific Laboratory, to Han Bethe, Cornell University, 29 October 1954, unclassified

Document 10: Frederic C. Alexander, Jr., Early Thermonuclear Weapons Development: The Origins of the Hydrogen Bomb (Albuquerque, NM: Sandia Laboratories, 1969), Secret, excised copy

Document 11: J. Carson Mark, A Short Account of Los Alamos Theoretical Work on Thermonuclear Weapons, 1946-1950 Â LA-5647-MS(Los Alamos: Los Alamos Laboratory, 1974)

Document 12: Alice L. Buck, A History of the Atomic Energy Commission (Washington, D.C.: U.S. Department of Energy, 1983)

Document 13: "The Bradbury Years, 1945-1970," Los Alamos Science (Winter/Spring 1983): 27-53

Document 14: Letter, Richard Garwin to Richard Rhodes, 29 August 1995

GÜNDEM ANALİZİ /// ZEKİ SARIHAN : FABRİKA AYARLARINA DÖNMEK

Geçenlerde bir gece yarısı telefon çaldı. Arayan gazetecilik duayenlerimizden biri idi. Kendisinin elektronik postasına da ulaşan son gönderdiğim yazıyı çok beğenmişti ve gecenin bu saatinde henüz yatmadığımı tahmin ederek bu takdirini bildirmek istemişti. Yarım saat kadar sohbet ettik. “Yazılarını beğeniyorum” sözüyle kendisini bağlamaktan kurtarmak için “Geçenlerde gönderdiğim Türkiye Halkı Özgürleşiyor” başlıklı yazımı da okudunuz mu?Diye sordum. “Elbette okudum” diye yanıtladı.

“Ama ben o yazıda Kürtlerin de özgürleşmekte olduğunu yazdım. Buna ne diyorsunuz?” diye bir çeşit sıkıştırdım. “Bu konuda da haklısınız” dedi. Ve şunları ekledi:

“İki sınıf yazar vardır. Birinci sınıfa girenler çoğunluğun beğeneceği yazılar yazarlar. Bu yazılar risk almayı gerektirmez. İkinciler ise başları belaya da girecek olsa gerçekleri yazarlar. Bunlar yaşadıkları zamanlar için zor yazılardır ama geleceğe kalırlar. Yazar, bunları yazmasa vicdanen rahat etmez.”

Bana hangi sınıf yazı yazmayı önerirsiniz?”

Sen istediğin gibi yaz! Ancak öyle rahatlarsın.”

Bu konuşma bana güç verdi. Evet, yazılarım için övücü yanıtlar almıyor değilim. Ancak beni sert cümlelerle suçlayan, yoldan çıktığımı, artık iflah olamayacağımı ileri süren, arkadaşlıktan ıskat eden bir hayli insan da oluyor. Bunlardan memnun olmuyor da değilim. Hiç değilse okuyorlar, tepki veriyorlar. Hiç umursanmamaktan iyidir! Belli de olmaz, dinler ve sosyal mücadeleler tarihi tanıktır: En sert tepkiyi verenler bakarsınız bir süre sonra o yazılarda anlatılanların savunucusu olmuş!

Yazılarımı izleyenlerin de fark edebilecekleri gibi dünyaya ve olaylara emekçi sınıfların gözlüğüyle bakıyorum ve zaten hep gerçeklere bağlı kalacağıma, ezilenlerden, haksızlığa uğrayanlardan yana yazacağıma yeminim de var.

50 YIL ÖNCESİNDE

50 yıl önceki İlk gençlik yıllarımın devrimciliğini hatırlıyorum. O zamanki aydınlar, biz yeni yetişmekte olan aydın adayları, bana bugünkülerden çok farklıymış gibi geliyor. Her şeyden önce toplumun ve doğanın gerçeğini öğrenmek için can atardık. Devletin beslemiş olduğu bir cehalet çemberinden çıkmak için elimizden kitabı düşürmezdik. Toplumun en yalın gerçeği, sınıflara ayrılmış olması ve küçük bir azınlığın emekçi halkı sömürdüğü ve çeşitli araçlarla onlara hükmettiği idi. Ne Jön Türk hareketi, ne Cumhuriyet bu gerçeği değiştirememişti. Gerçek kurtuluş, emekçilerin bilinçlenip iktidara gelerek ülkenin efendisi olmalarıydı. Adalet, insanlık, aydın vicdanı oradaydı. İşçilere, köylülere, genç arkadaşlarımıza bunu anlatmak için nefes tüketiyorduk.

Sınıfsal bakış on yıllar hatta yüzyıllar içinde inşa edilmiş, çoğuna emekçilerin de inandığı ön yargı duvarlarına çarpmak zorundaydı:

Allah insanları eşit mi yaratmıştı. Çalışırsan sen de zengin olurdun. Beş parmağın beşi bir miydi? Kadınla erkek eşit olabilir miydi? Her koyun kendi bacağından asılmaz mıydı? Türklerin dünyada hiç dostu var mıydı? Dört bir yanımız düşmanla çevrilmiş değil miydi?

Tartışmalarımızın ve kafamızın içinde ne Sünnilik ve Alevilik, ne Türklük ve Kürtlük vardı. “İktidar halkın hakkıdır”, “Emek en yüce değerdir” derken bunda bir milliyeti, mezhebi anlamaz, doğrudan doğruya işçiyi, köylüyü, genci, emekliyi, işsizi vb. anlardık. Hakkâri’de bir çobanla Zonguldak’ta bir maden işçisi aynı hamurdandı ve kurtuluşları da birdi.

Yakup Kadri’yi, Falih Rıfkı’yı okur, 1923’ten sonra kurulan rejimin eksikliklerini de öğrenirdik. Kuvayı Milliye Destanı’nda destanın konusu olan “Onların” bir şafak vakti toprağa basıp doğruldukları zaman sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtının değişeceğini düşünürdük. Kurtuluş Savaşı’nı yapanlar henüz “Çılgın Türk” değildi. Sabahattin Selek’in Anadolu İhtilali’nden doğrusunu öğreniyorduk. Gazetelerin çoğu henüz bir partinin propagandisti, gazetecilerin çoğu tetikçi değildi. Gerçekleri yazan Yön’ümüz, Devrim’imiz, Sosyal Adalet’imiz, İmece’miz vardı.

ARKAİK BİR OBJE!

Ne oldu da bugünkü ezberci, takıntılı, anlayışsız insanlardan oluşan bir toplum haline geldik? Yazılarıma gönderilen tepkiler karşısında kendimi zaman zaman yıkıntılar altında kalmış arkaik bir objeye benzetiyorum. Acaba okumaya mı bıraktık? 12 Mart ve 12 Eylül’de toprağa gömülen ya da ateşte yakılan kitaplara bir daha el sürmemeye yemin mi ettik?

Hâkim Ali Faik Cihan’ın Türkiye sosyalizmi hakkında bir ilk deneme olan “Sosyalist Türkiye” kitabı bile bugün kitapçı vitrinlerini dolduran teorik kitaplardan daha masumdu. Sosyalizm hakkında ilk çeviri kitaplardan biri olan Sosyalizmin Alfabesi’ni, hele hele Felsefenin Başlangıç İlkeleri ve Felsefenin Temel İlkeleri, Sosyalizm ve sosyal Mücadeleler Tarihi, Teori ve Pratik, Diyalektik ve Tarihi Materyalizm gibi kitapları yeniden okumaya ve bunları ne yapıp edip yeniden hiç tanışmamış gençlere okutmaya mı çalışsak?

Belli ki ayarlarımız bozulmuş. Galiba fabrika ayarlarına dönmemin zamanı geldi, geçiyor. Kim ne derse desin, ben bildiğim gibi yazmaya devam etmeliyim. Vicdanım ve ahdim bana bunu emrediyor… (25 Mart 2015)

MİZAH : Alman basınından Tayyip Karikatürü :)

DUYURU /// CHP MİLLETVEKİLİ ATİLLA KART : Parti Disiplin Kurulunu Aşan Sorunlar..

24 Mart 2015

Basın Duyurusu ;

Parti Disiplin Kurulunu Aşan Sorunlar….

(I) Melih Gökçek hakkındaki iddia ve bulgular, görevi kötüye kullanmaktan ibaret değildir. 3628 sayılı Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Yasası başta olmak üzere, yapılan görevle bağlantılı olarak ve Bülent Arınç tarafından dile getirilen suçlamaların niteliğine göre; rüşvet, ihaleye fesat karıştırma ve benzeri nitelikte bulgular da söz konusudur.

· Bu suçlamaların tahkiki için ilgili Bakanın soruşturma izni vermesi gerekmez. C. Savcısının re’sen yapması gereken bir soruşturma söz konusudur.

(II) Ancak bu arada, Hükümetin ivedi olarak yapması gereken öncelikli bir görev vardır.

Soruşturmanın selameti, delillerin karartılmaması için Melih Gökçek hakkında, geçici uzaklaştırma dahil olmak üzere, idari nitelikte önleyici işlemlerin tesisi gerekli ve zorunludur. Hükümet bu işlemi tesis etmek durumundadır. Aksi takdirde, Bülent Arınç’ın söylemlerinin Hükümet tarafından üstünün çizildiği sonucu çıkacaktır. Öte yandan, Bülent Arınç’ın “8 Haziran’dan sonra 100 olayı açıklayacağım.” yönündeki söylemi de , Devlet adamı sorumluluğu ve ciddiyetiyle bağdaşmayan niteliktedir. Bugüne kadar açıklamamış olması başlı başına suçtur. Bundan sonra belli bir süre gizlenmesi, yeni suç ilişkilerini ya da girişimlerini beraberinde getirecektir.

(III) Melih Gökçek hakkında geçici uzaklaştırma işlemi tesisi için Hükümet nezdinde yasal başvuru süreci Tarafımızdan gerçekleştirilecektir. Halkımızın ve kamuoyunun duyarlı olduğuna inandığımız bu konudaki gelişmeleri takip etmeye devam edeceğiz.

Saygıyla sunulur.

Atilla Kart

CHP Konya Milletvekili

24 Mart 2015 basn duyurusu Parti Disiplin Kurulunu Aan Sorunlar.docx

IŞİD DOSYASI : Irak Şam İngiliz Devleti

İngilizler’in IŞİD üzerinden oynadıkları oyun ortaya çıkınca, Kraliçe’nin medyası IŞİD nedeniyle tutukladıkları 14 kişiyi yayınladı. Ama rakamlara göre İngiltere‘den teröre gidenlerin sayısı 3 bini buldu. Her hafta 5 İngiliz Suriye’ye geçerken, bunlardan 600’ünün İngiltere’de silahlı eğitim aldığı ortaya çıktı

Irak ve Suriye’de üst üste yaşanan kaosların ardından ortaya çıkan IŞİD, bölgede terör estirirken son günlerde yaşanan gelişmeler kanlı örgütün içinde İngiliz etkisinin büyük olduğunu ortaya koydu. Önce IŞİD’in kafa kesen celladı Muhammed Emwazi’nin İngiliz istihbarat servisi MI5 ajanı olduğu ortaya çıktı. 3 İngiliz kızı Türkiye üzerinden Suriye’ye götüren Muhammed el Raşit de İngiltere ile istihbarat paylaşan Kanada’nın konsolosluk görevlilerinin tüm bilgileri verdiğini itiraf etti. 3 İngiliz kızla beraber onlarca İngiliz’in daha IŞİD’e gittiği ortaya çıkarken, bu sırada Türkiye’nin IŞİD’e gitmek üzere yakalayarak İngiltere’ye iade ettiği 3 genç erkek ise Kraliçe’nin mahkemelerinde serbest bırakıldı. Yine Türkiye’nin yakalayıp iade ettiği İngiliz kız Jamila’nın ise 7 ay Suriye’de kaldıktan sonra İngiltere‘ye döndüğü, burada MI5 ajanları ile görüştüğü, yakın takipte olduğu için tutuklanmadığı ama tüm bu güvenlik önlemlerine rağmen elini kolunu sallayarak yeniden Türkiye’ye geldiği anlaşıldı.

KRALİÇE’NİN ASKERLERİ

3 binden fazla İngiliz’in IŞİD’e katılmasını tamamen "Türkiye sınırlarda yeterli kontrol yapmıyor" yalanıyla savunmaya çalışan İngilizler, ajanları üst üste açığa çıkınca dün IŞİD’e katılım ve yardım nedeniyle yakaladıkları 14 kişinin isimlerini paylaştı. Kraliçe’nin medyası "İngiltere, IŞİD’e karşı yoğun bir savaş veriyor" derken; yakalanan 14 kişi dışında yapılan diğer operasyonlara da yer verildi. Ama İngiliz araştırma şirketleri ve yetkililerinin verdiği rakamlar Kraliçe’nin medyasında yer almadı. Resmi ağızlardan yapılan açıklamalar ve İngiltere’de yapılan araştırmalara göre bu ülkeden IŞİD’e 3 binden fazla katılım oldu. Bunlardan 600 kadarı bu ülkede askeri eğitim aldı. Bin 500’ü IŞİD içinde fiilen çatışmalara katıldı. 250’si de tıp eğitimi aldı. Hâlen her hafta 5 İngiliz, teröre gitmek için ülkesinden ayrılıyor. Üstelik IŞİD’in celladı Emwazi dahil, IŞİD’e para gönderen hiçbir banka hesabı engellenmiyor. Bunları görmezden gelen Kraliçe’nin medyası ise tutukladıkları 14 kişi üzerinden "IŞİD’e karşı mücadele ediyoruz" algısı oluşturarak, Türkiye’yi suçlamaya devam ediyor

HER İSİMDEN BİLGİLERİ VAR

İŞİD’in içinde İngiliz komutanlarla yakınlık kurup elde ettiği bilgileri Kanadalı ajanlarla paylaşan Muhammed el Raşit’in ifadelerine göre İngiltere, kendi ülkesinden ayrılıp Türkiye üzerinden Suriye’ye gitmeye çalışan her ismi biliyor. En az 150 kişiyi IŞİD’e götüren ve yüz binlerce pound’luk para trafiğini yöneten el Raşit, İngiltere’den gelen her ismi daha gelmeden önce bildiğini ve bu bilgiyi Kanadalı ajanlara ilettiğini itiraf etmişti. Büyük Britanya’ya bağlı olduğu için Kraliçe’nin toprağı sayılan Kanada, aynı zamanda istihbarat anlaşması gereği tüm bilgilerini İngiltere ile paylaşmak zorunda olduğu için, İngiliz yetkilileri de el Raşit’in gönderdiği tüm bilgileri en baştan biliyordu.

ASKERİ SEVKİYAT


IŞİD’in
içinde en az 3 bin İngiliz vatandaşı bulunuyor.
Bu kişilerden 600 kadarı İngiltere’de askeri eğitim aldı.
Bin 500 İngiliz, IŞİD’in içinde fiilen silahlı çatışmalara katılıyor.
IŞİD’in komutanlarından 150 kadarı İngiliz vatandaşı. Bunlar arasında en bilineni Cihatçı John diye tanınan cellat Muhammed Emwazi.
IŞİD’e giden İngilizlerin en az 250’si tıp eğitimi aldı.
2015 Mart rakamlarına göre her hafta 5 İngiliz, IŞİD’e gitmeye devam ediyor.

PKK DOSYASI : Silah bırakma aldatmacası İmralı Tutanakları’nda

‘PKK silah bırakacak’ propogandasıyla pazarlanan ‘Dolmabahçe’ toplantısından sonra yayımlanan İmralı Tutanakları, ‘Biz bu sahneyi daha önce görmüştük’ dedirtecek

AKP ile Abdullah Öcalan’ın başlattığı ve kamuoyuna “PKK silah bırakacak” diye pazarlanan “açılım” sürecinin gerçekte neyi amaçladığına ışık tutacak “İmralı Tutanakları” kitabında çarpıcı ayrıntılar yer alıyor. Aydınlık Gazetesi İstihbarat Şefi Ceyhun Bozkurt’un kaleme aldığı ve Destek Yayınları’ndan çıkan kitapta, 27 Ağustos-2 Eylül 2014 tarihleri arasında Aydınlık Gazetesi’nde 6 bölüm halinde yayımlanan ve BDP/HDP heyeti ile Abdullah Öcalan arasında İmralı’da yapılan 4 görüşmenin zabıtlarının tamamı yer aldı.

Abdullah Öcalan’ın 2013 Nevruz’unda okunan mektubuyla yeni bir döneme giren “açılım” süreci “silahların susacağı, artık kan dökülmeyeceği” gibi söylemlerle kamuoyuna sunulmuştu. Ancak MİT Başkanı Hakan Fidan’ın yönlendirdiği Abdullah Öcalan ile HDP heyeti arasındaki görüşmelerde tutulan zabıtların ortaya çıkarılması asıl amacın silah bırakmak ya da demokratikleşmek olmadığını gözler önüne sermiş, bunun da ötesinde sürecin aslında “Yeni Türkiye”, “Yeni Ortadoğu” planı olduğunu ortaya koymuştu.

100 YILLIK HESAPLAŞMA

İşte kitapta yer alan ve Öcalan’ın HDP Heyeti’yle görüşmesinde söylediklerinin zabıtlara yansıyan bölümünden öne çıkanlar:

– 100 yıllık sorunu çözüyoruz, kolay mı? Bakanla görüşüp söyleyin, gerekirse 50 yasa çıkaracaklar. Yasallık niye yanlış olsun! Bilmem PKK yasadan yararlanıp meşrulaşırmış, evet tabii ki öyle olacak. Amacımız bu yasadışılığı bitirmek değil midir?

– Geçmişten beri devlet bize söz veriyordu, yasallık için. Ama yasa olmaz diyorlarsa, aldatmaca vardır. Bu son tavrım da bundan dolayıdır. Kandil’dekiler aya mı gidecek, Endonezya’ya mı, Finlandiya’ya mı? Nereye gidecek, bir teki bile silah bırakmaz böyle olursa.

GERİLLA HALKIN İÇİNDE SAKLANIR

– Yasalar çıkarsa ikinci aşama bitmiş olur. Bu arada geri çekilme de paralel yürür. Karşılıklı siz bize, biz size öneriler yaparız. AKP şunu bilmeli, kısmen gerilla içeride kalsa bile bu yanıltmasın. İstesek gerilla halkın içinde bile saklanır.

– Basına yanlış şeyler yansıdı. “Öcalan bağımsızlıktan, federasyondan, özerklikten bilmem neden vazgeçti” dediler. Ben hiçbir şeyden vazgeçmedim.

KEMAL KILIÇDAROĞLU’NA SELAM GÖNDERDİ

CHP’nin iyi bir sosyal demokrat parti olmasının ne kadar önemli olduğunu ben biliyorum, onlar bilmiyorlar. A. Bey ve Kemal’e (Kılıçdaroğlu) selamlarımla beraber deyin ki “Öcalan’ın Kemalizm eleştirisi yapıcıdır. Kemalizm güncellenerek faydalı olabilir. Ulusalcılar CHP’yi aşağıya çekiyorlar.

SURİYE’DE ÖZERKLİĞİ MİT İLE PLANLADILAR

– Zaten önümüzdeki günlerde Suriye’deki duruma dair heyetle (Kendisiyle düzenli bir şekilde görüşen MİT Heyeti’ni kastediyor) konuşacağız, bazı kararlar alacağız herhalde. Yeni oluşacak Suriye’de bizimkiler başat rol oynayacaklar. Orada özerk bölgeler olur, Kürtler, Ale-viler hatta Araplar için de özerk bölgeler olacak gibi. İsviçre gibi özerk bölgeler.

ÖCALAN’IN AVUKATI DEĞERLENDİRİYOR

İmralı tutanaklarının bire bir baskısının yanı sıra kitapta, tutanaklarla ilgili olarak gazeteci-yazar Soner Yalçın, Vatan Partisi MKK üyeleri Ferit İlsever ve Bayram Yurtçiçek, MHP Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, Yeniçağ Gazetesi Ankara Haber Müdürü Necdet Pekmezci, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Terörizm ve Terörizmle Mücadele Merkezi Başkanı Merve Önenli Güven ve Öcalan’ın eski avukatı Ahmet Zeki Okçuoğlu’nun değerlendirmelerine yer veriliyor. Kitapta ayrıca 28 Şubat 2013’te Milliyet’te yayımlanan ve yayımlanmasının ardından Tayyip Erdoğan’ın gazetenin sahibini ağlatacak derecede azarlamasına sebep olan İmralı tutanağı da işleniyor.

‘DEĞİL SİLAH BIRAKMA EYLEMSİZLİK BİLE YOK’

Tam da açılım, silah bırakma, Nevruz mesajı tartışmalarının yapıldığı bir dönemde çıkan kitapla ilgili Ceyhun Bozkurt şunları söyledi: “Kitabın bu döneme denk gelmesi iyi oldu. Çünkü Türk kamuoyundan gizlenen bir süreç vardı. Kapalı kapılar ardında İmralı’da, Ankara’da, Kandil’de pazarlıklar yapılıyordu. Bu pazarlıkların nasıl yapıldığının belgesidir yayımladığımız tutanaklar… Amacımız kamuoyunu açılım konusunda bilgilendirmektir.”

PKK’nın silah bırakıp bırakmayacağına yönelik soruya da Bozkurt “Daha önce yayımlanan bir tutanak ve ilk kez tamamı yayımlanan 4 tutanak incelendiğinde değil silah bırakma, eylemsizliğin bile zor olduğu gözüküyor. Öcalan’ın o dönem örgüte yaptığı silahlı gücü artırma çalışmaları sonucunda Doğu ve Güneydoğu’da halka baskı uygulayan silahlı bir terör gücü oluşturuldu. Bu da silah bırakmanın samimiyetsiz olduğunu gösteriyor. Zaten Öcalan da BDP’lilere ‘Ben bağımsızlık düşüncesinden vazgeçmedim’ diyor. TSK’nın bugün (dün) yaptığı açıklama da tehdidin devam ettiğinin en önemli göstergesidir” dedi.

SURİYE DOSYASI : Dövüldü ama yıkılmadı

Lübnan’da eski Suriye istihbarat ağı başkanı Rüstem Gazali’nin hikayesi dikkat çekmeye devam ediyor. Gazali’nin birkaç hafta önce Askeri İstihbarat başkanı Refik Şehade’nin ofisinde şiddetli bir şekilde darp edilmesinden sonra perşembe günü Şehade’nin görevinden alındığı haberi geldi.

Gazali’nin Şehade’nin adamları tarafından niçin dövüldüğü net olarak belli değil. Kurbanın kendisi, oldukça komik bir şekilde, isyancılarla savaşırken yaralandığını savundu. Bu şahıs, Ignace Leverrier müstear adıyla Le Monde’a gönderdiği (Fransızca) “Un Oeil sur la Syrie” başlıklı uzun bloğunda, neler olduğu hakkında farklı teorilerle ilgili çarpıcı bir genel bakış sundu.

Giderek yaygın halde kabul edilen görüş, Gazali’nin İran ve Hizbullah’ın Suriye üzerindeki tesirlerinden duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirdiği için cezalandırıldığıdır. Aslında isyancıların eline geçmesini önlemek için kendi evinin havaya uçurulmasını emrettiği olay da onun evi İranlılar ya da Hizbullah’a teslim etmeyi reddetmesinden kaynaklanmış olabilir.

Leverrier ayrıca birkaç ay önce Hizbullah’la Suriyeli yetkililer arasında yapılan toplantıda neler olduğunu da açıklıyor. Hizbullah temsilcilerinin o toplantıda, Suriye Ordusu’nun Hizbullah’a ait medyanın işlerini engellemesi, kendi medyasında da Hizbullah’ın başarılarından bahsetmekten uzak durmaya çalışmasından şikayet ettikleri bildirildi.

Bu, hiç de göz ardı edilecek bir görüş değildir. Hizbullah’ın kendi destekçilerine Suriye’deki kanlı müdahalesinin faydalı olduğunu göstermeye ihtiyacı var. Bu yüzden, medyasının partinin zaferlerini yayımlama fırsatının engellenmesi bir problemdir. Hizbullah ve Suriyeliler arasında gerginlik olduğundan hep bahsedilir. Gazali’nin toplantıdaki tepkisinin de bunu doğruladığı görülüyor.

Leverrier’e göre Gazali toplantıda ayağa kalktı ve partiye şu sözlerle tepki gösterdi: “Suriye olmazsa net bir şekilde Hizbullah da mevcut olmaz. Bugün Suriye’de olanlar Hizbullah’ın bekasını da etkiliyor. Hizbullah, Suriye’de kendi adına da savaşıyor.” Leverrier, Gazali’nin Hizbullah’ı savaşmamakla, “geri çekilmeleri için isyancı gruplara para ödeyerek zaferlerini hiç çatışmaya girmeden satın almayı” tercih etmekle suçladığını ifade ederek sözlerine devam etti.

Bunlar doğruysa ve Gazali İran ve Hizbullah için daha uysal hale getirildiyse biz Şehade’nin akıbetini nasıl yorumlayacağız? Beşşar Esad, Gazali’ye yapılandan hoşlanmadığını mı göstermek istedi? Belki öyle ama Gazali’nin de görevden alındığına dair henüz doğrulanmayan haberler var. Bu da başkana zor bir karar vermekten başka seçenek bırakmadığını akla getiriyor.

Gerçek bir yana, eğer İran’ın Şam üzerindeki etkisi konusunda Suriye’de bir memnuniyetsizlik varsa bu Esad’ın kolay kolay göz ardı edebileceği bir şey değildir. Bu rejimin meşruiyeti, babasının rejimindeki gibi, hep gururlu bir bağımsız Arap milliyetçisi devlet imajına bağlı olmuştur. Hafız Esad’ın İran’ın hem Suriye hem de Lübnan’daki rolünü sınırlandırmak için gösterdiği güçlü çabalar da işte bu yüzdendi. Yine eski Suriye liderinin Sovyetler Birliği’yle bile en ufak bir bağımlılık imasında bulunmaktan dahi dikkatle kaçınmış olması da bu yüzdendi.

Ayrıca, İran’la ilişkilerin mezhepsel ilişkilerle de alakası var. Nusayriler, (Şiilerle, aleyhtekilerin zannettiğinden çok farklı olmalarına rağmen) mezhepsel yakınlıklarından dolayı kendi istekleriyle Suriye’yi İran’a teslim ettiklerinin söylenmesini istemezler. Şehade bir Nusayridir ve onun bir Sünni olan Gazali’ye karşı eylemleri Şam’daki dedikodu çarkında böyle bir suçlamayı kolayca kuvvetlendirebilir. Esad, bu tür spekülasyonlara bir son vermek için onu görevden almak zorunda kalmış olabilir.

Hizbullah ve İran’dan şikayet etmişse Gazali bu konuda yalnız değildir.

Kariyerlerini ilk olarak Hafız Esad yönetiminde inşa edenlerin bugün Suriye’de meydana gelen olaylardan öfke duymadıklarına inanmak zordur. Lübnan’daki görevi sırasında Hizbullah’a ast’ı olarak muamele eden Gazali için, bugün partinin önünde eğilmek özellikle çok acı bir hap olmalıdır. Gazali meselesinin Suriye rejimi içinde, özellikle de karanlık güvenlik teşkilatı içinde hassas kapıları açması kuvvetle muhtemeldir.

Eğer öyleyse bu, İran’ın Arap dünyasına yayılmasının zorluk ve engellerine ışık tutar. İran ve müttefikleri şüphesiz, tünelin ucunda hiçbir ışık görünmezken Esad rejimini kurtarmak için hem paraları hem de canlarıyla ağır bir bedel ödediler. Ama Gazali bir konuda haklıdır: Bunlar bu fedakarlığı Esad’a özel bir düşkünlükleri olduğu için değil onun düşmesinin İran’ın Orta Doğu’ya hakim olma çabalarına büyük bir engel teşkil edeceği için yapıyorlar.

Gazali’ye neler olduğunun gerçek sebebi hiç bilinmeyebilir ama spekülasyonların nasıl onun İran ve Hizbullah’a olan hoşnutsuzluğuna kayması yeterince açıklayıcıdır. Yurt içinde bu intibaa yol açabilecek, Gazali’nin Suriye’nin İran’ın himayesinde olmasına meydan okuyan cesur bir memur olduğuna dair bir hissiyat var.

Gazali’nin halen görevde mi olduğu yoksa görevden alındığına dair haberlerin doğru mu olduğunun beklenip görülmesi gerekiyor. Ama Beşşar Esad’ın, üst düzey istihbarat görevlileri birbirlerine saldırmaya başladığı zaman ya sert tedbirler alıp düzeni sağlaması gerektiğini, ya da aksi takdirde her şeyi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını bilmesi gerekiyor.

Kaynak: Now News
Dünya Bülteni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu

IRAK DOSYASI : Irak işgaliyle ilgili o çarpıcı iddia ispatlandı

ABD merkezli Vice News’ün haberine göre, Bush yönetiminin, Irak’ta kitle imha silahı ürettiği iddiasına dayanak gösterdiği ve ABD Kongresi’nden Irak’ı işgal etmek için yetki almakta kullandığı 93 sayfalık istihbarat raporunun büyük bölümünün gizliliği kaldırıldı.

Vice News’ün bilgi edinme yasası aracılığıyla CIA’den edindiği raporda yer alan istihbarat birimlerinin değerlendirmesinde, Irak’ta Saddam Hüseyin yönetiminin kitle imha silahı üretme programı yürüttüğü iddialarına ilişkin kilit konularda bilgi eksikliği olduğu vurgulanıyor.

Raporda Irak’ın kitle imha silahı üretim programına devam ettiği ancak bu silahlara ilişkin anahtar konumdaki birçok önemli bilginin eksik olduğu kaydediliyor.

Bush yönetimi ise savaş öncesi açıklamalarda, istihbarat raporlarının sarsılmaz biçimde Irak’ta kitle imha silahı bulunduğunu teyit ettiğini savunmuştu.

Raporda dikkat çeken bir husus ise Saddam Hüseyin’in nükleer silaha sahip olma niyeti olmasına karşın bunu yapabilecek materyalinin bulunmadığı ve yakın zamanda bunu yapabilecek kapasitesinin de olmadığının Bush yönetimine bildirilmiş olması.

Raporda, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Donald Rumsfeld’in, Irak rejimi ile El Kaide arasında işbirliği olduğuna ilişkin "kesin kanıtları olduğu" iddiası da teyit edilmiyor. O güne kadar yakalanan El Kaide militanlarının hiçbirisinin Irak’ta eğitim ya da bu rejimden destek aldığı bilgisinin olmadığı belirtilen raporda, Saddam Hüseyin rejimi ile El Kaide arasında operasyonel bir bağ bulunamadığı kaydediliyor.

Bush yönetimi 2003 yılında kitle imha silahları olduğu gerekçesiyle Irak’ı işgal etmiş ancak söz konusu silahlar bulunamamıştı.

20 Mart 2003 tarihinde başlatılan Irak işgali ülkede etnik ve mezhepsel bölünmeyi körüklemiş, işgal neticesinde ortaya çıkan kaos nedeniyle yüz binlerce kişi hayatını kaybederken, milyonlarca insan ise mülteci olaraka yaşamak zorunda kalmıştı. DHA